Dönem: 22 Yasama Yılı: 4
TBMM (S. Sayısı: 1140)
Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23 Milletvekili, Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur ve 68 Milletvekili, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 Milletvekili, İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 Milletvekili ile İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 Milletvekilinin; Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve (10/148, 182, 187, 284, 285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu
(10/148) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
"Namus cinayeti''
veya "töre cinayeti'' olarak adlandırılan cinayetler, toplumda kendilerine
biçilmiş rollerin veya kişiye, topluma, yöreye ve zamana göre değişen ahlâki
normların dışına çıktığı varsayılan kız çocuklarına ve kadınlara yöneltilmiş
olan en zalim şiddet türüdür.
Töre cinayetleri, İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı
Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi
hükümlerine de aykırı bir uygulamadır.
Dünyada her yıl sayısız
kadın, töre cinayetlerine kurban gitmektedir. Töre cinayetlerinin bir kısmına
intihar veya kaza süsü verilmesi veya çeşitli şekillerde örtbas edilmesi, töre
cinayetlerinin sayısının sağlıklı bir biçimde belirlenmesini güçleştirmektedir.
Türkiye de, töre
cinayetlerinin yaygın biçimde işlendiği ülkeler arasında yer almaktadır.
Bu durum, ülkemizin
uluslararası platformlarda eleştirilmesine, gelişme düzeyi kendisinin çok
altındaki ülkelerle aynı düzeyde görülmesine ve uyarılarak, töre cinayetlerini
ortadan kaldırmak için önlem almaya davet edilmesine yol açmaktadır.
Bu cinayetlerin
önlenmesi, hem kadınlarımızın insan haklarının güvence altına alınması, hem de ülkemizin çağdaş bir
görünüm vermesi bakımından gereklidir. Bu gereğin yerine getirilmesi için de,
öncelikle sorunu yaratan nedenler belirlenmeli ve buna göre çözümler
geliştirilmelidir.
Bunun sağlanabilmesi
amacıyla, ülkemizde töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet
hareketlerinin nedenlerinin ve bu tür hareketleri engelleyici önlemlerin
belirlenmesi için Anayasa'nın 98 inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105 inci
maddelerine göre Meclis araştırması açılmasını dileriz.
Saygılarımızla.
|
Oya Araslı |
Sıdıka Sarıbekir |
Feridun Ayvazoğlu |
|
Ankara |
İstanbul |
Çorum |
|
Esat Canan |
Bihlun Tamaylıgil |
Mehmet Ziya Yergök |
|
Hakkâri |
İstanbul |
Adana |
|
Muharrem Kılıç |
Orhan Eraslan |
Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
|
Malatya |
Niğde |
Malatya |
|
Kemal Demirel |
Ufuk Özkan |
Birgen Keleş |
|
Bursa |
Manisa |
İstanbul |
|
Osman Coşkunoğlu |
Osman Kaptan |
Hakkı Akalın |
|
Uşak |
Antalya |
İzmir |
|
Yakup Kepenek |
Gürol Ergin |
Mehmet Mesut Özakcan |
|
Ankara |
Muğla |
Aydın |
|
Ali Kemal Deveciler |
Mehmet Akif Hamzaçebi |
İzzet Çetin |
|
Balıkesir |
Trabzon |
Kocaeli |
|
Kemal Kılıçdaroğlu |
Erol Tınastepe |
Türkan Miçooğulları |
|
İstanbul |
Erzincan |
İzmir |
(10/182) Esas Numaralı
Meclis Araştırması Önergesi
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Ülkemizin bazı
yörelerinden insanlarımızın yaşadığı topluluklarda namus cinayetleri ve dolaylı
namus cinayeti denebilecek intihara zorlamalar tüyler ürperten bir sıklıkta
tekrarlanmaktadır.
Çağ dışı, bazı olumsuz
geleneklere dayalı bir düşünce tarzı ve erkek merkezli bir toplum yapısından
kaynaklanan namus cinayetleri, nice kızımızın canına mal olmanın yanında,
ülkemiz için AB İlerleme Raporuna bile konu olmuş bir ayıp teşkil etmektedir.
Türkiye; Kadınlara Karşı
Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İhtiyari Protokolünü
imzalamıştır. 1992 yılında alınan CEDAW 19 no.lu tavsiye kararına göre gerekli
yasal düzenlemelerin ötesinde, devlet, üçüncü kişilerin kadınlara karşı insan
hakları ihlallerini önlemekle yükümlüdür. CEDAW sözleşmesini imzalamış olmak AB
adaylığının bir gereğidir. Öte yandan Türkiye, Pekin'de toplanan Birleşmiş
Milletler Kadın Konferansı ve Pekin+5 Sonuç Bildirgeleri ile ilgili taahhütleri
olan, hatta ikincisinin oluşumuna etkin katkı yapmış bir ülkedir. Pekin+5
Bildirgesi ile namus suçları kadına karşı şiddet kapsamına alınmıştır ve bu
suçların önlenmesi konusunda burada da taahhüdümüz vardır.
Ülkemizde “kadın, ahlâk
ve namus” konusunda, insan öldürmeyi
hoş gören bakışı nasıl değiştirebileceğimiz, 21. yüzyılda neden hala bu çağ
dışı uygulamaya son veremediğimiz ve bu sorunun çözümü için neler yapmamız
gerektiği konularının incelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98 inci ve İçtüzüğün 104
ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması için gereğini
saygılarımızla arz ederiz.
|
N. Gaye Erbatur |
Türkan Miçooğulları |
Sıdıka Sarıbekir |
|
Adana |
İzmir |
İstanbul |
|
Canan Arıtman |
Özlem Çerçioğlu |
Gülsün Bilgehan |
|
İzmir |
Aydın |
Ankara |
|
Güldal Okuducu |
Zeynep Damla Gürel |
Bihlun Tamaylıgil |
|
İstanbul |
İstanbul |
İstanbul |
|
Oya Araslı |
Muzaffer R.
Kurtulmuşoğlu |
Fikret Ünlü |
|
Ankara |
Ankara |
Karaman |
|
Memduh Hacıoğlu |
Enis Tütüncü |
Hasan Fehmi Güneş |
|
İstanbul |
Tekirdağ |
İstanbul |
|
Kemal Derviş |
Abdulkadir Ateş |
Mehmet Yıldırım |
|
İstanbul |
Gaziantep |
Kastamonu |
|
Hüseyin Ekmekçioğlu |
Ersoy Bulut |
Nadir Saraç |
|
Antalya |
Mersin |
Zonguldak |
|
Hasan Güyüldar |
Mehmet Boztaş |
Erdal Karademir |
|
Tunceli |
Aydın |
İzmir |
|
Turan Tüysüz |
Yılmaz Kaya |
Rasim Çakır |
|
Şanlıurfa |
İzmir |
Edirne |
|
Mevlüt Coşkuner |
Emin Koç |
Muharrem İnce |
|
Isparta |
Yozgat |
Yalova |
|
Yavuz Altınorak |
Fahrettin Üstün |
Kemal Kılıçdaroğlu |
|
Kırklareli |
Muğla |
İstanbul |
|
Kemal Sağ |
Berhan Şimşek |
Muharrem Kılıç |
|
Adana |
İstanbul |
Malatya |
|
Şevket Gürsoy |
İsmet Atalay |
Kemal Demirel |
|
Adıyaman |
İstanbul |
Bursa |
|
İdris Sami Tandoğdu |
Nejat Gencan |
Mehmet U. Neşşar |
|
Ordu |
Edirne |
Denizli |
|
Orhan Ziya Diren |
Nezir Büyükcengiz |
Şefik Zengin |
|
Tokat |
Konya |
Mersin |
|
Feridun Ayvazoğlu |
Atila Emek |
Nail Kamacı |
|
Çorum |
Antalya |
Antalya |
|
Yüksel Çorbacıoğlu |
Orhan Eraslan |
Feridun Fikret Baloğlu |
|
Artvin |
Niğde |
Antalya |
|
Hasan Ören |
Muharrem Toprak |
Mahmut Yıldız |
|
Manisa |
İzmir |
Şanlıurfa |
|
Mahmut Duyan |
Mesut Değer |
Muhsin Koçyiğit |
|
Mardin |
Diyarbakır |
Diyarbakır |
|
Tacidar Seyhan |
Hüseyin Bayındır |
Hüseyin Özcan |
|
Adana |
Kırşehir |
Mersin |
|
Mehmet Sefa Sirmen |
Ali Cumhur Yaka |
Nurettin Sözen |
|
Kocaeli |
Muğla |
Sivas |
|
Selami Yiğit |
Ali Oksal |
Mehmet Ziya Yergök |
|
Kars |
Mersin |
Adana |
|
Halil Tiryaki |
Mehmet Ali Özpolat |
Tuncay Ercenk |
|
Kırıkkale |
İstanbul |
Antalya |
GEREKÇE
Ülkemizin bazı
yörelerinde namus (töre) cinayetleri tüyler ürperten bir sıklıkta
tekrarlanmaktadır. Söz konusu yörelerin insanları, bu geleneği göç ettikleri
yerlere de taşımaktadırlar. Bu nedenle töre cinayetleri yurdumuzun çeşitli
illerinde ya da Avrupa kentlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Gün geçmemektedir
ki bir kızımızın cinayete kurban gittiği, ya da intihar ettiği haberi gelmesin.
''İntihar'' sözcüğü ile namus cinayeti ilk anda bağlantısız gibi görünse de
aslında çok yakın bir ilişki vardır. Söz konusu yörede bazen öldürülmek yerine
kendini öldürmeye zorlama da yaygın karşılaşılan bir durumdur. Bazen de, kız,
başına gelecekleri bildiği için kendiliğinden intiharı seçmektedir. Bu da
çevrenin ve koşulların bir zorlaması olarak ortaya çıktığından ''namus
cinayetlerinin'' bir uzantısıdır.
Büyük ölçüde ataerkil
zihniyetten, erkek merkezli bir anlayıştan kaynaklanan bu cinayetler, kadını
erkeğe ve aileye bağımlı ikincil bir cins gibi algılamanın sonuçlarıdır. Kadın
bu çevrelerde kendi bedeni üzerinde söz sahibi özgür bir birey olarak
görülmemektedir. İkincil bir cins olarak görülen kadının bu koşullarda ne
toplum içinde eşit konuma gelmesi ne de ülke kalkınmasına katkıda bulunması söz
konusu olamamaktadır. Oysa, Türkiye Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İhtiyari Protokolü'nü imzalamıştır. 1992
yılında alınan CEDAW 19 No.lu tavsiye kararına göre gerekli yasal
düzenlemelerin ötesinde devlet üçüncü kişilerin kadınlara karşı insan hakları
ihlallerini önlemekle yükümlüdür. CEDAW sözleşmesini imzalamış olmak AB
adaylığının bir gereğidir. Öte yandan Türkiye, Pekin'de toplanan Birleşmiş
Milletler Kadın Konferansı ve Pekin+5 Sonuç Bildirgeleri ile ilgili taahhütleri
olan, hatta ikincisinin oluşumuna etkin katkı yapmış bir ülkedir. Pekin+5
Bildirgesi ile namus suçları kadına karşı şiddet kapsamına alınmıştır ve bu
suçların önlenmesi konusunda burada taahhüdümüz vardır.
Çağ dışı bir düşünce
tarzının sonucu olarak nice kadınımızın canına mal olan bu cinayetler ülkemizin
bir ayıbı olup Avrupa Birliği ilerleme raporlarına da konu olmuştur. ''Kadın,
ahlâk ve namus'' konusunda, insan öldürmeyi hoş gören bakışın nasıl
değiştirilebileceği, 21. yüzyılda neden hala bu çağ dışı uygulamaya son
verilemediği ve bu sorunun çözümü için neler yapılması gerektiği konusunun
incelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca Meclis araştırması açılmasına gereksinim vardır.
(10/187) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Töre cinayetleri her gün
yeni yeni dramlara neden olmasına bağlı olarak Türkiye için önemini artıran ve
acilen çözüm bekleyen çok önemli bir konudur. Bu bir ayıptır ve yüz karasıdır.
Türkiye bu ayıptan kurtulmak zorundadır.
Namusumuzu korumak nasıl
kutsal bir görevse, insanımızın hayatını ve haysiyetini korumak da o kadar
kutsal bir görevdir.
Töre cinayetleri, İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Kadınlara Karşı
Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine (CEDAW) aykırıdır. 1992 yılında
alınan CEDAW 19 no.lu tavsiye kararına göre devlet, kadınlara karşı üçüncü
kişilerin uyguladığı insan hakları ihlallerini önlemekle yükümlüdür. Ayrıca
Pekin'de toplanan Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve Pekin + 5 Sonuç
Bildirgelerinde taahhütlerimiz bulunmaktadır. Pekin + 5 bildirgesi namus
suçlarını kadına karşı şiddet kapsamında değerlendirmektedir.
Töre cinayetleri ile
ilgili hukuki çalışmalar yapılmakla birlikte, meselenin çözümü için
sosyo-kültürel çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikardır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi bu konuda üzerine düşeni yapmalıdır. Bu nedenlerle Anayasa'nın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz
ve talep ederiz. Saygılarımızla.
|
Fatma Şahin |
Remziye Öztoprak |
Salih Kapusuz |
|
Gaziantep |
Ankara |
Ankara |
|
Sadullah Ergin |
Gülseren Topuz |
İnci Özdemir |
|
Hatay |
İstanbul |
İstanbul |
|
Semiha Öyüş |
Zeynep Karahan Uslu |
Mahfuz Güler |
|
Aydın |
İstanbul |
Bingöl |
|
Hasan Kara |
Reyhan Balandı |
Serpil Yıldız |
|
Kilis |
Afyon |
İzmir |
|
Ali Sezal |
Feyzi Berdibek |
Abdulbaki Türkoğlu |
|
Kahramanmaraş |
Bingöl |
Elazığ |
|
Şevket Orhan |
Ekrem Erdem |
Ahmet Koca |
|
Bursa |
İstanbul |
Afyonkarahisar |
|
Hüseyin Kansu |
Mehmet Yılmazcan |
Hanefi Mahçiçek |
|
İstanbul |
Kahramanmaraş |
Kahramanmaraş |
|
İbrahim Hakkı Aşkar |
Ahmet Uzer |
Mehmet Sarı |
|
Afyonkarahisar |
Gaziantep |
Gaziantep |
|
Nükhet Hotar Göksel |
Hüseyin Tanrıverdi |
Mehmet Emin Tutan |
|
İzmir |
Manisa |
Bursa |
|
Mehmet Daniş |
Gürsoy Erol |
Abdullah Torun |
|
Çanakkale |
İstanbul |
Adana |
|
Hikmet Özdemir |
Faruk Anbarcıoğlu |
Ünal Kacır |
|
Çankırı |
Bursa |
İstanbul |
|
Faruk Koca |
Eyyüp Sanay |
Mehmet Kılıç |
|
Ankara |
Ankara |
Konya |
|
Tayyar Altıkulaç |
Kemalettin Göktaş |
Mustafa Cumur |
|
İstanbul |
Trabzon |
Trabzon |
|
Mustafa Duru |
Cahit Can |
Mehmet Asım Kulak |
|
Kayseri |
Sinop |
Bartın |
|
İrfan Riza Yazıcıoğlu |
Orhan Taş |
Ömer Kulaksız |
|
Diyarbakır |
Sivas |
Sivas |
|
Metin Kaşıkoğlu |
Halil İbrahim Yılmaz |
|
|
Düzce |
Kütahya |
|
GEREKÇE
Töre cinayetleri, her gün
yeni yeni canlar almakta ve acı dramların yaşanmasına neden olmaktadır. Her
mağdurun ardından dökülen göz yaşları ise töre cinayetlerini önlemeye
yetmemektedir.
Türkiye'de ortalama 4-5
günde bir töre cinayeti işlendiği düşünülecek olursa, meselenin vahameti ve
nasıl kangrenleşmiş olduğu daha iyi görülür.
BM verilerine göre her
yıl dünyada 5 bin töre cinayeti işlenmektedir. Maalesef Türkiye, dünya
klasmanında önde gelen ülkelerden biridir. Bu bir ayıp ve cinayettir. Töre diye
sergilenen vahşet maalesef hukuku da işlevsiz hale getirmiştir.
Bu yara yıllardır
kanamaya devam ediyor. Çünkü meselenin çözümü için ayak sürüdüğümüz ve
yeterince istekli davranmadığımız gerçektir.
Bu nedenlerle töre
cinayetleri ''kol kırılır, yen içinde kalır'' denilip üstü örtülemeyecek kadar
ciddî bir uluslar arası mesele haline gelmiştir.
Kadına Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW) 19 no.lu tavsiye kararı, devlete,
üçüncü kişilerin kadınlara karşı uyguladığı insan hakları ihlallerini önleme
görevi vermiştir. Pekin+5 Bildirgesi de namus suçlarını kadına karşı şiddet
kapsamına almıştır.
Töre adına işlenen cinayetler,
maalesef töreyi kirletmektedir. Töre, hukukla ve dinle çelişmemelidir,
çelişirse; bir yanlış vardır. Din ve hukuk, her ne sebeple olursa olsun, hiç
kimseye cinayet işleme ayrıcalığı vermez. Onun için bu vahşetin dinle
ilişkilendirilmesi de bir başka yönden cinayettir.
Töreye karşı gelmek
suçsa, suçlu-suçsuz, ayrımı yapmaksızın insanların öldürülmesi daha büyük bir
suçtur. Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Cezalandırma yetkisi devlete aittir.
Kaldı ki, zorla ve
kandırılarak kirletilen kadın suçlu değil, mağdur ve mazlumdur. Mağdur ve
mazlumsa cezalandırılmaz, korunur.
Nasıl ki mafya adaleti
adalet değilse, töre adaleti de adalet değildir. Nasıl ki töredir diye kan
davaları tasvip edilemezse, töre cinayetleri de tasvip edilemez.
Töre cinayetlerini tasvip
etmemek, namusun korunmasına karşı olmak demek de değildir. Namus, insan hayatı
ve haysiyeti güvence altına alınarak korunmalıdır.
Öte yandan her ne sebeple
olursa olsun kirletilen kadının ''töre'' öyle gerektiriyor diye, aile meclisi
kararlarıyla ölüme mahkum edilmesi, kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin bir
başka göstergesidir. Nitekim başka gerekçelerle Türk kadınının yüzde 67'sinin
fiziksel şiddete maruz kalması da bunun bir kanıtıdır.
Kadının ayrımcılığa tâbi
tutulması ve sistematik bir biçimde şiddete maruz bırakılması toplumsal bir
olaydır, onun için bu salt mevzuat değişiklikleri ile halledilebilecek bir konu
değildir. Nitekim AB müktesebatı
çerçevesinde 7. Uyum Paketi ile TCK'nın
462. maddesi değiştirilerek, töre cinayetleri hafifletici sebep olmaktan
çıkartılmıştır. Ama mesele kökünden çözülmüş değildir. Bunu, birden fazla
kişinin bir araya gelip karar alması ve bir çok kişi tarafından planlanıp
beraberce gerçekleştirilmesi nedeni ile ''nitelikli suç'' sayma gereği vardır.
Aksi halde etkili koruma sağlama sorumluluğunu yerine getirmekte başarısız
olduğu için, bu cinayetlerde devletin sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır.
Töre cinayetlerinin
özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde sıkça görülmesi meselenin arka
planında başka nedenler olduğunun göstergesidir. Bu bakımdan konunun ardında
yatan nedenlerin araştırılarak tespit edilmesi çözüm yolunda ciddî bir adım
olacaktır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi, töre cinayetlerini araştırırken, sadece bir toplumsal vahşeti gözler
önüne sermiş ve bunun nedenlerini ortaya koymuş olmayacaktır. Aynı zamanda
meselenin çözümü konusunda devlete, millete, gönüllü kuruluşlara, toplum
önderlerine ne gibi görevler düşmektedir, bunları da ortaya koyacaktır.
Unutulmamalıdır ki, bu
bir kadın sorunu değil, insanlık sorunudur ve Türkiye için yüz karasıdır. TBMM
bu konuda üzerine düşeni yapmalıdır.
(10/284) Esas Numaralı
Meclis Araştırması Önergesi
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Ülkemizde kadınlara ve
çocuklara karşı şiddet uygulanması ve aile içi şiddet yapılan araştırmalara
göre çok yüksek oranlardadır (%90'ların üzerinde). Fiziksel şiddet, psikolojik
şiddet, sözel şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet şeklinde tipleri olan bu
uygulamaların özellikle kadınlarda herhangi birine maruz kalma sıklığı %97'dir.
Şiddet gören kadınların gördüğü şiddetin en az yarısı fiziksel şiddettir.
Fiziksel şiddet uygulamaları çoğu kez de kadınların ve çocukların hayatına mal
olmaktadır. Ülkemizde ''kocanın vurduğu yerde gül biter'', ''kocadır döver de
sever de'', ''dayak cennetten çıkmadır'', ''kadının karnından sıpayı sırtından
sopayı eksik etmeyeceksin'' ve okula başlayan çocuklar için velilerin
öğretmenlere yönelttiği ''eti senin kemiği benim'' gibi özdeyişlerle kadınlara
ve çocuklara şiddet uygulanması bir anlamda gelenekselleşmiştir. Türkiye'nin
taraf olduğu çeşitli uluslararası sözleşmelere göre (Kadınlara Karşı Her Türlü
Şiddetin Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, CEDAW, Pekin Deklarasyonu, Çocuk
Hakları Sözleşmesi gibi) hükümetler kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddetle
mücadele etmek ve önlemek zorundadırlar. Bu konudaki diğer bir sorun da ülke
kadınlarımızın şiddeti içselleştirmesidir. Hacettepe Üniversitesi, Nüfus
Etütleri Enstitüsünün Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003 raporuna göre bu
oran %57'dir. Genç ve özellikle eğitimsiz kadınlarda bu oran %66'ya
çıkmaktadır. Şiddetin içselleştirilmesi şiddetle mücadelede en büyük sorun
alanıdır.
Kadınlara ve çocuklara
yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan bazı yasal düzenlemelerin bulunmasına
rağmen, bu konuda hedeflenen amaca ulaşılmadığı da bir gerçektir. Çoğu zaman
kadınların ve çocukların yaşamına bile mal olabilen şiddetin araştırılarak,
nedenlerinin tespiti ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasa'nın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılması hususunda gereğini
saygılarımızla arz ederiz.
|
Canan Arıtman |
Halil Tiryaki |
Ali Cumhur Yaka |
|
|
İzmir |
Kırıkkale |
Muğla |
|
|
Halil Akyüz |
Ali Rıza Gülçiçek |
Mehmet Boztaş |
|
|
İstanbul |
İstanbul |
Aydın |
|
|
Muharrem Kılıç |
Hüseyin Bayındır |
Hasan Güyüldar |
|
|
Malatya |
Kırşehir |
Tunceli |
|
|
Orhan Eraslan |
Yüksel Çorbacıoğlu |
Erol Tınastepe |
|
|
Niğde |
Artvin |
Erzincan |
|
|
Enis Tütüncü |
Kemal Kılıçdaroğlu |
V. Haşim Oral |
|
|
Tekirdağ |
İstanbul |
Denizli |
|
|
Ahmet Küçük |
Ali Arslan |
Abdulkadir Ateş |
|
|
Çanakkale |
Muğla |
Gaziantep |
|
|
Yılmaz Kaya |
Feramus Şahin |
Halil Ünlütepe |
|
|
İzmir |
Tokat |
Afyonkarahisar |
|
|
Atilla Kart |
Osman Özcan |
Engin Altay |
|
|
Konya |
Antalya |
Sinop |
|
|
Atila Emek |
Osman Kaptan |
Harun Akın |
|
|
Antalya |
Antalya |
Zonguldak |
|
|
Bülent Baratalı |
Türkan Miçooğulları |
|
|
|
İzmir |
İzmir |
|
|
(10/285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Birleşmiş Milletler
Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'nin 1. maddesi kadınlara
yönelik şiddeti; ''ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara
fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan
cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya
keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma'' şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanıma
daha sonra ''kurbanı ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakmak''da dahil
edilmiştir.
Kadınlara Yönelik
Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi'ne göre, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete
dayalı şiddet, ''bir kadına Sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir
şekilde kadınları etkileyen şiddettir.
Yukarıdaki tanımlardan da
anlaşılacağı üzere şiddetin bir çok çeşidi ve boyutu bulunmaktadır. Ve ne yazık
ki yaygın olarak uygulanmaktadır. Bizim veya bizim gibi ülkelerde görülen
şiddetin bir boyutu da töre ve namus cinayetleridir. Bu cinayetler kadına
uygulanan şiddetin en üst boyutudur. Daha fazlası yoktur çünkü sonucu ölümdür.
Bu cinayetlerin ana nedeni ülkemizdeki töreler ve namus anlayışıdır. Ancak kişiden
kişiye, toplumdan topluma değişen bir namus anlayışı.
Ülkemizdeki kadınların
hayatını ağırlaştıran nedenler bir iki tane değil. Erken evliliği var, çocuk
annelik var, çok çocuk var, çok eşlilik var, kumalık var, başlık parası var,
berdel var. Kadını yok etmeye yönelik ''var''lar o kadar çok ki. Kadınlar
''töre'' maskesi altına gizlenmeye çalışan vahşetle yaşamak zorunda
bırakılıyor. Parmakları, burunları kesiliyor, üzerlerine kezzap dökülüyor,
cinsel organları dağlanıyor, aç susuz bırakılıyor bazen de bunların hiçbiri
yeterli gelmiyor öldürülüyor. Ne yazık ki töre cinayetleri duyduklarımız,
gördüklerimiz ve okuduklarımızla sınırlı da değil. Belki bir o kadarı da
gizleniyor.
Bu kıyıma dur demek
gerekiyor. Kadınlara yönelik şiddetin en üst boyutu olan töre cinayetlerine dur
demek gerekiyor. Cinayetin sebebi töre olamaz.
Kadın haklarının insan
haklarından ayrılamayacağı, hiç kimsenin cinsiyetinden ötürü
cezalandırılamayacağı, T.C. Hükümeti'nin insan hakları ve kadın haklarına
ilişkin imzaladığı sözleşmeleri yerine getirmesi gerektiği inancıyla; ülkemizde
kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerin alt yapısını oluşturan unsurların
belirlenip, gözden geçirilmesi; toplumsal ve yasal alanda kesin olarak
engellenmesinin koşullarının yaratılması için Anayasa'nın 98 inci ve TBMM İç
Tüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca Meclis araştırması açılması için gereğini saygılarımızla arz ederiz.
|
Güldal Okuducu |
Halil Tiryaki |
Ali Cumhur Yaka |
|
İstanbul |
Kırıkkale |
Muğla |
|
Halil Akyüz |
Feramus Şahin |
Ali Rıza Gülçiçek |
|
İstanbul |
Tokat |
İstanbul |
|
Mehmet Boztaş |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Muharrem Kılıç |
|
Aydın |
İstanbul |
Malatya |
|
Hüseyin Bayındır |
Hasan Güyüldar |
Orhan Eraslan |
|
Kırşehir |
Tunceli |
Niğde |
|
Yüksel Çorbacıoğlu |
Erol Tınastepe |
Enis Tütüncü |
|
Artvin |
Erzincan |
Tekirdağ |
|
V. Haşim Oral |
Ahmet Küçük |
Ali Arslan |
|
Denizli |
Çanakkale |
Muğla |
|
Abdulkadir Ateş |
Yılmaz Kaya |
Halil Ünlütepe |
|
Gaziantep |
İzmir |
Afyonkarahisar |
|
Atilla Kart |
Osman Özcan |
Engin Altay |
|
Konya |
Antalya |
Sinop |
|
Atila Emek |
Osman Kaptan |
Harun Akın |
|
Antalya |
Antalya |
Zonguldak |
|
|
Bülent Baratalı |
|
|
|
İzmir |
|
Töre ve Namus Cinayetleri
ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
(10/148, 182, 187, 284, 285)
Esas No.:
A.01.1.GEÇ.(10/148,182,187,284,285)
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Töre ve Namus cinayetleri
ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla, Anayasa'nın 98 inci ve TBMM
İçtüzüğü'nün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince 11.10.2005 tarihinde kurulan
(10/148,182,187,284,285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun
çalışmalarını tamamlayarak düzenlemiş olduğu rapor ve ekleri ilişikte
sunulmuştur.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Fatma Şahin
Gaziantep
Komisyon Başkanı
EK: Komisyon Raporu
TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA
VE ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDETİN
SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK ALINMASI
GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ
AMACIYLA KURULAN
(10/148, 182, 187, 284, 285) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU RAPORU
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
BİRİNCİ BÖLÜM
I. ARAŞTIRMANIN
KONUSU 17
II. KOMİSYONUN
KURULUŞU 18
III. KOMİSYONUN GÖREV,
YETKİ VE SÜRESİ 18
IV. ARAŞTIRMADA
İZLENEN YÖNTEM 19
A. GİRİŞ 23
B. TÖRE VE NAMUS
CİNAYETLERİ İLE KADIN VE ÇOCUKLARA YÖNELİK
ŞİDDET İLE İLGİLİ
ULUSAL MEVZUAT 24
B. 1 Anayasa..
. . . 24
B.2. Diğer Yasalar . 26
B 2.1. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 26
B.2.2. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 42
B.2.3. 4857
Sayılı İş Kanunu 47
B.2.4. 4721
Sayılı Türk Medeni Kanunu 49
B.2 5. 5187
Sayılı Basın Kanunu 57
B.2.6. 4320
Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun 58
B.2.7. 4787
Sayılı Aile Mah.Kuruluş, Gör.ve Yar. Usullerine Dair Kanun 60
B.2.8. 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu 63
B.2.9. 5402
Sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Mer. ile Kor. Kur. Kanunu 68
B.2.10. 2828
Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu 69
B.2.11. 5275
Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun 69
B.2.12. 1739
Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu 71
B.2.13. 5393
Sayılı Belediye Kanunu 71
B.2.14. 5256
Sayılı Aile ve Sosyal Araş. Gn. Müd.
Teşkilât ve Gör. Hak. Kanun . 72
B.2.15. 5251
Sayılı Kadının Statüsü Gn. Müd.Teşkilât ve Görevleri Hak. Kanun 74
B.3. Mağdur
Çocuklar Hakkındaki Kanun Tasarıları 75
a) Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı 75
b) Şiddet Suçu
Mağduru Çocuklara Yardım Hakkında Kanun Tasarısı 75
B.4. Konuya İlişkin Türkiye'nin Taraf Olduğu Uluslararası
Sözleşmeler 75
Sayfa No.
C. ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET 77
C.1. Çocuğa Yönelik
Şiddet Açısından Dünyada Durum 77
C.2. Çocuğa Yönelik
Şiddet Açısından Türkiye'de Durum 80
C.3. Çocuğa Yönelik
Şiddetin Nedenleri 85
C.4. Çocuğa Yönelik
Şiddetin Sonuçları 86
C.5. Çözüm Önerileri 87
D. KADINA YÖNELİK
ŞİDDET 89
D.1. Kadına Yönelik
Şiddet Açısından Dünyada Durum 92
D.2. Kadına Yönelik
Şiddet Açısından Türkiye'de Durum 93
D.3. Kadına Yönelik
Şiddetin Nedenleri 99
D.4. Kadına Yönelik
Şiddetin Sonuçları 103
D.5. Çözüm Önerileri 104
E. TÖRE VE NAMUS
CİNAYETLERİ 108
E.1. Töre/Namus
Cinayetleri Açısından Dünyada Durum 109
E.2. Töre/Namus
Cinayetleri Açısından Türkiye'de Durum 110
E.3. Töre/Namus
Cinayetlerinin Nedenleri 132
E.4. Çözüm Önerileri 132
E.5. Komisyon Tarafından Önerilen Yasal Düzenlemeler 133
F. MEDYADA
ŞİDDET 134
F.1. Aile -
Çocuk/Televizyon 134
F.2. Kadına
Yönelik Haber ve Programlarda Şiddet 138
F.3. Medyada
Şiddete İlişkin Mevcut Yasal Önlemler 141
F.4. Türkiye
Uygulaması 143
F.5 Medyaya İlişkin
Düzenlemelere Yönelik Öneriler 145
Sayfa No.
G. ÜLKEMİZDE
KADIN VE ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET VE
NAMUS CİNAYETLERİ
AÇISINDAN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR 146
G.1. Merkezi ve Yerel
Yönetimler Tarafından Yapılan Çalışmalar 146
G.1.1.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM)
147
G.1.2.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 148
G.1.3. Aile
ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 150
G.1.4.
Emniyet Genel Müdürlüğü 151
G.1.5. Jandarma
Genel Komutanlığı 151
G.1.6. Millî
Eğitim Bakanlığı 151
G.1.7.
Kadıköy Belediyesi 151
G.2. Sivil Toplum Örgütleri Tarafından Yapılan Çalışmalar 152
A. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 152
B. Kadın Dayanışma Vakfı 152
C. Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku
Komisyonları 153
G.3. Üniversitelerdeki
Kadın Çalışmaları 153
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
H. BİLGİLERİNE
BAŞVURULAN KİŞİLERE AİT TUTANAK
ÖZETLERİ 154
I. KOMİSYONUN
ANKARA DIŞINDA YAPTIĞI İNCELEMELER 198
J. NİHAİ
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ 222
KAYNAKÇA 234
KISALTMALAR 238
EKLER. . . 239
Ek.1. Çocuk, Kadın,
Töre/Namus Cinayetlerine İlişkin Çözüm Önerilerinin Yaşama
Geçirilmesinde
Koordineli Çalışması Gereken Kurumlar 239
a)
Çocuğa
Yönelik Şiddet Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde
Koordineli Çalışması
Gereken Kurumlar 239
b)
Kadına
Yönelik Şiddet Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde
Koordineli
Çalışması Gereken Kurumlar 245
c) Töre/Namus
Cinayetleri Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde
Koordineli
Çalışması Gereken Kurumlar 255
d) Medya
ve Şiddet Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde
Koordineli
Çalışması Gereken Kurumlar 257
Ek.2. Çocuk Hakları Sözleşmesi 260
Ek.3. Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi 280
BİRİNCİ BÖLÜM
I.
ARAŞTIRMANIN KONUSU:
Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23
Milletvekilinin; Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur ve 68 Milletvekilinin;
Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 Milletvekilinin; İzmir Milletvekili
Canan Arıtman ve 28 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27
Milletvekilinin Anayasa’nın 98 inci,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince
verdikleri 10/148, 182, 187, 248, 285 Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin
gerekçelerinde özetle;
Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik
Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinin 1. maddesinin kadınlara yönelik şiddeti;
“ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin kadınlara fiziksel, cinsel,
veya psikolojik acı veya ızdırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı
bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak
özgürlükten ve ekonomik ihtiyaçtan yoksun bırakma” şeklinde tanımladığı,
Ülkemizde kadınlara ve çocuklara karşı
şiddet uygulamasının ve aile içi şiddetin araştırmalara göre çok yüksek
oranlarda olduğu, fiziksel, psikolojik, sözel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz
kalan kadınlarımızın şiddeti içselleştirdiği, bununda şiddetle mücadele de en
büyük sorun olduğu, bu konunun bir kadın sorunu değil insanlık sorunu olduğu,
Türkiye Cumhuriyetinin Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini (CEDAW) ve ihtiyari protokolünü
imzaladığı ayrıca Pekin’de toplanan Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve
Pekin+5 sonuç bildirgelerini imzalayan Türkiye’nin namus suçlarının kadına
karşı şiddet kapsamında değerlendirilmesini taahhüt ettiği,
Ülkemizin bazı yörelerinde namus (töre)
cinayetlerinin tüyler ürperten bir sıklıkta tekrarlandığı, söz konusu yöre
insanlarının bu geleneği göç ettikleri
yerlere de taşıdığı,
Çağ dışı bazı olumsuz geleneklere dayalı
bir düşünce tarzı ve erkek merkezli bir toplum yapısından kaynaklanan namus
cinayetlerinin birçok kadın ve kızımızın canına mal olduğu gibi Avrupa Birliği
İlerleme Raporunda da yer aldığı bununda Ülkemiz için olumsuz bir imaj
yarattığı “kadın, ahlâk ve namus” kavramlarına sığınarak insan öldürmeyi meşru
sayan görüşlerin ortadan kaldırılması için sosyo-kültürel çalışmalara ihtiyaç
duyulduğu,
Dünyada her yıl sayısız kadının töre
cinayetlerine kurban edildiği, bunların çoğunun kaza veya intihar süsü
verilerek örtbas edildiği,
Türkiye’de de bu tür cinayetlerin yaygın
bir şekilde işlendiği,
Bu cinayetlerin önlenmesi, kadınlarımızın
ve çocuklarımızın haklarının güvence altına alınarak insan hakları kavramının
yerleştirilmesi için sorunun kaynağına inilmesi ve nedenlerinin araştırılması
gerektiği, bu konuda herkesin üzerine düşen görevi yapması töre adına işlenen
cinayetlerin töreyi kirlettiği törenin hukukla dinle çelişmemesi gerektiği,
Meclisin, töre cinayetlerini araştırırken
sadece bir toplumsal vahşeti gözler önüne sermiş ve bunun nedenlerini ortaya
koymuş olmayacağını aynı zamanda meselenin çözümü konusunda devlete, millete,
gönüllü kuruluşlara, toplum önderlerine ne gibi görevler düşeceğini de ortaya
koyması gerektiği,
İfade edilmektedir.
II. KOMİSYONUN
KURULUŞU
Ankara Milletvekili Oya ARASLI ve 23
Milletvekilinin; Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR ve 68 Milletvekilinin;
Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN ve 46 Milletvekilinin; İzmir Milletvekili Canan
ARITMAN ve 28 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Güldal OKUDUCU ve 27
Milletvekilinin Anayasa’nın 98 inci, İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri
gereğince verdikleri önergeler konularının ortak olması nedeni ile
birleştirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18.05.2005 tarihli 100 üncü
Birleşiminde görüşülmüş ve Genel Kurulun 849 sayılı kararı ile önergelerde
belirtilen hususları araştırmak üzere bir “Meclis Araştırması Komisyonu”
kurulması kararlaştırılmıştır.
Genel Kurulun 849 sayılı kararında ayrıca, Komisyonun 12 üyeden oluşmasına, çalışma
süresinin Başkanlık Divanı seçimi tarihinden başlamak üzere 3 ay olmasına ve
gerektiğinde Ankara dışında da çalışması hususlarına yer verilmiştir.
Bu kararı takiben, Genel Kurulun
28.06.2005 tarihli 120 ve 03.07.2005 tarihli 125 inci birleşimlerinde,
Komisyonun üye seçimi yapılmıştır.Yapılan seçim sonucunda Komisyon
üyeliklerine;
Adalet ve Kalkınma Partisinden;Adıyaman
Milletvekili Ahmet Faruk ÜNSAL,
Ankara Milletvekili Remziye ÖZTOPRAK,
Aydın Milletvekili Semiha ÖYÜŞ,
Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN,
Kırıkkale Milletvekili Ramazan CAN,
Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR,
Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI,
Yozgat Milletvekili Bekir BOZDAĞ,
Cumhuriyet Halk Partisinden; Adana
Milletvekili N.Gaye ERBATUR, İzmir Milletvekili
Canan ARITMAN, İstanbul Milletvekili
Güldal OKUDUCU, Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat MELİK
seçilmişlerdir.
Komisyon 11.10.2005 tarihli ilk
toplantısını Geçici Başkan Ankara Milletvekili Remziye ÖZTOPRAK Başkanlığında yapmış, 11 üyenin katılımı ile
gerçekleştirilen toplantıda yapılan gizli oylama sonucunda;
Komisyon Başkanlığına, Gaziantep
Milletvekili Fatma ŞAHİN,
Başkanvekilliğine, Adana Milletvekili N.Gaye
ERBATUR, Komisyon Sözcülüğüne, Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üyeliğine Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK seçilmişlerdir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin buna
ilişkin 28.06.2005 tarih ve 853 sayılı kararı 22.10.2005 tarih 25974 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
III. KOMİSYONUN GÖREV, YETKİ VE SÜRESİ
11.10.2005 tarihinde çalışmalarına
başlayan Komisyon, Anayasa’nın 98 inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri ile diğer hükümleri çerçevesinde söz
konusu araştırmayı TBMM adına yapmakla görevlendirilmiştir.
Genel Kurul tarafından İçtüzük gereği
kendisine verilen 3 aylık süre içerisinde çalışmalarını sonuçlandıramayan
Komisyon, çalışmalarını tamamlayabilmek için İçtüzüğün 105 inci maddesi
gereğince bir aylık ek süre talep edilmesini kararlaştırmıştır. Genel Kurulun
28.12.2005 tarihli 45 inci Birleşiminde 865 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi
kararı ile Komisyona 11.01.2006 tarihinden başlamak üzere bir aylık ek süre
verilmiştir.
Çalışma süresi içerisinde 15 toplantı
yapan Komisyon Ankara dışında da incelemeler de bulunmuş, konu hakkında bilgi
edinmek üzere, akademisyenler, ilgili kamu ve özel kuruluş temsilcileri ile
sivil toplum kuruluşlarını davet ederek
görüşlerini almış Raporun yazılmasında yararlanmak üzere ilgili kamu ve sivil
toplum kuruluşlarından üniversitelerin kadın sorunları araştırma
merkezlerinden, barolardan, medya kuruluşlarından ve UNICEF’den belge ve
bilgiler temin etmiş, bu anlamda 65
adet evrak Komisyona gelmiş buna karşılık çalışmalar sırasında Komisyon
tarafından 128 adet yazışma yapılmıştır.
Komisyonunun talebiyle, çalışmalarımıza ve
rapor yazımına teknik katkıda bulunmak üzere; Hacettepe Üniversitesi Kadın
Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinden Dr. Nükhet Paksoy Subaşı, DPT Kadın ve Aile Sektörleri Uzmanı Gamze Malatyalı, İçişleri Bakanlığı
Emniyet Genel Müdürlüğü Gasp Büro Amiri Başkomiser Erdal Vural, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü Hâkim Servet Baygın, Devlet Bakanlığı Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü Şube Müdürü Şükran
Danık, RTÜK Yayın Araştırmaları ve Ölçme Dairesi Başkanlığı Uzmanı Süheyla Öksüz kurumlarınca
görevlendirilmişlerdir.
IV. ARAŞTIRMADA
İZLENEN YÖNTEM
Genel Kurul Kararı gereğince; Başkanlık
Divanı seçiminin yapıldığı 11.10.2005 tarihinden itibaren çalışmalarına
başlayan Komisyon, 18.10.2005 tarihli ilk toplantısında çalışma programını belirlemiş
ve bu amaçla;
Komisyon görüşmelerinde tam tutanak
tutulmasına,
Komisyon çalışmalarını kamuoyuna
duyurabilmek, bilgi akımını sağlamak amacıyla web sitesi kurulmasına,
Komisyon çalışmalarına yardımcı olmak
üzere, kamu kurum ve kuruluşlarından uzman görevlendirilmesine, konuyla ilgili
gerekli bilgi ve belgenin temin edilmesine, bu çalışmaları yürütmek üzere
Komisyon Başkanlığının yetkili kılınmasına,
Komisyon üye ve uzmanlarının gerektiğinde
Ankara dışında da araştırma ve inceleme yapmalarına,
Karar vermiştir.
a- Çalışma Takvimi İçerisinde Yapılan Komisyon Toplantıları
ve Bilgisine Başvurmak
Üzere Davet
Edilen Kişiler:
1. TOPLANTI
(11.10.2005) Komisyon
Başkanlık Divanı seçilmiştir
2. TOPLANTI
(18.10.2005) 1- Leyla PERVİZAD
Başkent Kadın Platformu.
2- Esengül CİVELEK
DEVLET BAKANLIĞI Kadının Statüsü Genel
Müdürü
3- Remzi ÖZÇELİK
KÜLTÜR
BAKANLIĞI Genel Müdür Yardımcısı
4- Gülsen BALIKCI
KÜLTÜR BAKANLIĞI Folklor Araştırmacısı.
5- Aydın DURDU
KÜLTÜR BAKANLIĞI Folklor Araştırmacısı.
3. TOPLANTI
(25.10.2005) 6- Müjde AVCIOĞLU
Ankara Barosu Kadın Hakları Komisyonu
Başkanı.
7- Salime TARİKÇİ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ (Kadına Dönük Şiddeti Önleme
Çalışma Grubu Sorumlusu) Psikolog.
8- Nazik IŞIK
Kadın Danışma Vakfı.
9- Abdurrahman AKBAŞ
DİYANET
İŞLERİ BAŞKANLIĞI Din İşleri Yüksek
Kurulu Uzmanı
4. TOPLANTI
(28.10.2005) 10- İsmail BARIŞ
SHÇEK Genel Müdürü
5. TOPLANTI
(08.11.2005) 11- Prof. Dr. Ayşe AKIN
Hacettepe Üniversitesi
Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü.
12- Yzb. Hünkar KELEŞ
Jandarma Genel Komutanlığı.
13- Prof. Dr. Tülin
İÇLİ
Polis Akademisi Dekanı.
14- Av. Türkay ASMA
Çocuk İhmali ve İstismarı Önleme Derneği
6. TOPLANTI
(15.11.2005) 15- Prof. Dr. Yakın ERTÜRK
ODTÜ Sosyoloji Böl. Öğ.Üye.
(BM Kadına
Yönelik Şiddet Özel Rapörtörü)
16- Doç. Dr. Filiz
KARDAM
Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi.
17- Meltem AĞDUK
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Program
Koordinatörü
18- Yeşim Oruç KAYA
BM Kalkınma Programı, Yoksullukla
Mücadele
ve Demokratik Yön Program
Direktörü
19- Prof. Dr. Gülten SEBER
Osman Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi.
(Psikiatr)
20- İsmail BARIŞ SHÇEK Genel Müdürü
7. TOPLANTI
(29.11.3005) 21- Av. Sema KENDİRCİ
Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı
22- Nurdan TORNACI
SHÇEK Genel Müdürlüğü Kadın Toplum Aile
Hiz.i Daire Başkanı.
23- Av.Seda AKÇO
24- Av. Şenal SARIHAN
Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği Genel
Başkanı
8. TOPLANTI (07.12.2005) 25- Zahit AKMAN
RTÜK Başkanı.
26- Kürşat ÖZKÖK
TRT Televizyon Başkan Yardımcısı.
27- Halis GÖKGÖZ
Kanal 7 Ankara Haber Müdürü
28- Banu KILINÇ
TGRT Program Müdürü.
29- Mehmet AKARCA
Kanal D Ankara Temsilcisi.
30- Yavuz OĞHAN
CNN Türk Ankara Haber Müdürü.
31-
Kerem KIRÇUVAL
SHOW TV Ankara Temsilcisi.
9. TOPLANTI (12.12.2005) 32- Mehmet
GÜLERYÜZ
Yapımcı.
33- Feza SINAR
Senarist
34- Lila PİETERS
UNICEF Temsilcisi.
10.TOPLANTI
(17.01.2006) 35- Prof. Dr. Serpil SALAÇİN
9 Eylül Ün.Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı
Başkanı
36- Prof. Dr. Ufuk
BEYAZOVA
Gazi Ün.Çocuk Hastalıkları Ana B.D.Sosyal
Pedi.Böl.
37- Doç. Dr. Figen
Şahin
Gazi Ün.Çocuk Hastalıkları Ana
B.D.Sosyal Pedi.Böl.
38- Prof. Dr. Dilek
GÖZÜTOK
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fak.
Öğretim Üyesi
39- Başkomiser Murat
GÜLLER
Em. Gen. Md. Asayiş Dai.Bşk.Çocuk Şb. Büro Amiri
11. TOPLANTI
(31.01.2006)
Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler
12.
TOPLANTI (06.02.2006) Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler
13.
TOPLANTI
(07.02.2006) Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler
14.
TOPLANTI (08.02.2006) Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler
15.
TOPLANTI (09.02.2006) 40- Nimet ÇUBUKÇU
Devlet Bakanı
Karar ve Kapanış Toplantısı
b- Komisyon Tarafından Ankara Dışında Yapılan İncelemeler
Komisyonun
15.11.2005 tarihli kararı gereğince; 24-25 Kasım 2005 tarihleri arasında,
İSTANBUL İlinde yapılan inceleme programına;
Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili
Fatma ŞAHİN, Sözcü Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üye Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat MELİK, Komisyon Üyeleri Ankara Milletvekili Remziye
ÖZTOPRAK, İzmir Milletvekili Canan ARITMAN, Kırıkkale Milletvekili Ramazan CAN,
Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI, Yozgat Milletvekili Bekir BOZDAĞ,
19-22
Aralık 2005 tarihleri arasında, Diyarbakır, Şanlıurfa’da yapılan inceleme
programına;
Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili
Fatma ŞAHİN, Başkanvekili Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR, Komisyon Sözcüsü
Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üye Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat
MELİK, Komisyon Üyeleri, Adıyaman Milletvekili Ahmet Faruk ÜNSAL, Aydın
Milletvekili Semiha ÖYÜŞ, İzmir Milletvekili Canan ARITMAN, Kırıkkale
Milletvekili Ramazan Can, Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI,
01-04 Şubat
2006 tarihleri arasında Trabzon’da yapılan inceleme programına;
Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili
Fatma ŞAHİN, Komisyon Sözcüsü Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üye Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat MELİK, Komisyon Üyeleri, Aydın Milletvekili Semiha
ÖYÜŞ, Yozgat Milletvekili Bekir BOZDAĞ,
22-24 Şubat
2006 tarihleri arasında Batman’da yapılan inceleme programına;
Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili
Fatma ŞAHİN, Katip Üye Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK, Komisyon
Sözcüsü Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Komisyon Üyeleri Adıyaman Milletvekili Ahmet Faruk ÜNSAL,
Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI
katılmışlardır.
A. GİRİŞ
Şiddet, dünyanın her yerinde yaşanmakta ve
en üst düzeyde ki, insan hakları ihlali olarak değerlendirilmektedir. Yine
dünyanın her yerinde, kadınlar ve çocuklar insan hakları ihlâllerini ve şiddeti
çok daha yaygın ve yoğun olarak yaşamaktadır.
Kadınların şiddete uğraması sınır,
milliyet, sınıf farkı gözetmeksizin tüm insanlığın yaşamakta olduğu en önemli
sorunlardan biridir. Bu sorun eski çağlardan günümüze, yeni bin yıla aynı
keskinlikle taşınmıştır. Çünkü, kadın ve çocuklara yönelik şiddet ataerkil ve
hiyerarşik toplumsal yapılardan kaynaklanmakta ve yine ataerkil ve hiyerarşik
değerlerle desteklenmektedir. Ancak bu yapılar ve değerler toplumun diğer özel
koşullarına ekonomik, tarihsel ve kültürel
özelliklerine göre farklı
biçimler alabilmektedir. Şiddetin kurbanı olan kadınlar ve çocuklar aynı
acıları, aynı ruhsal ve bedensel sorunları yaşamaktadır. Kimi zaman da
sakatlanmakta hatta yaşamlarını yitirmektedirler.
Geçmişten günümüze geçen sürede değişenler
ise, şiddetin daha görünür olması ile birlikte, dünyada kadın hareketinin ivme
kazanmasına paralel olarak, kadınların şiddete ilişkin bilinç düzeylerinin
göreceli olarak yükselmesidir. Ancak bu değişim, ne yazık ki tüm toplumlara ve
aynı toplumda farklı toplumsal kesimlere aynı hızda ve yoğunlukta
yansımamaktadır. Özellikle ekonomik açıdan kıt kaynaklara sahip olan
toplumlarda, kadına yönelik şiddet pek çok kadını ve çocuğu derinden
etkilemektedir.
Ülkemizde ise; toplumun her alanında
gözlenmekte olan kadına yönelik şiddet, geniş kitleleri doğrudan ya da dolaylı
olarak etkileyen acil önlemler alınmasını gerektiren “yaşamsal sorun”
niteliğini korumaktadır. Bu sorun kadınlar ile birlikte onların çocuklarını da
ağır biçimde örselemekte ve şiddet kısır döngüsünün aşılmasını önlemektedir.
Sorunun boyutlarına karşılık, kadına yönelik şiddeti etkin biçimde önleyecek
yasaların hayata geçirilmesindeki güçlükler, var olan yasalardan
yararlanabilmeye olanak tanıyacak bilgi ve bilinç düzeyinin yetersizliği,
şiddetin neden-sonuç bağlantısını dikkate alan müdahale yöntemlerinin
gelişmeyişi, medyanın kadına ve toplumun diğer bireylerine yönelik şiddeti yeniden üreten ve pekiştiren rolünün
hala sürdürmekte oluşu gibi nedenlerle, kadına yönelik şiddet varlığını
sürdürmektedir.
Diğer yandan, kişilerin barınma, beslenme
ve bakım gereksinimlerini sağlayan, güven duygusunu veren, beden ve akıl
sağlığını koruyan ve geliştiren bir birim olması gereken aile, çoğu kez her
çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı tek odak olmaktadır. Aile dışında
gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken aile içinde oluşan şiddet
gizli kalmakta ve özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan
karşılanmaktadır.
Töre ve namus adına uygulanan şiddet ve
işlenen cinayetler kaynağını toplumların köklü algı ve geleneklerinden
almaktadır. Bunların bu gün hala etkili olması zihniyet değişimi için, doğru
analiz ve tespitlerin ortaya konulmamış olması ve çözüme yönelik geniş kapsamlı
önlemlerin alınmamış olmasından ileri gelmektedir.
B. TÖRE VE
NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADIN VE ÇOCUKLARA YÖNELİK
ŞİDDET İLE İLGİLİ ULUSAL MEVZUAT
Töre ve
namus cinayetleri ile kadın ve çocuğa yönelik şiddet konusunda özellikle
şiddetin geniş tanımı ve kadın- erkek
eşitliği de dikkate alınarak Türk Hukuk
sistemindeki düzenlemelere ilişkin doğrudan ve dolaylı hükümlere genel bir
çerçeve içinde bakmak gerekirse;
B.1.
ANAYASA
Anayasa’nın “Cumhuriyetin nitelikleri”
başlıklı 2. maddesi ile Türkiye
Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu;
Yine “Devletin temel amaç ve görevleri”
başlıklı 5. maddesi ile de; Devletin
temel amaç ve görevlerinin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü,
ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak
olduğu hususu vurgulanmıştır.
Türk Hukuk sisteminde eşitlik ilkesine
ilişkin temel kural Anayasa’nın 10. maddesinde yer almaktadır. “Kanun
önünde eşitlik” başlıklı 10. maddeye göre “Herkes dil, ırk, renk,cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu
eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”.
Ayrıca, cinsiyete dayalı ayrımcılığın
önlenmesi ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını teminen, söz konusu
maddeye, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında yapılan ve 21.05.2004 tarihinde
yürürlüğe giren değişiklikle “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.
Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmü
eklenmiştir.
Anayasa’nın Temel hak ve hürriyetlerin
niteliği başlıklı 12. maddesine göre “Herkes, kişiliğine bağlı,
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma,
ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”
Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve
manevî varlığı” başlıklı 17. maddesine göre;
“Herkes, yaşama, maddi ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
“Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı
haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel
ve tıbbi deneylere tâbi tutulamaz.”
“Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.”
“(…) (1) meşru müdafaa hali, yakalama ve
tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün
kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında
silâh kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen
öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
“Zorla çalıştırma yasağı” başlıklı 18. maddesine
göre;
“Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya
yasaktır.”
“Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek
üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü
hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu
kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir
çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.”
“Kişi
hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19. maddesine göre;
“Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir…”
Anayasa’nın “Ailenin korunması” başlıklı 41.
maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklikle ailenin Türk toplumunun
temeli olduğu ve eşler arasında eşitliğe dayandığı vurgulanmıştır. (Ek:
3.10.2001-4709/16.md.).
Keza, Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi”
başlıklı 42. maddesine göre “Kimse,
eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz....”
“İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve
Devlet okullarında parasızdır....”
Yine Anayasa’nın “Çalışma şartları ve dinlenme
hakkı” başlıklı 50.maddesine
göre “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne
uymayan işlerde çalıştırılamaz.”
“Küçükler
ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından
özel olarak korunurlar.”
“Dinlenmek, çalışanların hakkıdır...”
Bilindiği üzere; Anayasa’nın 90. maddesinin son
fıkrası, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar
kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma
hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir.
Bu bağlamda, ülkemizin taraf olduğu ve usulüne
göre uygulamaya konmuş olan milletlerarası sözleşme hükümleri ile mevzuatımızda
yer alan hükümler arasındaki çelişkilerin tespit edilerek, gerekli kanunî
düzenlemelerin yapılması amacıyla başlatılan tarama çalışmaları devam
etmektedir.
B.2. DİĞER YASALAR
B.2.1. 5237 sayılı
TÜRK CEZA KANUNU
(1)
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren
26.09.2004 tarih ve 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununda1 konumuzla ilgili yapılan yasal düzenlemelere aşağıda
kısaca yer verilmiştir.
Yeni Türk Ceza Kanunu sistematiği ve
getirdiği düzenlemeler bakımından bireyi merkez almıştır. Türk Ceza Kanununda
bireye verilen önemi vurgulamak amacıyla “insanlığa karşı suçlar” ve “kişilere
karşı suçlar”, özel hükümler arasında, öncelikle düzenlenmiştir. Bu
çerçevede daha çok kadınlara ve çocuklara karşı işlenen “cinsel dokunulmazlığa
karşı suçlar” kadının ve çocuğun kişiliği önemsenerek “Kişilere Karşı Suçlar”
başlığı altında düzenlenmiştir.
Soykırım
Madde 76- (1) Bir planın icrası suretiyle, milli,
etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla,
bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım
suçunu oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kişilerin bedensel veya ruhsal
bütünlüklerine ağır zarar verme.
c) Grubun, tamamen veya kısmen yok
edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.
d) Grup içinde doğumlara engel olmaya
yönelik tedbirlerin alınması.
e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla
nakledilmesi
(2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme
ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima
hükümleri uygulanır.
(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler
hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.
(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı
işlemez.
Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi
ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9 Aralık
1948 tarihli ve 260 A (III) sayılı Kararıyla onaylanarak imzaya açılmış ve
Türkiye bu Sözleşmeye 23.03.1950 tarih ve 5630 sayılı Kanun uyarınca çekince
konulmaksızın onaylamıştır.
Soykırım suçu, yeni TCK ile ceza mevzuatımıza
girmiştir.
Soykırım suçundan dolayı zamanaşımı
işlemez.
İnsanlığa Karşı Suçlar
MADDE 77. - (1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal,
felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan
doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kasten yaralama.
c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.
d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.
e) Bilimsel deneylere tâbi kılma.
f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel
istismarı.
g) Zorla hamile bırakma.
h) Zorla fuhşa sevk etme.
(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin
işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer
bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere
hapis cezasına hükmolunur. Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri
kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından,
belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.
(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler
hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.
(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı
işlemez.
Uluslararası suçlar arasında yer alan TCK’nun
77. maddesinde, siyasal, felsefî, ırkî veya dini saiklerle toplumun bir
kesimine karşı bir plan doğrultusunda, sistemli olmak üzere cinsel saldırıda
bulunma, çocukların cinsel istismarı (TCK m.77/f), zorla hamile bırakma (TCK
m.77/g), zorla fuhşa sevk etme (TCK m.77/h) insanlığa karşı işlenen bir suç
olarak kabul edilmiştir. Aynı maddede bu suçlardan dolayı tüzel kişilerin
cezaî sorumluluklarının bulunduğu da hükme bağlanmıştır. Bu suçlardan dolayı
zamanaşımı işlemeyecektir.
İnsan ticareti
MADDE 80. - (1) Zorla çalıştırmak
veya hizmet ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tâbi kılmak, vücut
organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet
uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim
olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek
suretiyle kişileri tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren
veya sevk eden, barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on
bin güne kadar adli para cezası verilir.
(2) Birinci fıkrada belirtilen amaçlarla
girişilen ve suçu oluşturan fiiller var olduğu takdirde, mağdurun rızası
geçersizdir.
(3) On sekiz yaşını doldurmamış olanların
birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir
yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları
hallerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile
birinci fıkrada belirtilen cezalar verilir.
Türkiye tarafından da onaylanan “Sınıraşan
Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ve “Sınıraşan Örgütlü
Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin, Öncelikle
Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına
İlişkin Protokol” hükümleri dikkate alınarak, TCK’nun 80. maddesinde bilhassa
kadın ve çocukların konusu olduğu insan ticareti suçu yeniden düzenlenmiştir.(2)
Ayrıca, bu suçlardan dolayı AB
mevzuatına uygun olarak tüzel kişiler hakkında da gerekli güvenlik
önlemlerinin alınacağı öngörülmüştür. (TCK m. 80/4)
Kasten öldürme
MADDE 81. - (1) Bir insanı kasten öldüren kişi,
müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Maddede kasten öldürme suçunun temel şekli
tanımlanmıştır.
Nitelikli haller
MADDE 82. - (1) Kasten öldürme
suçunun;
a) Tasarlayarak,
b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,
c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma
veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silâh kullanmak
suretiyle,
d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya
kardeşe karşı,
e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından
kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,
g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi
nedeniyle,
h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan
kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla,
i) Kan gütme saikiyle,
j) Töre saikiyle,
İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Maddede, kasten öldürme suçunun,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren nitelikli halleri
belirlenmiştir.
82. maddenin (j) bendinde düzenlenen töre saiki
ile öldürme, yeni TCK ile ceza mevzuatımıza girmiş olup, töre saikiyle öldürme
halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak bu hükmün
uygulanabilmesi için somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunmaması
gerekir.
TCK’nun 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik
hükmüne göre;
“Haksız bir
fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen
kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört
yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis
cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne
kadarı indirilir.”
“Töre veya namus cinayetleri” olarak
adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış
biçimde uygulanmasının önüne geçmek amacıyla, “Haksız tahrik” başlığını taşıyan
29. maddede yapılan yasal düzenleme uyarınca suçun haksız bir fiilin (mağdurun
haksız fiili) meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında
işlenmiş olması aranmaktadır. Bu nedenle, örneğin, cinsel saldırıya maruz
kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde,
haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Gerçekten de 29.
maddenin gerekçesinde de açık olarak ifade edildiği üzere; “…Hiddet ve şiddetli eylemin
haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması gerekir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin
amacı, ülkemizde özellikle “töre ve namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba
içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının
önüne geçmektir.”
TCK’nun 38. maddesinin ikinci fıkrasında, üstsoy
ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme
halinde, azmettirenin cezası arttırılmıştır. Çocukların suça azmettirilmesi
halinde ise üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaksızın ceza artırımı
yapılması öngörülmektedir. Böylece çocuklara suç işletenlerin cezaları
artırılmaktadır. Töre ve namus cinayetlerinin çoğu kez çocuklara
işlettirildiği, bu yönde azmettirildikleri hususu gözetilerek, konuya
ilişkin olarak TCK’nun yaş küçüklüğü başlıklı 31. maddesi ile azmettirme
başlıklı 38. maddelerine de değinmekte yarar bulunmaktadır;
Yaş küçüklüğü
Madde 31- (1) Fiili işlediği
sırada on iki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu
kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik
tedbirleri uygulanabilir.
(2) (Değişik
fıkra: 29/6/2005 – 5377/5 md.) Fiili işlediği sırada on iki yaşını
doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî
anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin
yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler
hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin
hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını
yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on iki yıldan on
beş yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan on bir yıla
kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her
fiil için verilecek hapis cezası yedi yıldan fazla olamaz.
(3) (Değişik
fıkra: 29/6/2005 – 5377/5 md.) Fiili işlediği sırada on beş yaşını
doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on sekiz yıldan
yirmi dört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on iki yıldan on
beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir
ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası on iki yıldan fazla olamaz.
Azmettirme
Madde 38- (1) Başkasını suç
işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.
(2) Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan
nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme halinde, azmettirenin cezası üçte
birden yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi halinde, bu
fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin
varlığı aranmaz.
(3) Azmettirenin belli olmaması halinde,
kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar,
müebbet hapis cezası yerine on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına
hükmolunabilir. Diğer hallerde verilecek cezada, üçte bir oranında indirim
yapılabilir.
Konumuzla ilgili olmasına binaen, yürürlükten
kaldırılan 765 s. TCK’nun 462. maddesine deyinmekte yarar vardır. 765 s.
TCK’nun 462. maddesindeki düzenleme ile karısı, kızı veya alt soyundan bir
kadını, zina yaparken ya da zina yapacağı şüphesiyle yakalayan kişinin yaralama
ve öldürme eylemlerinde cezanın sekizde bire kadar indirileceği
öngörülmekteydi. Anılan madde 15.07.2003 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.
(765 s TCK
Madde 462- Yukarda geçen
iki fasılda beyan olunan fiiller, zinayı icra halinde veya gayrimeşru cinsi
münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan veya zina yapmak veya
gayrimeşru cinsi münasebette bulunmak üzere yahut henüz zina yapmış veya
gayrimeşru cinsi münasebette bulunmuş olduğunda zevahire göre şüphe edilmeyecek
surette görünen bir koca veya karı yahut kız kardeş veya füruğdan biri yahut
bunların müşterek faili veya her ikisi aleyhinde karı veya koca yahut usulden
biri veya erkek veya kız kardeş tarafından işlenmiş olursa fiilin muayyen olan
cezası sekizde bire indirilir ve ağır hapis cezası hapis cezasına tahvil
olunur.
Müebbet
ağır hapis cezası yerine dört seneden sekiz seneye ve idam cezası yerine de beş
seneden on seneye kadar hapis cezası verilir.) (Mülga: 15.07.2003-4928/19 md.)
462. maddeye ilişkin Adalet Bakanlığı Adli Sicil
ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 1989-200 4 yılları arasındaki istatistiksel
bilgiler aşağıda sunulmuştur.
Tablo: 1.
Ceza Mahkemelerinde TCK’nun 462’nci Maddesi ile İlgili Davaların Karar Türleri
Not: karar türüne göre bilgi
toplanılmasına 1994 yılından itibaren başlanmıştır.
Karar türleri
2002 yılından itibaren sanıklar için toplanmaktadır.
Diğer: yetkisizlik,
görevsizlik, birleştirme.TCK 119 uyarınca ortadan kaldırma ve
4616 sayılı kanuna göre davası ertelenerek çıkanları kapsamaktadır.
Yine, 765 s. TCK’nun 453. maddesinde, yeni doğan
çocuğunu şerefini kurtarma amacıyla öldüren anneye ceza indirimi öngörülüyordu.
Yeni TCK’nda böyle bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
(765 s. TCK Madde 453 Öldürme fiili, anası tarafından şerefini kurtarmak saikiyle
yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenmişse faile dört yıldan sekiz yıla kadar
hapis cezası verilir..)
İntihara yönlendirme
Madde 84- (1) Başkasını intihara
azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının
intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İntiharın gerçekleşmesi durumunda,
kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Başkalarını intihara alenen teşvik
eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Mülga ikinci cümle: 29/6/2005 – 5377/10
md.)
(4) İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını
algılama yeteneği gelişmemiş olan veya ortadan kaldırılan kişileri intihara
sevk edenlerle cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara mecbur
edenler, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulurlar.
Anılan madde ile ahlâken tasvip edilmeyen bir tasarruf olan intihar veya intihara
teşebbüs olgusu, bizatihi cezalandırılabilir bir davranış niteliği
taşımaktadır. Buna karşılık, bir başkasını intihara azmettiren, teşvik eden,
başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi
bir şekilde yardım eden kişinin bu fiilleri cezalandırılabilir niteliktedir.
Kasten yaralama
MADDE 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren
veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi
nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle...
İşlenmesi halinde, iki yıldan beş yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.
TCK’nun 86. maddesinin birinci fıkrasında
kasten yaralama suçu düzenlendikten sonra, ikinci fıkrasında bu suçun
ağırlaşmış halleri öngörülmüştür. İkinci fıkranın (a) bendinde sayılan
bu suçun “üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı” işlenmesi hali de
bunlar arasında yer almaktadır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama
suçunu düzenleyen 87. madde ile taksirle yaralama suçunu düzenleyen 89. madde
de bu fiillerin “gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olması” (TCK
87/1-e, 89/1-f) hali ile “gebe bir kadının çocuğunun düşmesine neden olması”
hali suçun ağırlaştırılmış halleri olarak düzenlenmiştir. Ancak, ilk
halde ceza bir kat arttırılırken, sonucu daha ağır olan ikinci halde ceza iki
kat arttırılmaktadır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama
MADDE 87- (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin
işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun
vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya
giren hallerde üç yıldan, ikinci fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir
hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin
işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma
yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun
düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya
giren hallerde beş yıldan, ikinci fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az
olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik
kırılmasına neden olması halinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine
göre, bir yıldan altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana
gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan on
iki yıla kadar, ikinci fıkrasına giren hallerde ise on iki yıldan onaltı yıla
kadar hapis cezasına hükmolunur.)
İşkence ve Eziyet
TCK’nun 94. maddesinin birinci fıkrasında
işkence suçu tanımlanmış, ikinci ve üçüncü fıkralarında bu suçun ağırlaşmış
halleri öngörülmüştür. İşkence suçunun çocuğa veya gebe kadına karşı işlenmesi
(TCK m.94/2-a) bu haller arasında yer almakta olup, fiilin cinsel yönden taciz
şeklinde gerçekleşmesi (TCK m.94/3)
daha ağır cezayı gerektirmektedir.
İşkence
MADDE 94. - (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla
bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade
yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları
gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur.
(2) Suçun;
a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,
…İşlenmesi halinde, sekiz yıldan on beş
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde
gerçekleşmesi halinde, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur…
İşkence fiilinin gebe bir kadına karşı işlenip
de çocuğunun vaktinden önce doğmasına (TCK m.95/1-e) veya çocuğunun düşmesine
(TCK m.95/2-e) neden olması halleri, neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçu
olarak kabul edilmiştir. Ancak verilecek ceza ilk halde yarı oranında
arttırılırken, ikinci halde bir kat arttırılmaktadır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence
MADDE 95. - (1) İşkence fiilleri,
mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin
işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun
vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, yarı oranında artırılır.
(2) İşkence fiilleri, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir
hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin
işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma
yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun
düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre
belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(3) İşkence fiillerinin vücutta kemik
kırılmasına neden olması halinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine
göre sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) İşkence sonucunda ölüm meydana
gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.)
Eziyet
MADDE 96. - (1) Bir kimsenin eziyet
çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Yukarıdaki fıkra kapsamına giren fiillerin;
a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,
b) Üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya
da eşe karşı,
İşlenmesi halinde, kişi hakkında üç yıldan sekiz
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Yasal düzenlemeden de anlaşılacağı üzere; “Eziyet” olarak, bir
kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan
ve bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine aşağılanmasına yol açacak
davranışlarda bulunulması gerekir.Aslında bu fiiller de kasten yaralama,
hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyabilirler. Ancak, bu fiiller, ani
olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde
işlenmektedirler. Bir süreç içinde süreklilik arz eder bir tarzda işlenen
eziyetin özelliği, işkence gibi, kişinin psikolojisi ve ruh sağlığı üzerindeki
tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat
boyu devam etmesi, eziyetin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır ceza
yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında eziyet suçunun nitelikli
unsurları belirlenerek, suçun, çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına, üstsoy veya altsoya,
babalık veya analığa ya da eşe karşı işlenmesi halinde ceza
ağırlaştırılmaktadır.
TCK’nun 99. maddesi,
“Çocuk Düşürtme” suçunu düzenlemiştir.
Çocuk düşürme ve düşürtme suçları
açısından 2827 sayılı Nüfus planlaması Hakkında Kanunda yer alan hükümler göz
önünde bulundurulmak suretiyle bir düzenleme yapılmıştır.
TCK’nun 99. maddesinin birinci fıkrasında,
rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürtme suçu düzenlenirken, ikinci
fıkrasında, tıbbî zorunluluk bulunmadığı halde kadının rızasıyla, çocuk
düşürtme halinde gebeliğin on haftayı aşmamış bulunması koşulu ile fiil suç
oluşturmayacaktır. Üçüncü ve dördüncü fıkralarında bu fiilin kadının beden veya
ruh sağlığı bakımından bir zarara uğraması veya kadının ölümüne neden olması
halleri suçun ağırlaşmış halleri olarak öngörülmektedir. Beşinci fıkrada,
rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftayı doldurmamış olan kadının
çocuğunun yetkili olmayan bir kişi tarafından düşürtülmesi suç olarak
tanımlanmıştır. Ayrıca, 1. ve 2. fıkralarda tanımlanan suçların mesleki olarak
yetkisiz kişiler tarafından işlenmesi, cezanın artırılma nedenini
oluşturmaktadır. Altıncı fıkraya göre, kadının mağduru olduğu bir suç sonucu
gebe kalması halinde, süre yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak
koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için, gebeliğin
uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.
Çocuk düşürme
MADDE 100. - (1) Gebelik süresi on
haftadan fazla olan kadının çocuğunu isteyerek düşürmesi halinde, bir yıla
kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
Kısırlaştırma; TCK’nun 101. maddesinin
birinci fıkrasında bir erkek veya kadının rızası olmaksızın kısırlaştırılması
suç olarak düzenlenmektedir. İkinci fıkrada ise rızaya dayalı bile olsa
kısırlaştırmanın yetkili olmayan kimse tarafından icrası, ayrı bir suç olarak
tanımlanmıştır.
Cinsel saldırı
MADDE 102. - (1) Cinsel davranışlarla
bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine,
iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir
cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan on iki yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve
kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.
(3) Suçun;
a) Beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin
sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
c) Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı
ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı,
d) Silâhla veya birden fazla kişi
tarafından birlikte,
İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara
göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.
(4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun
direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda
kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır.
(5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya
ruh sağlığının bozulması halinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına
hükmolunur.
(6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata
girmesi veya ölümü halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
TCK’nun 102. maddesinin ikinci fıkrasında
cinsel saldırı fiilinin vücuda organ veya sair yabancı bir cisim sokulmak
suretiyle işlenmesi, bu suçun ağırlaşmış hali olarak kabul edilmiş ve aynı
düzenlemede önceki TCK’nda yer almayan bu fiilin eşe karşı işlenebileceği de hükme
bağlanmıştır. Ancak bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve
kovuşturma yapılabilmesi mağdur eşin şikâyetine tâbi tutulmuştur
102. maddenin 3. fıkrasında, bu suçun daha
ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurları tanımlanmıştır
Önceki Türk Ceza Kanununda yer alan kaçırılan
veya alıkonulan kız veya kadınla sanık veya hükümlünün evlenmesi halinde, fail
hakkında kamu davası veya hüküm verilmişse cezanın çektirilmesinin
ertelenmesine ilişkin düzenlemeye yeni Kanunda yer verilmemiştir.
Çocukların cinsel istismarı
Madde 103.- (1) Çocuğu cinsel yönden
istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Cinsel istismar deyiminden;
a)
On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam
ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı
gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir,
tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak
gerçekleştirilen cinsel davranışlar,
Anlaşılır.
(2)
Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle
gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.
(3)
(Değişik: 29/6/2005 – 5377/12 md.) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü
derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı,
sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler
tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi
hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın
(a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle
gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı
oranında artırılır.
(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir
ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması halinde,
ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması
halinde, on beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
(7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden
olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
103. madde metninde çocukların cinsel
istismarı fiilleri suç olarak tanımlanmış; erişkin kişilere karşı işlenen
fiiller açısından cinsel saldırı ifadesi kullanılmasına rağmen, çocuklar
açısından cinsel istismar ifadesi kullanılmıştır.
Maddenin 1. fıkrasında, cinsel istismar
suçunun temel şekli açısından ceza yaptırımı, 2. fıkrasında bu suçun işleniş
tarzı itibariyle nitelikli hali tanımlanmıştır.
103. maddenin üçüncü fıkrasına göre; cinsel
istismarın çocukla aralarında belli akrabalık ilişkisi bulunan kişiler
tarafından, çocuğun vasisi, eğiticisi, öğreticisi, bakıcısı, çocuğa sağlık
hizmeti veren, çocuğa karşı koruma ve gözetim yükümlülüğü altında bulunan diğer
bir kişi tarafından veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle gerçekleştirilmesi, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı
gerektirmektedir.
4. fıkrada cezanın artırılmasını
gerektiren nitelikli hal belirlenmiştir.
6. ve 7. fıkralarda ise söz konusu suçun
neticesi itibariyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiştir.
Reşit olmayanla cinsel ilişki
Madde 104.- (1) Cebir, tehdit ve
hile olmaksızın, on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan
kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Fail mağdurdan beş yaştan daha büyük ise, şikâyet koşulu
aranmaksızın, cezası iki kat artırılır.
104. madde ile reşit olmayan kişiyle
cinsel ilişkide bulunmak, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır.
Cinsel taciz
Madde 105.- (1) Bir kimseyi cinsel
amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki
yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) (Değişik:
29/6/2005 - 5377/13 md.) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve
öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye
kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan
yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı
oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya
ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz.
105. maddede düzenlenen cinsel taciz,
kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali niteliği taşımayan cinsel davranışlarla
gerçekleştirilebilir. Cinsel taciz, cinsel taciz yönden, ahlâk temizliğine
aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesinden ibarettir.
Cinsel taciz suçunu düzenleyen TCK’nun
105. maddesinin ikinci fıkrasında(3), fiilin iş yerinde hiyerarşi veya hizmet
ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı
işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlenmesi hali suçun
ağırlaşmış hali olarak öngörülmüştür. Ayrıca fıkranın ikinci cümlesinde bu fiil
nedeniyle mağdurun işini terk etmek zorunda kalmış olması halinde, verilecek
cezanın bir yıldan az olamayacağı hükme bağlanmıştır.
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
Madde 109.- (1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde
kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis
cezası verilir.
(2) Kişi,
fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki
yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun;
…
e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından
kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre
verilecek ceza bir kat artırılır.
….
(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır…
Görüldüğü üzere, TCK’nun 109. maddesinin
üçüncü fıkrasında, bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir
yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakma suçunun, üst-soy, alt-soy veya eşe ya da
çocuğa karşı işlenmesi bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hali
olarak düzenlenmiştir. Bu suçun cinsel amaçla işlenmesi, söz konusu
suç açısından failin güttüğü amaç itibariyle ayrı bir nitelikli unsur
oluşturmaktadır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşmesi halinde verilecek
cezanın ayrıca artırıma tâbi tutulması gerekmektedir.
765 sayılı TCK’nın 434. maddesinde Kaçırma olaylarında, kaçırılan kadınla nikâh
kıyılması halinde verilen cezanın ertelenmesi öngörülüyordu. Yeni TCK ile böyle
bir hükme yer verilmemiştir.
Ayırımcılık
Madde 122.- (1) Kişiler arasında dil, ırk, renk,
cinsiyet, özürlülük, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım yaparak;
a) Bir
taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını
veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya
alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan,
b) Besin
maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden,
c) Kişinin
olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen,
Kimse
hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir.
AB düzenlemelerinde çok önemli bir yer
tutan “ayrımcılıkla mücadele”,
Anayasa’nın 10. maddesi dikkate alınarak, yeni TCK’nın 122 nci maddesiyle “Kişiler
arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep
ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak bazı kişilerin hukukun sağladığı olanaklardan
yoksun hale getirilmelerini cezalandırmaktadır. Bu düzenleme ile ayrımcılık
suçu açıkça Türk Ceza Mevzuatına dahil edilmiştir. (4)
Hakaret
Madde 125.- (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek
nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (…) (1) veya sövmek suretiyle bir
kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar
hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin
cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi
gerekir…
Madde metninde hakaret suçu
tanımlanmıştır. Hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin
şeref, haysiyet ve namusu, toplum itibarı, diğer fertler nezdindeki
saygınlığıdır.
Müstehcenlik
Madde 226.- (1) a) Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya
sözleri içeren ürünleri veren ya da bunların içeriğini gösteren, okuyan, okutan
veya dinleten,
b) Bunların içeriklerini çocukların girebileceği
veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösteren, görülebilecek şekilde
sergileyen, okuyan, okutan, söyleyen, söyleten,…
Kişi, altı
aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır…
(3)
Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukları kullanan kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis
ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.. .
(4) Şiddet kullanılarak, hayvanlarla,
ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel
davranışlara ilişkin yazı, ses veya görüntüleri içeren ürünleri üreten, ülkeye
sokan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, başkalarının kullanımına
sunan veya bulunduran kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis ve beş bin güne
kadar adlî para cezası ile cezalandırılır…
(7) Bu
madde hükümleri, bilimsel eserlerle; üçüncü fıkra hariç olmak ve çocuklara ulaşması engellenmek
koşuluyla, sanatsal ve edebi değeri olan eserler hakkında uygulanmaz.
Görüldüğü üzere, madde metninde, müstehcenlik ve
çocukların bu tür zararlı yayınlara karşı korunmasına ilişkin hükümler
düzenlenmiştir.
Fuhuş
Madde 227.- (1) Çocuğu fuhşa
teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya
barındıran ya da çocuğun fuhşuna
aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar
adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık
hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.
(2) Bir
kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık
eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üç bin güne
kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından
yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır.
(3) Fuhuş
amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını sağlayan kişi
hakkında yukarıdaki fıkralara göre cezaya hükmolunur.
(4) Cebir
veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi
fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki
fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.
(5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların
eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici,
bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da
kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır…
(8)
Fuhşa sürüklenen kişi, tedavi veya terapiye tâbi tutulur.
TCK’nun “fuhuş” başlığını taşıyan Genel ahlâka
karşı işlenen suçlar arasında yer alan 227. maddesinde, kişilerin ve özellikle
çocukların fuhşa teşviki, fuhşa sürüklenmesi fiillerinin hangi koşullarda suç
oluşturduğu hususlarında düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler yapılırken,
Türkiye’nin fuhuşla mücadele ile ilgili olarak uluslararası sözleşmelerden
doğan yükümlülükleri göz önünde bulundurulmuştur.
Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama
Madde 228.- (1) Kumar
oynanması için yer ve imkân sağlayan kişi, bir yıla kadar hapis ve adlî para
cezası ile cezalandırılır.
(2) Çocukların kumar oynaması için yer ve imkân
sağlanması halinde, verilecek ceza bir katı oranında artırılır...
Görüldüğü
üzere, Maddenin ikinci fıkrasında, çocukların kumar oynaması için yer veya
başka surette imkân sağlanması, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli
hali olarak tanımlanmıştır.
Dilencilik
Madde 229.- (1) Çocukları, beden veya ruh bakımından
kendini idare edemeyecek durumda bulunan kimseleri dilencilikte araç olarak
kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçun üçüncü derece dahil kan veya kayın
hısımları ya da eş tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında
artırılır…
Çocukları, fiziksel veya zihinsel
engellileri dilencilikte araç olarak kullanmak suretiyle başkalarının
diğerkamlık ve acıma duyguları istismar edilmekle ve haksız kazançlar elde
edebilmektedirler. Bu durumun kişilerdeki kimsesizlere, yoksullara yardım etme
yönündeki hasletlerin zayıflamasına yol açtığı, bilinen bir gerçektir. Bu
düşüncelerle, çocukların, fiziksel ve zihinsel engellilerin dilencilikte araç
olarak kullanılması, suç olarak tanımlanmıştır.
Kötü muamele
Madde 232.- (1) Aynı konutta
birlikte yaşadığı kişilerden birine karşı kötü muamelede bulunan kimse, iki
aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İdaresi altında bulunan veya büyütmek,
okutmak, bakmak, muhafaza etmek veya bir meslek veya sanat öğretmekle yükümlü
olduğu kişi üzerinde, sahibi bulunduğu terbiye hakkından doğan disiplin
yetkisini kötüye kullanan kişiye, bir yıla kadar hapis cezası verilir.
Aile düzenine karşı suçlar arasında yer alan
TCK’nun 232. maddesinde, aynı konutta birlikte yaşayan kişilerden birine karşı
kötü muamele fiilini işleyen kişi cezalandırılmak suretiyle, aile içi şiddet
suç olarak yeniden düzenlenmektedir.
Maddenin ikinci fıkrasında faille mağdur
arasında belirli ilişkiden kaynaklanan disiplin yetkisinin kötüye kullanılması
ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
232. maddenin 675 s. TCK’ndaki karşılığı olan
477 maddesine ilişkin Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünün 1989-2004 yılları arasındaki istatistiksel bilgiler aşağıda
sunulmuştur. (5237 sayılı TCK 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girdiğinden 232.
maddeye ilişkin istatistik henüz bulunmadığından, 765 s. TCK’nun 477.md.’ne
dair istatistiksel veri sunulmaktadır.)
Tablo: 2.
Ceza Mah.lerine TCK’nun 477’nci Maddesi ile İlgili Açılan Davalar ve Sanık
Sayıları
Not: Karar türüne göre bilgi
toplanmasına 1994 yılından itibaren başlanmıştır.
Karar türleri 2002 yılından itibaren sanıklar için toplanmaktadır.
Diğer: Yetkisizlik, görevsizlik,
birleştirme. TCK’nun 119 uncu maddesi uyarınca ortadan kaldırma ve 4616 Sayılı
Kanuna göre davası ertelenerek çıkanları kapsamaktadır.
Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali
Madde 233- (1) Aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma
yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişi, şikâyet üzerine, bir yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
(2) Hamile
olduğunu bildiği eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendisinden gebe
kalmış bulunduğunu bildiği evli olmayan bir kadını çaresiz durumda terk eden
kimseye, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Velayet
hakları kaldırılmış olsa da, itiyadi sarhoşluk, uyuşturucu veya uyarıcı
maddelerin kullanılması ya da onur kırıcı tavır ve hareketlerin sonucu maddi ve
manevî özen noksanlığı nedeniyle çocuklarının ahlâk, güvenlik ve sağlığını ağır
şekilde tehlikeye sokan ana veya baba, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
Yine aile düzenine karşı suçlar arasında
yer alan TCK’nun 233. maddesinin birinci fıkrasında, aile hukukundan doğan
bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, suç olarak
tanımlanmıştır. Bu suçun oluşması için terk olgusunun oluşmaması
gerekir.Aksi takdirde terk suçu oluşur.
İkinci fıkrasında ise, evli olsun veya olmasın
gebe olan eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendinden gebe kalmış evli
olmayan bir kadını çaresiz durumda terk
eden yani ona her türlü yardımı yapmaksızın ortada bırakan kişi
cezalandırılmaktadır.
Üçüncü fıkra ile doktrinde manevî terk olarak
tanımlanan ailenin terki suçu düzenlenmiştir. Suç, itiyadi sarhoşluk,uyuşturucu
veya uyarıcı madde kullanma ya da onur kırıcı yaşayış tarzı nedeni ile özen
noksanı veya kusurundan dolayı çocukların ahlâk, güvenlik ve sağlıklarının ağır
şekilde tehlikeyle karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.
Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali
suçuna ilişkin düzenleme yeni TCK ile ceza mevzuatımıza girmiştir.
Genital muayene
Madde 287- (1)
Yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen
veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.
(2)
Bulaşıcı hastalıklar dolayısıyla kamu sağlığını korumak amacıyla kanun ve
tüzüklerde öngörülen hükümlere uygun olarak yapılan muayeneler açısından
yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz.
TCK’nun 287. maddesinin birinci
fıkrasında, yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın bir kişinin genital
muayeneye gönderilmesi veya bu muayenenin yapılması, bağımsız bir suç olarak
düzenlenmiştir.
B.2.2. 5271 Sayılı CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (5)
5271 sayılı CMK’nun 52. maddesinde “tanıkların
dinlenmesi” hükmü düzenlenmiştir.Maddenin 3. fıkrasında,
tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya seslerin kayda alınabileceği
hususu düzenlenmiş olup, 3. fıkranın (a) bendinde “mağdur çocukların”
tanıklığında görüntü ve ses kaydının zorunlu olduğu hususu hüküm altına
alınmıştır. Şöyle ki;
Tanıkların
dinlenmesi
Madde 52 –Ê (1) Her tanık, ayrı
ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenir.
(2) Tanıklar, kovuşturma evresine kadar
ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine ilişkin
hâllerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler.
(3) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü
veya sesler kayda alınabilir. Ancak;
a) Mağdur çocukların,
b) Duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddî
gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin,
Tanıklığında bu kayıt zorunludur.(*)
(4) Üçüncü fıkra hükmünün uygulanması
suretiyle elde edilen ses ve görüntü kayıtları, sadece ceza muhakemesinde
kullanılır.
Şüpheli,
sanık, mağdur ve diğer kişilerin beden muayenesi, vücudundan örnek alınması,
moleküler genetik incelemeler konusu
5271 s. CMK’nun 75-81. maddelerinde düzenlenmiştir;
Şüpheli
veya sanığın beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması
MADDE 75.–
(Değişik: 25.05.2005 – 5353/2 md.)
(1) Bir suça ilişkin delil elde etmek için şüpheli
veya sanık üzerinde iç beden muayenesi yapılabilmesine ya da vücuttan kan veya
benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilmesine;
Cumhuriyet savcısı veya mağdurun istemiyle ya da re’sen hâkim veya mahkeme,
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar
verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört saat içinde hâkim
veya mahkemenin onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme, yirmidört saat içinde
kararını verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve elde edilen deliller
kullanılamaz.
(2) İç beden muayenesi yapılabilmesi veya
vücuttan kan veya benzeri biyolojik örnekler alınabilmesi için müdahalenin,
kişinin sağlığına zarar verme tehlikesinin bulunmaması gerekir.
(3) İç beden muayenesi veya
vücuttan kan veya benzeri biyolojik örnekler alınması, ancak tabip veya sağlık
mesleği mensubu diğer bir kişi tarafından yapılabilir.
(4) Cinsel organlar veya
anüs bölgesinde yapılan muayene de iç beden muayenesi sayılır.
(5) Üst sınırı iki yıldan
daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda, kişi üzerinde iç beden muayenesi
yapılamaz; kişiden kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak
gibi örnekler alınamaz.
(6) Bu madde gereğince
alınacak hâkim veya mahkeme kararlarına itiraz edilebilir.
(7) Özel kanunlardaki alkol
muayenesine ve kan örneği alınmasına ilişkin hükümler saklıdır.
Diğer kişilerin beden
muayenesi ve vücuttan örnek alınması
MADDE 76.–
(Değişik: 25.05.2005 – 5353/3 md.)
(1) Bir suça ilişkin delil
elde etmek amacıyla, mağdurun vücudu üzerinde dış veya iç beden muayenesi yapılabilmesine
veya vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi
örnekler alınabilmesine; sağlığını tehlikeye düşürmemek ve cerrahî bir
müdahalede bulunmamak koşuluyla; Cumhuriyet savcısının istemiyle ya da re’sen
hâkim veya mahkeme, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı
tarafından karar verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört
saat içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme,
yirmidört saat içinde kararını verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve
elde edilen deliller kullanılamaz.
(2) Mağdurun rızasının varlığı halinde, bu
işlemlerin yapılabilmesi için birinci fıkra hükmüne göre karar alınmasına gerek
yoktur...
CMK’nun “Kadının muayenesi” başlıklı 77. maddesinde, kadının muayenesinin istemi
halinde ve olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılacağı
düzenlenmektedir.
Moleküler
genetik incelemeler
MADDE 78.–
(1) 75
ve 76 ncı maddelerde öngörülen işlemlerle elde edilen örnekler üzerinde,
soybağının veya elde edilen bulgunun şüpheli veya sanığa ya da mağdura ait olup
olmadığının tespiti için zorunlu olması hâlinde moleküler genetik incelemeler
yapılabilir. Alınan örnekler üzerinde bu amaçlar dışında tespitler yapılmasına
yönelik incelemeler yasaktır...
Hâkimin
kararı ve inceleme yapılması
MADDE 79.–
(1) 78
inci madde uyarınca moleküler genetik incelemeler yapılmasına sadece hâkim
karar verebilir...
Genetik
inceleme sonuçlarının gizliliği
MADDE 80.–
(Değişik: 25.05.2005 – 5353/4 md.)
(1) 75, 76 ve 78 inci madde hükümlerine göre alınan
örnekler üzerinde yapılan inceleme sonuçları, kişisel veri niteliğinde olup,
başka bir amaçla kullanılamaz; dosya içeriğini öğrenme yetkisine sahip bulunan
kişiler tarafından bir başkasına verilemez.
(2) Bu bilgiler,
kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi,
beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi
hâllerinde Cumhuriyet savcısının huzurunda derhâl yok edilir ve bu husus
dosyasında muhafaza edilmek üzere tutanağa geçirilir.
Tutuklama
Tutuklama nedenleri
Madde 100– (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya
sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen
ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı
verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda
kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda yer alan;
1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76,
77, 78),
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
3. İşkence (madde 94, 95)
4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde
102),
5. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
…
100. maddesinin 3. fıkrasında sayılan suçlar,
tutuklama nedenlerinin var olduğu kabul edilen hallerdir. Bazı suçların
işlendiği yolunda kuvvetli şüphelerin bulunması halinde, otomatik olarak
tutuklama nedenlerinin de var olduğu kabul edilmiştir. Yani işlenen suç, 3.
fıkrada sayılan suçlardan biri ise, şüphelinin kaçacağı, saklanacağı, delilleri
gizleyeceği, değiştireceği, tanıklara ya da mağdurlara baskı yapacağı, bir
başka anlatımla, 2. fıkrada belirtilen durumların mevcut olacağı
varsayılmaktadır.
Madde 109 –
Adlî Kontrol
(1) 100
üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç
yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen
soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına
karar verilebilir…
(3) Adlî
kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tâbi
tutulmasını içerir:…
i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve
adli kararlar gereğince ödemeye mahkum edildiği nafakayı düzenli olarak
ödeyeceğine dair güvence vermek…
CMK’nun 109. maddesinin birinci
fıkrasında, 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst
sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle
yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına
alınmasına karar verilebileceği hükme bağlanmıştır.
Adlî kontrolün nelerden ibaret olduğunu
belirtilen üçüncü fıkrasının (i) bendinde “aile
yükümlülüklerinin yerine getirileceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye
mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermeye karar
verilebileceği” hükme bağlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın, aynı zamanda aile
yükümlülükleri bulunmaktaysa, bu yükümlülüklerin yerine getirilmesinin de
güvence altına alınması gerekecektir. Bunun sağlanması amacıyla da parasal
güvence tesis edilebilir.
Madde 112 –
Tedbirlere Uymama
Adlî kontrol hükümlerini isteyerek yerine
getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi
ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir.
Madde, adlî kontrol kapsamında hükmedilmiş
yükümlülüklere uymayan şüpheli veya sanık hakkında uygulanacak yaptırımları
göstermektedir. Böyle bir halde yetkili mercii, yükümlülüğü ihlal eden hakkında
derhal
tutukluluk müzekkeresi kesebilecek ve hükmedilebilecek hürriyeti
bağlayıcı cezanın süresi göz önüne alınmayacaktır.
Tutuklamanın yasak olduğu hallerde dahi adli
kontrol yükümlülüğünü ihlal edenler tutuklanabileceklerdir.
Ê Madde
114 - Önceden Ödetme
(1) Hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı, şüpheli veya sanığın
rızasıyla güvencenin mağdurun haklarını karşılayan veya nafaka borcuna ilişkin
bulunan kısımlarının, istedikleri takdirde, mağdura veya nafaka alacaklılarına
verilmesini emredebilir.
(2) Soruşturma ve kovuşturmanın konusunu oluşturan olaylar
nedeniyle, mağdur veya nafaka alacaklısı lehinde bir yargı kararı verilmiş ise,
şüpheli veya sanığın rızası olmasa da ödemenin yapılması emredilebilir.
Hâkim veya mahkeme ya da Cumhuriyet
savcısı henüz hüküm verilmeden, güvencenin mağdurun haklarını güvence altına
alan veya nafaka borcuna ilişkin olan kısmının, mağdura veya nafaka
alacaklısına verilmesini emredebilecektir.
Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin
Denetlenmesi
İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması
Madde 135 – (1) (Değişik birinci cümle: 25/5/2005 – 5353/17
md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç
işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil
elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın
telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda
alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir…
(6) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma
ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak
uygulanabilir:
a) Türk
Ceza Kanununda yer alan;
1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde
79, 80),
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
3. İşkence (madde 94, 95),
4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde
102),
5. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
…
Mağdur ile şikâyetçinin
hakları
Madde 234 –Ê (1)
Mağdur ile şikâyetçinin hakları şunlardır:
a) Soruşturma evresinde;
1.
Delillerin toplanmasını isteme,
2.
Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından
belge örneği isteme,
3. Vekili yoksa, baro tarafından kendisine bir
avukat görevlendirilmesini isteme,
4. 153 üncü
maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini ve
elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme,
5.
Cumhuriyet savcısının, kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararına kanunda
yazılı usule göre itiraz hakkını kullanma.
b) Kovuşturma evresinde;Ê
1.
Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu
davasına katılma,
3. Tutanak
ve belgelerden vekili aracılığı ile örnek isteme,
4.
Tanıkların davetini isteme,
5. Vekili yoksa, baro tarafından kendisine
avukat atanmasını isteme,
6. Davaya
katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına
başvurma.
(2) Mağdur, on sekiz yaşını doldurmamış, sağır
veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili
de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilir.
(3) Bu
haklar, suçun mağdurları ile şikâyetçiye anlatılıp açıklanır ve bu husus
tutanağa yazılır.
Maddede, şikâyetçi ve mağdura tanınan haklar
açıkça belirtilmiştir. Örneğin, mağdur ile şikâyetçi, vekili yoksa, baro
tarafından kendisine bir avukat görevlendirilmesini isteyebilecektir. İkinci
fıkraya göre, mağdur, on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da
meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa,
istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilir.
Mağdur ile şikâyetçinin dinlenmesi
Madde 236 – (1) Mağdurun tanık olarak dinlenmesi halinde, yemin hariç, tanıklığa
ilişkin hükümler uygulanır.
(2) İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi
bozulmuş çocuk veya mağdur, bu suça ilişkin soruşturma veya kovuşturmada tanık
olarak bir defa dinlenebilir. Maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından
zorunluluk arz eden haller saklıdır.
(3) Mağdur çocukların veya işlenen suçun
etkisiyle psikolojisi bozulmuş olan diğer mağdurun tanık olarak dinlenmesi
sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi
bulundurulur. Bunlar hakkında bilirkişilere ilişkin hükümlerÊ uygulanır.
ÊMadde ile işlenmiş suç nedeniyle psikolojisi
bozulmuş olan çocuk ve mağdurlar için özel hükümler sevk edilmiş bulunmaktadır.
Buna göre;
a. Bu suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmada,
tanık olarak bir defa dinlenebilirler ancak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması
amacından hareketle bu kurala istisna getirilmiştir.
b. Mağdur çocukların veya işlenen suçun
etkisiyle psikolojisi bozulmuş diğer mağdurların tanık olarak dinlenmesi
sırasında maddede sayılan nitelikte uzman bir kişi bulundurulur.
Kamu davasına katılma
Madde 237 –Ê (1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel
kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma
evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını
bildirerek kamu davasına katılabilirler...
Kanunumuz -örneğin Alman Kanunu belli suçlarda
katılmayı uygun görürken- ileri giderek, suç bakımından bir sınırlama yapmamış,
katılma hakkını suçtan zarar gören tarafa, mağdur ve malen sorumlu olanlara
tanımıştır..
Katılanın hakları
Madde 239 –
(1) Mağdur veya suçtan zarar gören, davaya katıldığında, mahkemeden
istemesi halinde baro tarafından bir avukat görevlendirilir.
(2) Mağdur veya suçtan zarar görenin çocuk,
sağır ve dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olması
halinde avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz.
Kanunun dayandığı temel ilkelerden birisi de
mağdurun korunmasıdır. Bu madde; anılan ilkenin hayata geçirilmesini ifade eden
önemli bir hüküm getirmekte; mağdura tanınan haklar çerçevesinde, maddi ve
hukuki durumu elverişli olmayan katılanlara, istemleri halinde baro tarafından
avukat görevlendirilmesini öngörmektedir. Eğer katılan on sekiz yaşını henüz
doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendini savunamayacak derecede malul
ve avukatı da yoksa, avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz, bu husus
re’sen yerine getirilir. Türk hukukunda insan hakları alanında önemli
bir anlayış değişikliğini ortaya koyan bu modern hüküm, suç ile mağdur duruma
düşürülen kimselerin bir de yargılamada mağdur olmalarının önüne geçecek bir
tedbir oluşturması bakımından önem taşımaktadır.
B. 2.3. 4857 Sayılı İŞ KANUNU
Türk İş
Kanununda
son yıllara kadar ayrımcılık konusunda genel ve özel bir hüküm bulunmamaktaydı.
Ağustos 2002 de çıkarılan 4773 sayılı yasayla kısmen değişiklikler yapılmıştır.
Bu değişikliklerle ilk kez iş güvencesi benimsenmiştir. 4857 sayılı yeni İş Kanunu 10
Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kanunun yukarıda anılan “eşit
davranma ilkesi” başlıklı 5. maddesi uyarınca; “İş
ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce felsefi inanç, din ve mezhep
gibi sebeplere dayalı ayrım yapılamaz”. Söz konusu maddede ayrıca,
işverenin esaslı sebepler olmadıkça tam-kısmi süreli çalışan işçi ile
belirli-belirsiz süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamayacağı, biyolojik veya
işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, cinsiyet veya gebelik
nedeniyle iş sözleşmesinin yapılması, uygulanması ve sona ermesinde doğrudan
veya dolaylı ayrımcılık yapılamayacağı, eşit işte cinsiyete dayalı farklı ücret
kararlaştırılamayacağı, yine “işçinin cinsiyeti nedeniyle koruyucu
hükümlerin uygulanmasının ayrımcılık sebebi olamayacağı” hususlarında
hüküm getirilmiş, iş ilişkisinde veya sona ermesinde bu hükümlere aykırı
davranıldığında uygulanacak maddi yaptırımlar ile ispat külfeti düzenlenmiştir.
- 4857 sayılı yeni İş
Kanununun “Feshin geçerli sebebe
dayandırılması” başlıklı 18. maddesinde de, otuz veya daha fazla işçi
çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin sözleşmesinin
feshi için işverenin işçinin yeterliğinden veya davranışlarından ya da
işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorunda olduğu belirtildikten sonra, özellikle fesih sebebi olamayacak
haller arasında “ırk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik,
doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler” ile “kadın işçilerin hamilelik,
doğum ve süt izni sebebiyle işe gelmemeleri” açıkça sayılmıştır. Fesih sebebi
olamayacak diğer haller, sendika üyeliği, sendikal faaliyetler, yasal hakların
kullanımı,hastalık veya kaza nedeniyle yasal izin haklarının kullanılması
olarak belirtilmiştir.
Kanunun “İşçinin haklı nedenle derhal
fesih hakkı” başlıklı 24. maddesi ile işçiye cinsel tacizde bulunulması haklı nedenle iş sözleşmesinin
feshi nedeni sayılmıştır. Yine, işverenin, işçinin veya aile
fertlerinden birinin şeref ve namusuna yönelik söz ve davranışları, sataşması
gibi ahlâk ve iyiniyet kurallarına uymayan durumlar da işçiye iş sözleşmesini
haklı fesih hakkını vermektedir.
Kanunun “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” başlıklı 25.
maddesi ile işverene cinsel tacizde bulunulması haklı nedenle iş
sözleşmesinin feshi nedeni sayılmıştır. Yine, işçinin, işverenin
veya aile fertlerinden birinin şeref ve namusuna yönelik söz ve davranışları,
sataşması, işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması gibi ahlâk ve
iyiniyet kurallarına uymayan durumlar da işverene iş sözleşmesini haklı fesih
hakkını vermektedir
Kanunun “Yıllık izin bakımından çalışılmış
gibi sayılan haller” başlıklı 25. maddesi ile; Kanunun kabul
ettiği eşitlik prensibine uygun olarak, kadın işçilerin doğumdan önce ve sonra
çalıştırılmadıkları günler, 55. maddeye göre yıllık ücretli izin hakkının
hesabında çalışılmış gibi sayılacaktır.
Yer ve su altında çalıştırma yasağı
Madde 72 - Maden ocakları ile kablo
döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında veya su altında
çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların
çalıştırılması yasaktır.
- Kanunun 72. maddesine
göre maden ocakları ile kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer
altında veya su altında çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış erkek
ve her yaştaki kadınların çalıştırılması yasaktır.
Kanunun “Analık halinde çalışma ve süt
izni” başlıklı 74. maddesi ile kadın işçilerin
doğumdan önce 8 ve doğumdan sonra 8 hafta olmak üzere toplam 16 hafta
çalıştırılmamaları esası ile çoğul gebelik halinde doğumdan önceki 8 haftalık
süreye 2 hafta daha eklenmesi hususu getirilmekte; sağlık durumu elverdiği
takdirde kadına doğumdan önce üç haftaya kadar çalışabilme ve kalan süreyi
doğum sonrası süreye ekleme imkânı tanınmaktadır.
Ayrıca, maddeye göre isteği halinde kadın
işçiye 16 haftalık süreden sonra altı aya kadar ücretsiz izin verilecektir.
Kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam 1.5
saat ücretli süt izni verilecektir.
Kanunun “Sağlık ve güvenlik tüzük ve yönetmelikleri” ” başlıklı 78. maddesi ile Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin
alınması, iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları
sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi
amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkaracağı hükme bağlanmıştır.
Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisine
sevkedilen “Devlet Memurları Kanunu ve İş
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nda İş Kanununun 18,
25 ve 74. maddelerinde ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 104 ve 108.
maddelerinde değişiklik yapılmıştır. Buna göre, işçi ve memur çalışanlar
arasında doğum izinlerine ilişkin ayrım kaldırılmakta, cinsiyete dayalı rol
ayrımlarının ortadan kalkması, çalışan kadının doğum nedeniyle mağduriyetinin
önlenmesi bakımından 6 aylık ücretsiz izin hakkından, eşleri doğum yapan
erkeklerle, evlat edinmek için geçici bakım sözleşmesi yapan çalışanların
yararlanması, kadın çalışan veya eşinin talebi üzerine bu iznin, 12 aya kadar
uzatılabilmesi öngörülmektedir.
B.2.4. 4721 Sayılı TÜRK MEDENİ KANUNU
Ülkemizde kadının toplum içindeki
statüsünün belirlenmesi, kadınların eşit haklara sahip çağdaş bireyler olarak
toplumsal yaşamda yer almasını sağlamak üzere “eşlerin eşit haklarda yararlanma
ilkesi” doğrultusunda, Anayasa’da yer alan “eşitlik” ve “cinsler
arasındaki ayrımcılığı” yasaklayan maddelere ve Türkiye’nin taraf
olduğu ve uygulama konusunda yükümlülük altına girdiği uluslararası belgelere
dayanılarak hazırlanan ve 1 Ocak 2002’den itibaren yürürlüğe giren Türk Medenî
Kanunu’nda eşler arasında eşitliği sağlayan çağdaş düzenlemeler yapılmıştır.
Kanunla getirilen
bazı yenilikler şöyle özetlenebilir;
Yeni Medenî Kanun eski Türk Kanunu
Medenisinden farklı olarak artık kocanın hakları, kocanın yükümlülükleri
kadının hakları, kadının yükümlülükleri gibi bir ayrım yapmamaktadır. Eşler
arasında hiçbir ayrım gözetmeksizin her ikisi için eşit haklar, eşit
yükümlülükler, eşit sorumluluklar getirmektedir. Aile hukuku, yeni Türk Medeni
Kanunu’nun en çok değişikliğe uğrayan, yenilikler getiren bölümüdür.
Aile hukuku, kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmeyi ve çocuklar arasında,
doğum sırasında ana ve babalarının evli olup olmamasına göre ayırım yapmamayı
en önemli ilkeler olarak benimsemiştir.
- Önceki Kanunda
kadın-erkek için farklı olan evlenme yaşı kadın-erkek farkı gözetilmeden
ülkemiz şartlarına ve çağdaş eğilimlere uygun olarak yükseltilmiştir. Böylece
erken yaşta evlenmenin sakıncaları önlenmek istenmiştir.
Bundan böyle on yedi yaşını dolduran kadın
ve erkek evlenebilecektir. Olağanüstü durumlarda ise aynı biçimde on altı
yaşını dolduran, hâkimin izniyle evlenebileceklerdir. (md. 124)
- Evlenme başvurusunda
kadın-erkek eşitliğini sağlamak üzere başvurunun evleneceklerin içlerinden
birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte yapılması öngörülmektedir.
Böylece kadın mutlaka evleneceği erkeğin oturduğu yere gitmek durumunda
kalmayacak, nerede birlikte başvurulacağı taraflar arasında ortaklaşa
kararlaştırılabilecektir. (md.134)
- Koca evlilik birliğinin
reisidir kuralı kaldırılarak birliğin yönetiminde eşit söz hakkı tanınmıştır.
(md. 186/2)
- Evlilik birliğini temsil
etme hak ve yetkisi eşit olarak her iki eşe de tanınmıştır. (md. 188)
- “Birliği eşler beraberce yönetirler” denmek suretiyle evin
içişlerinin yönetimi hakkında karı ile kocanın eşit haklara sahip bulunduğu
ifade edilmiştir. (md. 186/2)
- Eşlerin oturacakları evin
seçimini kocaya bırakan hüküm değiştirilmiştir. Artık eşler oturacakları evi
birlikte belirleyeceklerdir. (md. 186/1)
- “Birliği temsil yetkisinin kullanıldığı hallerde, eşler üçüncü kişilere
karşı müteselsilen sorumlu olur” hükmüyle eşler arasında eşitlik
sağlanmıştır. Böylece belli bir gelire sahip olan kadın eşler de üstlenilen
borçlardan sorumlu tutulacaklardır. (md. 189)
- Temsil yetkisinin
kaldırılması veya sınırlanması konusunda kocaya tanınan hak kaldırılarak evli
kadının aleyhine olan eşitsizlik giderilmiştir. Bu hak eşlerden birinin
başvurusu üzerine karar verecek hâkime tanınmıştır. (md.190/1)
- Eşlerden her biri meslek
ve iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda olmayacaktır. Ancak, eşlerden
biri iş veya meslek seçerken ve seçtiği iş ve mesleği yürütürken evlilik
birliğinin huzur ve yararını göz önünde tutmak, yani kendisinden beklenebilen
dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür. (md. 192)
- Kadın ve çocukların geçim
ve bakımlarının kocaya ait olduğunu öngören hüküm, eşler arasında eşitlik
sağlamak üzere kaldırılmıştır. Bu konuda “Eşler
birliğinin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.” hükmünü
getirmiştir. Bu hüküm uyarınca geliri olan eş birliğin giderlerine
malvarlığıyla, yani belli oranda parasal katkıda bulunarak, geliri olmayan eş
ise emeğiyle katılmış olacaktır. Böylece özellikle belli bir geliri olmayan
kadın eşlerin ev işlerinde ve hatta kocalarının işyerlerinde harcadıkları
emeklerini dikkate almak suretiyle onların boşanma halinde doğacak hakları
koruma altına alınmış olmaktadır. (md. 186/3)
- Kadına müşterek saadetin
temini hususunda gücü yettiği kadar kocasının muavin ve müşaviri olma
yükümlülüğünü getiren hüküm eşitlik ilkesine uymadığından kaldırılmıştır.
- Velayetin yürütülmesinde,
örneğin doğan çocuklarına ad konulmasında veya çocuklarının eğitiminde,
özellikle mesleki eğitiminde anlaşmazlığa düşerlerse, babanın oyuna üstünlük
tanıyan hüküm, kadın-erkek eşitliğini zedelediği için kaldırılmıştır. Böyle bir
anlaşmazlık halinde eşlerden hiçbirine üstünlük tanınmamakta; böylece
kadın-erkek eşitliği sağlanmış olmaktadır. (md. 339)
- “Ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması” boşanma nedeni
sayılmıştır. (md.162)
- Aile Hukukunun
kadın-erkek eşitliği bakımından, büyük önem taşıyan bir düzenlemesi de evlilik
birliğindeki mal rejimleridir. Edinilmiş mallara katılma rejiminin yasal mal
rejimi olarak kabul edilmesi uygun görülmüştür. Eşler ayrıca mal rejimi
sözleşmesi yaparak Kanunda belirlenen diğer mal rejimlerinden (mal ayrılığı,
paylaşmalı mal ayrılığı ve mal ortaklığı) birini seçebileceklerdir. (md. 218 ve
devamı)
Edinilmiş mallara katılma rejimi, malların
paylaşılması anlamında değil ama, hem ortaya konulan emeğin evlilik birliğinin
mutluluğunu birlikte sağlamak yolunda bir çaba olduğu, hem onun sonuçlarının da
her iki eşe ait olduğu anlamında bir felsefenin ifadesidir.
- Sağ kalan eşin miras
nedeniyle mağdur olmaması için hükümler konmuştur. Eşlerden birinin ölümü
hâlinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları
konut varsa; sağ kalan eşin korunması amacıyla, bunlar üzerinde miras hakkına
mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebileceği öngörülmüştür. Yine haklı
sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya miras bırakanın diğer yasal
mirasçılarının istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı
tanınması olanağı getirilmiştir. (md. 652) Benzer hükümler, evlilik birliğinde
mal rejimleri ile ilgili hükümler arasında yer almaktadır. (md. 240)
- Evli kadının soyadı
konusunda; önceki Medenî Kanun düzenlemesi yeni Medenî Kanunda korunmuştur. Bu
madde “Kadın, evlenmekle kocasının
soyadını alır, ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine
yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da
kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı
için yararlanabilir” düzenlemesini içermektedir. (md. 187)
Soyadı, Türk hukukuna 21.06.1934 tarihli
ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu ile girmiştir. Buna göre, her Türk öz adından
başka soyadını da taşımak zorundadır. Soyadı seçme görevi ve hakkı evlilik
birliğinin başkanı olarak kocaya aittir. Bununla birlikte, kocanın ölmüş ve
karının evlenmiş olması ya da kocanın akıl hastalığı ve akıl zayıflığı
nedeniyle vesâyet altında bulunması ve evliliğin devam etmesi durumlarında
soyadı seçmek hak ve görevi karınındır.
Türk Medenî Kanununda önceki Kanunun
düzenlemesi, evlenmiş bir kadının kocasının soyadını kullanmayarak sadece kendi
kızlık soyadını taşımaya devam etmesinin uygulamada karmaşa yaratacağı,
istenmeyen sonuçlar doğuracağı, örneğin ana ve babaları farklı soyadı
taşıdığından bu evlilikten doğan çocukları zor durumda bırakabileceği
endişeleriyle korunmuştur.
Bununla birlikte Anayasa’da 07.05.2004
tarihinde yapılan değişiklikle 10. maddeye “kadınlar
ve erkekler eşit haklara sahiptir.” kuralı eklenmiştir. Bu kural
kadın-erkek eşitliği ile ilgili olarak yapılacak bütün hukuki düzenlemelere
temel oluşturacaktır.
Farklı cinslerin eşit haklara sahip olması
ilkesi, kadın ve erkeğin cinsiyetine bakılmaksızın aynı hukuksal statüye bağlı
tutulmasını ve bunun sonucu olarak da hak ve özgürlüklerle sorumluluklar
bakımından tam bir eşitlik sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin taraf olduğu
“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” nde (CEDAW)
eşitlik ilkesinin somut bir göstergesi olan farklı cinslerin eşit haklara sahip
olması ilkesinin esas alındığı görülmektedir.
Bu arada Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanunun 10. maddesi yeni yasal mal rejiminin mevcut evlilikler
bakımından hangi tarihten itibaren uygulama alanı bulacağını düzenlemektedir.
Bu maddeye göre Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten, yani 1 Ocak 2002 tarihinden
önce evlenmiş olanlar, bu tarihten itibaren 1 yıl içinde başka bir mal rejimi
seçmezlerse veya yasal mal rejiminin evliliklerinin başlangıcından itibaren
uygulanmasını sözleşmeyle kararlaştırmazlarsa, yeni mal rejimi 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren
onlar hakkında da uygulanacaktır. Başka bir deyişle, 1 Ocak 2002 tarihine kadar
daha önce uygulanmakta olan mal rejimi ne ise o uygulanmaya devam
edecektir. Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kanunların geçmişe etkili olmaması ilkesine uygun olarak kabul
edilen çözüm bu olmuştur. Edinilmiş mallara katılma rejimi, ilk kez yeni Türk
Medenî Kanunu ile hukukumuza girdiği, o nedenle daha önce hukukumuzda
varolmayan bir düzenlemenin 1 Ocak 2002’den önce mevcut evlilikler hakkında
uygulanması bu kuralların geriye yürütülmesi anlamına geleceği, yeni hükümleri
geçmişteki olaylara uygulayıp, daha önce yaşanmış, tamamlanmış ilişkiler ve
kazanılmış haklar bakımından yeni kuralların geçerli olduğunu söylemenin mümkün
olmadığı düşüncesiyle bu çözüm Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul
edilmiştir.
Kadın ve çocuğa yönelik şiddetin sonuçları
bağlamında Medeni Kanununda yer alan hükümlere genel olarak bakmak gerekirse;
BOŞANMA
ÊA. Boşanma
sebepleri
l.Ê Zina
MADDE 161 Eşlerden biri zina
ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.
Davaya
hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde
zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Eşlerden biri zinayı öğrendiği tarihten
itibaren altı ay içinde bu nedenle boşanma davası açabilir. Zina Türk Ceza
Yasasında suç olmaktan çıkarılmış, ancak boşanma nedeni olmaya devam
etmektedir.
II. Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı
davranış
MADDE 162.- Eşlerden
her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü
davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması
sebebiyle boşanma davası açabilir.
Davaya
hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde
bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Affeden
tarafın dava hakkı yoktur.
III. Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme
MADDE 163.- Eşlerden
biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu
sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her
zaman boşanma davası açabilir.
IV. Terk
Madde 164.- Eşlerden biri, evlilik
birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk
ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en
az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından
yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise;Ê terk edilen eş, boşanma davası açabilir.
Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın
ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine
hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak
konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda
bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası
açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz
ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.
V. Akıl hastalığı da Kanunun 165. maddesinde sayılan boşanma nedenleri
arasında yer almaktadır.
VI. Evlilik birliğinin sarsılması
Madde 166.- Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden
beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma
davası açabilir…
Madde 167.- Boşanma
davası açmaya hakkı olan eş, dilerse boşanma, dilerse ayrılık isteyebilir.
VII. Geçici önlemler
MADDE 169.- Boşanma
veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle
eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların
bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.
Boşanmada tazminat ve nafaka
1. Maddî ve manevî tazminat
Madde 174.- Mevcut
veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az
kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.
Boşanmaya
sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan
diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini
isteyebilir.
2. Yoksulluk nafakası
Madde 175.- Boşanma
yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi
için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka
yükümlüsünün kusuru aranmaz.
3. Tazminat
ve nafakanın ödenme biçimi
EVLİLİĞİN GENEL HÜKÜMLERİ
ÊA. Haklar ve yükümlülükler
I. Genel olarak
Madde 185.- Evlenmeyle
eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur.
Eşler, bu
birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve
gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.
Eşler
birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.
II. Konutun seçimi, birliğin yönetimi ve
giderlere katılma
MADDE 186.- Eşler
oturacakları konutu birlikte seçerler.
Birliği
eşler beraberce yönetirler.
Eşler
birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile
katılırlar.
III. Kadının soyadı
Madde 187.- Kadın,
evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra
nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki
soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece
bir soyadı için yararlanabilir.
B. Birliğin temsili
I. Eşlerin temsil yetkisi
Madde 188.- Eşlerden
her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için
evlilik birliğini temsil eder.
Ailenin
diğer ihtiyaçları için eşlerden biri, birliği ancak aşağıdaki hâllerde temsil
edebilir:
1. Diğer eş
veya haklı sebeplerle hâkim tarafından yetkili kılınmışsa,
2. Birliğin
yararı bakımından gecikmede sakınca bulunur ve diğer eşin hastalığı, başka bir
yerde olması veya benzeri sebeplerle rızası alınamazsa.
C. Eşlerin meslek ve işi
Madde 192.- Eşlerden
her biri, meslek veya iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda değildir.
Ancak, meslek ve iş seçiminde ve bunların yürütülmesinde evlilik birliğinin
huzur ve yararı göz önünde tutulur.
E. Birliğin korunması
I. Genel olarak
MADDE 195.- Evlilik
birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine
ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya
birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler.
Hâkim,
eşleri yükümlülükleri konusunda uyarır; onları uzlaştırmaya çalışır ve eşlerin
ortak rızası ile uzman kişilerin yardımını isteyebilir.
Hâkim,
gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine kanunda öngörülen önlemleri
alır.
II. Eşler birlikte yaşarken
Madde 196.- Eşlerden
birinin istemi üzerine hâkim, ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal
katkıyı belirler.
Eşin ev
işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması,
katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır.
Bu
katkılar, geçmiş bir yıl ve gelecek yıllar için istenebilir.
III. Birlikte yaşamaya ara verilmesi
Madde 197.- Eşlerden
biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru
ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.
Birlikte
yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin
istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev
eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri
alır.
Eşlerden
biri, haklı bir sebep olmaksızın diğerinin birlikte yaşamaktan kaçınması veya
ortak hayatın başka bir sebeple olanaksız hâle gelmesi üzerine de yukarıdaki
istemlerde bulunabilir.
Eşlerin
ergin olmayan çocukları varsa hâkim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki
ilişkileri düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır.
EŞLER ARASINDAKİ MAL REJİMİ
Yasal mal rejimi
Madde 202.- Eşler
arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır.
Eşler, mal
rejimi sözleşmesiyle kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul
edebilirler.
Çocuk ile kişisel ilişki
I. Ana ve baba ile
1. Kural
Madde 323.- Ana ve
babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk
ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir.
2.
Sınırları
Madde 324.- Ana ve
babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun
eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.
Kişisel
ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu
haklarını birinci fıkrada öngörülen
yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak
ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı
reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.
D. Çocukların bakım ve
eğitim giderlerini karşılama
I. Kapsamı
Madde 327.- Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler
ana ve baba tarafından karşılanır.
Ana ve
baba, yoksul oldukları veya çocuğun özel durumu olağanüstü harcamalar
yapılmasını gerektirdiği takdirde ya da olağan dışı herhangi bir sebebin
varlığı hâlinde, hâkimin izniyle çocuğun mallarından onun bakım ve eğitimine
yetecek belli bir miktar sarfedebilirler.
II. Süresi
Madde 328.- Ana ve
babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.
Çocuk ergin
olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre
kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar
çocuğa bakmakla yükümlüdürler.
III. Dava hakkı
Madde 329.- Küçüğe
fiilen bakan ana veya baba, diğerine karşı çocuk adına nafaka davası açabilir.
Ayırt etme
gücüne sahip olmayan küçük için gereken hâllerde nafaka davası, atanacak kayyım
veya vasi tarafından da açılabilir.
Ayırt etme
gücüne sahip olan küçük de nafaka davası açabilir.
VELÂYET
I. Koşullar
Madde 335.- Ergin
olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça
velâyet ana ve babadan alınamaz.
Hâkim vasi atanmasına
gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velâyeti altında
kalırlar.
II. Ana ve baba evli ise
Madde 336.- Evlilik
devam ettiği sürece ana ve baba velâyeti birlikte kullanırlar.
Ortak
hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, velâyeti eşlerden
birine verebilir.
Velâyet,
ana ve babadan birinin ölümü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine
bırakılan tarafa aittir.
III. Ana ve baba evli
değilse
Madde 337.- Ana ve
baba evli değilse velâyet anaya aittir.
Ana küçük,
kısıtlı veya ölmüş ya da velâyet kendisinden alınmışsa hâkim, çocuğun
menfaatine göre, vasi atar veya velâyeti babaya verir.
IV. Üvey çocuklar
Madde 338.- Eşler,
ergin olmayan üvey çocuklarına da özen ve ilgi göstermekle yükümlüdürler.
Kendi çocuğu üzerinde velâyeti kullanan eşe diğer
eş uygun bir şekilde yardımcı olur; durum ve koşullar zorunlu kıldığı ölçüde
çocuğun ihtiyaçları için onu temsil eder.
B. Velâyetin kapsamı
I. Genel olarak
Madde 339.- Ana ve
baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak
gerekli kararları alır ve uygularlar.
Çocuk, ana
ve babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür.
Ana ve
baba, olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanırlar; önemli
konularda olabildiğince onun düşüncesini göz önünde tutarlar.
Çocuk, ana
ve babasının rızası dışında evi terk edemez ve yasal sebep olmaksızın onlardan
alınamaz.
Çocuğun
adını ana ve babası koyar.
II. Eğitim
Madde 340.- Ana ve baba, çocuğu olanaklarına göre eğitirler ve onun
bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlar ve korurlar.
Ana ve baba
çocuğa, özellikle bedensel ve zihinsel özürlü olanlara, yetenek ve eğilimlerine
uygun düşecek ölçüde, genel ve meslekî bir eğitim sağlarlar.
III. Dinî eğitim
Madde 341.- Çocuğun
dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir.
Ana ve
babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir.
Ergin,
dinini seçmekte özgürdür.
IV. Çocuğun temsil edilmesi
Madde 342.- Ana ve
baba, velâyetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal
temsilcisidirler.
İyi niyetli
üçüncü kişiler, eşlerden her birinin diğerinin rızasıyla işlem yaptığını
varsayabilirler.
Vesayet
makamlarının iznine bağlı hususlar dışında kısıtlıların temsiline ilişkin
hükümler velâyetteki temsilde de uygulanır.
C. Çocuğun korunması
I. Koruma önlemleri
Madde 346.- Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde,
ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun
korunması için uygun önlemleri alır.
II. Çocukların
yerleştirilmesi
Madde 347.- Çocuğun
bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş
hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir
kuruma yerleştirebilir.
Çocuğun
aile içinde kalması ailenin huzurunu onlardan katlanmaları beklenemeyecek
derecede bozuyorsa ve durumun gereklerine göre başka çare de kalmamışsa, ana ve
baba veya çocuğun istemi üzerine hâkim aynı önlemleri alabilir.
Ana ve baba
ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu önlemlerin gerektirdiği giderler Devletçe
karşılanır.
Nafakaya
ilişkin hükümler saklıdır.
III. Velâyetin kaldırılması
1. Genel
olarak
Madde 348.- Çocuğun
korunmasına ilişkin diğer önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin
yetersiz olacağı önceden anlaşılırsa, hâkim aşağıdaki hâllerde velâyetin
kaldırılmasına karar verir:
1. Ana ve
babanın deneyimsizliği, hastalığı, özürlü olması, başka bir yerde bulunması
veya benzeri sebeplerden biriyle velâyet görevini gereği gibi yerine
getirememesi.
2. Ana ve
babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini ağır
biçimde savsaklaması.
Velâyet ana
ve babanın her ikisinden kaldırılırsa çocuğa bir vasi atanır.
Kararda
aksi belirtilmedikçe, velâyetin kaldırılması mevcut ve doğacak bütün çocukları
kapsar.
A. Nafaka yükümlüleri
Madde 364.- Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan
üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.
Kardeşlerin
nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.
Eş ile ana
ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.
B.2.5. 5187 Sayılı BASIN KANUNU
Kabul
Tarihi: 9/6/2004
Amaç ve kapsam
Madde 1- Bu Kanunun
amacı, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemektir.
Bu Kanun
basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar.
Yargıyı etkileme
Madde
19- Hazırlık soruşturmasının
başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına
kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme
işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan
kimse, iki milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para cezasıyla
cezalandırılır. Bu ceza, bölgesel süreli yayınlarda on milyar liradan, yaygın
süreli yayınlarda yirmi milyar liradan az olamaz.
Görülmekte
olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya
mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci
fıkrada yer alan cezalar uygulanır.
Cinsel saldırı, cinayet ve intihara özendirme
Madde
20- Cinsel saldırı, cinayet
ve intihar olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu
tür fiillere özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resim yayımlayanlar bir
milyar liradan yirmi milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu
ceza bölgesel süreli yayınlarda iki milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda on
milyar liradan az olamaz.
Bu madde ile cinsel saldırı, cinayet ve intihar
olayları hakkında habercilik sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere
özendirebilecek yayımların suç olduğu hüküm altına alınmıştır.
Kimliğin açıklanmaması
Madde 21- Süreli
yayınlarda;
a)
22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa göre evlenmeleri
yasaklanmış olan kimseler arasındaki cinsel ilişkiyle ilgili haberlerde bu
kişilerin,
b) 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza
Kanununun 414, 415, 416, 421, 423, 429, 430, 435 ve 436 ncı maddelerinde yazılı cürümlere ilişkin
haberlerde mağdurların,
c) On sekiz yaşından küçük olan suç faili veya
mağdurlarının,
Kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına
yol açacak şekilde yayın yapanlar bir milyar liradan yirmi milyar liraya kadar
ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda iki
milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda on milyar liradan az olamaz.
Bu madde ile Medeni Kanun ve Ceza Kanunundaki çeşitli
hükümlere ilişkin haberlerde ilgili kişi, suç faili18 yaşından küçük (çocuk)
olan ve mağdurların kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak
şekilde yayın yapanlara verilecek cezalar düzenlenmiştir.
İkinci fıkranın (b) bendinde geçen 765 sayılı
Türk Ceza Kanununun 414, 415, 416, 421, 423, 429, 430, 435 ve 436 ncı maddeleri
5271 sayılı TCK’nun “cinsel saldırı”
başlıklı 102., “çocukların cinsel istismarı” başlıklı 103., “reşit olmayanla
cinsel ilişki” başlıklı 104., “cinsel taciz” başlıklı 105., “kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma” başlıklı 109. ve fuhuş başlıklı 227. maddelerini
karşılamaktadır.
B.2.6.
4320 Sayılı AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN
Ailenin Korunması Kanunu 14.01.1998
tarihinde kabul edilerek, 17.01.1998 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.
Anayasa’nın 41inci maddesinde belirtildiği
gibi toplumun temelini aile oluşturmaktadır. Bireysellikten toplumsallığa
geçişin en küçük birimi olan ve karşılıklı rıza ile oluşan ailenin sağlıklı
yapılanması ve yürütülmesi toplumun varoluşunu ve yarınlara güçlü bir biçimde
uzanmasını doğrudan etkilemektedir. Ülkemizin büyükanne, büyükbaba, anne, baba
ve torunların birlikte yaşadığı geleneksel geniş aile sisteminden hızlı
sanayileşme ve buna paralel olarak şehirleşmeyle birlikte çekirdek aile tip
dediğimiz anne, baba ve çocuğun oluşturduğu dar aile tipine doğru yoğun bir
gidiş yaşanmıştır. Bugün içinde bulunulan zor ekonomik koşullar, sosyal ve
kavramsal kargaşalar, yorucu şehir hayatı aile bireyleri üzerinde psikolojik ve
sosyolojik rahatsızlıklara sebep olmaktadır.
İlk insanla birlikte ortaya çıkan şiddet
olgusu değişik türleri ve uygulanış biçimleriyle her zaman gündemde olmuştur.
Şiddetin aile yaşamı içerisinde, aileyi oluşturan bireyler arasında gerçekleşen
ve “aile
içi şiddet” adı altında “aile içinde bir bireyin diğer bir bireye
yönelik fiziki, sözel ve duygusal kötü davranışı” şeklinde tanımlanan
görüntüsü toplum için daha tehlikeli olmakta, toplumun en küçük birimi olan
aile içerisinde gerçekleşen şiddetin yol açtığı ve açacağı zararlar toplum
bünyesinde daha derin ve kalıcı izler bırakmaktadır.
Aile içi şiddetin zararları sadece toplum
açısından değil birey açısından da tehlikeli sonuçlar yaratmaktadır. Aile içi
şiddet, sevgi, şefkat ve merhamet göstermesi gereken bir kişi tarafından
uygulandığından, şiddete maruz kalan aile bireyinin ruhi yapısında hayatı
boyunca silinmesi zor izler bırakmaktadır. Aile içi şiddet olaylarına daha çok
anne ve çocukların maruz kaldığı yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Son yıllarda aile içi şiddet olayları
toplumumuzu sarsar boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün ailede yaşanan dayak,
işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir.
Bu itibarla Anayasa’nın 41 inci maddesinde
yer alan “Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” hükmü de göz önüne
alınarak aile içi şiddetten mağdur olan kadını ve çocukları koruyucu yasal
tedbirlerin alınması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Bu amaçla hazırlanan “Ailenin Korunmasına Dair
Kanun Tasarısıyla”, ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere, İrlanda ve Norveç
gibi ülkelerde uygulanan, şiddete uğrama ihtimali bulunan kadınların
mahkemelere başvurarak koruma emri alabilmelerini sağlayacak hükümler Türk
hukuk sistemine dahil edilmektedir. ( Kanun Gerekçesi)
4320 sayılı
Kanun ile Türk Medeni Kanununun öngördüğü tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya
çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile
içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının
bildirmesi durumunda, Aile Mahkemesi Hâkiminin(1) re’sen sorunun mahiyetini göz
önünde bulundurarak Kanunun 1. maddesinde sayılan tedbirlerden bir ya da bir
kaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başkaca tedbirlere hükmedebileceği
hüküm altına alınmıştır. (Madde1/1)
Kanunun 1. maddesine göre Aile Mahkemesi
Hâkiminin hükmedebileceği tedbirler şunlardır:
“Kusurlu eşin;
a) Diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı
altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik
davranışlarda bulunmaması,
b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin
diğer eşe ve varsa çocuklara tahsisi ile diğer eş ve çocukların oturmakta
olduğu eve veya iş yerlerine yaklaşmaması,
c) Diğer eşin, çocukların veya aynı çatı
altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,
d) Diğer eşi, çocukları veya aynı çatı
altında yaşan aile bireylerini iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi,
e) Varsa silâh ve benzeri araçlarını
zabıtaya teslim etmesi,
f) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir
madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri
kullanmaması.”
Yukarıdaki hükümlerin tatbiki maksadıyla
öngörülen süre altı ayı geçemez ve kararda hükm olunan tedbirlere aykırı
davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti cezaya hükmedileceği hususu
kusurlu eşe ihtar olunur.
___________________
(1) Bu fıkrada geçen “Sulh Hukuk Hâkimi”
ibaresi, 9/1/2003 tarihli ve 4787 sayılı Kanunla “Aile Mahkemesi Hâkimi” olarak
değiştirilmiş ve metne işlenmiştir.
Hâkim bu konuda mağdurların yaşam
düzeylerini göz önünde bulundurarak tedbir nafakasına hükmeder.
Birinci fıkra hükmüne göre yapılan
başvurular harca tâbi değildir.
4320 sayılı Kanunun 2. maddesi hükmüne göre;
Koruma kararının bir örneği mahkemece
Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma
kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izler.
Koruma kararına uyulmaması halinde zabıta,
mağdurların şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re’sen soruşturma
yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir.
Cumhuriyet başsavcılığı koruma kararına
uymayan eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar. Bu davanın
duruşması yer ve zaman kaybına bakılmaksızın 3005 sayılı Meşhut Suçların
Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılır.
4320 sayılı Kanunun uygulamasından doğan bazı
aksaklıklar gözetilerek Adalet Bakanlığı tarafından çeşitli genelgeler
yayımlanmıştır.
*- 4320 sayılı yasanın uygulanması yönündeki
istatistiksel bilgiler Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün Adalet
İstatistikleri Yıllığı 2003, 2004 Kitapçığı kapsamında rapor ekinde
sunulmuştur.
B.2.7. 4787 Sayılı AİLE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ,
GÖREV VE
YARGILAMA USULLERİNE DAİRÊ KANUN
18/1/2003 tarih ve 24997 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanıp yürürlüğe giren 4787 s. Kanunun amacı aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemek olup, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek
üzere kurulan aile mahkemelerine dair hükümleri kapsar. (madde 1)
Aile mahkemelerinin 2. maddede ayrıntıları belirtildiği üzere, her ilde ve
merkez nüfusu yüz binin üzerindeki her ilçede, tek hâkimli ve asliye mahkemesi
derecesinde olmak üzere kurulur.
Kanunun 3.
maddesi doğrultusunda, Aile
mahkemelerine, tercihen evli ve çocuk sahibi, otuz yaşını doldurmuş ve aile
hukuku alanında lisansüstü eğitim yapmış olan hâkimler arasından atama yapılır.
Aile Mahkemelerinin görevlerini 4. madde
kapsamında şöyle sıralamak mümkündür:
1. 4721
sayılı Türk Medenî Kanununun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile
Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile
hukukundan doğan dava ve işler,
2. 2675
sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna göre aile
hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizi,
3.
Kanunlarla verilen diğer görevler.
4. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair
Kanunda öngörülmüş önlemlerden bir ya da birkaçını içeren koruma kararını
almak.
Bunların yanında Kanunun “Koruyucu, eğitici ve
sosyal önlemler” başlıklı 6. maddesinde belirtilen yetişkinler ve küçükler
hakkındaki eğitici ve sosyal amaçlı koruma önlemlerini alma görevi de
sayılabilir.
Gerçekten
de 6. madde hükmüne göre Aile
mahkemesi;
“…diğer
kanunlardaki hükümler saklı kalmak üzere görev alanına giren konularda:
1. Yetişkinler hakkında;
a) Evlilik
birliğinden doğan yükümlülükleri konusunda eşleri uyararak, gerektiğinde
uzlaştırmaya,
b) Ailenin
ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan malî
yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin gerekli önlemleri almaya,
c) Resmî
veya özel sağlık veya sosyal hizmet kurumlarına, huzur evlerine veya benzeri
yerlere yerleştirmeye,
d) Bir meslek edinme kursuna veya uygun
görülecek bir eğitim kurumuna vermeye,
2. Küçükler hakkında;
a) Bakım ve
gözetime yönelik nafaka yükümlülüğü konusunda gerekli önlemleri almaya,
b) Bedensel
ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunan veya manen terk edilmiş halde kalan
küçüğü, ana ve babadan alarak bir aile yanına veya resmî ya da özel sağlık
kurumuna veya eğitimi güç çocuklara mahsus kuruma yerleştirmeye,
c) Çocuk
mallarının yönetimi ve korunmasına ilişkin önlemleri almaya,ÊÊ
d) Genel ve
katma bütçeli daireler, mahallî idareler, kamu iktisadî teşebbüsleri ve
bankalar tarafından kurulmuş teşekkül, müessese veya işletmelere veya benzeri
işyerlerine yahut meslek sahibi birinin yanına yerleştirmeye,
Karar
verebilir.Ê
Aile Mahkemesince verilen bu kararların takip ve
yerine getirilmesinde 5 inci maddeye göre atanan uzmanlardan biri veya birkaçı
görevlendirilebilir. Bu kararlara uyulmaması halinde Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununun 113/A maddesi uygulanır.”
HUMK Madde 113/A - (Ek: 30/4/1973 - 1711/2
md.)
İhtiyati tedbir kararının uygulanması dolayısıyla verilen
emre uymayan veya o yolda alınmış tedbire aykırı davranışta bulunan kimse
eylemi T. C. K. Na göre daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, ait
olduğu ceza mahkemesince bir aydan altı aya kadar hapisle cezalandırılır.)
Kanunun “Aile Mahkemeleri bünyesinde bulunan
uzmanlar” başlıklı 5. maddesine göre;
“Her aile
mahkemesine,
1. Davanın
esasına girilmeden önce veya davanın görülmesi sırasında, mahkemece istenen
konular hakkında taraflar arasındaki uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma
ve inceleme yapmak ve sonucunu bildirmek,
2.
Mahkemenin gerekli gördüğü hallerde duruşmada hazır bulunmak, istenilen
konularla ilgili çalışmalar yapmak ve görüş bildirmek,
3.
Mahkemece verilecek diğer görevleri yapmak,
Üzere
Adalet Bakanlığınca, tercihen; evli ve çocuk sahibi, otuz yaşını doldurmuş ve
aile sorunları alanında lisansüstü eğitim yapmış olanlar arasından, birer psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı
atanır.
Bu
görevlilerin bulunmaması, iş durumlarının müsait olmaması veya görevin bunlar
tarafından yapılmasında hukukî veya fiilî herhangi bir engel bulunması ya da
başka bir uzmanlık dalına ihtiyaç duyulması hallerinde, diğer kamu kurum ve
kuruluşlarında çalışanlar veya serbest meslek icra edenlerden yararlanılır…”
Kanunun 7. maddesine göre; “Aile mahkemeleri, önlerine gelen dava ve işlerin
özelliklerine göre, esasa girmeden önce, aile içindeki karşılıklı sevgi, saygı
ve hoşgörünün korunması bakımından eşlerin ve çocukların karşı karşıya
oldukları sorunları tespit ederek bunların sulh yoluyla çözümünü, gerektiğinde
uzmanlardan da yararlanarak teşvik eder. Sulh sağlanamadığı takdirde
yargılamaya devam olunarak esas hakkında karar verilir…”
Anılan 7. madde ile Medeni Usul Hukukumuza ilk
kez sulh müessesesi girmiştir. Birinci fıkra ile hâkime, önüne gelen dava ve
işlerde, esasa girmeden önce, uyuşmazlıkları, tarafları sulha teşvik etmek suretiyle çözmek görevi
verilmiştir.
Aile Mahkemelerinin Türkiye genelinde dağılımı aşağıda
sunulmuştur.
Tablo: 4. Türkiye’de
faaliyette olan 150 Aile Mahkemesinin İllere Göre Dağılımı
Türkiye
Adalet Akademisi tarafından 2005 yılı içerisinde aile mahkemesi hâkimlerine
yönelik düzenlenen hizmet içi eğitim programına bir göz atmak gerekirse;
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 11.01.2005 tarih ve 1
sayılı kararı ile;
24-28 Ocak 2005 tarihlerinde 20 kişi
07-11 Şubat 2005 tarihlerinde 20 kişi
21-25 Şubat 2005 tarihlerinde 20 kişi
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 22.12.2005 tarih ve
896 sayılı kararı ile;
26-30 Aralık tarihlerinde 16 kişi
*- 4787 sayılı yasanın uygulanması yönündeki
istatistiksel bilgiler Adli Sicil ve
İstatistik Genel Müdürlüğünün Adalet İstatistikleri Yıllığı 2003, 2004
Kitapçığı kapsamında rapor ekinde sunulmuştur.
B.2.8.
5395 sayılı ÇOCUK KORUMA KANUNU
03/07/2005
tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunuyla (R.G: 15/7/2005-25876); özel
korunma ihtiyacı olan veya kanunla ihtilafa düşen çocukların korunmasını,
haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasını, toplumun adalet ve
güvenlik ihtiyacının karşılanmasını hedefleyen çocuk adalet sisteminin esas ve
usullerini düzenlemek ve özel korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak
tedbirler ile kanunla ihtilafa düşen çocuklar hakkında hüküm olunacak
tedbirlerin usul, esas ve uygulanmasına dair ve çocuk mahkemelerinin kuruluşu,
görev ve yetkileri ile yargılama usullerinin düzenlenmesi amaçlanmaktadır.
5395 sayılı Kanunun 3. maddesi kapsamında;
Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, on
sekiz yaşını doldurmamış kişiyi; bu kapsamda,
Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel,
ahlâki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal
veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu,
Suça sürüklenen çocuk: Kanunlarda suç olarak
tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma
yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen
çocuğu,
ifade eder.
Kanunun Temel ilkeler başlıklı 4. maddesine
göre;
“(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun
haklarının korunması amacıyla;
a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve
katılım haklarının güvence altına alınması,
b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,
c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle
ayrımcılığa tâbi tutulmaması,
d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek
suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,
e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu
kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,
f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve
süratli bir usûl izlenmesi,
g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde
çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,
h) Kararların alınmasında ve
uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini,
kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi,
i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı
tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,
j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım
ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve
uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,
k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir
kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,
l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde,
yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından
belirlenememesine yönelik önlemler alınması,
İlkeleri gözetilir.”
Kanunun “Koruyucu ve destekleyici tedbirler”
başlıklı 5. maddesinde alınacak koruyucu ve destekleyici tedbirlerin neler olduğu
aşağıdaki şekilde ayrıntılı olarak belirlenmiştir;
“ (1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler,
çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik
danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak
tedbirlerdir. Bunlardan;
a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından
sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve
gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye,
b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim
kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla
bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın
yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine,
c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından
sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi
hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden
yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine,
d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve
ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî
bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların
tedavilerinin yapılmasına,
e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan
çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma
yeri sağlamaya,
Yönelik tedbirdir.
(2) Hakkında, birinci fıkranın (e)
bendinde tanımlanan barınma tedbiri uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde
kimlikleri ve adresleri gizli tutulur.
(3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti
ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve
gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf
edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın
uygulanmasında, çocuk hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine
de karar verilebilir.”
Kanunun “Kuruma başvuru” başlıklı 6. maddesinde,
“ (1) Adlî ve idarî merciler, kolluk
görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma
ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle
yükümlüdür. Çocuk ile çocuğun bakımından sorumlu kimseler çocuğun korunma
altına alınması amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna
başvurabilir.
(2) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu kendisine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl
yapar.”
hükmü yer almaktadır.
“Koruyucu ve destekleyici tedbir kararı
alınması” başlıklı 7. maddede;
(1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı;
çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya
re’sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.
(2) Tedbir kararı verilmeden önce çocuk
hakkında sosyal inceleme yaptırılabilir.
(3) Tedbirin türü kararda gösterilir. Bir
veya birden fazla tedbire karar verilebilir.
(4) Hâkim, hakkında koruyucu ve
destekleyici tedbire karar verdiği çocuğun denetim altına alınmasına da karar
verebilir.
(5) Hâkim, çocuğun gelişimini göz önünde
bulundurarak koruyucu ve destekleyici tedbirin kaldırılmasına veya
değiştirilmesine karar verebilir. Bu karar acele hâllerde, çocuğun bulunduğu
yer hâkimi tarafından da verilebilir. Ancak bu durumda karar, önceki kararı
alan hâkim veya mahkemeye bildirilir.
(6) Tedbirin uygulanması, on sekiz yaşın
doldurulmasıyla kendiliğinden sona erer. Ancak hâkim, eğitim ve öğrenimine
devam edebilmesi için ve rızası alınmak suretiyle tedbirin uygulanmasına belli
bir süre daha devam edilmesine karar verebilir.
(7) Mahkeme, korunma ihtiyacı olan çocuk
hakkında, koruyucu ve destekleyici tedbir kararının yanında 22.11.2001 tarihli
ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre velayet, vesayet, kayyım,
nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında da karar vermeye yetkilidir.
hükmü yer almaktadır.
Kanunun 8. maddesinde tedbirlerde yetki durumu
düzenlenerek;
“ (1) Korunma ihtiyacı olan çocuklar
hakkında koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun menfaatleri bakımından
kendisinin, ana, baba, vasisi veya birlikte yaşadığı kimselerin bulunduğu
yerdeki çocuk hâkimince alınır.
(2) Tedbir kararlarının uygulanması,
kararı veren hâkim veya mahkemece en geç üçer aylık sürelerle incelettirilir.
(3) Hâkim veya mahkeme; denetim memurları,
çocuğun velisi, vasisi, bakım ve gözetimini üstlenen kimselerin, tedbir
kararını yerine getiren kişi ve kuruluşun temsilcisi ile Cumhuriyet savcısının
talebi üzerine veya re’sen çocuğa uygulanan tedbirin sonuçlarını inceleyerek
kaldırabilir, süresini uzatabilir veya değiştirebilir. ”
hükmüne yer verilmiştir.
Acil korunma kararı alınması başlıklı 9. madde
hükmüne göre;
“ (1) Derhâl korunma altına alınmasını
gerektiren bir durumun varlığı hâlinde çocuk, Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu tarafından bakım ve gözetim altına alındıktan sonra acil
korunma kararının alınması için Kurum tarafından çocuğun Kuruma geldiği
tarihten itibaren en geç beş gün içinde çocuk hâkimine müracaat edilir. Hâkim
tarafından, üç gün içinde talep hakkında karar verilir. Hâkim, çocuğun
bulunduğu yerin gizli tutulmasına ve gerektiğinde kişisel ilişkinin tesisine
karar verebilir.
(2) Acil korunma kararı en fazla otuz
günlük süre ile sınırlı olmak üzere verilebilir. Bu süre içinde Kurumca çocuk
hakkında sosyal inceleme yapılır. Kurum, yaptığı inceleme sonucunda, tedbir
kararı alınmasının gerekmediği sonucuna varırsa bu yöndeki görüşünü ve
sağlayacağı hizmetleri hâkime bildirir. Çocuğun, ailesine teslim edilip
edilmeyeceğine veya uygun görülen başkaca bir tedbire hâkim tarafından karar
verilir.
(3) Kurum, çocuk hakkında tedbir kararı
alınması gerektiği sonucuna varırsa hâkimden koruyucu ve destekleyici tedbir
kararı verilmesini talep eder.”
Bakım ve barınma kararlarının yerine getirilmesi
başlıklı 10 maddesine göre;
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
tarafından, kendisine intikal eden olaylarda gerekli önlemlerin derhâl alınarak
çocuk, resmî veya özel kuruluşlara yerleştirileceği belirtilmiştir.
Çocuğun nakli başlıklı 18. maddeye göre;
Çocuklara zincir, kelepçe ve benzeri aletler takılamaz. Ancak; zorunlu hâllerde
çocuğun kaçmasını, kendisinin veya başkalarının hayat veya beden bütünlükleri
bakımından doğabilecek tehlikeleri önlemek için kolluk tarafından gerekli önlem
alınabilir.
Kamu davasının açılmasının ertelenmesi başlıklı
19. maddesine göre;
Fiil için kanunda öngörülen cezanın üst
sınırı üç aydan fazla ve iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını veya
adlî para cezasını gerektirir ise, Cumhuriyet savcısı tarafından deliller
toplandıktan sonra şüpheli hakkında açılacak kamu davası;
a) Çocuğun daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmamış bulunması,
b) Yapılan soruşturmanın, kamu davası
açılmasının ertelenmesi hâlinde şüphelinin suç işlemekten çekineceği kanaatini
vermesi,
c) Kamu davası açılmasının ertelenmesinin,
şüpheli ve toplum açısından kamu davası açılmasından daha yararlı olması,
d) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya
kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin
suretiyle tamamen giderilmesi,
Koşullarının birlikte gerçekleşmesi
hâlinde, beş yıl süreyle ertelenebilir. Bu fıkranın (d) bendindeki koşul
çocuğun ailesinin veya kendisinin ekonomik durumunun elverişli olmaması hâlinde
aranmayabilir.
Ê (2) Kamu davasının açılmasının
ertelenmesine ilişkin kararın uygulanması, çocuk hâkiminin onamasına bağlıdır.
Bu husustaki karar beş gün içinde verilir.
(3) Erteleme süresi içinde işlediği
kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olmadığı takdirde, kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilir. Erteleme süresi içinde işlediği kasıtlı bir suçtan
dolayı hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kamu davası açılır. Erteleme süresince
zamanaşımı işlemez.
(4) Kamu davasının açılmasının
ertelenmesine ilişkin kararlar, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu
kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet
savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi hâlinde, bu maddede belirtilen
amaç için kullanılabilir.
(5) Fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmamış çocuk
bakımından, birinci fıkrada öngörülen hapis cezasının üst sınırı üç yıl (üç yıl
dâhil) olarak uygulanır.
“Tutuklama yasağı” başlıklı 21. maddesine göre;
Onbeş yaşını doldurmamış çocuklar hakkında üst
sınırı beş yılı aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerinden dolayı tutuklama
kararı verilemez.
“Duruşma” başlıklı 22. maddesine göre;
Çocuk, velisi, vasisi, mahkemece
görevlendirilmiş sosyal çalışma görevlisi, çocuğun bakımını üstlenen aile ve
kurumda bakılıyorsa kurumun temsilcisi duruşmada hazır bulunabilir.
Mahkeme veya hâkim, çocuğun sorgusu veya çocuk
hakkındaki diğer işlemler sırasında çocuğun yanında sosyal çalışma görevlisi
bulundurabilir.
Duruşmalarda hazır bulunan çocuk, yararı
gerektirdiği takdirde duruşma salonundan çıkarılabileceği gibi sorgusu yapılmış
çocuğun duruşmada hazır bulundurulmasına da gerek görülmeyebilir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması başlıklı
23. maddesine göre;
Çocuğa yüklenen suçtan dolayı yapılan
yargılama sonunda belirlenen ceza, en çok üç yıla kadar (üç yıl dâhil) hapis
veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebileceği ve bunun koşulları düzenlenmiştir.
Uzlaşma başlıklı 24. madde hükmüne göre;
Suça sürüklenen çocuklarla ilgili olarak
uzlaşma, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan veya kasten
işlenen ve alt sınırı iki yılı aşmayan hapis veya adlî para cezasını gerektiren
ya da taksirle işlenen suçlarda uygulanır.
Suç tarihinde on beş yaşını doldurmayan
çocuklar bakımından, birinci fıkrada öngörülen hapis cezasının alt sınırı üç
yıl olarak uygulanır.
Mahkemelerin kuruluşu başlıklı 25. maddeye göre;
Çocuk mahkemesi, tek hâkimden oluşur. Bu
mahkemeler her il merkezinde kurulur. Ayrıca, bölgelerin coğrafi durumları ve
iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak kurulabilir. İş durumunun gerekli
kıldığı yerlerde çocuk mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu
daireler numaralandırılır. Çocuk mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet
savcısı bulunmaz. Mahkemelerin bulunduğu yerlerdeki Cumhuriyet
savcıları, çocuk mahkemeleri kararlarına karşı kanun yoluna başvurabilirler.
Çocuk ağır ceza mahkemelerinde bir başkan
ile yeteri kadar üye bulunur ve mahkeme bir başkan ve iki üye ile toplanır. Bu
mahkemeler bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak
belirlenen yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü
alınarak kurulur. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde çocuk ağır ceza
mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır.
Halen 40 kurulu 33’ü faaliyette Çocuk Mahkemesi,
19 kurulu 13’ü faaliyette Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi bulunmaktadır.
“Cumhuriyet savcılığı çocuk bürosu” başlıklı 29.
maddeye göre;
“Cumhuriyet başsavcılıklarında bir çocuk
bürosu kurulur. Cumhuriyet başsavcısınca 28 inci maddenin birinci fıkrasında
öngörülen nitelikleri haiz olanlar arasından yeterli sayıda Cumhuriyet savcısı,
bu büroda görevlendirilir.”
Çocuk bürosunun görevleri 30. maddede şöyle
sıralanmıştır;
(1) Çocuk bürosunun görevleri;
“a) Suça sürüklenen çocuklar hakkındaki
soruşturma işlemlerini yürütmek,
b) Çocuklar hakkında tedbir alınması
gereken durumlarda, gecikmeksizin tedbir alınmasını sağlamak,
c) Korunma ihtiyacı olan, suç mağduru veya
suça sürüklenen çocuklardan yardıma, eğitime, işe, barınmaya ihtiyacı olan veya
uyum güçlüğü çekenlere ihtiyaç duydukları destek hizmetlerini sağlamak üzere,
ilgili kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği
içinde çalışmak, bu gibi durumları çocukları korumakla görevli kurum ve kuruluşlara
bildirmek,
d) Bu Kanunla ve diğer kanunlarla verilen
görevleri yerine getirmektir.
(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde,
bu görevler çocuk bürosunda görevli olmayan Cumhuriyet savcıları tarafından da
yerine getirilebilir.”
Kolluğun çocuk birimi Kanunun 31. maddesinde
düzenlenmiştir;
“ (1) Çocuklarla ilgili kolluk görevi,
öncelikle kolluğun çocuk birimleri tarafından yerine getirilir.
(2) Kolluğun çocuk birimi, korunma
ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocuklar hakkında işleme başlandığında durumu,
çocuğun veli veya vasisine veya çocuğun bakımını üstlenen kimseye, baroya ve
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna, çocuk resmî bir kurumda kalıyorsa
ayrıca kurum temsilcisine bildirir. Ancak, çocuğu suça azmettirdiğinden veya
istismar ettiğinden şüphelenilen yakınlarına bilgi verilmez.
(3) Çocuk, kollukta bulunduğu sırada
yanında yakınlarından birinin bulunmasına imkân sağlanır.
(4) Kolluğun çocuk birimlerindeki
personeline, kendi kurumları tarafından çocuk hukuku, çocuk suçluluğunun
önlenmesi, çocuk gelişimi ve psikolojisi, sosyal hizmet gibi konularda eğitim
verilir.
(5) Çocuğun korunma ihtiyacı içinde
bulunduğunun bildirimi ya da tespiti veya hakkında acil korunma kararı almak
için beklemenin, çocuğun yararına aykırı olacağını gösteren nedenlerin varlığı
hâlinde kolluğun çocuk birimi, durumun gerektirdiği önlemleri almak suretiyle
çocuğun güvenliğini sağlar ve mümkün olan en kısa sürede Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumuna teslim eder.”
B.2. 9. 5402 sayılı DENETİMLİ SERBESTLİK VE YARDIM
MERKEZLERİ İLE KORUMA KURULLARI KANUNU
03/07/2005
tarihli ve 5402 sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma
Kurulları Kanunu
(R.G: 20/7/2005-25881) ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza Güvenlik ve
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 104. maddesinde cezaları ertelenen, salıverilen
veya haklarında hapis cezası dışında herhangi bir tedbire hükmedilen
hükümlülerin toplum içinde izlenmesi, iyileştirilmesi, psiko-sosyal
problemlerinin çözülmesi, salıverme sonrası korunması ve yargılanan kişiler
hakkında sosyal araştırma raporlarının düzenlenmesi ve mağdurun korunması gibi
görevleri yerine getirmek üzere denetimli serbestlik ve yardım merkezleri
kurulması, salıverme sonrasında hükümlülere iş sağlanması için koruma
kurullarının kuruluşu, çalışma yöntemi ve esaslarının ilgili Kanunda
düzenleneceği belirtildiğinden, Kanun gereğince oluşturulması gerekli kurullar
ile yardım merkezlerinin Kanunun yürürlüğe giriş tarihi itibariyle işleyişini
sağlayacak düzenlemeler yapılması amaçlanmaktadır.)
Kanunun “Şube müdürlüğünün görevleri” başlıklı
11. maddesinde,
Çocuk mahkemeleri ile aile mahkemelerine
denetimli serbestlik, yardım ve koruma hizmetleri alanında gözetim esaslarına
göre yardımda bulunmak, Şube müdürlüğünün
görevleri arasında sayılmıştır.
“Soruşturma evresindeki görevler” başlıklı 12.
maddesine göre;
Şube müdürlüğünün soruşturma evresindeki
görevleri şunlardır:
a) 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
109 uncu maddesine göre adlî kontrol altına alınan şüphelilerle ilgili olarak,
kararda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin çalışmaları
yürütmek.
b) Cumhuriyet başsavcılığınca gerekli
görüldüğünde, şüpheli hakkında sosyal araştırma raporu düzenleyip sunmak.
c) Suçtan zarar gören kişilerin karşılaştıkları
psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde danışmanlık yapmak ve bu kişilere
yardımcı olmak.
d) İstek hâlinde şüpheliye psiko-sosyal
danışmanlık yapmak.
“Kovuşturma evresindeki görevler” başlıklı 13.
maddesine göre;
Şube müdürlüğünün kovuşturma evresindeki
görevleri şunlardır:
a) 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
109 uncu maddesine göre adlî kontrol altındaki sanıklarla ilgili olarak,
kararda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin çalışmaları
yürütmek.
b) Karar öncesinde mahkeme veya hâkimin isteği
üzerine; sanığın geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal ve ekonomik
durumu, ruhsal ve psikolojik durumu, topluma ve mağdura karşı taşıdığı risk
hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak.
c) Suçtan zarar gören kişilerin karşılaştıkları
psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde danışmanlık yapmak ve bu kişilere
yardımcı olmak.
d) İstek hâlinde sanığa psiko-sosyal danışmanlık
yapmak.
“Koruma kurullarının görevleri”başlıklı 17.
maddesine göre;
(1) Koruma kurullarının görevleri şunlardır:
a) Şube müdürlüklerinden iletilen suçtan zarar
gören kişilerin karşılaştıkları sosyal ve ekonomik sorunların çözümü ile ceza
infaz kurumlarından salıverilen hükümlülerin meslek veya sanat edinmelerinde,
iş bulmalarında, sanat sahibi olanlar ile tarım işletmeciliği yapmak
isteyenlere araç ve kredi sağlanmasında, işyeri açmak isteyenlere yardım
edilmesinde ve karşılaştıkları diğer güçlüklerin çözümünde yardımcı olmak,
çocuk ve genç hükümlülerin öğrenimlerine devam etmelerini sağlamak, diğer
hükümlülere bu konuda yardımcı olmak.
B.210 2828 Sayılı SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK
ESİRGEME KURUMU KANUNU
Ê24/5/1983 Tarihinde kabul edilen ve
27/5/1983 tarih ve 18059 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanıp yürürlüğe giren
2828 sayılı SHÇEK’nun 1. maddesiyle belirlendiği üzere, bu Kanunun amacı;
korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, özürlü, yaşlı ve diğer
kişilere götürülen sosyal hizmetlere ve bu hizmetleri yürütmek üzere kurulan
teşkilatın kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklar ile faaliyet ve gelirlerine
ait esas ve usulleri düzenlemektir.
Bu Kanun, sosyal hizmetlerle ilgili tüm
kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek kişileri ve özel hukuk tüzel kişilerini,
sosyal hizmet kurum ve kuruluşlarında çalışan personeli, sosyal hizmetlerden
faydalananları ve faydalanacak durumda olanları kapsar.(Madde 2)
2828 sayılı
Kanunun 1. ve 2. maddelerinde belirlenmiş olan amaç ve kapsam gözetilerek
Yasanın işleyişine ve getirmiş olduğu kurumlara ilişkin ayrıntılı düzenlemeler
yer almakla beraber, uygulamada yaşanılan sorunlar da gözetilerek yasal
değişiklik yapılması yönünde çalışmalar halen devam etmektedir.
B.2.11. 5275 sayılı CEZA
ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI
HAKKINDA KANUN
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren,
13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’da6 (CGİHK) kadınlar lehine aşağıdaki düzenlemelere yer verilmiştir.
Şöyle ki:
a- İnfazda Ayrımcılık
Yasağı
“İnfazda
temel ilke” başlıklı CGTİHK’nun 2. maddesinin birinci fıkrasında “Ceza
ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin hükümlerin ırk, dil, din, mezhep,
milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve
siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer
toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiç kimseye ayrıcalık
tanınmaksızın uygulanır” şeklindeki düzenlemesi ile infazda ayırımcılık
yasaklanarak, başlıktan da anlaşılacağı üzere, kadınlara cinsiyetinden dolayı
ayırımcılık yapılamayacağına dair infaz hukukunun temel ilkesi ortaya
konmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrası ile ceza ve
güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur
kırıcı davranışlarda bulunulamayacağı da temel ilke olarak belirlenmiştir..
b- Kadın Kapalı Ceza
İnfaz Kurumları
CGTİHK’nun 10. maddesinin birinci
fıkrasında, kadın hükümlülerin hapis cezalarının infaz edileceği kadın kapalı
ceza infaz kurumlarının kurulması ve bu kurumların iç güvenlik görevlilerinin
kadınlardan oluşması öngörülmüştür. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, kadın
kapalı ceza infaz kurumlarının ihtiyacı karşılama bakımından yetersiz olması
halinde, kadın hükümlülerin hapis cezalarının diğer kurumların erkek
hükümlülerinin kaldığı bölümleriyle bağlantısı olmayan bölümlerinde infaz
edileceği düzenlenmektedir.
c- Kadın Açık Ceza İnfaz
Kurumları
CGTİHK’nun 14. maddenin birinci
fıkrasında, ihtiyaca göre kadın açık ceza infaz kurumlarının kurulabileceği
belirtilmektedir.
d- Gebe Olan ve Doğum
Yapan Kadınların Cezasının İnfazı
CGTİHK’nun “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” başlıklı
16. maddesinin dördüncü fıkrasının “Hapis
cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş
bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka
birine verilmiş olursa doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur”.
şeklindeki hükmü ile kadınlara özel gebelik ve doğum nedenler ile hapis
cezasının infazının ertelenebileceği düzenlenmiştir.
e- Hükümlü Kadının ve
Bakıma Muhtaç Çocuğunun Barındırılması ve Beslenmesi
CGTİHK’nun “Hükümlünün bakıma muhtaç çocuklarının barındırılması ve beslenmesi” başlıklı
65. maddesinin;
l birinci fıkrasında, anneleri hükümlü olan ve dışarıda
korumasına bırakılacağı kimsesi bulunmayan sıfır-altı yaş grubundaki çocukların
anaları yanında kalabileceği ve bu çocukların gündüzleri ceza infaz kurumu
bünyesindeki veya Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu veya diğer kurum ve
kuruluşlara ait kreş ve gündüz bakımevlerinde barındırılacağı,
l ikinci fıkrasında, analarının yanında kalan çocuklara, yaş
ve durumlarına ve ihtiyaçlarına göre yiyecek ve içecek verileceği,
l üçüncü fıkrasında,
üç yaşını doldurmuş çocukların, hâkim kararıyla çocuk yuvalarına veya
yetiştirme yurtlarına yerleştirilebileceği ve bu çocukların belirlenecek bir
program ve usule göre zaman zaman analarıyla temaslarının sağlanacağı,
“Hükümlünün
beslenmesi” başlıklı 72. maddenin dördüncü fıkrasında, ceza infaz
kurumlarında annesiyle birlikte kalan çocuklara ve süt emziren annelere
durumlarına uygun gıda verilmesi hususları düzenlenmektedir.
f- Konutta İnfaz
Özel infaz usullerini düzenleyen 110.
maddenin ikinci fıkrasında, kadın hükümlülerin mahkûm oldukları altı ay veya
daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine karar verilebileceği
belirtilmektedir.
g- Kadın Tutukevleri
“Tutuklama
kararının yerine getirildiği kurumlar” başlıklı 111. maddenin üçüncü
fıkrasında, kadın tutukevlerinin müstakil olarak kurulabileceği, müstakil
tutukevlerinde veya maddî olanak bulunmadığı hallerde kapalı ceza infaz
kurumlarının tutuklulara ayrılan bölümlerinde, tutuklunun kadın olması da
gözetilerek kadınların ayrı yerlerde barındırılacağı düzenlenmektedir.
B.2.2 1739 sayılı MİLLÎ EĞİTİM TEMEL KANUNU
1739 sayılı
Kanunun “Genellik ve eşitlik” başlıklı 4. maddesinde, Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı gözetilmeksizin
herkese açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamayacağı hükmü Türk Millî Eğitiminin temel ilkeleri arasında yer
almıştır.
“Eğitim hakkı” başlıklı 7. maddeye göre;
“İlköğretim
görmek her Türk vatandaşının hakkıdır.
İlköğretim
kurumlarından sonraki eğitim kurumlarından vatandaşlar ilgi, istidat ve
kabiliyetleri ölçüsünde yararlanırlar.”
Yine kanunun “Fırsat ve imkân eşitliği”başlıklı
8. maddesine göre;
Eğitimde
kadın, erkek herkese fırsat ve imkân eşitliği sağlanır.
Maddî
imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin en yüksek eğitim kademelerine kadar
öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla parasız yatılılık, burs, kredi ve başka
yollarla gerekli yardımlar yapılır.
Özel
eğitime ve korunmaya muhtaç çocukları yetiştirmek için özel tedbirler alınır.
B.2.13. 5393 Sayılı BELEDİYE KANUNU
03/07/2005 tarihinde kabul edilen ve
13/07/2005 tarih ve 25874 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren
5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin
Görev, Yetki ve Sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde, Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu
50.000’i geçen belediyelerin, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri
açacakları hüküm altına alınmıştır.
Diğer mevzuat hükümleri
- Radyo ve Televizyon Kanallarının
Kurulması ve Yayın Yapmasına ilişkin 3984 sayılı Kanunun 4. maddesi ırk,
cinsiyet, sosyal sınıf ve dini inançları aşağılayıcı, şiddet, terör, etnik
ayrımcılığı körükleyici yayın yapılamayacağına dair düzenleme gerektirmektedir.
- Radyo ve
televizyon yayınları konusunda 3984 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin herhangi
bir azınlık grubuna yöneltilmiş nefret içeren bütün konuşmalara uygulanması; 3
Ağustos 2002 tarih
4771 sayılı Kanunla (3. Uyum) Radyo
ve Televizyon Yayınlarına İlişkin Kanunda yapılan değişiklikle“yayınların şiddet kullanımını özendirici
veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması” hükmü
getirilmiştir.
-“İl ve
İlçe İnsan Hakları Kurullarının Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları Hakkında
Yönetmelik
23 Kasım 2003 tarihli ve 25298 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Söz konusu
Yönetmelikle İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları yeniden yapılandırılmıştır. Kasım 2003’te yapılan değişiklikle
getirilen yeniliklerden birisi, “Ayrımcılığın her türünün önlenmesi için
gerekli çalışmaları yürütme” görevinin İl ve İlçe İnsan Hakları
Kurullarının görevleri arasına eklenmesidir. Ayrıca Türkiye genelinde il ve
ilçe merkezlerinde bulunan her bir kurulun bünyesinde “İnsan Hakları Danışma ve Başvuru
Masası” oluşturulmuştur. İnsan Hakları Başkanlığı tarafından
geliştirilen ve 2004 yılı Ocak ayı
başından itibaren tüm başvuru masalarında bulundurulan “İnsan Hakları İhlal İddiası Bireysel Başvuru Formu”nda ayrımcılık
yasağına ilişkin başvurular da ayrıca belirtilmek suretiyle, bu konudaki ihlal
iddialarının incelenmesi ve araştırılması yanında, ayrımcılık yasağı
ihlalleriyle ilgili istatistiksel verilerin derlenmesi ve değerlendirilmesinin
sağlanması hedeflenmiştir
-
22.01.2004 tarih 25354
sayılı Resmi Gazetede, “Personel
Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi” konulu 2004/7 sayılı Başbakanlık
Genelgesi yayımlanmıştır.
Buna göre; Ülkemizin de taraf olduğu, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW), taraf devletlere,
kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesini teminen mevzuat değişiklikleri dahil her türlü önlemi alma yükümlülüğünü
getiren 2 ve 11. maddelerine atıf yapılarak, birey ve toplumun gelişimi ile
sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde özel bir konuma sahip olan kadınlarımızın
sorunlarıyla ilgilenilmesinin Hükümetin öncelik verdiği bir konu olduğu
vurgulanarak, bu bakış açısı çerçevesinde, tüm
kamu kurum ve kuruluşları tarafından personel temini amacıyla yapılacak
çalışmalarda, başvuru kabul şartlarının hizmet gerekleri doğrultusunda
belirleneceği ve ayrımcılığa meydan verilmeyecek şekilde hareket edileceği
belirtilmektedir.
B.214. 5256 AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLÂT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUNÊÊ
10/11/2004 tarihinde kabul edilen ve
13/11/2004 tarih ve 25642 sayılı Resmi.Gazetede yayımlanan 5256 sayılı Kanunun
amacı; ülkemizdeki sosyal sorunların tespiti ve çözümü ile Türk ailesinin
bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılmasına
yönelik ulusal ve uluslararası bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak,
projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve
aileye yönelik millî bir politikanın oluşmasına yardımcı olmak üzere,
Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün kurulması ile
teşkilât, görev ve yetkilerine dair esasları düzenlemektir. (Madde1)
5256 sayılı
Kanunun 3. maddesinde Genel Müdürlüğün görevleri:
“a) Ailenin bütünlüğünün korunması,
güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılması için ulusal ve uluslararası
düzeyde bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak; bu konularda projeler
geliştirerek uygulamaya konulmasını sağlamak.
b) Ülkemizdeki sosyal sorunların tespiti
ve çözümüne yönelik ulusal ve uluslararası alanda bilimsel araştırmalar yapmak
veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, sosyal bilimlerin
gelişmesine katkıda bulunmak.
c)
Mevcut aile yapısını; ana, baba, eş, çocuklar ve akraba ilişkilerinden
kaynaklanan problemler ile ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerin aile
üzerindeki etkilerini araştırmak, aile bireylerinin eğitim fırsatlarından eşit
olarak yararlanmalarını sağlamak, bu konularda eğitim programları hazırlamak
veya hazırlatmak.Ê
d) Aileyi ve aile bireylerini tehdit eden,
aileden veya aile dışından kaynaklanan sorunları, aile içi şiddet ve istismarı,
töre cinayetlerini, kötü alışkanlıkları ve bağımlılıkları, tüm bunları doğuran
sebepleri, çevresel-sosyal etkilerini incelemek, araştırmak, bunların
önlenmesine, çözümlenmesine yönelik ve aileyi destekleyici eğitici programlar
hazırlamak veya hazırlatmak.
e) Ailelerin maddî kaynaklarının rasyonel
kullanımını temin maksadıyla çalışmalar yapmak, bu konuda ilgili kamu kurum ve
kuruluşları ile koordineli eğitim programları hazırlamak veya hazırlatmak.
f) Ailedeki yapısal değişimleri, iç ve dış
göçün aile yapısına olan etkilerini araştırmak.
g) İnceleme ve araştırma alanlarında elde
edilen bilgileri değerlendirmek ve sonuçlarını sosyal ve kültürel tedbirler
haline dönüştürecek millî bir politikanın oluşumuna katkıda bulunmak, bunları
uygulayıcı kurum ve kuruluşlara aktararak hizmetlerin geliştirilmesini ve yeni
hizmet modellerinin oluşturulmasını sağlamak.
h) Kamu kurum ve kuruluşları,
üniversiteler, yerel yönetimler, sosyal amaçlı vakıf, dernek ve diğer sivil
toplum kuruluşları ve özel sektör ile işbirliği yapmak, bunların sosyal
alandaki çalışmalarına destek sağlamak, müşterek projeler gerçekleştirmek ve
uygulamak.
ı)
Nüfus yapısındaki değişimleri izlemek, sorun alanlarını tespit etmek ve bu
konuda millî bir politikanın geliştirilmesine yardımcı olmak.
i) Ailenin ve aileyi oluşturan bireylerin
karşılaştıkları sorunlara ilişkin kamuoyundaki eğilim ve istekleri tespit etmek
amacıyla kamu veya özel kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yapmak.
j)
Yurt dışında yaşayan ve/veya çalışan Türk ailelerinin sorunlarını araştırmak ve
çözüm önerileri geliştirmek.
k) Görev alanına giren konularda, gereken
mal ve hizmet alımlarını sağlamak, enformasyon sistemleri, bilgi bankaları,
kütüphane, arşiv ve dokümantasyon merkezi kurmak, istatistikleri derlemek ve bu
alandaki çalışmaları kurumsallaştırmak, elektronik, görsel, basılı yayın ve
eğitim faaliyetlerinde bulunmak, ulusal ve uluslararası kongre, seminer, şûra
ve benzeri toplantılar düzenlemek.
l)
Görev alanı ile ilgili kuruluş ve organizasyonlara 5.5.1969 tarihli ve 1173
sayılı Kanun çerçevesinde üye olmak ve katılmak, görev alanına giren konularda
uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak, proje geliştirmek ve yürütmek,
gerçekleştirilecek her türlü çalışma ve etkinliğe katılmak ve uluslararası
sözleşmeler ile kararların getirdiği yükümlülükler çerçevesinde gerekli yasal
düzenlemelerin yapılmasını sağlamaya yönelik çalışmalar yapmak.”
olarak belirlenmiştir.
5256 sayılı Kanunda ana hizmet birimlerinden biri olarak belirlenen “Aile ve Sosyal
Sorunları Araştırma Daire Başkanlığı” nın görevleri şunlardır:
a) Ailenin bütünlüğünün korunması ve
sosyal refahının artırılması için toplumun öncelikleri ve ilgili kurumların
teklifleri dikkate alınarak bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak,
bunlara ilişkin şartname ve sözleşmeleri hazırlamak.
b) Aile ve sosyal bilimler alanında ulusal
ve uluslararası düzeyde bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler
geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını ve aileye yönelik
millî bir politikanın oluşmasına katkı sağlamak.
c) Aile ve sosyal sorunlar konusunda faaliyette
bulunan kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler, sosyal
amaçlı vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile
işbirliği yapmak ve ortak çalışmalar yürütmek.
d) Araştırma proje tekliflerinin ön
değerlendirmesini yapmak.
e) Araştırma projelerini sözleşme
esaslarına göre izlemek, değerlendirmek ve kabulüne onay vermek.
f) Nüfus artışı ile yapısının ve görev
alanıyla ilgili mevzuatın toplumsal etki ve sonuçlarını araştırmak, aile
konusunda kamuoyundaki eğilim ve istekleri tespit etmek.
g) Genel Müdürün vereceği benzeri
görevleri yapmak. (madde 8)
Kanunun 15. maddesinde Aile ve Sosyal
Araştırmalar Danışma Kurulu düzenlenmiş olup, Başbakan veya Bakanın
başkanlığında kurulan Danışma Kurulunun üyelerinin kimlerden oluşturulacağı
belirlenmiştir.
Aile ve
Sosyal Araştırmalar Danışma Kurulunun görevleri Kanunun 16. maddesinde;
a) Genel Müdürlüğün görevleri içinde yer
alan araştırma projelerinin öncelik sırası ve uygulanacak projeler hakkında
görüş bildirmek ve önerilerde bulunmak.
b) Ulusal ve uluslararası sosyal amaçlı
vakıf, dernek, federasyon ve gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapılması hususunda
görüş bildirmek ve önerilerde bulunmak.
c) Sosyal, ekonomik ve kültürel faktörleri
itibarıyla aile yapısına etkili olabilecek yayınlar konusunda ilgili
kuruluşlara görüş bildirmek ve önerilerde bulunmak.
d) Genel Müdürlüğün görev alanına giren
mevzuat konusunda görüş ve öneri oluşturmak.
şeklinde belirlenmiştir.
B.2.15.5251
Sayılı KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA
KANUN
(Kabul Tarihi: 27/10/2004, Yayımlandığı
R.Gazete: Tarih : 6/11/2004 Sayı :25635)
5251 sayılı
Kanunun amacı -1. maddesiyle belirlenmiş olduğu üzere-;
kadının insan haklarının korunması ve
geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak, kadınların sosyal, ekonomik,
kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve
imkânlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün kurulması ile teşkilat, görev ve yetkilerine
ilişkin esasları düzenlemektir.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün Görevleri 3.
maddesinde;
“a) Kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemek,
kadının insan haklarını geliştirmek, kadını ekonomik, sosyal ve kültürel
alanlarda etkin hale getirmek ve eğitim düzeyini yükseltmek amacıyla yapılacak
her türlü çalışmaya destek vermek, bu konularda stratejiler geliştirmek, plan
ve programları oluşturmak ve temel politikaların belirlenmesine katkıda
bulunmak.
b) Kanunları ve idari düzenlemeleri görev alanı
çerçevesinde izleyerek kadınların eşit hak ve fırsatlara ulaşmasını sağlayacak
çalışmalar yapmak.
c) Kadına yönelik her türlü şiddet, taciz ve
istismarın önlenmesi için çalışmalarda bulunmak; kadının aile ve sosyal
yaşamdan kaynaklanan sorunlarının çözümüne destek oluşturmak.
d) Kadınlara kanunlarla verilen hakların tam ve
eşit kullanılabilmesi ve kadın-erkek eşitliğinin toplumsal kalkınma sorunu
olarak algılanması amacıyla kamuoyunu bilgilendirmek.
e) Sağlık, eğitim, kültür, çalışma ve
sosyal güvenlik başta olmak üzere bütün alanlarda kadınların ilerlemesini
sağlayıcı ve karar mekanizmalarına katılımını artırıcı çalışmalarda bulunmak.
f) Görev alanına giren konularda bilgi
sistemleri, kütüphane ve/veya dokümantasyon merkezi kurmak, istatistikleri
derlemek, görsel ve basılı yayınlar yapmak veya yaptırmak, eğitim amaçlı
faaliyetlerde bulunmak, yurt içi ve yurt dışı kongre, seminer, toplantı ve
benzeri etkinlikler düzenlemek.
g) Görev alanına giren konularda kamu
kurum ve kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları
ve özel sektör ile işbirliği yapmak, koordinasyonu sağlamak.
h) İnceleme, araştırma ile uluslararası
girişimlerden elde edilen bilgileri kamu politikalarının oluşumuna katkıda
bulunması amacıyla uygulayıcı kurum ve kuruluşlara aktararak kuruluşların
hizmetlerinin geliştirilmesine ve yeni hizmet modelleri oluşturulmasına katkıda
bulunmak.
ı) 5.5.1969 tarihli ve 1173 sayılı Kanun
çerçevesinde, görev alanı ile ilgili kuruluş ve organizasyonlara üye olmak,
gerçekleştirilecek her türlü çalışma ve etkinliğe katılmak, uluslararası
sözleşmeler ile kararların getirdiği yükümlülükler doğrultusunda faaliyette
bulunmak ve bu konuda gerekli raporları hazırlamak, kanunî düzenlemelerin yapılmasını sağlamaya yönelik çalışmalar
yapmak.
i) Görev alanına giren konularda
çalışmalarda bulunan uluslararası kuruluşların faaliyetlerini izlemek, alınan
kararları ilgili kuruluşlara iletmek.
j) Çalışma alanı ile ilgili konularda yurt
içi ve yurt dışında bilimsel araştırmalar yapmak ve yaptırmak, projeler
geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve
uluslararası kuruluşlarla ortak projeler yürütmek.
B.3. MAĞDUR ÇOCUKLAR HAKKINDAKİ KANUN TASARILARI
a)- Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî
Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı (Sevk
Tarihi: Başbakanlığa: 21/2/2005 – TBMM: 9/9/2005)
Tasarıyla; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukukî Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesinin iç hukukta uygulama kabiliyetinin
sağlanması ile Sözleşmeye taraf devletler arasında kaçırılan çocukların
ikâmetgah ülkesine iadesi ve şahsî ilişki kurulmasına ilişkin usul ve esasların
düzenlenmesi amaçlanmaktadır.
b)- Şiddet Suçu Mağduru Çocuklara Yardım
Hakkında Kanun Tasarısı
Şiddet suçu mağduru olan çocukların, suç
nedeni ile uğradıkları maddî ve manevî zararların hakkaniyete uygun olarak
sosyal dayanışma içerisinde giderilmesi ve gerekli yardımın yapılmasına ilişkin
hususlar ile çocuklara yapılacak yardımın usul
ve esaslarına dair hükümler
içeren taslak üzerinde çalışmalar devam etmektedir.
B.4. KONUYA İLİŞKİN TÜRKİYE’NİN TARAF OLDUĞU
ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
1- İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (7)
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10
Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949
tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile “İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Resmi Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra
okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu
Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması”
kararlaştırılmıştır. Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı
Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
2- Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası
Sözleşmesi (8)
Türkiye, “Birleşmiş Milletler Ekonomik,
Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ni 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladı.
Bugüne kadar BM üyesi 188 ülkeden 137’sinin imzaladığı sözleşme, 4 Haziran 2003 tarihinde ‘de
onaylandı, 17 Haziran 2003 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onandıktan sonra
‘de yayınlandı
3- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi (CEDAW) 9
RG. 14.10.1985, S.18898. Karar Sayısı:
85/9722. 11/6/1985 tarihli ve 3232 sayılı kanunla katılmamız uygun bulunan, 1
Mart 1980 tarihinde imzaya açılan ve 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi”ne katılmamızın onaylanması; Dışişleri Bakanlığı’nın
28/6/1985 tarihli ve ÇTİG/ÇTUK-721-701-30-2672-3525 sayılı yazısı üzerine,
31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3’üncü maddesine göre, Bakanlar
Kurulu’nca 24.07.1985 tarihinde kararlaştırılmıştır.
4- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesine İlişkin İhtiyari Protokol
Resmi Gazete 18.09.2002, Sayı 24880.
Bakanlar Kurulu Karar Sayısı 2002/474703. 08.09.2000 tarihinde New York’ta
imzalanan ve 30.07.2002 tarihli ve 4770 sayılı Kanunla onaylanması uygun
bulunan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine İlişkin
İhtiyari Protokol”ün onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 12.08.2002 tarihli ve
UKGY/308238 sayılı yazısı üzerine, 31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun
3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 26.08.2002 tarihinde
kararlaştırılmıştır.
5- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
20 Mart 1950’de Roma’da imzalanan
Sözleşme, 3 Eylül 1952’de yürürlüğe girdi. Türkiye, Sözleşmeyi 18 Mayıs 1954’de
onayladı. (R.G. 19 Mart 1954-8662)
6)-İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı ya da
Aşağılayıcı Muamele veya Cezalara Karşı Sözleşme
BM Genel Kurulunda 39/46 sayılı 10 Aralık
1984 tarihli ilke kararı ile kabul edilip, imzaya, onaya ve katılıma açılmış,
26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşmeyi 25 Ocak 1988
tarihinde imzalamış 2 Ağustos 1988 tarihinde ise onaylamıştır.
7)- Çocuk Hakları Sözleşmesi
14.09.1990 tarihinde imzalanan ve
09.12.1994 tarihli ve 4058 sayılı Kanun’la onaylanması uygun bulunan “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”nin ekli
ihtirazi kayıtla onaylanması; Dışişleri Bakanlığı’nın 15.12.1994 tarihli ve
UKBM-II/11304 sayılı yazısı üzerine 31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanun’un
3. maddesine göre, 23.12.1994 tarihli ve 94/6423 sayılı Bakanlar Kurulu’nca
kararıyla (RG. 27.01.1995, S. 22184) kabul edilmiştir.
8)- Köleliğe Dair Sözleşme
25 Eylül 1926 tarihinde Cenevre’de
imzalanan Köleliğe dair Sözleşmeyi tadil eden 7 Aralık 1953 tarihli New York
Protokolü, BM Genel Kurulunda 794 (VIII) sayılı 23 Ekim 1953 tarihli ilke
kararı ile onanmış ve 7 Aralık 1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme,
Türkiye tarafından 14 Ocak 1955 tarihinde imzalanmıştır.
9)- Kölelik, Köle Ticareti ve Köleliğe Benzer Kurum ve
Uygulamaların Lağvına Dair Ek Sözleşme
Ekonomik ve Sosyal Konseyin 608 (XXI)
sayılı 30 Nisan 1956 tarihli kararı ile 7 Eylül 1956 tarihinde Cenevre’de
imzalanmış 30 Nisan 1957 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye tarafından 28
Haziran 1957 tarihinde imzalanmış ve 17 Temmuz 1964 tarihinde onaylanmıştır.
10)- Cebri Çalıştırmaya Dair Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO) Söz. No. 29
Uluslararası Çalışma Örgütü Genel
Konferansının 14 üncü oturumunda 28 Haziran 1930 tarihinde kabul edilmiş ve 1
Mayıs 1932 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme Türkiye tarafından
30.10.1998 tarihinde onanmıştır.
11)- Cebri Çalıştırmanın Kaldırılmasına Dair ILO Sözleşmesi
No. 105
Sözleşme 25.06.1957 tarihinde kabul
edilmiş, 17.01.1959 tarihinde kabul edilmiştir. Sözleşme Türkiye tarafından
29.03.1961 tarihinde onanmıştır.
12)- Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Ek Çocuk Satışı, Çocuk
Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi ile İlgili İhtiyari Protokol
Resmi Gazete 28.06.2003, Sayı 24799. 08
Eylül 2000 tarihinde New York’ta imzalanan ve 09.05.2002 tarihli ve 4755 sayılı
Kanunla onaylanması uygun bulunan ilişik Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Ek
Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi” ile ilgili ihtiyari
Protokol’ün ekli beyan yapılmak suretiyle onaylanması; Dışişleri Bakanlığının
14.05.2002 tarihli ve UKGY/178450 sayılı yazısı üzerine, 31.05.1963 tarihli ve
244 sayılı Kanunun 3’üncü maddesine göre; Bakanlar Kurulu’nun 28.05.2002 tarih
ve 2002/4241 sayılı kararı ile kabul edilmiştir.
13)- Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa
Sözleşmesi
Bu Sözleşme, 18.01.2001 tarih ve 4620
sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun’la (RG. 01.02.2001, S. 24305) kabul
edilmiştir.
1980’lerden bu yana ülkemizde kadının
toplumsal yaşama katılımı konusunda yasal ve kurumsal alanda olumlu
değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının kendi
alanlarını belirlemede inisiyatif kullanma yönünde geliştirdikleri stratejiler
Türkiye’de kadının statüsünün düzeltilmesi ve kadınların toplum içinde birey olarak
güçlenmeleri açısından büyük önem taşımaktadır. Öte yandan kadının statüsünü
belirleyen en temel öge olan toplumsal cinsiyet kavramı konusunda bir
tartışmanın açılması, toplumsal bir farkındalık ve duyarlılık geliştirilmesi,
kadınlar açısından olumsuzluklar taşıyan uygulamalara yönelik müdahalelerin
yapılması yaşamsal önem taşımaktadır.
Kadının her alanda ve her düzeyde
ilerlemesine yönelik mekanizmalar kurulması ve var olanların geliştirilmesi
yönünde Türkiye’de iç ve dış gelişmeler doğrultusunda yapılan faaliyetler, son
yıllarda hem devlet hem de sivil toplum kuruluşları açısından gelişme
göstermiştir. “Bir birey olarak kadının kimliği”, “insan haklarının bir parçası
olarak kadın hakları” ve “kadınlarda bilinç yükseltmesi” çalışmaları kadına
yönelik politikalar olarak benimsenmiştir.
- Bu arada konumuzla ilgisi olması
nedeniyle Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesine
deyinmekte yarar vardır. Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde 1993’te Viyana’da
toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansı, kadınlara yönelik şiddetin acil ve
derhal ele alınması gereken bir insan hakları ihlali olduğunu ilan etmiş olup,
aynı yıl içinde BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi Genel Kurul
tarafından kabul edilmiştir.
C. ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET
Çocuğa yönelik şiddet için yaygın olarak
kullanılan terim, çocuk istismarıdır. Ancak, çocuğun ihmali de istismar olarak
değerlendirilmektedir. İstismar, çocuğun ailesi ya da ondan sorumlu diğer
kişiler tarafından çocuğa karşı uygulanan fiziksel, cinsel veya psikolojik
nitelikli kötü davranışların tümünü kapsamaktadır.
Çocukluk çağında ihmal ve istismar, aile
bireylerinden kaynaklanabileceği gibi, yakın çevre ya da yabancı kişilerden de
kaynaklanabilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü Çocuk istismarını
“çocuğun sağlığını, fiziksel gelişimini olumsuz yönde etkileyen bir yetişkin,
toplum veya ülkesi tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan davranışlar,
çocuk istismarı olarak kabul edilir” şeklinde tanımlamıştır
C. 1 Çocuğa Yönelik
Şiddet Açısından Dünyada Durum
Çocuğa yönelik şiddet çocuk istismarı
olarak uzun süredir bilimsel dokümanlarda yer almaktadır. Bebeklerin
öldürülmesi, çocukları terk etme, ya da diğer
çocuğa yönelik şiddet şekilleri insanlık tarihinin ilk dönemlerine kadar
gitmektedir. Ancak çocuk istismarının
tıbbi sonuçları 1962 yılında Kempe ve arkadaşları tarafından yayınlanan “The
Battered Child Syndrome” (Hırpalanmış Çocuk Sendromu) isimli makalenin
yayınlanmasına kadar fark edilmemiştir. Bu sendrom ağır fiziksel istismara
uğramış küçük çocuklarda görülen temel sağlık sorunlarını kapsamaktadır. Bu
makalenin yayımlanmasından kırk yıl sonra günümüzde çocuk istismarının yaygın
bir halk sağlığı sorunu olduğu kabul edilmektedir. Çocuk istismarı derin
kültürel, ekonomik ve sosyal nedenleri bulunan ve değişik şekillerde ortaya
çıkan bir sorundur. Bu sorun fiziksel, cinsel, duygusal istismar ve ihmal
olarak görülebilmektedir. Fiziksel istismar çocuğa fiziksel olarak zarar veren
ya da verme olasılığı bulunan davranışlardır. Cinsel istismar çocuğun cinsel
tatmin aracı olarak kullanılmasıdır. Duygusal istismar çocuğa gereksinim
duyduğu uygun ve destekleyici çevresel ortamın sağlanmaması ve çocuğun
gelişimini ve duygusal sağlığını olumsuz etkileyen davranışlarda
bulunulmasıdır. Çocuğun hareketlerinin kısıtlanması, alay etme, tehdit ve yıldırma, ayrımcılık dışlama ve
düşmanca olan diğer fiziksel uygulamaları içerir. İhmal ise ailenin ya da diğer
bakım verenlerin olanakları olmasına rağmen çocuğun ihtiyaç duyduğu sağlık,
eğitim, duygusal gelişim, beslenme, barınma ve güvenli bir yaşam ortamı gibi
koşulların karşılanmamasından doğmaktadır. Gerçek ihmal olgularını yoksulluk
koşullarında ortaya çıkan gereksinim karşılayamama durumu ile karıştırmamak
gerekir.
Çocuğa yönelik şiddetin sıklığını ortaya
koyabilmek için verilere gerek duyulmaktadır. Bu veriler devlet kuruluşları
tarafından tutulan ölüm kayıtları gibi resmî kayıtların yanı sıra, vaka
bildirimleri ve topluma dayalı araştırmaların sonuçlarından elde edilmektedir. Ancak çocuğa yönelik
şiddet ile ilgili verilere bir çok ülkede çocuk ihmal ve istismarına yönelik
bildirim yapma ve kayıt tutma konusunda yasal ya da sosyal zorunluluk
bulunmaması nedeni ile ulaşılamamaktadır. Ayrıca kültürel ve yasal nedenlerle
tanımlar konusundaki farklılaşmalar karşılaştırma yapmayı ve ortak veri
tabanları oluşturmayı engellemektedir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre
2000 yılında dünyada 57 000 15 yaş altı çocuk öldürülmüştür. Bebekler ve küçük
yaştaki çocuklar daha fazla öldürülme riski taşımaktadır. 0-4 yaş grubu çocuklar
arasında öldürülme hızı 5-14 yaş grubunun iki katıdır. Dünyanın zengin ülkelerinde beş yaş altı
çocukların öldürülme hızı erkek çocuklar için yüzbinde 2.2, kız çocukları için
ise 1.8’dir. Orta ve az gelirli ülkelerde ise bu yaş grubunda öldürülme hızı
2-3 kat daha yüksektir ve erkek çocukları için yüzbinde 6.1, kız çocuklar için
yüzbinde 5.1’dir. DSÖ verilerine göre beş yaş altı çocukların en fazla Afrika
bölgesinde öldürüldüğü görülmüştür. Afrika bölgesinde beş yaş altı erkek
çocukları arasında öldürülme hızı yüz binde 17.9, kız çocukları arasında ise 12.7’dir. En düşük hızlar yüksek gelirli
Avrupa bölgesi ile Doğu Akdeniz ve Batı Pasifik bölgelerinde görülmektedir.
Çocuk ölümlerinde ölüm sonrası rutin adli araştırma ve otopsi incelemelerinin
yapılmaması, ölüm sertifikalarında önemli sınıflama hataları yapılması nedeni
ile bu konuda gerçek rakamlara ulaşılamamaktadır. Bu nedenle çocuk istismarına
bağlı çocuk öldürülmesi ile ilgili resmî rakamların gerçeği yansıtmaktan uzak
olduğu ve çocukların gerçekte çok daha fazla oranda öldürüldükleri
düşünülmektedir Çocuk istismarına bağlı ölümlerin en sık kafa travmalarına
bağlı olarak oluştuğu, bunu karın yaralanmalarının izlediği bildirilmiştir.
Çocukların boğularak öldürülmesi de diğer sık bildirilen çocuk ölüm
nedenlerindendir.
Çocuklara yönelik şiddet tiplerine
bakıldığında sıklıkla görülen fiziksel, cinsel ve duygusal şiddettir. Çocuklara
yönelik fiziksel şiddet sıklığı
ülkeden ülkeye değişim göstermektedir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde
(ABD) 1995’te yapılan bir toplum tabanlı çalışmada ailelerin binde 49’u
çocuklarını sert bir araç kullanarak dövme, tekmeleme, çocuğu bıçak ve silâhla
tehdit etme gibi yöntemleri kullanarak disipline ettikilerini bildirmişlerdir.
Mısır’da yapılan kesitsel bir toplum tabanlı çalışmada çocukların %37’si
aileleri tarafından dövüldüklerini ya da bağlanarak cezalandırıldıklarını
söylemişlerdir ve %26’sında dayak ve bağlanmaya bağlı olarak kırık, bilinç
kaybı, ya da kalıcı özürlülük gibi sorunlar ortaya çıkmıştır.
Güney Kore’de yapılan bir çalışmada ise
anne babaların üçte ikisi çocuklarını dövdüklerini ve %45’i çocuklarını
ittiklerini ve tekmelediklerini ifade etmişlerdir. Romanya
Hanehalkı Anketinde çocukların %4.6’sının ciddî ve sık tekrarlanan sert bir
cisimle dövülme, yakılma ya da aç bırakılma gibi fiziksel şiddete maruz
bırakıldığı belirtilmektedir.
Romanya’da anne babaların yaklaşık yarısı
da çocuklarını sık sık dövdüğünü ve %16’sı da çocuklarını döverken sert bir
cisim kullandığını belirtmiştir. Şili, Mısır,
Hindistan ve Filipinler’de yapılan WorldSAFE (World Studies of Abuse in the
Family Enviroment Project) projesine bu ülkelerde yaşayan anneler katılmıştır. Bu annelerin çocuklarını
terbiye etmek için kullandıkları sert ve daha ılımlı disiplin yöntemleri hakkında
Ebeveyn-Çocuk Çatışma Çözme Yöntemleri Ölçeği (Parent-Child Conflict Tactics
Scale) aracılığı ile bilgi
toplanmıştır. Bu projenin verileri ve
ABD’de yapılmış benzer bir çalışmanın sonuçları aşağıdaki Tablo’1 de
özetlenmiştir.
Tablo: 1.
Son altı ay içinde annelerin çocuklarını terbiye etmek için sert ve ılımlı
fiziksel cezalandırma yöntemleri kullanma sıklıkları, WorldSAFE projesi
a Bu ülkede veriler kentsel bölgede
toplanmıştır.
b Bu çalışmada bu soru sorulmamıştır.
c İki yaş ve üzeri çocuklar için
sorulmuştur.
WorldSAFE projesi ve ABD’de aynı ölçek
yardımı ile toplanmış olan veriler çocukların dünyanın farklı ülkelerinde de
yaşasalar fiziksel şiddet gördüklerini göstermektedir. Örneğin, proje
kapsamındaki bütün ülkelerdeki çocuklara son altı ay içinde sert bir cisimle
farklı yüzdelerde olsa bile vurulduğu görülmektedir. Çocuğa yönelik şiddetin
her türü ilgili kişilerce kabul edilemez bulunsa bile, çocuklara yönelik ılımlı
şiddet uygulamaları konusunda küresel düzeyde bir uzlaşma olmadığı görülmektedir.
Bu nedenle çocuklara yönelik bu tür şiddet uygulamalarının proje kapsamındaki
bütün ülkelerde yoğun bir biçimde kullanıldığı gösterilmiştir. Özellikle
çocuğun poposuna elle vurmak en fazla başvurulan yöntemdir. Çocuğa yönelik sert
ve ılımlı fiziksel cezalandırma yöntemlerine çocukların aileleri kadar
okullarda ve çocukların bulunduğu diğer
kurumlarda öğretmenler ve çocuklara bakım veren kişiler de başvurmaktadır.
Cinsel
şiddet, cinsel
şiddetin tanımı ve bilginin toplanış biçimi çocuğa yönelik cinsel şiddet
sıklığını etkilemektedir. Romanya’da çocukların %9.1’i cinsel şiddet gördüğünü
bildirmiştir. Yetişkin kadınlar arasında yapılan araştırmaların sonuçlarına
göre çocukluğunda cinsel içerikli
istenmeyen davranışlara maruz kalmaktan tecavüze kadar değişen şekillerde
cinsel şiddet görme sıklığı %0.9 ile %45 arasında değişmektedir. Yetişkin
erkekler arasında ise cinsel şiddet görme sıklığı %1 ile %19 arasında
bulunmuştur. Uluslararası düzeyde 1980’de yapılan bir çalışmaya göre çocuklukta
cinsel istismara uğrama sıklığı kadınlar arasında %20, erkekler arasında %5-10
olarak bulunmuştur.
Duygusal
şiddet, çocuklara
yönelik duygusal ya da psikolojik şiddet fiziksel ya da cinsel şiddete göre
daha az ilgilenilen konular olmuştur. Anne babaların çocuklarını terbiye etmek
için kullandıkları fiziksel olmayan disiplin yöntemlerinin ülkeden ülkeye
kültürel nedenlerle farklılık gösterdiği görülmüştür. Bir ülkede sık kullanılan
ve kabul gören bir yöntem, başka bir ülkede kabul edilemez olarak
değerlendirilebilir. Çocuğa bağırmak en fazla kullanılan yöntemdir. Ayrıca
çocuğa isim takmak ve çocuğa küfretmek de sık uygulanan psikolojik şiddet
biçimidir. Çocuğu terk etmekle ya da evden atmakla tehdit etmek de ülkeden
ülkeye değişmekle birlikte sık başvurulan bir yöntemdir.
İhmal, Kanada’da yapılan bir
çalışmada çocukların % 19’u fiziksel ihmale uğramıştır, % 12’si terkedilmiştir,
% 11’inin eğitimi ihmal edilmiştir, %
48’i ise anne babalarının yeterli gözetmemesi nedeniyle fiziksel zarar görmüşlerdir.
Dünyada çocuğa yönelik şiddetin olumsuz
sonuçlarının fark edilmesini takiben ilk olarak İsveç 1979’da çocukların
fiziksel cezalandırma yöntemleri ile cezalandırılmasını yasaklayarak bu alanda
ilk yasal uygulamayı başlatan ülke olmuştur. İsveç’ten sonra en az on ülke daha
bu konuda yasal düzenlemeye gitmiştir.
C.Ê2 Çocuğa Yönelik Şiddet Açısından Türkiye’de
Durum ÊÊ
Ülkemizde çocuk hakları açsından
irdelendiğinde çocukların; korunması, yaşatılması, geliştirilmesi ve toplumsal
yaşama katılımlarının sağlanması için yeterli düzeye gelinemediği ve çocukların
yüksek yararı için olması gereken koşulların oluşmadığı görülmektedir.
Ülkemizde çocukların şiddetle
karşılaştıkları alanlardan bazıları şunlardır;
l Aile
l Okul
l Kolluk
kuvvetleri
l Sokak
l Bakım
yurt ve yuvaları
l Çocukların
tutuklu veya hükümlü olarak tutuldukları kurumlar
l Çalıştıkları
işyerleri
Ülkemizde aile içinde çocuklara yönelik şiddetin nedenleri
arasında ailenin sosyo-ekonomik ve eğitim düzeyinin düşük olması, erken yaşta
evlenmeler, erken yaşta çocuk sahibi olması, kendini bu role hazırlamadan
anne-baba olması, ebeveynlerin herhangi bir sosyal desteğinin bulunmaması,
ebeveynlerin çocuklarına ayıracak vakit bulamaması, çocuğun davranışlarının
temeli konusunda fikir sahibi olmamaları, aile bireylerinin duygu ve düşüncelerini
birbirlerine açık olarak ifade edememeleri sayılabilir. Oysa ki Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Komitesinin Türkiye’ye ilişkin yayınladığı sonuç
gözlemlerinde “çocukların cinsel istismarı ve bekaret kontrolü de dahil olmak
üzere, aile içi şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılmasına yönelik etkili
önlemlerin, yöntemlerin, kaynakların ve konuya ilişkin verilerin
bulunmamasından” kaygı duyulduğu belirtilmektedir. Aynı rapor, namus
cinayetleri konusunda da yaşam hakkının ihlal edilmesini ve bu cinayetlerin
mağdurlarının da faillerinin de genellikle çocuk olması özellikle ele alınması
gereken bir konu olduğunu vurgulamaktadır.
Bütün bunların yanı sıra, her geçen gün hızla artan çocuğa
yönelik fiziksel ve cinsel şiddet, çocukların sokağa düşmeleri, suça itilmeleri
ve uyuşturucu kullanımları ciddî bir problem olarak karşımıza
çıkmaktadır.ÊEmniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı
istatistiklerine bakıldığında tüm taraflara büyük sorumluluklar düşmektedir.Ê
Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre; başta Birleşmiş
Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olmak üzere yürürlükteki mevzuat esas
alınarak Emniyet Teşkilatının çocuklara yönelik hizmetlerinin iyileştirilmesi
amacıyla hazırlanan “Emniyet Genel
Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş, Görev ve Çalışma
Yönetmeliği” 13.04.2001 gün ve 24372 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir. Bugüne kadar Küçükleri Koruma Şube Müdürlükleri tarafından
yürütülen korunmaya, yardıma muhtaç, buluntu, kimliği tespit edilemeyen, sokakta
yaşayan, başıboş, terkedilmiş, mülteci, refakatsiz ve benzeri çocuklara yönelik
hizmetlerin yanı sıra, suç işlediği şüphesi altında bulunan çocukların
adli-idari tüm suç soruşturmaları da Çocuk Şube Müdürlükleri/Büro Amirlikleri
tarafından yürütülmektedir.
Tablo: 2. Türkiye Geneli
Polis Sorumluluk Bölgesi'nde 2002-2005 Yılları Arasında Suça Karışan Çocuk
İstatistiği
Jandarma Genel Komutanlığı verilerine
bakıldığında, çocukların korunması ve çocuk suçluluğunun önlenmesi kapsamında;
özellikle hızlı nüfus artışı, göç ve kentleşme gibi sosyal olayların yoğun
olduğu bölgelerde olumsuz koşullarda yaşayan, sokakta çalıştırılan, okul
çağında olup da okula gönderilmeyen, ailesi ve çevresi tarafından şiddet ve
baskı gören, ihmal veya istismar edilen çocukların korunması, sayısının asgari
düzeye indirilmesi ve suça karışan çocuklara yönelik tedbirlerin daha etkili
bir şekilde sürdürülmesi maksadıyla 2001 yılında İstanbul Bahçeşehir'de, 2003
yılında Ankara, İzmir ve Aydın'da, 2004 yılında Antalya ve Erzurum'da, 2005
yılında ise İstanbul-Taşdelen'de olmak üzere toplam (7) Jandarma Çocuk Merkezi
faaliyete geçirilmiştir.
Tablo: 3.
Jandarma Çocuk Merkezleri'nde 23 Ekim 2001- 31 Ağustos 2005 Tarihleri Arasında İşlem Gören Çocuklar
Jandarma Çocuk Merkezleri tarafından 31
Ağustos 2005 tarihi itibari ile; İstanbul-Bahçeşehir'de 1531, Ankara'da 898,
İzmir'de 1054, Aydın'da 668, İstanbul-Taşdelen'de 719, Erzurum'da 290 ve
Antalya'da 268 olmak üzere toplam 5428 çocuğa işlem yapılmıştır. Bunlardan;
1305'i yardıma muhtaç, 1090'ı hakkında suç isnadı bulunan, 1067'si sokakta
çalıştırılan, 854'ü suç mağduru, 314'ü buluntu, 148'si evden kaçan, 599'u okula
gitmeyen ve 51'i suça tanık çocuktur.
Gerekli sayısal verilerin yetersizliği bu
konuda çalışanların en önemli problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin
çocuğa yönelik şiddet konusunda genel görüş, çocukların ülkemizde yoğun bir
şekilde şiddete uğradığı ancak buna ilişkin ülke genelinde gerçekleştirilmiş
bir araştırmanın olmadığı yönündedir. Ancak bu durumun olayı hafifletmediğini
ve gerçekten yaşanan şiddetin yoğunluğunun günlük yaşama yansıdığını da
belirtmek gerekir.
Türkiye'de 1993 yılında, toplam nüfus içindeki korunmaya muhtaç
çocukların (0-18 yaş) sayısının (yüzde 2'lik muhtaç oranına göre) 524.141
olduğu bulunmuştur. Ancak bu rakamların gerçek rakamlara göre çok düşük olduğu,
gerçek rakamların çok daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Türkiye'de
2001-2005 Çocuk ve Kadınların Durumu
Raporunda yaklaşık 500.000 sayısından bahsedilmekte, kesin bir sayı
verilememektedir. Nüfusun (yüzde 10 oranına göre) 2.710.000'inin ise özürlü
olduğu varsayılmaktadır. Bu rakamların mevcut durumun ancak çok küçük bir
yüzdesini yansıttığını belirtmek gerekmektedir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi ile merkezi
yönetimler çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi için öncelikle durum tespiti
yapmalı ve ihtiyaçları, sorunları belirlemelidir. Şu anda resmî makamlarca bu
yönde yürütülen yeterli çalışma bulunmamaktadır. Hastaneler ve adliyelere
yansıyan olgulardan da gerçekçi bir sonuç elde etmek mümkün değildir. Çünkü,
çoğu kez buradaki kayıtların "kaza sonucu yaralanma veya ölüm"
şeklinde tutulduğu bilinmektedir.
Özellikle cinsel istismarın kayıt-dışı ve
gizli kaldığı gözlenmektedir. Aile içinde ortaya çıkan ensest ilişkinin ancak
hamilelik veya yıllar sonra ortaya çıkması bu olayların gizli kalmasına ve
olaya maruz kalan çocuklara yardım edilememesine neden olmaktadır. Ülkemizde
görülme sıklığı az olmayan, ancak kayda geçen olguların sayısının gerçekleri
yansıtmadığı görülmektedir. Cinsel istismar olguları için başvuru merkezlerinin olmayışı bu olaylara eğilmeyi
güçleştirmektedir.
SHÇEK'in son 5 yılda haklarında koruma
kararı alınan çocukların karar alınma nedenlerine göre dağılımına bakıldığında çocukların %18.6
sının anne veya babası çocuğu ihmal veya istismar ettiği veya böyle bir risk ortada olduğu için
haklarında korunma kararı alınmıştır. 942 kız ve 1736 erkek olmak üzere 2678
çocuk hakkında alınan koruma kararı tümü 14398 olan son 5 yıldaki koruma kararlarında ekonomik nedenlerden sonra en
sıklıkla görülen olgudur.
Çocuklara yönelik bu konuda alınan
tedbirlere baktığımızda öncelikle çok büyük bir altyapı problemiyle karşı
karşıya olduğumuz görülmektedir. "AB üyesi bir ülkede annesinden dayak
yiyen bir çocuğun ailesinden alınması ilk koşuldur. Ama Türkiye'de böyle bir
düzenlemeyi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) bugünkü
yapısıyla uygulamaya geçirmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Bunun
gerçekleşebilmesi için çalışan elemanlarından başlayarak kurum hizmet alanına
kadar çok büyük problemlerin aşılması gerekmektedir.
Çarpık kentleşme, düşük sosyo-ekonomik
düzey, göç ve beraberinde getirdiği sağlıksız yerleşim bölgeleri, parçalanmış
aile, aile içinde şiddet, değişik eşler ve onların çocukları, cinsel ve
duygusal şiddet eğitimsizlik ve her türlü istismar ve ihmal çocukları ailenin
dışına, başıboşluğa ve sonuçta sokağa itmektedir. Çarpık kentleşmenin sonucu
olarak sokak çocuklarının sayısındaki artış endişe verici boyutlara doğru
yükselmektedir. Sanayileşmiş bölgelerde diğer bölgelere göre daha fazla
gelir kazanma olanakları ve sosyal
sorunlar nedeniyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan büyük kentlere göç akımı
meydana gelmektedir. Gidilen yerlerde sosyal desteğin yetersizliği ile
entegrasyon eksikliği sonucu sokakta bulunan çocukların sayısı her geçen gün
artmaktadır.
Özellikle çocuk suçlulara yönelik
mekanizmaların kurulması konusundaki yetersizlik ve gecikmeler ön plana
çıkmaktadır ( çocuk mahkemeleri ve çocuk islah evleri gibi).
Devletin genel bütçeden SHÇEK'na ayırdığı
pay her geçen yıl giderek azalmaktadır. Ülkemizin 2006 yılı bütçesinde bu payın
%0.17 oranına gerilediği görülmektedir.
Türkiye'de çocuğun durumunun çok da parlak
olduğunu söylemek güçtür. Özellikle çocuğun tek başına birey olarak değerlendirilebilmesine yönelik temel bakış
açısının eksikliği dikkati çekmektedir. Bununla ilgili en iyi gösterge çocuğun katılım hakkının
olmamasıdır. Çocuk kendisiyle ilgili hiçbir kararı alma ve bu karara katılma
hakkına sahip değildir. Çünkü çocuk ile ana babası arasındaki durum bir velayet
ilişkisine değil velayet hakkına
dayanmaktadır. Türkiye'de velayet hala yetişkinlere çocuklar üzerinde hak
veren bir statüdür. Başka bir deyişle
çocuklarla ilgili kararları anne-baba çocuğa danışmadan, kendi başlarına vermektedir. Çocukların okul
yönetimine ve diğer sosyal etkinliklere katılımları da özel konumları
bakımından yeterli değildir. Tüm bunlar çocuğun bir birey olarak kabul edilmediği ve onun
yetiştirilmesine yönelik yeterli yatırım ve girişimin olmadığı sonucunu getirmektedir.
Çocuk Hakları Sözleşmesinin imzalanmasından önce olduğu gibi
bugünde çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi konusunda merkezi ve yerel
yönetimlerce yaygın ve uygulanabilir politika, strateji, programlar
oluşturulamadığı görülmektedir.
C. 3 Çocuğa Yönelik Şiddetin Nedenleri
Çocuğa yönelik şiddetin çeşitli nedenleri
bulunmaktadır. Bunlar arasında çocuğun bireysel özelliklerinin yanı sıra ailesi
ve bakım verenlerin özellikleri, çocuğun yaşadığı sosyal, ekonomik ve kültürel
çevre bulunmaktadır.
1. Çocuğun
şiddet görme riskini artıran bireysel özellikleri
Çocukların ölümüne neden olan şiddet
olgularının daha çok küçük yaştaki çocukları etkilediği görülmektedir. Çocuğa
yönelik cinsel şiddetin ise ergenlikle artmaya başladığı ve ergenlik döneminde
en üst düzeye ulaştığı bilinmektedir. Bir çok ülkede kız çocuklarının
öldürülmesi, cinsel istismara uğramaları, eğitimlerinin ve beslenmelerinin
ihmal edilmesi ve fuhuşa zorlanması şeklinde şiddet görme riskleri erkek
çocuklarından daha yüksektir. Kız çocukları arasında cinsel istismara uğrama
hızı erkeklerden 1.5-3 kat daha fazladır. Dünyada okula gidemeyen 6-11 yaş
arasındaki 130 milyon çocuğun %60’ını kız çocukları oluşturmaktadır. Erkek
çocuklara ise bir çok ülkede daha hırpalayıcı özellikte fiziksel cezalar
verilmektedir. Prematüre bebekler, ikizler ve engelli çocuklar fiziksel
istismara ve ihmale daha fazla uğramaktadır.
2. Çocuğun
yetiştiği ortamın ve ailenin özellikleri
Çocukların bakımlarını üstlenen kişilerin
psikolojik ve davranışsal özellikleri ile yaşadıkları ortam, çocuk bakımı ve
anne babalık yapma ile ilgili gelenekler çocukların şiddet görmesini
etkilemektedir. Çocukları istismar eden kişinin cinsiyeti istismarın tipine
göre farklılık göstermektedir.
Çeşitli ülkelerde yetişkin ve çocuklarla
yapılan çalışmalara göre kadınlar çocuklara daha fazla fiziksel ceza yöntemleri
ile ceza vermektedir. Ancak çocukların yaşamı tehdit edici özellikteki
yaralanmalara, kırıklara, genelde erkekler neden olmaktadır. Kız çocukların
%90’ından fazlasının, erkek çocukların %63-86’sının cinsel yönden istismar
edilmesinin sorumlusunun erkekler olduğu gösterilmiştir. Çocukları istismar
eden anne babalar genelde genç, evli olmayan, yoksul, işsiz ya da öğrenim
düzeyi düşük kişilerdir.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde
yoksul, genç ve evli olmayan annelerin çocuklarına şiddet uygulama riskinin en
yüksek düzeyde olduğu gösterilmiştir. Ayrıca düşük benlik saygısı olan, dürtü
kontrolü zayıf, ruh sağlığı sorunları bulunan ve anti sosyal davranışlar
sergileyen anne babaların çocuklarına şiddet uygulama riski fazladır. Çocukluğunda istismar edilen çocukların,
yetişkinlikte çocuklarına şiddet uygulayan anne babalar olma riski daha
yüksektir. Ailede çocuk sayısının artışı örneğin dört ve üzerine çıkması da
çocukların şiddet görme riskini artırıcı bir faktör olarak bulunmuştur. Çocuk
sayısının fazlalığının yanında hane halkı sayısının fazla olması, evde yaşayan
bireylerin sabit olmaması da çocukların şiddet riskini etkileyen bir faktör
olarak saptanmıştır. Evde eşler arasında şiddetin varlığının çocuklar
üzerindeki olumsuz etkisi giderek önem verilen bir olgudur. Yapılan çeşitli
çalışmalar, anne baba arasında şiddetin bulunmasının, anne babanın sosyal
yönden izolasyonu ve stres içinde olması çocuğun şiddet görme riskini
artırdığını göstermektedir. Ailelerin yaşadığı işini kaybetme, gelirin
azalması, sağlık sorunlarının ortaya çıkması gibi kriz durumları ve bu
sorunlarla baş etme ve sorunu çözme konusunda ihtiyaç duyduğu desteği çevreden
elde etme konusunda problem yaşama çocukları şiddet açısından artmış risk
altında bırakmaktadır.
3.
Toplumsal ve kültürel özellikler
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının, toplum
katmanları arasındaki ekonomik eşitsizliklerin, yoksulluğun ve işsizliğin
yüksek olduğu toplumlarda bütün şiddet şekillerinin yanında çocuğa yönelik
şiddetin de arttığı görülmektedir. Göç hareketlerinin fazlalığı çocuğa yönelik
şiddeti artıran diğer bir etkendir. Diğer yandan toplumları bir arada tutan
moral değerlerin varlığı ve toplumsal dayanışmanın güçlü ve sağlıklı bir
yapılanma göstermesi, toplumun çocuğa yönelik şiddeti yasaklayan bir yaklaşıma
sahip olması, çocuğun içinde yaşadığı toplumun çocuklarla ilgili kültürel
değerlerinin çocuğu koruyucu öğeler içermesi çocukları şiddetten koruyan
faktörlerdir. Toplumsal cinsiyet rolleri, anne-baba çocuk ilişkisi, toplumun
aileye bakışı gibi konularla ilgili olarak toplumun benimsediği kültürel
ölçütler bu konuda etkili olmaktadır. Devletlerin çocuğu ve aileyi destekleyen
politikalarının bulunması çocukların şiddet görmesini engellemektedir. Ayrıca sağlık
sisteminde çocukların istismarını önlemeye yönelik koruyucu yaklaşımlar, sosyal
güvenlik sistemi ve çocukları koruyucu yasal düzenlemelerin varlığı da çocuğa
yönelik önleyen diğer faktörlerdendir.
C.4. Çocuğa
Yönelik Şiddetin Sonuçları
Çocuğa yönelik şiddet, çocuğun sağlığını
ve gelişimini engelleyen önemli bir sorundur. Kırık, yanık, zehirlenme,
istenmeyen gebelik, HIV/AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi
üreme sağlığını olumsuz etkileyen problemler, okulda başarısızlık, depresyon, madde
kötüye kullanımı gibi duygusal ve/veya davranışsal bozukluklar ortaya
çıkmaktadır. Şiddetin etkileri ayrıca çocukta uzun dönemde risk alma davranışı,
madde kötüye kullanımı, çocuk suçluluğu ve şiddet davranışı sergileme gibi
sonuçlara yol açmaktadır. Çocuğa yönelik şiddetin sağlık sonuçları Tablo 4’te
sıralanmıştır.
Tablo: 4
Çocuğa yönelik şiddetin sağlık sonuçları
C.5. Çözüm Önerileri
Koruyucu ve önleyici tedbirler
1. Sağlık görevlileri,
yargı mensupları, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, çocuk
gelişimi uzmanları, kolluk kuvvetleri ve diğer meslek gruplarının hizmet içi
eğitim programlarında çocuklara karşı şiddete yaklaşım konusu yer almalıdır.
2. Emniyet ve jandarma
birimlerinde daha fazla kadın memurun görevlendirilmesi ve bu memurların kadına
ve çocuğa yönelik şiddet konusunda özel eğitim almış olması sağlanmalıdır.
3. Emniyet ve jandarma
birimlerinde, çocuğa yönelik şiddet olgularını doğru tanımlanarak değerlendirmesini sağlayacak eğitim
çalışmaları yapılmalıdır.
4. Diyanet İşleri
Başkanlığı, çocuğa yönelik şiddet konusunda; toplumu bilinçlendirmek üzere
hutbe ve vaazlar vermeli, yazılı ve görsel yayınlar yapmalı ve çeşitli
etkinlikler düzenlemelidir.
5. Mülki idare amirlikleri
ve yerel yönetimlerce, çocuğa yönelik şiddetle ilgili broşürler ve diğer
tanıtıcı materyaller hazırlanarak, halka açık alanlarda ve kamu hizmet
birimlerinde dağıtımı sağlanmalıdır.
6. Kent yapılanmasında
sadece okul çocuklarının değil, değişik yaş gruplarındaki gençlerin de çeşitli
faaliyetlerde bulunabileceği sosyal tesisler kurulmalı, var olanlar aktif hale
getirilmelidir.
Kurumsal
hizmetler
1. Devlet, çocuklara
yönelik her türlü şiddet eylemini ortadan kaldıracak önlemlerin bir devlet
politikası olarak uygulanmasını sağlamalıdır. Bu alana yönelik bir bütçe
oluşturulmalı, söz konusu bütçenin etki ve sonuçları görünür kılınmalıdır.
2. Çocuğa yönelik şiddete
karşı alınacak önlemler ulusal plan çerçevesinde ve kapsamlı olarak
belirlenmelidir. Söz konusu planın hazırlanırken, toplumsal cinsiyet bakış açısına
sahip olması sağlanmalıdır.
3. Çocuğa yönelik şiddetin
önlenebilmesi için sorunun temeline inilerek, ekonomik, yasal, kurumsal,
eğitsel ve kültürel alanlara yönelik olarak eş zamanlı, paralel düzenlemeler
yapılmalıdır.
4. Toplumsal cinsiyete
duyarlı politikaların ana plan ve programlara entegrasyonu, sektörler ve
disiplinler arası işbirliğinin sağlanması, programların ve sonuçların izlenme
ve değerlendirilmesi için gerekli mekanizmaların oluşturulması, mevcut
mekanizmaların işler hale gelmesi sağlanmalıdır.
5. Ülke çapında ilgili tüm
sivil ve resmî kuruluşları kapsayacak “2006-2010 Çocuğa Yönelik Şiddetin Önlenmesi Eylem Planı”
hazırlanmalı ve uygulamaları takip edilmelidir.
6. SHÇEK bünyesinde hizmet
veren “183 Aile, Çocuk, Kadın ve Sosyal Hizmet ve Özürlü Çağrı Merkezi” nin
daha işlevsel kılınması ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması
sağlanmalıdır.
7. Ülke genelinde 24 saat
hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET HATTI” oluşturulmalıdır. Bu hatlarda şiddet
konusunda eğitim almış personelin görev yapması sağlanmalıdır.
8. Ülkemizde aile içinde
şiddete uğramış (fiziksel, ruhsal, cinsel) çocuklara yönelik hizmetlerin
sunulabileceği kurumlar ve acil yardım hatları henüz tam olarak
kurumsallaştırılamamıştır. Bu nedenle bu alanlarda kurumsallaşma ivedilikle
sağlanmalıdır.
9. Çocuğa yönelik şiddet
konusunda ulusal bir veri tabanı bulunmamaktadır. Eldeki veriler de çok
yetersizdir. Bu nedenle bu konularla ilgili Bakanlıkların veri toplaması ve
toplumun kullanımına açık veri tabanları oluşturması sağlanmalıdır. Tarama
sonuçlarının sağlıklı olabilmesi için, toplanmak istenen istatistiğe yönelik
soru setleri hazırlanması ve sonuçların tek elden (Türkiye İstatistik Kurumu) toplanarak değerlendirilmesi
gerekmektedir.
10. Çocuk ıslah evlerinin
amacına uygun çalışmasını engelleyen eksikliklerin giderilmesi, daha etkin
hizmet verebilmesi için denetimlerin yapılması sağlanmalı ve çocukların
yetişkinlere özgü tutukevlerinde tutulmamaları için gerekli alt yapı
oluşturulmalıdır.
Eğitim
1. Zorunlu eğitimin 11 (on
bir) yıla çıkarılmalıdır. Söz konusu zorunlu eğitimden ülke genelinde tüm
çocukların yararlanması için gerekli tüm tedbirler alınarak, bu konuda
denetimlerin yapılması sağlanmalıdır.
2. İlköğretimin zorunlu
olması nedeniyle, bu zorunluluğun ihlali durumunda ilgililer hakkında yasal
prosedür titizlikle işletilmelidir. Gerek bu konuda gerekse ekonomik yönden
istismar edilen çocukların takibi ve gerekli önlemlerin alınması konusunda
ilgili tüm kurum ve kuruluşlar ile yerel yönetimler koordineli olarak
çalışmalıdırlar.
3. Kız çocuklarının
eğitimlerini tamamlamaları büyük önem taşımaktadır. Özellikle kız çocuklarının okullaşma oranlarının
artırılmasına yönelik olarak yapılan kampanyaların sürekliliği sağlanarak,
sonuçlarının izlenmesine önem verilmeli ve kızların kesintisiz olarak
öğrenimlerine devam etmelerini sağlayıcı önlemler alınmalıdır.
4. Özellikle ekonomik
yönden geri, geleneksel değerlerin hakim olduğu kırsal bölgelerde kız
çocuklarının eğitime katılmaların sağlamaya yönelik olarak yatılı kız bölge
okullarının (ilköğretim ve ortaöğretim) açılması ve yaygınlaştırılması
gerekmektedir.
5. Geçici tarım işçisi olan
ailelerin çocuklarının ilköğretim eğitimi almaları ve eğitimlerini
tamamlamaları sağlanmalıdır. Bu yönde mobil eğitim ve benzeri projeler
geliştirilmelidir. Yerel yöneticiler bu konuyu takip etmeli ve uygulanmasını
sağlamalıdır.
6. Eğitim materyallerinde
kadın ve erkek eşitliğini yok sayan, görmezden gelen ya da zedeleyen
anlayışları ortadan kaldıran öğelerinden ayıklanması gerekmektedir.
7. İlköğretimden başlayarak
eğitimin her aşamasında (örgün ve yaygın eğitim de dahil olmak üzere) şiddet ve toplumsal cinsiyet
duyarlılığı konularını içeren ve
çocuklara kendi bedenlerini tanımayı öğreten eğitim programları
hazırlanarak uygulamaya konulmalıdır.
8. Okul yönetimleri, sınıf
öğretmenlerinin ve rehber öğretmenlerin çocuğa yönelik şiddetin tanınması ve
yetkili makamlara bildirilmesi konusunda duyarlılıkları artırılmalıdır.
9. Ailelere çocuk eğitimi
ve çocuk yetiştirme yöntemlerin verildiği “Ana-Baba Okulları” programları
yaygınlaştırılarak kurumsal alt yapı oluşturulmalıdır.
10. Çocuğa yönelik şiddet
konusunda anne babalar ve bakım veren kişilerin çocuğa yaklaşım ve çocuk
terbiyesi alanlarında zihniyet dönüşümünü sağlayacak eğitim programlarına
öncelikle yer verilmelidir.
11. Çocuğa yönelik şiddet
konusunda zararlı gelenek ve görenekler tespit edilerek ayıklanmalı ve
kişilerin söz konusu davranış şekillerini değiştirmelerini sağlayıcı eğitim
programları hazırlanmalıdır.
12. Çocuğa yönelik şiddetle
ilgili bilgilendirici spot eğitim filmlerin, görsel medyada sık aralıklarla
gösterilmesi sağlanmalıdır.
13. Çocuğa yönelik şiddetle
ilgili yasaların ve Çocuk Hakları Sözleşmesinin okullarda öğretilmesi ve
okullardaki şiddeti ortadan kaldırmak için çok yönlü bir kampanya başlatılması
ve bu kampanyanın toplumsal
seferberliğe dönüştürülmesi gerekmektedir.
14. Ülkemizde tecavüz ve
ensest gibi konuların ciddi sorunlar arasında yer almasına rağmen hâlâ bunların
tabu sayılmasıyla mücadele edilerek, cinsel şiddet türleri, nedenleri, önleme yolları konusunda halkın,
bilinçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Sağlık
1. Sağlıkla ilgili yüksek
öğrenim kurumlarında mezuniyet öncesi eğitim programlarına çocuğa yönelik
şiddeti tanıma, gerekli müdahaleleri yapabilme ve şiddet gören çocuğu korumak
amacıyla gerekli mekanizmaları çalıştırabilme konularında dersler konulmalıdır.
2. Sağlık kuruluşlarına
başvuran şiddet mağduru çocuklara sunulacak koruyucu ve tedavi edici sağlık
hizmetleri planlanırken, tüm sağlık kurumlarında hizmet sunucu olan hekim ve
hemşire gibi sağlık çalışanlarının yanı sıra çocuğa yönelik şiddeti tanıma,
tespit etme ve bildirim konusunda eğitilmiş sosyal hizmet uzmanı ve
psikologların yer alacağı bir modelin oluşturulması sağlanmalıdır.
Hukuk
1. 5395 sayılı Çocuk Koruma
Kanununa ilişkin alt yapıların ivedilikle oluşturulması yönündeki çalışmalar hızlandırılmalıdır.
2. CMK’nun “tanıkların
dinlenmesi” başlıklı 52 inci maddesinin (3). fıkrasında çocuk mağdurların tanık
olarak dinlenmeleri sırasındaki görüntü ve seslerin kayda alınmasının zorunlu
olduğuna dair hükmün, “5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 12 inci maddesinin ikinci fıkrası” uyarınca, bu
fıkranın (a) ve (b) bentlerinin 1 Temmuz 2006 tarihinde yürürlüğe gireceği
yönündeki düzenleme gözetilerek anılan yasal düzenlemenin bir an önce hayata
geçirilmesi için alt yapının ivedilikle oluşturulması gerekmektedir.
3. Şiddet ve özellikle
ensest faillerinin rehabilitasyona tabi tutulmalarının yasal bir zorunluluk
haline getirilmesi ve masrafların failler tarafından karşılanması yönünde yasal
düzenlemelere gidilmelidir.
4. Hak arama sürecindeki
yasal prosedür mağdurlar lehine basitleştirilmeli, sağlıkla ilgili kayıtlar
başta olmak üzere gerekli belge ve kayıtların ücretsiz hazırlanması sağlanmalı
ve bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
5. Çocuğun beden
muayenesinde, çocuğun “aydınlatılmış onamının” alınması yönünde yasal
düzenlemeler yapılmalıdır.
D. KADINA
YÖNELİK ŞİDDET
Şiddet, güç kullanılarak vurma ve kötü
davranma eylemi olarak tanımlansa da; genel anlamıyla huzur karşıtı olup, onu
bozan veya tartışmaya açan eylemler bütünü olarak, fiziksel ya da fiziksel
olmayan davranışları içeren, fiziksel ve ruhsal acı ve zarar veren saldırgan
eylemdir.
Dünya Sağlık Örgütü ise şiddeti, sahip
olunan fiziksel, güç ya da kudretin, tehdit yoluyla ya da doğrudan kendine, bir
başka insana, bir gruba ya da topluma karşı yaralanma, fizyolojik hasar,
gelişme bozukluğu ya da gerilikle sonuçlanacak ya da sonuçlanma olasılığı
yüksek bir biçimde uygulanması olarak tanımlamaktadır.
Bu tanım, “ailede veya genel toplumda
oluşan; dayak, çocukların cinsel istismarı, drahoma/başlık parası ile ilişkili
şiddet, ırza geçme, kadın sünneti ve kadına zararlı olan diğer geleneksel uygulamalar,
eş-dışı şiddet ve sömürü ile ilişkili şiddet, işyeri, eğitim kurumları ve diğer
yerlerde karşılaşılan cinsel taciz, fahişeliğe zorlama, devlet tarafından
işlenen veya göz yumulan şiddeti içeren fiziksel, cinsel ve psikolojik tüm
şiddet biçimlerini” kapsar.
Kadına
yönelik şiddet; Cinsiyete
dayanan, kadını inciten, ona ızdırap veren fiziksel, cinsel, zihinsel hasarla
sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı bulunan, kamusal alanda ya da özel
yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına
neden olan her türlü davranıştır.
1995 yılında yapılan 4. Dünya Kadın
Konferansı’nda kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem Planında, “Kadına yönelik şiddet” kadının
fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan
veya sonuçlanması muhtemel olan, bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da
özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde ister özel
hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türden şiddet anlamına
gelmektedir. Buna bağlı olarak kadına yönelik şiddet aşağıdakileri kapsamakla
birlikte bunlarla sınırlı değildir;
- Dayak dahil aile içinde meydana gelen
fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, hanedeki kız çocuklarının cinsel
istismarı, çeyizle bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadınlara zarar
veren kadın sünneti ve diğer geleneksel uygulamalar, nikah dışı ve istismarla
bağlantılı şiddet.
- Tecavüz, cinsel taciz, işyerinde eğitim
kurumlarında ve başka yerlerde sarkıntılık ve cinsel zorlama dahil toplum
içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, kadınların alınıp
satılması ve fahişeliğe zorlanması.
- Nerede olursa olsun, devletin yürüttüğü
veya göz yumduğu fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet.
- Silâhlı çatışmalarda kadının insan
haklarının ihlali; öldürme, sistematik tecavüz, cinsel kölelik ve zorla hamile
bırakma ve hamileliği sürdürme.
- Zorla kısırlaştırma zorla düşük
yaptırma, doğum kontrol yöntemlerinin zorla kullandırılması kız bebeklerin
öldürülmesi, ceninin cinsiyeti kız ise hamileliği sona erdirme şeklinde
tanımlanmıştır.
Yine 2000 yılında yapılan Pekin+5 Siyasi
Deklarasyonu ve Sonuç Belgesinde, Pekin Eylem Platformunda yer alan şiddet
tanımı genişletilerek erken ve zorla evlendirme, namus cinayetleri, başlık
parasını ödeyememekten kaynaklanan şiddet ve evlilik içi tecavüz gibi şiddet
türleri Kadının İnsan Hakları ihlalleri olarak sıralanmıştır.
New York Sonuç Belgesi devletlere
kadınlara karşı şiddet konusunda etkin yasalar dahil olmak üzere her türden
gerekli önlem alma görevini vermiştir. Sonuç belgesi ayrıca zararlı gelenek ve
görenekleri ortadan kaldırmak (kadın sünneti, namus cinayeti, erken ve zorla
evlendirme gibi), eğitim programları oluşturmak ve uygulamak ve diğer önlemleri
alma, yasal düzenleme yapma ve bunları tam olarak uygulama görevi vermektedir.
Dahası devletlere kadınlara karşı şiddeti önlemek ve ortadan kaldırmak için
uygun mekanizmalar kurma ve bunları çalıştırma görevi vermektedir.
Şiddetin şekli ve tipi ülkeden ülkeye
farklılık göstermekle birlikte genel olarak sosyal, ekonomik, dinsel ya da ait
olunan etnik gruptan bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Kadınların toplum
içinde yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliklerini sağlama fırsatlarını
sınırlayan, erkeklerin hakimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açan
“kadına yönelik şiddet” toplumun erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır.
Erkek egemen, siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılar aile içi şiddeti
beslemekte ve kadınlara şiddetten korunma ve kurtulma yollarını kapatmakta
önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla aile içi şiddeti üreten dinamikler,
yalnızca aile içindeki ilişkilerden değil, toplumsal yapı içerisinde kadını
ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan
kaynaklanmaktadır. Erkeğin, yasalardan ve toplumun ataerkil yapısından
kaynaklanan kadına göre üstün konumu da şiddeti besleyen diğer bir faktördür.
Şiddet hareketleri ve tehditleri, ister ev
içinde ister toplumda meydana gelsin kadınların hayatına korku ve güvensizliği
sokmakta ve kadını toplumsal yaşamın her alanında başarısız kılmaktadır. Şiddet
korkusu kadının hareket alanına baskı yapmakta ve kaynaklara ulaşımını
engellemektedir. Kadına yönelik şiddet, erkeklerle kıyaslandığında kadınları
ikinci plana iten en önemli sosyal mekanizmalardan birini oluşturmaktadır.
Diğer yandan, kişilerin barınma, beslenme
ve bakım gereksinimlerini sağlayan, güven duygusunu veren, beden ve akıl
sağlığını koruyan ve geliştiren bir birim olması gereken aile, çoğu kez her
çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı tek odak olmaktadır. Aile dışında
gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken aile içinde oluşan şiddet
gizli kalmakta ve özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan
karşılanmaktadır.
Kadınların karşılaştıkları şiddet
biçimlerine bakıldığında yaygın olarak “fiziksel”, “cinsel” ve “psikolojik”,
“ekonomik” “sözel” şiddet şekillerine
ve çeşitli biçimlerde uygulanan kontrol içerikli davranışlara maruz kaldıkları
görülür.
En yoğun görülen kadına yönelik şiddet
şekli olan “sözel şiddette”, kadına
yöneltilen her türlü hakaret ve aşağılama amaçlı sözler (küfür, aşağılama,
hakaret, kadının bedeniyle görüntüsüyle alay etme, bağırma) kastedilir. Bu
hakaretler ev içinde olduğu kadar başka kişilerinde bulunduğu ortamlarda
yapılabilir. Nedeni ne olursa olsun, kadına yönelen küfür, hakaret ve aşağılayıcı
sözler, kadının öz benliğinde yaralanmalara neden olmaktadır.
Kadına yönelik şiddetin en yoğun yaşanış
biçimlerinden olan “fiziksel şiddet”
ise, çok daha belirgin ve kalıcı izler bıraktığından, en çok dikkati çeken ve
üzerinde konuşulan bir şiddet türüdür. Tekme, tokat, itme, el/kol bükme,
yumruklama, kafa atma, tekmeleme, kafasını duvara vurma, sert bir cisimle (sopa, demir, odun, oklava,
değnek, zincir, kemer, hortum, kırbaç) vurma,
boğazını sıkarak nefessiz bırakma, bedeninde sigara söndürme, kızgın ütü
v.b. aletler ile dağlama, ateşli-kesici ve delici bir aletle (balta, keser,
bıçak, makas, jilet, kırık şişe, çatal, silâh) yaralama, saç çekme, saç yolma,
saçlarını tutup yerde sürükleme,
kezzap/sıcak su gibi yakıcı sıvılarla saldırma, üzerinde sigara
söndürme, burnunu kesme, kadını bir yere kilitleyip günlerce aç-susuz bırakma
gibi şekillerde görülebilen fiziksel şiddet, uygulayıcı tarafından uygulanan
kişiye verilen acı ve gözle görülür kalıcı/geçici izler bırakır. Kimi zaman,
fiziksel şiddetin sonucu ölüme kadar gidebilmekte ya da çok ağır fiziksel
sakatlıklar bırakabilmektedir.
Zaman zaman “duygusal şiddet” olarak da
tanımlanan “psikolojik şiddet”,
genel olarak tehdit unsurunu içerse de, kimi araştırmacılar tarafından sözel
şiddetle birlikte ele alınarak değerlendirilmektedir. Daha çok küçümseme,
aşağılama, alay etme, küçük düşürme, korkutma, sevdiklerinden aile ve
arkadaşlarından uzak tutma, sokağa çıkartmama, boşanma, ortada bırakma, kuma
getirme, çocuğu göstermeme gibi tehdit ve gözdağı verme sonucu kurulan baskının
sonucu oluşan psikolojik şiddet; sözel şiddette olduğu gibi, kadının öz
benliğinde örselenmeler ve duygusal dalgalanmalar oluşturarak ciddi sorunlara
yol açmaktadır.
Kadının çalışmasına yada çalışmamasına
izin vermemek, geliri üzerinde söz sahibi olmasını engelleme, parasını, malını
(mal varlığını), ziynet eşyalarını elinden alma ya da kişisel zevk, beğeni ve
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik parayı kadına vermeme ya da, belli çıkarlar
doğrultusunda verme (şunu yapmazsan, şöyle yapmazsan bir daha para vermem,
şunları almam gibi) sonucu oluşan “ekonomik
şiddet” kadın üzerinde bir baskı ve denetim aracı olarak kullanılmaktadır.
Genellikle kadının hoşlanmadığı hareket,
sözle taciz ve dokunmakla başlayan, kadının istemediği zamanda ve biçimde
cinsel ilişkiye zorlama, aldatma, başkalarıyla ilişkiye zorlama, doğurmaya ya
da doğurmamaya zorlama olarak görülebilen “cinsel
şiddet” erkeğin kadını denetleme ve iktidar olma arzusu, kadının cinsel
ritüeldeki rolünü oynamaması ve erkeğin bu rolü zorla kabul ettirmesi sonucu
oluştuğu şeklinde sunulsa da, ülkemizde erkeğe verilen/sunulan bu iktidar,
kolay kolay kadınlar tarafından yıkılabilecek bir davranış olmadığından,
genellikle sadece erkeğin istediği/hazır olduğu durumlarda ve kolayca uygulanabilen
bir davranış şeklidir.
Kadının
davranışlarını kontrol etmeye yönelik eylemler ise kadını ailesi ve
arkadaşları ile görüştürmemek, hareketlerini giyim kuşamını kontrol etmek
şeklinde gerçekleşmektedir.
D.1. Kadına Yönelik Şiddet Açısından Dünyada Durum
Şiddet hareketleri, ister ev içinde ister
toplumda meydana gelsin kadının hayatına korku ve güvensizlik sokmakta,
eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerinin başarılmasını engellemektedir. Kadına
yönelik şiddet, erkeklerin hakimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açan,
kadının ilerlemesini engelleyen kadınla erkek arasında çağlar boyunca sürmüş
eşit olmayan güç ilişkisinin görünürdeki yüzüdür. Kadına yönelik şiddetle
ilgili araştırmaların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak, bu
konuda söylenebilecek tek şey, kadına yönelik bütün şiddet türlerinin dünyada
kayıtlara tam olarak geçirilmiyor olmasıdır.
Kadına yönelik şiddetin yapılan
araştırmalara göre kadınların % 10 ile % 69’unu etkileyen bir sorun olduğu
saptanmıştır. Kadının ölmesine, sakatlanmasına fiziksel, ruhsal ve sosyal
sağlığının olumsuz etkilenmesine neden olan kadına yönelik şiddetin yaygınlığı
ve yüksek sıklığı DSÖ tarafından öncelikli bir halk sağlığı sorunu olarak
değerlendirilmesine neden olmuştur. DSÖ
tarafından Kasım 2005’de yayınlanan raporda, 10 ülkeden (Bangladeş, Brezilya,
Etiyopya, Japonya, Peru, Namibya, Samoa, Sırbistan, Tanzanya ve Tayland) 24 000
kadınla yapılan görüşmelere dayanarak sorunlar saptanmış ve yapılması
gerekenler 15 öneri başlığı altında toplanmıştır. Bu öneriler;
1. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadının
insan haklarını savunmak;
2. Kadına yönelik şiddeti ele alan çok
yönlü planlar oluşturmak, uygulamak ve izlemek;
3. Toplumsal, siyasal, dinsel ve diğer
alanlarda lider konumunda olan kişileri harekete geçirip, kadına yönelik
şiddete karşı konuşmalarını sağlamak;
4. Kadına yönelik şiddet ve onu pekiştiren
tavır ve inançları izlemek için gerekli bilgileri toplayan veri tabanları
oluşturmak ve olanların kapasitesini artırmak;
5. Öncelikle eşler (partnerler) arasında
şiddet ve cinsel şiddeti önlemeye yönelik programlar oluşturmak, uygulamak ve
değerlendirmek;
6. Çocukların cinsel tacize tâbi
olmalarını önlemeye öncelik vermek;
7. Mevcut olan HIV/AIDS önleme, ve buluğ
çağındakilerin sağlığına yönelik programlara kadına yönelik şiddet ile ilgili
önlemleri entegre etmek;
8. Kadınların fiziki çevrelerini emniyetli
hale getirmek;
9. Okulları kızlar için emniyetli hale
getirmek;
10. Kadına karşı şiddetin değişik
etkilerine yanıt verebilecek kapsamlı bir sağlık sistemi geliştirmek;
11. Üreme sağlığına yönelik hizmetleri
kadının kötü muameleye tâbi olduğunu saptama, ona destek verme, yönlendirme
yönünde ilk adım olarak kullanmak;
12. Şiddete maruz olarak yaşayan kadınlara
destek sağlayacak resmî ve gayri resmî mekanizmalar oluşturmak;
13. Hukuk ve adalet sistemlerini şiddet
yaşayan kadınların özel ihtiyaçları konusunda hassaslaştırmak;
14. Kadına yönelik şiddetin nedenleri,
sonuçları, maliyeti ve önleme yöntemleri üstüne araştırmalara destek vermek;
15. Kadına yönelik şiddeti azaltmaya
yönelik programları desteklemek.
Kadınlar daha anne karnında iken başlamak
üzere ölümlerine kadar olan süreçte kız çocuk aleyhine cinsiyet seçimi ile
başlayan bir dizi farklı özellikte şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadınların
şiddet gördüğü en önemli dönemlerden biri de gebelik dönemidir. Yapılan
çalışmalar her dört kadından birinin gebelik döneminde şiddet gördüğünü
göstermektedir. Gebelikte şiddetin kadının ve doğacak bebeğin sağlığı üzerinde
olumsuz etkileri bulunmaktadır. Şiddet gören gebe kadınlar daha az doğum öncesi
bakım almanın yanında yetersiz kilo artışı, düşük, vajinal kanama, gibi sağlık
sorunları yaşarken, ölü doğum, düşük doğum ağırlıklı bebek, erken doğum, fetal
kırık gibi bebeğin sağlığını olumsuz etkileyen sonuçlara yol açmaktadır.
Kadınların yaşamları boyunca maruz kaldıkları diğer şiddet biçimleri aşağıda
sıralanmıştır.
Tablo: 1
Yaşam döngüsü içerisinde kadına yönelik
şiddet tipleri
Bu şiddet biçimleri arasında en sık
görülenlerinden birisi kadının eşinden, birlikte yaşadığı erkekten ya da cinsel
birliktelik yaşadığı erkekten gördüğü şiddettir. Birbirinden farklı 48 ülkede yapılmış toplum tabanlı
araştırmalara göre kadınların %10 ile %69’u yaşamlarının bir döneminde birlikte
olduğu erkekten fiziksel şiddet gördüğünü ifade etmiştir.
D. 2.
Kadına Yönelik Şiddet Açısından Türkiye’de Durum
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Atatürk´ün
önderliğinde kadınların toplumsal yaşama tam katılımını sağlamak ve statüsünü
yükseltmek amacıyla ülkemizde çok sayıda yasal düzenleme yapılmış,
Cumhuriyeti’nin temelleri kadın erkek eşitliği üzerine kurulmuştur. Kadınlarımızın siyasal, sosyal, ekonomik ve
eğitim haklarını kullanırken erkeklerle
eşit bireyler olarak ülkemizin
kalkınmasında görev almalarını sağlayacak yasal alt yapı
hazırlanmıştır.( Kılık Kıyafet Kanunu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Türk Medeni
Kanunu, Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının verilmesi gibi) o dönem için
dünyanın bir çok ülkesine göre ileri ve çağdaş
adımlar sayılan bu düzenlemelerin yanı sıra ülkemiz, sosyal bir sorun
olan kadına yönelik şiddeti yasaklayan uluslararası sözleşmeleri imzalayarak,
uluslararası kuruluşların bu konudaki kararlarını kabul etmiştir.
Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi,
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Üçüncü Dünya Kadın
Konferansı Nairobi İleriye Yönelik Temel Stratejileri ve Dördüncü Dünya Kadın Konferansı dokümanları ve izleyen
dokümanlar (Pekin Deklarasyonu ve Eylem
Platformu, Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi vb.) olmak üzere uluslararası
belgelerde kadına yönelik şiddeti
önlemeye yönelik politikalar üretilmesi, uygulama ve izleme mekanizmaları
kurulması ve güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Ancak yasal anlamda kabul edilen
bu değişim toplumsal alanda zihniyet değişimine dönüştürülemediğinden bu konuda
gelişmiş ülkelerin gerisinde kalınmıştır. Bunu yanısıra kadına yönelik şiddet
uygulamaları dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de toplumun her
kesiminde yaygın bir biçimde uygulanmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, “insanlara karşı ayrımcılığın kabul
edilemezliğinin prensibini teyid ettiğini ve tüm insanların özgür doğduğunu ve
eşit itibar ve haklara sahip olduklarını ve Beyannamede öne sürülen tüm haklar
ve hürriyetlerin cinsiyete dayalı olanlar dahil hiçbir ayırıma tabi
kılınmaksızın herkes tarafından kullanılabileceği” belirtilmiştir.
Nairobi’de 1985 yılında gerçekleştirilen
3. Dünya Kadın Konferansı sonucunda kabul edilen Nairobi İleriye Yönelik Temel
Stratejilerin 55. maddesinde “kadınların
toplum içindeki durumlarını inceleyecek, kadın-erkek ayrımının geleneksel ve
çağdaş nedenlerini en geniş ve kapsamlı biçimde belirleyecek ve ayrımcılığın
önlenmesi için yeni politikalar formüle edilmesine, strateji ve önlemlerin
etkin bir biçimde uygulanmasına yardımcı olacak etkili kurumlar ve mevzuat
(mevcut değil ise) oluşturulmalı veya (mevcut ise) güçlendirilmelidir. Bu
çalışmalar kalkınma politikası ile uyumlu hale getirilmelidir” denmektedir.
Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW) ilk maddesinde “kadınlara karşı ayırım” deyimi
kadınların, medeniÊ durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine
dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer sahalardaki
insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan
yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve
cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, mahrumiyet ya da kısıtlama anlamına gelecektir” şeklinde
tanımlanmaktadır. Ayrımcılığın yasalar, hukuk sistemi, siyasal ve kamu yaşamı,
eğitim, istihdam, sağlık, kırsal kesim, evlilik ve aile dahil olmak üzere her
alandan silinmesi için devleti sorumlu tutar. Bu amaçla da devleti gerekli her
türlü önlemi alarak, ayrımcılık yapan yasaları, denetim mekanizmalarını, gelenekleri
ve uygulamaları değiştirmek veya kaldırmakla yükümlü kılar (Madde 2). Söz
konusu sözleşmenin 24. maddesi ile kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan
kaldırılması yönünde taraf devletlere ulusal seviyede gerekli bütün önlemleri
alma zorunluluğu getirilmiştir.
Uluslararası hukuk hiçbir devletin, aile
mahrem alandır, veya gelenek ve göreneklerimiz, dinimiz, kültürümüz,
törelerimiz bunu gerektirir savıyla kadına yönelik şiddete göz yumamayacağını
teyit etmektedir. Ayrıca CEDAW’ın uygulanmasını izleyen uzman komite, 1992
yılında aldığı 19 numaralı tavsiye kararı ile kadına yönelik şiddetin bir
ayırımcılık türü olduğunu belirterek anlaşmanın içeriğini bir anlamda yeniden
tanımlamış ve genişletmiştir. Birleşmiş Milletler’in 10 Aralık 1993’te kabul
ettiği Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi devlete bu alanda geniş
sorumluluk taşıdığını ve ihlâleri önlemek için neler yapması gerektiğini açıkça
belirtmiştir (Md. 4).
Ancak, çeşitli belgelere rağmen kadınlara
karşı toplumsal yaşamın her alanında ayırımcılık hala devam etmektedir. Ayrımcılığa neden olan en temel alanlardan
birisi de, kuşkusuz kadına yönelik aile içi şiddettir.
Şiddet, yalnızca birey açısından değil
toplum açısından da önemli sonuçlar doğurmaktadır. Toplumun yarısını oluşturan
kadınların, büyük bir bölümünün şiddete uğraması, ailenin dolayısıyla da toplum
yapısının bozulmasına neden olmaktadır.
Ülkemiz, 1995 yılında Pekin’de yapılan 4.
Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem Platformunu hiç
çekince koymadan kabul ederek ayrıca taahhütlerde bulunmuştur. Kadına yönelik
şiddet, Eylem Platformunda yer alan 8 kritik alandan birini oluşturmaktadır.
Söz konusu eylem planında;
l Kadına yönelik
şiddeti önlemek ve ortadan kaldırmak için bütünsel önlemler almak
l Kadına yönelik şiddetin
nedenleriyle sonuçlarını ve engelleyici önlemlerin etkinliğini incelemek
stratejilerine ve bu kapsamda yapılacak eylemlere ayrıntılı olarak yer
verilmiştir.
Ülkemiz, anılan konferansta kadına yönelik şiddet konusunda;
- Aile içi şiddeti ve genel olarak kadına
ve çocuklara yönelik şiddeti önlemek için kampanyalar, ana-baba eğitimi
programları düzenlenmesi,
- Sağlık görevlileri, öğretmenler, sosyal
hizmet uzmanları, psikologlar, çocuk gelişimi uzmanları, polisler gibi meslek
elemanlarının eğitim programlarında, kadın ve çocuklara karşı şiddet konusunun
yer almasının sağlanması,
- Şiddete uğrayan kadınlar için
başvurabilecekleri merkezlerin ve sığınma evlerinin sayısının artırılması,
ücretsiz danışma, psikolojik ve yasal yardımın sağlanması, konularında
taahhütte bulunmuştur.
Ülkemiz bu taahhütlerini 2000 yılına kadar
gerçekleştirme sözü vermiştir. Ancak günümüzde sağlanan gelişmelere
bakıldığında ülkemizin hem eylem planının gereklerini yerine getirmede ve de
diğer taahhütleri gerçekleştirmekte yetersiz kalmıştır.
Ülkemizde’de son yıllarda kadın-erkek
eşitliğini sağlama yönünde bazı önemli adımlar atılmaya çalışılmıştır.
Anayasa’da yapılan değişikliklerin yanı sıra, özellikle medeni hukuku ve ceza
hukukunu yeniden düzenleyen iki temel yasa hem dilleri hem de içerikleri
açısından kadın-erkek ilişkilerine devletin yaklaşımını sergileyen çerçeveyi
oldukça değiştirmiştir. Ancak bu yasalarda ve diğer yeni düzenlemelerde hem
içerik hem uygulama alanında eksikler bulunmaktadır. Örneğin, Belediyeler
Yasasında nüfusu elli bini aşan belediyelere sığınma evi açma yükümlülüğü
getirilmiştir; ancak bu birçok yönden yetersiz ve hatta yanlıştır.
Belediyelerin ekonomik olanaklarının sınırlılığı yanında yöresel kültürel ve
siyasi baskılara daha açık olmaları nedeniyle kadınların hakları ve kadınların
korunması yönünde gerekli irade ve yaptırım gücünü gösterememe olasılıkları çok
yüksektir. Nitekim bugüne kadar yasanın bu boyutunu uygulama yönünde
belediyelerde bir hareket görülmediği gibi, merkezden de belediyeleri yaptırıma
iten bir uyarı veya destek gitmemiştir.
Ülkemizde kadına yönelik şiddet konusunda
önemli ve olumlu bir adım 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun
çıkarılmasıdır. Ailenin Korunması Hakkında Kanun, TCK ve şiddetin önlenmesine
ilişkin diğer hükümlerin uygulanmasında doğabilecek aksamaların önlenmesi
açısından Anayasa’nın “Ailenin Korunması” başlıklı 41. Maddesi gözetilerek
karakol ve sağlık kuruluşlarında kadına yönelik şiddet olgularının doğru
nitelendirilmesi sağlanmalıdır. Devletin şiddete karşı mücadelesi yasal boyutla
sınırlanamaz; çok yönlü ve kapsamlı bir strateji gerektirmektedir. Çözüm, temel
nedenlere inilerek bir plan çerçevesinde ve bir toplumsal dönüşüm projesi
oluşturmakta yatmaktadır. Ayrıca, plan şiddetin temel nedenlerine yönelen önleyici
tedbirlerin yanında şiddete maruz kalanlara gerekli yardım ve desteği sağlama
şeklinde iki temel yaklaşımı içermelidir.
Böyle bir ulusal planın belirlenmesi ve
uygulanması için hem güçlü bir siyasi idareye hem de halkın mobilize edilmesine
gerek vardır. Ülkemiz gerek bir reform
döneminden geçiyor olması, gerek halk arasında insan haklarına duyarlılığın
artmış olması (tam anlaşılmış ve sindirilmiş olmasa da insan hakları artık
günlük konuşma diline girmiş bir kavramdır) nedeniyle böyle bir dönüşüm projesinin
oluşturulup uygulanması açısından avantajlı bir noktaya gelmiştir. Ayrıca son
15-20 yılda varlığını hissettirmiş bir kadın hareketi oluşmuştur. İnsan hakları
dernekleri çalışma alanlarını genişletip, siyasi özgürlük ve hakların yanısıra,
kadın ve çocuk haklarını içeren programlar düzenlemeye başlamışlardır.
Şiddetin gördüğü toplumsal onay
düşünülerek, erkeğin onurunun ailenin kadın üyeleri ( karısı, kızı, kızkardeşi,
baldızı, annesi, kaynanası, yengesi v.b.) üzerine kurduğu kontrol ve şiddet
(hatta işlediği cinayet) ile korunmadığı, tam tersine bunları yapmanın bir
onursuzluk olarak algılanmasını sağlayacak bir kültürel dönüşüm amaçlanmalıdır.
Aynı şekilde söz konusu dönüşüm mağdur olan çocuk ve kadının kendi
mağduriyetlerinden utanmadan, aileden ve çevreden dışlanma korkuları olmadan,
başlarına gelenin kendi suçları ve ayıpları olmadığını bilerek, yaşadıklarını
söyleyebilme, faili suçlayabilme, yardım istemeye ve hak aramaya
kalkışabileceği bir davranış biçimi olabilmektedir. Ancak, maddi dayanaklar
olmadan kültürel dönüşümün gerçekleşmesi söz konu olamaz. Bu nedenle, kadının kendini güçlü
hissebilmesi, öz güven sahibi olabilmesi için gerekli olanaklarının
çoğaltılması ve toplumsal statüsünün yükseltilmesi gerekmektedir. Önleyici
tedbirler çoğunlukla uzun vadede etkisini göstereceğinden, şiddeti bugün
yaşayan kadın için de yardım mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Bugüne kadar çeşitli ülkelerde birçok
kuruluş kadına yönelik şiddet konusunda araştırmalar ve değerlendirmeler
yapmış, sorunu kadın-erkek eşitsizliğine bağlamış, şiddetin hem bu eşitsizliğin
bir yansıması olduğunu, hem de eşitsizliği sürdürmenin bir yöntemi olduğunu
belirtmişlerdir. Bu çalışmalardan çıkan öneriler uluslararası kurululuşların
bildirge, karar ve raporlarında da yer almıştır. (Örneğin, 1993 tarihli Kadına
Yönelik Şiddetin Giderilmesi Bildirgesi’nin 4. maddesi devletin önlem alması
gereken alanları 17 paragrafta sıralamıştır. Aynı şekilde, Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesinin 30 Nisan 2002 yılında alınan 2002/5 sayılı tavsiye kararı
kadına yönelik şiddet ile mücadeleyi devletin öncelikli sorumluğu olarak
tanımlar, bu sorumluğun töre, din ve geleneklere gönderme yaparak
yadsınamayacağını bildirir. 80 küsur maddede bu sorumluğun nasıl yerine
getirilebileceğini sıralar.)
Kadına karşı şiddet ile mücadele
edilmesini sağlayacak toplumsal bilincin oluşması, sistemli kurumsal yapıların
oluşturulması, gerek ulusal gereksinimlerden gerekse uluslararası
yükümlülüklerimizin gereği olarak, kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik
çalışmalar yasal ve kurumsal düzeyde sürdürülmektedir.
Kadının
Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün 1994 yılında yaptırdığı “Medya, Şiddet ve Kadın” adlı
araştırması, Aile Araştırma Kurumu
‘nun 1995 yılında, “Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları” araştırması, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel
Müdürlüğü’nün 1995 yılında yaptırdığı “Ailede Kadına Karşı Şiddet ve Kadın
Suçluluğu” araştırması, Kadın Dayanışma
Vakfı 1995 yılında yaptığı kadına yönelik şiddet çalışması ve Aile Araştırma Kurumu’nun yaptırdığı
1997 tarihli “Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet” araştırması sonuçlarına
göre ülkemizde kadına yönelik şiddetin
yaygın bir toplumsal sorun olduğu görülmektedir. “2003 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması” kapsamında,
kadınların aile içi şiddet
biçimlerinden özellikle fiziksel şiddete ilişkin tutumları ne kadar
içselleştirdiklerinin belirlenmesi amacıyla kadınların ekonomik ve cinsel
nedenlere dayalı olarak kocasının karısını dövmesinin haklı bulup
bulmadıklarına dair sorular sorulmuştur. Araştırmada, 15-49 yaş grubunda
bulunan kadınların; %39’u belirtilen nedenlerden en az birini kocasının
kendisini dövmesi için haklı bir neden olarak belirtmiştir.
- Şiddeti kabullenme durumu, kadının yaşı,
eğitim durumu, yaşadığı bölge ve çalışma durumuna göre oldukça büyük farklılıklar
göstermektedir. Örneğin; 15-19 yaş grubunda bulunan kadınların %63’ü belirtilen
nedenlerden birini haklı bulurken, 45-49 yaş grubunda bulunan kadınların %39’u
haklı bulmuştur. Yine eğitimi olmayan ya da ilkokulu bitirmemiş kadınların
%62’si belirtilen nedenlerden birini haklı bulurken, lise ve üzeri eğitim almış
kadınların sadece %8,8’i fiziksel şiddet için belirtilen nedenlerden birini
haklı bulmuştur. Ülkenin doğusuna göre daha gelişmiş durumda bulunan batı
bölgesinde yaşayan kadınlardan %32,5’i doğuda yaşayan kadınlardan %49’u
uygulanan şiddetin nedenlerinden birini haklı bulmuştur.
- Çalışma ve gelire sahip olma da şiddetin
içselleştirilmesinde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. İşi
olmayan kadınların %38’i, gelir getiren bir işte çalışanların %30’u bir nedeni
haklı bulurken, gelir getirmeyen bir işte çalışanların yaklaşık %61’i şiddeti
bir nedenle haklı bulmaktadır. Bu araştırmanın sonuçları kadınlarının eşlerinin
kendilerine şiddet uygulaması konusundaki düşüncelerini açığa çıkarmıştır.
Ülkemizde de kadınların büyük bir kısmının şiddeti içselleştirmiş olduğunu ve
normal olarak değerlendirdiğini göstermektedir. Ancak şiddet uygulayan
erkeklerin de bu konudaki tutumlarının da görünür hale getirilmesi de
gerekmektedir.
Tablo 2’de kadınlara yönelik şiddet vakalarından emniyet
birimlerine yansıyan olayların yıllara ve nedenlerine göre dağılımları
verilmiştir.
Tablo 2. T.C. Emniyet
Genel Müdürlüğü Verilerine Göre 2000 - 2005 Yılları Arasında Şiddet İçerikli
Suçlarda Mağdur Olan Kadınlara Ait İstatistiksel Veriler
Ülke genelinde kadına yönelik şiddet
konusunda kapsamlı ve sistematik bir araştırma yapılmamakla birlikte, yapılan
bu araştırmalar durumun önemini oldukça açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Araştırma sonuçlarına bakıldığında kadınların eğitim durumlarına ve
sosyo–ekonomik yapılarına göre şiddete maruz kalma oranları değişse de toplumun
her kesiminde yaygın olarak görülmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak
mücadele edilmesi gereken önemli bir sosyal sorun olma özelliğini taşımaktadır.
Bu mücadelede karşılaşılan en önemli güçlüklerden biri şiddetin büyük oranda “Aile içi ve mahrem” bir konu olarak
algılanmasıdır. Bu anlayış şiddet mağduru kadınların, uğradıkları şiddete karşı
yasal/yargısal süreci işletme konusunda girişimde bulunmalarını büyük ölçüde
engellemektedir. Kadına karşı şiddetle mücadelede karşılaşılan diğer bir güçlük
ise şiddet mağduru kadınlarla doğrudan temasta bulunan kolluk kuvvetlerinin,
yargı mensuplarının ve sağlık personelinin şiddetin kapsamı ve şiddete müdahale
yöntemleri hakkında bilgi ve deneyimlerinin sınırlı olmasıdır. Ülkemizde aile
içinde şiddete uğramış kız çocuklarına yönelik hizmetlerin sunulabileceği
kurumlar ve acil yardım hatları henüz tam olarak kurumsallaştırılmamıştır.
Kadına yönelik şiddetin yaygınlığı dikkate alındığında bu konuda sunulan destek
ve yardım hizmetlerinin ve etkin politikaların yeterli olduğunu söylemek mümkün
değildir. Kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda merkezi ve yerel
yönetimlere, sivil toplum örgütlerine büyük görevler düşmektedir.
Ülkemiz açısından şiddet araştırmalarını
değerlendirdiğimizde, kadına yönelik şiddetle mücadelenin kısa bir geçmişi
olmasına rağmen, kadın istatistikleri ve veri tabanı açısından ülkemizde
1990’ların ilk yarısından itibaren çok önemli gelişmeler sağlanmıştır. Ancak bu
gelişmelere rağmen, kadına yönelik şiddet veri tabanı istatistikleri açısından
istenilen düzeye gelmemiş ve henüz söz konusu alanda veri tabanı oluşturulamamıştır.
Şiddet veri tabanının sağlayacağı
yararlara bakıldığında, kadına yönelik şiddet olgusunun boyutlarını ve
özelliklerini ortaya koymakta, kadına yönelik şiddetin sosyal maliyetlerinin
hesaplanması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu veri tabanındaki
istatistiksel bilgiler, aynı zamanda kadına yönelik şiddetle mücadele amaçlı
politika ve önlemlerin geliştirilmesinde, bu politika ve önlemlerin uygulamada
yol açtığı sonuçların izlenmesinde, şiddete uğrayanlara ve tanık olanlara
yönelik destek hizmetlerini oluşturmak ve gerçekleştirmekte de büyük önem arz
etmektedirler.
Kadınların şiddete uğramaları ile ilgili
çeşitli araştırma bulguları bulunmakla birlikte, bu bulguların birbiri ile
uyumu, karşılaştırılabilirliği sağlanamamıştır. Her araştırmanın getirdiği
tespitler de gelişmeleri ölçmeye yönelik bir çaba ile devam ettirilmemiş, nokta
tespitler olarak kalmıştır. Ayrıca, sosyal, ekonomik ve kültürel etkenlerdeki
değişimin kadına yönelik şiddet üzerinde yaptığı etkileri ölçen ve şiddetle
ilgili değişim sürecini ortaya koyan araştırmalar yapılmamıştır. Bu anlamda
istatistiksel veri üretiminde boşluklar bulunmaktadır.
D. 3. Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri
Genel olarak şiddet, nasıl ortaya çıktığı
konusunda tam fikir birliği olmayan, bilim tarihi boyunca farklı görüşlerin
ağırlık kazandığı oldukça karmaşık nedenlerle ortaya çıkan bir olgudur.
Doğasının karmaşıklığı nedeni ile konu ile ilgili bilim dalları birbirinden
farklı açıklamalarla konuyu izah etmeye çalışmaktadırlar. Bu konuya en son
dahil olan bilim dalı sağlıktır. Sağlık disiplini şiddeti ancak 1980’li
yıllarda sonuçları itibarı ile bir sağlık sorunu olarak görmeye başlamıştır.
Şiddet, fiziksel ruhsal ve sosyal sağlığı bozarak sağlığın bütün boyutlarını
olumsuz etkilemektedir. Sorunun yaygınlığı şiddetin bir halk sağlığı problemi
olarak görülmesini sağlamıştır. Konuya en son dahil olan sağlık bilimi dışında
şiddet konusu başta psikoloji olmak üzere sosyoloji, antropoloji siyaset
bilimi, kriminoloji ve tarih bilim dallarının ilgi alanına girmektedir. Bütün
bu disiplinler şiddetin nedenlerini kendi bilimlerinin kuruluş mantığı
çerçevesinde açıklamaktadırlar. Ancak temelde şiddetin özellikleri şu şekilde
sıralanabilir.
- Üzerinde konuşulan şiddet, canlılarda
türün devamını sağlamak ve hayatta kalabilmek için ortaya çıkan saldırganlıktan
farklıdır.
- Doğada kendi türüne ve doğaya karşı
rasyonel bir nedeni olmaksızın yıkıcı şiddet uygulayan tek canlı insandır.
- Şiddetin uygulayıcılarının genelde erkek
olması şiddet içerikli davranışların insanda içgüdüsel olarak ortaya
çıkmadığını göstermektedir.
- Şiddet her zaman kişiden kişiye doğrudan
uygulanmaz, bu nedenle sadece insan fizyolojisi ya da psikolojisi ile de
açıklanamaz.
-Genel olarak şiddetin, egemenlik
ilişkilerinin sürdürülmesi amacı ile kullanılan bir yöntem olduğu
düşünülmektedir. Şiddet, güçlüden güçsüze doğru sahip olunan güç ya da kudretin
egemenlik kurma amacıyla kullanılması olarak ifade edilebilmektedir.
-Bugüne kadar yapılmış olan
araştırmalardan elde edilen bulgulara göre bireysel ve toplumsal nedenler
şiddeti ortaya çıkarmaktadır.
-Şiddet, çok değişik tiplerde ortaya
çıkmaktadır ve şiddet tiplerinin kendi içerisinde ciddiyeti değişiklik
göstermektedir.
-Şiddet tiplerinin ortaya çıkış sıklığı
tarihsel süreç içerisinde varolan konjonktüre bağlı olarak değişim
göstermektedir.
-Şiddet farklı tipleri olsa da çözüm için
bütün şiddet tiplerinin bir arada düşünülmesi gerekmektedir.
Şiddet sorununun çözülebilmesi için bütün
şiddet tiplerine yönelik önleyici bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Çünkü genelde
bir şiddet tipinin görüldüğü ortamda diğerlerinin ortaya çıkma olasılığı daha
yüksektir. Bu nedenle bütün şiddet tiplerinin bilinmesine gerekir. Şiddet
tiplerinin özet olarak gösterildiği şiddet tipolojisi olarak
isimlendirilen özet şema Şekil 1’de
verilmiştir.
Kadınlar, şiddet tiplerinin tümü ile
karşılaşmaktadır. Kadınlar kadın intiharları, kadını intihara zorlama, kız
çocuklarına yönelik çeşitli biçimlerde ortaya çıkan şiddet, kadının eşinden
kaynaklanan şiddet, yaşlı kadınların yaşadıkları şiddet, kadınların sokakta
yaşadıkları cinsel taciz, kapkaç şeklinde yaşanan şiddet, kadına yönelik olarak
politikalar aracılığı ile oluşan şiddet, kadınların çalıştırılmaması, iş
yaşamında düşük ücretle çalıştırılması gibi çeşitli biçimlerde şiddet
görmektedir. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin bireysel, sosyal ve kültürel
nedenlere ve koşullara bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Bireysel nedenler
Kadınlar genelde eşleri, babaları ve erkek
kardeşleri gibi tanıdıkları kişilerden şiddet görmektedir. Özellikle aile
içinde kadına yönelik şiddete bakıldığında şiddet uygulayan erkeklerin ortak
özelliği genç ve düşük gelirli olmalarıdır. Bazı çalışmalara göre ise bir
erkeğin çocuklukta ve ergenlikte yoksulluk çekmesi, düşük okul başarısına sahip
olması ve ergenlikte saldırganlık içeren suça karışmış olması yirmili yaşlara
geldiğinde eşine fiziksel şiddet uygulaması açısından önemli bulunmuştur. Tablo
3’te bir erkeğin birlikte olduğu kadını istismar etmesi ile ilişkili bulunmuş
faktörler sıralanmıştır.
Tablo: 3 Erkeğin birlikte olduğu kadına şiddet
uygulaması ile ilişkili bulunmuş faktörler
Ailede şiddet öyküsü
Bireysel faktörlerden birisi çocuklukta
aile içinde şiddetin yaşanmış olmasıdır. Bu faktör erkeğin erişkinlikte
birlikte olduğu kadına şiddet uygulaması açısından önemli görülen etkenlerden
biridir. Çocukluğunda şiddete maruz kalmış ya da annelerine şiddet
uygulandığına tanık olmuş kocaya sahip kadınların eşlerinden şiddet görme
sıklıklarının şiddete maruz kalmayanlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Eşlerine şiddet uygulayan erkeklerin büyük kısmının
çocukluğunda fiziksel istismara uğramış olma ya da annelerinin dövüldüğüne
şahit olma gibi bir özellikleri varken, fiziksel olarak istismar edilen ya da
fiziksel istismara tanık olan bütün çocukların yetişkinlikte kendilerinin de
çevrelerindeki kişileri istismar eden bireyler olacaklarını söylemek mümkün
değildir.
Alkol
kullanma
Erkeğin alkol kullanması diğer koşullar
değişse bile kadının kocasından şiddet görmesi ile ilgili olarak önemini
koruyan bir etkendir. Bir çok araştırmacıya göre alkol engellenmeleri ortadan
kaldırarak şiddetin ortaya çıkması olasılığını artırmakta, muhakeme gücünü
azaltmakta ve bireyin karar verme yeteneğini bozmaktadır. Ağır alkol alımı ise
çiftler arasında tartışma çıkmasına neden olarak kadının şiddet görme riskini
artırmaktadır. Kanada’da yapılan bir çalışmaya göre, aşırı alkol alan
erkeklerle birlikte yaşayan kadınların eşleri tarafından dövülme riskinin alkol
almayanlara göre beş kat daha fazla olduğu bulunmuştur.
Kişilik
bozuklukları
Yapılan bazı çalışmalar eşlerini istismar
eden erkeklerin duygusal açıdan daha bağımlı, güvensiz, benlik saygısı düşük,
dürtü kontrolü konusunda yetersiz kişiler olduklarını gösteren bulgulara
ulaşmıştır. Eşlerine şiddet uygulayan erkekler,
şiddet uygulamayanlara göre, daha fazla öfkelenen ve düşmanlık duyguları taşıyan,
duygu durumu daha depresif, antisosyal, saldırgan ve sınırda kişilik bozukluğu
ölçeklerinden daha yüksek puan alan kişilerdir. Ancak
eşlerini istismar eden erkeklerin tümünün bu tür psikopatolojik bozukluklar
gösterdiğini söylemek mümkün değildir.
İlişkinin
biçimi ile ilgili faktörler
Kişiler arası düzeyde kadına yönelik
şiddeti etkileyen en önemli ilişkisel faktörler olarak evlilikte çatışma ya da
ilişkide uyumsuzluk ortaya çıkmaktadır. Evlilikteki çatışma bütün çalışmalarda
oldukça önemli bir etken olarak saptanmıştır.
Toplumsal faktörler
Kadına karşı fiziksel şiddet bütün
sosyo-ekonomik gruplarda görülen bir durum olmasına karşılık, yoksul kadınların
fiziksel şiddetten daha fazla etkilendiği gösterilmiştir. Yoksulluğun neden
şiddet riskini artırdığı konusu tam olarak anlaşılmış değildir. Doğrudan
yoksulluğun kendisi mi yoksa yoksulluğa eşlik eden aşırı kalabalık ve
umutsuzluğun mu şiddeti ortaya çıkardığı bilinmemektedir. Yoksulluk içinde
yaşayan erkeklerin tükenme duygusu ve ailenin geçimini sağlama konusunda oluşan
kültürel beklentiyi karşılamakta yetersiz kalmaları gibi nedenlerle yaşadıkları
stresi yaşamlarının her anına genelleyebildikleri görülmektedir. Ayrıca bu
durum evlilikte çatışmaların, fikir uyuşmazlıklarının ortaya çıkmasına neden olmakta
ya da kadınların şiddet içeren, yetersiz bir ilişkiyi terk etmesini engelleyen
bir faktör olarak da ortaya çıkabilmektedir.
Toplumun kadına yönelik şiddete bakış
açısı da önemli bir diğer faktördür. Kadına yönelik şiddet sıklığının farklı
olduğu 16 ülkede yapılan bir çalışmada en düşük sıklıklar kadına yönelik
şiddete kesin toplumsal yasakların getirilmiş olduğu, şiddet gören kadınlara
aile ve sığınma evleri aracılığıyla korunma sağlanan toplumlarda bulunmuştur.
Toplumsal yasaklar, yasal düzenlemeler ya da çevredeki aile bireyleri ya da
komşuların ayıplaması şeklinde ortaya çıkan müdahaleler olabilmektedir.
Kadının eşinden şiddet görmesi, geleneksel
toplumsal cinsiyet rolünün dışına çıkması ve iş yaşamına katılması şiddeti
tırmandıran bir etken gibi görünmektedir. Kadının statüsünün çok düşük olduğu
toplumlarda ise kadına yönelik şiddetin daha az olduğu iddia edilmektedir.
Çünkü bu toplumlarda erkeklerin kadınlar üzerindeki otoritesi mutlaktır ve
kadınlar tarafından da kabul edildiği için erkekler otorite kurmak ve bunu
sürdürmek için şiddete başvurmak gereğini duymazlar. Diğer yandan kadının
statüsünün yüksek olduğu toplumlarda kadınların dayanışma içerisinde davranarak
geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayıp değiştirebilecek yeterli
güce erişebildikleri öne sürülmektedir.
Aile içinde kadına yönelik şiddeti
etkilediği düşünülen başka etkenler de vardır. Ancak bunlar üzerinde çok
araştırma yapılmamıştır. Bu etkenler toplumda işlenen diğer şiddet suçlarının
görülme sıklığı, toplumun sahip olduğu moral değerlerin düzeyi, ailenin
mahremiyeti ile ilişkili sosyal normlar, erkeğin kadın üzerindeki hakimiyeti
ile ilişkili toplumsal normlar olarak sıralanmaktadır.
Kültürel etkenler
Bazı araştırmacılara göre erkeklerin
ailede ekonomik yönden baskın ve esas karar verici konumunda oldukları,
kadınların çeşitli nedenlerle kolay boşanamadıkları, yetişkinlerin çatışmaları
çözmek için şiddete başvurdukları toplumlarda kadınlar eşlerinden daha fazla
şiddet görmektedir.
Diğer bir önemli etken de toplumda kadın örgütlenmelerinin
varlığıdır. Bu örgütlenmeler kadınlara gerek duydukları sosyal desteği
sağlayabildikleri gibi, aileleri ve eşleri dışında ekonomik bağımsızlık olanağı
yaratabilmektedir.
Kadına yönelik şiddeti artırdığı düşünülen
diğer etkenler arasında savaş, iç çatışma ya da diğer sosyal kargaşa
ortamlarının varlığı ya da bu tür ortamlardan yeni çıkılmış olması da
bulunmaktadır. Ayrıca bireylerin ateşli silâhları kolayca edinebildikleri,
kadın erkek ilişkilerinin sağlıklı olmadığı ortamlarda kadının şiddet görme
olasılığı artmaktadır. Ekonomik ve sosyal kargaşa ortamlarında kadınların daha
özgürleştiği, aileye ekonomik olarak katkı sağlayabilmek için daha fazla
sorumluluk aldıkları, erkeklerin ise ailenin korunması ve geçiminin sağlanması
gibi geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranamadıkları
görülmektedir. Bu durum kadınların şiddet görme riskini artırmaktadır.
D.4. Kadına
Yönelik Şiddetin Sonuçları
Şiddetin her tipi, şiddet kurbanı başta
olmak üzere bütün tarafların fiziksel, ruhsal ve sosyal iyi oluş halini olumsuz
yönde etkilemektedir. Şiddet ölümle sonuçlanabilir. Ölümle sonuçlanmayan şiddet
olgularında değişik düzeyde fiziksel yaralanmalar oluşabilir. Bu yaralanmalar
soncunda özürlülük ve engellilik ortaya çıkabilir. Ayrıca şiddet aile
sağlığına, toplumsal birlikteliğe, toplumun daha iyi sağlık düzeyine ve
sürdürülebilir sosyal kalkınmasına yönelik önemli bir tehdittir. Dünyada en
fazla görülen şiddet tipi olarak nitelenen kadına yönelik şiddetin kadın
sağlığı ile olan ilişkisi açık olarak ortaya konmuştur. Kadına yönelik şiddetin
sağlık sonuçları Tablo 4’te özetlenmiştir.
Tablo: 4
Kadına yönelik şiddetin sağlık sonuçları
Kadına yönelik şiddet, kadının baskı
altında tutulmasını, denetlenmesini, sindirilmesini, kontrol edilmesini, itaatini
sağlayarak, erkeğin kadının bedeni üzerinde mutlak söz sahibi olduğunu
göstererek kadının insan haklarını kullanmasını ve fırsatlardan yararlanmasını
engellemektedir.
D.5. Çözüm
Önerileri
Koruyucu ve
önleyici tedbirler
1. Devlet, kadın ve erkek
arasındaki ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması için gerekli tedbirleri
almalıdır.
2. 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanunun tanıtımı yönünde çok yönlü çalışmalar yapılmalıdır.
3. Eğitimini yarıda
bırakmış kadınların eğitimlerini tamamlayabilmeleri ve aktif olarak iş yaşamına
katılmaları için ihtiyaç duydukları destek hizmetlerinin (yuva, kreş, gündüz
bakımevi gibi) sağlanmalıdır.
4. İşe alınmada eşitliği
sağlayıcı önlemler alınmalı, işyerinde cinsiyete dayalı ayrımcılığın olmaması
için işverenlerin ve yöneticilerin gerekirse pozitif ayrımcılık yapmaları
gerekmektedir.
5. Kadınların istihdam
olanakları ve iş kurmak için gereksinim duydukları kredi almalarını
kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmalıdır.
6. Evlilik öncesi çiftlerin
yardım almaları konusunda “Evlilik ve Evlilik Danışmanlığı” hizmetlerinin
kurumsallaşması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.
7. Aile Mahkemeleri ve
Çocuk Mahkemelerinde görev yapacak yargı mensuplarının, pedagogların, sosyal
hizmet uzmanlarının, psikologların toplumsal cinsiyet bakış açısı eğitimi
alması ve Aile Mahkemeleri Kanunu uyarınca bu mahkemelerde görev alacak
pedagogların, sosyal hizmet uzmanlarının, psikologların kadrolarına atanmaları
en kısa sürede yapılmalıdır.
8. Belediyelerin ve Millî
Eğitim Bakanlığı’nın Halk Eğitim Merkezleri ile SHÇEK’in Toplum Merkezleri’nde
kadın çalışmaları yapılmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği
sağlanarak söz konusu merkezlerde okur-yazarlık, kadının insan hakları,
toplumsal cinsiyet rolleri, özgüven gibi kadına yönelik güçlendirici çalışmalar
yapılmalıdır.
9. Kadına yönelik şiddetle
ilgili spot filmler üretilmeli, ulusal, bölgesel ve yerel medyada ulusal bir
kampanya çerçevesinde gösterilmesi
sağlanmalıdır.
10. Kadına yönelik şiddettin
önlenmesine ilişkin mülki idare amirlikleri ve yerel yönetimlerce broşürler
hazırlanmalı, hazırlanacak bu broşürlerin, halka açık alanlarda ve kamu hizmet
birimlerinde dağıtımı sağlanmalıdır.
11. Diyanet İşleri
Başkanlığı, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda; toplumu bilinçlendirmek
üzere hutbe ve vaazlar vermeli, yazılı ve görsel yayınlar yapmalı ve çeşitli
etkinlikler düzenlemelidir.
12. Bütün kamu kurum ve
kuruluşları ile, sivil toplum kuruluşlarında kadına yönelik şiddet konusunda
duyarlığını ve sorumluluğunu artırıcı bir kampanya düzenlenmeli bu alanda yapılmış olumlu girişimlerin
duyurulması sağlanmalıdır.
13. Kadın-erkek eşitliğini
önemseyen, kadın haklarının gelişmesi konusunda destek veren erkek gruplarının
sayısının artırılması konusunda gerekli önlemler alınmalıdır.
14. Kent planlamasında,
sokak ve parkların iyi aydınlatılması ve kadınların acil telefon hatlarına
kolay ulaşabilmesini sağlamak amacıyla telefon kulübelerinin sayılarının
artırılması gibi kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda gerekli
hizmetlerin sunulması sağlanmalıdır.
Hizmet Kurumları
1. Devlet kadınlara yönelik her türlü
şiddet eyleminin önlenmesini bir devlet politikası olarak kabul etmelidir. Bu
alana yönelik bir bütçe oluşturularak, toplumsal cinsiyet rolleri açısından
bütçelerin etki ve sonuçları görünür kılınarak, toplumsal cinsiyete dayalı
bütçe analizleri yapılmalıdır.
2. TBMM bünyesinde
“Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu” adı ile daimi bir komisyon oluşturulmalıdır.
3. KSGM koordinatörlüğünde
bir “Kadına Yönelik Şiddet İzleme Komitesi” kurulmalıdır.
4. Toplumsal cinsiyete
duyarlı politikaların devletin bütün ana plan ve programlarının içine entegre
edilmesi, ilgili kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğinin sağlanması,
programların ve sonuçların izlenme ve değerlendirilmesi için gerekli mekanizmaların
oluşturulması ve var olan mekanizmaların işler hale getirilmesi sağlanmalıdır.
5. Kadına yönelik şiddete
karşı alınacak önlemler bir ulusal plan çerçevesinde yasal, kurumsal, eğitsel
ve kültürel alanlara yönelik, kapsamlı olarak belirlenmelidir. Bu plan
hazırlanırken toplumsal cinsiyet bakış açısına sahip bir plan olması
sağlanmalıdır.
6. Kadın erkek eşitliğine
aykırı politikalar, yasal düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılmalı, toplumda kadın ve erkek eşitliği
sağlanıncaya kadar, kadınlara pozitif ayrımcılık yapılması bir devlet
politikası olarak kabul edilmelidir.
7. Ülke genelinde tüm kamu
kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör çalışanlarına yönelik
“toplumsal cinsiyet eşitliği” eğitimi verilmesinin zorunlu hale getirilmesi sağlanmalıdır.
8. Kadından Sorumlu Devlet
Bakanlığı koordinasyonunda bütün kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteleri,
sivil toplum kuruluşlarını, özel sektör ve yerel yönetimleri de kapsayacak
“2006-2010 Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Eylem Planı” hazırlanmalı ve uygulamaları
takip edilmelidir.
9. Yasa koyucuların,
kadınları doğrudan ilgilendiren kanunların yapım sürecinde, ilgili kamu kurum
ve kuruluşlarının yanı sıra, sivil
toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin kadın araştırma ve uygulama
merkezlerinin de görüş ve önerileri alınmalıdır.
10. Kadına yönelik şiddetin
önlenmesinde çalışmalar yapmakta olan tüm kamu kurum ve kuruluşları, sivil
toplum kuruluşları, üniversitelerin kadın çalışması yapan araştırma merkezleri
ve yerel yönetimler arasında koordinasyonun sağlanarak, ortak bir “hizmet ağı
modeli” oluşturulmalıdır.
11. SHÇEK bünyesinde hizmet
veren “183 Aile, Çocuk, Kadın ve Sosyal Hizmet ve Özürlü Çağrı Merkezi”nin
çalışmasındaki sorunların giderilmesi, daha işlevsel kılınması ve bunun için
gerekli tedbirlerin alınması sağlanmalıdır.
12. Ülke genelinde 24 saat
hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET HATTI” oluşturulmalıdır. Bu hatlarda şiddet
konusunda eğitim almış personelin görev yapması sağlanmalıdır.
13. 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun’un uygulanması aşamasında daha etkili bir sonuca ulaşmak
için şiddet uygulayan bireylerin rehabilitasyona tabi tutulmaları konusunda
gerekli bütün yasal ve kurumsal alt yapı oluşturulmalıdır.
14. Hak arama sürecindeki
yasal prosedür mağdurlar lehine basitleştirilmeli, sağlıkla ilgili kayıtlar
başta olmak üzere gerekli belge ve kayıtların ücretsiz hazırlanması
sağlanmalıdır. Bu süreç her aşamasında, kadının özel hayatına saygılı, kadını
koruyucu olmalıdır.
15. Şiddet mağduru kadına
emniyet birimlerinde uygulanacak prosedür ve atılacak adımlarla ilgili olarak
genel broşür hazırlanmalıdır.
16. Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) için bütçeden ayrılan pay artırılmalı, kadın
sığınma evlerinin/kadın konukevlerinin nitelik ve nicelik açısından Avrupa Birliği standartlarına uygun hale
getirilmeli ve hizmet sunacak personelin kadın bakış açısına sahip olması
sağlanmalı, anılan merkezlerin gizlilik ilkesine uygun olarak hizmet
vermeleri konusunda gerekli özen
gösterilmelidir..
17. Kadın sığınma/konuk
evlerinin kuruluşu ve işletilmesi ile ilgili mevzuatın gözden geçirilerek
Avrupa Birliği standartları doğrultusunda yeniden hazırlanması ve yerel
yönetimlere kadın sığınma/konuk evi açma konusunda zorunluluk getirilmesi
sağlanmalıdır. Açılan kadın sığınma/konuk evlerinin mevzuatta belirtilen
standartlara uygunluğu düzenli olarak denetlenmelidir.
18. Sivil toplum kuruluşları
tarafından kurulmuş ve kurulacak olan bağımsız kadın sığınma evi ve kadın
danışma merkezlerini açma ve işletme girişimleri yerel yönetimler ve İl Özel
İdareleri tarafından mali destek de
dahil olmak üzere çok yönlü desteklenmelidir.
19. Şiddete uğrayan ve
özellikle sığınma evlerindeki ihtiyacı olan kadınları danışma merkezleri ile
sığınaklara başvuran kadınları ekonomik olarak güçlendirmek, yeniden ev
kurmalarını sağlamak amacıyla bir “Kadın Destek Fonu” oluşturulmalı ve
kadınların uygun işlere yerleştirilmesi sağlanmalıdır.
20. Şiddet gördüğü için
kadın sığınma/konuk evine yerleştirilen kadınların buradan çıktıktan sonra
kendi ayakları üzerinde durmayı başarmalarını sağlamak ve desteklemek için
kadınlara devletin sahip olduğu kaynaklardan geçici konut tahsisi yapılmalıdır.
21. Avrupa Birliği
bünyesinde yürütülmekte olan çocuklar, gençler ve kadınlara karşı şiddetin
önlenmesine yönelik DAPHNE II (2004-2008) programını ülkemiz de imzalamalıdır.
22. Kadına yönelik şiddet
konusunda ulusal bir veri tabanı bulunmamaktadır. Mevcut veriler de
sağlıklı ve yeterli değildir. Bu nedenle bu konularla ilgili
Bakanlıkların sağlıklı veri oluşturabilmeleri için toplanacak verilere yönelik
standart soru formları hazırlanmalı ve
sonuçları tek elde (Türkiye
İstatistik Kurumu) toplanarak ulusal
veri tabanı oluşturulmalıdır.
23. Kadına yönelik şiddetin
neden ve sonuçları ile toplumsal maliyetinin araştırılması ve şiddetin
önlenmesine ilişkin projelerin üretilmesi ve gerçekleştirilmesi yönünde ilgili
kuruluşlara destek verilmelidir.
24. Ülke içinde politika,
program geliştirmeyi teşvik edecek bilgilerin daha hızlı üretebilmesi için
üniversitelerin Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezleri teşvik
edilerek araştırma yapmaları ve yayınlamaları sağlanmalıdır.
Eğitim
1. Kadına yönelik şiddet
konusunda zararlı gelenek ve göreneklerin tespit edilerek buna yönelik tutum ve
davranış biçimlerini değiştirmelerini sağlayıcı eğitim programları
hazırlanmalıdır. Kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesine yönelik olarak
başta erkekler olmak üzere ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi ve özellikle
öfkenin kontrolü ve kişiler arasında sağlıklı iletişim becerileri konusunda
yaygın eğitim programlarının hazırlanmasında devletin gerekli çalışmaları yapması gerekmektedir.
2. Özellikle ekonomik
yönden geri, geleneksel değerlerin hakim olduğu kırsal bölgelerde kız
çocuklarının eğitime katılmaların sağlamaya yönelik olarak kız yatılı
ilköğretim ve ortaöğretim bölge okullarının açılması ve yaygınlaştırılması
gerekmektedir.
3. Askerlik eğitiminde,
camilerde, kahvehanelerde, çok sayıda erkek çalışan istihdam eden kuruluşlarda
kadına yönelik şiddet konusunda erkeklere yönelik zihniyet dönüşümünü
sağlayacak eğitim programları düzenlenmelidir.
4. Şiddete uğrayan
kadınların başvurabilecekleri, rehberlik ve danışmanlık hizmeti alabilecekleri
merkezlerin tanıtımı ile kadınlara yönelik bilinç yükseltme ve eğitim
çalışmaları konusunda ulusal bir bilgilendirme kampanyası yürütülmelidir.
6. Sağlık görevlileri,
yargı mensupları, kolluk kuvvetleri, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları,
psikologlar, çocuk gelişimi uzmanları, ve diğer meslek gruplarının lisans ve
hizmet içi eğitim programlarında kadına yönelik şiddet konusu yer almalıdır.
Sağlık
1. Sağlık hizmeti sunan
kurumlarda çalışan sağlık personelinin kadına yönelik şiddeti tanıması, tespit
etmesi, gerekli müdahaleleri yapabilmesi ve şiddete uğrayan kadınları uygun
kuruluşlara yönlendirmeleri için gerekli alt yapının oluşturulması ve sağlık
çalışanlarının mezuniyet öncesi ve sonrası eğitim programlarında kadına yönelik
şiddet konusuna yer verilmelidir.
2. Tüm sağlık
kuruluşlarında şiddet mağduru kadınlara yönelik özel birimlerin oluşturulması zorunlu hale getirilmelidir. Bu
birimlerde hekim ve hemşire gibi sağlık çalışanlarının yanı sıra kadına yönelik
şiddet konusuna duyarlı sosyal hizmet uzmanı ve psikologların çalışması
sağlanmalıdır. Bu birimde çalışanların kadına yönelik şiddeti tanıma, ve şiddet
gören kadına yönelik hizmet veren mekanizmaları harekete geçirebilmek için
gerekli bildirimi yapmaları sağlanmalıdır.
3. Aile planlaması
hizmetleri başta olmak üzere bütün üreme sağlığı hizmetlerinin özellikle
birinci basamak sağlık kuruluşlarında kadınlar için ücretsiz, ulaşılabilir ve
kaliteli bir şekilde verilmesi sağlanmalıdır.
Hukuk
1.“Çerçeve Eşitlik Yasası”
nın ivedilikle çıkarılması gerekmektedir.
2. Anayasamızın “Kanun
önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesine göre;
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra:7/5/2004-5170/1.md.)
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.Devlet, bu eşitliğin yaşama
geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür...”
hükmünün gereği olarak devlet bu amir
hükmü hayata geçirecek başta yasal düzenlemeler olmak üzere gerekli her türlü
tedbiri almalıdır.
3. Yürürlükteki
mevzuatımızdaki kadın-erkek eşitliğini zedeleyen düzenlemelerin ayıklanması
yönünde gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.
4. 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun’un 1. maddesinde geçen “kusurlu eş” ibaresinin “şiddet
uygulayan birey” şeklinde düzeltilmesi; hâkimin anılan yasa kapsamında
hükmedebileceği tedbirlere ilişkin olarak yasanın 1. maddesinin (f) bendinde
geçen “ortak konut” ibaresinin yanına
“veya şiddete maruz kalan bireyin işyerine
gelmemesi” ibaresinin de eklenmesinin, ayrıca 4320 sayılı Kanunun korunma
kapsamına mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı
olan eşlerden birinin veya çocuklarının da dahil edilmesinin ve mahkemenin
vermiş olduğu tedbir hükmünün infazına ilişkin icra işlemlerinin de harçtan
muaf tutulması yönünde yasal düzenleme yapılmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
5. Mevcut yasalarımızda
halen kadın bedenini kontrol altında tutmayı amaçlayan, kadının insan
haklarının ihlaline neden olan hukuki düzenlemeler ivedilikle yapılmalıdır.
6. Siyasi Partiler
Yasasında kadınların siyasete katılımını destekleyen düzenlemeler yapılmalıdır.
7. SHÇEK Ayni ve Nakdi
Yardım Yönetmeliğinde “sivil toplum kuruluşları tarafından açılmış olan sığınma
evlerinde kalan kadınlara kaldıkları süre içinde ayni ve nakdi yardım konusunda
yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Kadına Yönelik Şiddet Konusunda 3 Düzeyli Strateji
1.1. DEVLET
lÊ Sıfır tolerans
lÊ Ana plan ve
programlara cinsiyet eşitliği bakış açısının yerleştirilmesi
lÊ Toplumsal cinsiyet
eşitliği eğitimi zorunlu hale getirilmesi
2.2. TOPLUM
ve AİLE
lÊ Kültürel değerlerde
pozitif yönde değişikliğin gerçekleştirilmesi
lÊ Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın kadının statüsünü yükseltme
çalışmalarına daha aktif katılımının
sağlanması
lÊ Toplumsal-kültürel
diyalog yoluyla çözümün sağlanması
lÊ Medya ve eğitim
sistemi ile de destek sağlanması
3.3. BİREY
lÊ Kadının
güçlendirilmesi
lÊ Cinsiyet
ayrımcılığının önlenmesi
lÊ Şiddete uğramış
kadına yönelik koruma sağlanması
lÊ Yoksulluğun
önlenmesi
E. TÖRE/NAMUS CİNAYETLERİ
Töre, toplumun zaman içinde ürettiği ve
geleneksel olarak uyguladığı toplumsal yasalardır. Bu yasalar evlilik, miras gibi konularda işletildiği gibi, ceza
hükümleri de içerebilirler, ve hatta medeni hukuk, ceza hukuku gibi
farklılıklar gözetmezler. Toplumsal
ilişkiler kişi haklarına dayanmadığı gibi, haksızlık ve suçlardan sorumlu
tutulan da yalnız fail değil onun kan bağı ile bağlı olduğu aile grubudur.
Tanınan kimlik bireysel değil, kollektiftir. Yöresel ve kapalı toplumlarda
sürdürülen töreler, modern devlet oluşumları içinde, devlet müdahalesi,
ekonomik yapının değişmesi, iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi ve artması
sonucu zamanla çözülme gösterirler. Çok
kültürlülüğün savunulduğu günümüzde, törelerin korunmasına daha hoşgörülü bir
yaklaşım bulunmakla birlikte, yine insan haklarına saygının temel alındığı
ülkelerde hem kendi yasalarınca, hem de uluslararası hukuk gereğince
ayırımcılığa dayanan ve insan haklarını ihlâl eden töre ve kültürel inançların
tasfiye edilmesi öngörülmüştür.
E.1. Töre/Namus
Cinayetleri Açısından Dünyada
Durum
Kadınlar dünyanın her
yanında değişik nedenlerle öldürülmektedir. Erkekleri genelde öldürenler
yabancı kişilerken, kadınları öldürenler daha çok onların tanıdıkları
kimselerdir. Bu kimseler kadının şu andaki kocası, boşandığı eşi, erkek
arkadaşı, birlikte yaşadığı erkek olabileceği gibi babası erkek kardeşi ya da
diğer erkek akrabaları da olabilir. Özellikle eşi ya da erkek arkadaşından
şiddet görmesi kadının öldürülmesi riskini de beraberinde getirmektedir.
Avustralya, Kanada, İsrail, Güney Afrika ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yapılan araştırmalara göre cinayete
kurban giden kadınların %40-70’i daha öncede fiziksel şiddet gördüğü eşi ya da
birlikte olduğu erkek tarafından öldürülmüştür. Kadınların öldürülmesinde
kültürel etkenler ve ateşli silâhlara ulaşım önemlidir. Örneğin ABD’de kadınlar
daha çok ateşli silâhlarla öldürülürken, Hindistan’da kadınları döverek ya da
yakarak öldürme daha yaygındır. Hindistan’da kerosenle ıslatılan ve yakılan
kadının ardından “Mutfak kazasında öldü” ifadesinin kullanılmasının çok yaygın
olduğu bildirilmiştir. Dünyada
özellikle feodal yapının gücünü koruduğu bölgelerde ise kadınların namus adına
da öldürüldükleri görülmektedir.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun tahminlerine göre her yıl
dünyada 5000’den fazla kadın namus saiki ile öldürülmektedir. Bu cinayetler daha
çok Bangladeş, Brezilya, Ekvator, Mısır, Hindistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Fas,
Pakistan, İsveç, Türkiye, Uganda ve İngiltere gibi ülkelerde işleniyor gibi
görünmektedir. Ancak bu cinayetlerin yaygınlığının bu ülkelerden daha geniş bir
coğrafyayı kapsadığını düşünmek mümkündür. Sayılan ülkeler namus cinayetlerinin
toplumsal bir sorun olarak görülmeye başladığı ve haber olma özelliği kazandığı
bölgelerdir. Özellikle Ortadoğu, Kuzey Afrika, Asya kıtasındaki bazı ülkelerde
kadınların namus adına öldürülmesinin cinayet olarak görülmemesi nedeni ile bu ülkelerde namus cinayetlerine ait
bilgiye ulaşmak mümkün olmamaktadır. Namus cinayetlerinin genelde ülkelerin
Müslüman nüfusları içinde daha yoğun olarak işlendiği görülmektedir. Ancak
namus cinayetlerinin kökeninin esas olarak ataerkil toplumsal yapıya dayandığı
düşünülmekte ve kökenleri İslamiyet öncesi döneme kadar uzanmaktadır. Namus cinayetlerini oluşturan kültürel yapı,
örf ve adetlere dayanmakta ve aile içindeki erkek egemen yapının sürdürülmesine
hizmet etmektedir.
Dünyada Ürdün, Fas ve Suriye gibi
ülkelerde namus sebebiyle işlenen suçlar, aile namusunu korumaya yönelik olarak
işlenmişse cezai indirime gidilmektedir. Ayrıca bu ülkelerde namus cinayetine
kurban gitme tehlikesi altındaki kadınları korumak amacıyla kurulmuş bir
mekanizma bulunmaması nedeniyle, bu durumdaki kadınları öldürülmekten korumak
için cezaevine koyma gibi son derece trajik bir uygulamaya gidildiği
görülmektedir. Bu ülkelerdeki hapishanelerde bu nedenle yıllarca hapiste kalan
kadınlar olduğu bildirilmektedir.
Benzer cinayetlerin işlendiği diğer
ülkelerde de resmî istatistiklere ulaşmak zordur. Ancak bazı adlar altında da
olsa (örneğin; Meksika’daki tutku cinayetleri bu kategoriye dahil edilebilir)
çok geniş bir coğrafyada namusa dayalı cinayetlerin gerçekleştiğini
söylenebiliriz. Lübnan da, Suriye’de, Irakta, İsrail’de, her yıl yüzlerce namus
cinayeti işlendiğini dış basını tarayarak görmek mümkündür.
Yemen’de Sanaa Üniversitesi kadın
çalışmaları programının yaptığı bir araştırmaya göre 1997 yılında 400 kadın
aile namusunun korunması adına öldürülmüştür. Ürdün resmî istatistikleri, bu
ülkede işlenen dört cinayetten birinin namusa dayalı olduğunu ve nüfusu dört
milyonluk ülkede her yıl 25 kadının bu nedenle öldürüldüğünü ortaya koymaktadır.
Mısır için ise bu sayı 1995 yılında 52 olarak saptanmıştır.
E. 2
Töre/Namus Cinayetleri Açısından
TÜRKİYE’DE Durum
Türkiye, dünyada namus cinayetlerinin
işlendiği ülkelerden birisidir. İşlenen cinayetler sonucunda kadınlar
yaşamlarını kaybetmekte, aileler dağılmakta, ve şiddet olayları aile ve
toplumun yapısını bozmakta, ülkemiz işlenen cinayetleri dünya kamuoyuna
açıklamakta zorluk çekmektedir. Toplum vicdanını son derece rahatsız eden,
kadına yönelik şiddetin uç noktasını oluşturan, kadının en temel hakkı olan
yaşama hakkını elinden alan namus gerekçesi ile işlenen cinayetler üzerinde çok
konuşulan bir sorun olmasına rağmen ülke içindeki yaygınlığını ve dağılımını,
altta yatan nedenleri, mağdurların ve faillerin kimler olduğunu sağlıklı bir şekilde
ortaya koyan resmî kayıtlara ve kapsamlı araştırmalara dayanan sonuçlara
ülkemiz bugüne kadar sahip olamamıştır. Bu konuda ulaşılan veriler son derece
sınırlıdır.
Namus cinayetleri konusunda bugüne kadar
yapılmış kısıtlı sayıdaki çalışmalardan biri Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Aytekin Sır tarafından
yürütülmüştür. Bu çalışmada namus cinayetlerine karşı bölgede yaşayanların
tutumlarını araştırmak amaçlanmıştır. Bölgede yaşayan 430 kişi ile yapılan çalışmaya
göre katılımcıların büyük kısmı namus kavramını karım, bacım annem, dinin
emrettiği, kadınların iffeti, kadının cinselliği olarak tanımlamıştır. Namussuzluk ise katılımcılar
tarafından kadının zina yapması, kadının bekaretini kaybetmesi dedikoduya sebep
olması, kadının açık gezmesi, erkeklerle konuşması, açık olması, ailenin
istemediği kişiyle evlenmesi, izinsiz dışarı çıkması, dilinin uzun olması
olarak ifade edilmiştir. Kadının zina yapması durumunda katılımcıların %37.4’ü
kadının öldürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca kulak kesme, burun kesme,
saçını kazıma, gibi diğer cezalandırma yöntemleri de önerilmiştir.
Katılımcıların %64’ü için bu cezayı verecek kişi kadının kocasıdır. Boşanmayı
bir çözüm yolu olarak görenler %25 düzeyinde kalmıştır.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Nüfus
Bilim Derneği tarafından Türkiye’de
Namus Cinayetlerinin Dinamikleri (2005) isimli niteliksel çalışmada dört ilde
(İstanbul, Şanlıurfa, Adana ve Batman) 195 görüşme yapılarak toplumumuzdaki
namus anlayışını ve namus cinayetlerinin dinamikleri konusunda ipuçları elde
etmek amaçlanmıştır. Bu çalışmaya göre toplumumuzda namus anlayışı
sosyo-demografik etkenlere göre değişiklik göstermektedir. Kırsal kökenli,
aşiret ve akrabalık ilişkileri güçlü, kente göç etse bile geldiği yöre ile
bağlantısını koruyan ve kentte de benzer bir çevrede yaşamını sürdüren, ait
oldukları aile ve topluluğun yaşamlarında önemli bir yere sahip olduğu gözlenen
kişilerin namusu, insanların uğruna öldürülebileceği büyük bir değer olarak
gördükleri saptanmıştır. Çalışmada saptanan en büyük eğilim, namusun kadın,
kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilmesi biçimindedir. Bu
çalışmaya göre namus bir erkeğin karısı (helali), kız kardeşi, annesi, ailedeki
diğer kadınlar hatta yakın çevredeki kadınlardır. Kadın bedeni üzerinden
algılanan namus, kadınların günlük yaşam pratikleri, eğitim görme, çalışma,
evlenme, bekaretin önemi, sadakat, istediği kişi ile evlenme, sevdiği kişiye
kaçma, boşanma gibi konular üzerinden ifade edilmiştir. Kadın bedeni üzerinden
şekillenen, kadınlara daha pasif, erkeklere daha aktif bir rol biçilen namus
anlayışının araştırmaya katılanların çoğunluğu tarafından onaylanan, yaygın bir
kavram olduğu görülmüştür. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ve namus
cinayetlerinin nedeni olarak gösterilebilecek beş ana sosyo-kültürel faktör
sayılabilir:
lÊ Ataerkil yapı ve değerler;
lÊ Hiyerarşiyi ve itaati öngören geleneğin ve kültürün
yaygınlığı ve sürekli yeniden üretilmesi;
lÊ Kadının ve erkeğin fiziki mekanı paylaşmamasını öneren
dinsel ve kültürel inançlar, gelenekler;
lÊ Geniş aile, aşiret, hemşehrilik, cemaat ilişkilerinin
yaygınlığına bağlı olarak birey üzerinde toplumsal baskının yüksek oluşu,
lÊ Bu yapılanmaların resmî düzeyde kabul görmesi sonucu
siyasal yaşam ve hukukun uygulanmasına yön vermesi.
Türkiye’de bazı bölgelerde törelere
dayanarak cinayetler işlenmekte, masum
kadınlar ve erkekler öldürülmekte, aile fertleri cinayet işlemeye zorlanmakta,
ve bazen de cinayet zincirlerinin son bulması için “bedel” olarak kadınlar bir
aileden diğerine “gelin” (barış hediyesi) olarak gönderilmektedir. Yine törelere dayanan “beşik kertmesi” ve
“berdel” gibi uygulamalarla kadınların ve erkeklerin istekleri dışında
evliliklere zorlanmaları söz konusudur.
Namus, içeriği toplumdan topluma değişen
bir kavramdır. Genel veya etimolojik
tanımını yapmaktan çok, yaşanan toplumda bugün ne anlama geldiğini belirtmek
sorunların çözümü açısından daha önemli ve yararlı olacaktır. Türkiye gibi geniş ailenin yaygın ve aile
bağlarının kuvvetli olduğu toplumlarda kişinin namusunun sadece kendi
davranışlarından değil diğer aile bireylerinin davranışlarından da
etkilendiğine inanılır. Ayrıca ataerkil toplumda egemen olan erkek olduğu için,
aileden ve ailenin namusundan da erkek sorumlu kılınmıştır. Bir diğer önemli nokta, soyut olan namus
kavramının somut göstergesi olarak kadının bedeninin, cinselliğinin ve
davranışının kullanılmasıdır. Dolayısıyla, ailenin ve erkeğin namusu onun
himayesi ve kontrolu altında olan kadınların cinsel statüsüne ve davranışına
bağlanmıştır. Kızı, karısı, kız kardeşi, gelini, hatta annesi “davranış
sınırlarını” aşarsa, erkeğin ve ailenin namusuna leke sürülmüş olur ve lekenin
temizlenmesi gerekir. Kadın, ayrıca
isteği dışı yer alan durumlardan, kendine yapılan taciz ve tecavüzden sorumlu
tutularak cezalandırılır, sorumlu tutulmasa bile, ailenin namus ve şerefini
kurtarmak için kadının hayatı feda edilir. Namusu temizlemek için öldürülen
hemen hemen her zaman kadındır, ama bazen kadını “lekeleyen” erkek de
öldürülmektedir.
Toplumda varolan gelenekler içinde erkek
egemen yapılanmayı destekleyen ve kadınların ikincil statüsünün sürdürülmesini
sağlayan bir takım kurallar ve ölçütler bulunmaktadır. Bu kurallara uymayan,
ölçütleri aşan ya da aştığı sanılan kadınların cezalandırılması söz konusudur.
Geleneklerin günümüze kadar taşıdığı güç ilişkileri toplumda bütün erkekleri ve
bu ilişkilerin destekçisi aktarıcısı konumundaki yaşlı kadınları namusun
koruyucusu ve sözcüsü yapmaktadır. Oluşmuş güç ilişkilerinin yazılı olmayan
kurallarını koyan gelenekler, oluşan problemlere de bu güç ilişkilerini
koruyucu çözümler getirir. Namus cinayetleri için de aynı uygulamaya
gidilmektedir. Aile namusunun kirlenmesi ile ilgili bir algı oluştuğunda
belirli bir zaman içerisinde namusun temizlenmesi için yapılması gereken
girişim konusunda ailede karar verici konumundaki kişiler arasında bir karar
alınmaktadır. Bu karar bir cinayet işlemeyi gerektiriyorsa, bu görev aileden
bir erkeğe verilmektedir. Yasal düzenlemelerdeki ceza indirimlerinden yararlanabilmek
amacıyla genelde bu görevi ailenin en genç, yaşı küçük üyesi yerine
getirmektedir. Ancak, namus cinayetlerinin bir kısmı bireysel olarak, failin
kendi iradesi ile veya etrafından gördüğü toplumsal
baskı sonucu işlenmektedir. Bu durumda kişiyi yönlendiren töre değil, namus
kavramıdır.
Namus cinayetleri, kadını kontrol altında
tutmanın ve erkeğin hakimiyetini vurgulamanın en çarpıcı görüntüsüdür. Ancak kadının davranışlarını kısıtlama ve
cinselliğini kontrol etme gereksinimi kendini çok daha yaygın olan başka
biçimlerde de gösterir. “Namusa leke
gelmesin” ya da cezalandırmak için kadınlar ve kızlar evlere kapatılır,
intihara zorlanır, burunları ve kulakları kesilir, tehdit edilir, dayak yer, ve
kısacası yaşamlarını bir terör ortamı içinde geçirirler. Kadınlara empoze
edilen bu kısıtlamalar, onların hareket özgürlüğünden, düşünce özgürlüğüne,
işkenceye tâbi olmama hakkından, sağlık ve sağlıklı bir ortamda yaşama hakkına
kadar, bir dizi insan haklarının ihlâline neden olur.
Yasalar hem toplumsal değerleri ve
normları belirleme, hem de davranış biçimlerini özendirici veya caydırıcı
olarak etkileme güçlerinden dolayı önemlidir. Ülkemizde bu sorunlara yakın
zamana kadar devletin yaklaşımı yetersiz kalmış, yasalar kadın-erkek
eşitsizliğini pekiştiren yönde yapılmış ve uygulanmıştır. Ülkemizde yasal normlar kadınların
ikincilliğini ve bağımlılığını korumuş ve kadın bedenini de namusun simgesi
olarak koymuştur. Bir diğer değişle, yasalar toplumda yaygın olan değerleri resmileştirerek
meşrulaştırmış ve pekiştirmiştir. Ancak mevzuatımızda yapılan son
değişikliklerle bu bakış açsında büyük değişiklikler yapılmış olsa da,
uygulamada topulmsal zihniyet dönüşümünün tam olrak sağlandığı söylenemez.
Bir şiddet biçimi olarak namus cinayetleri
toplumumuzun kültüründen, özellikle de değer sisteminden kaynaklanır. Bu
olgunun kökeni ise, tarım toplumu yani daha çok kırsal kesim kültürünü
yansıtmaktaysa da, son dönemlerde yaşanan hızlı göç nedeni ile, bu tür
cinayetler kentlere de taşınmıştır.
Namus cinayetlerinin bir çok açıdan
irdelenmesi gerekmektedir. Yargının, kolluk kuvvetlerinin, toplum bilimcilerin
ve diğer bilim adamlarının üzerine önemli ve ağır yükler düşmektedir. Bu
bağlamda maktul olarak kadınların seçilmesi ve yapılan fiilin kadının yaşam
hakkına yönelik şiddetin en ağır şekli olması ve ne yazık ki ülkemizin
geleneksel yaşam tarzının sürdüğü bazı bölgelerinde “namus” kavramının çoğu
zaman kadın bedeni üzerinden tanımlanarak namus cinayetlerine mazeret
oluşturması, kuşkusuz Genel Müdürlüğümüzün ilgi alanı içinde görülmektedir
Genellikle, ailenin istemediği ya da
tasvip etmediği ilişkiler (ki bu sadece yüzeysel düzeyde de kalmış olabilir),
tecavüz, sarkıntılık, taciz gibi suçlar karşısında; yapılan eyleme göre suç
unsuru taşısın ya da taşımasın, cezalandırılan kişi, eylemin içinde olan veya
olduğuna inanılan kadındır.
İçişleri Bakanlığı’nın cinayetleri
nedenlerine göre gruplayan bir veri tabanı bulunmamaktadır. Ancak Emniyet Genel
Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı bu komisyonun isteği üzerine özel bir
çalışma yaparak 81 ilde işlenen cinayetler içinde namus ve töre cinayeti olarak
değerlendirilen cinayetleri saptamışlardır. İl Emniyet Müdürlüklerinden
2000-2005 yıllarına ait bu kapsamda değerlendirilebilecek cinayet olaylarına
ilişkin bilgiler istenmiş ve bu bilgiler ışığında suç analiz çalışmaları
yapılarak aşağıda grafiksel olarak yer alan sonuçlar elde edilmiştir.Ancak
istatistiksel veriler düzenlenirken töre ve namus saiki ile işlenen cinayet
olaylarının nedenleri saptanırken; kan davası, kız alıp verme, aile içi
uyuşmazlık, cinsel taciz, yasak ilişki, tecavüz gibi nedenlere bağlı işlenen
cinayetler aynı başlık altında sınıflandırılmıştır.
Bu veriler ülkemizde bu konuda sahip
olduğumuz ilk resmî veriler olması itibarı ile son derece önemlidir. Ancak
ülkemizde bu konuda işlenen cinayetlerin bir kısmı hiç kolluk kuvvetlerine
yansımaz ve istatistiklerine girmezken, kayıtlara kaza ya da intihar olarak
geçen kadın ölümlerinin oldukça büyük bir kısmının da namus/töre cinayeti
olduğu düşünülmektedir. Söz konusu veriler standart veri formları aracılığı ile
toplanmadığı için verileri temkinli değerlendirmek gerekir.
Ülkemiz polis sorumluluk bölgesinde
meydana gelen olaylara ilişkin istatistiksel veriler Türk Ceza Kanunu’nda yer
alan suç terimlerine göre sınıflandırılmaya çalışılmaktadır. Meydana gelen
cinayet olayları adam öldürme şeklinde istatistiklere girmektedir. Standart
soruşturma formlarının olmaması nedeni ile görevli her personelin olaylara
bakış açısının farklı olması nedeniyle
olayların adlandırılmasında ve sınıflandırılmasında standardizasyon
sağlanamamaktadır. Meydana gelen olaylara ilişkin özet bilgi formları taşra
birimlerinden talep edilerek merkez birimleri tarafından suç analizleri
yapılmakta ve istatistiksel veriler oluşturulmaktadır.
Emniyet
Genel Müdürlüğü verilerine göre ülkemiz polis
sorumluluk bölgesinde 2000-2005 yıllarını kapsayan dönem içerisinde işlenen
cinayetler içinde töre ve namus saiki ile 1091 cinayet olayının meydana geldiği
görülmüştür. Ülkemizde meydana gelen bu
cinayet olaylarının aydınlatılması,
faillerinin yakalanması ve bu olaylara maruz kalabilecek şahısların
korunması noktasında alınması gereken polisiye tedbirler Genel Müdürlük Merkez
birimleri tarafından koordine edilmekte ve bu konuda ulusal ve uluslar arası
kurum ve kuruluşlar ile Sivil Toplum Örgütlerinin yürüttüğü çalışmalar takip
edilerek işbirliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Elde edilen sonuçlara ilişkin
grafikler aşağıda verilmiştir.
Şekil 1. Töre ve namus cinayetlerinin nedenlere
göre dağılımı (2000-2005)
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmaya göre konuyla ilgili cinayetler incelendiğinde cinayetlerin %29’u namus, %29’u aile içi uyuşmazlık, %15’i yasak ilişki, %10’u kan davası, %3’ü tecavüz, %2’si diğer, %9’u cinsel taciz, %3’ü kız alıp verme nedeni ile işlenmiştir (Şekil 1).
Şekil 2.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetleri
bölge dağılımı
Bölge olarak incelendiğinde, meydana gelen
1091 olayda %19 oranla (212 cinayet) Marmara Bölgesinin ilk sırada olduğu, bu
bölgeyi, %19 oranla (209 cinayet) Ege Bölgesinin izlediği görülmüştür. (Şekil
2)
Şekil 3.
2000-2005 Yıllarında Meydana Gelen Töre Ve Namus Cinayetlerinin İllere Göre
Yüzde (%) Olarak Dağılımı
Yıllara göre yapılan değerlendirme sonucu
son 6 yılda ülkemiz genelinde töre ve namus cinayetlerinde % 10 oranında Ankara
ilinin başı çektiği, bunu % 9 oranıyla İstanbul ve İzmir illerinin takip ettiği
görülmüştür. (Şekil 3)
Şekil 4.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus
cinayetlerinin şüphelilerin doğum yerlerinin dağılımı
Şüpheliler, doğum yeri itibari ile bölge
kapsamında incelendiğinde, %24 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ilk sırada
olduğu, bunu % 21 oranla Doğu Anadolu Bölgesinin izlediği, buradan da Batı
illerimizde suç işleyen şahısların doğum yerlerinin Doğu Bölgeleri ağırlıkta
olduğu, suç oranında ilk sırada yer alan Marmara Bölgesinin, şüpheli durumuna
göre % 8 oranla son sırada yer aldığı görülmektedir. (Şekil 4)
Şekil 5.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin
şüphelilerin nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin dağılımı
Şüpheliler, nüfus kayıtlarına göre bölge
kapsamında incelendiğinde, %24 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ilk sırada
olduğu, bunu %21 oranla Doğu Anadolu Bölgesinin izlediği, buradan da Batı
illerimizde suç işleyen şahısların nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin Doğu
Bölgeleri ağırlıkta olduğu, suç oranında ilk sırada yer alan Marmara Bölgesinin
şüpheli durumuna göre %8 oranla son sırada yer aldığı görülmektedir.(Şekil 5)
Şekil 6.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus
cinayetlerinin mağdurlarının doğum yerlerinin dağılımı
Olaylarda mağdur şahıslar üzerine yapılan
araştırmada, doğum yerlerine göre bölge kapsamında incelendiğinde, %19 oranla
Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesinin ilk sırada olduğu, bunu % 17 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin
izlediği, buradan da Batı illerimizde meydana gelen olaylarda öldürülen
şahısların doğum yerlerinin Doğu Bölgeleri ağırlıkta olduğu, suç oranında ilk
sırada yer alan Marmara Bölgesinin, mağdur durumuna göre % 9 oranıyla son
sırada yer aldığı görülmektedir. (Şekil 6)
Şekil 7.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus
cinayetlerinin mağdurlarının nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin dağılımı
Mağdur şahıslar üzerine yapılan araştırma
içersinde, nüfusa kayıtlı oldukları yere göre bölge kapsamında incelendiğinde,
%20 oranla Doğu Anadolu Bölgesinin ilk sırada olduğu, bunu % 19 oranla İç
Anadolu ve % 17 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin izlediği, buradan da Batı illerimizde meydana gelen olaylarda
öldürülen şahısların nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin Doğu Bölgeleri ağırlıkta
olduğu, suç oranında ilk sırada yer alan Marmara Bölgesinin, mağdur durumuna
göre % 9 oranla son sırada yer aldığı görülmektedir. (Şekil 7)
Şekil 8.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus
cinayetlerinin şüphelisi olan kadınların yaşlarının dağılımı
Şüpheli kadınların profilleri
incelendiğinde, %49 oranıyla 19-25 yaş grubunun daha çok suç işlediği, bunu %23
oranıyla 26-30 yaş grubunun takip ettiği görülmektedir. (Şekil 8)
Şekil 9.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus
cinayetlerinin şüphelisi olan erkeklerin yaşlarının dağılımı
Şüpheli erkekler incelendiğinde, % 22
oranıyla 19-25 yaş grubu erkeklerin daha çok suça karıştıkları, % 18 oranıyla
26-30 yaş grubunun bunu izlediği görülmüş, 18 yaşından küçük çocukların
oranının yüksekliği dikkat çekmiştir. (Şekil 9)
Şekil 10.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin
mağduru olan kadınların yaşlarının dağılımı
Mağdur kadınlar incelendiğinde % 20
oranıyla en fazla 19-25 yaş grubu kadınların olaylarda öldürüldüğü, bunu % 19
oranıyla 26-30 yaş grubu kadınların izlediği görülmüştür. (Şekil 10)
Şekil 11.
2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus
cinayetlerinin mağduru olan erkeklerin yaşlarının dağılımı
Mağdur
erkekler incelendiğinde % 20”lik oranla en fazla 46 yaş ve üstü erkeklerin
olaylarda öldürüldüğü, bunu % 18”lik oranla 31-35 yaş grubu kadınların izlediği
görülmüştür. (Şekil 11)
İçişleri
Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı sorumluluk bölgesinde 2000-2005 yılları
içerisinde meydana gelen şiddet içeren olaylar ile ilgili tespit edilen
hususlar aşağıda verilmektedir.
Tablo 1. Şiddet Olayları ve
Hedefleri
Tablo2. Kadın ve
Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarının Nedenleri
Şekil 12. Olayların
nedenlerine göre dağlımı
Tablo 3. Kadın ve
Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarının İllere
Şekil 13. Olayların en fazla meydana geldiği ilk
on ilin dağılımı
Tablo 4.
Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarının Bölgelere Dağılımı
Şekil 14. Olayların bölgelere göre dağılımı
Tablo 5. Kadın ve
Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarında Mağdur Olanların Yaş Kategorileri
Şekil 15. Olayların mağdurlarının yaş durumuna
göre dağılımı
Tablo 6. Kadın ve
Çocuklara Yönelik Şiddet Olayları Faillerinin Cinsiyet ve Yaş Kategorileri
Şekil 16. Olayların faillerinin yaş durumuna
göre dağılımı
Tablo 7.
Kadın Ve Çocuklara Yönelik Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olay
Faillerinin Doğum Yerlerinin Bölgelere Dağılımı
Şekil 17. Olayların faillerinin doğum yerlerine göre
dağılımı
Tablo 8.
Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olay Faillerinin Nüfusa Kayıtlı Oldukları
Bölgeler
Şekil 18.
Olayların faillerinin nüfusa kayıtlı oldukları bölgelerin dağılımı
Tablo 9.
Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Nedenleri
Şekil 19.
Olayların nedenlerine göre dağılımı
Tablo 10.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs
Olaylarının Hedefleri
Şekil 20.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten
Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olayların Hedeflerine Göre Dağılımı
Tablo 11.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten
Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Bölgelere Dağılımı
Şekil 21.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs
Olaylarının Bölgelere Dağılımı
Tablo 12.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs
Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Doğum Yerlerinin Bölgelere Dağılımı
Şekil 22.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs
Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Doğum Yerlerine Göre Dağılımı
Tablo 13.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs
Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Nüfusa Kayıtlı Oldukları Bölgeler
Şekil 23.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs
Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Nüfusa Kayıtlı Oldukları Bölgelere
Göre Dağılımı
Tablo 14.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten
Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Faillerinin Doğum Yerlerinin
Bölgelere Dağılımı
Şekil 24.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs
Olaylarının Faillerinin Doğum Yerlerine Göre Dağılımı
Tablo 15.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten
Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Faillerinin Nüfusa Kayıtlı Oldukları
Bölgeler
Şekil 25.
Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten
Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Faillerinin Nüfusa Kayıtlı Oldukları
Bölgeler
E. 3. Töre/Namus Cinayetlerinin Nedenleri
Kadının sağlığını ve yaşamını tehdit eden
şiddetin en uç noktası olan namus cinayetleri dünyanın bazı bölgelerinde
görülen cinayetler olmasına karşılık nedenleri itibarı ile diğer şiddet
olguları ile benzeşmektedir. Mutlak sayı itibarı ile çok olmasa bile namus
cinayetleri toplumda kökleri çok derinlere uzanan cinsiyet ayrımcılığının en
trajik sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Namus cinayetleri coğrafi özellik
göstermektedir. Bu coğrafya daha çok Asya’nın güneyi, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz
bölgesine denk düşmektedir. Ayrıca bu cinayetlerin tarihsel süreç içerisinde
tek tanrılı dinlerin ortaya çıktığı devirlerden daha önceki dönemlerde de
işlenmesi nedeni ile, dinleri namus cinayetlerinin işlenmesi için gerekçe
olarak göstermek tarihsel bilgilere uygun düşmemektedir.
Dünyanın bazı ülkelerinde ve ülkemizde,
ailenin namusunu temizlemek amacıyla kadınların öldürülmesi ailenin namusunun
ailedeki kadınların cinsel dokunulmazlığına bağlı olduğunu göstermektedir.
Kadınların cinsel dokunulmazlığından evli olmayan kadınların bekaretleri, evli
kadınların ise iffetleri kastedilmektedir. Kadının cinsel dokunulmazlığının
zedelenmesi ya da bu konuda bir şüphe oluşması durumunda sadece kadının eşinin
değil ailenin bütün üyelerinin bundan olumsuz etkilendiği düşünülmekte ve bu
nedenle ailenin bütün üyeleri aile namusunun temizlenmesinden kendini sorumlu
hisseder. Namus cinayetlerinin işlenmesi için gerekçe olarak öne sürülen
nedenler evli bir kadının evlilik dışı ilişkisinin olması, evli bir kadının bir
erkekle kaçması, evli bir kadının boşanması ya da kocasını terk etmesi,
boşanmış bir kadının bir erkekle ilişkisinin olması, bekar bir kızın bir
erkekle ilişkisinin olması, bekar bir kızın bir erkekle kaçması, evli ya bekar
bir kadının kaçırılması ya da tecavüze uğraması olarak bildirilmektedir. Ancak
gerçekte radyodan şarkı istemek, erkek sınıf arkadaşı ile, tanımadığı bir
erkekle konuşmak gibi sebeplerden de öldürülen kadınlar vardır. Kadınların bir
birey olmaktan çok bir mal olarak görülmesi, kadını esas olarak ailesinin daha
sonra da tam olmasa da evlendiği kişinin malı yapmaktadır. Bu malın muteberliği
ise kadının bedeni, kadının cinsel dokunulmazlığı ile şekillenen namusuyla
bağlantılıdır. Kadının sahipleri kadının namusunu yani bedenini ve cinsel
dokunulmazlığını korumak zorundadır. Evli kadınlarla ilgili olaylarda erkeğin
kadını boşamasının namusu temizlemediği düşünülmektedir. Evli bir kadın
kocasının malı ve namusu sayıldığı için (boşanma bu durumu tam olarak
değiştirmez) evli bir kadınla ilişki kuran bir erkek bir başkasının malını gasbetmiş
sayılmaktadır.
E. 4. Çözüm Önerileri
Koruyucu ve
önleyici tedbirler
1. Sistematik bir zihniyet
dönüşümü için ders kitaplarında, günlük konuşmalarda, görsel ve yazılı basında,
sinema filmlerinde hatta akademik çalışmalarda, vaaz ve hutbelerde kullanılan
geleneksel cinsiyet rol ve kalıplarını, erkek egemen zihniyetin hakim olduğu
toplumsal yapının yarattığı olumsuzlukları vurgulayan bir söylem
geliştirilmelidir.
2. Diyanet İşleri
Başkanlığı, töre/namus cinayetlerinin önlenmesi konusunda; toplumu bilinçlendirmek
üzere hutbe ve vaazlar vermeli, yazılı ve görsel yayınlar yapmalı ve çeşitli
etkinlikler düzenlemelidir. Bu etkinliklerinde Diyanet İşleri Başkanlığı
geleneksel cinsiyet rol ve kalıplarını, ataerkil yapının yarattığı
olumsuzlukları vurgulayan bir dil kullanmalıdır.
3. Töre/namus cinayetleri
konusunda Devlet, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler ortak
kampanyalar düzenlemelidir. Bu kampanyalarda kadınların yanı sıra erkeklerin de
şiddete karşı bilinç yükseltici eğitim almaları sağlanmalıdır. Erkek ve
kadınların alternatif davranış biçimleri geliştirmelerine destek veren
programlar oluşturulmalı, kendini ifade yollarını bulmak ve iletişim kurma
olanaklarını artırmak için sorun çözme tekniklerini anlatan programlar
geliştirilmelidir.
4. Töre/namus
cinayetlerinin önlenmesine yönelik bilgilendirici spot filmlerin üretilerek,
görsel medyada sık aralıklarla gösterilmesi sağlanmalıdır.
Kurumsal Hizmetler
1. Töre ve namus konusunda
toplumda yerleşik ön kabullerin veya geleneksel anlayışın tersine cevrilmesi
sağlanmalıdır.
2. Devletin yasalardan ve
uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler doğrultusunda gerekli
düzenlemeleri yapması, yasalardaki anlayış değişikliğinin uygulamaya
yansıtılabilmesi için gerekli mesleki eğitim çalışmalarının yapılması ve
yasaların sıfır toleransla uygulanması sağlanmalıdır.
3. Ülke çapında ilgili tüm
sivil ve resmî kuruluşları kapsayacak “2006-2010 Töre/ Namus Cinayetlerinin
Önlenmesine Yönelik Eylem Planı”
hazırlanmalı ve uygulamaları takip edilmelidir.
4. Ülke genelinde 24 saat
hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET
HATTI” oluşturulmalıdır. Bu hatlarda şiddet konusunda eğitim almış
personelin görev yapması sağlanmalıdır.
5. Töre/namus
cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak yerel düzeyde Valilik, Emniyet,
Jandarma, Belediye, Müftülük, Üniversite, sivil toplum kuruluşlarının
temsilcilerinin katılımıyla komiteler oluşturulmalıdır.
6. Töre/namus cinayetleri
konusunda ulusal düzeyde veriler bulunmamaktadır. Mevcut veriler de
sağlıklı ve yeterli değildir. Bu nedenle bu konularla ilgili
Bakanlıkların sağlıklı veri oluşturabilmeleri için toplanacak verilere yönelik
standart soru formları hazırlanarak
sonuçları tek elde (Türkiye
İstatistik Kurumu) toplanmalı ve kadına yönelik şiddet konusunda oluşturulacak veriler ulusal veri tabanına
entegre edilmelidir.
7. Töre/namus
cinayetlerinin nedenlerine, sonuçlarına, maliyetine ve önleme yöntemlerine
ilişkin projelerin üretilmesi ve gerçekleştirilmesi yönünde ilgili kuruluşlara
destek verilmelidir.
8. Kadın ve erkek
arasındaki eşitsizliklerin giderilebilmesi için kadının her alanda
güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla üniversitelerin Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezlerinin teşvik edilerek, araştırma yapmaları ve
yayınlamaları sağlanmalıdır.
Eğitim
1. Özellikle ekonomik
yönden geri, geleneksel değerlerin hakim olduğu kırsal bölgelerde kız
çocuklarının eğitime katılmaların sağlamaya yönelik olarak yatılı kız bölge
okullarının (ilköğretim ve ortaöğretim) açılması ve yaygınlaştırılması
gerekmektedir.
E.5. Komisyon Tarafından Önerilen Yasal Düzenlemeler
1.“Çerçeve Eşitlik Yasası”
nın ivedilikle çıkarılması gerekmektedir.
2. TBMM bünyesinde
“Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu” adı ile daimi bir komisyon kurulması için
yasal düzenleme yapılmalıdır.
3. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına
Dair Kanun’un 1. maddesinde geçen “kusurlu eş” ibaresinin “şiddet uygulayan
birey” şeklinde düzeltilmesi; hâkimin anılan yasa kapsamında hükmedebileceği
tedbirlere ilişkin olarak Yasanın 1. maddesinin (f) bendinde geçen “ortak konut” ibaresinin yanına “veya şiddete
maruz kalan bireyin işyerine
gelmemesi” ibaresinin de eklenmesinin, ayrıca 4320 sayılı Kanunun korunma
kapsamına mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı
olan eşlerden birinin veya çocuklarının da dahil edilmesinin ve mahkemenin
vermiş olduğu tedbir hükmünün infazına ilişkin icra işlemlerinin de harçtan
muaf tutulması yönünde yasal düzenleme yapılmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
4. Siyasi Partiler
Yasasında kadınların siyasete katılımını destekleyen düzenlemeler yapılmalıdır.
5. Şiddet ve özellikle
ensest faillerinin rehabilitasyona tabi tutulmalarının yasal bir zorunluluk
haline getirilmesi, masrafların failler tarafından karşılanması yönünde yasal
düzenlemelere gidilmelidir.
6. Ülkemizde mevcut medya
hukukunun öncelikle 3986 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınlarına
İlişkin Kanunun ve bu Kanuna ilişkin olarak çıkarılan Yönetmeliklerin
teknolojik gelişmelere uygun olarak güncelleştirilmesi ve şiddet içerikli
yayınlara uygulanan yaptırımların caydırıcılıktan uzak kaldığı göz önünde
bulundurularak yaptırım gücünün artırılmasına ve güncelliklerini yitirmeden
uygulanabilmelerine yönelik düzenlemelerin yapılması, uygulanabilir bir
mevzuatın oluşturulması gerekmektedir.
7. Sivil toplum kuruluşları
tarafından açılmış sığınma evlerinde kalan kadınlara kaldıkları süre içinde
ayni ve nakdi yardım yapılması konusunda SHÇEK Ayni ve Nakdi Yardım
Yönetmeliğinde gerekli yasal düzenleme
yapılmalıdır.
F. MEDYADA
ŞİDDET
F.1. Aile –
Çocuk / Televizyon
Bilim, iletişim ve teknolojide takip
edilemez hızda sanayi ötesi bir çağı yaşıyoruz. Teknoloji, bürokrasiyi aşmış
inanılmaz bir boyutta ilerliyor. Bu
boyutta, televizyonların görünümü değişiyor, sistemler gelişiyor, bilim ve
iletişim çağının yayıncılığı yerleşiyor.
Bu arada, teknolojide olduğu kadar
yayıncılıkta da uluslar arası rekabet giderek artıyor.
Avrupa
geleceğin yayıncılığı için üye
ülkelerle olduğu (Sınır Tanımayan
Televizyon Direktifi) kadar, diğer ülkelerle de “Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi” ile ortak ilkeler belirliyor. Avrupa Konseyi Yürütme Komitesi (CDMM)
alt komisyonlarda küresel alanda medyanın önem ve öncelikli konularını
tartışıyor. Amaç, medyadan,
bilgi çağına uygun şekilde yararlanmak.
Günümüzde yaşanan bu değişim ve
iletişim teknolojisinin yeni
hizmetleri, görsel-işitsel alanda özellikle televizyon yayınlarında etkili
olmaktadır. Dolayısıyla televizyonun teknik gelişimi, alıcı ve verici sayısındaki artışlar, programların
niteliği; çeşitliliği, sunuş
biçimleri ve yapımına ilişkin
gelişmeleri de beraberinde
getirmektedir. Ayrıca bugün dünyada yaşanan dijital savaşlar, iç çatışmalar, terör, açlık, doğal felaketler
gibi; sonuçta dehşet, şiddet, gözyaşı ve ölüm
getiren olumsuzlukların anında
bütün insanlar tarafından bilinmesi. Yaşanması sorunların dünya insanını ilgilendirmesi, açıkçası yaşamın
küreselleşmesi, olayları haber programları içinde bile günde birkaç
kez tekrarlanması, “yayıncılığın” yerini rekabet
ve ticari kaygıya bırakması sonucu, insanlık yeni bir sorunla “
medya da şiddet”le yüz yüze
gelmiştir.
Geniş anlamda şiddet, bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine,
öfkelendirilmesine veya duygusal olarak
baskı altına alınmasına yol açan
fiziki veya herhangi bir şekildeki hareket, davranış veya muamele olarak tanımlanabilir.
Dolayısıyla bugün toplumda yaşanan ve
medyaya yansıyan şiddet, dövme, yaralama, sakat bırakma, cinsel saldırı,
tecavüz, ensest, öldürme şeklinde olabildiği gibi, sözlü duygusal ve zihinsel olarak da görülmektedir.
En genel anlamda şiddet tanımı, ortalama
izleyicinin kaldırabileceği sınırların ötesine geçebilir. Hukuk diliyle bunlar, yapım olarak “ahlâk
kuralları”, “yasalara karşı suç” ya da “kamusal suç” gibi sınıflandırılabilir..
Toplumda yaşanan şiddet olayları cinsiyet,
yaş, eğitim düzeyi ve meslek statülerine göre farklılaşmaktadır. Ancak genel
olarak fiziksel şiddet “güçlü
konumda olandan” “güçsüze” yönelik olmaktadır.
Örneğin, ailede şiddet daha çok erkekten kadına, ebeveynlerden çocuklara
yönelen fiziksel şiddet biçiminde ortaya çıkmaktadır. Dayak ya da tokatlama,
yumruklama, tekmeleme, iteleme, boğazını sıkma gibi kötü davranışlar fiziksel
şiddetin biçimlerini oluşturmaktadır.
Öte yandan, duygusal şiddet daha çok psikolojik temellere dayanmaktadır.
Bu şiddet türü de yine güç ilişkisine dayanmaktadır. Daha çok duygusal
sınırlamaları, psikolojik yıpratmaları ve en önemlisi şiddete maruz kalan birey
(ya da grup üzerinde) görünmez “kontrol” mekanizmalarını içermektedir. Duygusal
şiddet bireyin kendisine kötü davrananla daha önce yakın bazen romantik ilişki
içinde bulunan kişinin karşılaştığı durumu yansıtmaktadır. Hem fiziksel hem de
duygusal şiddet, yaşam boyunca süreklilik kazanmakta, yine çocuklar üzerinden
bir davranış biçiminde bir nesilden diğerine aktarılmaktadır. Öyle ki şiddete
maruz kalan birey bu durumu içselleştirmekte, hatta durumu “normal”, “kendi
suçu” şeklinde algılamakta, yakınmamakta ve yardım talebinde bulunmamaktadır.
Bazı durumlarda ise yardım talebinde bulunsa bile duygusal şiddeti “normal”
gören toplumsal değerlerle karşılaşmaktadır.
Ayrıca, doğrudan görmediğimiz, ancak
izleyicide bir şiddet etkisi uyandıran sunum biçimleri ile ortaya çıkan şiddet türü “sembolik şiddet” vardır.
Örneğin;
gelirinin büyük bölümünü giyime ve eğlenceye harcayan, toplumda
sosyete olarak gruplandırılan insanların ve “ magazin dünyasının yaşamına ilişkin görüntüler ile hedef kitlesi çocuklara yönelik
reklamlardaki almaya ve yemeye zorlayan çarpıcı görüntüler büyük
çoğunluğu yoksulluk içinde boğuşan,
alım gücü olmayan ailelerde ve çocukların psıko-sosyal davranışları üzerinde
çaresizliğin de ivme kazandırdığı “sembolik şiddet” duygusu üretmektedir.
Bir diğer şiddet türü de cinsel şiddettir. Araştırmalar,
özellikle kadına ve çocuklara yönelik olan bu tür şiddetin cinsel kimlik sorunlardan
ve erkek otoritesine ilişkin çatışmalardan kaynaklandığını göstermektedir.
Raporun
bir önceki bölümünde istatistiksel verilerle anlatılan çocuk ve kadına yönelik fiziksel, duygusal ve
cinsel şiddetin arkasında
genellikle toplumsal değerler, eğitim
ve kültürel anlayış farklılıkları yatmaktadır. Örneğin, bireylerin
çocuklukları sırasında şiddetle bir “terbiye” biçimi olarak karşılaşmış
olmaları, ileriki yaşamlarında kendi çocuklarını da aynı yöntemle eğitebilecekleri
anlamına gelmektedir; ya da çocukluklarında şiddete maruz kalmış bireyler
ileriki yaşamlarında şiddetle karşılaştıklarında bunu kendi suçları ya da
eksikliklerinin kaynağı olarak algılamaktadırlar. Kısacası şiddet rastlanma
sıklığıyla ters orantılı olarak topluma yansımaktadır. Birey şiddete ne kadar
maruz kalırsa, o oranda da susmayı tercih etmektedir. Burada vurgulanması
gereken şiddetin sürekli olması ve
yeniden üretilmesidir. Bu yeniden üretim sürecinde medya önemli araçlardan
birisidir. Şiddete fazla oranda ve uzun süreli maruz kalınan durumlarda ki
medyadaki şiddetin etkisi de böyledir, insanlarda şiddete karşı bir
duyarsızlaşma ve umursamama hali gelişir, yani şiddet kanıksanmaya ve
benimsenmeye başlanır ki bu da şiddetin uygulanmasının günlük yaşamda artması
olarak algılamaktadır. Kısaca, çok farklı açılardan beslenen şiddet karmaşık
toplumsal bir sorundur, toplumda farklı araçlarla yeniden üretilmektedir.
Özellikle bu yeniden üretim sürecini kırmak için medyanın bu konudaki
sorumluluğunun farkına varılması - hem toplum ve hem de medya kuruluşları
olarak- gerekmektedir. Ayrıca toplumda şiddetin engellenmesi açısından görsel,
yazılı basın ile internet yayıncılığına da
önemli görevler düşmektedir.
Bu
kapsamda Ülkemizde, görsel ve
yazılı basın açısından öncelikle aşağıdaki yapısal sorunların gözardı
edilmemesi gerekir;
-“Kitle
İletişim Araçlarının”, yüzyılımızda
çok önemli bir sektör haline gelmesi,
- Köyden kente göç ve kent
Nüfusunun artması,
- Örf, Adet ,gelenek ve
göreneklerin çözülmesi,
- Kentlerdeki suç oranındaki artış,
- Alkol ve Madde
Bağımlılığının Artması,
- Evliliklerin büyük
çoğunluğunun geçmiş yıllara göre,
boşanmayla sonuçlanması,
- Çocukların büyük bir
kısmının, parçalanmış ailelerin üyeleri olduğu bir dönemle çakışmıştır,
Ayrıca 2000 Nüfus Sayımında; nüfusumuzun %
29.2 0-14 yaş grubunu oluşturduğu düşünülürse;
0-4 Yaş grubu % 9.5
5-9 “
“ %9.8
10 –14 “
%9.9
_________
Toplam %29.2
Sözkonusu olguların ne kadar önemli olduğu ve iyi değerlendirilmesi gerektiği açık bir
biçimde ortaya çıkmaktadır.
Özellikle çocukları ve gençleri rahatsız
edebilecek programlar, yaş grupları açısından da çok özel bir dikkat gerektirir. İster, fiziksel şiddet ile
birleştirilmiş ya da birleştirilmemiş olsun, aile içindeki tartışmaların –olumsuzlukların- gösterimi, çocuklarda
ve gençlerde özel bir korku ve güven kaybına da neden olmaktadır.
Ekrandan
yansıtılan şiddetin görerek öğrenilmesi ve şiddet içerikli programların
yoğun olarak izlenmesi, şiddetin yeni tarzlarını bilgi ve davranışlarına ilave edilmesi, öğrenilen davranışın
pekiştirilerek kalıcı hale gelmesi, çocuklar açısından en büyük tehlikeyi
oluşturmaktadır. Özellikle çocukların,
televizyonlardan izledikleri şiddet
yüklü programlar ile reklam programlarındaki olay kahramanlarla özdeşleşip, bu
olumsuzlukları kendi yaşamlarında
kalıcı bir özellik haline dönüştürmeleri kısacası “öğrenme ve taklit etme”, “duyarsızlaşma” bugün çözümlenmesi gereken en önemli toplumsal sorun
olarak karşımızda durmaktadır.
2004 yılının ocak ile kasım ayları
arasında, üç aylık dilimde ALO RTÜK 178 şikâyet hattına 35 bin başvuruda bulunulmuştur. Bu sayı, her konuda
şikâyeti kapsamaktadır.
- Şiddet ve korku
kategorisinde 1731
- Cinsellik
kategorisinde 462
- Olumsuz
örnek oluşturabilecek davranışlar kategorisinde 3410 adet şikâyet vardır.
Görüldüğü gibi, şiddet ve korku,
cinsellik, öğrenme ve taklit etme, duyarsızlaştırma olarak çocuklara yansıyan
yayın içeriğindeki, “şiddet” ve “olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar” olarak öne çıkmakta ve çocukları büyük oranda etkilemektedir.
Kaldı ki;
Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel
Müdürlüğü’nün, “Türkiye’de Televizyon ve
Aile Araştırması”nın aşağıdaki sonuçları da bu gerçeğin altını çizmektedir.
l Yetişkinlerin
% 35’i, televizyon programları arasında, en çok şiddet içerikli programlardan
rahatsız olmaktadırlar.
l Kadınlar
en çok, televizyonda şiddet unsuru içeren programlardan ve genel olarak,
yayınların çocuk üzerindeki olumsuz etkisinden şikâyetçi olmaktadırlar,
Araştırma bulgularından:
l Türkiye’de televizyondaki şiddetin çocuklara,
denetimsiz bir biçimde izletildiği ve çocukların, şiddet unsuru içeren
programlara direkt olarak ulaştığı;
l Yine
bu araştırma sonuçlarına göre yetişkinlerin, çocuklarının nasıl televizyon
izlediklerine ilişkin fazla bir bilgiye sahip olmadığı;
l Çocukların
hangi kanalı, hangi programı, ne zaman seyredeceklerine ebeveynlerin
karışmadığı;
l Çocukların
%82’sinin, televizyon izlemekle ilgili kararları kendilerinin verdiği;
l %31’inin gece saat 22’ye kadar ekran başında
kalabildiği açıkça görülmektedir. Özellikle geç saatlere kadar ekran başında
kalabilmesi ve bu kararı kendilerinin vermiş olması üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir sorundur.
Soruna Hukuk açısından bakıldığında;
Ülkemizde çocukların televizyon
yayınlarındaki zararlı içerikten korunmasına ilişkin sistemin yasal
dayanakları, hem ulusal hem de uluslar
arası hukuk mevzuatında yer almaktadır.
3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında kanunun”
“Yayın İlkeleri”ni düzenleyen 4.üncü maddesinin “z” bendinde açık bir şekilde zararlı içerikle
ilgili ilke yer almaktadır. Bu konuda uygulamaya yönelik ilgili Yönetmelikte “korumalı saatler” yada “eşik saatler” e ilişkin
detaylı bilgiler yer almıştır.
Uluslararası boyutta ise; Ülkemizin de taraf olduğu “Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi”nin
7 nci maddesinde konu kapsamlı olarak
düzenlenmiştir. Bu kapsam 3984 Sayılı
Yasanın 4üncü maddesinin “z” bendi ile
tamamen örtüşmektedir.
Bu alandaki ikinci metin, henüz taraf
olmadığımız, “Avrupa Birliği Sınır
Tanımayan Televizyon Direktifi” nin 22nci maddesinde, küçüklerin
korunmasıyla ilgili konu, geniş bir şekilde açıklanmış; buna ilave olarak, yayıncıya ve yayın otoritesine “takip
açısından” programlarda görsel, sesli
veya yazılı uyarılar bulundurma yükümlülüğü getirilmiştir. Ülkemizde öncelikle ulusal kanallarda daha
sonra da kademeli olarak, bölgesel ve yerel televizyonlarda uygulamaya
geçilecek olan “sembol sistemi” bütünüyle bu 22 nci maddenin çözüm alt başlıklarından
biri olarak doğmuştur.
Sembol Sisteminin amacı çocukların
gelişimine öncelikle zarar verecek; “şiddet, cinsellik, ve olumsuz davranışlar” lar olarak saptanmış olup, şiddet ve cinselliğe açık
bir tanımlama getirilmiş, olumsuz davranışlar konusu içinde zararlı madde
kullanımı, dil, ve diğer tüm davranışları içine alan geniş bir kapsam
yaratılmıştır.
Ancak , değişmeyen; şiddetin yaşamımız içinde var olduğu ve
öncelikli olarak çocukları olumsuz etkilediği dolayısıyla, küçüklerin zararlı içerikten
korunması gerçeğidir.
Önemli olan ebeveynlerin
bilinçlendirilmesi, eğitimi ve dolayısıyla televizyon izleme
etkinliklerini buna göre düzenlemeleri,
sistemi kullanabilmelerinin yanında; yayıncılık alanında yazılı ve görsel medyada çocuğa dönük yaş grupları da (sembol
sistemi) dikkate alınarak özel önem ve öncelikli konular içinde
değerlendirilmesi, 3984 Sayılı Yasa ve
ilgili yasaya dayanarak çıkarılmış Yönetmeliklerde yer alan mevcut ilke ve
esaslara uyumun sağlanması ve sonuçta
yayıncıların soruna ilişkin kendi “ETİK” değerlerini oluşturmaları
gerekmektedir.
Ayrıca;
1990’lı yıllardan sonra Amerika, Kanada ve Asya’da Hindistan’da
başlayan diğer ülkelerde de sayıları
gittikçe artan sivil toplum örgütlerinin
Örneğin; (Media Watch Groups)
diye NGO oluşturduğu “Medya İzleme Grupları” ve “Üniversitelerin Araştırma Gruplarının” yaptığı “Medyanın Günü Gününe İzlenmesi” olayının
bizim sivil toplum örgütlerimizce de benimsenerek oto kontrolün sağlanması gerekmektedir.
F. 2. Kadına Yönelik Haber ve Programlarda Şiddet
Ülkemizde “medyada kadının sunumu” 1980 den sonra ele alınan üniversitelerde
araştırmalara konu olan ve “Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü”’nün kurulmasıyla gelişme
gösteren bir konudur.
Bugün toplumsal cinsiyet modeli
olarak kadının Ülkemizin yazılı ve görsel medyası içindeki yeri; iki “uç” boyutta algılanmaktadır:
- Seks objesi olarak yansıtılmaktadır.
(Seks objesi, dünyada yapılan araştırmalarda da bir alt kategori olarak belirlenmektedir).
- Kadının birincil görevi evidir.
- Kadın iyi bir anne olmalıdır.
- Kadın iyi bir eş olmalıdır, ya da
- Ev kızı olmalıdır.
Burada çok net bir görüntü var. Günümüz
Bilgi Çağında medya, toplumsal yaşamımızda, kadını bilgilendiren yaşamına katkı
sağlayan konumunu ortaya çıkaran, belirleyen bir sunum sergilememektedir.
Ülkemize, hızla toplumsal yaşamda yerini
almış, topluma katkı sağlamış, iş ve meslek yaşamında yer edinmiş, emek vermiş ve vermekte olan pek çok, bilim kadını, sanatçı, kadın
düşünür ve nice onur yüklü örnekler
medyaya yansımamakta bunun yerine;
- Moda ile, özel yaşamla,
- Mankenlik, şiddet, dövülme,
- Aşk, boşanma ilişkisiyle, vb.
- Ses sanatçılığı ile sunuculuğun
karıştığı, fiziksel görüntünün, reyting aracı olarak program kalitesini aştığı, eğlence ve popüler kültürün ağırlıklı ve
sürekli tekrarlanarak sunulduğu bir yayın içeriği sergilenmektedir.
Oysa, kamusal yayıncılıkta eğlence programları da bir düzey ve kültür içeriğine
dayanmalıdır. Sunucunun eğitimi, konuya
hakimiyeti, Türkçesi ve alan kültürü
belirleyici nitelikler olmalı, bu nitelikler belirlenerek öne
çıkarılmalıdır. Bu programın içeriği kadar önemlidir.
Bugün
izlediğimiz yayın kanallarında özellikle sabah kuşağı kadına yönelik
programların içerikleri sunum biçimleri birbirine oldukça benzerlikler
göstermektedir. Sözkonusu yapımlarda
belirleyici ögenin format ve
sunum biçimi olduğu görülmektedir. Bu
kapsamda şiddet, boşanma, terk, kayıp, kaybolma ve ekonomik merkezli sorunlar vb belirli bakış ve yönlendirme boyutunda sunularak bireye, aileye, dünyaya ve gündelik
yaşamımıza ilişkin bakış ve algılamamıza modeller/eylem haritaları sundukları
görülmektedir.
Dolayısıyla, Aile/özel yaşamların (özel
alan ve mahremiyetin) kamuya sunulması şeklinde teşhirci/röntgenci konum,
benzer konumda olanların varlığı nedeniyle yaşanan/ özdeşleşme / meşrulaştırma
/ rahatlama, sorunların sisteme olan bağlarını gösterici nedenselliklerin
yerine bireysel neden ve çözümlerin sunulması hatta çözümsüzlük, aileyi ve
özellikle kadını yaralamaktadır.
Medyadaki kadın/şiddet konusuna
baktığımızda gerçekten, iç içe geçmiş bir şiddet anlayışının egemen olduğu
söylenebilir.
ALO RTÜK
178 Şikâyet Hattına 2004 yılında
gelen şikâyetlerin değerlendirilmesinde:
Haber programlarının içinde doğrudan kadına yönelik şiddetin
oranı%3 Toplumun geneline yönelik %41
ile birleştirilirse toplam %44 gibi yüksek bir şiddet oranına
ulaşılmaktadır. Çocuk ve gençlere
yönelik şiddetin oranı ise %15 dir. Bu;
çocukların, gençlerin ve kadınların
açık bir biçimde istismarını belirlemektedir.
Şekil 1. Şikâyetlerin Programlara Göre Dağılımı
Haber programının içinde %41 lik bölümde intihar, cinayet, kocası
tarafından bıçaklanmış, dövülmüş, öldürülmüş, töre cinayeti işlenmiş yada kapkaç yapılmış örnekleri çok fazla olan
şiddet türleri çoğu zaman ülkeyi
ilgilendiren haberlerden önce ve önem
sırası belirlenmeden verilmektedir.
Ulusal, bögesel kanallarda bir haberin
tekrar tekrar verilmesi, şiddetin her türünü, özellikle “aile içi şiddeti”, “ŞİDDETİ” cesaretlendirmekle kalmayıp,
toplumun, insanların haber alma hakkını
da engellemektedir.
Bir haber programında toplumun geneline yönelik %41 oranında şiddet içeriği
yer almaktadır. Bu çok
önemsenmesi ve çözümlenmesi gereken
önemli bir konudur. Haber programlarının içeriğinin kadın ve çocuk,
lehine dönüştürülmesi istismarın sona erdirilmesi gerekmektedir. Bu, reklam
programları için de geçerlidir.
Kaldı ki reklam programlarında da kadın sömürüsünün, kadın cinselliğinin
kullanımının yaygın örnekleri ile karşılaşılmaktadır. Aşağıdaki grafikteki %
39’lu istismar oranı cinselliğin
geldiği ölçüyü göstermesi bakımından
önemlidir. Kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi ve medyanın şiddeti,
ayrımcılığı ve özellikle cinselliği yaratan kaynak, konumuna gelmemesi için
özen göstermesi gerekmektedir.
Şekil 2. Reklam
Şikâyetlerinin Konulara Göre Dağılımı
RTÜK tarafından Ocak-Kasım 2004 ayları
arasında 5600 şikâyet incelenmiş, bu
şikâyetler içinde, kadınlar ve çocuklar açısından 3410 olumsuz örnek
tespit edilmiş; 3410 olaydan 2000’i ya
da şikâyet eden 2000 kişi, “kadınlar üzerinde ayrımcılık yapıldığını”
belirtmiştir. Bu kadın ayrımcılığı
yapıldığına ilişkin önemli bir göstergedir.
Sonuçta; şiddetin çözüm önerilerinden biri kadının eğitilmesidir.
Günümüzdeki kadın kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin bu konuda çalışmaları vardır. ancak burada
vurgulanması gereken, erkeğinde eğitilmesi gerektiğidir.
Medyada yayın içeriği
açısından amaç; Kadının
İhtiyaçlarını belirlemek, eğlendirirken eğitmek kadına doğrudan kadın
programlarıyla ulaşmak, Kadının yaşamını kolaylaştıracak, kadına ve
dolayısıyla ailesine katkı sağlayacak,
yaşamına hedef ve amaç belirlemede
yardımcı olacak, bilgi yüklü programların yapımını sağlamak;
Dolayısıyla sorunun iki önemli boyutu var;
1. Şiddet, Yayın Planlaması, içerik, yayın
saati, aile izleme programı gibi önemli
etkenlerin göz önüne alınarak yapılması
önem ve öncelikli konular çocuk ve kadın programlarına özen gösterilmesi diğer bir değişle reytingle program kalitesinin bir arada yürütülebilmesi,
2. Bu Yayın planlamasında, önem ve öncelikli konu çocuk ve kadına
yönelik düzeyli kaliteli eğitici
programların hazırlanmasında ve yayın
planlamasında, yayın içeriğinin oluşturulmasında özel ulusal televizyon ve
radyolarda kaç kadın yöneticinin, program yapımcısının ve
sorumlusunun varlığıdır.
Bugün yayıncılık şirketlerinin sayılarının hızla artmasıyla birlikte
özellikle televizyon yapım diğer yandan, medyada kadınların, kadın hareketinin,
kadın sorunlarının temsiline ilişkin geniş çaplı araştırmalar bulunmamakla
beraber özellikle 1990’lardan sonra toplumdaki ataerkil yapının bir uzantısı
olan medyadaki cinsiyetçiliğin devamını sağlayan önemli öğelerden birisi de
iletişim sektöründe çalışan kadınların konumlarıyla ilişkilidir. Son yıllarda, 1990’ların başından itibaren özel
şirketlerinde ve sinemada kadınların sayısının arttığı daha üst konumlara
gelebildikleri gözlenmekteyse de genel
olarak medya sektöründeki yöneticilerin çoğunun erkek olması durumu
değişmemiştir.
Sektörde kadının konumunu daha net
anlamamıza yardımcı olacak istatistik veriler yetersizdir. Basın mensuplarına
verilen sarı basın kartı sahibi kadın ve erkek gazetecilerin Haziran 2002
tarihi itibariyle dökümlerine bakıldığında 9449 gazeteciden 1873’ünün kadın
olduğu görülmektedir. Özerk statüye sahip ve devlete bağlı olan Türkiye Radyo
Televizyon Kurumu’nda (TRT) çalışan
8180 personelin 2030’u kadındır. Kurumda çalışan yönetici konumundaki 214
personelin 116’sı kadın olup, üst düzeyde %1’lik oranlar söz konusuyken orta
düzey yöneticiliklerde yığılma vardır. TRT televizyon kanallarında kadınlara
yönelik yayınların oranı yıllık ortalama %6.9’dır. Radyo kanallarında ise kadın
ve aileye yönelik programların oranı %15-17 arasında değişmektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin
sağlanmasında konu görüldüğünden daha önemlidir. Kaldı ki, 5-9 Haziran 2000 tarihinde Birleşmiş
Milletler Genel Kurul 23 üncü Özel Oturumu (Pekin+5) Pekin Eylem Platformuna
(Dördüncü Dünya Kadın Konferansı) da kadın
ve medyaya ilişkin aşağıdaki taahütler yinelenmiş ve sözkonusu karar ve
önerilerin uygulanması için bugün de geçerli
aşağıdaki çağrıda bulunulmuştur.
Kazanımlar. Yerel, ulusal ve uluslar
arası kadın medya ağlarının kurulması küresel bilgi yayılımına, görüş
alışverişine ve medya çalışmalarında
aktif kadın gruplarına destek verilmesine yardım etmiştir. Bilgi ve iletişim
teknolojilerinin, özellikle internetin gelişmesi, kadın ve kızların
güçlendirilmeleri için iletişim olanakları sağlanmış ve bu da giderek artan
sayıda kadının bilgi paylaşımı, ağ oluşturma ve elektronik ticari faaliyetlere
katkıda bulunması ve yer almasını
sağlamıştır. Kadın medya örgütleri ve programların sayısı artmış ve daha fazla
katılım ve kadının medyada olumlu yansıtılması hedeflerine ulaşmak kolaylaşmıştır.
Medya programlarında kadının olumsuz imajına karşı savaşmak için mesleki
kurallar ve gönüllü davranış kuralları
oluşturularak, toplumsal cinsiyetin adil yansıtılması ve cinsellik içermeyen
dil kullanılması teşvik edilmiştir.
Engeller. Pornografi ve klişeleşmiş temsil edilme gibi olumsuz,
şiddet içeren ve/veya küçültücü kadın imajları, yeni iletişim teknolojileri
kullanılarak medyada farklı biçimlerde yer
almaktadır. Medyada kadına yönelik önyargı da devam etmektedir.
Yoksulluk, erişim ve fırsat yokluğu, okumaz yazmazlık, bilgisayar okumaz
yazmazlığı ve dil engelleri, bazı kadınları internet gibi bilgi ve iletişim
teknolojilerini kullanmaktan alıkoymaktadır. İnternet altyapısının gelişmesi ve
buna erişilmesi, özellikle gelişmekte
olan ülkelerde ve bilhassa kadınlar için kısıtlıdır.
F.3.
Medyada Şiddete İlişkin Mevcut Yasal
Önlemler
Özellikle ekrandan yansıyan şiddetin
izleyici üzerindeki etkileri dikkate
alındığında, topluma, özellikle çocuk ve gençlere zarar vermemesi için,
konun; Avrupa Birliği üyesi
ülkelerle AB’ne aday ülkelerde
benzer içerikte düzenlendiği görülür.
Avrupa Konseyi tarafından çıkarılan ve
Ülkemizin de taraf olduğu Avrupa
Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’nin “Yayıncının Sorumlulukları”
başlıklı 7 nci maddesinin 1 inci paragrafının (b) bendi ile 2 inci paragrafı bu
düzenlemeye ilişkin olup;
l. Program hizmetlerinin sunuş ve içerik
bakımından bütün unsurları, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı
olacaktır.
Program hizmetleri, özellikle;
(b) Şiddet eğilimini körüklemeyecek veya ırkçı
nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte
olmayacaktır.
2. Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve
ahlâki gelişimini zedeleyebilecek türden program hizmetleri, bunların
seyredilebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmayacaktır.
Avrupa Birliği’nin, yayınları düzenleyen
mevzuatı olan Avrupa Sınır Ötesi
Televizyon Direktifi’nin (89/552/EEC Direktifine değişiklik getiren 97/36/EC Direktifi) Çocukların ve
Kamu Düzeninin Korunması başlıklı 22 nci maddesinin 1 inci paragrafı, şiddet konusunda üye ülkelere, alınması
gereken önlemlerle ilgili çerçeve çizmektedir. Buna göre;
1. Üye devletler, yargı yetkileri kapsamındaki
televizyon yayınlarının çocukların fiziksel, ruhsal ya da ahlâki gelişimini
ciddi şekilde zayıflatabilecek programları ve özellikle pornografi ya da ölçüsüz şiddet içeren programları yayınlamamalarını sağlamak için uygun önlemleri alacaklardır.
Avrupa Birliği bu çerçeve hükümle
konuya ilişkin sözkonusu mevzuata aykırı olmamak şartıyla
üye ülkelere, bu konuda, daha detaylı ve kapsamlı düzenleme yapma hakkı
vermektedir.
Bu kapsamda değişik toplumsal yapıdaki
örneklere, ülkelere bakılacak olursak,
İngiltere
Bu konudaki mevzuatı;
“Şiddet
dünyanın her yerinde mevcut olduğundan,
haber programlarında ve güncel olaylarla ilgili programlarda, gösterimine
mecburen yer verilmektedir. Ancak
yayıncı ve yapımcı, şiddetin düzeyinin, programın bütünlüğü için gerekli olup
olmadığından emin olmalıdır.
Çocukların
gelişimini zedeleyebilecek sahnelerin gösterilmemesi konusunda çok titiz
olunmalıdır. Çocukların kolaylıkla örnek alabileceği tehlikeli davranışlara
içeren (bıçak ve ateşli silâhların kullanıldığı) sahneler, özellikle çocuk
izleyicilerin izleme olasılığı yüksek olan saatlerde yayınlanmamalıdır.
Televizyon
haber bültenlerine giren şiddet sahneleri, sahte bir şekilde gizlenmemelidir.
Ancak izleyiciler üzerinde ahlâki bir değer yargısı oluşturmaya çalışmak,
yayıncının görevi değildir. Şiddetin kurbanları veya kanlı ayrıntılar üzerinde
fazla durulmamasına dikkat etmek gerekir.
Cinsel
şiddet içeren veya yaşlı kişilere
çocuklara ya da özürlü kişilere yöneltilmiş şiddet, yayınlandığı saatin
bilinci içinde ve özel bir anlayışla gösterilmelidir. Bazı hallerde saldırı
kurbanları mülakata hazır olsalar bile,
geçirdikleri şokun derecesi göz önünde tutulmalı ve bundan avantaj
sağlanmamalıdır.
Şiddet
suçları anlatılırken program, suçluyu veya eylemleri övmemelidir.
İntihar
araç ve yöntemleri gösterilmemelidir.
Evlerde
kolayca bulunabilecek bıçak vb.
silâhlar kullanılarak işlenen suçların
gösterildiği sahnelere, televizyonda yer verilmemelidir. Kural olarak,
şiddetin gösterildiği hallerde, bunun ciddi sonuçları gizlenmemelidir.
Kadınlara
yönelik şiddet görüntülenirken olayın cinsel yönü, erotik hale sokularak,
özendirici hale getirilip, istismar edilmemelidir. Hayvanlara yönelik şiddetin, hayvanlara bir zarar verilmediği
zaman dahi, başta çocuklar olmak üzere, izleyicileri rahatsız edeceği göz
önünde bulundurulmalıdır.
Çocukların
çoğu, televizyona egemen olan kuralların, gerçek iyi ve kötünün ne anlama
geldiğinin bilincine varmadan televizyon seyretmeye başlarla. Bu nedenle
kendilerini kolaylıkla
özdeşleştirebilecekleri durum ve karakterlerin gösteriminde özenli
olunmalıdır. Çizgi filmlerde çocukların fantezi ile gerçek arasındaki farkı
ayırt edemeyecekleri düşünülerek, yayın
saati ve program seçimine daha fazla
özen gösterilmelidir.”
Fransa
“Televizyon
kuruluşu, kamunun duyarlılığını yok edici sahneler içeren, gençlere
yönelik televizyon yayınlarını
yayınlamamaya özen göstermelidir.
Televizyon
kuruluşları, yoğun izleme saatlerinde
ailece izlenebilecek yayınlara yer vermeye dikkat etmelidir.
Televizyon
kuruluşları, şiddeti teşvik edici yapımların uyarı duyurularının saat 20.3o’dan
önce yayınlanmamasına ve ayrıca, bu duyuruların, çocuk ve gençlerin
duyarlılığını zedeleyebilecek türde görüntüler
içermemesine dikkat etmelidir.”
Portekiz
“Şiddete
teşvik edebilecek programların yayınlanmasına izin verilmez. Butür programların
yayınından önce uyarı niteliğindeki duyurular yapılması koşuluyla saat
22.oo’den sonra gösterilmesine izin verilir.”
İspanya
“Şiddet
öğeleri içeren programlar 22.oo ile 06.oo saatleri arasında, önceden gerekli
duyurular yapılması koşuluyla yayınlanabilir.”
İsveç
“Cinsel
şiddet içeren görüntülere, ancak toplum yararına bir durum olduğunda veya
toplumu bilgilendirmek amacıyla
izin verilebilir. Çocuklara zihinsel
açıdan zarar vereceği düşünülen yayınların, 15 yaşın altındaki çocuklara
gösterilmesi yasaktır.”
F.4. Türkiye Uygulaması
Ülkemizin yayıncılığa ilişkin mevzuatı
olan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un “Yayın İlkeleri”ni düzenleyen 4 üncü
maddesinin (b), (u), (v), ve (z) bentleri şiddete ilişkin konuları
düzenlemiştir. Bunlar;
b) Toplumu
şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din,
mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda
nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi.
u) (Değişik:
01/07/2005 - 5378/37) Kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı
şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi.
v) (Değişik
: 03/08/2002-4771/8) Yayınların şiddet kullanımını özendirici veyaÊ ırkçı
nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması
z) Gençlerin
ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlâkî gelişimini zedeleyecek türden
programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması.
Ayrıca, 3984 Sayılı ilgili Kanuna dayalı olarak çıkarılan 17
Nisan 2003 Tarihli Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında
Yönetmelik” yukarıda belirtilen kanun
maddelerine uygulamada aşağıdaki açıklığı
getirmektedir. İlgili Yönetmeliğin 5 inci maddesi;
b) Toplumu
,şiddete, teröre ve etnik ayırımcılığa sevk eden, meşrulaştıran, onaylayan veya
kışkırtan, halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve
düşmanlığa tahrik ve teşvik eden, toplumda nefret duyguları oluşturan yayın
yapılmamalıdır. Dini ve ahlâki konuları, kin ve nefret yaratacak, millî birlik
ve bütünlüğü bozacak şekilde işleyen yayınlara imkân verilmemelidir.ÊÊÊÊÊ
u) Kadınlara,
güçsüzlere ve küçüklere karşı her türlü ayrımcılık, fiziksel ve psikolojik
şiddet teşvik edilmemelidir. Aile içi şiddet, dayak, cinsel taciz, tecavüz gibi
konuları meşrulaştırıcı, hafifletici ve kışkırtıcı, toplumsal hayatta ve aile
içinde bireyler arası eşitsizliği onaylayan, kadının rıza, onay ve temsiliyet
hakkı ve isteklerini yok sayan yayın yapılmamalıdır. Çocukların fiziksel,
duygusal veya cinsel istismarı, ya da çocuk emeğinin sömürüsü
özendirilmemelidir. Yayınlarda, insanların bedensel ve zihinsel engelleriyle
ilgili duyarlılıkları dikkate alınmalı, engelli izleyicilerin yayınları
izlemelerini sağlamak amacıyla (işaret dili, alt yazı vb.) gerekli
düzenlemelerin yapılmasına özen gösterilmelidir. Hayvanlara karşı şiddet içeren
görüntüler hiçbir şekilde yayınlanmamalıdır.
v) Yayınlar
şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı
nitelikte olmamalıdır. Şiddete karşı birey ve toplumu duyarsızlaştıran,
insanları şiddet kullanmaya yönelten, özendiren yayın yapılmamalıdır.
Haber,
haber program veya güncel programlarda şiddet unsuru taşıyan görüntüler
flulaştırma ve benzeri tekniklerle, sadece olayın gerektirdiği ölçüde aşırıya
kaçmadan kullanılmalıdır. Şiddet unsuru ağırlıklı dramatik yapımlar, çocuk ve
gençlerin olumsuz etkilenmemeleri için, önceden sesli/yazılı uyarılarda
bulunulması kaydıyla, ancak saat 23.00 ile 05.00 arasında yayınlanmalı, bu tür
programların tanıtım duyurularında şiddet içeren bölümler kullanılmamalı ve bu
duyurular saat 21.30’dan sonra yapılmalıdır.
z) Gençlerin
ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlâki gelişimini zedeleyecek türden
programlar, korunması gereken izleyici kitlenin seyredebileceği zaman ve
saatlerde yayınlanmamalıdır. Yayınlarda ilgi çeken kişi veya karakterler, çocuk
ve genç izleyicileri özendirerek, onların duygusal, ahlâki ve sosyal
gelişmelerini olumsuz yönde etkileyebilecek biçimde gösterilmemelidir. Tür ve
içerik gereği; cinsellik, şiddet ve olumsuz örnek alınabilecek davranışlar
(kumar, alkol, uyuşturucu kullanımı, kötü dil, intihar vb.) içeren yayınlar,
saat 23.00 ile 05.00 arasında, farklı yaş grupları gözetilerek, sesli/yazılı
uyarılar yapılmak suretiyle yayınlanmalıdır. Bu tür programların tanıtım
duyurularında, şiddet, cinsellik vb. içeren bölümler kullanılmamalı ve bu
duyurular saat 21.30’dan sonra yapılmalıdır.
Görüldüğü gibi her ülkede şiddeti
önlemeye yönelik yaptırımlar vardır.
Önemli olan sözkonusu yaptırımların
uygulanış biçimidir.
Dolayısıyla kamuya topluma yapılan yayınlarda Yayıncıların yaptırımlarla birlikte toplumun değerlerine,
özellikle her toplumun önem ve
öncelikleri olan çocuk ve kadınlara
yönelik yayınlarda yazılı olmayan kendi
“ETİK” kurallarını
oluşturmaları ve bunu özenle uygulamalarıdır.
Çocukların ortalama 4 saat televizyon
seyrettiği,2000 yılı Nüfus Sayımına Göre
okur-yazar olmayanların oranın %12.7, bu oranda okur-yazar olmayan
kadınların oranının %19,4 erkeklerin %6,1 olduğu ülkemizde toplumsallaşma,
eğitim ve yayın içeriği açısından medyanın da sorumluluğunun arttığı bir
gerçektir.
Türkiye’de eğitimin en önemli unsuru
görsel yayın aracı olan televizyondur.
Okuma yazma ve meslek eğitimi dışında toplumun eğitimini birinci derecede etkileyen görsel medyadır. Bu nedenle her
şeyimizi, yaşamımızı ve geleceğimizi etkileyen medyanın bilim çağına uygun
en iyi biçimde kullanılması gerekmektedir.
Günümüz yayıncılığında içerik, şiddet,
medyanın içerik ve konuya ilişkin yaklaşımı
programların veriliş tarzı töre ve namus cinayetleriyle ayrıca
beslenmektedir. Haber Programları da kapsayan şiddet içerikli yayınlara
RTÜK’ün kurmuş olduğu ALO RTÜK 178 Şikâyet Hattına 2004 yılında gelen şikâyetlerin
değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkan aşağıdaki verilerdeki oranlar şiddetin
kapsamında belirlemektedir.
Şekil .3 Şikâyetlerin
Programlara Göre Dağılımı
Şiddet içeren program türleri açısından bakıldığında çocuk
programları içinde yer alan çizgi filmlerin %26 olan oranı, çocuk ve genç
nüfusa sahip ülkemizin geleceği
açısından önemli ve düşündürücüdür.
Ayrıca, reklamlardaki % 5lik şiddet oranı haber programlardaki %4’lük şiddet içeriğinide
geçmiş görünmektedir.
Bugün yayın Kanallarımızın “reyting” açısından yarıştığı ve
ailece izlenebilecek saatlerdeki
yayınların yerli dizilerin içindeki şiddet oranı %58’e ulaşmaktadır. Bu
oranın kamusal yayıncılık ve etik ilkeler açısından da kabul edilebilir bir açıklaması yoktur.
Bu kapsamda yaşamımızın bir parçası
haline gelmiş olan şiddetin; toplumsal bilgilendirme ve
eğitimle doğrudan ilgili olsa da,
televizyonlardan “izlenilmesi”, “aktarılması” noktasında yayın
kuruluşlarının gerçeğin yansıtılmasında
“neyin”, “ne kadar”, “hangi
ölçüde” verilmesi gerektiği sorusunda “şiddetin dozu” ve “hedef kitle analizi” nin “SORUMLU YAYINCILIK” açısından
da öncelikli olarak
değerlendirilmesi gerekmektedir.
F.5. Medyaya İlişkin Düzenlemelere Yönelik Öneriler
1. Ülkemizde mevcut medya
hukukunun öncelikle 3986 Sayılı Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınlarına İlişkin Kanunun ile
bu Kanuna uygun olarak çıkarılan Yönetmeliklerin teknolojik gelişmelere uygun
olarak güncelleştirilmesi cinsiyet
ayrımcılığı, çocuk istismarı ve şiddet içerikli yayınlara uygulanan
müeyyidelerin caydırıcılıktan uzak kaldığı göz önünde bulundurularak yaptırım
gücünün arttırılmasına ve güncelliklerini yitirmeden uygulanabilmelerine
yönelik düzenlemelerin yapılması,
uygulanabilir bir mevzuatın yaratılması,
2. Avrupa Birliği Müktesebatının üstlenilmesine
ilişkin (24 Temmuz 2003 tarih ve 25178 Mükerrer sayılı Resmi Gazete) Türkiye Ulusal
Programında Kültür ve Görsel İşitsel Politikanın öncelikler
bölümünde da yer alan;
Küçüklerin ve insan onurunun korunmasında
güçlü ve etkili bir seviyenin elde edilmesine yönelik ulusal çerçeveleri
geliştirerek Avrupa görsel-işitsel ve bilgi hizmetleri endüstrisinin rekabet
edebilirliğinin geliştirilmesi hakkındaki 24 Eylül 1998 tarihli Konsey Tavsiye
Kararı (31998H0560)
Yeni medya hizmetlerinin gelişimi
çerçevesinde öz-denetimin rolü hakkındaki
27 Eylül 1999 tarihli Konsey Sonuç Kararı (31999Y1006 (02)
İlişkin olarak yayın kuruluşlarının kendi
öz-denetim birimlerini kurarak bir an önce
kamusal yayıncılığın gereği
kendi sorumlu yayıncılık ilkelerini yerleştirmeleri,
3. Yayın planlamasında yayın genel
akışı içinde,yayın içeriğinde, çocuk istismarı ile cinsiyet ayırımı,
şiddet, pornografi, kadını küçültücü, incitici ve önyargılı yayınların
yapılmaması için yayın kanallarının
kendi “ ETİK” değerlerini
yerleştirmeleri ve yayın kimliğini öne çıkarmalarının sağlanması,
4. Özellikle radyonun yaygın gücü ve tüm ailenin
birlikte olduğu, televizyon izlediği saatlerde ve yayının genel akışında “Çocuk programları” ve özellikle “REKLAM KUŞAKLARI”nda çocuk
istismarının önlenmesi,
5. Tüm Yayın Kanallarında,
yayın içeriği ve planlamasında; evde ve çalışan kadına yönelik hedef kitlesi
belirlenen, kadının toplumsal dönüşümünü sağlayacak bilgilendirici programların öne çıkarılarak çok sayıda
izleyiciye, kadına ulaşması için izlenebilirliği yüksek zaman diliminin
belirlenmesi, uygulanması,
6. Mevcut Yasa kapsamında, televizyonlarda Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu tarafından yayından kaldırılan programlar yerine
şiddete karşı duyarlılığı artırıcı, kaliteli ve olumlu mesajlar veren eğitici
ikame programların oluşturulması konusunda çalışmalar yapılması,
7. Başta
program yapım ve yöneticileri olmak üzere televizyon programlarının
üretiminin her aşamasında yer alan medya çalışanlarının “şiddete” ilişkin
duyarlılıklarını arttırıcı “Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği” eğitimi
almalarının sağlanması,
8. İzleyiciye medya karşısında “farkındalık”
kazandırılması ve bilinçli izleyiciler (öncelikle ebeveyinler) oluşturulması konusunda çalışmalar yapılması ve izleyiciye medya okur-yazarlığının
kazandırılması için eğitim programlarının düzenlenmesi,
9. Ülkemizde medyada karar
mekanizmalarında cinsiyetçiliğin ortadan kaldırılması ve eşitliğin sağlanması,
10. Medyanın kadın çocuğu
yönelik “şiddetin pekiştirilmesi” ve ortadan kaldırılmasına ilişkin etkisini
araştıran ve günümüzde büyük ölçüde
eksikliği hissedilen araştırmaların yapılması,
11. Sivil Toplum Kuruluşlarının
“Medya izleme Grupları” oluşturması ve medyanın günü gününe
izlenmesi oto kontrolün sağlanması,
G.
ÜLKEMİZDE KADIN VE ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET VE NAMUS CİNAYETLERİ AÇISINDAN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR
G.1.
Merkezi ve Yerel Yönetimlerce Yapılan Çalışmalar
Kadına yönelik şiddet konusunda devletin
sunduğu hizmetler ve kadına ilişkin politikalar, Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından
planlanmaktaysa da; bunun yanı sıra çeşitli kamu kurum ve kuruluşları ile,
Üniversitelerimizin ve sivil toplum örgütlerinin de konuya ilişkin hizmetleri,
araştırmaları ve destekleri bulunmaktadır.
G.1.1.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM)
Kadının insan haklarının korunması ve
geliştirilmesine yönelik çalışmalar yaparak, kadınların sosyal, ekonomik,
kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve
imkânlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere kurulmuş olan
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü; kadın-erkek eşitliğinin sağlanması
konusunda ayrımcılık içeren yasaların ayıklanması konusunda düzenlemelerin
yapılması, kadına ilişkin plan ve politikaların belirlenmesi, toplumsal
bilincin geliştirilmesi konularında çalışmalar yapmaktadır.
AB Katılım Öncesi Mali Yardımı 2005 yılı
programlaması kapsamında, Genel Müdürlükçe “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin
Yaygınlaştırılması Projesi” hazırlanarak, 13.04.2005 tarihinde Avrupa Birliği
Genel Sekreterliği’ne sunulmuştur. Bu proje ile, ülkemizde toplumsal cinsiyet
eşitliğinin sağlanması konusunda hizmet sunmak üzere kurulmuş olan Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü’nü, AB standartlarıyla uyumlu bir toplumsal cinsiyet
eşitliği organı modelinde geliştirmek, toplumsal cinsiyet eşitliğini yaşamın
her alanında sağlayacak olan bir Ulusal Eylem Planı oluşturmak, kadına karşı
aile içi şiddetin sebep ve sonuçları hakkında
araştırma yapmak, değişimleri izlemek üzere bir veri bankası
oluşturarak; hizmet modelleri, çeşitli bilinçlendirme ve hizmet-içi eğitim
program modülleri geliştirmek yoluyla, tüm tarafların kadına yönelik aile içi
şiddetin yok edilmesine dair kapasitelerini güçlendirmek amaçlanmıştır.
Yeni yasal düzenlemelerle yetki ve
görevleri artan ve vatandaşa doğrudan ve
hızlı biçimde hizmet verme imkânına sahip bulunan yerel yönetimlerin,
kadınlara ilişkin doğrudan hizmet vermeleri mümkün kılınmıştır. Yerel yönetim
birimlerinin kadınlara yönelik olarak verecekleri hizmetler, kadınların her
alanda ilerlemesine doğrudan katkı sağlayacaktır. Bu çerçevede, yerel
yönetimlerin, Belediye Kanunu ve İl Özel İdaresi Kanunu’nda öngörülen yetki ve
görevleri çerçevesinde, kadına yönelik olarak verebilecekleri hizmet ve
yürütebilecekleri projelere ilişkin bir hizmet modeli oluşturulmuştur. Böylece,
yerel yönetimler kadına yönelik sunacakları hizmetlerde bir model sunarak, yol
gösterici olurken; bir yandan da söz konusu hizmetlerin belli bir standartta ve
içerikte verilmesi amaçlanmıştır. Bu
amaçla hazırlanan proje örnekleri 81 il
Valiliği ve 1400 Belediyeye gönderilmiştir.
Şiddete maruz kalan kadınların ilk olarak
iletişim kurdukları kolluk kuvvetleri ve yargı mensuplarına yönelik, kadına
yönelik şiddetle mücadele konusunda çeşitli hizmet içi eğitim programları
uygulanmaktadır. Ayrıca, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce, kadına yönelik
olarak doğrudan hizmet veren Adalet, İçişleri, Millî Eğitim, Sağlık, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlıklarından, her düzeyde uygulanacak hizmet içi eğitim
çalışmalarına, kadın erkek eşitliği konusunda düzenlemeler içeren yasa ve
uluslararası sözleşmelere yer verilmesi, yine Genel Kurmay Başkanlığı’ndan
vatani hizmetin yerine getirilmesi esnasında er ve erbaşlara yönelik olarak
verilen eğitim programlarına, aile içi şiddet ve töre cinayetleri gibi konuları
da kapsayan kadının insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin konuların
da eklenmesi talep edilmiştir.
Ulusal düzeyde her yıl “8
Mart Dünya Kadınlar Günü”, devlet ve sivil toplum örgütleri işbirliği
ile kadın sorunlarının sorgulandığı, tartışıldığı ve çözüm önerilerinin
üretildiği bir gün olarak kutlanmakta, söz konusu gün, kadın sorunları
konusunda toplumu bilinçlendirme kampanyasına dönüşmektedir.
Yine 25 Kasım “Kadına Karşı Şiddeti Önleme
Günü” başta olmak üzere çeşitli illerde kadına yönelik şiddet tüm
boyutları ile ele alınarak çeşitli paneller, konferanslar ve benzeri
etkinliklerle toplum bilgilendirilerek zihniyet değişikliği yaratılmaya
çalışılmaktadır. Bu amaçla 2004 yılında, 25 Kasım “Kadına Karşı Şiddeti Önleme Günü”nde başlatılan ve 1 yıl sürmüş
olan “Kadına Karşı Şiddete Son” kampanyası kapsamında hazırlatılan spot film
ulusal kanallarda gösterilmiştir. Yine aynı kampanya çerçevesinde Futbol
Federasyonu Başkanlığı işbirliği ile Süper Lig takımları oyuncularının maçlara
“kadına yönelik şiddete son” yazılı
tişörtlerle çıkmaları sağlanmıştır. Aynı şekilde, “Kadına Karşı Şiddete Son” konulu,
genç gazetecilerin çalışmalarını teşvik etmek ve başarılarını ödüllendirmek
amacıyla “Genç Gazeteciler Ödülü”
adıyla iki yarışma programı düzenlenmiştir.
Genel Müdürlük, valilikler ve sivil toplum
örgütleri işbirliği ile toplumun bilinçlendirilmesi amacıyla, 81 ilimizde ve
bazı ilçelerimizde 2 ay süren seri toplantılar gerçekleştirmiştir. Kadınların
yoğun olarak katıldığı bu toplantılarda kadına yönelik şiddet konusu içinde
namus cinayetleri ve kadınların yasal hakları konusu ağırlıklı olarak ele
alınan konulardan olmuştur.
Namus cinayetlerinin önlenmesi, yasal
yaptırımın artırılması ve geleneksel bakış biçiminin değiştirilmesi amacıyla,
1999 yılından başlamak üzere; Genel Müdürlük ile birlikte, ilgili kamu
kuruluşları ve kimi gönüllü kuruluşlar da, toplumun bilgi ve bilinç düzeyini
artırmak amacıyla eğitim programları, seminerler, konferanslar, toplantılar
düzenlemektedir.
Ülkemizde toplumsal cinsiyet
perspektifinin tüm politika, plan ve programlara yerleştirilmesi halen sürmekte
olan bir çaba olup, henüz bu sürecin başlarında olunduğu söylenebilir. Bu
süreçte Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, sivil toplum örgütleri ve
üniversiteler bünyesinde açılan kadın sorunları araştırma merkezleri ile
işbirliği ve koordinasyon içerisinde, çalışmalarını biçimlendirmekte ve
yürütmektedir.
Genel Müdürlükçe, tüm kurum ve
kuruluşlarda çalışan personelin toplumsal cinsiyet eğitiminden geçirilmesi
amacıyla “Toplumsal Cinsiyet Eğitim Materyali” hazırlanmıştır. Bu çerçevede
Genel Müdürlüğe, kamu kurum ve kuruluşları ile, sivil toplum kuruluşlarından
gelen talepler doğrultusunda eğitimler verilmektedir (Örneğin; Sosyal Hizmetler
ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı, Türk
Tabipler Birliği, Radyo Televizyon Üst Kurulu uzmanlarına eğitim verilmiştir).
Kendi çalışmalarının yanı sıra sivil
toplum örgütlerinin, kadına yönelik şiddet konusunda yaptıkları çalışmaları
olanakları ölçüsünde destekleyen Genel Müdürlük, bu doğrultuda; sivil toplum
örgütleri işbirliği ile kadına yönelik şiddeti ele alan, şiddete uğrayan
kadınların başvuracakları merkezleri tanıtan 14 spot film ve 3 kısa metrajlı
film hazırlatılmıştır.
Genel Müdürlük, valilikler, üniversitelerin Kadın Araştırma ve
Uygulama Merkezleri ve bazı sivil toplum örgütleri tarafından çeşitli illerde
kadın hukuku komisyonlarına, hukukçulara, Polis Akademisi öğrencilerine ve
polislere, toplumsal cinsiyet, aile içi
şiddet, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve Medeni Kanun başta olmak
üzere çeşitli eğitim seminerleri verilmektedir.
G. 1.2.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK)
Genel Müdürlük, şiddete uğrayan ve/veya uğrama riski taşıyan kadınlara yönelik
hizmetlerini ağırlıklı olarak, kadına yönelik şiddetle mücadelenin temel
taşlarını oluşturan kadın konukevleri ve danışma merkezleri ile
vermektedir. Bununla birlikte toplum
merkezleri, çocuk yuvaları, yetiştirme
yurtları, rehabilitasyon merkezleri, huzurevleri, yaşlı dayanışma merkezleri
ile, kadın üzerindeki “çifte yükü” hafifletmek için, çalışan ebeveynlerin çocuklarının bakım ve eğitimleri gibi sosyal
alt yapının geliştirilmesinde büyük katkı sağlayan kreş ve gündüz bakımevleri
vb. sosyal hizmet kuruluşları ile doğrudan ya da dolaylı olarak şiddet ve
baskıya özellikle konu olabilecek durumda olan genç, yaşlı, özürlü kadın
gruplarına kısmen de olsa ulaşabilmekte, ilgili mevzuat çerçevesinde
hizmetlerini sürdürmektedir.
Genel Müdürlüğe bağlı, toplam kapasitesi 259 olan 14 adet “Kadın Konukevi” bulunmaktadır. Kadın
konukevlerinde; eşler arası anlaşmazlık nedeniyle evini terk eden ya da eşleri
tarafından terk edilen ve bu nedenle yardıma ihtiyaç duyan, fiziksel, cinsel,
duygusal ve ekonomik şiddete uğrayan, boşanma veya eşin ölümü nedeniyle
ekonomik ve sosyal yoksunluk içine düşmüş , istenmeyen evliliklere zorlanan,
evlilik dışı hamile ya da çocuk sahibi olan ve bu nedenle ailesi tarafından
kabul edilmeyen, cezaevinden yeni çıkmış olup yardım ve desteğe ihtiyacı, ekonomik ve sosyal yoksunluk içine düşmüş
olan kadınlara sosyal, psikolojik ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi
konusunda hizmet sunulmaktadır.
SHÇEK, teşkilat kanunu doğrultusunda
açtığı sosyal hizmet kuruluşları ile hizmetlerini yürütürken; yine, teşkilat
kanununun (2828) kendisine verdiği yetki doğrultusunda, sosyal hizmet alanında
hizmet vermek isteyen diğer kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum
kuruluşları için bağlayıcı düzenlemeler yapma, standart oluşturma,
ruhsatlandırma, izleme ve değerlendirme
hizmetleri yürütmektedir. Kadına yönelik şiddet konusunda “Sığınma Evi” açarak hizmet vermek
isteyen kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler ile sivil toplum
kuruluşlarına, “Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan
Kadın Konukevleri Yönetmeliği” uyarınca hizmet verme zorunluluğu
getirilmiştir. Bu doğrultuda belediye
tarafından açılmış 18 kapasiteli 1 adet “Kadın Konukevi” bulunmaktadır.
Bununla birlikte, SHÇEK’e yapılacak
başvuru sonrasında yönetmelikle belirlenen standartlara uygun olarak açılması
gereken; ancak, başvuru yapılmaksızın çalışma yaptığı saptanmış ya da farklı
bir deyimle izinsiz çalışma yapan 10 tane sığınma evi (konuk evi) daha
bulunmaktadır.
Kadının insan hakları ve temel
özgürlükleriyle bağdaşmayan, geleneksel ya da töresel uygulamaların kurbanı
olma durumları dahil olmak üzere, ayrımcılığa maruz kalmalarının önlenmesine
yönelik “Kurumlar Arası Yaklaşım
İçerisindeki Namus Adına İşlenen Cinayetlerin Önlenmesi İçin Etkin Kampanya
Stratejilerinin Geliştirilmesi ve Uygulanması Projesi” kapsamında, iki ilde
atölye çalışması gerçekleştirilmiştir.
Genel Müdürlükçe, istismara uğrayan veya
uğrama riski taşıyan ve desteğe gereksinimi olan kadınlara ve çocuklara yönelik
psikolojik ve ekonomik alanda danışmanlık ile, rehberlik hizmeti sunmak üzere,
ülke genelinde ulaşılan “183 Aile, Çocuk,
Kadın ve Sosyal Hizmet ve Özürlü Çağrı Merkezi” bulunmaktadır.
Ailelerin ekonomik, toplumsal, kültürel ve
psikolojik sorunlarla baş edebilmeleri amacıyla “Aile Danışma Merkezleri”
kurulmuştur. Bu merkezlerde; ailelere ve aile bireylerine yönelik bireysel
danışmanlık ve grup çalışmaları yoluyla aile içi şiddetin önlenmesine, aile
birliği ve bütünlüğünün korunmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. 2005 yılı
sonu itibarıyla 33 Aile Danışma
Merkezi bulunmaktadır.
Kadının kalkınmaya katılımı çerçevesinde,
hizmet verdiği bölgede yaşayan tüm yöre halkının daha iyi yaşam koşullarına
ulaşma hakkını sağlamak, varolan sorunları resmi, hükümet dışı kuruluşların ve
halkın doğrudan katılımı ile çözmek, kentsel yaşam biçimine uygun, tutum ve
davranışlar geliştirmesini sağlamak, kadına ilişkin projeleri yaşama geçirmek
amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı değişik bölgelerde toplam 61 Toplum Merkezi
bulunmaktadır. Toplum Merkezlerinde kadına yönelik şiddet özelinde de hizmet
verilmektedir. Kadınlara merkezin temel amaçları doğrultusunda psikolojik,
hukuksal danışmanlık ve ekonomik yardımlar yapılmakta, kadın konuk evlerinde
kalma talebi olan kadınlar değerlendirilerek ilgili birimlere
yönlendirilmektedir.
Toplum Merkezlerinde yürütülmekte olan
proje ve programlara bakıldığında ise; kuruluş amaçlarına uygun olarak
aşağıdaki çalışmaların yapıldığı ya da halen yürütüldüğü görülmektedir.
1) Sivil toplum örgütleri işbirliği ile
yürütülmekte olan, “Kadının İnsan Hakları
Eğitim Programı” (KİHEP) çerçevesinde; kadınların hakları ve sorunları
konusunda bilinç düzeyleri
yükseltilerek, ayrımcılığına yol açan mekanizmaları daha iyi
anlamalarına yardımcı olunması, kendilerine olan bakış açılarının değişmesi ve
öz güvenlerinin artması yoluyla evde güç kazanmalarına katkıda bulunulması
amaçlanmıştır.
2) Erken çocukluk döneminde olan ve
kurumsal olarak okul öncesi eğitim olanağından yararlanamayan çocukların yaz
dönemini sokağın tehlike ve tehditlerinden uzak, güvenli ve sağlıklı bir
ortamda geçirmelerini sağlamak ve okul eğitimine hazırlamak, ilk öğretime
başlatılmalarını teşvik etmek, özellikle de kız çocukların okullaşma oranını
arttırmak ve okul başarılarını yükseltmek amacıyla, “Erken Çocukluk Gelişimini Destekleme Projesi” yürütülmektedir.
3) “Anne Çocuk Eğitim Programı” (AÇEP)
4) “İşlevsel Yetişkin Okuma Yazma
Programı” (İYOP)
5) “Baba Destek Programları” (BADEP)
SHÇEK, korunmaya muhtaç çocuklara ve
ailelere, ayni-nakdi yardım, ücretli ve ücretsiz gündüzlü bakım, çocuk
yuvaları, yetiştirme yurtları, koruyucu aile ve evlat edinme hizmeti ve sokak
çocuklarına yönelik çocuk ve gençlik merkezleri, özürlü çocuklara ise bakım ve
rehabilitasyon merkezleri ile hizmet vermektedir. Bu çerçevede 95 “Çocuk
Yuvası” ve 110 “Yetiştirme Yurdu” ile toplam 20.480 çocuğa hizmet verilmekte,
yine yatılı ve gündüzlü hizmet veren 2005 yılı sonu itibariyle 44 “Çocuk ve
Gençlik Merkezi”nde sokakta yaşayan/çalıştırılan çocuklara ve ailelerine
yönelik danışma, eğitim ve rehabilitasyon hizmeti verilmektedir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulanmasının
izlenmesinden sorumlu kuruluş olarak, SHÇEK koordinatörlüğünde Çocuk Hakları
Sözleşmesi’nin ulusal düzeyde izlenmesi ve gerekli eşgüdüm çalışmalarının
yürütülmesine ilişkin esasların belirlendiği Başbakanlık Genelgesi ile, “Çocuk
Hakları İzleme ve Değerlendirme Üst Kurul ve Alt Kurul”u oluşturulmuştur.
G.1.3. Aile
ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü
Genel Müdürlük tarafından 1998 yılında “Ana-Baba Okulu” projesi başlatılmıştır.
Proje kapsamında, anne ve babaları çocuğun bakımı ve eğitimi konularında
bilgilendirmek, anne ve babaya ilişkin rol ve davranışlar konusunda
bilinçlendirmek amacıyla; erken yaşta evlilikler, akraba evlilikleri, kız
çocuklarına karşı geliştirilen olumsuz tutumlar, aile içi iletişim, madde
bağımlılığı, gebelik, kısırlık, doğum öncesi gelişim, bebeklik dönemi, temel
güven duygusunun gelişimi, okul öncesi dönemdeki çocuğun eğitimi ve disiplini,
okul yılları, ergenlik dönemi, cinsel gelişim, eşler arası çatışma ve
boşanmanın çocuk üzerindeki etkileri ile, orta yaş ve yaşlılık dönemi ve
benzeri konularda seminerler düzenlenmektedir.
Söz konusu seminerler TRT- GAP TV’de de 1
ay boyunca yayınlanmıştır. Projenin ulaştığı kitle bu yolla genişletilmiş
olmakla birlikte, belirli aralıklarla paneller şeklinde devam ettirilmiştir.
Aile eğitimi programı, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarıyla
işbirliği şeklinde sürdürülmektedir.
2004 yılında, Genel Müdürlüğün
sekreteryasını üstlenerek yürütmüş olduğu, parlamento, kamu kurum ve
kuruluşları, üniversiteler, medya ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile “Şiddeti
Önleme Platformu” oluşturulmuş; Aile içi şiddeti özel olarak ele alan
bu platform, özellikle kadın ve çocuğa karşı şiddet konusuna eğilmiştir.
G.1.4.
Emniyet Genel Müdürlüğü
Çocuk Polisi başta Birleşmiş Milletler
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olmak üzere yürürlükteki mevzuat esas alınarak
Emniyet Teşkilatının çocuklara yönelik hizmetlerinin iyileştirilmesi amacıyla
hazırlanan “Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş,
Görev ve Çalışma Yönetmeliği” 13.04.2001 gün ve 24372 sayılı Resmi Gazete’ de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeni yapılanma ile Küçükleri Koruma Şube Müdürlükleri Çocuk Şube
Müdürlükleri; Küçükleri Koruma Büro Amirlikleri ise Çocuk Büro Amirliği olarak
düzenlenmiştir. Bu güne değin Küçükleri Koruma Şube Müdürlükleri tarafından
yürütülen korunmaya, yardıma muhtaç, buluntu, kimliği tespit edilemeyen,
sokakta yaşayan, başıboş, terkedilmiş, mülteci, refakatsiz ve benzeri çocuklara
yönelik hizmetlerin yanı sıra, suç işlediği şüphesi altında bulunan çocukların
ADLİ-İDARİ tüm suç soruşturmaları da Çocuk Şube Müdürlükleri/Büro Amirliklerinde Çocuk Polisi tarafından
yürütülmektedir (Çocuk Polisi: Polisin
çocuklara yönelik olarak yürüteceği hizmetler konusunda, sıfır-on sekiz yaş
grubu gelişim özellikleri, davranış bilimleri, mülakat teknikleri, iletişim
becerisi gibi konularda hizmet içi eğitim almış, sivil istihkak alan emniyet
hizmetleri sınıfı personelini ve hizmet branşını ifade eder).
G.1.5.
Jandarma Genel Komutanlığı
Jandarma Genel Komutanlığı, çocukların
korunması ve çocuk suçluluğunun önlenmesi kapsamında; özellikle hızlı nüfus
artışı, göç ve kentleşme gibi sosyal olayların yoğun olduğu bölgelerde olumsuz
koşullarda yaşayan, sokakta çalıştırılan, okul çağında olup da okula
gönderilmeyen, ailesi ve çevresi tarafından şiddet ve baskı gören, ihmal ve
istismar edilen çocukların korunması, sayılarının asgari düzeye indirilmesi ve
suça karışan çocuklara yönelik tedbirlerin daha etkili bir şekilde sürdürülmesi
amacıyla, 2001 yılında İstanbul Bahçeşehir’de, 2003 yılında Ankara’da, İzmir ve
Aydın’da, 2004 yılında Antalya ve Erzurum’da, 2005 yılında ise
İstanbul-Taşdelen’de olmak üzere toplam 7 Jandarma Çocuk Merkezi faaliyete
geçirilmiştir.
Suça sürüklenen veya korunma ihtiyacında
olan çocuklarla ilgili işlemlerin konu ile ilgili eğitim almış personel
tarafından yürütülmesini sağlamak amacıyla, İl ve İlçe Jandarma Genel
Komutanlıkları ve Jandarma Karargah Komutanlıklarında ikiz görevli olarak
“Çocukları Koruma İşlem Astsubayı” görevlendirilmiş olup, bu personele yönelik
eğitimler verilmektedir. Bu eğitimler verilirken üniversiteler başta olmak
üzere ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmaktadır.
G.1.6. Millî Eğitim Bakanlığı
Kamuyu bilinçlendirmeye yönelik
bilgilendirme çalışmaları kız ve oğlan çocuklarını erken yaşlardan itibaren
cinsiyet eşitliği ve şiddete karşı koruyucu önlemler konusunda eğitme
faaliyetleri ile ilgili olarak Millî Eğitim Bakanlığı ile UNICEF Türkiye
Temsilciliği işbirliğinde yürütülen “Kız Çocuklarının Okullaşmasına Destek Kampanyası”
ile okul dışı kalan kız çocuklarının okullaşmasına önemli ölçüde destek
sağlanmıştır. Söz konusu kampanya devam etmekte olup, en üst siyasal
kademelerce desteklenmiş, medya tarafından yaygın biçimde ele alınmış ve
toplumun tüm kesimlerinden de olumlu tepkiler alınmıştır.
G.1.7.
Kadıköy Belediyesi
Kadıköy Kaymakamlığı ve T.C. Kadıköy
Belediyesi işbirliği ile, toplumsal ihtiyaca yanıt vermek için, Kadın Konuk Evi
uygulamasının protokolü hazırlanarak, aynı tarihli 94/65 sayılı encümen kararı
ile Kadın Konuk Evi uygulaması faaliyete geçirilmiştir.
Toplam 358 kadın ve 135 çocuğa hizmet verilmektedir. 2005 yılında
kapasite 60 kadına çıkarılmış ve ikinci bir kadın konukevi daha
açılmıştır. Kadınlar genelde 3 ay
kalmaktadırlar. Konukevine gelen kadınlar genel bir sağlık kontrolünden
geçiriliyorlar (bulaşıcı hastalıklar, HIV/AIDS, parazitler). Psikolojik ve
psikiyatrik (ruhsal ve fiziksel) durumlarına bakılıyor, adli sicil ve sabıka
kayıtları kontrol edilmektedir. Kadınlar burada hizmet üretmektedirler (temizlik,
yemek, çocuk bakımı...). Kadıköy İŞKUR projesi ile kadınlar tezgahtarlık, hasta
bakıcı, girişimci, ev temizlikçisi oluyorlar. 3 kişilik grup evler
oluşturulmaktadır. Bu evlerde 2 kadın çalışmakta, diğer kadın çocuklara
bakmaktadır. Böylece yaşama aktif olarak katılabilmektedirler ( Türkiye Yerel
Gündem 21 Çalışmaları kapsamında yürütülmekte olan Sosyal Riski Azaltma
Projesi; SRAP) kapsamında yeni çocuk bakımevi ve kadın konukevi açılması
planlanmaktadır.
Kadın Sığınma Evinde Kadın Konukların Kalma
Süreleri Dolarken, Yeni Yuva Yeni Yaşam Projesi:
1. T.C. Kadıköy Belediyesi tarafından
sürdürülen Kadın Projeleri ve bu projeler vasıtasıyla oluşturulan çevre
aracılığı ile istihdam olanakları yaratılması sağlanmaktadır.
2.ÊKendi aralarında iyi anlaşan üçerli
gruplar oluşturularak, ev tutma süreçleri desteklenmekte ve kiraları birinci
ay, ihtiyaç olması durumunda T.C. Kadıköy Kaymakamlığı’nca karşılanmakta, ev,
ikinci el ev eşyaları ile döşenmektedir.
3.ÊKadıköy Belediyesi ev düzeni kuran
kadınlara yakıt ve yiyecek yardımı yaparak, poliklinikleri tarafından sağlanan
sağlık desteği verilmektedir.
4.ÊEvde yaşayan kadınlardan ikisi
çalışırken üçüncü kadın da evde çocuklara bakarak düzeni sürdürmektedir.
G.2. Sivil
Toplum Örgütleri Tarafından Yapılan Çalışmalar
Ülkemizde kadına yönelik şiddetin
kamuoyunun gündemine sunulması kadın hareketinin başlattığı kampanyalar ile
gerçekleşmiştir. Kadın hareketinin kadına yönelik şiddetle mücadele amaçlı
kısmı, kamuoyunda duyarlılık yaratmak, kadınları şiddet ile ilgili haklar ve
imkânlar hakkında bilgilendirmek açısından önemli bir işlev görmektedir.
Ayrıca, şiddete uğrayan kadınlarla dayanışma içinde onların fiziksel, ruhsal,
sosyal ve ekonomik sorunların aşılması yönünde çalışmalarda yapılmaktadır.
Gönüllük ilkesi etrafında birleşen gönüllü kuruluşlar dünyanın hemen her
yerinde olduğu gibi Ülkemizde de yaşamsal öneme sahiptir.
Kadına yönelik şiddetle mücadele açısından
son derece önemli olan kadın sığınma evleri ve danışma merkezlerinin çoğalması,
kadın hareketinin güçlenmesi, biçimlenmesi ve kendini yeniden üretmesine destek
olmak amacıyla, kadın sivil toplum örgütlerince 1998 yılından başlamak üzere
her yıl “Kadın Sığınakları Kurultayı” yapılmaktadır. Kurultaya devletin ilgili
kurum ve kuruluşları da katılmaktadır.
Halen etkinliklerini sürdüren gönüllü
kuruluşlar ve etkinlik alanları aşağıda yer almaktadır.
A. Mor
Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
Vakıfça 1990 yılında Kadın Danışma
Merkezi’ni, 1995 yılında ise Kadın
Sığınağını açmıştır. Ancak bir takım ekonomik yetersizlikler nedeni ile Kadın
sığınağı kapanmıştır. Halen danışma merkezine başvuran kadınlara psikolojik ve
hukuksal danışmanlık hizmeti verilmektedir.
Kendilerine başvuran kadınlardan alınan bilgiler ve deneyimler
derlenerek çeşitli zamanlarda yayın haline getirilmiştir. Yine Beyoğlu
Kaymakamlığı ile birlikte kadın sığınağı ve kadınlara yönelik bilinç yükseltme
çalışmaları yapılmaktadır.
B. Kadın Dayanışma Vakfı
Kadın Dayanışma Vakfı Ülkemizde ilk kez
bir yerel yönetim ve sivil toplum örgütü işbirliği örneği vererek 1991 yılında
Kadın Dayanışma Merkezini açmıştır. Bu merkeze başvuran kadınlara psikolojik,
hukuksal ve iş bulmaya yönelik danışmanlık hizmeti vermekte olup, yine 1993
yılında kadın sığınma evi açmıştır. Ancak, sığınma evi daha sonraki süreçte
ekonomik yetersizlik nedeni ile kapanmıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadele
çerçevesinde kamuoyu oluşturma ve duyarlılık yaratma çalışmaları kapsamında
çeşitli paneller, konferanslar, radyo ve televizyon programları
gerçekleştirilmiştir.
Avrupa Birliği Ankara Temsilciliği’nden
aldığı maddi destekle 1995 yılında Ankara’da 45 gecekondu mahallesinde
yaşayan kadınlara “kadına yönelik
şiddet eğitimi” verilmiş ve devamında
da bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Yine 1996 yılında orta / üst gelir ve
eğitim grubunda olan kadınlarla benzeri bir araştırma yapılmıştır. Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü’nce maddi olarak desteklenen “Emek Mutfağı” isimli
proje hayata geçirilmiş ancak proje başarıya ulaşamamıştır.
C. Türkiye
Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonları
Ülkemizde iller düzeyindeki Barolar bünyesinde toplam 49 kadın
hukuku komisyonu faal durumda bulunmaktadır. Baroların kadın hukuku
komisyonları, Mayıs 1999 tarihinde barolar birliği bünyesinde TÜBAKKOM (Türkiye
Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu) adı altında toplanmıştır. Kadın hukuku
komisyonları kadın hukuku çerçevesinde danışmanlık ve eğitim amaçlı çalışmalar
yapmaktadırlar. Ayrıca yasal düzenlemelerdeki cinsiyet eşitliğine aykırı
hükümlerin tespit edilmesi ve değiştirilmesi çalışmalarını da sürdürmektedir.
Ankara Barosu Kadın Hukuku Komisyonunca
Kadın Danışma Merkezi kurulmuş olup, merkezde biri sürekli olmak üzere çok
sayıda gönüllü kadın avukat ve psikolog çalışmaktadır. Merkezde özellikle
şiddete uğramış kadınlara yasalardaki hakları anlatılmakta, hukuksal danışmanlık
ve psikolojik destek verilmektedir.
Ülkemizde daha birçok sivil toplum örgütü
tarafından kadına yönelik şiddet, kadının yasal hakları, kadın okur-yazarlığı
gibi konularda çok çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.
G.3.
Üniversitelerdeki Kadın Çalışmaları
Üniversitelerimizin bünyesindeki kadın
çalışmaları iki farklı yapılanma biçiminde gerçekleştirilmektedir. Bunlardan
ilki, üniversitelerin sosyal bilimler
enstitülerine bağlı olarak yüksek lisans programı veren, “Kadın
Çalışmaları Ana Bilim Dalları”dır. Halihazırda sayıları 4’ü bulan bu
programlar, tezli ve tezsiz olarak yapılandırılmıştır. Bu programlar, toplumsal
cinsiyet alanında bilginin görünür kılınması ve yetişmiş insan gücü yaratması
açısından önemli açılımlar yaratmıştır.
İkinci yapılanma modeli ise, “Kadın
Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri”dir. Mevcut durumda 16
üniversite bünyesinde varlık gösteren bu merkezlerin sayısında, 1990’ların
ortalarından itibaren hızlı bir artış izlenmiştir. Yüksek Öğretim Kurumu, 1996
yılından itibaren bu türlü merkezlerin artması ve etkinlik göstermesi yönünde
teşvikte bulunmaktadır. KSGM maddi kaynak desteği yoluyla, bu modeldeki bazı
merkezlerin kurulmasında etkin bir rol oynamıştır.
Üniversite kadın araştırma merkezlerinin
çalışmalarına genel olarak bakıldığında;
hedef kitle olarak belirledikleri öğrenciler, sivil kadın kuruluşları,
meslek örgütleri, siyasi partiler, sendikalar, kamu kuruluşları, belediyeler,
belli meslek gruplarına (doktorlar, yargı ve emniyet mensupları gibi) yönelik
olarak toplumsal cinsiyet duyarlılığı kazandırmak amaçlı atölye
çalışmaları, ulusal ve uluslararası
düzeyde panel, konferans, seminer çalışmaları, eğitim materyalleri oluşturma,
kadın çalışmaları alanında bilginin açığa çıkarılması ve yaygınlaştırılması
amacıyla araştırmalar yapmak, yayınlar çıkarmak, kadınlara yönelik çeşitli
nitelikte kurslar düzenlemek gibi çalışmalar yaptıkları görülmektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
H.
BİLGİLERİNE BAŞVURULAN KİŞİLERE AİT TUTANAK ÖZETLERİ
1-18.10.2005
tarihli toplantısında;
Leyla
Pervizad (Başkent Kadın Platformu)
“
..Töre kelimesi, Türkçe’ye iki yerden geçmiştir. Bir tanesi, eski İbranice’den,
töre, tora, yani, Tevrat anlamındadır. Tevrat’ın da kelime bazı yazılı olmayan
kanun, kural. O kadar önemli bir kural ki, yazılmasına gerek kalmayan bir
önemli kanun, kural anlamındadır. İkincisi, tördür. Tör de eski Moğolca’dan
Türkçemize gelmiştir. Tör, Moğolca’da devlet demek. Şu anki kullanımıyla ya
devlet olarak kullanılıyor ya da devletin kanunları olarak kullanılıyor. Namus
ise, nomostan gelmiştir ve biz Arapça veya Farsça’dan aldığımızı düşünüyoruz.
Araplar ve Farslar da eski Yunanlılardan almıştır. Nomos kelimesi, iktidar,
kanun, kural anlamındadır. Nomosun da kökü nemadan gelir. Nema da, bir erkeğin
sahip olduğu otlak alan ve otlak alanın üstünde otlayan hayvanlar anlamındadır.
Şimdi, hem namus kelimesinin hem töre
kelimesinin kökünde kural, kanun ve de sahiplenmek yatıyor. Türkiye özeline
baktığımızda, töre cinayetleri, kan davaları, aşiret içi cinayetler, aşiretler
arası cinayetler olarak genellikle erkeklerin erkeklere uyguladığı şiddet
eylemlerinin sonucunda ortaya çıkar.Namus cinayeti tamamen ve otomatik olarak
kadına yöneltilmiştir.
Batılı diplomat, genellikle de AB’nin olur
sorduğu soru budur; siz Kuran’da kadının namus için öldürülmesini
değiştirmedikçe bu iş nasıl değişecek. Bir defa, Kuran’da böyle bir şey
yazmıyor. Cuma hutbelerinde namus cinayetleriyle ilgili hutbelerin yer alıp
güzel konuşulması, olaya dinin, bu işi sona erdirmek açısından dinin katılması
çok önemli. Yani, erkekler, İstanbul’dan gelen namus cinayetleri üstüne doktora
tezi yazmış, kadın çalışmaları yapanları dinlemiyorlar; ama, cuma günü namaza
gittiğinde orada verilen hutbeyi dinliyor..
Gelelim işin istatistik boyutuna.
İstatistik Türkiye’deki en büyük eksiklik. Bu işi bölgelere indirmek çok büyük
hata, feodalizme indirmek belki daha büyük hata. Bugün dünyanın en refah
ülkesi, kendisi Avrupa Birliği üyesi de değil Norveç’tir. 4,5 milyonluk
Norveç’te yılda 50 tane kadın kocası ve sevgilisi tarafından öldürülüyor. Başkomserim
bana “300 tane cinayet var” dedi. Ben şimdi merak ediyorum, 4,5 milyonluk
Norveç’te 50 kadın öldürülüyor 70 milyonluk Türkiye’de 300 kadın öldürülüyor.
Bir de tabii bunun hasır altısı var. Maalesef ve maalesef her namus cinayeti
yansımıyor. Köylerin içinde, aşiretlerin içinde, kendi bölgesinin içinde hasır
altı edilen pek çok cinayet var ve bunda hem emniyete hem İçişleri Bakanlığına,
hepimize çok büyük görev düşüyor.
Bölgeler değiştikçe namus kavramının,
namusun tanımı değişebilir hatta ben öyle iddia edebiliyorum ki, siz bırakın
Diyarbakır’ı Diyarbakır’ın aynı mahallesinde namus kavramı çok değişebilir.
Birisi sokağa çıkmaya izin verebilir öbürü izin vermez, birisi okula gitmeye
izin verir öbürü kiminle evleneceğine izin vermez. Namus statik, yani kalıcı
bir kavram değil değişiyor, akışkan, kültür gibi. Onun için sosyoekonomik
katman ve de bölge değiştikçe o namusun tanımı oynayabilir; fakat bir tek şey
sabit kalıyor, kadının, normları geçtiği vakit öldürülmesi, cezalandırılması,
bir şekilde dışlanması…”
şeklinde
beyanlarda bulunmuştur.
Esengül
Civelek (Kadının Statüsü Genel
Müdürü)
“
Şiddetin kültürel kökleri
incelendiğinde namus ya da töre cinayetleriyle karşılaşılır. Bir şiddet biçimi
olarak namus cinayetleri toplumumuzun kültüründen, özellikle de değer
sisteminden kaynaklanır. Bu olgunun kökeni ise, tarım toplumu; yani, daha çok
kırsal kesim kültürünü yansıtmaktaysa da, son dönemlerde yaşanan hızlı göç
nedeniyle bu tür cinayetler kentlere de taşınmıştır.
Töre ya da namus cinayetlerinin bir çok
açıdan irdelenmesi gerekmektedir Yargının, kolluk kuvvetlerinin, toplum
bilimcilerin ve diğer bilim adamlarının üzerine bu konuda çok önemli ve ağır
yükler düşmektedir. Bu bağlamda maktul olarak kadınların seçilmesi ve yapılan
fiilin kadının yaşam hakkına yönelik şiddetin en ağır şekli olması ve ne yazık
ki ülkemizin geleneksel yaşam tarzının sürdüğü bazı bölgelerinde ‘’namus’’
kavramının çoğu zaman kadın bedeni üzerinden tanımlanarak namus cinayetlerine
mazeret oluşturması, kuşkusuz Genel Müdürlüğümüzün ilgi alanı içinde
görülmektedir
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde,
“insanlara karşı ayrımcılığın kabul edilemezliğinin prensibini teyit ettiğini
ve tüm insanların özgür doğduğunu ve eşit itibar ve haklara sahip olduklarını
ve beyannamede öne sürülen tüm haklar ve hürriyetlerin cinsiyete dayalı olanlar
dahil hiçbir ayırıma tabi kılınmaksızın herkes tarafından kullanılabileceği”
belirtilmiştir.
Yine BM’ler, erkeklerle kadınlar arasında
tam bir eşitliğin gerçekleşmesi için kadınlar ile erkeklerin toplumdaki
geleneksel rollerinde bir değişiklik yaratılması gerçeğinden hareketle
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesini
devletlerin onayına sunmuştur.
Söz konusu sözleşmenin 24 üncü maddesi ile
kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması yönünde taraf devletlere
ulusal seviyede gerekli bütün önlemleri alma zorunluluğu getirilmiştir.
Yine 1985 yılında Nairobi’de
gerçekleştirilen 3 üncü Dünya Kadın Konferansı sonucunda kabul edilen Nairobi
İleriye Yönelik Temel Stratejilerin 55 inci maddesinde ‘’kadınların toplum içindeki durumlarını
inceleyecek, kadın-erkek ayrımının geleneksel ve çağdaş nedenlerini en geniş ve
kapsamlı biçimde belirleyecek ve ayrımcılığın önlenmesi için yeni politikalar
formüle edilmesine, strateji ve önlemlerin etkin bir biçimde uygulanmasına
yardımcı olacak etkili kurumlar ve mevzuat
-mevcut değil ise- oluşturulmalı veya -mevcut ise- güçlendirilmelidir.
Bu çalışmalar kalkınma politikasıyla uyumlu hale getirilmelidir’’ denmektedir.
Ancak, çeşitli belgelere rağmen kadınlara
karşı toplumsal yaşamın her alanında ayırımcılık hala devam etmektedir.
Ayrımcılığa neden olan en temel alanlardan birisi de, kuşkusuz kadına yönelik
aile içi şiddettir.
Ülkemiz, 1995 yılında Pekin’de yapılan 4
üncü Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem
Platformunu hiç çekince koymadan kabul etmiş ve taahhütlerde bulunmuştur.
Anayasamızın 10 uncu maddesine 2004
tarihinde yapılan ekle; devlete, kadın erkek eşitliğinin yaşama geçmesini
sağlama yükümlülüğü verilmiştir.
Anayasanın 90 ıncı maddesinde aynı tarihte
yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası
antlaşmalarla, kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı
kaydı getirilmiştir.
Kadına karşı şiddetin ve töre
cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak en köklü değişiklikler Haziran 2005
tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunuyla yapılmıştır. Bu çerçevede,
töre cinayetleri yeni Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesinde sayılan kasten adam
öldürme suçunun ‘’nitelikli haller’’ kapsamına alınmış ve ‘’töre’’ cinayetleri
faillerinin yasada öngörülen en ağır ceza olan, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasıyla cezalandırılması hükmü getirilmiştir .
5257 sayılı Belediye Kanunuyla şiddete
uğrayan kadınlara hizmet vermek üzere belediyeler de yetkili kılınmıştır. Bu
Kanunla büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 000’i geçen belediyelere kadınlar
ve çocuklar için koruma evleri açmak yükümlülüğü getirilmiştir; böylece şiddete
uğrayan kadınlara verilen koruyucu ve önleyici hizmetlerin geliştirilmesi
mümkün olacaktır.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kendi
çalışmaları yanında, sivil toplum örgütlerinin, kadına yönelik şiddet konusunda
yaptıkları film yapımı ve toplumsal bilinç oluşturmaya yönelik faaliyetlerini
de olanakları ölçüsünde desteklemektedir.
Sonuç olarak; ‘’Töre Cinayetleri’’ konusu
bugün ülkemizde kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi olarak karşımıza
çıkmakta olup, Genel Müdürlüğümüzce öncelikle ele alınarak çözüme
kavuşturulması hedeflenen sorun alanlarının başında gelmektedir. Bu sorunla
mücadelede kalıcı ve gerçekçi bir çözüme ulaşmanın yolu, toplumsal sorumluluğun
paylaşılması anlayışıyla, toplumun tüm kesimlerinin uzun soluklu işbirliğini gerektirmektedir.
Bu doğrultuda tüm kurum ve kişilere büyük sorumluluklar düşmektedir.”
şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Remzi
Özçelik (Kültür Bakanlığı Genel Müdür Yardımcısı)
“... bu töre cinayetlerinin adlî ve emniyet boyutları var; bunlar
zaten tespit ediliyor ve açık. Bizce, bu töre cinayetlerinin direkt muhatapları
adlî ve emniyet kayıtlarında mevcut; ama, bizim arkadaşlarımızın dolaylı
muhataplarla yapacağı görüşmeler, öyle zannediyorum ki, problemin çözümünde
büyük bir fayda sağlayacaktır; çünkü, adliyede ve emniyetteki olaylarda
muhataplarının feryatları ve muhatapların yaptıkları eylemler ortadadır; ama,
öyle düşünüyoruz ki, Bakanlığımıza ve bize bu hususta herhangi bir görev
verildiğinde arkadaşlarımız bu töre cinayetlerinin dolaylı muhataplarını
inceleyerek işin sosyolojik ve psikolojik boyutlarının çözümünde komisyonunuza
faydalı olacağını düşünüyorum.”
şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Aydın Durdu
(Folklor Araştırmacısı)
“Toplumsal yaşam, bireyler, gruplar ve cemaatler arasındaki
ilişkilerin düzenli bir biçimde sürdürülmesi için bir dizi beklentiyi, kalıp
davranışı, işlemi, kaçınmayı ve yasağı gerektirir. Bu türden davranış ve
beklentiler sosyal normlar kavramı içerisinde yer almaktadırlar. Sosyal
normların ortak ve belirgin özelliği yaptırımlardır. Yaptırımlar , sosyal
denetimi sağlamak ve sosyal normların etkinliğini ayakta tutabilmek için
bireylerin, grupların, cemaatlerin ve topluluğun üzerinde zorlayıcı, kınayıcı
ya da özendirici, ödüllendirici tepkilerini ve baskılarını işletirler. Böylece,
toplumda varolması gereken genel bir uygulaşımı düzenler ve korurlar.
Zaten gazete haberlerine yansıyan töre
cinayetlerinin ayrıntılarına inildiğinde cinayetin aile meclislerinde alınan
kararla ve bireyin içerisinde yaşadığı toplumun baskısıyla cinayetin
işlendiğine, cinayeti işlemeyen kişinin toplumdan dışlandığına şahit
olmaktayız.
Bir toplulukta, bir grupta, bir yöre
halkında bireylerin uymayla yükümlü oldukları ya da uymaya zorlandıkları
davranış kalıplarının ve tutumlarının tümünü içine alan töreler, özellikle
geleneksel kesimde ve kırsal alandaki etkinliğiyle dikkati çeker. Öyle ki,
töreleri zedeleyen ya da törelere aykırı sayılan davranışlar çoğu kez
bağışlanamaz bir tutumla, yasaların yargılamasına da zaman bırakmadan, bu tür
durumlar için toplumca belirlenmiş olan cezalara çarptırılır. Zaman zaman ölüm
cezasından toplumun dışına atılmaya kadar uzayan bu tepki, topluluğun üyelerine
doğrulanması ve uygulanması gerekli yaptırımlarla biçimlenir. Adliyelerdeki
dosyalar, polis ve jandarma karakollarındaki tutanaklar, basına yansıyan
haberler, özellikle ülkemizin geleneksel kesimindeki törelerin kimi durumlarda
bağışlanmazlığını ve katılığını göz önüne seren bir çok olayı içermektedir.
Evlilik dışı cinsel ilişkiler, emanete
hıyanet etmek, bağlı bulunan gruba ihanet etmek, toplumca çok önemsenen ve
yerine getirilmesi zorunlu görülen bir görevden kaçmak, aile büyüklerine karşı
çıkmak, birinin yardımına sığınan kişiyi ele vermek ve benzeri davranışlar
yasalarca yasaklanmamış olmasına rağmen törelerin yasakladığı ve yaptırımlarla
beslediği davranış biçimleridir.
Namus cinayetlerinde temel öğe, akrabalık
kurumuna da bağlanmaktadır. Akrabalığın olumsuz işlevlerinden birisi de,
gerilim, şiddet ve katliamlara yol açmasıdır. Bu nedenle modernleşme sürecini inceleyen
sosyolog ve antropologlar akrabalığın, modernleşmeyle bağdaşamayacağını, modern
bir toplumun ve modern kişinin akrabalarla bağlarının koparılmış olması
gerektiğini söylerler. Bundaki kasıt, çekirdek ailenin oluşmasıdır. Kan
davaları da aynı biçimde sıkı akrabalık bağlarının varlığında söz konusudur.
Coğrafi konumun, özellikle kurak,
verimsiz, geçim kaynaklarının kıtlığı, bireylerin geniş aile ve akrabalık
kurumları gibi ortaklaşmacı ve dayanışmacı yaşamlarını gerekli kılmıştır.
Töre cinayetlerinin en önemli nedeni
olarak günümüzde halen devam etmekte olan evlilik biçimlerinin de etkili
olduğunu söyleyebiliriz. Bu evlilik türlerini genel olarak şöyle
sıralayabiliriz:
- Beşik kertme (Çocukların daha
beşikteyken büyüklerin verdiği kararla geleceklerinin belirlenmesi)
- Kumalık sistemi (Kadının kısır olması
veya erkek çocuk doğurmaması ya da erkeğin keyfî olarak birden fazla evlenmesi)
- Değişik usulü evlenme (Çeşitli ekonomik
ve sosyal nedenlerden dolayı temelinde gönüllülük esası olmamasına rağmen iki
ailenin kızlarının birbirlerine gelin vermeleri)
Bu sayacağım evlilik tipleri de kadının
özellikle var olan koşullara isyan etmesine ya da öyle değerlendirilecek bir
davranış modeline girmesine neden oluyordu ki, bu da yine namus cinayetlerinin
sebeplerinden biridir.
- Kayınla evlenme
- Baldızla evlenme
- Kaçarak evlenme
- Zorla kaçırma
- Kızın kendinden çok büyük erkekle
evlendirilmesi
- Kızın kendinden çok küçük erkekle
evlenmesi
- Çok küçük yaşta yapılan evlenme
- Yakın akrabayla evlenme gibi
sayılabilir.
Temel olarak bizim bakış açımız şu: Bu
namus kavramının belli bir toplumsal ve ekonomik sistemden beslendiğini, arka
yapısında bu olduğunu söylüyorum ben. Dolayısıyla, bu ekonomik sistem
değişmediği sürece, yani, bu değerler sistemini ortaya koyan ekonomik sistem
değişmediği sürece salt bir eğitim sorunu ya da salt bir kriminal sorun olarak
görülürse bunun değişmeyeceğini söylüyorum. Dolayısıyla, özellikle bu
cinayetlerin yaygın olduğu Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz gibi bölgelerde
ekonomik kalkınmanın sağlanması, kapitalist üretim ilişkilerinin
yaygınlaştırılması ve birey kimliğinin geliştirilmesi gerektiğini söylüyorum.
”şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
2-
25.10.2005 tarihli toplantısında;
Müjde
Avcıoğlu (Ank. Baro. Kadın Hak. Kur. ve
Danışma Merkezi Başkanı)
“ …Öncelikle, Kadın Hakları Kurulu ve
Danışma Merkezimizi biraz anlatmak istiyorum. Kadın Hakları Kurulumuz 1992
yılında Ankara Barosunda kurulmuştur ve 1998 yılında da Kadın Danışma
Merkezimizi açmış bulunmaktayız. Türkiye’deki ilk kadın danışma merkezi Ankara
Barosunun danışma merkezidir.
Öte yandan, TÜBAKKOM dediğimiz, Türkiye
Barolar Birliği Kadın Hakları Merkezi mevcuttur. Şu anda, tahminen 30’a yakın
ilde baroların kadın hakları merkezi mevcuttur ve koordineli olarak TÜBAKKOM olarak
toplanmaktayız ve genel olarak ne yapılabileceği hakkında, kadınlara yönelik
hukuksal ne gibi yardımlar yapılabileceği hakkında çalışmalarımızı da Türkiye
genelinde, Barolar Birliği çerçevesinde devam etmekteyiz.
Türk Ceza Kanununun şu anda namusla ilgili
olarak bir maddesinin bulunmamasını da büyük bir eksiklik olarak
yorumlamaktayız; çünkü, töre apayrı bir olay, namus cinayeti apayrı bir
olaydır. O nedenle de, Türk Ceza Kanunu kapsamında mutlaka namus cinayetinin de
değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Öte yandan, şiddetin temel nedenlerinden
en önemli nedenlerinden birisi, ayırımcılıktır. Kadına karşı yapılan
ayırımcılık, şiddeti körüklemekte ve şiddetin de sebebi olmaktadır. Bu konuda
da bir eylem planı yapılması gerektiği kanısındayız. Yıllık programlar
düzenlenmeli ve bu çerçevede, öncelikle kadın-erkek ayırımının engellenmesi
çalışmaları yürütülmelidir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin
yaygınlaştırılması, dolayısıyla da şiddetin daha az orana indirilmesi için de
eğitim çalışmalarına öncelik tanımamız gerekiyor. Bu nedenle de, kamu
görevlileri derken ki en büyük odak noktası olan polislerdir veya jandarmadır.
Bunların eğitilmesi gerekmektedir. Öte yandan, aile mahkemelerimiz kurulmuştur;
ancak, ne yazık ki, bu 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkında Kanunu uygulayan
mahkemelerdeki hâkimlerimiz de, maalesef, onlar da yanlış uygulamalar
yapmaktadır; hâkimlerimize de bu konuda bir eğitim verilmesi gerekiyor
kanısındayız.
Sığınma evlerimiz hiç yok gibi, şiddete
uğrayan kadınların ilk başvuracakları yerler korunmak için başvuracakları
yerler sığınma evleridir. Ankara’da 1 tane bulunmaktadır. 1 sığınma evi de,
SHÇEK’e bağlı, yeterli gelmemektedir ve bu kadınlar, sığınma evlerinde en fazla
iki ay, bilemediniz üç ay barındırılabilmektedir, sonrası muamma olmaktadır.
Dolayısıyla, belediyelerin,özellikle belediyelerin, bu konuya el atıp sığınma
evi açması gerekmektedir.
Sığınma evlerinin çok gizli olması
gerekiyor, korunması gerekiyor. Bunu da ancak devlet yapabilir, STK’lar
yapamaz.
Bir de tabiî, en büyük olayımız medya.
Medyada kadının görüntüsü, maalesef, içler acısıdır. Özellikle dizilerde kadın
görüntüsü, aciz durumda gözüken kadınlar, şiddet gören kadınlar, sadece fizikî
şiddetten bahsetmiyorum; ama, psikolojik şiddet gören kadın manzaralarına medyamızda
çok sık rastlanmaktadır. Bu konuda, mesela bizim 3984 sayılı Kanunun 33 üncü
maddesinin bir fıkrası mevcuttur; program durdurma cezası verilir, program
durdurma cezası verildiği zaman, ikame programlar konulur; bu ikame programlar
da çeşitli kamu kuruluşlarının hazırlattığı ve RTÜK’e gönderdiği programlardır;
ama, bunların içinde, maalesef, kadına karşı şiddete yönelik bir ikame program,
bir yayın bandı bulunmamaktadır. Böyle bir yapın bandı hazırlattırılıp RTÜK’e
gönderildiği takdirde, program durdurma cezaları verildiği zaman, ikame program
olarak bunlar yayınlattırılabilir.
En son olarak, bir de alo şiddet hattı
kurularak da, şiddete uğrayan kadınların, o anda karakola gitme imkânı olmayan
kadınlara telefonla bir şekilde ulaşabilme olanağı sağlanması gerektiği
kanısındayım.
Şiddeti önleyen yasamız var, özellikle
Türk Ceza Kanunumuz son haliyle hakikaten kadınlar yönünden çok büyük olumlu
yenilikler getirmiş bulunmaktadır. ..”şeklinde beyanda bulunmuştur.
Salime
Tarihçi (Kadına Dönük Şiddeti Önleme Çalışma Grubu Sorumlusu)
Biz kadına yönelik şiddetin genel olarak ataerkil ilişki
sisteminden belirlendiğini ve dünyevî olduğunu düşünüyoruz grup olarak da böyle düşünüyoruz ve kadınların kendi
yakınları tarafından şiddete maruz
kalmalarında insan hakları mücadelesinin içine alınması gerektiğine inanıyoruz.
Peki hane içine müdahale etmenin, özellikle ev içi şiddete müdahale etmenin
hastane gibi bir kurumla nasıl ilişkilendirilebileceği gibi bir mesele var.
Birinci dayanak noktamız, kadına yönelik şiddeti önleme, SEDAV Sözleşmesi.
Burada kurumlara yönelik görevlendirme de var; yani, ayrımcılığı önleyici tavır
alın. İkincisi de hastanelerin kent kurumu olduğunu, kentlere dönük güvenliğin
de hane içini de kapsadığını da düşünüyoruz; yani, hane içinde gelişen şiddetin
daha sonra her yere yansıdığını, karşılığını bulduğunu ve kurumsal müdahale
etmenin gereğine inanıyoruz ve hastanede kadın çalışanın çok olmasının da bizim
bu çalışmaya çalışanlar üzerinden de yürütmemiz gerektiği kanaatindeyiz.
Eğer toplumsal cinsiyette, kadın ve erkeği
fırsatları anlamında eşitlerseniz ve ilişki kurma biçiminde de birbirine razı
olacak şekilde ikna edebilirsek o zaman şiddet ve cinayetin olma olasılığı
kalmaz. “şeklinde beyanda bulunmuştur.
Nazik Işık
(Kadın Dayanışma Vakfı Kurucu Üyesi)
“…Benim için önemli olan, sadece töre ve namus cinayetleriyle
uğraşan bir koruma ve destekleme değişim oluşturma programının da yeterli
olmadığıdır. Kadına yönelik şiddetle mücadele etmeyen bir program, töre ve namus
cinayetlerinin töresini temizlesek, namusunu dinden çıkarmaya yetmeyecektir.
Mutlaka kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bir program olarak düşünmek, bir
ülke eylem planı olarak, programı olarak düşünmek benim, komisyona, kişisel
birikimime dayalı olarak önereceğim bir şeydir.
Namus suçları konusunda Sayın Gülsün
Bilgehan’ın katıldığı bir çalışma, 2003 yılında 1327 sayılı karar çıktı Avrupa
Konseyinde -tavsiye kararıdır- namus cinayetleriyle mücadele programını
içeriyor bu mesele. Komisyonumuza yardımcı olabilecek belgelerden söz ediyorum.
Keza, 10273 sayılı Aile İçi Şiddetle Mücadele Kampanyasına ilişkin tavsiye
kararı var Konseyin. 1681 sayılı yine aile içi şiddetle mücadele kampanyası
çerçevesinde kararı var. 1582 sayılı yine aile içi şiddetle mücadele konusunda
kararı var. Ta, 1997 yılında almış olduğu, 2000 öncesinde almış olduğu tavsiye
kararı da 1450 sayılı tavsiye kararıdır. İlk tavsiye kararıdır Avrupa
Konseyinin aynı zamanda. Hepsinin ekinde, ciddî şekilde eylem programları var
ne yapılması gerektiği konusunda. 2002/5 sayılı tavsiye kararı Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesinin tavsiye kararı da bir devletin ne yapması gerektiğini
gayet ayrıntılı bir şekilde anlatıyor aslında.
Temel ortak özelliklerine baktığımız zaman
bu kararlarda gördüğümüz şey, şiddeti sadece fiziksel ya da ölümle sonuçlanan
olaylar olarak tarif etmemiş olmasıdır. İhmal ve istismardan başlayarak her
türlü zarar verici ya da zarar verme olasılığı bulunan, riski bulunan eylemi,
davranışı şiddet olarak tarif eder. Kadına yönelik belgelerin tümünde bu özellik
var.
Cinsiyetçi bir özellik taşımasını öngörür.
Kastettiği cinsiyetçilik kadına yönelik olmasıdır; yani, özel olarak ”bu
cinsiyetçi bir tokattır” diye ayırt edilmesi gerekmez; kadına vurulan her tokat
zaten cinsiyetçidir; böyle bir algıya sahiptir.
“Aile içinde ya da aile dışında olması
şarttır” gibi herhangi bir ayırım yapmaz. Hangi mekânda, hangi zeminde olursa
olsun, devlet görevlilerinden, devletin bizatihi kendisinden gelmesini de
zorunlu koşmaz. Keza, devletin üçüncü şahıslardan gelen şiddeti engellememesini
de önemli bir problem olarak görür. Şiddetin devam etmemesinden, şiddetin
önlenmesinden devlet bizatihi sorumludur bu belgelerin tümünde. Silâhlı
çatışma, savaş hallerinde kadına yönelik şiddeti özel olarak inceler. Seks
ticareti gibi, kadın ticareti gibi örgütlü suçlar kadınların örgütlü suçlara
konu edildiği ya da uyuşturucu ticaretinde kadınların kullanılması gibi örgütlü
suçları da özel olarak ele alır.
Bütün bu tariflerin içerisinde gördüğümüz
önemli bir nokta, gerçekten böyle tek tek saymasıdır -zaman içerisinde tarif
öyle gelişmiş kadına yönelik şiddet açısından- tek tek sayar. Saçını çekme,
işyerinde yan bakma, laf atma, ensest, yanını açar tarif eder... Böyle gelişen,
kelime kelime eklenerek eylemlerin her biri büyüyen bir tarif söz konusu; ama,
işin özü, kadına zarar veren, acı çekmesine yol açan ya da zarar verebilecek,
acı çekmesine yol açabilecek her türlü eylem ve davranış olmasıdır.
Kadına yönelik şiddet varsa, çocuğa
yönelik de vardır, sakata yönelik olarak da vardır, yaşlıya yönelik olarak da
vardır.
Keza, kadınla ilgili şiddette, yine
altının çizilmesi gereken bütün başka ülke araştırmalarının da gösterdiği bir
gerçek, bölgesel değildir, herhangi bir
dine özgü değildir; sınıfsal değildir; yaşa, eğitim durumuna, medenî hale göre
farklılıklar gösterebilir; ama, ortadan kalkmaz.
Çocuk İstismarını Önleme Derneğinin
çocuklarla ilgili yaptığı bir araştırmada, annelerle ilgili şiddet
istatistiklerine de bir miktar rastlamak falan gibiydi bulduğumuz bilgiler.
Tabiî ki araştırma sayısı arttı, üniversitelerdeki kadın merkezlerinin bununla
ilgili katkıları oldu, başka bölümlerin içinde sosyoloji gibi alanlarda,
psikiyatride giderek artan çalışmalarla karşılaşıyoruz; ama, hâlâ, 1993 yılında
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünün de desteğiyle Aile Araştırma
Kurumu tarafından yaptırılmış bir yaygınlık araştırması elimizdeki biricik
yaygınlık araştırmasıdır. On yılı aşkın bir süredir bu memlekette kadına
yönelik şiddetle ilgili yaygınlık, sıklık, türler hakkında bilgi toplanmamıştır....DİE,
herhalde şiddet veri tabanını geliştirmek konusunda da Toplumsal Yapı ve Kadın
İstatistikleri Şube Müdürlüğünün bünyesinde oluşturulmuş kadın veri tabanı var
kurumumuzda ve biz o veri tabanıyla 1995’te Pekin’de çok takdir görmüş bir
ülkeydik; ama, o veri tabanında çok ciddî bir ilerleme olmuyor on yıldır.
Örneğin, şiddet veri tabanı kısmı gelişmiyor; bunun gelişmesi lâzım. Adlî
istatistiklerden tutun, karakol istatistiklerinden tutun, sağlık
istatistiklerine kadar pek çok alanda cinsiyet bazında şiddetle ilgili kayıt
bilgisini oluşturmak ve bunu da düzenli yayınlar hale gelmeyi gerektiren bir
şeydir.
Medyanın rolü çok önemli kadına yönelik
şiddetle ilgili, bütün şiddet türleriyle ilgili. Doğru kullanılan, doğru
aktarımlarda bulunan bir medyanın, duyuran, öğreten, iyiyi öğreten, iyi
örnekleri aktarın ve belki çalışmanızın sonunda ortaya çıkacak önlemler setini
de duyurmakta yine medyayı kullanacağız. Onun için de, devletin tutumunu da
izlemek, sunmak, iletmek açısından medya önemli bir işlev görür diye
düşünüyorum.
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Abdurrahman
Akbaş (Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı)
“…Diyanet İşleri Başkanlığı olarak
özellikle son dönemde çokça sıkça gündeme gelen şiddet konusunda biz de duyarlı
olduk ve toplumumuzun yaşadığı bu soruna biz de katkıda bulunmak istedik.
Yaklaşık beş yıldır şiddet konusuna özel olarak eğildik Başkanlık olarak. Bunun
bir insan haklarını ihlal eden bir durum olduğunu biliyoruz.
Gerçekten, Kur’an-ı Kerime baktığımızda
cahiliye toplumunda İslamdan önceki toplumda bir kız çocuğu dünyaya geldiği
zaman insanların yüzü değişiyor, şekli değişiyor ve Kur’an-ı Kerim bu değer
yargısını kınıyor ve kadının bir insan olduğunu, bu tavrın Kur’an ile İslam ile
Allah’ın rahmet prensibiyle bağdaşmayacağını Kur’an-ı Kerim nitelendiriyor ve
arkasından da bir kıssa, Hazreti Meryem, Hazreti Meryem’in Babasının erkek
evladı istemesi ve neticede Meryem’in dünyaya gelmesi ve Hazreti Meryem’in
dünyaya gelmesinde de ben bilirim, kimi nasıl yaratacağımı ben bilirim. Babası
erkek istemekte ve dünyaya bir kız çocuğu gelmekte, Kur’an-ı Kerim burada da
bir cinsiyet ayırımı yapanlarda bir uyarıda bulunmakta bu kıssayla. Özellikle
Hazreti Peygamberi biz, vatandaşlarımızdan gelen sorulara, onun hayatını örnek
gösteriyoruz. Kur’an-ı en iyi yorumcusu olduğunu, yaşayan bir Kur’an olduğunu
ifade ediyoruz ve Peygamberimizin şöyle bir sözü var: “Sizin iman bakımından en
olgununuz eşlerine kadar, ehline karşı, çocuklarına karşı merhametli
davrananınızdır.” Peygamberimiz bir noktada övünüyor, “sizin en hayırlınız
benimdir. Ben ise, aileme ve ehlime karşı çok lütufkarım, onlara merhametliyim
ve bu yönümle övünüyorum. Hayırlı olduğum yön burasıdır “ şeklinde bir ifadede
bulunuyor. Yine, kesinlikle Allah’ın kullarına vurmayınız, dövmeyiniz ve nasıl
olur ki, bir erkek eşini döver ve akşamleyin aynı yastığa baş koyabilir. Bir
mümin bunu yapamaz şeklinde Hazreti Peygamberin kınayıcı, şiddet uygulayan,
kadına ve çocuğa şiddet uygulayanlara kınayıcı bir üslubu olduğunu görüyoruz.
Referans olanlara da zayıf, az da olsa,
piyasada özellikle az da olsa, temel dinî kaynaklarımızla uyuşmayan, dayanmayan
belki bundan yetmiş beş sene, yüz sene önce yazılmış ilmihal türü
diyebileceğimiz kitaplarda var bunlar;
bu vakıayı kabul etmek lâzım. Bu kitaplar çokça piyasada yaygın değil; ama
gördüğümüz şey, bizim için de sevindirici temel kaynaklara dayanmıyor.
Kesinlikle bunlar uydurma dediğimiz, mevzu dediğimiz kaynaklardan bize geliyor.
Başkanlığımızın bu konuda çalışmaları var.
2000 yılında ağırlıklı olarak baktığımızda şiddeti önlemeyle ilgili çalışmaları
var. 2000 yılında 19 konferans düzenlenmiş kadın, aile ve çocuk şiddetine
yönelik; 2001 yılında 17, 2004 yılında 147, 2005 yılında 387 konferans
düzenlenmiş. Bunların hepsi aile içi iletişimi sağlıklı kılmaya dönük
konferanslar bu ifade ettiğim; vaazlar bunun içerisinde yok. Hutbeler konusuna
gelince, hutbelerde de geçmiş yıllara oranla 2000’li yıllarda bir artış söz
konusu. Bizim Diyanet Aylık Dergi ve Diyanet Avrupa ve Diyanet çocuk
dergilerinin muhtevalarında da son dönemlerde bir değişiklik söz konusu. Aile içi iletişim çocuk ve
gençlerimizi zararlı alışkanlıklardan korumaya dönük konulara ağırlık verdik.
2004 yılında sadece aile içi
problemleri ele alan aile okulu diye bir dergimiz çıktı. Yine şubat ayı
içerisinde 2005 yılı içerisinde Şiddetin Karmaşık Dünyası. Bu dergilerimiz
Başkanlığımızın internet sitesinde de yer almakta. Yine Başkanlığımız bu töre
cinayetleri özellikle intiharların artmasından dolayı Başkanlığımız küçük bir
kitapçık yayımladı, Cana Kıymak, Kan Davası ve İntihar adlı Şükrü Özbuğday’ın
yazdığı bir kitap. Bu kitabı biz bütün sempozyum ve fuarlarda dağıtıyoruz
ücretsiz olarak.
En önemli hizmetlerden bir tanesi,
Başkanlığımızın kurmuş olduğu Aile ve Evlilik Törenleri projesidir.
Başkanlığımız bu projeyi 2002 yılından
beri yürütmekte ve projeyi pilot olarak uygulamaya soktu, İzmir,
İstanbul, Adana, Ankara ve Elazığ illerinde proje pilot olarak uygulamaya
konuldu. Bu projeyi biz üniversiteyle işbirliğiyle hazırladık. Gazi
Üniversitesinin rehberlik ve danışmanlık bölümüyle beraber hazırladık. Buradaki
vaize, din hizmetleri ve uzman bayan ve erkek görevlilerimizden seçtiğimiz
elemanlarımıza üç hafta kurs verdik; bu kursun tamamı aile içi iletişimi ele
alıyordu, şiddeti ele alıyordu. İçeriğine baktığımız zaman bütün ülkemizin
aileyle ilgili yaşadığı problemler orada var. Yaklaşık bir buçuk haftasını
dinimizin aileye bakışı, bir buçuk
haftasını da diğer üniversiteden gelen hocalarımız tarafından konu verildi. Çok
güzel bir hizmet oldu, çok güzel bir seminer olduğu kanaatindeyim. 2007 yılında
bu proje bütün ülkeye yaygınlaştırılacak. Biz bu pilot uygulamaların verilerini
toplamaya başladık.
Kısaca, özet olarak, aile ve evlilik
törenleri projemiz var. Başkanlığımız, kadın kuruluşlarıyla, sivil toplum
kuruluşlarıyla, zaman zaman toplantı yapmakta, onlardan kadına yönelik şiddetle
ilgili raporlar almakta ve bu sene sonu içerisinde Uluslararası Af Örgütü ile
imamlarımızı eğitecek bir çalışma, proje planlıyoruz. İnşallah, bu sene sonuna
kadar da bitirmeyi düşünüyoruz ve kadına yönelik şiddetle ilgili olarak da aile
ve evlilik törenleri projesini de ülke geneline yaygınlaştırmayı düşünüyoruz.
Bu proje yaygınlaşırsa, bir nebze de olsun bu soruna, teşkilat olarak katkıda
bulunacağımızı düşünüyoruz...”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
3-
28.10.2005 tarihli -Malatya SHÇEK’de meydana gelen çocuklara yönelik şiddete
ilişkin olağanüstü toplantı;
İsmail
Barış (SHÇEK Genel Müdürü)
“..Malatya’da bizim 6 kuruluşumuz var.
Bunlardan 0-6 yaş grubu…Ayın 24’ünde Star TV’nin Deşifre Programının
fragmanları yayımlanmaya başlandı. O fragmanlarda yeri belirtilmeden, Sosyal
Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumunun bir yuvasında çocuklara şiddet uygulandığını
ve birtakım görüntülerin ortaya konulduğunu ben izler izlemez arkadaşlara
ulaştım, Malatya’ya ulaştım; şifai bilgilere istinaden kuruluş müdürünü ve
oradaki görevli arkadaşları açığa alması için Sayın Valiye bir yazı yazdım.
Ayın 25’inde yani ertesi gün de ben kendim gece oraya gittim ayın 25’inde ve de
il müdürü arkadaşı da açığa aldım; yani, tabiî vali beye yazı yazarak aldım.
Dolayısıyla, il müdürünü, kuruluş müdürünü, 4 elemanımızı açığa almış oldum.
Ayrıca da hemen cumhuriyet savcılığına bu konunun incelenmesi suçlu bulmaları
halinde de cezalandırılması adına suç duyurusunda bulunduk ve işlemler başladı.
Bu işlemlerin sonucunda, mahkeme tarafından önce iki tane hizmet alımından
eleman, daha sonra da biri kurum elemanı, yani, devlet memuru olan 2 hizmet
alım elemanı, toplam 5 kişi tutuklandı ve şu anda mahkeme devam ediyor. Hemen,
çok acil olarak bir arkadaşı 24’ü akşamında; yani, yayımlanmadan önce, muhakkik
olarak orada tayin ettik; ertesi günde bir müfettişi orada görevlendirdim;
şimdi onlar çalışıyorlar. Hem adlî açıdan hem de idarî açıdan soruşturma devam
ediyor.
Kurumun hizmet yapılanması köhneleşmiş,
kurumun, dünyanın hatta üçüncü dünya ülkelerinin dâhi terk etmiş olduğu kurum
bakımı mantığına devam etmesinden kaynaklanan bir alt yapısı da var.
…Çocuk eğer ailesi tarafından şiddete,
istismara ve tacize muhatap bir çocuk durumundaysa, aile istese bile biz bu
çocuğu onlara vermiyoruz. Eğer, koruyucu aile bulabiliyorsak, koruyucu aileye,
koruyucu aile bulamıyorsak,…sevgi evlerine ve çocuk evi adını vermiş olduğumuz
SHÇEK’e bugüne kadar bağışlanmış lojman olarak kullanılan yerlerde o çocuklarımızı
barındırıyoruz.
…Bu yapı devam ettiği sürece bize 17 bin
personel gerekiyor. Şu anda 9 bin personelimiz var, toplam 17 bin personele
ihtiyacımız var.
Kadın sığınma evleri, huzurevleri, aile
çocuk merkezleri, toplum merkezleri, çocuk yuvaları, çocuk yetiştirme yurtları,
rehabilitasyon merkezleri, gençler ve yaşlılar için on dalda hizmet etmeye
çalışıyoruz.
SHÇEK kurum ve kuruluşlarında kalan
çocuklardan 478 -belki rakamı tam söyleyemeyebilirim, ama o civarda- taciz ve
tecavüz davası var ve bizim avukatlarımız bunları takip ediyor. Ben de teyit
ediyorum, doğru. Kurumun avukatları bu davaları takip ediyor; ama, bu olaylarda
kurum içerisinde cinsel taciz hadisesine muhatap olanlar değil tamamen. Bunlar,
annesinin babasının yanındayken evinden kaçan veya çeşitli sebeplerden dolayı
ailesinin yanındayken, bizim kurumla hiçbir bağlantısı yokken cinsel tacize
veya tecavüze uğramış, mahkeme kararıyla veya polis marifetiyle veya savcılık
marifetiyle bizim kuruma getirilmiş olan çocuklarla ilgili de kanun gereği, çocuk
hakları sözleşmesi gereği biz müdahil oluyoruz. “
şeklinde beyanda bulunmuştur.
4-
08.11.2005 tarihli toplantı,
Prof. Dr.
Ayşe Akın (H.Ü. Kadın Sorunları Araş. ve Uygulama Mer. Md.)
“…Şiddetin tipik tanımı var. Dünya Sağlık
Örgütünün yaptığı tanım, artık, bu komisyon o tanımı da ülkemizde spesifik hale
getirecek ki biz gerek sağlıkta gerek şiddet uygulamada hep fiziksel aklımıza
gelir. Oysa, buradaki Dünya Sağlık Örgütünün tanımında olduğu gibi, sadece
yaralanma ya da ölüm değil, şiddetin psikolojik boyutu, sosyal boyutu her
haliyle, yani, şiddet tanımını dar almamız lâzım diye düşünüyorum. Şiddet
şekillerine baktığımız zaman da işte kendine dönük şiddet, kendini öldürme,
yaralanma, kişiler arası şiddet, organize şiddet ve medya şiddetinden
bahsediyoruz ki, medyada belki altında yatan nedenleri incelerken ona da özel
bir dikkat vermemiz gerekir diye düşünüyoruz ve fiziksel, cinsel ve psikolojik
ve yoksun bırakma ya da ihmal de şiddet olarak algılıyoruz. Kadına yönelik
şiddet genel şiddetin bir parçası. Ancak, burada önemli olan cinsiyete dayalı
altta yatan faktör cinsiyet olayı ile eş anlam kazanıyor. O açıdan bir özelliği
var.
Peki, niçin bir erkek eşine şiddet uygular
diye faktörlere baktığımız zaman genç yaş grubu daha fazla, aşırı alkol
tüketimi, depresyon, kişilik bozuklukları çeşitli düzeylerde, düşük entelektüel
gelişim, diplomalı olması önem taşımıyor, düşük gelir düzeyi, ekonomik sorunlar
ve çocukken şiddet görme. Onun için, komisyonunuzun çocukları da özel olarak
ele alışı son derece önemli. Belki de daha başlangıçta çocuklarımız şiddet
yaşamazlarsa, görmezlerse birkaç jenerasyon sonra ülkemizdeki şiddet olayı
çözümlenebilir. Yani, sonuç değil başıyla uğraşsak çok daha kesin sonuç alırız
yaklaşımında olmamız lâzım.
Tabiî ki, toplumsal faktörler var.
Kültürel faktörler var. Geleneksel, toplumsal cinsiyet rolleri, şiddeti
destekleyen toplumsal değerler ve nihayet toplumsal cinsiyet. Hepimizin bir
cinsiyeti var, biyolojik cinsiyeti var; kadın ve erkek. Ancak, toplumsal
cinsiyet dediğiniz zaman bazen bunu Türkçe’yle çok bağdaştıramayanlar oluyor.
Belki, öbür İngilizce ismiyle genderel, buna daha uygun bir isim bulabilir
komisyon, bilemiyorum. Toplumun bireye biyolojik cinsiyeti değil ondan
beklediği roller nedeniyle biçtiği rol.
Dünyaya bakıyoruz. Yani, Türkiye olayı değil, ama Türkiye de
onlardan biri. 1,3 milyar yoksul insanın yüzde 70’i kadın. Bütün şurada size
gerçekten belirtmek istediğim rakamlar bir tesadüf olamaz. Bunun altında yatan
nedeni var. 900 milyon okuryazar olmayanı da oran 1’e karşı 2; yani, 1 erkek 2
kadın. Üçte 2’si kadın. Kız çocuklarında zorunlu eğitim sonrası okullaşma bazı
ülkelerde yüzde 3,5’a kadar düşüyor. Aynı tür işte çalışan kadına erkeğe göre
yüzde 30-40 daha az ücret ödeniyor. Yine, yönetici konumunda kadının olması biraz
daha ender rastlanıyor. Dünyanın bazı yörelerinde gebelik bebek kız olduğu için
sonlandırılıyor. Yani, daha doğmadan cinsiyeti nedeniyle şiddet uygulanması,
ölüme kadar giden şiddet. Yeni doğan bir kız çocuğunun öldürüldüğünü duyuyoruz.
Kızlara zorla kadın sünneti uygulanıyor Afrika ülkelerinde. Genç bir kadının
cinsellik konusunda eğitim alma hakkı engelleniyor. Namus cinayetleri –ki,
komisyonun çok yakından ilgilendiği konu- tamamen toplumsal cinsiyet nedeniyle.
Genç bir kadın tecavüz sonucu oluşan gebeliği ailesinin inanışları nedeniyle
sürdürmek zorunda kalıyor. Toplumsal cinsiyet kavramına ben biraz değineceğim
demiştim. Kadının ve erkeğin bütün yaşam siklusunun her döneminde
karşısına çıkan negatif etkileyici olabilen
bir faktör. Şöyle bir bakacak olursak, çocukluk döneminde ve yine şurada
hepsini saymayacağım, ancak bunların hepsi sizin komisyonunuzun incelediği
şiddet kapsamı içine giriyor. Yani, cinsiyet seçimi daha doğmadan, istenmeyen
gebelikler, isteyerek düşükler, genital mütilasyon (kadın sünneti) beslenme
bozukluğu çocuğun ihmaliyle, enfeksiyonlar, ihmal, istismar ve 2 – 5 yaşında
toplumsal cinsiyet nedeniyle kız çocuklarının ölme oranı, Türkiye dahil
gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek, bu da bir tesadüf değil.
Çocuğa yönelik şiddetle ilgili bir iki
kelime söylemek istiyorum.…çocuğa ait faktörlerde yaş, cinsiyet, prematüre,
yeni doğanlar, zihinsel ya da fiziksel özürlü çocuklar, hasta çocuklar risk
altında. Aileyle ilgili faktörlerin göz önüne alınması lâzım; mesela genç,
bekar, yoksul, işsiz, eğitimsiz ebeveyn, kalabalık aile, sık sık yer değiştiren
ya da bireyleri değişen aile önemli. Aileyle ilgili faktörlerin yine çocuğa
ait, çocuğa karşı şiddet incelenirken göz önüne alınması lâzım.
…çocuk istismarının sağlık sonuçları,
yaralanmalar, kafa travmaları, ezikler, yanıklar, ölüm, çok yakında yaşanan,
cinsel sağlık sorunları, psikolojik ve davranışsal bozukluklar, alkol ve madde
kullanımı, okul başarısızlığı, depresyon, anksiyete, yani şiddet deyince
komisyon, ben öyle algılıyorum ki, sadece ölüm değil, her aşamasını kapsamlı
olarak dile getirecektir.
Yine bin yıl kalkınma hedefleri bildirgesi
var ve biz de ona imza atmış bir ülke olarak 3 üncü maddeyi sizin dikkatinize
sunmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik ederek kadının durumunun
güçlendirilmesi. Sanıyorum bu yeni bin yıl kalkınma hedeflerinde bunu
sağlayabilsek, komisyonun uğraştığı sorun büyük ölçüde çözümlenecektir.
Biz, 1979 CEDAW sözleşmesine imza koymuşuz
1985’te. Pekin ve Kahire Konferanslarını yine imzalayan ülkeyiz. Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü çok isabetli kurulmuş, giderek güçlendirilmesinden de
hepimiz çok mutluyuz. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun çok yerinde.
Yeni Medeni Kanunumuzun getirdiği iyi yönler var. Yeni TCK’nın getirdikleri
var. Ben üniversitenin bir merkezinden geldiğim için onu da olumlu bir olay
olarak koydum. 14 tane ülkemizde üniversitenin kadının sorunlarını araştırma ve
uygulama merkezi var. Benim HÜGSAM diye kısa ismini söylediğimiz merkezimiz
onlardan bir tanesi…“ şeklinde beyanda bulunmuştur.
Hünkar
Keleş (Jandarma Genel Komutanlığı)
“Jandarma sorumluluk bölgesinde meydana
gelen olayların incelenmesi, bu olaylardan kadın ve çocuklara yönelik olan ve
şiddet içeren olaylarla ilgili bazı ulaşabileceğimiz sonuçların elde edilmesi,
tabiî ki, kayıtlara giren başka bir deyişle, adliyeye veya jandarmaya kolluğa
intikal eden olaylara ilişkin verilerden yola çıkarak sağlanabilmektedir.
Jandarma Genel Komutanlığı olarak şiddet
içerdiği değerlendirilen, darp, kasten yaralama, aile fertlerine kötü muamele
ve kasten öldürme (bunların içerisinde teşebbüs de yer alacak şekilde
değerlendirmeye tabiî tuttuk. Son beş yıllık verileri esas aldık. Başka bir
deyişle 1 Ocak 2001 yılından 31 Ekim, geçtiğimiz ekim ayının sonuna kadar ki
olayları ele aldık. Bu dönem içerisinde, 151.880 bu kapsamda şiddet içerikli
olay meydana gelmiş olup, bu olayların % 34’ü kadın ve çocuklara yönelik olarak
gerçekleşmiştir. Bu rakam da 52.075 olaya tekabül ediyor.
Bu olayların nedenlerini incelediğimiz
zaman, ortaya, öncelikle tartışma nedeni, bu tartışmayla kastedilen tabiî,
önceden planlanmamış, programlanmamış, ani gelişen duruma tepki olarak ortaya
çıkan olaylar veya işlenen suçlar akla gelmelidir. İkinci sırada aile ve
geçimsizlik; geçmişe dayalı husumetler, arazi anlaşmazlığı, alacak verecek
meselesi ve alkol tesiri gibi nedenler takip etmektedir.
Ülkemizde, kadın ve çocuklara yönelik
şiddet daha çok aile ve akraba çevresindeki kişiler tarafından
gerçekleştirilmektedir. Bu durumun toplumumuzda aile ve akraba ilişkilerine
verilen önem ile ülkemizdeki sosyokültürel yapıdan kaynaklandığı
değerlendirilmektedir. Kadın ve çocuğa yönelik şiddet olayları ile ilgili
yeterli bilimsel araştırmanın bulunmadığı ülkemizde, kadınlara yönelik şiddet
ile ilgili ilk çalışma 1994 yılında Prof. Dr. Tülin İÇLİ tarafından
yapılmıştır. O çalışmadan da istifade ettik…”şeklinde beyanda bulunmuştur.
Prof. Dr.
Tülin İçli (Polis Akademisi Dekanı)
“…Ankara, İstanbul, İzmir’den 1070 kadın
ve 351 de hükümlü kadınla yaptığım araştırmanın bulgularından söz edeyim. Niye
kadın suçlularla şiddeti birleştirdim diye sorabilirsiniz. Daha önce yaptığım
araştırmalardan gördüm. Suç işleyen kadınların önemli bir kısmı şiddet suçunu
işlemeden, suça iştirak etmeden önce şiddete maruz kalmışlar. Acaba, aralarında
bir ilişki var mı diye araştırdım. Bu nedenle, 351 kadın hükümlü ve 1070 kadın,
üç farklı sosyoekonomik statüden kadını inceledim. Burada şiddet kavramını
tabiî kaba kuvvet şeklinde soru kâğıtlarında sorduk kadınların anlayabileceği
şekilde. Devlet İstatistik Enstitüsünde alt, orta, üst sosyoekonomik seviyede
mahalleleri belirledik, haneleri, kadınları oradan seçtik. Şiddet deyince de
fiziksel şiddeti kastettik. Üç farklı sosyoekonomik seviyede de şiddete
uğradıklarını saptadık. Yüzde 20’lerde şiddet Türkiye çapında. Bunu farklı
çalışmalarda, tabiî, araştırmanın ne
derece doğru planlanmış olduğuyla da ilgili bu. Şiddetin çok daha yüksek
olduğunu gösteren araştırmalar da var, yüzde 35 gibi. O çok daha ürkütücü.
Fakat, şiddet, ihbar edilmeyen, genellikle saklanan bir davranış biçimi olduğu
için kadınların da bunu açıklaması ve ifade etmesinde bazı eksiklikler olduğunu
peşinen kabul ettik. Herkes şiddete uğradığını açıklamak istemedi. Daha çok
sanki -böyle bir önyargı vardı- şiddetin alt sosyoekonomik düzeyde daha yaygın
olduğu şeklinde bir izlenimle işe başladık. Ama her üç düzeyde de kadınların
daha çok eşlerinin şiddetine maruz kaldıklarını gördük.
…yapılan çalışmalar göstermiş ki, kadınlar
şiddet nedeniyle bir defa karakollara başvurmak istemiyorlar. Çünkü, polislerin
bir kısmı kendilerini küçümsüyor, alay ediyorlar. Erkek polisle muhatap olmayı
hiç istemiyor bunlar. İşte sen ne yaptın da kocan seni dövdü. Gecenin bu
saatinde gezmeseydin senin başına bu tecavüz gelmezdi, ya da bunu yapmasaydın
bu adam seni dövmezdi gibi birtakım cevaplar ya da yorumlar getiriliyorsa,
kadınlar bunlardan rahatsız. Burada polisin yapması gerekenler, diğer ülkelerde
özel eğitiliyorlar polisler, yani kadına karşı şiddetten sorumlu olan
polislerin eğitimleri farklı. Bir kere bunu ciddiye alması, çözüm bulmaya
çalışması, önemsemesi, kadına bunun yapılmaması gereken bir davranış olduğunu
bildirmesinden başlayıp özel önerilerimiz var...”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Av. Türkay
Asma ( Çocuk İstismarı ve İhmali Önleme Der. Yön. Kur. Üyesi)
“…Biz, 1987 yılında, Türkiye’de ilk kez
uluslararası bir sivil toplum örgütü olan çocuk ihmali ve istismarını önleme
derneğini kurarak bu işe başladık. Başladık; ama, biz başladığımızda çok pembe
tablolarla başladık. Alo Çocuk Merkezini kurduk; arkasından, Alo Çocuk
Merkezini yine bu proje doğrultusunda Çocuk Esirgeme Kurumuna devretmemiz
gerekiyordu. Ama, devrettikten sonra da boş durmadık. Çünkü, sorun çok büyüktü
ve çok çaplıydı. Baro da bu sefer Çocuk Hakları Merkezi kurduk ve aynı işlevi
orada aşağı yukarı 2000 yılından bu yıla kadar yürütüyoruz. Alo Çocuk Merkezi
profesyonel bir çalışmayla başladı.
Yani, bir sosyal hizmet uzmanı, bir koordinatör, çocuk doktoru, hukukçu, polis
gibi bir oluşumdan oluştu. Biz, önce, tanıtımımızı sınıf öğretmelere, rehber
öğretmenlere yaptık, onlara gittik, ihmal ve istismar nedir? İhmal ve istismara
uğramış çocuk nasıl belli olur? Siz bunları tespit edip, bize nasıl
bildirebilirsiniz gibi bir yöntem izledik ve büyük bir bölüm rehber
öğretmenlerden geldi bize. İstismara uğrayan çocuklar. Bunlar, sadece alt sosyo
ekonomik yapıdaki ailelerden değildi, üst sosyo ekonomik yapıdaki ailelerden de
geliyordu. Türkiye’nin her tarafından bunun çok yoğun olduğunu fark ettik.
Şimdi, rakamlar verildi, istatistikler verildi. Sanılıyor ki, Güneydoğuda az;
hayır; çünkü, hak arama bilinci ve hak arama merkezleri oralarda az. Büyük
şehirlerde barolar var, baroların çocuk hakları merkezleri var. Sivil toplum
örgütleri var. Üniversiteler çok yaygın ve bunlar, uyarmaya çalışıyor halkı. Bu
tür şeyleri aktarın bize, biz sizin elinizden tutarız diyorlar; ama,
Güneydoğuda ve Anadolu’nun içlerine yayıldıkça böyle bir hak aramada “sana
elimi uzatıyorum denilen” mekanizmalar yok. Ama, cinsel istismarda beni
koruyacak mekanizma yok diyor; kadın da diyor ve o istismarı en çok da kadın
görüyor. Yani, evdeki anne, çocuğunun babası, kardeşi, ya da kayınpederi gibi
bir yakını tarafından cinsel istismara uğradığını fark ediyor. Aileyi Koruma
Yasasında var; ama, çocuğun velayetini alma görevini de aile mahkemesi hâkimine
vermiş. Hâkimler de çaresiz; kime, nereye teslim edecek çocuğu? Yani, geliyor,
biz koruma için başvuruyoruz; biz bile Çocuk Esirgeme Kurumuna göndermek
istemiyoruz; çünkü, tüm kurumlarda, cezaevleri yatılı bölge okulları ve
devletin diğer kurumlarında da bu kez de çocukların birbirlerine, büyüklerin de
var, ama, çocukların da birbirlerine karşı cinsel istismarı var. Şimdi, biz,
tecavüze uğramış bir çocuğu korumak zorundayız. Hele o çocuğun tecavüze uğramış
olduğu o korumda duyulursa -ki, duyulmaması da çok zor; yani, sistemimiz öyle
gizliliğe falan da çok önem vermiyor- hiç koruyamayacağımızı düşünüyoruz.
Çocukları koruyabileceğimiz bir kabul
merkezimiz yok. Bunu o kadar çok istedik ki, biz yıllardır, bunu
bakanlıklardan, ilgili bakanlara geldik anlattık. Şiddete uğrayan bir çocuğu
hiç olmazsa, yerleştirebileceğimiz bir olanak buluncaya kadar koruyabileceğimiz
bir kabul merkezimiz yok; kadın için de bu söz konusu. Bir ekip olmalı, yani,
çocuk ya da kadın şiddete uğradığı zaman başvurabileceği bir telefon numarası
ve o telefonda, o kadına, o çocuğa ulaşabilecek bir sosyal hizmet uzmanı ve o
merkezde de bekleyen, adlî tıp uzmanı, avukat, ve psikologdan oluşan bir ekip
olmalı. Gerçekten, şiddetten çocuklarımızı arındırmazsak, geleceğimiz hiç iç açıcı
değil.
… Avrupa’da…şiddet tabiî ki var; ama,
hemen bir altyapı oluşmuş durumda. Diyelim ki, dayak yedi ya da cinsel istismar
ihbarı geldi. Bir kere o çocuk alınıyor, kendi ailesi de dahil hiç kimsenin
bilmediği bir konukevine götürülüyor. Ondan önce, savcı orada hazır, uzman
orada hazır; hatta, nöbetçi mahkemenin hâkimi de bir aynalı şeyin arkasında
kulaklıkla hissettirmeden kendisinin orada olduğunu savcı, uzman kanalıyla
çocuğa sorular sordurtabiliyor ve onları alıyor. Onlar kayda alıyor ve bütün sorgulama
orada bitiyor. Bir de çocuğun bu konuda her söylediği doğru kabul ediliyor.
Gerçekten, cinsel istismar konusunda yalan söyleyen çocuk oranı yok denilecek
kadar az. Zaten bir uzman, ucu açık sorularla onun doğru mu yalan mı
söylediğini de çok rahat fark edebilir…”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
5-
15.11.2005 tarihli toplantı
Prof. Dr.
Yakın Ertürk (ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi)
Namus cinayetleri, uluslararası hukuk
açısından yargısız infaz olarak kabul edilir. Bu bağlamda, sadece hedef aldığı
kadına karşı bir eylem olmayıp, aynı zamanda hukuka ve devlete karşı da
işlenmiş bir suçtur. Ancak, namus cinayetleri adı altında gördüğümüz,
gözlemlediğimiz farklı ülkelerdeki olaylara baktığımız zaman her ne kadar bu
bir devlet, özellikle hukuk devletine karşı bir suç ise de genelde devletin
yasal düzenlemeleriyle gerekse yargı süreciyle bu tür suçlara bir ayrıcalık
tanıdığını ve böylece de taraf olduğunu görüyoruz.
Kadına yönelik şiddet konusu olsun, genel
olarak veya özel olarak namus cinayetleri, genelde biz hem uluslararası düzeyde
hem de toplum bilimciler olarak bunu kadın erkek eşitsizliği çerçevesinde
algılıyoruz. Bu yapının korunmasında şiddet önemli bir araç haline gelmiştir.
Ama, ataerkil yapı her toplumun özgül koşullarına göre, tarihine göre, siyasî
kültürüne göre, gelişmişlik düzeyine göre ve başka pek çok faktöre göre farklı
biçimler almaktadır ve bugün dünyaya şöyle bir baktığımız zaman hiç de ataerkil
diye görülmeyen toplumlar sıralanabilir. Ama, esasında, bunlar her ne kadar
geleneksel ataerkil yapı kimliklerinden arınmışlarsa da görünürde, kurumlarına
ve çeşitli düzeydeki toplumsal yaşamın sürmesi araçlarına baktığımız zaman
ataerkil ilişkilerin hâlâ dünyada kendini devam ettirdiğini görüyoruz. Tabiî,
bizim gibi toplumlarda, bu, hayatın her alanında açık seçik bir şekilde
kendisini gösteriyor. Toplumun genelinde cinsiyet tipleştirmeleri ve değer
yargıları ve bunların medya tarafından sürekli yeniden üretilmesi, buna
karşılık piyasanın kadın bedenini metalaştırması, aşiret, hemşerilik gibi cemaat
esaslarına dayalı ilişkilerin egemenliğini devam ettirmesi ve bu ilişkilerin
resmî düzeyde, yani, devlet söyleminde, devlet ilişkilerinde kabul görmesi
şiddetle mücadelede ve kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında en temel engeldir
diye düşünüyorum.
Tabiî, kadın hareketi sayesinde
uluslararası hukuktaki bu kördüğüm 1990’lı yıllara gelindiği zaman çözüldü ve
bildiğimiz gibi, SEDAV komitesi 1992 yılında 19 numaralı tavsiye kararını aldı
ve bu kararla şiddetin bir ayrımcılık türü olduğunu tanımladı. Dolayısıyla,
hangi şiddet türünden bahsedersek bahsedelim, kadına yönelik şiddet bugün,
artık, SEDAV’ın kapsamında da bir cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan, kadın
erkek eşitsizliği temelinden kaynaklanan bir suç türüdür. Bir sene sonra 1993
yılında da kadına yönelik şiddetin bertaraf edilmesi deklarasyonu kabul edildi.
Her ne kadar deklarasyon bağlayıcı bir belge değilse de yine de uluslararası
cemaatin bir mutabakatını yansıtır ve bu belgeyle şiddetin türleri
tanımlanmıştır.
Devlet, uluslararası yükümlülüklerini
yerine getirmekle sorumludur. Dolayısıyla, bu yönde, hem yasal hem de kurumsal
diğer düzenlemeleri bir an evvel hayata geçirmekle yükümlüdür, dolayısıyla,
devletin burada en ufak bir tavizi söz
konusu olamaz.
Kullandığımız sözcükler bile, bir yerde,
çok yanlış şeyleri pekiştirebiliyor ve Türkiye’de bu yönde diyaloglar, her gün,
gazetelerde oluşuyor sanıyorum. Burada büyük hassasiyet göstermemiz gerekiyor.
Bir hâkimin, bir suça eğiliş biçimi, bir gazetecinin, enseste uğramış bir
kadına nasıl bir mantıkla, sen kalkıp da en mahrem konunu nasıl
anlatabiliyorsun söylemleri, bunlar, hep ayrımcılığı ve kullanılan şiddeti
meşrulaştırıcı söylemlerdir. Bu konuda çok büyük hassasiyet göstermemiz
gerekiyor. İşte, o toplum düzeyindeki dönüşümleri sağlayabilmemiz için ve
orada, bir de tabiî, farklı yönde işbirlikleri kurmak gerekiyor.
Son olarak da birey düzeyinde müdahaleler
gerekiyor. Birey derken de orada iki tür strateji önemli, bir kadının
güçlendirilmesi, eğer, bu tür sorunlar, cinsiyet ayrımcılığından ve cinsiyet
eşitsizliğinden kaynaklanıyorsa, kadının güçlendirilmesi gerekiyor ve bu yönde,
zaten, Türkiye’de bazı ileri adımlar atıldı ve birtakım şeyler yapılıyor.
İkincisi de korunması gerekiyor; yani, şiddete maruz kalmış veya şiddete
tehlikesi altında olan kadının, muhakkak ve muhakkak korunması
gerekiyor…”şeklinde beyanda bulunmuştur.
Meltem
Ağduk (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunda Program Koordinatörü)
“…Birleşmiş Milletler Nüfus fonu, bundan
kısa bir süre önce, aslında iki sene kadar önce her sene uyguladığı bir
programı uyguladı. Türkiye’de namus, töre cinayetleri…ve bir sene boyunca bu
konuda çalışmaya karar verdik ve aslında çok küçük, araştırma bile
diyemeyeceğimiz bir medya arama, medyada neler nasıl yer almış töre namus
cinayetleri üstüne bir çalışma yaptık ve bu çalışma sonucunu da aslında
kamuoyuyla paylaştık…en fazla tiraja sahip olan beş gazeteyi aldık ve beş yıl
boyunca töre namus cinayetleri haberlerinin hepsini parmak hesabıyla saydık
aslında bütün gazeteleri inceleyerek ve beş sene içinde önümüze çıktı ki,
sadece medyaya yansıyan 62 töre namus cinayeti haber olarak ortaya konulmuştu.
Bu aşağı yukarı ayda 1 cinayete denk düşüyordu. Hangi illerde işlendiğini de
haberlerden bulduk ve ortaya göç alan bölgelerin, özellikle Güneydoğu Anadolu,
Doğu Anadolu ve göç alan illerde çok fazla olduğunu gördük. 2004 yılında o
zaman Güldal Akşit Devlet Bakanıydı, kadın, aile ve sosyal işlerden sorumlu
Devlet Bakanlığındaydı. Onunla birlikte kadına yönelik şiddete, kadına karşı
şiddete son kampanyasını başlattık ki, o kampanya halen daha sürüyor çeşitli
aktivitelerle. Bu kampanya, tamamıyla bir farkındalık yaratma kampanyası. Bu
kampanya çerçevesinde çeşitli aktiviteler yapıyoruz. Bir sonuncu aktivitemiz de
aslında geçen hafta sonu İstanbul’da yaptığımız uluslararası aile içi şiddete
son sempozyumuydu.
Bütün bu yaptığımız çalışmalardan aslında
ortaya çıkan şudur; Ciddi bir eylem planının yapılması ve bu eylem planı
yapılırken özellikle devletin, sivil toplum kuruluşlarının çok yakından
çalışması gerekliliği ortaya çıktı. Çünkü, bizim sıfır tolerans göstermemiz
gerekiyor şiddete, çünkü, şiddet aslında bizim çalışma alanımızdan bakıldığı
zaman bir taraftan üreme sağlığı, kamu sağlığı alanında çalışıyoruz, kamu
sağlığı konusunda çok ciddi bir sorun olarak ortaya konuyor ve şiddet …
kadınları ikincilleştiren toplum yapısını yeniden üreten bir araç. Bu aracın
tamamıyla yok edilmesi gerekiyor ve açıkçası sempozyumun sonunda ortaya çıkan
şuydu; 2010 yılına kadar sıfır toleransla şiddeti tamamıyla yok etmek konusunda
bir karar alındı.
…namus kavramının bizim için ne anlam
ifade ettiği, yani, Türkiye’de yaşayan insanlar için ne anlam ifade ettiğini
ortaya koyan bir araştırma yapalım istedik ve bunun için de Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programıyla birlikte yola çıktık ve Nüfus Bilim Derneğine başvurduk.
Bu konuda çalışan, sosyal alanda interdisipliner çalışan bir dernektir Nüfus
Bilim Derneği ve “Türkiye’deki namus cinayetlerinin dinamikleri” başlıklı bir
araştırma yapılması konusunda hemfikir olduk. Bu araştırma çok kısa bir süre
önce bitti. Daha henüz kamuoyuyla paylaşmadık... “
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Doç. Dr.
Filiz Kardam ( Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi)
“… Nüfus Bilim Derneği adına çalışmadan
söz ederek;
Bu çalışmayı biz İstanbul, Şanlıurfa,
Batman ve Adana’da yaptık. Bu bir izlenim elde etme araştırmasıydı, Onun için biz niceliksel yöntemin öngördüğü
bir örneklemle değil, tamamen amaca uygun dediğimiz bir örneklemle çalıştık;
.. biraz antropolojik, biraz gözleme çok
dayalı bir çalışma yaparak, sonuçta 195 görüşmeyle bu işi bitirdik…
Namus cinayetleri nasıl algılanıyor, o
konuda neler denildiğini söyleyeyim. Biz, açık açık, siz töre cinayeti diye bir
şey duydunuz mu, bu nasıl bir şeydir, namus cinayeti ile bunun arasında bir
fark var mıdır sizce gibi çok çeşitli sorularla yaklaştık görüştüğümüz
kişilere. Burada bizim algılamamız, genelde, özellikle de İstanbul’da töre ile
namus cinayetleri arasına bir fark konulduğu yönündeydi bu fark, Özellikle bir
algılanış biçimi ve daha çok İstanbul’da çıkan algılanış biçimi, “vallahi, töre
cinayetleri bizim çok yakınımızda, çevremizde değil, çok uzak yerlerde, bana
uzak yerde, bir başka topluluğun, daha çok doğuda, güneydoğuda olan şeylerdir.”
Bana ilginç gelen, yalnızca İstanbul’da doğma büyüme dediğimiz görüştüğümüz kişiler
değil, İstanbul’a göç etmiş kişiler arasında da bu vardı. Onlar “güneydoğuda,
doğuda olur, mesela bizim Karadeniz’de olmaz.” Peki, sizin Karadeniz’de ne
olur; “bizde namus için adam hemen öldürülür. Ama bu töre değildir.”
Benim ilgimi çekmiş olan bir de namus
cinayetleri deyince şöyle bir yaklaşımımız oluyor; namus cinayetlerini
engelleyelim, namus cinayeti olmasın artık. Ben burada baktığım vakalardan
gördüm ki, namus cinayetleri olmayıp da yine namusa aykırı bir davranış diye
adlandırıldığı için işte belli bir şekilde ailenin, topluluğun gündemine gelen,
ondan sonra da bir şekilde barış sağlanarak bitirilmiş olaylarda kadının
olağanüstü bir baskı altına girdiğini, bazen erkeğin ve ailenin de, bunu da
yadsımayalım, ama daha çok kadınları baskı altına girdiği ve mal gibi takas
edildiğini, kendisi takas edilmezse kendisi bir şekilde evlendirilse o kişiyle
bu sefer o kişinin ailesinden başka kadınların, kızın ailesine verildiği gibi
çok sayıda olay aktarıldı.
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Yeşim Oruç Kaya (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Yoksullukla Mücadele ve
Demokratik Yönetişim Program Sorumlusu)
”…Şu andaki hükümet işkenceyle mücadelede
bu alanda başarılı olmuştur ve belli bir yöntem izlenmiştir. Hakikaten, bu
yöntemin, kadına karşı şiddet ve namus töre cinayetlerinin önlenmesi için
harekete geçilmesi ve bunun somut yaptırım alanları vardır; tabiî ki yasama
kurumu namusu kanunla tanımlayamazsınız, böyle bir şey olamaz. Fakat, yasamanın
yapabileceği şey; bir, sizler kanaat önderisiniz, haliyle, zaten, komisyon, bu
alanda çok kıymetli şeyler yapıyor. Fakat, yürütmeyi izleme sorumluluğu olduğu
için yasamanın, özellikle valilik nezdinde, yani, Türkiye’nin 81 ilinde siz bu
verileri topladınız, biz de gazetelerde sayenizde bunların haberini alabiliyoruz.
Bu aldığınız veriler üzerine, iller bazında ve önce üç aylık ardından bir
yıllık sürelerde kadına karşı şiddetin izlenebilmesi için valiliklere talimat
verilmesinin İçişleri Bakanlığı aracılığıyla, jandarma, emniyet ve de savcılık
makamının valiliklere bunları raporlaması … bunlarda sadece töre cinayeti
olarak tanımlanmışlar değil, Yakın Hoca değindi, ihtiras cinayetleri…İhtiras
cinayetlerinin de sonuçlarını incelediğimiz zaman, çoğunluğunun kurbanı
kadındır. Türkiye’de, zaten planlanmış adam öldürme oranları düşüktür;
Türkiye’de bu çok fazla olan bir şey değildir. Cinayetlere baktığımız zaman,
teamülden adam öldürme diye baktığımız zaman, aşağı yukarı yüzde 85’i zaten ev
içinde, aile içinde oluyor. Ama, bunların kurbanlarının da çok büyük bir
çoğunluğu kadın olduğu için, böyle valiliklerle yapılacak bir izleme
çalışmasında tüm cinayet sonuçlarının incelenmesi, cinayetlerin ne kadarı
yargıda sonuçlanmış, faili bulunmuş, cezalandırılmış, bu şekilde sistematik bir
şekilde cinayet ve töre cinayetlerinin incelenmesi çok doğru olacaktır...”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Prof. Dr.
Gülten Seber (Osmangazi
Üniversitesi Öğretim Üyesi)
“…Şiddet.. öğrenilebilinir, örnek
alınabilinir, taklit edilebilinir, Şiddeti, biz, umumiyetle, kavram olarak
fiziksel bir güçmüş gibi de görebiliyoruz çoğunlukla, halbuki, sizlerde
biliyorsunuz ki, şiddet sözel şiddet, duygusal şiddet, fiziksel şiddet, cinsel
şiddet olarak da pek çok şekilde karşımıza çıkmakta ve bu bağlamda, toplumun,
her an her noktasında bunları bizim yaşadığımız, bu bağlamda, kadın erkek
ayrımı yapmadan görebileceğimiz bir olgudur şiddetin bu tanımı karşısında;
kadına, çocuğa yönelik şiddet konusunda yakın ve uzun vadede iki şeyi
öneriyorum: Birincisi, eğitim, her şeyin altında eğitim; ama, nasıl bir eğitim?
Bütün ekonomik açıdan gelişmiş ülkelere baktığımız zaman, 8+10 yılına kadar
ortaokul ya da lise 2’ye kadarki eğitim devlet tarafından parasız, ücretsiz ve
eşit, tüm olanaklarıyla, tüm çağdaş olanaklarıyla, ülkenin tüm bireylerine
verilmelidir. Yine, bu eğitim dediğim konu için 0-6 yaşın çok önemli olduğunu
ve bu bağlamda da ailenin eğitimine önem vermemiz gerekmektedir.
Risk faktörleri bakımından çocuk aile
ilişkisinde şiddet, hepsi, yani, bütün sorunlarımızda risk faktörü olarak,
ikincisi, gelir durumunu düşünüyorum. Gelir durumu da ülkede şiddeti yaratmak
için çok olağan bir durumdur. Çok daha alt şeyleri olur ama, bu iki başlığı çok
önemsiyorum. Bir de, gelir durumunda mesela, kadına yönelik şiddete baktığımız
zaman, kadının emeğinin hiç değeri yok. Yani, bu okumuş kadınlar da dayak yiyor
diyorlar, ama, yoğunluğa bakacağız. 10 tane okumuş kadın dayak yiyorsa, 100
tane okumamış, kocasının eline bakan, kız çocukları mütemadiyen şiddete maruz
kalmaktadır.
Mesela, risk faktörleri, kısa vadede
yapılacak çalışmalar arasında, parçalanmış ailelerden şiddet çıkabilir, terk
edilmiş çocukların barındığı yerlerde şiddet ortaya çıkabilir, hapishaneler
şiddeti, hastaneler şiddeti, yoksulluk şiddeti getirebilir. Bunlar da alt
kademede, işte kısa vadede yapacağımız, hepimizin koşacağı, seferberlik
yapacağımız durumlar olabilir. Bunlar şiddete hayır gibi, sizlerin yaptığı
aktiviteler gibi. Yine bu konuda, mesela, orduyla, polisle, camilerde, çağdaş
bilgilere dayalı, kadın erkeğin eşit olduğunu hocalarımız söylese, yani, bu ne
demek; ben dinden onu bekliyorum. Okullarımız, okullarımızın velileri, veli
toplantıları, muhtarlar vasıtasıyla da kısa vadede ulaşabiliriz. Sivil toplum
örgütlerine maddî destek, onları yüreklendirmek de herhalde önemli olacaktır
diye düşünüyorum. Sonra mesela, ben tabii belki bu konuları yoğun biçimde hep
düşündüğünüz zaman, töre ve namus cinayetleriyle sorunlarımızın bazılarını
ortaya koymak durumunda kalmış olmamız çok acı bir şey mutlaka. Mesela, insan
hakları beyannamesinin şartları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, kadınlara
karşı ayırımcılık, Pekin 5, bir sürü referans alacağımız yerler varken, yani,
töreden, namustan niye bahsetmek durumunda kalmışız dediğim de, yine ben en
büyük başlıktaki büyük risk faktörü eğitime dönüyorum; yani, bilse haklarını insanlar
süreç içerisinde herhalde daha farklı davranacaklar diyorum...“
şeklinde beyanda bulunmuştur.
İsmail
Barış (SHÇEK Genel Müdürü)
“…Aile parçalanması ve ekonomik
yoksunluk dolayısıyla yüzde 80,1 civarında çocuğumuz kurum bakımına geliyor.
İhmal ve istismar dolayısıyla yüzde 15,9, bunun tam dokümanını yapma imkânını
bulamadık, biraz karışık bir iş. İhmal ve istismardan kastımız şu, bir tanesi
cinsel istismar, bir tanesi de ticarî istismar. Dolayısıyla, bazen ikisi
birbirine giriyor, genel anlamda yüzde 15,9 civarında, ama, bunun önemli bir
bölümü ticarî istismar konusundan kaynaklanıyor. Bugüne kadar ortalama olarak
alınmış, yüzde 0,7’si buluntu çocuk, yani, nesebi belli olmayan. Terör, zaman
zaman artan ve eksilen, deprem ve tabiî afetler dolayısıyla da yüzde 3,3
civarında; bu, afetlerle orantılı, bazen artıyor, bazen eksiliyor tabiî.
…genel anlamda yüzde 85 ile yüzde 95
arasında çocukların anne babaları yakınları var. Bu zamansal olarak bazen yüzde
85’e düşüyor, bazen yüzde 95’e çıkıyor. Dolayısıyla, yüzde 5 ile yüzde 15
arasında da kimsesi olmayan çocuk söz konusu olabiliyor. Şu anda
kuruluşlarımızda yüzde 9 civarında çocuğun kimsesi yok.
Koruyucu aileyle ilgili yapılan
kampanyalar nelerdir, neden gereken ilgiyi görmemiştir? Koruyucu aile konusunda
1993-1999 yıllarından iki kampanya düzenlenmiş, Cumhurbaşkanlarımızın eşleri ve
başbakanlarımızın eşleri bu konuda ilgi göstermişler. Bunun dışında, birçok
büyükşehir belediye başkanlarımız da bu kampanyaları oluşturmuşlar bizimle
entegrasyonlu bir şekilde. Koruyucu ailelerin az olmasının sebepleri, bizim
sosyal yapımızdan, eğitim düzeyimizden kaynaklanıyor.
Şunu söyleyeyim; çürüyen bir sistem var şu
anda karşımızda. O yüzden de sistemin geriye doğru olan bölümünü savunmak
durumunda hiç kalmıyorum ben, belki fark ediyorsunuz. Çürüyen sistemin
değiştirilme hedeflerinden bir tanesi de budur.
0-12 yaş grubunda 25 tane kuruluşumuz, 67
tane o kuruluşlarımızda bakıcı annemiz, 97 tane çocuk eğiticimiz var. 7-12 yaş
grubunda 57 tane kuruluşumuz var, 77 tane bakıcı annemiz var bu
kuruluşlarımızda, 117 tane de çocuk eğiticisi sayımız var. 0-6 yaş grubu 13
tane, bakıcı anne sayısı 30, çocuk eğiticisi sayısı 42 tane. Toplamda 95 tane
kuruluşumuz var, 174 tane bakıcı annemiz var, 256 tane de çocuk eğiticimiz var.
…Taciz davalarına müdahil olunma sayısı
1.1.2000 ilâ 24.2.2005 tarihlerinde yani beş yıllık dönemde kurum personelinden
korunma altına alınan çocuklara kuruluş bakımı esnasında tacizde bulunan
kişilere karşı açılan 6 tane davamız var. Kurum altındayken kaçak, izinli ve
bunun gibi nedenlerle kuruluş dışındaki çocuklara aile üyeleri, akrabalar ya da
üçüncü kişilerce yapılan tacizlerle alakalı, kuruma gelmeden veya kurumdan
kaçak olduğu dönemlerde toplam 233 tane. Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde
aile içinde veya başka kişilerce bizim kurumumuzla ilgili olmasa bile
kurumumuzun müdahil olduğu 239 tane dava var. Toplam 478 tane dava açılmıştır.
biz Çocuk Hakları Sözleşmesi gereği müdahil oluyoruz.
...2005 yılının başına kadar 8 tane Sosyal
Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı olarak çalışan kadın sığınma evimiz
vardı. Bugünün tarihi itibariyle 14 tanedir bize bağlı olarak, bizim
insanlarımızın çalışmış olduğu...”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
6-
29.11.2005 tarihli toplantı
Av. Sema
Kendirci (Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı)
“Türk Kadınlar Birliğinin 1924 yılında kurulan ilk kadın
örgütlenmesi ve kurulduğu tarihten itibaren de kadının sosyal, siyasal ve
ekonomik alandaki eşitliğinin sağlanmasını ve bu uğurda mücadele edilmesini ve
bunun için örgütlenmesini öngören bir dernek. O tarihten itibaren de
çalışmalarını bu alanda yoğunlaştırmıştır.
4320 sayılı Yasa çıktığında Türkiye
Cumhuriyetinde, ilk defa ben en azından bunu böyle açıklamıştım, kadına yönelik
şiddet kabul edildi, bunun bir olgu olduğu bütün her yerde hayata geçecek ve
aile içinde buna yönelik çok da önemli bir yasa çıktı diye değerlendirmiştim…
Bu yasanın hayata geçmesi için neler yapılması gerektiği konusunda çok ciddî
çalışmalar yapıldı. Uygulayacak olan tabiî ki kamu kurum ve kuruluşları öncelikliydi,
bilgilendirmekle biz yükümlü, yani sivil toplum örgütleri ve hukukçuların
yükümlü hale getirilmesi konusunda prensipte anlaşmıştık ve sanıyorum ilk
olarak İçişleri Bakanlığına polis ve jandarma da, çünkü, ilk gidilecek merciler
onlar olması nedeniyle, ilk elde onların da bu yasa için bilgilendirilmeleri ve
eğitilmeleriyle ilgili bazı çalışmalar da hayata geçmişti. Şimdi yıl 2005 ve ne
yazık ki biz uygulayıcılar 4320’nin hayata geçme aşamasında son derece
başarısız kaldığını gördük.
Biz,
kadına ve çocuğa yönelik şiddete engel olmak istiyoruz. Yasal temelde
öncelikli engel olmak istiyoruz; ama, bir ikincisi de, bakış açısı ve zihniyeti
değiştirerek engel olmak istiyoruz. Bütün bunları sağlayacak, bizim için önder
olması ya da yol gösterici olması gereken kurumlarda zihniyeti değiştiremiyorsak, bu kurumlarda hâlâ -hani ben hukukçu
olduğum için ikide birde söylüyorum- yasaya aykırı uygulamaları ortadan
kaldıramıyorsak, o zaman şiddetin önlenmesi konusundaki yasaların hayata
geçmesinde de başarısız olacağız. diye düşünüyorum.
Devletin şiddeti önlemekle ilgili… Çünkü,
ben kadına ve çocuğa yönelik şiddeti toplumdaki yaygın olan diğer şiddetlerden
ayırt etmiyorum. Yani, futbolda yaşanan şiddet, kadına ve çocuğa yönelik
şiddetten çok mu farklı bir şiddet? Hayır, toplumdaki yaygın şiddette en çok
mağdur olanlar ya da korumasız oldukları için en zor duruma düşenler, görüyoruz
ki, kadınlar ve çocuklar. Ama, eğer bir şiddeti önleme politikası
geliştirebilirsek -devlet politikası anlamında söylüyorum- bunu bütün ilgili
kurum ve kuruluşlarda anlayış olarak, zihniyet olarak yaygınlaştırabilirsek,
biz sivil toplum örgütleri, zaten bilgi, bilinç ya da ne görev bize düşüyorsa…
Demir çarık, demir asa… Türkiye’nin her yerine gidip her konuda anlatmayı da
üstlenerek devletin, sivil toplum örgütlerinin, kurum ve kuruluşlarının
işbirliğiyle topluma yaygın olan şiddete ve alt başlıkları ve en önemli
başlıklarından birisi olan kadına ve çocuğa yönelik şiddete de engel
olunabileceğini düşünüyorum. Ama, devletin çok açık seçik bir biçimde bunu ilan
etmesi gerekiyor.
Burada zaten bir politika izlenmesiyle
ilgili tıpkı bizim görüşlerimize de destek veren bir açıklama var.
Birincisi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve
kadının insan haklarını savunmak; kadına yönelik şiddeti ele alan çok yönlü
planlar oluşturmak, uygulamak ve izlemek.
Toplumsal, siyasal, dinsel ve diğer
alanlarda lider konumunda olanları harekete geçirip, kadına yönelik şiddete
karşı konuşmalarını sağlamak.
Kadına yönelik şiddet ve onu pekiştiren
tavır ve inançları izlemek için gerekli bilgileri toplayan veri tabanları
oluşturmak ve olanların kapasitesini artırmak. Bu deminki söylediğim, her şeyi
özetleyen bir cümle.
Öncelikle eşler, partnerler arasında
şiddet ve cinsel şiddeti önlemeye yönelik programlar oluşturmak, uygulamak ve
değerlendirmek.
Çocukların cinsel tacize tabi olmalarını
önlemeye mutlaka öncelik vermek.
Mevcut AIDS önleme ve buluğ çağındakilerin
sağlığına yönelik programlara, kadına yönelik şiddetle ilgili önlemleri entegre
etmek.
Kadınların fizikî çevrelerini emniyetli
hale getirmek, okulları kızlar için emniyetli hale getirmek.
Kadına karşı şiddetin değişik etkilerine
yanıt verebilecek kapsamlı bir sağlık sistemi geliştirmek.
Üreme sağlığına yönelik hizmetleri kadının
kötü muameleye tabi olduğunu saptama, ona destek verme, yönlendirme yönünde ilk
adım olarak kullanmak.
Şiddete maruz olarak yaşayan kadınlara
destek sağlayacak -ki, çok önemli- resmî ve gayriresmî mekanizmalar oluşturmak.
Hukuk ve adalet sistemlerini, şiddet
yaşayan kadınların özel ihtiyaçları konusunda hassaslaştırmak.
Kadına yönelik şiddetin nedenleri,
sonuçları, maliyeti ve önleme yöntemleri üstüne araştırmalara destek vermek.
Kadına yönelik şiddeti azaltmaya ve yanıt
vermeye yönelik programları desteklemek.
Galiba bizim de sivil toplum örgütleri
olarak söylemek istediğimiz her şeyi özetleyen görüşler bu doğrultuda.
Ben tekrar etmek istiyorum: Biz sivil
toplum örgütleri olarak bütün üstümüze düşen görevi yapmaya hazırız.
Bilgilendirme, bilinçlendirme, eğitme, ne gerekiyorsa. Ama, bu Komisyondan da
bu tavsiyenin çıkabileceğini umut ediyorum zaten. Devletin şiddeti önleme
konusunda çok ciddî, çok sert ve çok kararlı olduğunun 70 milyona
duyurulmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum. ”şeklinde beyanda
bulunmuştur.
Nurdan
Tornacı (SHÇEK Gn. Md. Kadın Toplum Aile Hiz. Daire Başkanı)
“Kadın konukevleri, bildiğiniz gibi,
başvuran, şiddete uğrayan, tacize maruz kalan ya da ailesi tarafından
istenmeyen bir evliliğe zorlanan ya da illa eşiyle bir problem yaşamasını
gerektirmiyor, ailede de bir problem yaşadıysa ebeveynleriyle, direkt il
müdürlüğüne geldiğinde ya da basında yer aldığında biz ihbar olarak kabul
ediyoruz. İlk etapta bir görüşme yapılıyor. Sosyal hizmet uzmanı ya da psikolog
arkadaşımız yapar. Bu görüşme sonucunda kadın sığınma evine alınmasıyla ilgili
kanaat getirilirse… Bu kanaat nasıl getiriliyor; o kişinin can güvenliğiyle
ilgili bir problem varsa, şiddete uğradığı, anlattıkları, yani, ruh sağlığı
yerinde olduğu anlaşılıp tespit edildiğinde aynı gün işlem yapılıyor. Kadın konukevlerine
alınmamayla ilgili yönetmelikte ruh sağlığı yerinde olmasıyla ilgili bir
maddemiz var. Çünkü, donanım olarak bizim kadın konuk evlerimiz bir psikiyatri
merkezi olmadığı için, doğal olarak bu tarz vakalarda yardımsız kalıyoruz.
Yani, bu kadındır, şiddete uğramıştır; ama, bakıyorsunuz, sokakta yaşayan bir
kadın ve ruh sağlığı yerinde değil, siz de alamıyorsunuz, Sağlık Bakanlığı bunu
nereye yerleştireceğini bilemiyor. Orada yoğun bir problem yaşıyoruz öncelikle.
Fakat, ruh sağlığıyla ilgili herhangi bir problem yoksa…
Kadın sığınma evimiz bizim 14 tane. 8
taneydi. 2005 yılında açılan 6 taneyle birlikte 14’e ulaştı sayımız. Yerlerini
şehir olarak verebilirim. İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Eskişehir, İstanbul,
Samsun, Denizli, Kütahya, Kocaeli, Adana, Diyarbakır ve Mersin olmak üzere 14
tane kadın konukevimiz var.
Yerleştirmeyle ilgili “kapasitemiz dolu” diyerek bugüne kadar bir
problem yaşamadık. Çünkü, bunu ek bir yatak koyarak ya da herhangi bir şekilde
muhakkak çözmeye çalıştık ya da sivil toplum kuruluşlarıyla bağlantı
halindeyiz; çünkü, onların da açtıkları kadın sığınma merkezleri var. Yani, o
bayanın problemiyle ilgili tespit edilmiş bir şey varsa, kesinlikle işte “yatak
dolu” bahanesiyle ilgili işlem yapmamazlık söz konusu değil.
Çocuklarıyla birlikte alıyoruz. Çünkü,
şiddet yaşandıysa bir ailede, bunu çocukları dışta bırakarak yorumlamak mümkün
değil. Elbette onlara da yansımıştır. İlk etapta anne ve çocuğu ayırmamak
önemli. Psikolojik destek ya da bu 4320 sayılı Kanunla ilgili başvurması gerekiyorsa
rehberlik yapıyoruz.
Yine, bir istihdam kurumu olmadığımızı
özellikle belirterek, işe yerleştirmeyle ilgili girişimlerimizin olduğunu
belirtmek istiyorum.
Bizim yönetmeliğimizde 3 aylık bir süre
var. Bunu zorunlu halde yine bir 3 ay “olur”la uzatıyoruz. Ha tamam,
bırakmıyoruz sonrasında, uzattığımız çok vaka var. O yönetmelik dışına da
çıktığımız, uzattığımız vaka var; ama, süreyle ilgili problem yaşadığımızı
düşünüyorum. Çünkü, o süre içinde çözemedik diyelim, farklı mekanizmaların
olması gerektiğini, yani, o kadın ya da çocuğuyla birlikte yaşamını devam
ettirmek istiyorsa, ülke politikası olarak, bilmiyorum, bu 1 odalı bir yere mi
yerleştirilir… Yani, ona hep birlikte çözüm bulmalıyız diye düşünüyorum. Çünkü,
geçici bir süre kalmalarıyla ilgili.
Aslında bunun dünyanın bir sorunu olduğunu
düşünüyorum. Çünkü, aldığımız veriler, bilgiler hep bunun eğitimle de hiç
alakası olmadığını gösteriyor. Bunu insan olgusuyla ilgili diye düşünüyorum.
Çünkü, dünyadaki bulgulara baktığımızda 4 kadından 1’inin şiddete uğradığı
bilgisi bize veriliyor. Dolayısıyla, çözüm yolları üretirken bölge bazında
değil, bakış açısıyla ilgili çözümleri düşünmek gerektiğini düşünüyorum.
Kadın sığınma evleri, şiddete uğradıktan
sonra verdiğimiz bir hizmet. Bunun dışında toplum merkezleri ve aile danışma
merkezleri diyerek isimlendirdiğimiz başka hizmet modellerimiz var. Burada
kadının insan hakları eğitimini veriyoruz, sivil toplum kuruluşlarıyla
protokollerimiz var; anne çocuk eğitimi gibi eğitimler veriyoruz. Yine çok
yoğun bir uygulamamız baba destek eğitim. Yani, ilk etapta koruyucu ve önleyici hizmetlere daha fazla
ağırlık verilmesi kanaatindeyim.
Şimdi, SHÇEK olarak personel sayımız çok
az, uzman sayımız az; dolayısıyla, kadın sığınma evi açalım; ama, kadın sığınma
evini açmaktan önce bence mahallelerde toplum merkezî hizmetinin
yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Eleman olarak çoğaltılmalı, buna
kaynak ayrılmalı. ”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Seda Akço
(UNICEF Danışmanı)
“Bir çocuk fiziksel ya da cinsel açıdan şiddete maruz kaldığında
öncelikli problemi yardım isteyebileceği bir mercie ulaşma güçlüğü ve yardım
alabileceği merciler konusunda bilgi sahibi olmaması. Nereye başvurabileceğini
çocukların büyük bir çoğunluğu bilmiyor. O yüzden zaten bu aradaki uçurum ondan
kaynaklanıyor. Çok büyük bir çoğunluğu adli sistemine, koruma sistemine intikal
etmiş değil; çünkü, nereye gidip nereye başvuracaklarını bilmiyorlar. Ayrıca,
kolay ulaşabilecekleri bir mekanizma da yok zaten çocuğun hemen gidebileceği.
Nereye gidebilir? Küçükleri Koruma Şube Müdürlüğüne gidebilir; ama, bu müdürlük
koskoca il içerisinde bir yerde bir birim. Bunu bulması, ulaşması çok zor.
SHÇEK İl Müdürlüğüne gidebilir. Bu da aynı şekilde. Bir de bunları biliyor
olması lâzım ayrıca. Üstelik gidebilir olması da yetmiyor. Oraya ulaştığı zaman
nasıl yardım alacağını da bilmiyor ve orası da buna hazırlıklı değil. Asıl
olması gereken çocuğun bulunduğu noktadan o yardım çağrısını sorunlu kişiye
ulaştırabilmesi. Bunun da yolu aslında pek çok yerde bu acil telefon hatları.
Böyle bir hat da şu anda işlevsel bir biçimde çalışmıyor; çünkü, Alo 183
arandığı zaman Ankara merkezi arıyorsunuz, merkez arayan kişiye bulunduğu ilin
il müdürlüğünün telefon numarasını veriyor. Şimdi, bir kere Alo 183’ü düşürmeye
çalışacak çocuk, orayı düşürdü, ilin numarasını alacak ve orayı düşürmeye
çalışacak ve orada da karşısına ilgili bir yetkili çıkarsa derdini
anlatabilecek. Tabiî, böyle bir sistemin işlemesine imkân yok. Oradan sonra şu
başlıyor. Anlattı diyelim, derhal müdahale edilmesi lâzım; ama, böyle bir bağ
yok. Sosyal Hizmetlerle, o ihbarı alan birimle harekete geçmesi gereken
birimler arasında, çocuk şube müdürlüğü şimdi, ve sosyal hizmetlerin kendi
içinde mobilize olmuş bir ekip yok hemen gidip olaya müdahale edebilecek olan
ve mevzuata göre de deniyor sosyal
hizmetlerden. Böyle hemen alıp getirip koyamayız; çünkü, ne olup ne biteceği
belli değil. Bir araştırma yapmamız lâzım. Sonra bu aşamayı da eğer aşmayı
başarabilirsek, olayı yetkili makamlara intikal ettirmeyi başarabilirsek bir
araştırma ve o araştırmadan sonra müdahale süreci başlıyor. Orada da yeni
handikaplar karşımıza çıkıyor; çünkü, adalet sistemi çok yavaş işliyor. İntikal
ettirdiğiniz anda tepki veremediği için adalet sistemi çocuk şöyle bir ikilemle
karşı karşıya kalıyor. İhbar ettiği anda, ihbar etmiş olduğu yetişkin eve
döndüğünde aynı evde yaşamaya devam edecek, anında müdahale edilemiyor çünkü.
Yani, diyelim ki babası tarafından tacize uğramış çocuk. Bize geldiği zaman
yaşadığı en büyük problem ve sorduğu en büyük soru peki ben bunu size
bildirirsem ve sizde bunu bugün gidip adliyeye ya da polise bildirirseniz ya da
ben polise bildirirsem bu gece ben nereye gideceğim, babam nereye gidecek?
Bunun cevabını vermemize şu anda imkân yok. Bu sistem hemen başlamıyor. Babası
evde kalırsa çocuğun, çocuk evde kalırsa babasının buradan uzaklaştırılmasına
ilişkin prosedürün hemen işlemesi lâzım. Bu sempozyum sırasında zaten Avusturya
modeli olarak sunulmuş; bildirildiği anda polis müdahale ediyor. Halbuki, bizde
ailenin korunmasına dair kanun çerçevesinde şiddet uygulayanın uzaklaştırılması
bile ancak mahkeme kararından sonra, bunun gerçekleşmesine imkân yok. Hadi
diyelim ki, eylem ciddî ve tutuklama kararı alınabildi veya eylem ciddî, biraz
önce söylendiği gibi sosyal hizmetlerin hemen müdahalesi sağlandı. Bu sefer
soruşturma sürecindeki problem başlıyor ve çocuk en başından itibaren bazen bu
bir rehber, sınıf öğretmeninden başlıyor, hâkimin önüne gelinceye kadar en az
7-8 kişiye olayı anlatmak zorunda kalıyor tekrar tekrar. Bunu önleyecek bir
mekanizma şu anda, yok. Bir kerede çocuktan bilgiyi alacak ve sonra süreci
artık onun üzerinden işletecek bir mekanizma yok ve bu mekanizmanın kendisi hem
çocuğa zarar veriyor, bu sürece dahil olan çocuk artık onu çok fazla yaşıyor hem
de adli sürece zarar veriyor; çünkü, bu arada delil kayboluyor, artık olay
biraz daha kurgusal bir hal alıyor.
Delillerin toplanması bakımından yaşanılan
bir başka problem özellikle cinsel suç mağduru çocuklar için yine CMK’la
birlikte karşımıza çıktı. Hâkim kararıyla zorla muayene denilen bir şey var.
Şimdi, çocuk cinsel suça maruz kalmış ve muayene olmak istemiyor; bu olabilecek
bir şey, çünkü, yaşadığı şey çok travmatik, belki bir hazırlık sürecine ihtiyaç
var. Her durumda da muayene olması gerekmiyor. … Şimdi, bu çocukların önemli
kaygılarından bir tanesi şu, özellikle aile içinde olduğu zaman şiddet ailenin
dağılması korkusu ve bu nedenle zaten kadınlar mesela aile içi şiddette,
ensestte anneler çocukların bu konuda sessiz kalmasını isteyebiliyorlar, bu
konuda baskı yapabiliyorlar; çünkü, ailenin dağılmasından korkuyorlar. Bizim
sistemimiz buna bir alternatif sunmuyor…
Burada faile tedavi olma ve aileye de yeniden aile bütünlüğünü
kurma imkânı vermek lâzım. Şimdi, bizim Ceza Kanunumuzda bu aile bütünlüğüne
karşı suçlar, cinsel suçlar düzenlenirken önerildi, fakat bu kabul görmedi.
Sadece ceza hukukunda, sadece cezanın müeyyide olarak kullanılması bu tür
suçlarla, bu tür sosyal risklerle mücadele etmeye elverişli değil. Cezaevine
koydunuz adamı çocuğunu dövdüğü için yada tecavüzde bulunduğu için. Çıkınca ne
olacak? Aynı noktada herhangi bir şey değişmiş olmuyor onun yaşamı bakımından;
çünkü, şiddet gibi şeyler güdüsel şeyler. Cezaevine konmakla değişmiyor ve bu
tehdit aslında olayın ortaya çıkması bakımından da güçlükler yaratıyor. Eğer
bizim elimizde ceza hukukunda bir değişiklik yaparak böyle bir araç bulunsa, bu
tür suçların faillerine tedavi olma veya rehberlik almak suretiyle aile için
risk oluşturmayı ortadan kaldırma imkânım olsa o zaman mağdurlar da bunları
ortaya çıkarma konusunda daha fazla istekli hale gelebilirler. Bu nedenle de
bütün bu sürecin, yapılanmasının yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç olduğunu
düşünüyoruz biz uygulamada elde ettiğimiz pratikle. Birincisi, mağdurların
mutlaka hemen harekete geçirebilecekleri bir mekanizmanın olması lâzım. Bunun
içerisinde sosyal hizmetlerin ve çocuk polisinin ve hukukî yardım hizmetlerinin
beraber sunuluyor olması lâzım. Yani, telefonu açan kişi bu hizmeti hemen
verebilecek durumda olması gerekiyor. Böyle bir telefon hattıyla bir organize
olmuş bir yapıya ihtiyaç var. Ama, telefon hattı da yetmez. Çünkü, her çocuk
hemen ihbar edecek duruma gelemez. Onun için de tanıyıcı yetişkine ihtiyaç var.
O bakımdan da bu merkezlerin mutlaka yerel bazı insanlarla ilişkisinin olması
lâzım. Bunlar şunlar: Mesela, her okulda bir öğretmen –İngiliz modelinde var
bu- çocuk istismar ve ihmalinden sorunlu kişi olarak çalışıyor. Her hastanede
bir doktor bundan sorumlu kişi olarak çalışıyor. Böyle bir yapı aslında yeni
bir teşkilat filan kurmayı da gerektirmediği için çabuk gerçekleşecek bir şey.
Bu kişi o çocuk koruma merkeziyle bağlantılı çalışıyor ve daha kadın hamile
olup hastaneye muayeneye geldiği zaman kadın işsizse, kocası alkolikse, yani,
risk varsa daha o aşamada müdahale ediyor, diyor ki, siz o zaman alkol
tedavisine gideceksiniz, siz aile danışmanlığı alacaksınız...Bu aşamada daha
ortaya çıkmadan bu riski taşıyan aile eğer danışmanlığa yönlendirilirse risk
ortaya çıkmadan engelleme fırsatı bulacağız. Bizim elimizde bu mekanizma yok ve
bu mekanizma para harcamayı da gerektirmiyor, aslında mevcut içerisinde bir
yapılanmayı gerektiriyor.
…Çocuk koruma odaklı bir veri toplama
sisteminin oluşmasına ihtiyaç var. Bunda da mesela örnek alınabilecek bir yapı
olarak bizim araştırmalarımızda gördüğümüz Fransız modeli var. DİE benzeri bir
enstitü idarî yapımıza benzediği için kullanılabilir bir model. Çocuk odaklı
bir veri toplama sistemi ayrıca… Zaten veri toplanıyor; ama, bunun içinde
çocuklarla ilgili veriler çocuk odaklı bir yapıyla toplanıyor, öyle bir
formları var. Bu veri toplama sistemi olmadan da etkili bir hizmeti üretmeye
çok fazla imkân yok; yani, özellikle riskin doğmasından sonrasında; çünkü,
hazır olması lâzım o yerin. O tür riskler ortaya çıktığı zaman müdahale etmek
için, kaç tane elemana ihtiyaç var.
Bir diğer konu okullarda ve diğer
kurumlarda fiziksel cezanın engellenmesi için önlemlerin alınması.
Bir diğer önemli konu biraz önce sözünü
ettiğim soruşturmada yaşanan ikincil mağduriyetlerin önlenmesi; yani, CMK’da
çocukların özellikle cinsel suç mağduru oldukları durumlarda ve bütün suç
mağduru oldukları durumlara ilişkin çocuklara özel bir soruşturma modelinin
geliştirilmesine ihtiyaç var. Bunun başlangıcı yapıldı; ama, yeterli değil. Şu
anda öngörülmüş olan mekanizmalar onların defalarca olayı anlatmalarından
doğacak zararları, zorunlu muayeneyle doğacak ikincil mağduriyetleri önlemeye
elverişli değil. O yüzden usulün mutlaka değiştirilmesi gerekiyor. Çocuklar
bundan korktukları için de yolu kullanmayabiliyorlar bilgilendikleri zaman.
Bir diğer problem bu noktada basının
konuya yaklaşımı… çıkan olayların tamamında olayın basına yansıyış biçimi de
ayrıca bir istismar konusu haline gelmiş durumda. Yani, çocuk müdürü tarafından
tacize uğramış, müdürün kim olduğu belli, yüzü sadece gözleri kaldırılmış; ama,
bütün suratı belli ve okulu hangi okulu olduğu belli. ..Dolayısıyla, bu
şekliyle bizim çocukları korumamıza imkân yok. Bunlar hem bireysel olarak bu
çocuğu yeni tacizlere açık hale getiriyor hem de diğer çocuklara tabiî bu
süreçler konusunda korkutuyor. O yüzden mutlaka özel hayata saygı konusunda
gereğinin yapılması lâzım. Bunun için aslında yasalar –cezalar yeterli mi
yetersiz mi tartışılır; ama, ben kişisel olarak cezanın ağırlığının,
hafifliğinin caydırıcılık üzerindeki etkisinin çok daha hafif, az bir şey
olduğunu düşünüyorum. Ceza üzerinden çözmeye çalışmanın çok elverişli bir araç
olmadığını düşünüyorum. Daha çok
aslında yasaların işletilmesine bakmak lâzım. Mesela, bu olaylarda, basında
çıkan olaylar bunlarla ilgili hiçbir soruşturma açılmıyor. Ne kadar ceza
verildiğinin önemi yok. Soruşturma açılması bile önemli. Çünkü, bir hak ihlali,
yasak ihlal ediyor; çünkü, Basın Kanunu
yasaklamış bu yayınların yapılmasını. Bunun üzerine gitmek gerekir diye
düşünüyorum.
Bu töre cinayetleri konusunda gene usulden
kaynaklanan problemlere kısaca değinmek istiyorum. Şimdi, şöyle bir açmaz
içerisindeymişiz gibi değerlendiriliyor. Çocuklar töre cinayetlerinde hem fail
hem mağdur olarak karşımıza çıkıyorlar. Fail olarak karşımıza çıkma riski
nedeniyle de deniyor ki, eğer ceza hukukunun etkili bir müdahalesi ve
müeyyidesi olmaz ise bu çocuklar daha fazla töre cinayetlerinde
kullanılacaklar. Bu aslında çocukların genel olarak kanunla ihtilaf haline
düştükleri durumlara ilişkin bütün haklarıyla ilgili her tartışmada önlerini
kesen bir konu. Hemen bu getirilip söyleniyor. Her şey konuşulurken bu
söyleniyor. Ama, hepsinden bağımsız bu açıdan baktığımızda şimdi diyelim ki,
adam öldürme suçu işlemiş çocuğa daha fazla verilecek. Ne kadar fazla
verebiliriz? Her durumda yetişkinden az vereceğimize göre, bu çocuklar her
zaman bu suçu işleme riski altındalar demektir. ”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Av. Şenal
Sarıhan (Cumhuriyet Kadınları Derneği Gn. Başkanı)
“
töre ve namus cinayetleri diye bir ayrımın doğru bir ayrım olmadığı
inancındayım.. Töre ve namus kavramlarının özünde genel başlığın, üst
başlığının namus cinayetleri olduğuna inanıyorum. Çünkü, töre cinayeti diye
tanımlanan ve bir sosyolojik olgu olarak ifade edilen, daha çok ülkemizin
kırsal alanındaki namus gerekçesiyle işlenmiş cinayetleri konu alan
öldürümlerin de kentlerde -kent demek belki yanlış, kent, kasaba, yurtdışında
yaşayan yurttaşlarımızın bulundukları bölgelerde- işlenen cinayetlerin de bu
tarzdaki ana başlığının namus olduğu görüşündeyim. Hangi nedenle namus adı
altında konulmasının doğru olduğu yolundaki düşüncemi de ifade etmeye
çalışacağım. Burada bulunan bazı arkadaşlarımızın bildikleri gibi, özellikle
TCK çalışması süresince kadınların birinci talebi, namus cinayetlerinin
“nitelikli adam öldürme” başlığı altında yer alması ve ağır bir yaptırıma
bağlanması idi. Buradaki ağır yaptırım, kadınların kendilerine yönelik bir
suçta daha fazla ceza istemeleri, bir öç alma mantığının değil, aksine,
caydırıcılığı artırmak ve bu suçu ortadan kaldırma isteklerinin bir
yansımasıdır…
…bugün hâlâ elimizde bulunan Türk Ceza
Yasası “nitelikli adam öldürme” başlığı altında sadece töre cinayetlerini
ağırlaştırıcı eylemler olarak kabul etmiş görünüyor. Fakat, ciddî bir de
çelişki var Türk Ceza Yasasının içinde. “Haksız tahrik” isimli bölümün
başlığını dikkatle okuduğumuzda - “namus-töre” kavramı geçiyor. Bu, yasa
koyucunun namus ve töre kavramını özünde birlikte algıladığının da bir
yansımasıdır. Bu sebeple, biz avukatlar olarak bu yasanın uygulanmasında böyle
bir noktadan hareket edeceğiz. Böyle bir kararlılığımız var. Yani, her ne kadar
“nitelikli adam öldürme” başlığı altında “töre cinayeti” diyorsa da, haksız
tahrikle ilgili düzenlemede, yani, yasanın geneli içinde namus cinayeti ya da
töre cinayeti eşittir gibi bir kavramla kabul edilmiş olması karşısında bu
istemleri sürdürmeye ve yerleştirmeye çalışacağız. Ama, tabiî ki bu yan bir
çalışma. Bu sebeple, henüz çok taze olan ve bence çok kıymetli olan… Çünkü,
Türk Ceza Yasasında gerçekten kadınlar lehine çok önemli kazanımlar oldu.
Namus cinayeti ya da töre cinayeti diye
ifade ettiğimiz cinayet, bence, kadına yönelik şiddetin doruk noktasıdır.
Çünkü, doğrudan doğruya yaşam hakkının ihlali niteliği taşımaktadır.
İkinci sırada, şiddetin önlenmesi
konusunda Türk Ceza Yasamızda belki bizim de sorumluluğumuz altında -yani,
kadın hareketini ifade ederek söylüyorum ve kadın hukukçuları ifade ederek
söylüyorum- üzerinde durmadığımız bir nokta, aile içi şiddetin özünde işkence
ya da eziyet olarak gündelik yaşam içinde yansıdığı ve bu işkence ya da
eziyetin Türk Ceza Yasasındaki kavramlara atıfla söylüyorum, benim kendi
değerlendirmem bunların tümünün işkence niteliği taşıdığı noktasındadır. Bu
konudaki yasal düzenlemelere yeterli müdahalede bulunamadığımız ve bu
müdahalelerin eksik kaldığı noktasıdır. Nedir
bu; örneğin, işkenceyle ilgili madde 94, madde 96 ve 97. Birincisi
işkence, ikincisi neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence, üçüncüsü de eziyet.
… 94 ve 97 inci maddelerimiz arasında TCK
94 ve 96 ncı maddeler arasında önemli bir çelişki vardır; çünkü, eziyet başlığı
altında yer alan 96 ncı madde aynen şunları söylüyor: Sistemli, sürekli, insan
onuruyla bağdaşmayan bedensel ve ruhsal yaralama, eziyet diye ifade ediliyor.
Aynı tanım yukarıda işkence başlıklı 94 üncü maddede de açıkça yer alıyor.
Bu tanımın aile içi ve aile bireyleri
karşısındaki neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış 96’da böyle bir tanımlama var;
ama, bu tanımlama aile içi şiddeti ya da bireyler arasındaki şiddeti ifade
etmediği için kamu görevlileriyle sınırlı koyduğu için herhangi bir çözüm
getirmemiş oluyor. Bu konuda net ve somut yeni bir düzenlemeye gereksinim
olduğu inancındayım.
Bunun dışında 84 üncü madde, intihar
başlığını taşıyan maddede yine ciddî
bir problem var. Hepimiz daha önce örneklerini dinlediniz, onun için bunları yinelemek istemiyorum; ama, başka
bir öldürüm yolu da bir cinayet değil;
ama, ne; bireyin kendi yaşamına kendisinin son vermesi; yani, intihar diye
ifade ettiğimiz, anımsayacaksınız Siirt ve Urfa bölgesinde çok yaygın
intiharlara rastlandı. Aramalar sonucu bunların özellikle cinsel saldırıya
dayalı intiharlar olmadığı ifade edildi. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum.
… 84 üncü maddeye mutlaka namus koruma ya
da kadına yönelik ayırımcılık ve şiddet sonucu intihara sürüklenmiş olmasıyla
ilgili ağırlaştırıcı bir maddeyi koymamız gerektiği inancındayım.
…Sorunlu diye gördüğüm maddelerden bir
diğeri Türk Ceza Yasamızdaki yeni düzenlemede çocuk düşürtmeyle ilgili maddeye
de bir özel ek gelmesi gerektiği inancındayım; çünkü, çocuk düşürtme fiilleri
çoğu zaman genel olarak gayrimeşru bir ilişki sonucu elde edildiği iddia edilen
çocukların aldırılması, düşürtülmesi konusunda çok yaygın bir uygulama vardır
ve bu uygulamaların sonucunda esas olarak da olaylar ölümle de
sonuçlanmaktadır; yani, sadece çocuk düşmez, çocuk kaybolmaz, kötü müdahaleler,
tıp dışı müdahaleler olduğu için annenin yaşamını kaybetmesi gibi bir durum
da söz konusudur. Özellikle namus
temizleme gerekçesiyle çocuk aldırma fiilleri konusunda da ağırlaştırıcı bir
düzenlemenin olmasının bir önleyici nitelik taşıyacağı inancındayım.
Diğer bir nokta, Türk Ceza Yasasında
önemli problem, 232 nci madde de var.
Bu kötü muamele başlıklı madde, kötü muamele 4320 sayılı Yasayla biraz eşdeşlik
ifade ediyor; fakat, tam anlamıyla kötü
muameleden kastın ne olduğu konusunda gerekçede iyi bir tanımlamanın olmadığı,
yeterli bir tanımlamanın olmadığı ve gerekçenin kötü muameleyi karşılamadığı
inancındayım.
…Başka bir sorunlu maddenin ayırımcılıkla
ilgili maddesi: ayırımcılıkla ilgili madde gerçekten kadını sadece iş yaşamı
önünde ve alışverişte ayırımcılıktan koruyacak nitelik gösteriyor. Eğer bu
konudaki ayırımcılığı iyi tanımlamaz ve bütün bireyler arasındaki ayırımcılığın
yasada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde tanımlandığı biçimde ifade edilmesi
konusunda yasamıza bir değerlendirme getirmezsek; kadına sıra vermedi, işte,
ekmek alıyordu, erkek öne geçti; bu bir ayırımcılık suçu olabilecek ya da işte
sen kadınsın sırada bekleyebilirsin;
ama, erkeğin acele işi var. Bu bir ayırımcılık olabilecek.
Ayrıca, genital muayene konusundaki
düzenleme kesinlikle cinsel suçların araştırılmasına katkı sunacak bir
düzenleme değildir.
Çocukların veya kadınların bu genital
muayene sebebiyle yeni bir travmayla karşılaşmamaları için genital muayenede
aydınlatılmış onamın aranması gerektiği, hiç olmazsa bu biçimiyle yasal
düzenlemenin yapılması gerektiği yolundaki önerimiz ne yazık ki, aydınlatılmış
onamdan uzaklaşarak kabul edilmiş oldu. Bu haliyle bir travma yaratmış olması; ikincisi de,
gerçekten kanıtlara bu yolla ulaşmanın tek yol olmadığı gerçeği nedeniyle terk
edilmek zorundadır inancındayız.”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
7-
07.12.2005 tarihli toplantı
Zahit Akman
(RTÜK Başkanı)
Töre ve namus cinayetleri, gerek ülkemizde
gerekse dünyada, kadına karşı uygulanan şiddetin en uç noktasıdır. Töre ve
namus cinayetleri, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları ve Ana
Hürriyetleri Koruma Sözleşmesiyle, Kadına Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesine de aykırıdır.
Töre ve namus cinayetlerini önleme
konusunda atılacak en etkili adımlar, eğitim düzeyini yükseltmek ve toplumda
şiddetle mücadele etme bilincini yaygınlaştırmaktır. Bu bakımdan, genel olarak,
nerede uygulanırsa uygulansın, hangi kesime -kadın, çocuk, genç, yaşlı, erkek-
yönelik olursa olsun, tüm şiddet türlerine -sözel, duygusal, fiziksel- geniş
kapsamlı bir karşı kampanya yürütülmesinin etkili olacağı düşünülmektedir.
Değerli üyeler, toplumun şiddete
duyarlılığının artırılması ve şiddetle mücadele bilincinin yaygınlaştırılması
bağlamında en önemli kitle iletişim aracının televizyon olduğu bir gerçektir.
Televizyon, değişik yaş, meslek ve cinsiyet gruplarında, zevkleri ve sosyal
konumları birbirinden büyük farklılıklar gösteren, her kesimden izleyiciye yönelik
programlar sunan, kolay ulaşılabilirliği ve mesajlarının kolay
anlaşılabilirliği nedeniyle etki itibariyle en güçlü kitle iletişim
araçlarıdır.
Programlarda şiddetin bir davranış biçimi
olarak genel kabul görmesini sağlayacak motiflerden kaçınılması, yayın
kuruluşlarının da en önemli uyması gereken sorumluluklarından biridir.
Ancak, yaşamın bir aynası olan
televizyonu, sadece yasal yaptırımlarla tamamen şiddetten arındırmak neredeyse
imkânsız olduğundan, burada, bireysel ve toplumsal sorumluluklardan söz etmek
kaçınılmaz olmaktadır. Sorun, yasal düzenlemelerin yanı sıra, her kesimin,
kurumun ve sektörün konu hakkında duyarlılık göstermesini ve toplumsal
sorumluluklarını yerine getirmesini gerektirmektedir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, yasal
düzenlemelerin uygulamalarla desteklenmesinin, kamu yönetiminin, sektör
temsilcilerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve bireylerin işbirliği içinde
çalışmalarıyla mümkün olabileceği ve şiddete karşı toplumsal duyarlılığın
geliştirilmesi için de öncelikle eğitim olanaklarının artırılması gerektiği
inancındadır. Aynı zamanda, kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanlığımız
koordinatörlüğünde kurulan Şiddeti Önleme Platformunun da üyesi olan Üst
Kurulumuz, konuya dikkat çekilmesine ve medya çalışanlarında şiddete karşı duyarlılığın
artırılmasına yönelik bir ilk adım olarak, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü ve
25 Kasım Kadına Karşı Şiddete Uluslararası Mücadele Günü münasebetiyle
geçtiğimiz yıllarda duyurular yayınlamıştır.
Bu duyurularda, şiddetin yaygın bir
problem olarak yaşamın her alanında karşımıza çıktığı, dolayısıyla,
televizyonun da konusu olduğu vurgulanmış, gerçek hayattan medyaya yansıyan ve
her gün dozajı artan şiddet öykülerinin şiddeti meşrulaştırdığı ve
izleyicilerin duyarsızlaştırıldığı belirtilmiştir. Ülkemizde, özellikle çocuk
izleyicilerin televizyon izleme sürelerine atıf yapılarak, her türlü şiddet ve
özellikle aile içi şiddeti konu alan haber ve görüntülerin hak ettiği
duyarlılıkla verilmesi, sağlıklı analizlerin yapılmasına özen gösterilmesi
istenmiştir. Bu tür haberleri onaylayıcı, meşrulaştırıcı, hoşgörülü her türlü
tanım ve yaklaşımdan kaçınarak, şiddetin bireysel ve toplumsal hayatımızda
yaratacağı tahribatın her fırsatta gözler önüne serilmesinin önemi
vurgulanmıştır.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, şiddet
içeren yayınlarla mücadele aşamasında, yayın kuruluşlarının yöneticilerinin
şiddete duyarlılıklarının artırılmasının yanı sıra, televizyon izleyicilerinin
de şiddete duyarlılıklarının artırılmasına yönelik olarak Şiddeti Önleme
Platformuna, okullarda medya okur-yazarlığı eğitimi verilmesi önerisini
sunmuştur. Bu önerinin hayata geçmesi halinde, şiddet içerikli yayınlar
karşısında dezavantajlı konumda olan çocuklara ve gençlere gerekli bilgilerin
verilmesi, program seçiciliklerinin artırılması ve zararlı yayın içeriğinden en
üst düzeyde korunmalarının sağlanması hedeflenmektedir.
Bu konuda bir başka çalışmamız da, akıllı
işaretler isimli koruyucu sembol sistemidir. Çocukların ve gençlerin zararlı
yayınlardan korunmalarına, televizyon programları arasında bilinçli seçimler
yapmalarına, anne babaların kitle iletişim araçlarının zararlı içeriklerden
küçükleri koruma çabalarını desteklenmelerine yönelik olarak geliştirilen
akıllı işaretler, koruyucu sembol sistemiyle ilgili çalışmalar son aşamaya gelmiştir.
3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin (b) bendiyle, toplumu
şiddete, teröre, etnik ayırımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din,
mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda
nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi, (s) bendiyle program
hizmetlerinin bütün unsurlarının, insan onuruna ve temel insan haklarına
saygılı olması, (u) bendiyle kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara
karşı şiddetin ve ayırımcılığın teşvik edilmemesi ve (v) bendiyle de yayınların
şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı
nitelikte olmaması öngörülmektedir.
Ayrıca, söz konusu yasaya dayanılarak
çıkarılmış olan Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında
Yönetmelikte de yayınların şiddet içermeyeceğine ilişkin açık hükümler
bulunmaktadır. Yönetmeliğin 5 inci maddesinin (s) bendiyle, “program
hizmetlerinin bütün unsurları, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olmalıdır.
İnsanların ölüm anları ve benzeri durumlar, duygu sömürüsüne yol açacak şekilde
verilmemelidir. Yayınlarda sebepsiz korkular ve çelişkili duygular yaratacak,
kaderciliğe veya intihara yönlendirecek unsurlara yer verilmemelidir” hükmü,
(t) bendiyle “cinsel duyguları sömürmeye yönelik, bireyleri cinsel meta olarak
gösteren, insan bedenini cinsel tahrik unsuruna indirgeyen, toplumsal yaşam
alanı içinde sergilenemeyecek mahrem söz ve davranışlar içeren yayınlar
yapılmamalıdır” hükmü, (u) bendiyle “kadınlara, güçsüzlere ve çocuklara karşı
her türlü ayırımcılık, fiziksel ve psikolojik şiddet teşvik edilmemelidir. Aile
içi şiddet, dayak, cinsel taciz, tecavüz gibi konuları meşrulaştırıcı,
hafifletici ve kışkırtıcı, toplumsal hayatta ve aile içinde bireyler arasında
eşitsizliği onaylayan, kadının rıza, onay ve teslimiyet hakkı ve isteklerini
yok sayan yayın yapılmamalıdır. Çocukların fiziksel ve duygusal veya cinsel
istismarı ya da çocuk emeğinin sömürüsü özendirilmemelidir. Yayınlarda
insanların bedensel ve zihinsel engelleriyle ilgili duyarlılıkları dikkate
alınmalı, engelli izleyicilerin yayınları izlemelerini sağlamak amacıyla işaret
dili, altyazı ve gerekli düzenlemelerin yapılmasına özen gösterilmelidir.
Hayvanlara karşı şiddet içeren görüntüler hiçbir şekilde yayınlanmamalıdır”
hükmü yer almaktadır.
Yayın ilkelerinin ihlali halinde, ihlal
yapan kuruluşa, 3984 sayılı Yasanın 33 üncü maddesi gereğince, Üst Kurulca
uyarı, özür dileme, program durdurma ve para cezası müeyyideleri
uygulanmaktadır. Sözü edilen yayın ilkelerinin ihlal edilmesi nedeniyle, yayın
kuruluşlarına müeyyide uygulanmasına yönelik çok sayıda Üst Kurul kararı
alınmaktadır. Bu bağlamda, 3984 sayılı Yasamızın 4 üncü maddesinin s, u ve z
bentleri kapsamında 131 müeyyide kararı alınmıştır. Bunların büyük bir kısmı
uygulanmış, bir kısmı da idarî yargı aşamasındadır.
Bilindiği gibi, 3984 sayılı Yasanın 33
üncü maddesine göre, yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın
kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum, kuruluşlarına Üst Kurulca
hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin
fiziksel ve ahlâkî gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele,
Türk dilini güzel kullanma ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır.
Söz konusu kanun hükmü kapsamında, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü
imkânları dahilinde hazırlattırılabilecek eğitim amaçlı belgesel ve drama
programlarının, yayını durdurulan programların yerine televizyonlarda
yayınlanması mümkündür.
Bunun dışında, eğitim ve kültür
programları kapsamında da bu tür eğitici programların, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun da onayı alındıktan sonra televizyonlarda yayınlanmalarının
sağlanması söz konusu olabilecektir...”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Kürşat
Özkök (TRT Televizyon Dairesi Başkan Yardımcısı)
“…Yayınların kirliliğinin temel
nedeni, reyting oranlarının doğru
yansıtılmaması.
Reyting oranlarının yansıtılmasına
gelindiğinde, Türkiye’de 18 188 132 hanelik Türkiye’nin sadece 2 bin hanesinde
yapılan ölçümlemeler reytingleri Türkiye’nin önüne koymakta, yani, Türkiye’nin
bir gerçeği gibi ya da Türkiye’nin tamamının seyircinin ölçümlenmesi gibi ifade
edilmekte.
Radyo Televizyon Üst Kurulu eğer reyting
ölçümlemelerini kendileri üstlenmezlerse, bugünkü problemlerin hiçbir tanesinin
çözümlenmeyeceğini ben ifade etmek istiyorum.
Reyting araştırmaları özel bir kuruluş
tarafından yapılıp ilan edilmesi ve reklam dağılımının neticesi Türkiye’yi bir
kaosa doğru götürmekte. Sadece ve sadece kadına yönelik şiddet değil, ailelerin
bireysel yapılanmalarını bozmaya yönelik
çalışmaları da siz bunların içerisinde görebilirsiniz. Nedeni de şu:
Bütün programcılar, televizyon ya da radyo programı üretenler böyle bir yarışın
içerisindeler. AGB denilen yurtdışı kaynaklı bir kuruluşun 2 000 denekli bir
ölçümlemesi. Türkiye 18 188 132 haneden oluşmakta. Bunlar ise 2 000 deneyin
neticesini bir Türkiye gerçeğiymiş gibi ortaya koymaktadırlar.
Peki, bu ölçümlemeler yapılmamalı mı;
hayır, bu ölçümlemeler yapılmalı; ama, bu ölçümlemeler bana göre RTÜK’ün bağımsız
bir üniversite denetimi tarafından denetlenerek yapılması neticesinde ortaya
çıkabilecek neticeleri elbette TRT’nin bir ferdi olarak biz de kabul
edebiliriz; ama, kişi başına düşen
millî gelirin en yüksek olduğu illeri baz alarak, tüketimin körüklenmesine
endekslenecek reklam tiplemeleri seçilerek yapılmış olan yayınlar hem Türk aile
yapısını hem örf ananelerini her gün çok daha fazla dejenere etmektedirler…”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Halis
Gökgöz (Kanal 7 Ankara Haber Müdürü)
“…Biz özel kanallar olarak reytinge önem
veriyoruz, bunu yadsımamamız gerekiyor. İzlenir programlar yapmak istiyoruz;
ama, TRT temsilcisinin söylediği gibi işte kadına yönelik bir saldırı, aile yapısına yönelik saldırıdan da
tam anlamıyla bahsetmenin doğru olmadığını düşünüyorum ben.
Reyting kaygısıyla, reytingle birlikte,
yani, izlenir programla birlikte… Ben Kanal 7’nin aslında reyting ile izlenir
programı birleştiren bir kanal olduğunu düşünüyorum; yani, özel kanallar içinde
şu anda en rahat konumda olan ve şu ana kadar RTÜK’ten bu konuda en az cezayı
alan, kadın programları konusunda hatta hiç ceza almayan bir kanal temsilcisi
olarak karşınızda duruyorum.
Zaten Kanal 7’nin kurumsal değerleri
arasında ilk planda toplumsal sorumluluk var ve toplumsal sorumluluğun da sonuna
kadar yerine getirilmesi var. Ancak ben şunu söylemek istiyorum; yani, yeterli
mi kanal 7’nin yaptıkları; çok yeterli olduğunu elbette ki düşünmüyorum; yani, burada az önce kadına
yönelik eğitim programlarından, çocuğa yönelik eğitim programlarından bahsedelim.
Aslında bunlar tabiî ayrıştırılabilir, televizyonculuğun temelinde bu var; ama,
aslında bütün aileye yönelik eğitimin ön plana çıkması gerekiyor. Ben buradan
hareketle şunu söylemek istiyorum, biz programlarımızı yaparken bir oto kontrol
sistemi uyguluyoruz. Öncelikle proje aşamasında bütün programlar sonuna kadar
denetleniyor; yani, proje onaylanmadan önce zaten belli bir süzgeçten
geçiyor...”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Banu Kılınç
(TGRT Program Müdürü)
“…TGRT, kadınlara yönelik yayınlar konusunda en uzun süreli yayını
yapan kanaldır diye düşünüyorum. Dört yıldır biz kadınlarla ilgili programlar
yapıyoruz. Kimi zaman eleştirildik, kimi zaman haklı bulunduk. Özellikle
“kadının sesi” formatının başladığı kanaldır TGRT...” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Mehmet
Akarca (Kanal D-Ankara Temsilcisi)
“…Şimdi, siz toplumun çok önde gelen
yaralarından bir tanesine parmak basmış durumdasınız. İşte düğünlerde silâh
atmaktan tutun, ne derece kötü olduğunu günümüzde daha bir görmeye başladık, bu
töre ve namus saikiyle işlenen cinayetler de bunlar gibi, yıllardan beri
Türkiye’nin kanayan yaraları. Çok uzun yıllardır bunlara el atılmamış, kimse
“bunları nasıl düzeltebiliriz” gibi bir gayretin içine girmemiş.
Töre ve namus uğruna işlenmiş cinayetleri
çok ekrana getirdik, çok haberlerini yaptık. Sosyologlar marifetiyle,
psikologlar aracılığıyla da bunların tahlillerini yaptık. Topluma yakışmayan
davranışlar olduğunu, mutlaka önlenmesi gerektiğini, hatta, bu konuda daha
ciddî yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini çok vurguladık ve son değişen
Türk Ceza Kanununda buna ilişkin bazı maddelerin değiştiğini sevinçle de
gördük.
Yayına çok sık gören kısa kliplerin çok
yararlı olduğunu ben gördüm. Birtakım ünlü insanlarımıza, ünlü
politikacılarımıza, ünlü devlet adamlarımıza birtakım klipler yaptırılabilir.
Bu kliplerin senaryolarını sizler kontrol edip onay verebilirsiniz. Çok da
yararlı olur. Daha sonra da bunların çekimi yapılır. Bunların televizyonlarda
-RTÜK aracılığıyla özellikle- sık sık tekrarlanması istenebilir ve bunların çok
faydalı olduğunu düşündüğümü tekrar ifade etmek istiyorum. Bu bir acil önlem
olabilir. Yani, evin içindeki şiddetin ne derece kötü olduğu, töre uğruna
işlenen bir cinayetin artık çağımızda zemin bulmaması lâzım geldiği, Avrupa
Birliği kapısına gelmiş bir Türkiye’de birçok şeyin değişmesi lâzım geldiği
yolunda mesajlar verilebilir. Bunlar yapılabilir.
Birtakım kanallarda eğer bunu teşvik eden,
hoş gösteren, makul karşılayan diziler, programlar varsa bunların
yapımcılarıyla, televizyon yöneticileriyle tekrar konuşulup, bunları
düzeltmesi, toplumu yanlış bir yere sürüklediği yolunda mesajlar vermesi
yararlı olabilir...”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Yavuz Oğhan
(CNN Türk Haber Müdürü)
“…CNN Türk olarak, haber kanalı olarak bu
konularda dizilerdeki şiddet meselesi bizi çok fazla ilgilendirmediği için
sadece yapmaya çalıştığımızı, zihniyetimizi, kampanyalarımızı söyleriz diye
düşünerek buradayım.
Cidden bu meseleye CNN Türk olarak misyon
edinmiş bir kuruluş CNN Türk. Hürriyet ile birlikte ortak bir kampanyası var:
Aile İçi Şiddete Son diye. Bu kampanyayı mümkün olduğu kadar haberlerde diline
dahi özen göstererek kullanmaya çalışıyoruz. Birkaç örnek de vereceğim size,
eğer vakit olursa.
Türk Ceza Yasasının Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görüşülmesi sürecinde başlayan bir hassasiyettir bu. Aslında Gül
Dünya Töre’nin öldürülmesinden sonra başlatılan kampanyalar, kadın
dernekleriyle ortak hareketler ile gündeme geldi. Türk Ceza Yasasında töre
cinayetlerinin ve aile içi şiddetin tam olarak tanımlanması, kadın
derneklerinin taleplerinin oraya yansıtılması için bir misyon da edindik.
Sanıyorum bir miktar da başarılı oldu.
Yayınlarda neler yapıyoruz; mümkün olduğu
kadar haber dilinde insanların normal görmelerinin önüne geçmeye çalışıyoruz,
aile içi şiddeti. Klasik bir deyim vardır: Karı-koca arasına girilmez diye;
biz, girilebilir noktasında olmaya çalışıyoruz. Ne olursa olsun, o yuva
bozulmasın gibi bir anlayış var. Ama bizdeki anlayış biraz farklı: O yuva
medeni şartlarda devam etsin biçiminde. Bunun için de, biz haberlerimizde
bunlara özen gösteriyoruz.
Töre cinayetleri ayrı, aile içi şiddet
ayrı. Belki bizde biraz kadın çalışanın fazlalığından, haber koordinatörümüzün
kadın olmasından, kadınların hassasiyeti çünkü bu konularda daha fazla, bu konu
önemli hale geldi, onu söyleyebilirim.
Gül Dünya Töre’nin bir belgeseli yayındı.
Bizde çok geniş yer alan medya kuruluşlarından birisi, onun da ismi “Hepsi
Birer Gül Dünyaydı” Dönemsel olarak hâlâ belgeseller bulup, hazırlatıp,
yayınlatmak üzere.
Aile içi şiddet konusunda yapılan açık
oturumlar var bizim televizyonumuzda. Herhalde en fazla yer ayrılan konulardan
birisidir.
Türkiye nüfus ve sağlık araştırması bir
araştırma yapıyor; kadınların yüzde 39’u yemeğin yakılması, eşe karşılık
verilmesi, paranın lüzumsuz yere harcanması, çocukların ihmal edilmesi
durumlarında kendilerine dayak atılmasını normal karşılıyorlar. Bir de böyle
bir ülkede haber yapıyoruz…”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Kerem
Kırçuval (Show TV Ankara Temsilcisi)
“…Şimdi, her şeyden önce sadece Show TV
değil, TRT dışındaki bütün televizyon yayın kuruluşlarının özel birer ve kâr
amaçlı birer şirket olduğunu söyleyerek başlamak isterim.
Herkesin tabiî öncelikle dikkate alacağı
kadın programları ya da kadınla ilgili haberler bize beklendiğinden daha fazla
etki yaratıyor.
Haber bültenimizde de, kadın, çocuk
konuları önemli bir yer tutuyor…Bu tür programların elbette jakoben olmayan;
ama, bir düzene kavuşturulmasından yanayım; ama, asla şu şu sınırlar diyerek
insanların sesini kesmemeliyiz. Bırakalım insanlar konuşsun, dertlerini
anlatsınlar. Biz o dertlerden sonra doğabilecek şiddet olaylarına karşı önlem
almayı tartışalım; yani, bir kadın başına gelenleri anlatıyor, sonra bir aile
mahkemesi kuruluyor ve kadın öldürülüyor. Buna şöyle bakarsak bence yanılırız:
Kadın anlattığı için ya da bu program olduğu için bu kadın öldürüldü; hayır. O
olay deşifre olduğu için kadın öldürülüyor…bu programlar sayesinde bu olaylar
deşifre oluyor. Keşke olmasaydı, keşke yaşanmasaydı birtakım başka şiddet
olayları; ama, bence biz o deşifre olduğu zaman o kadını korumaya almalıydık
düzen olarak, devlet olarak, sistem olarak. Bence bu programlara, elbette
dediğiniz gibi, birtakım bilimsel, sosyologlar, psikologlar vesaire
destekleriyle belli ilkeleri yerleştirmek mümkün, daha da geliştirilmesi
mümkün; ama, o programlar neden oluyor
demek bence haksızlık oluyor bu programlara.
Çok okumayan bir toplumuz, eğitimde de üç
yıl ortalamamız var ve televizyonlar bu konuda çok önemli bir araç…”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
8-
12.12.2005 tarihli toplantı
Lila
Pieters (UNICEF Temsilcisi)
“Çocuk haklarına dair sözleşmenin kabulünden bu yana, ki, bu
sözleşme hem çocuğa ve kadına karşı şiddet konusunda birçok madde içeriyor ve de bu sözleşmenin kabulünde UNICEF’in
büyük bir desteği olmuştur; kabulünden bu yana UNICEF çalışmalarını sürdürüyor;
yani, bu demektir ki, en az yirmi senedir bu konuda aktif olarak çalışıyor.
…Kadına ve çocuğa şiddet denilince de
zaten kadın dediğimiz zaman genelde 18 yaş altı kadınları da kapsadığı için,
bizim de çok kendi ilgi alanımızda ve bu 18 yaş altı kız çocukları da genelde
zorla evlendirilmiş çocuklar oluyorlar. Tabiî bu savunu çalışmaları kapsamında
birçok araştırma yapılıyor ve bu araştırmalar kadına ve çocuğa yönelik şiddetin
çeşitleri üzerinde yoğunlaşıyor. Çeşitlerden en önemlisi aile içi şiddet bir
diğeri namus cinayetleri ve bu sadece Türkiye’de bir sorun değil, birçok ülkede
namus adına işlenen cinayetler sorun. Özellikle tarım toplumundan endüstri
toplumuna geçiş ülkelerinde, bu iki grup arasındaki çatışmaların yoğun olduğu
ülkelerde bu ciddî bir sorun.
Bu araştırmaların bir başka gösterdiği şey
de bize, aslında, namus adına işlenen cinayetlerin daha çok feodal geçmişi olan
toplumlarda olduğu, binlerce yıllık feodal geçmişi olan toplumlarda daha öyle
bir arasında bağ görüyoruz ve de aslında, bu cinayetlerin dinle ya da etnik
özelliklerle alakası olmadığı, fakat, feodal yapıyla daha çok alakası olduğunu
görüyoruz; yani, dinle bir alakası ya da etnik düzenle bir alakası yok.
Bir diğer önemli konu da çocuk evliliği.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir şey var; erken evlilik demiyorum, çocuk
evliliği diyorum; çünkü, bunun altının çizilmesi gerekiyor. Çocuk evliliği
derken, 18 yaşın altında ve zorla evlendirilmiş kızlardan bahsediyorum; çünkü,
bu birçok ülkede de problem. Her ne kadar mevzuat bunu yasaklasa da ya da 18 yaşın altında evleniyorsanız eğer
çocuğun da görüşünün alınması, 18 yaşın altında evlenecek olan kişinin de
görüşünün alınması gerekliliği mevzuat içerisine konulmuşsa da –ki, bu birçok
ülkede var- zengin fakir fark etmiyor, birçok ülkede çocuk evliliği hâlâ ve de
görüşleri, çocuğun onayı alınmadan yapılan, zorla yapılan çocuk evlilikleri
hâlâ bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Bir diğer şiddet türü, tabiî ki, tecavüz
ve öncelikle, ben, Türk Hükümetini bu konuda kutlamak istiyorum; çünkü, evlilik
içi tecavüz yasada suç olarak kabul edildi Türkiye’de ve bu birçok ülkede,
Avrupa’daki ülkeler dahil olmak üzere birçok ülkede bu şekilde mevzuata
yansımamıştır. Bu konuda tebriklerimi sunmak istiyorum.
Bir diğer şiddet türü de, tabiî ki,
aslında devletlerin uyguladığı şiddet türü çocuğa ve kadına karşı. Devletin
kendi elindeki gücünü kullanarak uyguladığı, örneğin, kurumlarda kalan
kadınlara ve çocuklara karşı ya da örneğin, tutukevlerinde, hapishanelerde
kalan, kadın koğuşlarında kalanlara, oradaki üniformalı çalışanların
güçlerinden elde ederek yaptıkları -bu fiziksel olabilir, duygusal olabilir ya
da cinsel olabilir- şiddet söz konusu.
Aslında, bütün bu şiddetin sebebi,
cinsiyetler arasındaki eşitsizlik olarak çıkıyor karşımıza. Bu, ekonomik alanda
olabilir, sosyal alanda olabilir ya da politik alanda olabilir. Tüm bu
alanlardaki cinsiyetler arasındaki eşitsizlik bu şiddetin sebebini oluşturuyor.
Örneğin, sosyal alana baktığımız zaman,
eğer bir kadın okula gitmiyorsa, bu kadından, biz, birinci olarak haklarını
bilmesini, ikinci olarak kendi haklarını ve çocuklarının haklarını nasıl
koruyacağını bilmesini nasıl bekleriz eğer okula gitmiyorsa bu kadın?
Bu eğitim konusunda Türkiye’de ciddî bir
hareket ve ciddî bir akım var; fakat, çok üzgünüm ki, kızlar okula gidiyorlar,
evet, ama, okulda kalmıyorlar. Eğer biz bu şiddetin önüne geçmek istiyorsak, en
önemli yapmamız gereken şeylerden bir tanesi, kız çocuklarının özellikle okula
sadece gitmelerini değil, okulda kalmalarını ve okulu bitirmelerini sağlamamız;
çünkü, Türkiye’de görüyoruz ki, aslında, kız çocuklarının bir kısmı 10 yaş
civarında okulu bırakmak zorunda kalıyorlar ve bunun sebeplerini biliyoruz.
Sizlerden en büyük ricam bu aslında;
lütfen, bunu da bir rica olarak, bir istek olarak kabul edin. Bu konuda sıfır
tolerans göstermemiz gerekiyor eğer Türkiye Anayasasında kadın ve erkek eşit
olarak yazılmış ise, hakikaten eşit olabilmelerini sağlamak için kız
çocuklarının da okullara gitmelerini ve okullarını bitirmeleri gerekmektedir.
Eğer Türkiye bu konuda bir çözüm bulabilirse, diğer bu konuda sorunu olan
ülkelerin de önünü açacaktır.
Bir diğer sosyal olguya bakarsak, ülkeler
modernleştikçe aileler arasındaki aile sorunları, aile çatışmaları daha fazla
görülmeye başlıyor. Özellikle ergen çocuklar ve aileleri arasındaki, anneleri
ve babaları arasındaki çatışmalar yoğunlaşıyor. Bu çatışmalar özellikle de
eğitimsiz ailelerde görülüyor, eğitimsiz aileler ve onların ergen çocukları arasında
görünüyor. Bu çatışmalar sonucunda, babalar dışarı çıkmak isteyen kızlarına
eğer karşılarsa, bu şiddeti artırabiliyor.
Bu konuda önemli olan bir başka şeye de
buradan yola çıkarak değinmek isterim. Modernizasyon sürecindeki ülkelerde
özellikle anne baba eğitimine verilmesi gereken önem. Anne baba eğitim
programları hazırlanmalıdır.
Politik düzeyde bakarsak olaya, eğer sizin
Parlamentonuzda az sayıda kadın var ise, bu Parlamentonun nasıl kadın dostu
mevzuat ve bu konuda kadın dostu politikalar üretebileceğini düşünebilirsiniz
ki...
Mevzuat konusuna dönecek olursak, bu konuda, örneğin, Türkiye’de, sonuçta,
yasalar düzeyinde, Anayasa düzeyinde ve Medenî Kanun düzeyinde, kadın ve erkek
arasındaki eşitliği ele alırsak eğer, böyle bir eşitlik var, mevzuat olarak bir
açık yok; fakat, bu mevzuatın uygulanması ve bir davranış ve tutum
değişikliğine yol açması açısından belki bir şeyler daha yapılması gerekiyor.
Burada bir kampanya yapılması önemli bir adım olabilir bu konuda ve de bir
başka diğer husus da, adalet sisteminde özellikle görevlilerin, kadın ve erkek
eşiti bu yasada gördüğümüz kadın erkek eşitliğinin uygulamaya da konulabilmesi
konusunda eğitilmeleri ve bilinçlerinin artırılması önemli bir konu.
UNICEF, sadece UNICEF de değil birçok
organizasyon, aslında, birçok ülkede bu tür kampanyalar düzenlediler; fakat,
görülen o ki, eğer bu kampanyaların lideri, aslında, o ülkenin önde gelen
liderleri değilse ve de erkekler bu konuda yeterince işin içine dahil
değillerse, pek başarılı olamıyor; yani, bu konuda erkeklerin katkısına,
erkeklerin bu işin başında olmasına kesinlikle ihtiyaç var.
Tabiî, en önemli ve de en fazla etkisi
olan şiddet türlerinden bir tanesi de aile içi şiddet; çünkü, aile içi şiddet,
çocukların en çok zarar gördüğü şiddet türü. Çocukların her türlü olandaki
gelişimlerini negatif olarak etkileyen bir faktör ve çocuğa karşı olan şiddet,
genelde anne hamileyken başlıyor. Çocuk annenin rahmindeyken daha şiddetle
tanışıyor ve bundan sonrasında da şiddete maruz kalıyor.
Yine, araştırmalar gösteriyor ki, aslında,
bir çocuğun aile içi şiddetten etkilenmesi için babasının annesine uyguladığı
şiddeti her gün görmesine gerek yok. Bunu yılda bir bile görse böyle bir şeyi,
bu çocuk bundan etkileniyor; çünkü, bu tür bir şiddet bir kadına uygulanabilecek
en aşağılayıcı davranış biçimlerinden bir tanesi. Bu yüzden, eğer çocuk,
sıklığı önemli değil, karşısında böyle bir rol modeli görüyorsa, bu onun bütün
ondan sonraki hayatını etkileyen bir faktör oluyor.
…Her şeyden önce, çocukların hiçbir zaman,
aslında, mahkemeye çıkarılmaması, yani, mahkeme salonuna dahi sokulmamaları
gerekiyor. Bu, aile içi şiddetin önlenmesi konusunda en önemli şeylerden bir
tanesi; çocukların mahkemede olmamaları gerekiyor. Çocukların hiçbir zaman
soruşturmaya maruz kalmamaları gerekiyor. Yani, bir savcıyla, bir hâkimle, bir
avukatla, bu tip bir ortamda, öyle bir ortama sokulmamaları gerekiyor ve
çocukların yanında güvenebileceği bir kişiyle beraber, bu bir arkadaş olabilir,
kardeş olabilir, her kimse, çocukların kendilerini güvende hissedecekleri
birisiyle beraber bir konuşma ortamı yaratılmalı ve bu ortamda mutlaka bu
konuda eğitilmiş, çocuğa soru sorma konusunda değişik teknikleri bilen bir
sosyal hizmet uzmanının eşliğinde yapılmalıdır. Çocuk tecavüze mi uğradı,
ensest ilişki mağduru mu oldu? Bu konularda konuşmasını sağlayacak ve bu konuda
nasıl soru sorulacağını bilecek bir deneyimli sosyal hizmet uzmanıyla beraber
yapılması gerekiyor ve bunu sadece çocuktan bilgiyi toplamak amacıyla sadece
bir defaya mahsus olmak üzere yapmak gerekiyor ve bu yapılan görüşmenin de
gerekiyorsa video kaydının alınması; fakat, video kaydı alınıyorsa da eğer
bunun çocuğun görebileceği bir şekilde değil, çünkü dikkatinin dağılmasına
neden olur, göremeyeceği bir şekilde video kaydının alınması ve sadece ve
sadece bir kere yapılması gerekiyor. Bu görüşmeyi yapmadan önce de çocuğa bunun
çok iyi ona anlatılması gerekiyor ve neden bir kez yapılıyor bu; çünkü, birçok
ülkede görüyoruz ki, aslında bu tür durumlarda savcılar çocukların birçok kez
ifadesinin alınmasına ve birçok kez mahkemeye çıkarılmasını gerekli görüyorlar
karar verebilmek için, halbuki onu siz bir kere yaptığınız zaman ve onu videoya
aldığınız zaman bu savcı elinde gerekli kararı verebilmesi için yeterince bilgi
sağlayan bir kaynak oluşturuyor. Bu tabiî işin adalet boyutu, adlî boyutu, bir
de çoğu zaman da aslında çocuğun tüm bu süreç sonunda evde kalmasını sağlamak
gerekiyor; yani, çocuğu evde tutarak, bu işin suçlusunu evden uzaklaştırarak;
çünkü, biz çocuğu evden aldığımız zaman böyle bir şeyin sonucunda ve çocuğu bir
kuruma yerleştirdiğimiz zaman korumak için de yapıyorsak bunu, çocuk sonuçta
kendi hatası olarak böyle bir şey olduğunu düşünecektir ve güvende olmadığı bir
ortama gönderiyoruz onu. O yüzden çocuğun evde kalarak, evde psikososyal yardım
alarak o güvenli ortamını devam ettirmesi ve bu işi kim yapıyorsa, kim bu
konuda suçluysa eğer onun evden uzaklaştırılmasını sağlamak çoğu zaman çok daha
faydalı oluyor.
Yine bu aşamada bir sosyal hizmet
uzmanının aile içi uzlaşmayı yapıyor olması lâzım; çünkü, örneğin altı çocuklu
bir ailede bir çocuk bunu yeterince kendinde cesaret görüp gidip
söyleyebiliyorsa babam bize tecavüz ediyor diye, bu çocuğun diğer kardeşler
arasındaki durumu da değişecektir. O yüzden bir sosyal hizmet uzmanı eşliğinde
bunun bir aile çözümü olarak sunulması
gerekiyor. Bütün kardeşler ve anne, tabiî anne değilse suçlu olan, bu da
görülüyor bazı zamanlarda, annenin de suçlu olması olabiliyor; böyle değilse
eğer, çocuklar ve anneyle beraber aileye yönelik bir çözüm bulma konusunda
uzlaşma yapması gerekiyor sosyal hizmet uzmanının.
Bir unutulmaması gereken şeyde bu konuda
suçluya ne yapılacağı. Evet biz onu cezalandırıyoruz, on sene, yirmi sene her neyse, kadını ya da erkeği hapse
gönderiyoruz; fakat, unutulmaması gereken bir şey var ki, cinsel olsun,
duygusal olsun her türlü tacizi yapan, şiddeti uygulayan insan aslında hasta
bir insandır. Hasta bir insan olduğu için de hapse göndermek, özgürlüğünden
mahrum etmek bir çözüm değildir; sadece o yeterli bir çözüm değildir.
Tabiî mutlaka bunun suçlusunun adaletin
sağlanması için bir süre özgürlüğünden
mahrum edilmesi ve cezalandırılması gerekiyor; bu ayrı bir konu; ama, bunun
yanında psikososyal destek sağlanması ve özellikle de özür dilerim dedirtmek
gerekiyor. Çünkü, birçok şiddet vakasında, mahkemelerde ve benzeri yerlerde
karşılaştığım durumlarda gördüm ki, aslında kadınlar evet tazminat istiyorlar
bu konuda; ama, karşılarına geçip, onlara tecavüz etmiş olsun, nasıl olursa
olsun, erkeğin yaptığından dolayı üzgün olduğunu ve bu konuda özür dilemesini
de istiyor. Bunu da, aslında yapan insanın bunu yapmasını sağlamak..”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
9.
17.01.2006 tarihli toplantı
Prof. Dr.
Serpil Salaçin (9 Eylül Üniver. Tıp Fak. Adlî Tıp Kurumu Başkanı)
Tabiî, Türk Ceza Kanunumuzla da ilgili
bazı şeylerden söz etmek istiyorum. TCK’da, herkesin bildiği gibi, suçlar
tanımlanmış; hangi hallerde eylemlerin daha ağır suç olarak niteleneceği
söylenmiş, failleri işledikleri suça karşı sorumluluklarının ne olduğu ve
sorumluluğu azaltan hatta kaldıran haller tanımlanmış, ceza yasasında bunlar
var. Cezaların tümünün ağırlıkları tanımlanmış. İşlenen suçların, işleniş
biçimlerine göre mağdurda meydana gelen zararların ağırlığına göre ceza
ağırlığı belirlenmiş. Bir yerde TCK, çağdaş, evrensel değerlerle suçların
tanımlanması, suçlarının unsurlarının tanımlanması, ağırlaştırıcı faktörlerin
gözden geçirilmesi, işleniş biçimiyle ilgili hafifletici unsurlar, ceza
sorumluluğunu azaltan, kaldıran haller, sonuçlarına göre cezaların artırılması
ve cezaların türleriyle ilgili çok çağdaş, evrensel bir sürü boyutu içeren bir
yasa ve bunu gerçekten çıkaran Meclise, ben tekrar tekrar, T.C. vatandaşı
olarak teşekkür ediyorum, minnet borçluyuz diye düşünüyorum. Yıllarca birçok
konuda tartıştığımız konular, istenilen özelliklerle gündeme geldi, kaleme
alındı. Ama, eksiklikler yok mu; ne yazık ki, var.
Yeni TCK’nın 82 nci maddesine, bir
kelimeyi ekleyebilirdik “töre ve saikıyla” yerine “töre ve namus saikıyla”
diyebilirdik. Bir kelimeyi ekleyemedik. Bence, nelere neden olduk? Şöyle
yorumluyorum; o bir kelimeyi ekleyemediğimiz için kadının en temel hakkı yaşama
hakkının Anayasal güvencesini, yaşamda tehlikeye attık...
Kişilere karşı işlenen suçlarla ilgili
devletin değerlerinin öğrenilmesini, çağdışı değerlerden vazgeçilmesini, uzun
vadede sağlayacak bir kelimeyi yasaya koyması diye düşünüyorum. Eğer, o
kelimeyi koymuş olsaydık, devletin değerleri çok çağdaş ve evrensel, bu
yasalara yansıdı, çok güzel; ama, çağdışı değerlerden vazgeçilmesine birazcık
da izin verir, o bir kelime nedeniyle öyle oldu diye düşünüyorum.
Tabiî, namus cinayetinde temel kavram ne;
cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmış oluyor, bu değerin sürüp gitmesine, namus
cinayetinde namusu temizleme değerinin sürüp gitmesine neden olunuyor. Bu
değerlere kabul edilebilir gibi bakmak söz konusu olduğunda da değerin
pekişmesi, sürüp gitmesine neden oluyoruz diye düşünüyorum.
...genital muayene dediğimiz şey, kadın
hastalıkları ve doğum uzmanı tıp doktorlarının kadınların üreme organlarındaki
hastalıkları tanımak amacıyla, teşhis koymak amacıyla, tedavi etmek amacıyla
yaptıkları bir muayene türü. … Ben, o yasa maddesinin o yönden başlığının
değiştirilmesinden yanayım. Başlığında, kişilerin cinsel saldırı ya da cinsel
dokunulmazlığa karşı suçların muayenesi için mutlaka böyle bir savcılık ve
hâkimlik kararına gereksinim vardır diye yazılmasından yanayım…Tabiî, çocuğa ya
da kadına yönelik herhangi bir cinsel dokunulmazlığa karşı, aykırı bir suç
işlenip işlenmediğinin araştırılmasında, savcılık, mahkeme, mağduru bize
gönderiyor muayeneye. Bu muayenenin hangi koşullara göre yapılabileceği, yine,
Ceza Yasasında suçun tanımlanmasında da var. Suçun tanımlanmasında, ilk başta
cinsel saldırı tanımlamasında diyor ki, vücuda herhangi bir cisim sokulması.
Bu, çok büyük, çağdaş bir değişiklik oldu ceza yasasında, daha önce böyle
tanımlamıyordu. Vücuda, cinsel amaçla herhangi bir cisim sokulması; bu, ağza
olabilir, vajene olabilir, anüse olabilir, yani, makata olabilir. Herhangi bir
yere cinsel amaçla cisim sokulmasını öyle tanımlıyor, cinsel saldırı olarak
tanımlıyor;..Bütün bu muayeneleri yapabilmek için, hekimin çok iyi donanımlı
bir sağlık kuruluşunda bu muayeneyi yapması gerekiyor; çünkü, yine Türk Ceza
Yasamızda, ruhsal yönden nasıl travmaya uğradığı ve o travmaya göre de cezanın
artırılacağı söyleniyor. Suçun suçlusunun cezası artırılacak. Dolayısıyla,
psikiyatrik muayene de gerekecek. Travmatik bulguların, daha doğrusu, travma
demeyim de, darba uğradığı yerlerin muayenesi de olacak. Bu arada, birçok
uluslararası muayene protokolleri vardır. Biz hekimlerin tercih ettiği muayene
protokolleri, Avrupa standartlarında öne sürülen bir muayene protokolü vardır;
hastayı önce alırız, güvenli bir ortam oluştururuz, o güvenli ortamda, yanında
yakınları olmaksızın, yanımızda en az bir tane kadın hemşire ya da bir sağlık
görevlisi olarak, önce konuşuruz, anamnez dediğimiz, hastanın yakınmaları ve
olayın nasıl olduğunun öyküsünü alırız. Zaten, bu konuda, Adalet Bakanlığı da,
Sağlık Bakanlığı da, adlî tabiplik hizmetleriyle ilgili çok güzel bir genelge
çıkardı, 22 Eylülde yürürlüğe girdi, bunun eğitim çalışmalarını biz
sürdürüyoruz hem fakültemizde hem sağlık müdürlüğü birimlerinde. Ufak tefek
aksaklıklar yok mu; hepsinde var; ama, bunları dillendirip konuştukça
çözümleyebileceğimizi düşünüyorum; çünkü, esaslı, güzel konular, yapılabilecek
konular. Bütün bu anamnezden sonra, herhangi bir türlü cinsel saldırıya
uğradığı söylenen bir kişinin ağız yıkantı suyundan tutun da, saçının arasına
karışmış, bir başka kişiye ait bir saç teli dahi delil olarak kullanılacaktır.
O nedenle, rasgele, sıradan bir odada muayenesi yapılamaz. Mesela, şu odada,
ben bu özellikteki bir kişinin muayenesini yapamam. Burada jinekolojik muayene
masası olsa da yapamam; çünkü, bu örnekleri alacağım özel kaplar olması lâzım.
Bu kapların bir kısmı kâğıt zarflardır, bu kapların bir kısmı kendinden
fermuarlı naylon torbalardır, bu kapların bir kısmı kapaklı torbalardır;
sizler, bunu, mutlaka, yurtdışı eğitimlerinizde de, Türkiye’de de gördünüz.
Bunlar özel kitlerdir, çok özel kitlerdir ve bu özel kitler olmazsa, bu
delillerin hepsi kaybolur. Hem suçlular haksız yere suçlanabilir hem mağdurun
hakları aranamayabilir, böyle bir sorun var. Yoksa, hemen gidip de biz genital
muayene yapmıyoruz.
Bir başka şey: Hastayı başladı soymaya;
soyarken, üzerindeki her giyside suçlu zanlısı ya da zanlılarına ait tükürük,
meni, ter bulaşığı, bunların hepsi yine delil olarak kullanılacak, biz o
tekniği kullanıyoruz. Bu teknikleri kullanmak için bunların toplanacağı
yerlerin mutlaka bu altyapıyı oluşturacak nitelikte yerler olması gerekir.
Bütün bunları yaptıktan sonra, hasta çıplak hale getirildikten sonra, genel
olarak vücudunu muayene ediyoruz biz; ama, bu çıplak gözle muayenedir. Çıplak
gözle muayene, zor kullanılmış bir kişinin muayenesinin tamamlanması anlamına
gelmez. Mutlaka, bu kişilerin, diğer görüntülenme sistemleriyle de incelenmesi
lâzım. Bunlar neler; radyografik incelemeler gerekecektir, hatta gerektiğinde
MR’lar yapılacaktır, bunların hepsi yapılması gerekecektir. Genital bölge muayenesi
sırasında, vücut kıllarının özel muayene türü vardır, özel örnek alma türü
vardır. Bütün bunların örneklenme yerleri vardır. Eğer biz bunları yapmazsak, o
zaman, çok güzel bir yasayı yaşama geçiremiyor oluruz. Yaşama geçirebilmemiz
için de bu yasayı uygulayanların nasıl bir fizik altyapı ve nasıl bir bireysel
bilgi birikimi ve beceriyle donatılması gerektiğine de karar vermemiz lâzım...
Beden muayenesi yönetmeliğinde, aksayan bir yön var…Beden Muayenesi
Yönetmeliğine göre, yeni Ceza Muhakemesi Kanununa göre, hâkimlikten ve
savcılıktan karar almadan bu muayeneyi yapmamız mümkün değil, yaptığımız
muayenenin elde ettiği bulgularının delil olarak kullanılabilmesi için, 24 saat
içinde mahkeme kararı gerekiyor; ama, önce savcının izni gerekiyor; ama, bize
doğrudan hasta geliyor, herhangi bir polis teşkilatına veya mahkemeye giderek
gelmiyor, yakın bir yerde, anne-baba çocuğu getirmiş, bize geliyor. Şimdi,
burada birkaç tane sorun olabilir. Birincisi, çocuğun anlattığı doğru olabilir,
kadının anlattığı doğru olabilir; bir başka şey daha var, bunların hiçbirisi
doğru olmayabilir; meslek yaşamımda çok görüyorum, toplum bunu reddediyor; ama,
Türkiye’de ensest var, ensest olabilir. Böyle bir öyküyle, akut bir durum,
çocuğun da yardıma ihtiyacı var, hadi yürü beraber götürelim de demiş
olabilirler. Bunların hepsinin ortaya çıkması için savcılığın kararı gerekiyor.
İşte, tam da burada, bence, Adalet Bakanlığı hızla işleyen, savcı ile bizim
aramızda bir hızlı sistem oluşturması gerekir. Diyor ki, sanığın dış beden muayenesinde
diyor, kolluk kuvvetinin diyor, isteği olabilir diyor. Burada da belki
telefonla savcının izniyle başlanabilir muayeneye diyecek; çünkü, nasıl bir
ciddî sorun var, onu da size söyleyeyim: Çocuk su içerse, çocuk idrar yaparsa,
çocuk gaitasını yaparsa bulgularımız kaybolur bizim ve böyle bir travmaya
uğramış çocuk, idrar da yapmak isteyecektir, gaita da çıkarmak isteyecektir,
hatta yıkanmak isteyecektir, üstündekini başındakini atmak isteyecektir. O
zaman bütün deliller kaybolacak. Onun için, bizim mutlaka bunları hemen
geldiklerinde başvurulabilecek merkezler oluşturmamız lâzım. Çok güzel
hastanelerimiz var, çok ileri teknolojili; o kadar çok şey yapıyoruz ki,
oralara aslında belirli başvuru merkezleri yapabilsek çok iyi olacak.” şeklinde
beyanda bulunmuştur.
Prof. Dr.
Ufuk Beyazova (Gazi Üniv. Çoc. Has. A. bilim Dalı Sos. Pediyatri Bölümü)
“Biz, sosyal petiyatri alanında çalışıyoruz. Sosyal pediyatri çok
eski olmayan bir dal. Sosyal pediyatrinin içerisinde kişileri bir birey olarak
değil, çocukları tek bir tane hasta çocuk olarak değil, içinde yaşadığı
toplumla, ailesi, yaşadığı kenti, yaşadığı sosyal grubuyla, bu özelliklerin
onun sağlığına yapacağı etkileri birlikte değerlendirilen, hastanenin dışına
çıkan, sağlık kurumunun dışına çıkan, evinde de değerlendiren, Türkiye’de
tedavisini veya korunmasını yürütmeye çalışan bir birim.
Bu birimin içerisinde bir çok iş
yapıyoruz. Çocukların aşıları, sağlamken izlenmeleri, erken tanıları filan
gibi; ama, büyük çaplı işlerimizden birisi de, çocuk istismarı ve ihmali. Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesinde çocuk istismarı ve ihmaliyle ilgili değişik
uzmanlık dallarından, değişik anabilim dallarından oluşan bir birimimiz var,
Adli Tıp Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı, çocuk psikiyatrisi, erişkin psikiyatri
bölümlerinin öğretim üyelerinden oluşuyor, bir de, pediyatrik cerrahi, çocuk
cerrahisi. Tıp mesleklerinin dışında da, yani, çok ilgili olan mesleklerden
sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve avukat arkadaşlarımız var grubumuzun içinde.
Bu grubumuz, yakın zamanda, rektörlüğe
bağlı bir merkez olarak da çalışmaya başlayacak. Bu merkezimizin yaptığı işler
içerisinde çocuk istismarı ve ihmalinin, sanırım, bu komisyonu ilgilendiren,
hani o yaptığımız işlerin ilgilendiren tarafı cinsel istismarlar. Cinsel
istismara da uğramış çocukları, biz, 18 yaşına kadar olanları izliyoruz.
Biz bu merkezde ne yapıyoruz, …Acil
polikliniğe bir şekilde travmaya uğramış olarak, ailesi tarafından, öğretmeni
tarafından, özürlü çocuklar var, yatılı okullardaki çocuklar var, kurumlarda
bakılan çocuklar var, ailesinin yanında olanlar var, bir biçimde acil
polikliniğe gelen, bir grubumuz öyle. Bir grubumuz psikiyatri kliniğine gelen,
doğrudan çocuk psikiyatrisi kliniğine gelen. Bunlar çok gecikmiş cinsel
istismarlar genellikle; çünkü, cinsel istismarlarda çok önemli bir faktör,
istismara uğradıktan çok sonra birisine geliyor. Bu bir tıp kurumu olabiliyor
veya belki polise; ama, aradan zaman geçiyor. O nedenle de, çok fazla işaret
yok üzerinde. Aradan çok zaman geçmiş, özellikle yaşı küçük olanlarda, cesaret
edip de etrafa bir şey söyleyene kadar epey bir zaman geçiyor. Bu yollarla
geliyorlar bize. Okullardan rehber öğretmenlerden vakamız var, epeyce vaka
gelen grup onlar. Bu çocuklar getirildikleri zaman, onlarla öykü alıyoruz.
Kendileri şikâyetçi oluyorlar, aileleri şikâyetçi oluyor. Ailelerin bizden
istedikleri –oradan buradan anlatıyorum ama- genel şey, adliyeye hiç işi
bulaştırmamak, mümkünse tedavi ediverip, yollamak, çocuğu hemencecik düzeltmek.
Başlıca uğraşlarımız arasında, bu işin adli makamlara mutlaka aktarılması
gerektiğine inandırmaya çalışmak var; çünkü, istismarcı… Bizim mağduru
düzeltmemizi istiyor aileler; ama, mağdur için gerçekten faydalı tedavi
yöntemleri uygulayabilsek bile, istismarcı başka çocuk ve gençleri istismar
etmeye devam ediyor. Bu şekilde adli makamlarla dirsek teması, iletişim,
bildirimle ilgili çok ciddî sorunlarımız var, bildirimle ilgili epey bir
ikilemimiz var. Bildirdiğimiz zaman bazen kaybediyoruz hastayı. Bildirmediğimiz
zaman istismarın sürmesine destek olmuş oluyoruz, böyle sıkıntılarımız var.”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Doç. Dr.
Figen Şahin
“Türkiye’de cinsel istismar var, hem de çok var. Bunlar sadece
bize gelen çok küçük bir oranı. Hukuk kurumlarına daha az başvuruyorlar; ama,
hastanelere de hepsi başvurmuyor aslında. Bir, nereye başvuracaklarını
bilmedikleri için, bir de bilseler bile, bu namus konusu bizi de çok zorluyor;
çünkü, tuhaf bir namus anlayışımız var bizim. Belki bütün dünyada da böyledir;
ama, bizim ülkemiz için özellikle geçerli olduğunu düşünüyorum. Cinsel tacize
uğrayan kadının ve çocuğun namusu kirleniyor, yapanın değil. Onun için, eğer
duyulursa, çocuğun, gelecekteki, kız çocuğuysa, onun artık ileride evlenmesi
mümkün değil, normal bir hayat sürmesi mümkün değil, kadın için, işte, artık ölüme
kadar götürülecek yola sapılıyor. Neden tacize uğrayan kişinin namusu
kirleniyor, ben bunu hiç anlayamıyorum. Bütün böyle toplum merkezlerindeki halk
eğitimlerinde falan da hep bunu vurgulamaya çalışıyorum. Ortada bir
namussuzluk, bir suç varsa, bu bunu yapandır, yani, buna uğrayan değildir. Bu
kabul gerçekleşmediği sürece, biz, Ufuk Hocamın söylediği şeyin zorluğunu çok
yaşıyoruz; ama, size geldik, sakın kimse duymasın. Siz sadece bir bakın. Bir
kere bakire mi, kızlık zarına bir bakın. Bakireyse, zaten, sorunun yüzde 90’ı
hallolmuş oluyor. Bakire değilse, o zaman biraz daha sorun; ama, bakireyse
çocuğun ruh sağlığına bu arada ne olmuş, bu taciz onu nasıl etkilemiş falan,
bunların da çok önemi yok. Bazı biraz daha iyi eğitimli aileler, o konuda da
yardım istiyorlar, çocuk psikiyatrisine gidiyorlar. Yani, çocuğumuzu siz tedavi
edin; ama, bu böyle konu komşuda, okulda falan duyulmasın, şikâyetçi olursak
polis gelecek ifade alacak, savcı gelecek, birçok sorun olacak, bizim
çocuğumuzun namusu kirlenecek, sakın kimseye söylemeyin. Öyle korkunç bir
ikilem ki, yani, bir yandan, hakikaten o hastayı tedavi etmek istiyorsunuz;
ama, bir yandan da, yeni Ceza Yasasında hapisle cezalandırılacak şekilde bir
bildirim yükümlülüğü var. Bildirmediğimiz takdirde ve bu daha sonra ortaya
çıkarsa, biz, hekim olarak 1 yıla kadar hapis cezasıyla yükümlüyüz.
…sistemdeki işleyişteki aksaklıklar daha
hiç çözülmüş durumda değil. Ceza yasasında ben de çok olumlu değişiklikler
yapılmış olduğunu düşünüyorum. Ama sistemde şöyle şeyler var: Bir çocuk cinsel
istismara uğradığı zaman, yaklaşık yüzde 75, yüzde 80’inde fizik muayenesinde
hiçbir şey bulamazsınız; çünkü, yani, cinsel istismarın tanımı, illa çocuğun
vücuduna bir organ ya da bir şeyin girmesi değildir, bu, vajenine, anüsüne gibi.
Zorla olmak zorunda değil, çocuğu kandırarak, oyunmuş gibi göstererek,
pornografik materyal de izletirsiniz, çocuğu soyar, elle okşarsınız, çocuğun
erişkinin cinsel organını ellemesini istersiniz. Bunların hiçbirinde, zaten,
sizin muayeneyle bulabileceğiniz bir bulgu yoktur. Olsa bile bir kısmı da,
yine, Ufuk Hocanın söylediği gibi, hemen söyleyemez, utanır, korkar,
inanılmayacağından korkar, üzerinden iki, üç ay geçtikten sonra, bazen yıllar
geçtikten sonra söyler, zaten, bir iz kalmamıştır. O zaman, mahkeme, bizden ya
da adli tıp uzmanı arkadaşlardan; ama, asıl muhatap olarak kabul ettikleri Adli
Tıp Kurumundan tek bir soru soruyor: Bu çocuğun cinsel tacize uğradığına dair
cinsel muayene bulgunuz var mı? Yani, bunu böyle mi soruyorlar, bilmiyorum;
ama, hekim arkadaşlar, raporda, şu anda akut cinsel istismara ait bir bulgu
yoktur diye yazdıkları anda, bu çocuğun başına oral seks mi gelmiş, işte,
aylarca cinsel tacize mi maruz kalmış, ne olmuş, hiçbiri değerlendirmeye
alınmıyor, çocuğun bütün anlattıkları, sanki, hayal ürünüymüş, rüya görmüş gibi
üstü kapatılıp, gidebiliyor.
Bu konuda, aslında, ben de bir süre yurt
dışında çalışma şansı buldum. Orada yazılan raporlarda…öykü çok önemli; yani,
çocuk ne anlatıyor. Ama, bu öyküyü alırken, bu öyküyü almayı bilen birinin
alması gerekiyor. Yani, karakoldaki polis ya da savcı ya da hâkim değil bu,
çocukla görüşme tekniklerini bilen, çocuğu sorularıyla yönlendirmeyecek,
çocuğun ne anlattığını ve o anlattıklarının yaşıyla uyumlu olup olmadığını,
çocuğun gelişimsel düzeyiyle uyumlu olup olmadığını bilecek biri lâzım ve
tercihen, bu görüntüyü, aslında, şimdi yeni Ceza Yasasının içine girdi galiba,
yönetmeliğin içinde ama, kayda alınması lâzım, yani, tekrar tekrar kamerayla
görülüp, bir kez daha, bu çocuğa, tekrar tekrar, hastanede, karakolda, poliste,
mahkemede bir daha bunların anlattırılmaması lâzım. Ama, şu anda bunun
uygulanabildiği bir ortam yok. Adli Tıp Kurumlarında hiç yok.
Çocuğun anlattıklarının kanıt olarak
değeri de, en az hekimin fizik muayene bulguları kadar, hatta, yüzde 75’inde
bir şey bulamadığımıza göre, bir o kadar değerli bulunuyor olması gerekir. Ama,
şu anki sistemde, yani, çocuğun anlattıklarının hiçbir önemi yokmuş gibi
davranılıyor mahkemelerde bizim gördüğümüz kadarıyla.
Biz merkez olarak çok imzalı raporlar
çıkarmaya çalışıyoruz, hem adli tıp uzmanımızın, hem çocuk psikiyatristimizin
hem bizlerin imzasının olduğu. Yani, çocuk şunları şunları anlatmıştır, bu
anlattıklarının tutarlılığı, yönlendirilmiş olma riski, vesaire gibi şeyleri
raporumuzun içinde belirtiyoruz. Fizik muayene bulgularımız ve en altına da bir
yorum; yani, bu muayene bulgularıyla, bu anlattıklarıyla bu çocuk cinsel tacize
uğramıştır ya da uğramamıştır kanaatindeyiz diye. Çok işleyişine bunu nedense
sokamadık; yani, bizde muhatap olarak üniversiteleri değil hâkimler, daha çok
adli tıp kurumlarını dikkate alıyorlar. Adli tıp kurumunun da, fiziksel
şartları ve oradaki hekimlerin şeyiyle, yani, çocuğun muayenesi, çocuğun bu
şartlarla değerlendirilmesi için uygun ortamlar olmadığını düşünüyorum. Çocuk
dostu muayene ortamı denen, çok böyle çocuğu hiç üzmeden, hırpalamadan biraz
oyuncaklarla oynatıp, ortama ısındırıp, biraz görüşmeyi yapıp, daha sonra
muayenesinin yapılabileceği özel merkezler var. Yurt dışında çocuk istismarıyla
uğraşan merkezlerde yapılıyor bu işler. Biz böyle bir merkez olmaya
çalışıyoruz; ama, sonuçta, resmî muhatap olarak da aslında alınmıyoruz. Bizim
bu şekilde muayene ettiğimiz, rapor yazdığımız bir çocuğu, tekrar, savcı, bir
de adli tıp kurumu görsün deyip, üzerinden birkaç ay geçtikten sonra yeniden
adli tıp kurumuna yollayabiliyor. O zaman da, hem ailenin tepkisi oluyor, zaten
siz bu çocuğu bu kadar değerlendirdiniz, raporlar verdiniz, şimdi neden bir
daha oraya gidiyoruz diye. Bu işleyişte bizim ciddî yaşadığımız sıkıntılardan
bir diğeri.
Ensestin önemli olduğuna inanıyorum
dediniz. Gerçekten de, bizim de izlediğimiz cinsel istismar olgularının çok
önemli bir kısmında, çocuk cinsel istismarcıyı çok iyi tanıyor, yakınlardan
biri. Sokaktan birinin çevirip de dağa kaldırması diye bir şey romanlarda var,
aslında, istismarcı evden, amca oğlu, dayı kızı falan, böyle aileden birisi.
Böyle bir şeyin gerçekten var olduğunu… Bu televizyondaki çok sansasyonel
programlar aslında masalmış gibi insanlar, böyle bir şey yok aslında, üç tane
aile var, işte bu onların başına gelmiş gibi. Bunu, gerçekten sıradan bir olay
olduğunu da topluma benimsetmemiz lâzım, öyle düşünüyorum.
…istismara uğramış çocukların ileri ki
hayatlarında başlarına psikolojik olarak neler geliyor. Şöyle bir spektrum;
yani, kendi canlarına kıyabiliyorlar, intihar eğilimli, depresif, öz
benlikleri, öz saygıları bozulmuş, ben değerliyim, ben önemliyim duygusunu asla
taşımayıp, ben kirletildim, ben değersizim, ben kötüyüm, benim yüzümden oldu…
Bir de kendilerini suçluyorlar; çünkü, o mağduru suçlama işini onlar da
içselleştiriyorlar. İşte, sen demek ki babanı tahrik ettin ki, o da böyle
şeyler yaptı gibi. Kendilerini suçluyorlar, kendilerinden nefret ediyorlar,
sosyal ilişkilerinde bozukluklar yaşıyorlar. Tekrar kurban olmayı
gerektirebilecek şekilde davranmaya başlıyorlar. Açık saçık giyiniyorlar,
tahrik edecek şekilde başka dolaşıyorlar, tekrar tekrar başlarına taciz geliyor
ve bu kehanetleri de kendilerini doğrulamış oluyor: Aslında ben kötüyüm de onun
için oluyor, ben insanları tahrik ediyorum diye. Yani, kız çocukları açısından
tamamen sağlıksız ve ileriki yaşamlarında ciddî sorunlar oluşturan birçok
psikolojik bozukluk oluyor. Fiziksel, hani, cinsel yolla bulaşan hastalıkları
falan hiç saymıyorum. Tabiî ki, birtakım da, fiziksel hastalıklar açısından da
riske giriyorlar.
Erkek çocuklarda da yine benzer şeyler
oluyor, duygusal olarak. Yalnız, taciz de, cinsel olsun, fiziksel olsun, çocuk
istismarında bir de önemli bir döngü var, tacize uğrayanın ileride tacizci olması
gibi bir döngü, bu da çok gösterilmiş bir şey. Bu daha çok tacize uğramış erkek
çocuklarında oluyor. Yıllar sonra, işte, kendileri de, fiziksel istismara
uğramışlarsa, çocuğunu döven bir baba, çocuklara kötü davranan bir erkek
modeli. Kendileri cinsel tacize uğradılarsa da, cinsel tacizci olma konusunda
ciddî riskler taşıyorlar.
…çocukla görüşme tekniği, çocukla iletişim
kurabilme bir uzmanlık alanı. İnsanlar bu nedenle, psikoloji eğitimi
görüyorlar, çocuk gelişimi eğitimi görüyorlar, tıp eğitimini görüp, üzerine
çocuk psikiyatrisi eğitimi görüyorlar. Tamamen bu uzmanlık alanlarından biri ve
ayrıca da çocukla görüşme tekniği konusunda eğitilmiş birileri yapmalı bunu.:
Yani, nasıl çocuk mahkemeleri var, çocukla ilgili suçlara bakan, mağdur
çocuklara da bakan, bu şekilde, hâkimi, savcısı, o işle ilgilenen polisi gibi,
yani, yine, onların da, çocukla nasıl konuşulur, çocuğa bazı şeyler sorulurken
ne yapılır gibi şeylerin öğretildiği, hatta, böyle multidisipliner ortamlarda,
birlikte, biz işin tıbbi yönünü tartıştığımız, onlar işin hukukî boyutunu
tartıştığı eğitim ortamları yaratılmalı. Biz, bunu Ankara Barosuyla işbirliği
içerisinde çok güzel yapıyoruz avukatlara yönelik; ama, bu eğitimlerin
hiçbirine savcı ve hâkim getirmemiz mümkün olmuyor.
… tıp fakültesinden mezun olan her hekimin
bilmediği gibi, birçok uzman, pediyatri alanında da, mesela birçok hekim,
aslında, bu konuyu çok derinlemesine bilmiyor ve çok zorlanıyor karşılaştığı
zaman ne yapacağı konusunda. Herhalde, öncelikle büyük illerde başta olmak
üzere, bu tip merkezler kurularak, hastaların çok örselenmeden… Sisteme girmek
istememesi de, hastanın, hani, hukuk ve tıp sistemine girmek istememesi de
oradan; çünkü, bazen taciz ufak bir şey oluyor, siz ihbar ediyorsunuz,
mahkemeye gidiyor, muayene oluyor, adli tabip… O kadar çok şeyler oluyor ki,
çocuk daha çok yıpranıyor. Aile bunu biliyorsa ya da bir şekilde duyumu varsa,
aman siz tedavinizi yapın, bizi başka hiçbir işe karıştırmayın diyebiliyor. Ne
zaman ki sistemimiz tıkır tıkır işler duruma gelecek, bütün bu olaylar çocuğu
örselemeden çocuğu korumak adına yapılabilecek, o zaman biz herhalde daha çok
bildirebileceğiz, aileler bize daha çok başvuracak, toplumsal baskıları da,
tabiî, biraz değiştirmeyi başarabilirsek bu namus kavramı gibi… Yani, böyle
eğitilmiş insanların bir arada bu çocukları hırpalamadan, sistem içinde
örselemeden değerlendireceği merkez modeller kurulmalı.
…Parlamentodan çok beklediğimiz, çok
meslekli oluşumların desteklenmesi, işte doktorların, avukatların, hâkimlerin,
savcıların bir arada çalıştığı böyle birtakım kurulların var olması ve bunlara
güven duyulması”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
Prof. Dr.
Dilek Gözütok (Eğitim Fakültesi)
“... Çok uzun yıllardır
şiddet konusunda çalışıyoruz. Kısa kısa bahsedeceğim, önce okulda bu iş nasıl
oluyor diyerek başlayıp, okulda şiddetin nedenleri, sonuçları, alt ve orta ve
üst sosyo ekonomik düzeydeki okullarda bir fark var mıdır? Özel okullarda daha
mı azdır? Bu gibi amaçlarla, okulda da araştırdığımızda, dehşete düştük, bunun
zengini fakiri olmadığını da orada gördük. Bunun arkasından Kadın Dayanışma
Vakfıyla çalışmalarımız oldu. Ankara’da gecekondularda kadının şiddete uğraması
konusunda, onları eğitmeye yönelik bir program hazırladık. Biz, danışman olarak
öğretim üyeleri görev aldık. Bir program hazırladık, gecekondularda eğitimler
yaptık, kadınların öykülerini dinledik, çok ciddî boyutlarda ensest öyküleri
dinledik ve veri topladık, şiddetin miktarını belirlemeye çalıştık, bunu da
yayınladık, Kadın Dayanışma Vakfının çalışması olarak. Daha sonra 1995’de Umut
Vakfının desteğiyle ve şu noktadan hareketle, bu ülkede iyi yurttaş
yetiştirmenin materyalini hazırlayalım ve öğretmenleri eğitelim, ilgilileri
eğitelim yaklaşımıyla bir proje çerçevesinde yurttaş olmak için kitaplar
hazırladık, öğretmen ve öğrenci kitapları hazırladık. Bu kitabımız, o zaman
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kabul edildi. Neden ders kitabı olmadı;
biliyorsunuz insan hakları vatandaşlık eğitimi diye yedi,sekiz sınıfta
okutulan, şimdi kaldırılan; ama, halen programda var olan, bir ders var. O
derse, ders kitabı olmadık; çünkü, programı yurttaş yetiştirmeye uygun bir
program değildi. Bir kitabın ders kitabı olabilmesi için mutlaka programa uygun
yazılması gerekirdi. Oysa, bizim o dersimizin programı evrensel anlamda yurttaşlık
öğreten bir program olmadığı için, biz bu işe daha evrensel anlamda bakmak
istedik. Bu kitabın yazılmasında hukukçular, sosyal psikoloji uzmanları ve ben
eğitim programları uzmanı olarak öğrenciyi merkeze alan yöntemleri uygulamaya
çalıştık. Basından çok ses geldi, çok beğenildi, kitap ödül aldı; ama, ne kadar
kullanıldığı konusunda çok bilgim yok. Bu arada, öğretmen eğitimleri yapıydı.
Yine, bu kitaba dayalı olarak, çeşitli barolar bizden eğitim istedi. Baro
avukatlarına eğitim verdik. SHÇEK uzmanlarına sürekli eğitimler verdik, TEGEV
uzmanları, gönüllüleri ve çeşitli demokratik kitle örgütleri, Çevik Kuvvet,
çeşitli eğitimler verdik.
Kısaca bazı konu başlıklarını söylemek
istiyorum. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hukuk kuralları, adalet, sorumluluk,
işbirliği, işbölümü, katılma, çatışma, uzlaşma, barış, aile kavramı, aile içi
demokrasi, çocuğun aile içinde korunması, çocuğun istismar ve ihmale karşı
korunması, anayasa, yaşama hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü,
eğitim hakkı ve çalışma hakkı, seçme ve seçilme hakkı, kitle iletişim özgürlüğü
ve özel hayatın gizliliği, çevre hakkı, tüketici hakları, çocuk hakları diye
giden konular var ve bu konular, hiçbir zaman, bilgi sunma ağırlıklı
olmamıştır, uygulamaya dönük, düşündüren, problem çözdüren, eleştiren,
sorgulayan insan yetiştirmeye dönük materyal idi. Bu 6 kişilik Ankara
Üniversitesi öğretim üyeleri ekibi, hukuk fakültesi ve eğitim fakültesi ekibi,
bu çalışmalarını yaparken, tabiî, literatür taramalarında ve dünyada ne oluyor
diye araştırırken gördük ki, dünyada insan hakları eğitimi, çocuğun 7-8 inci
sınıfa gelmesini beklemeden yapılmaya başlanıyor, okulöncesinden başlıyorlar
insan hakları eğitimine. Bizde de okulöncesi eğitimi, okullaşma oranı düşük
olduğu ve zorunlu olmadığı için, biz, ilköğretimden başlamaya ve işin bu
kısmını da tamamlamaya çok niyetliydik. Bu arada British Council’in de parasal
desteğiyle, Millî Eğitim Bakanlığının da oluruyla, ilk altı sınıf için yeni
materyaller hazırladık.
Programlarına paralel olarak hazırlanan
materyaller bunlar, öğrenci ve öğretmen kitapçıkları olarak… “Ben İnsanım”
dizisi diye anıyoruz bu altı kitabı. Birinci kitap “Ben İnsanım, Özgünüm.”
Şimdi, efendim, özgünlük de, işte, insan haklarıyla ilişkisi diyecek olursanız,
biz, bu setin ilk üçünü insanı, insan haklarını öğrenmeye hazırlamak üzere
düşündük; çünkü, her insanın özgün olduğunu, farklılıkların doğal olduğunu
kabul etmeyen birine, insan hakları eğitimi veremiyorsunuz. Ayrımcılık yapan,
farklılıklara saygı duymayan birine insan hakları eğitimi veremiyorsunuz,
engelliye de saygı duymayan, farklı cinstekine de, farklı yaştakine de, hastaya
da, olduğu gibi kabul edemeyen kişiye insan hakları eğitimi veremiyorsunuz.
Onun için, birinci kitabı özgünüm diye adlandırdık ve insana saygıyı, farklılıklara
saygıyı öğretmeye çalışan etkinlikler yaptık içinde; böyle, renkli, keyifli
çalışmalar çıktı.
İkinci kitabımız “Ben İnsanım, İletişim
Kurarım.” Şunu biliyoruz ki, iletişim kurmayı bilmeyen bir kişinin insan
hakları eğitimi alma şansı yoktur. Yani, dinlemiyorsanız, dinlemeyi
bilmiyorsak, derdimizi anlatmayı bilmiyorsak, insan hakları bizim için, insan
haklarını öğrenmek, başkasının ve kendi hakkımızı öğrenmek bizim için çok
uzaklarda bir şey, lüks bir şey. Üçüncü kitabımız “Ben İnsanım, Sorumluluklarım
Var.” Yine biliyoruz ki, sorumluluk duygusu gelişmemiş kişilerde insan hakları
eğitimi yapamayız. Kadın haklarını merkeze alan “Kadınım, Ben İnsanım” kitabını
hazırladık.
...Ben, aynı zamanda, bu kitapları birkaç
yıl üst üste okullarda uyguladım, yüksek lisans tezi olarak değerlendirmelerini
yaptım. Zaten, bu kitaplar hazırlandıktan sonra, bir yıl, Türkiye’nin yedi
bölgesinde uygulandı, Millî Eğitim Bakanlığının da desteğiyle. Öğretmenler
eğitimden geçti, uygulandı, uygulama sonuçlarını toplantılar yaptık,
değerlendirdik, uygulama sonuçlarını kitapların düzeltmesine yansıttık. Sonra,
basılmak üzere, Talim Terbiye Kuruluna verdik, orada duruyor.
Yeni programlarda bu kitaplardan alıntılar
var. Yeni ilköğretim programlarının içinde, kitaplar tabiî Talim Terbiyede, bir
de deneme basımları ortalarda; bu etkinliklerin epey bir kısmını yeni
programların içine almışlar; ama, pek kaynak göstermeye gerek duymamışlar
herhalde.
Kadın haklarının gelişimini ve sınıfta
tartışmalar yaptıracak etkinlikleri içeren kitap bu, dördüncü sınıf kitabı.
Beşinci sınıf kitabı “Ben İnsanım,
Özgürüm, Haklarım Var.” Temel hak ve özgürlükleri anlatan ve özellikle, örneği
Türkiye’den olmasın, başka bir ülkeden olsun istediğimiz için, ırk
ayrımcılığını temel alan, Martin Luther King öyküsü üzerine oturmuş,
Türkiye’deki çocuğun da sorumluluğunu düşündürecek bir çalışma bu kitabımızda.
Altıncı kitabımız ise “Ben İnsanım, Eğitim
Benim Hakkım” deyip, nitelikli eğitim hakkını vurgulayan bir modül.” şeklinde
beyanda bulunmuştur.
Murat
Güller (EGM Asayiş Daire Başkanlığı Çocuk Büro Amiri)
“Bütün tanımlamasını sunacağım çocuk grubuyla ilgili çalışmalar
yürütüyoruz. Bunu yaparken de, böyle önemli bir nokta ki, Türkiye’de bize
kolaylık sağlayacak bir merkez yerde, çocuk hakları komisyonunun süreli bir
şekilde kurulması, arz edeceğim sebepler de daha sonra bunu doğrulayacaktır,
çok büyük önem arz ediyor. Çok güzel gelişmeler bunlar. Bizler de, bunları
paylaşarak geri bildirimlerinden yararlanıyoruz; ama, bizim ülkemizin genelinde
var olan bir hastalık belki, süreklilik ve devamlılık olmadığı için birçok şey
eksik kalıyor.
Biz, 13.4.2001 tarihinde 24372 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren çocuk şube müdürlükleri, büro
amirlikleri kuruluşları bir çalışma yönetmeliği çıkararak, tüm ülke genelinde
korunmaya muhtaç, sokakta çalışan, çalıştırılan mülteci, refakatsiz, başıboş
dolaşan, terk edilmiş ve benzeri suç işleme şüphesi altında bulunan çocuklarla
ilgili adli, idarî işlemleri yürütmek üzere, ülke genelinde, emniyet
birimlerimiz içerisinde çocuk şube müdürlükleri ve büro amirlikleri oluşturduk.
Bu oluşumumuz, çocuk haklarına dair
sözleşme ve diğer uluslararası ve yerel mevzuat göz önünde
bulundurularak yapıldı. Bu süreç içerisinde bir yıllık hazırlık aşaması
verildi, sonucunda da, 81 ilde teşkilatlanmasını tamamlayarak, 0-18 yaş arası
tüm çocuklarla ilgili çocuk şube müdürlüklerini oluşturduk. Şu ana kadar 3 050
personelle hizmet yürütmekteyiz.
Ben, hizmet içi eğitimlerimizde verilen
kurslardan da birkaç tanesini sunmak istiyorum. Örneğin, Çocuk Şube
Müdürlükleri Büro Amirliklerinde görev yapan personelin, en az bir hafta,
imkânlar dahilinde, bunlar hizmet içi eğitimlerdir, özellikle de arz ediyorum,
en fazla bir ay olmak üzere, çocukların adli mülakat teknikleri kursu, çocuk
polisliği ihtisas kursu, çocuk polisliği hizmet içi eğitim kursu, çocuk polisi
ve cinsel suçların soruşturulması kursu, çocuk polisi ve çocuklara yönelik
kursu, kayıp, buluntu ve terk edilmiş çocuklar kursu, çocuk polisi eğiticilerin
eğitimi kursları verildi.
Bu süreç içerisinde ilgili birimlerle,
yurtdışı örneklerinde olduğu gibi, sağlıklı organizasyonlar kurduk; fakat,
birtakım kurumların kendi yapısal sorunlarından ve şu an tanımlayamayacağım
birçok engelden dolayı kopukluklar meydana geldi. En başta, uluslararası kuruluşların
ülkemizde yaptığı incelemelerde karşımıza çıkan şöyle bir sorun vardı. Çocuk
bakım ünitesi diye adlandırdığımız ve geçici olarak misafir ettiğimiz
çocuklarla ilgili, siz bir sosyal hizmet birimi değilsiniz, bu çocukları neden
burada geçici olarak barındırıyorsunuz sorusuna, biz bir başka kurumumuzu
kötüleyemeyeceğimiz veya eleştiremeyeceğimiz için cevap vermekte zorlandık.
Çünkü, bizim ilgili birime teslimde yaşadığımız sorunları hukukçularımız çok
çok iyi biliyorlar.
Çok yakın bir zamanda ailenin korunmasına
dair kanunun uygulanmasına dair… esaslarını belirleyen bir genelgeyi yeni
gönderdik. Olumlu bildirimler aldığımızı görüyoruz; ama, imkânlar sadece bizim
bakanlığımızla kalmamalı, diğer Bakanlıklar da üzerine düşeni yaparak, topyekün
bir hareketle, en aza indirgeme çalışması devam etmelidir. Ben,
sıfırlanabileceği konusunda çok ütopik şeyler söyleyemem burada; ama,
yaşadığımız birçok olaylar var bizim de, karşılaştığımız, onları göz önünde
bulundurduğumuzda, ciddî anlamda tedbir ve önlemlerin alınabilmesinde
koordinasyona ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim.
5395 sayılı yeni çıkan Çocuk Koruma Kanunu
çok büyük beklentilerle çıkmış bir kanun; fakat, daha çok suç işleme şüphesi
altında bulunan çocukların topluma kazandırılmasını içeren bir kanun…bize
intikal eden çocuk sadece suç işleme şüphesi altında bulunan, suçla doğrudan ya
da dolaylı ilintisi olan çocuk değil. Sokakta terk edilmiş, cami avlusunda
bırakılmış çocuk da bize intikal ediyor ve bu çocukları ilgili birime teslim
etmekle mükellefiz. Birinci maddede çocuk tanımlanırken, daha erken yaşta ergin
olsa bile, 18 yaşını doldurmamış kişiyi çocuk kabul ediyoruz. Şimdi, biz, çocuk
haklarına dair sözleşmenin birinci maddesine baktığımızda, çocuk
tanımlamasında, daha erken yaşta reşit olma durumu hariç ifadesi vardı.
Şimdi, Anayasanın 90 ıncı maddesine
bakıyoruz, uluslararası sözleşmeler, eğer ki usulüne uygun hazırlanmışsa, ki,
biz çocuk haklarına dair sözleşmenin usulüne uygun hazırlandığını biliyoruz.
Yerel hukukun da önüne geçerek, sistemin içine girmek durumunda. Fakat, burada,
birinci maddeyle, çocuk haklarına dair sözleşmenin birinci maddesi arasındaki
çelişkiye bir bakıyoruz, reşit olma durumu, bir tanesinde yok, diğerinde reşit
olsa bile. Bu örneklerle size arz etmek istiyorum; çünkü, çok çok sayısı fazla.
Sokak çocuklarıyla ilgili araştırma komisyonuna yaklaşık 50 tane sorunu biz
madde olarak verdik. Tabiî, geri bildiriminde çok olumlu sonuçlar alındı; ama,
acaba istenilen hedefe ulaşıldı mı; bunda, tabiî ki kaygılarımız var.
Korucu ve destekleyici tedbir alınması
gerekiyor. Şimdi, kolluk olarak, biz, uzun uzadıya anlatacağımıza özetledik,
dedik ki: Çocuğun yüksek yararı kapsamında 3 050 personelle 18 yaşa kadar tüm
çocuklarla ilgili adli, idarî işlemler bizde çocuk birimiyle yürütülüyor.
Şimdi, çocuk koruma kanununun güzel bir ifadesi var. Diyor ki: Önce çocukla
ilgili işlemler, kolluğa intikal eden işlemler çocuk kolluğu tarafından
yapılır. Tamam, bu bizim için olumlu bir çalışma, olumlu bir karar; ama,
koruyucu ve destekleyici tedbirlerin alınmasında, madde madde de bazı şeylerden
bahsetmek istiyorum ben, yine ciddî sıkıntılar var. Neden; yine aynı kanunun
ilgili maddesinde sağlıklı ilgili tedbirler Sağlık Bakanlığı tarafından alınır,
çalışmayla ilgili, bir kişinin yanında çalıştırılma veya benzeriyle ilgili
tedbirler Çalışma Bakanlığından alınır, millî eğitimle ilgili konu Millî Eğitim
Bakanlığıyla… Şimdi, bu kanun çıktıktan sonra bir bakıyorsunuz, mahkeme,
çocuğun çalıştırılmasıyla ilgili bir özel sektöre yerleştirilmesi kararı veriyor,
Çalışma Bakanlığının yetkilileri diyor ki, ama bizim böyle bir hazırlığımız
yok. Bizim bundan haberimiz dahi yok. Neden; çünkü, yine ilgili kanunun bir
maddesi, bu kanunun uygulanmasıyla ilgili yönetmelik, SHÇEK ve Adalet Bakanlığı
tarafından çıkarılır diyor. Peki, diğer bakanlıklara yüklediğimiz
sorumlulukları onlarla paylaşmadan böyle bir yönetmeliği çıkarırsak, şimdi,
ben, kolluk olarak arz ediyorum, bende bekleyen, tanımladığım birçok çocuk var
ve bu çocukların yüksek yararını hesaba katarak ivedi teslimini sağlamak
durumundayım, nasıl teslimini yapacağım.
Yine, başka bir maddede, özellikle onları
biz kanun hazırlanırken ki çalışmalarda arz ettik, tutanaklarda bu mevcuttur.
SHÇEK’e, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna, uzatmadan özetliyorum, en kısa
sürede teslimi yapılır ifadesi var, kolluğa yansıyan çocuğun. Şimdi, en kısa
süre, çok açık bir ifade, bu en kısa süreyi, SHÇEK il müdürü 1 hafta olarak da
algılayabiliyor. Tamam diyor, ben çaba sarf ediyorum, alacağım; ama, resmî
işlemler bir hafta sürecek. Şimdi, burada en kısa sürenin en az 24 saatlik
sınırın altında olması ve bunun bir günü geçmemesi gerekir gibi birtakım
ifadelere yer verilmesi gerekiyordu.
Çocuk mahkemeleri sayısı yine aynı kanunla
81 ilde çoğaltılması gerekiyordu, şu anda, sanıyorum, yeteri kadar ilgili
yerlerde mevcut değil. Yine, aynı kanundan çocuk büroları kuruldu, çok önemli
bir gelişmedir bu; çünkü, bizzat savcılar tarafından yürütülecek bir faaliyette
çocuk bürolarının da oluşturulması da olumlu bir çabadır. Ne kadarı mümkün
oldu, ne kadar çok çocuk bürolarını da mahkememizde oluşturabildik, bu da ayrı
bir problem. Problemler çoğalıyor. ama, can alıcı noktalara, ivedi çözümlere
ihtiyacımız var.
Çocuk koruma kanunu çıktıktan sonra,
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne altı ay gibi bir
süre verildi ve denildi ki, bu süre içerisinde çocuk teslimiyle ilgili tüm
yapılanmanızı yapacaksınız. Şimdi, yeni kanun hazırlama aşamasında dedik ki,
kurumunuzun sayısı, imkânlarınız bellidir, bunu altı ay gibi bir sürede
yapabilme durumunuz nedir; çünkü, bu doğrudan bize yansıyan bir şey. Adalet
Bakanlığı bu konuyla ilgili, dünya örneklerinde dedi ki, bu iş, ıslah ve
benzeri tüm şeyler, koruma, barınma tedbirleri SHÇEK’le ilgilidir, ben, bu
kanunla bunu neticelendirdim; ama, zaten yaşadığımız sorunlar ki, daha önce de
komisyonlara arz ettiğimiz ve benzeri birçok sorun devamlılığını hâlâ
korumakta. Şimdi, bu süreç içerisinde nasıl bir uygulama yapılacak biz bunu
bilemiyoruz. Nasıl bir yol izlememiz gerekecek… Yönetmelik sadece SHÇEK ve
Adalet Bakanlığı arasında çıkarsa bizim
karşılaştığımız sorunlar nasıl giderilecek?
Okullardaki şiddet… Son zamanlarda, onunla
da ilgili materyallerimizi, gazetelerde çıkmış yazılarımızı getirdik. Değişik
zamanlarda genelgelerimiz çıktı. Bu genelgeler içerisinde, çocuk polisi
genelgesi, çocuklarımızın her türlü kötü alışkanlıklardan korunabilmesiyle
ilgili diğer genelgeler ve okul polisliği genelgesi çıkardık, bu genelgeyle
sadece adli işlem yürüten çocuk kolluğu değil, kolluğun diğer birimlerini de
harekete geçirerek, ülke genelinde özellikle bu tip problemlerin 155 kanalıyla
veya diğer kurumlar kanalıyla bize intikal eden boyutuna cevap vermek amacıyla
sivil ve resmî ekipler görevlendirdik. Bununla beraber yaya ve motorize ekipler
görevlendirdik. Çocuk aile ilişkileri içerisinde okul aile birlikleriyle
irtibata geçmelerini sağladık; ama, bu asla polis devleti oluşturma mantığıyla
olmadı, bunu da, bu şekilde yöneltenler oluyor.”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
10- 9.2.2006 Tarihli Toplantı
Nimet Çubukçu
(Devlet Bakanı)
Özellikle tüm dünyada kadına ve çocuğa
yönelik şiddetin toplumsal algısı, çok da yakın olmayan bir tarihte değişmeye
başladı. 1970’li yılların başında özellikle kadın hareketi olarak başlayan ve
uluslararası belgelere, bir belgeye kavuşması 1985’li yılları bulan kadın
hareketinde ve çocuğa yönelik, aynı tarihlere rastlar, hem CEDAW sözleşmesi hem
Çocuk Hakları Sözleşmesi… Malumu âliniz 1985’li yıllara kadar böyle bir
uluslararası sözleşme ve farklılıkların korunması yönünde bir sözleşme yokken
önce çocuk hakları, daha sonra da kadın hakları ülkeler tarafından en yüksek
sayıda imzalanan ve mutabakat sağlanan sözleşmeler olmuştur. Bu algının 1980’li
yıllardan sonra değişmeye başlamasından sonra, 2000’li yıllara doğru
yaklaştığımızda şiddet olgusunun ve kadına yönelik ayırımcılığın, diğer hak
ihlallerinin, aslında sadece kadına yönelik olmadığını, ulusal düzeyde
kadınların ülkelerindeki
demokratikleşme ve kalkınmada var olan rollerinin kısıtlanmasının,
neredeyse o ülkenin kalkınmasıyla doğrudan ilintili olduğu, şiddetin sadece
şiddet boyutuyla değil diğer bütün alanlarda, sağlık, eğitim ve ülkenin geneli
anlamındaki birim maliyetlerinin hesaplanmasıyla bu işin öyle hiç de hafife
alınacak, hiç de ucuzca geçiştirilecek bir iş olmadığı anlaşıldı.
Bu anlaşılmadan sonra, 2000 yılına
geldiğimizde, özellikle Birleşmiş Milletlerin Milenyum Kalkınma Hedeflerine
koyduğu şey, öncelikle ve başlangıçta kadınların toplumsal hayata her açıdan,
yasal, ekonomik, iktisadî anlamda ve sosyal statülerinin güçlendirilmesi
anlamında tam ve eşit katılım sağlanmadığı takdirde bu ülkenin de gelişmişlik
düzeyinin, demokratikleşme düzeyinin hiçbir zaman ilerleyemeyeceği konusunda
bir sonuç çıktı ve bu sonuç, bütün ülkelere ulusal eylem planlarını da
hazırlama görevi verdi.
Şiddet konusu, temel insan haklarındandır;
yani, bu hiç tartışma göstermez bir gerçek. Dolayısıyla, insan yaşama hakkına
yönelmiş bir ihlaldir; ama, bu anlamda, insan hak ve yaşama özgürlüğünün
savunulması da en başta devletlere görev yükler ve hem Evrensel İnsan Hakları
Bildirgesi hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bunu en üst düzeyde korur.
Özellikle birçok ülke gibi Türkiye de her
ne kadar uluslararası belgelerde bu yükümlülükleri üstlenmiş, yasal zeminde bu
değişiklikleri gerçekleştirmiş olsa dahi, ülkelere göre kadına yönelik şiddetin
yoğunluğu ve oranları değişse de, maalesef, bu şiddet vardır ve sorun olmaya da
devam ediyor. Alınan bütün tedbirlere rağmen, bu yaygın bakış açılarının
değiştirilmesi, toplumdaki töre ve namus kavramı, bu namusa aykırı davranışları
cezalandırma ve ilhakı hak kavramları namus cinayetleri üzerinde, maalesef, bir
meşru zemin oluşturmaya ve bu meşru zemin üzerinde uygulanan ceza yöntemine de toplumsal bir meşruiyet kazandırmaya
devam ediyor.
Ülkemizde töre cinayetleri dediğimiz zaman
da, özellikle belli bölgeler üzerinde kamuoyunda bir yaygınlaşma anlayışı varsa
da, komisyonunuzun da tespit ettiği üzere, hem büyük illerde taşınan göç
nedeniyle bu sorunlar yaygınlaşmış ve Türkiye’nin genelini sarmıştır;
Bu konuda, özellikle Bakanlığımız,
Bakanlığıma bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 1999 yılından başlayarak çok
etkin çalışmalar yürütmüş, bölgeler, bölgedeki sivil toplum örgütleriyle,
üniversitelerin araştırma bölümleriyle ve töre cinayetleri adı altında düzenlenen
panellerle bu anlamdaki bir zihniyet değişimine öncülük etmiştir. Bu çok
yönüyle tartışılan bütün bölgelerde, çeşitli zeminlerde tartışılan bu konunun
böyle derli toplu ve topyekûn bir mücadele ve eylem planına dönüşmesini de ümit
ediyorum.
2003 yılında Türk Ceza Kanununun 462 nci
maddesiyle başlayan değişim, özellikle kadına yönelik şiddette namus kavramı
saikiyle işlenen cinayetlerdeki indirimi ortadan kaldıran düzenlemenin yargı
üzerinde de çok olumlu bir etki yarattığı muhakkaktır.
Özellikle yasal düzenlemelerle bu
kavramların ortadan kaldırılamayacağı da bir gerçek. Her ne kadar evrensel
normlara sahip olsak bile, ne kamu vicdanı tarafından ve her ne sebeple olursa
olsun, hiç kimseye, yasalar ve toplum, cinayet işleme ayrıcalığı tanımaz ve tanımamalıdır.
Bir cinayetin de geleneklerle, törelerle ilişkilendirilerek mazeret yaratılması
da kesinlikle kabul edilemez. Çoğu kez, zorlu veya kandırılarak cinsel
istismara veya tecavüze uğrayan kadınlar, suçlu değil mağdurdur ve mağdur bir
insan ise, mutlaka korunmalıdır. Aksi halde, etkili koruma sağlama
sorumluluğunu yerine getirmediği için bu tür cinayetlerde bizlerin de
sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır. Dolayısıyla, bu anlamda kalıcı ve gerçekçi
bir çözüme ulaşmanın yolu da, toplumsal sorumluluğu paylaşmaktan geçiyor.
Toplumun tüm kesimlerinin bu konuda uzun ve soluklu bir işbirliğine ihtiyacı
var. Bu doğrultuda da tüm kurum ve kuruluşlara, sivil toplum örgütlerine ve
medyaya da önemli sorumluluklar yüklüyoruz.
Şiddet konusundaki genel olarak bu uygulamaya
yönelik yasal zemindeki değişiklikleri baz alarak bu döneme ilişkin uygulamaya
yönelik bazı çalışmalarımızdan da örnek vermek isterim. Bakanlığıma bağlı
Kadının Statüsü ve Sorunlarını Araştırma Genel Müdürlüğü bünyesinde uzmanların
işbirliğiyle Birleşmiş Milletler Nüfus Fonuyla birlikte işbirliği halinde
yürüttüğümüz ve Avrupa Birliği fonlarıyla desteklenen Kadına Yönelik Şiddeti
Önleme Platformu bir yıl süren çalışmalarını etkili bir eylem planıyla sürdürme
kararı aldı. Burada hedeflenen, hedef kitle, toplumun şiddet konusundaki
algılarının, olumsuz algılarının olumlu bir şekilde değişmesi ve şiddeti
dışlayan, şiddetle kendi arasında mesafe koyan ve bu konuda şiddete uğrayan
kadınların da korunması konusundaki hak bilincinin, onlar tarafından kullanılabilir
hak bilincinin geliştirilmesi konusunda destek vermektir. Fakat, takdir
edersiniz ki, her ne kadar şiddet konusunda kadınlardaki bilinç düzeyini ve
hukuku etkili kullanma, var olan yasalardan yararlanma gibi bilinçlendirsek
dahi, asıl şiddeti uygulayanlarla aramıza bir mesafe koymak; ama, şiddeti
uygulayanlara bir eğitime ve bir dönüşüme tabi tutmamız gerektiği de bir
açıktır.
TCK’da cinsel tacizin ayrı bir suç olarak
tanımlanması, zorla evlendirme, evlilik içi tecavüzün suç sayılması, sıralayamayacağımız
kadar gerçekten bizi bu anlamda, normatif anlamda her ülkeyle iyi bir şekilde
kendimizi kıyaslayabileceğimiz düzeye getirdi. Ümit ediyorum ki, bu komisyon ve
çalışmalarının da uygulama yönünde yüzümüzü ağırtacak, örnek gösterilecek
çalışmalara imza atalım hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle, siyaset üstü
tuttuğumuz, dezavantajlı gruplar dediğimiz kadınlar, çocuklar ve özürlüler
üzerinde genel bir siyaset belirlemek ve ülkenin genel siyasetini ulusal
politika olarak yansıtmak biz siyasilerin en öncelikli görevidir diye
düşünüyorum.
Bu konuda, özellikle kadına yönelik şiddet
ve şiddet konusunda yürüttüğümüz bazı uygulama çalışmalarından da örnek vermek
isterim. Yerel yöneticilerle, siz de gittiğinizde bunu çok iyi tahkik ettiniz
muhakkak ve sonuçları da bize bu anlamda olumlu yansıyacak; ama, yerelde doğan
sorunların, bazı sorunların özellikle lokal olduğu ve yerinde çözümün
dinamiklerinin kullanılması durumunda çözüme çok daha olumlu katkı sağladığı
bir gerçek. Bu sebeple, yerel yöneticilerin biraz da kadın, çocuk ve özürlü
dediğimiz bir anlamda sosyal hizmetin en dezavantajlı gruplarına hizmet verme
konusunda kurumsal kapasitelerinin geliştirilmesi ve bu hizmetler konusunda
gelişme sağlanması için 1 400 belediye, 81 il, 1 400’ün üzerinde ilçe, valiliklerin
ve kaymakamlıkların hepsine Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak, biz, kadın
konusunda yürüttüğümüz çalışmaları ve bu çalışmaların yerelde yansıması
doğrultusunda bir aktif rol üstlenmelerini, kadın merkezleri oluşturmalarını,
kadın sığınma evleri oluşturmalarını, kadına yönelik politikalarda artık bir
zihniyet değişiminin gerekliliğini, bu gerekliliği de yoksul başlı, yardım
endeksli siyaset anlayışı yerine ana politikaların merkezine oturtulacak kadın
ve toplumsal statüsünün yükseltilmesi
hedefi gerçekten meslek sahibi, sosyal statüsü yüksek kadınların bölgesel
çalışmalarla değerlendirilmesi konusunda büyük bir yol aldığımızı
söyleyebilirim. Bizim, kurumsal olarak, SHÇEK’e bağlı olmakla birlikte şu anda
27 tane sığınma evi var; 28 inci için bir açılış daveti aldım,
Bu şiddet uygulayanların zihniyetinin
değişimiyle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığımızla bir çalışma başlatmak
üzereyiz. Henüz bu çalışma olgunlaşmamış olmakla birlikte, hayatının ilk
eğitimini belki alacağı silâh altındaki er ve erbaşların henüz evlenmeden,
20’li yaşlarda, en temel ve belki de ilk eğitim, çünkü okuma-yazma bilmeden
gidenler var, kadına yönelik şiddet konusunda, aile içi şiddet, çocuk istismarı
konusunda materyallerin ve eğitim işbirliğinin tarafımızdan yürütülerek
doğrudan Genelkurmay Başkanlığımız tarafından yürütülecek bir hizmetiçi eğitim
gibi, temel eğitimlerine yönelik bir zihniyet değişimine yönelik, gelecekteki
hayatlarında da her zaman akıllarında kalabilecek bir uygulamaya yönelik
çalışmayı yürütüyoruz.
Bu anlamda, bölgesel ve ulusal düzeydeki
STK’larla işbirliği yapıyoruz. GAP Bölgesine yaptığım bir seyahatte de yerelde
kurulmuş STK örgütleriyle yereldeki yöneticilerin buluşmasını sağlamak ve
üreteceğimiz merkezî stratejide onların da aktif rol oynamasını istiyoruz.
Aynı zamanda, Diyanet İşleri Başkanlığıyla
şiddet konusunda özellikle yürüttüğümüz bir işbirliği söz konusu. Diyanet
İşleri Başkanlığının da özellikle hutbelerde kadına yönelik şiddet, aile içi
şiddet ve çocuk istismarı gibi konularda toplumsal bilinç düzeyinin
yükseltilmesi konusunda katkılarını istedik.
Millî Eğitim Bakanlığımız da, bu konuda
okullarda okul kitapları ve temel insan hakları kavramı içerisine
yerleştirilecek şekilde bir işbirliği çalışmamız var. En üst düzeyde
koordinasyonu da bu anlamda sağlamaya çalışıyoruz.
I. KOMİSYONUN ANKARA
DIŞINDA YAPTIĞI İNCELEMELER
1-
Araştırma Komisyonu 24-25 Kasım 2005 tarihleri arasında İstanbul’da
incelemelerde bulunmuştur.
İstanbul Valiliğinin organizasyonunda
ilgili Kamu Kurum ve Kuruluşları ,
Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversitelerden gelen temsilcilerin katıldığı bir
toplantı yapılmıştır.
Ayrıca Ceza ve Tutukevleri, kadın sığınma
evleri ve mağdur ailelerle görüşmeler yapılmıştır.
Toplantıya katılan temsilcilerin görüşleri kısaca aşağıda
yer almaktadır.
İstanbul Valiliği
Öncelikle şiddet, töre ve namus cinayetleri mağdurlarının
can güvenliklerinin ve barınmalarının sağlanması, uğradıkları tehdit, baskı ve
istismar sonucu yaşadıkları travmalardan kaynaklanan sağlık sorunlarının
giderilmesi, ekonomik destek, hukuksal destek ve rehberlik gibi hizmet
talepleri ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Bu kişiler, bilgi ve bilinç düzeylerinin
düşüklükleri nedeniyle genellikle Sivil Toplum Kuruluşlarının aracılığı ile ya
da Polis / Jandarmaya intikal eden bir olay sonucu ilgili kurumlara
getirilmektedirler.
Yaşadıkları korku veya bilgisizlikleri
sonucu ya başvurularının resmî kayıtlara geçmesini istemediklerinden ya da
konuşmaktan kaçındıkları için maalesef başvuru sayıları konusunda sağlıklı
veriler elde etmek mümkün olmamaktadır. Buna karşın Valilik birimlerinden elde
edilebilen yazılı ve sözel bilgilere göre;
2005 yılı içerisinde, Valiliğimiz Kadının
Statüsü Birimine ve İnsan Hakları İl Masası’na, 227 kadın doğrudan, 29 kadın
telefon ile, 11 kadında il dışından arayarak yardım talebinde
bulunmuşlardır.
Bu kadınların tümüne danışmanlık,
yönlendirme ve acil ihtiyaçları olanlara ekonomik ve sosyal destek
sağlanmıştır.
İstanbul Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Vakfı’na bu tür taleplerle, 01.01.2005–18.11.2005 tarihleri arasında,
2941 kadının başvurup yardım istediği, 1905 kadının sahipsizlik, boşanma, terk
ve diğer sebeplerle çaresiz kaldığı, 77 kadının da sığınma evlerinde kalarak
yardım istedikleri görülmüştür.
Ayrıca, 2004 yılında, İl Sosyal Hizmetler
Müdürlüğü’ne 82 kadın 84 çocuğuyla birlikte, 27’si fiziksel-duygusal şiddet ve
55’i ekonomik - sosyal yetersizlik sebebiyle, 2005 yılında ise 68 kadın 65
çocuğuyla birlikte başvurarak, sığınma talebinde bulunmuşlardır.
İstanbul İli genelinde İl Sosyal Hizmetler
Müdürlüğü’ne bağlı 2 Kadın Sığınma Evi, 8 Çocuk ve Gençlik Merkezi, 1 Çocuk
evi, 13 Çocuk Yuvası, 3 Yetiştirme Yurdu ve 7 Toplum Merkezi ve 15 Mobil Ekip
ile bu alandaki hizmet ihtiyaçlarına cevap verilmeye çalışılmaktadır.
İstanbul Valiliği ve bağlı kuruluşları
tarafından yönlendirilen mağdurlara
Kadın Sığınma Evleri ve Kadın Danışma Merkezleri aracılığıyla cevap
verilmektedir. Belediyelerden Küçükçekmece Belediyesi’ne ait 20 yataklı,
Kadıköy Belediyesi’ne ait 70 yataklı 1 adet Kadın Misafirhanesi, Üsküdar
Belediyesi’ne ait Kadın Danışma Merkezi ve Büyükşehir Belediyesi’ne ait 1 Kadın
Danışma merkezi bulunmaktadır.
15 kişi kapasiteli olan I. Kadın Konuk
Evi, 2005 Ağustosu’na kadar 358 kadın ve çocuğa barınma hizmeti vermiştir.
2005 Ağustos ayında 60 yataklı yeni Kadın
Sığınma Evi faaliyete geçti. Böylece birinci mekan (birinci kadın konuk evi)
“ilk adım istasyonu” olarak çok önemli bir hizmeti üstlendi. Kadın Sığınma
Evinde kalmak için başvurusunu yapan kadının, laboratuar tetkiklerinin sonucu
gelinceye kadar burada misafir edilmesi sağlanarak, hastalık bulaşma riski
azaltılmış, daha ideal koşullara ulaşılmıştır.
Kadın
Sığınma Evinin Kuruluş Amaçları:
1.ÊFiziksel, cinsel, ekonomik ve
psikolojik yönden tacize ve şiddete uğrayan, akli dengesi yerinde olup, barınma
sorunuyla karşılaşan kadınları geçici olarak konuk etmek (3 ay süreyle).
2.ÊKonuk evindeki kadınların rehabilite
edilerek özgüvenleri yükseltilip, mesleki beceri edindirildikten sonra “Yeni
yuva, yeni yaşam” programı ile topluma yeniden kazandırılması.
Kadınların
Kadın Sığınma Evine Geliş Sebepleri
1. Eşten şiddet görme
2.ÊTecavüz ve istenmeyen gebelik
3.ÊEş veya aile yakınları tarafından
cinsel olarak pazarlanma korkusu
4.ÊNamus ve töre cinayeti korkusu
5.ÊAile içi cinsel taciz
Alınması
gereken önlemler kısaca şu şekilde
belirtilmiştir.
lÊÊCan güvenliği sorununun çözülmesi
lÊÊBarınma sorununun çözülmesi
lÊÊSağlık sorunlarının giderilmesi
lÊÊEkonomik destek sağlanması
lÊÊHukuksal destek sağlanması
lÊÊRehberlik hizmeti sağlanması
İstanbul
Emniyet Genel Müdürlüğü:
lÊÊ%85 çocuk aile yanında ve ailelerin çoğu sabıkalı hırsız.
Çocuklara ve kadınlara hizmet kapasitesi 20-25 kişiyi geçmemeli çünkü sağlıklı
olmuyor.Şu anda 50 çocuk baz alınıyor.
lÊÊKoruma kararı olan çocuk sayısı 168. Özellikle tinerci
çocuklar suça daha az karışıyor ama bunları göz altında tutmak zor olduğu için
“tedavi oldum” deyip kaçıyorlar.
lÊÊÇocuklar yurtta bile kalsa aileleri ile temas ettikleri
sürece yine suça itiliyorlar. Rehabilitasyonları yarım kalıyor.
lÊÊİstanbul’da SHÇEK ve Emniyet Gn. Md. özellikle çocuk
alanında sıkı bir işbirliği içinde, Valilik tarafından da destekleniyor. “Açık
kapı sistemi” ile çocuklar koruma altına alınıyorlar.
lÊÊSHÇEK yasası çıkarken mutlaka deneyimli insanların görüşleri alınmalı, çünkü yasalar çıktıktan
sonra uygulamalarda sorunlar yaşanıyor.
lÊÊAdalet Bakanlığı ve diğer kuruluşlar arasında mutlaka koordine sağlanması gerekiyor.
lÊÊKanunlar çıkarılırken mutlaka uygulamalara bakılmak zorunda.
Masa başında yapmak sağlıklı ve ayağı yere basan yasalar olmuyor.
İl Jandarma
Genel Komutanlığı:
Çocuk Koruma Merkezleri oluşturulmuş
durumda. İlköğretim ve liselerde çocuklara ve ailelere eğitim veriliyor. Bu
merkezlerde bayan astsubaylar görev yapıyor.
İstanbul
Büyük Şehir Belediyesi Sağlık Dai. Bşk.:
Kadınların sağlık sorunlarıyla ilgili
olarak 2004 yılı içinde 2.7 trilyon harcama yapıldı. Fakat bunun dışında
yapılmış çok ciddi bir çalışma bulunmamakta. 2006 yılında 16 adet “cep
darülaceze” başlığı altında İstanbul’un uygun semtlerinde apartman dairesi kurulacak ve yaşlılar
burada yaşamaya devam edecekler. Böylece, yaşama aktif olarak katılacaklar.
Darülacezenin de yasası değişiyor. O zaman 4 daire özürlülere, 4 daire
çocuklara, 4 daire yaşlılara ve 4 daire mağdur kadınlara ayrılacak. Dışişleri
Bakanlığı ile yapılan protokolde fuhuşa yönlendirilen yabancı uyruklu kadınlar
saklanıyor ve yardım yapılıyor.
Kadıköy
Belediyesi:
Aile Danışma Merkezlerinde aile ve kadınlara eğitim ve sağlık
hizmetleri götürülüyor ve gönüllü desteği ile hizmet veriliyor. Avukat, psikolog, doktorlar da
bulunmaktadır. Okuma-yazma, kente uyum ve meslek edinme projeleri yürütülüyor.
İstihdama katılımları sağlanıyor ve aile içinde statüleri yükseltiliyor.
Böylece aile içi şiddet azalıyor, çocuk
eğitimleri artıyor. Çocuklar sokağa yönelmiyor, zihinsel engelli
çocuklar eğitiliyor. 2002 yılından beri özürlü ve yaşlılara yönelik AB
projeleri yürütülüyor.
1. 2003 yılından beri aktif olarak STK’lar
ile çalışılıyor. Temel insan hakları, kadın hakları, üreme hakları, engelli
hakları, ayrımcılıkla mücadele eğitimleri veriliyor.
2.ÊMeslek gruplarına (imamlar, emniyet
güçleri, basın, şoförler, muhtarlar, zabıta, doktorlar, psikologlar...) eğitim
veriliyor.
3. 2005 yılı içinde kent yoksulları (250
kadın) eğitiliyor.
4.ÊRadyo programları yapılıyor ve aylık
dergi basılıyor.
5.ÊKadınların sorunları tespit ediliyor,
tespit edilen sorunlar şu noktalarda toplanıyor..
lÊÊÇocuk anneler
lÊÊErken evlilikler/doğumlar
lÊÊAile içi şiddet
lÊÊYoğun işsizlik
lÊÊSağlık sorunları
lÊÊAile içi iletişim
lÊÊSosyal baskılar
lÊÊİstenmeyen evlilikler
lÊÊÖzürlü çocuklar
Kadıköy
Belediyesi Kadın Konukevi:
10. 12. 2002 tarihinde, henüz yasal bir görevlendirme
olmadığı halde, toplumsal ihtiyaca yanıt vermek için, T.C. Kadıköy Kaymakamlığı
ve T.C. Kadıköy Belediyesi işbirliği ile, Kadın Konuk Evi uygulamasının
protokolü hazırlanarak, aynı tarihli 94/65 sayılı encümen kararı ile Kadın
Konuk Evi uygulaması faaliyete geçirilmiştir.
Toplam 358 kadın ve 135 çocuğa hizmet verilmektedir. 2005 yılında
kapasite 60 kadına çıkarılmıştır. ikinci bir kadın konukevi daha
açılmıştır. Kadınlar genelde 3 ay
kalmaktadırlar. Rehabilitasyonları yapılıyor ve meslek edinmeleri sağlanarak
toplum yaşamına katılmaları öngörülüyor.
Konukevine gelen kadınlar genel bir sağlık kontrolünden
geçiriliyorlar (bulaşıcı hastalıklar, HIV/AIDS, parazitler). Psikolojik ve
psikiyatrik (ruhsal ve fiziksel) durumlarına bakılıyor, adli sicil ve sabıka
kayıtları kontrol ediliyor. Kadınlar burada hizmet üretiyorlar (temizlik,
yemek, çocuk bakımı...). Kadıköy İŞKUR projesi ile kadınlar tezgahtarlık, hasta
bakıcı, girişimci, ev temizlikçisi oluyorlar. 3 kişilik grup evler
oluşturuluyor. 2 kadın çalışıyor, diğer kadın çocuklara bakıyor. Böylece yaşama
aktif olarak katılıyorlar. SRAP( Sosyal Riski Azaltma Projesi) kapsamında yeni
çocuk bakımevi ve kadın konukevi açılması planlanmaktadır.
2005
yılında Kadın Sığınma Evlerinde ;
Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesi 70
kadın
İç Anadolu Bölgesi 40
kadın
Trakya Bölgesi 7 kadın
Ege Bölgesi 12 kadın
Karadeniz Bölgesi 39 kadın hizmet
almaktadır.
Kadın
Sığınma Evinde Kadın Konukların Kalma Süreleri Dolarken; Yeni Yuva Yeni Yaşam
Projesi:
5.ÊT.C. Kadıköy Belediyesi tarafından
sürdürülen Kadın Projeleri ve bu projeler vasıtasıyla oluşturulan çevre
aracılığı ile istihdam olanakları yaratılması sağlanır.
6. Kendi aralarında iyi anlaşan üçerli
gruplar oluşturulur. Ev tutma süreçleri desteklenir. Kiraları birinci ay,
ihtiyaç olması durumunda T.C. Kadıköy Kaymakamlığı’nca karşılanır. Ev, ikinci
el ev eşyaları ile döşenir.
7. Kadıköy Belediyesi ev düzeni kuran
kadınlara yakıt ve yiyecek yardımı yapar, belediyemiz poliklinikleri tarafından
sağlanan sağlık desteği sürdürülür.
8.Ê Bu gruptaki iki kadın çalışırken
üçüncü kadın da evde çocuklara bakarak düzeni sürdürür.
SİVİL
TOPLUM KURULUŞLARI
Avukat
Hülya Gülbahar (Kadın Dayanışma Vakfı)
Kadına yönelik şiddet ciddi bir cinsiyetçi
sistem sorunu ve tüm dünyada yaygın bir sorun. Devletin bir politikası olması
gerekiyor. Şiddetin ve namus cinayetlerinin temelinde ekonomik yetersizlik var.
Kadınların sadece % 8’inin gayrimenkulleri var, gerisi tarlada çalışıyor.
Kadınların Doğu’da 595, Ege’de % 75 oranında gelirleri yok. Ayrıca kadının ev
içinde harcadığı emeğin karşılığı yok, çalışan kadınlar çok azınlıkta ve gelir
erkeklere ait. Miras paylarında sorunlar var.
Kadınlar haklarını istedikçe şiddet fazlalaşıyor. Kanunlar
çok kolay çıkıyor ama ne yazık ki uygulanamıyor. Belediye Kanunu, 4320 Sayılı
Ailenin Korunması Kanunu için kampanyalar yapılıyor. Eğitim vermek, denetlemek,
süreğenliği sağlamak, bilinç uyandırmak gerekiyor.
Partiler ve milletvekilleri hiç bir
harekete sahip çıkmıyorlar. İmza kampanyaları havada kalıyor. Özellikle Medeni
Kanunun mal rejimi ile ilgili Partiler grup kararı almak zorundalar.
Cinsiyet kotası konulması gerekiyor.
TCK’da namus takıntısı var. Sadece 19.
maddede geçiyor, namus cinayetlerinde iftira çok fazla bu davalarda
kadını savunan yok. STK’lar davalara müdahil olmak zorunda. Uygulama süreçleri
hızlı olmak zorunda. Türkiye’de ensest vakaları mevcut ve namus cinayetleriyle
bağlantıları var.
Çözümler:
lÊKurumsal çözüm önemli. Kadın yoksulluğu ve işsizliği
giderilmeli,
lÊ14 sığınmaevi, 259 kadın kapasiteli, çok az bir rakam.
Belediyeler mutlaka kadın sığınmaevi açmak zorunda,
lÊKadın Sığınakları Kurultayı sonuçları rapora çözüm önerileri
olarak yansıtılmalıdır.
lÊSTK’ların Kanun hazırlanırken verdiği görüşler mutlaka
gözönüne alınmalıdır.Genital organ muayenesi tamamen yanlış olarak
uygulanmaktadır ve bu madde kesinlikle yeniden düzenlenmelidir. Bekaret
kontrolünün tamamen yasaklanması gerekmektedir.
lÊSığınmaevleri kadınların can güvenliğinin sağlanması
açısından yalnızca bulunduğu ile değil, tüm ülke genelinde hizmet vermelidir.
Canan Arın
(Mor Çatı /KADER/İstanbul Barosu Kurucu Üyesi)
Birleşmiş Milletler’in şiddet tanımı son
derece ayrıntılı olarak hazırlanmıştır. Kadın hakları insan haklarıdır ve
onların hakları ayrı olarak savunulmalıdır. Şiddet, fiziksel, sözel,
psikolojik, cinsel, ekonomik olabilir. Şiddet aynı zamanda, güçlünün zayıf
üzerinde güç uygulamasıdır. Ancak kadın-erkek eşitliğini sağladığımız zaman
biter. Siyasi ve ekonomik eşitlik mutlaka kota ile sağlanmalıdır. Olumlu
ayrımcılık yapılması gerekmektedir. İsveç’de uygulandığı gibi bir fermuar
sistemi uygulanmalıdır. Anayasa’ya % 40 kadınların temsil hakkı konmalıdır.
Şimdiye kadar tüm hükümetler şiddete son bağlamında ciddi değildir.
Uluslararası sözleşmeler imzalanıyor ama birşey yapılmıyor. Sığınma evleri hala
yok. TCK’ya göre davada zarar gören tarafında temsil edilmesi gerekiyor ve bunu
STK’lar yapabilmelidir. Özellikle namus cinayeti davalarında müdahil olmalılar.
Devlet sığınakların sayısını artırmalı ve yeri gizli olmalıdır. Kadın mutlaka korunmalıdır. Hatta kadınların isimleri
bile gizli tutulmalıdır.
Öneriler:
lÊİhtisasa göre sığınmaevleri açılmalıdır (şiddet, seks
işçisi, ensest...). Bu sığınmaevleri çok ve çeşitli olmalıdır.
lÊDİE şiddet istatistikleri toplamalıdır.
lÊNamus ve kadın bedeni arasında ilişki olmamalıdır.
lÊTCK’da kan gütmede töre cinayetidir. Namus cinayeti olarak
değiştirilmesi gerekiyor.
İstanbul
Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi
Şiddete maruz kalan kadınlara avukatlık
hizmeti verilmektedir. 2 avukat bu hizmeti vermekle görevlendirilmiştir. Hukuki
bilgi ve destek verilmektedir. Bu destek verilirken kadının ekonomik durumu önemli değildir. CMUK’daki madde nedeni
ile davalara müdahil olunamamaktadır. Töreler, din, kültür, eğitim kadına
yönelik şiddeti beslemektedir. Kentsel, kültürel, toplumsal dönüşüm projesi
gerekiyor. Kadın-erkek eşitliği toplumun tüm kesimlerine anlatılmalıdır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalıdır. Devlet, aile içinde egemen olan
babaya yönelik önlem almak zorundadır. Otoriter yapı yıkılmalıdır. Kadın-erkek
ayrımcılığı küçük yaşlardan itibaren aile içinde öğretilmeye başlanıyor ve
kodlamalar yapılıyor. Bunların önlenmesi için ortaya çıkarılması gerekiyor.
Şiddetin tanımlanması gerekiyor.
Öneriler :
lÊ4320 Ailenin Korunması Kanununda temel eksiklikler var.
Kanun çıkmasından çok uygulanması gerekiyor. “Aynı çatı altında.... “diye
başlayan madde yeterli değil. Bireyler ayrı yerlerde (boşanmış) olabiliyor.
Evlilik resmî olmayabiliyor. Bireyin korunması, evliliğin korunmasından daha
önemli.
lÊOrtaöğretim kurumlarında “iffetsiz olan kızlar” diye
damgalanmış olan kızların okulla ilişiği kesiliyor. Bu niye yalnızca kızlara uygulanıyor.
Yönetmeliğin değiştirilmesi gerekiyor.
lÊAdalet alanında çalışanlar (hâkimler, savcılar, polisler,
avukatlar...) hizmet içi eğitime tabi tutulmalı.
lÊAdli kolluk kurulmalı. Güvenlik ve soruşturma aynı kişi
tarafından yapılmalı. Polisler eğitilmeli ve kadına yönelik şiddetle ilgili bir
birim kurulmalıdır. Burada kadın polisler görev almalıdır.
lÊNamus cinayetleri intihar şeklinde olabiliyor. Geriye dönük
soruşturma çok dikkatli yapılmalıdır.
lÊYargı hızlı ve etkin olmalıdır. Tanık ifadeleri soruşturma
aşamasında alınmalı, gerekli ise yargı yeri değiştirilmeli ve tanıklar korumaya
alınmalıdır.
lÊCinayetler tasarlanarak gerçekleştiriliyor ve bunu
tasarlamak 1-2 hafta içinde oluyor. Kadın bu süre içinde koruma altına
alınmalıdır.
lÊAileye yönelik de soruşturma açılmalı ve ceza verilmelidir.
lÊYaşı küçük olan çocuklar cinayete karışmasınlar diye
korumaya alınmalı, ailelere göç ve iş imkânı sağlanmalıdır.
lÊTCK’da “haksız tahrik” maddesi var ama “töre” kelimesi
yerine “namus” konulmalıdır.
lÊNamus kriteri “ikili” uygulanmamalıdır. Erkek ve kadına
aynı uygulanmalıdır. Kadın ceza alıyor ama erkek almıyor. ahlâk da iki yüzlü
bir kavram.
Doç.
Psikolog Ufuk Sezgin
İstanbul Tıp Fakültesi Psikoloji Ana Bilim Dalı/Psikolojik
Travma Programı
1997 yılında Mor Çatı Kadın Sığınağı /
Geleceğim Elimde adı altında yapılan bir araştırmaya göre, ailelerde fiziksel
şiddet %34, sözlü şiddet %53, cinsel şiddet / taciz %9 olarak belirlenmiştir.
Kadınların % 80’i artık yapacak bir şey olduğuna inanmamaktadır. Mor Çatı 1990-1996 yılları arasında 1259
kadınla çalışmış ve % 88.2 oranında kadının şiddete maruz kaldığını
saptamıştır. Ayrıca bu kadınların % 68’i eşleri tarafından dövülmektedir.
Kliniğe
gelen her 100 kadından,
% 80
kadın 5 yıldan uzun süreli şiddete maruz kalıyor,
% 27
kadın sürekli şiddete maruz kalıyor,
% 46
kadın birden fazla şiddete maruz kalıyor,
% 30
kadın fiziksel yaralanmaya maruz kalıyor,
% 44
kadın yaşamsal tehlikeye maruz kalıyor,
% 30
psikiyatrik tedavi görmektedir.
Mağdurun
şiddeti sürdürme sebebi,
lÊEkonomik,
lÊÖç alma / intikam
lÊÇocuk
lÊAile desteğinin olmaması
lÊDüşük benlik kaygısı
lÊDuygusal bağımlılık
lÊİntihar / öldürme tehdidi
lÊBilinmeyenden korku
lÊYasal sistemin yardım edemeyeceği korkusu
lÊDinî / kültürel inançlar (dul kadın olma korkusu)
lÊSevgi / suçluluk / çaresizlik duyguları
Sığınma
evleri açarken,
lÊRehabilitasyon olmalı (doktor, psikolog, sosyal hizmet
uzmanı, çocuk yuvası, avukat)
lÊİş imkânı sağlanmalı
lÊÖzgüven kazandırılmalı
lÊKesinlikle gizli olmalı
lÊSistem alttan üste doğru çıkmalı
lÊBurada görev yapacak kişiler eğitimli olmalı
lÊKadın bakış açısı kazandırılmalı
lÊSilâhlı erkeklere bir çözüm bulunmalı
lÊAile mahkemeleri işler hale getirilmeli (duyarlılık
kazandırılmalı, erkeğe ve aileye rehabilitasyon uygulanmalı)
lÊRehabilitasyon merkezleri açılmalı ve ulaşılabilir olmalı
(ücreti yüksek olmamalı)
lÊKadınların şiddete yönelik nereye başvuracaklarının
(gerekirse başka dillerde) bildirilmesi gerekiyor. Kadın polisler eğitilebilir.
Müjgan
Halis (Gazeteci)
Namus kavramı bölgeden bölgeye değişiklik
gösteriyor. “Batman’da Kadınlar Ölüyor” adlı kitabın yazarıyım. 2001 yılında
Batman kadın intiharlarıyla gündeme geldi. Aslında kadınlar intihara daha
meyilli ama ölüm oranı çok düşük. İntiharlarda erkekler daha çok ölüyor. Ama
Batman’daki uyarı değil gerçekti. Nisan 2001 yılında 49 kadın öldü. Hukuk
boyutunun yanında insan boyutunun da gözardı edilmemesi gerekiyor. Kadın toplum
yaşamına katılmalı, hayalleri dinlenmeli ve ona hak verilmelidir. Sosyal yaşam
(sinema, kitapevi) canlandırılmalıdır.
Batman’da diğer kentlere göre
toplumsal uçurum daha fazla. Medya yaygın olduğu için renkli hayatlar artık
evin içinde ve kadınlar / genç kızlar bunu talep ediyorlar. Talep beraberinde
intiharı veya cinayeti getiriyor. Ayrıca aileler intihara da zorluyorlar.
Bölgede KAMER var, kadın dayanışma merkezleri var ve aslında kadın dayanışması
fazla. Mesela Konya’da kadın kendini dile getiremiyor çünkü kadın hareketi yok.
Filiz
Özçelik-Mor Çatı
15 yıllık ve şiddeti ilk kez Türkiye’de
dile getiren bir kurum. Sığınak deneyimi var. Her gün 10 kadın telefonla, 4-5
kadın bireysel olarak başvuruyor. Talepler genelde sığınmaevi oluyor. Beyoğlu
Kaymakamlığı bir yer açtı ve 20 kadın kapasitesi var. İşletmeciliğini Mor Çatı
yapıyor. Kadınların ve çocukların 3-5
ay kalma hakkı var. Şu anda 13 kadın ve 10 çocuk barınmakta. Bunlara psikolojik
destek veriliyor ama toplumdaki pek çok kadın bu hizmetten yararlanamıyor.
Kadınlar fizyolojik olarak sakat kalıyorlar ( burun kırık, kulak zarı yırtık,
topal...). 26 adet belediye sığınağı mevcut görülüyor ama 3 tanesi hizmet
veriyor. Kapasiteleri 60-70 kadın ile sınırlı. İstanbul için çok az bir rakam.
En az 100 sığınak olmalıdır.
Öneriler :
lÊPersonel sayısı artırılmalıdır.
lÊHizmet içi eğitim sürekli olmalıdır.
lÊSığınma evlerinde kadın bakış açısına sahip kadınlar
tarafından hizmet sağlanmalıdır.
lÊBürokratik engeller kaldırılmalı veya işlemler
hızlandırılmalıdır (yeşil kart, nüfus cüzdanı...).
lÊSağlık kontrolleri düzenli olarak yapılmalıdır (travma,
hamilelik...).
lÊEv (pahalı), çocuk (kreş yok) ve iş (az) sorunlarının
çözümlenmesi gerekmektedir.
lÊ4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanununda kadın evde
kalmakta, erkek uzaklaştırılmaktadır. Mahkeme tarafından kadına tedbir nafakası
bağlanmadığı için, kadın ekonomik olarak mağdur olmaktadır.
lÊKadının yalnızca yaşadığı yerdeki adliyeye değil her
yerdeki adliyelere başvurma hakkı olmalıdır.
lÊKadını koruyacak kolluk kuvvet yok.
lÊİstatistiksel veri toplarken daha dikkatli olunması
gerekiyor.
lÊSığınaklara düzenli bütçe sağlanması ve buraların düzgün
işletilmesi gerekiyor.
AMARGİ Kadın Akademisi
2001 yılında kuruldu. Aile içi cinsel
istismara yönelik çalışmaların acil olarak yapılması gerekiyor. Kadına yönelik
şiddet, yalnızca kadınların sorunu değil toplumsal bir sorun olarak algılanmalıdır.
Erkeklerde sorumlu tutulmalıdır. Okullarda, toplumsal alanlarda şiddet
tartışılmalıdır. Özellikle eğitim kurumlarında “çocukken” şiddet / cinsellik /
aile içi şiddet tartışılması gerekmektedir. Ayrıca kadın-erkek eşitliği
öğretilmelidir. Bu alanda gerekli çalışmaların yapılması gerekiyor.
Handan Koç
- Pazartesi Dergisi
Hükümet politikalarının yerele kadar
indirgenmesi gerekiyor. Yerel bir
zihniyet oluşturulması ve kahvelere kadar inmesi gerekiyor. Ayrıca, ülkemizde
dayanışma çok önemlidir. Kadınlar bu dayanışma ile ayakta kalmaktadırlar. TBMM
bu dayanışmayı yaymak zorundadır.
İlknur
Karacan - İstanbul Teknik Üniversitesi
Ülkemiz, Birleşmiş Milletler CEDAW (Kadına
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) raporunu şimdiye kadar 3
defa sunmuştur. (En son Ocak 2005 tarihinde sunum yapılmıştır.) Türkiye,
Pekin+5 kararlarına namus cinayetlerinin de eklenmesini sağlamıştır. 2004 Kasım
Genel Kurulunda ise, Ülkemiz Birleşmiş Milletlerde sponsor olarak namusla
ilgili bir karar alınmasını sağlamıştır. 2002-2005 yılları arasında TCK kadın
kampanyasına destek verilmiştir ve STK’ların telep ettiği 30 adet madde TCK’ya
girmiştir. Şubat 2005 Birleşmiş Milletler resmî raporu sonucunda Ülkemize
yönelik 47 tane tavsiye kararı çıkmıştır. Fakat “namus cinayetleri” yerine
“töre cinayetleri” denmesi konusunda endişeler vardır. Bunun “töre ve namus
cinayetleri” olarak düzeltilmesi talep edilmektedir. Ayrıca genital muayenenin
de yeniden gözden geçirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Çünkü bir ayrımcılık
söz konusu olmaktadır.
Kadına yönelik şiddet sorununun bir an
önce toplumsal olması gerekmektedir. Bilinç yükseltme çalışmaları Devler ve
STK’lar tarafından yapılması gerekmektedir. Medya ve kampanya destekli
olabilir. Eğitim programları olabilir. Kadının İnsan Hakları Derneği tarafından
SHÇEK ile protokol imzalandı ve
SHÇEK’de görev yapmakta olan sosyal hizmet uzmanları eğitildi. Onların
da kadınları eğitmeleri sağlandı. Bu yolla, % 75 oranında aile içi şiddet
durduruldu ve %25 oranında da azalma
sağlandı. Kadınların sadece 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanununu bilmeleri
bile çok önemli kaldı ki uygulayabilseler daha hızlı gelişme sağlanabilir.
Okuma-yazma öğretilmesi gerekiyor. Buna “yasal okur-yazarlık” adı veriliyor.
Olayları önleyici tedbirler bunlar olabilir. Mutlaka bilinçlendirme
programlarına kaynak ayrılmalıdır.
2-
Araştırma Komisyonu 19-22 Aralık 2005 tarihleri arasında Diyarbakır ve
Şanlıurfa illerinde incelemelerde bulunmuştur.
Diyarbakır ve Şanlıurfa Valiliklerinin
organizasyonunda ilgili Kamu Kurum ve Kuruluşları
, Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversitelerden gelen temsilcilerin katıldığı bir
toplantı yapılmıştır. Ayrıca;ceza ve
tutukevleri, mağdur aileleri ve kadın
sığınma evleri ziyaret edilmiş kanaat önderleriyle de görüşülmüştür.
Diyarbakır
İncelemesi
(19-20 Aralık 2005)
Diyarbakır’da yapılan toplantıya katılan
temsilcilerin görüşleri özetle aşağıda
yer almıştır.
SHÇEK İl
Müdürlüğü
- Namus ve töre adına kadınlara yönelik
kötü muamele, işkence ve öldürme , Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde yaygın
olarak görülmektedir. Bu tür şiddet olaylarında toplum; kadını “suçlu” erkeği
ise “mağdur” olarak değerlendirmektedir. Geçmişte bu konular hiçbir zaman
toplumun gündeminde değildi ancak bugün bölgemizde aynı durum söz konusu değil,
yeterli olmamakla birlikte bu konuda STK lar ve Devlet kurumları işbirliği
halinde çalışmaktadırlar. Valiliğimizce çeşitli tanıtım kampanyaları, Devlet ve
STK işbirliği ile eğitim programları, danışmanlık hizmetleri ile yöre halkı bilgilendirilmekte,
bilinçlendirilmektedir.
2000-2005 yılları arasında toplam 1113
kadın ve 1 çocuk Valiliğe başvurmuştur. Bunlardan % 70.7 resmî nikahlı, % 11.1
dini nikahlıdır. % 34.5 okur-yazar
değil, % 12.5 okur-yazardır. % 65.6
sözel şiddete uğramış, % 34.4 sözel şiddete uğramamıştır. Kadınlardan,
% 73.3 aile içi şiddet,
% 3.3 toplumsal şiddet,
% 63 fiziksel şiddet,
% 20.3 cinsel şiddet,
% 57 ekonomik şiddet,
% 61 duygusal şiddete maruz kalmışlardır.
Valiliğe başvuran kadınlardan büyük bir
çoğunluğu haklarını bilmemekte ve yönlendirmelerle başvuru yapmaktadırlar.
2000-2005 yılları arasında işlenen
suçlardan büyük bir çoğunluğu kan davası ve töre/namus cinayetleridir. 78
vakadan 77’si ölü, 1 yaralı olarak belirlenmiştir.
2000-2005 yılları arasında kadın
sığınmaevine,
2001 yılında 3 başvurudan 2 aile içi
şiddet, 1 tecavüz (nakil işlemi yapıldı)
2002 yılında 5 başvurudan 5 aile içi
şiddet, (nakil işlemi yapıldı)
2003 yılında 4 başvurudan 4 aile içi
şiddet, (nakil işlemi yapıldı)
2004 yılında 14 başvurudan 12 aile içi
şiddet,5 tecavüz, (nakil işlemi yapıldı)
2005 yılında 32 başvurudan 28 aile içi
şiddet, 4 tecavüz,(nakil işlemi yapıldı)
Başvuran kadınlardan, 9 kadın nakil
edildi, 9 aile yeni bir yerleşim yerine nakil edildi, 3 kadın işe
yerleştirildi, 9 kadın kendi istediği için ayrıldı, 2 kadın hala sığınma
evinde bulunmaktadır.
KAMER (Nebahat Akkoç) :
Tanım; “namus” adına işlenen cinayetler
tanımı 2005 yılında “namus kisvesi” adı
altında işlenen cinayetler olarak değişim göstermiştir.
KAMER tarafından 2003 yılından beri Namus
Kisvesi Altında İşlenen Cinayetleri Önleme Projesi yürütülmektedir. Projenin amacı; kadınları güvence altına
almak, duyarlılığı artırmak, kadınlara kalıcı yer sağlamak, kalıcı yöntemler
geliştirmek,
(Ailelerle görüşülüp küslük ortadan
kaldırılıyor ya da kadınlara yeni bir yerde yeni bir yaşam sağlanıyor.)
2003 yılında 23 kadın, 2004 yılında 31
kadın ve 2005 yılında 31 kadın olmak üzere toplam 85 kadın başvurdu. 6’sı
yurtdışından olmak üzere 48’i evli ve 30’u zorla evlendirilmişti.
Şehir merkezli başvurulardan, 4 kadının
nüfus kaydı yok, 9 kadının nüfus kaydı var kimliği yok, 16 kadın yanına
almamış, 56 kadının nüfus kimliği yanında.
Bunlardan, 26 kadın okur-yazar değil, 14
kadın bilen bir kişiden öğrenmiş, 25 kadın ilkokul mezunu, 4 kadın lise mezunu,
2 kadın yüksekokul mezunu.
lÊSoruna yaklaşımda yerel farklılıklar ve yerel özellikler
(dil, yöntem) dikkate alınmalıdır.
lÊYerel farklılıklar çok yoğun ve eğitim düzeyi çok önemli.
Eğitim düzeyi düştükçe cinayet sayısı artıyor.
lÊİlköğrenim görmüş kadınlar Türkçe biliyorlar, bunların
problemlerini çözmek çok daha kolay oluyor.
lÊKadının önündeki başlıca engeller; eğitim düzeyi ve dil,
ekonomik engeller, namus kavramı, ailelerin bakış açıları.
lÊKadın, ailenin koyduğu kurallara uymak zorunda, yoksa
itaatsizlikle suçlanarak öldürülüyor.
lÊTRT’de kadınların yasal haklarını öğrenebilmeleri için
kendi dillerinde yayın yapılmalı, eğitim programları düzenlenmelidir.
lÊŞiddetin arttığı değil azalmaya başladığı gündeme
getirilmelidir.
lÊKanunlar uygulanmalı, zihniyet değişikliği sağlanmalıdır.
lÊKadınlar nüfusa kayıt ettirilmeli ve resmî nikahlı olmaları
sağlanmalıdır.
lÊKadınlara ulaşılmada imam, muhtar, polis, ebe birlikte
çalışma yapmalıdır.
lÊKız çocuklarının okula gitmeleri ve erken
evlendirilmemeleri sağlanmalıdır.
lÊHalen 18 ilde çalışma yapılmakta, Diyarbakır hariç diğer
illerin Valiliklerinde sorun yaşanmakta ve zaman kaybedilmektedir. SHÇEK,
Sağlık Bakanlığı, MEB, STK’lar, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Gn. Md.
işbirliği ile Acil Müdahale Hattı (Ekibi) kurulmalıdır. 24 saat açık olarak
hizmet vermesi sağlanmalıdır. Mardin’de kuruldu, Batman’da ise kurulmaya
çalışılıyor. Valiler destek veriyorlar. Ama kalıcı bir yöntem geliştirilmesi
gerekiyor.
lÊGönüllülüğe dayalı bir sistem var ama geliştirilmesi
gerekiyor.
lÊYaralı ve akli dengesi bozuk kadınlar sığınma evlerine
kabul edilmiyorlar. Bunların sığınacak hiçbir yerleri yok.
lÊKurumsallaşma olması gerekiyor. Bireysellik (kişilere
bağlılık) ortadan kalmak zorunda. Beşeri ilişkiler yerine kurallarla yönetimin
sağlanması gerekmekte.
Mazhar
Bağlı (Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü):
lÊDevletin bu soruna eğilmesi ülkemizin imajı ve toplumsal
çözüm bulma açısından çok önemlidir.
lÊToplumsal bir sorun olduğu için üniversiteler ile ortak
çalışılması gerekiyor. Yapılan çalışmaların tekrar derlenmesi yararlı
olacaktır.
lÊKonunun din ile ilgisi kurulmalı ve Diyanet İşl. Bşk. bu
sürece dahil edilmelidir.
lÊÇocuğa yönelik şiddet kadına yönelik şiddetten daha
fazladır, toplumsal eğitim gerekmektedir.
lÊEğitimli kadınlar arasındaki şiddet, eğitimsiz kadınlara
göre daha yüksektir. Diyarbakır’da 4500 sokak çocuğu var. % 2’si sürekli
sokakta yaşıyor, %32 sokakta çalışıyor, %20 teşvik ediliyor, % 50 aile içi
şiddete maruz kalıyor. (Dicle Ün. 2003 yılı araştırması).2005 yılında sokak
çocuklarının sayısı 1250’ye gerilemiştir. SHÇEK 5000 çocuğa eğitim vermiştir.
Bu çocuklar tarım ve sanayide çalışmaktadırlar.
lÊDiyarbakır’da madde bağımlısı çocuk oranı % 1’dir.
lÊBir semtte kadına yönelik bir merkez varsa oralarda ölümcül
bir olay olmamaktadır. Yapılan araştırmaların sonunda Batman’da kadın
merkezleri açıldı, sayıları artırıldı. Kadınlar buralarda farkındalık
artırdılar. Fakat erkeklerinde eğitim almaları gerekiyor.
lÊTCK’da 82. madde de töre ve namus saiki olarak
değiştirilmesi gerekiyor. Namus göreceli bir kavram olduğu için eklenmesi uygun
görülmedi. Çünkü kişiden kişiye, toplumdan topluma değişiklik göstermektedir.
Meral Danış
Bektaş (Diyarbakır Barosu, KAMER) :
lÊBu cinayetler namus kisvesi altında işlenmektedir. Kanunda
düzenlemeler yapıldı ama tanıtım eksikliği var. Kadınlar emniyet
görevlilerinden çok STK’lara başvuruyorlar.
lÊYargının tutumu çok önemli. Aynı bakış açısı ve
kurumsallaşma önem taşımaktadır. Hâkim ve savcıların olaylara farklı bir gözle
bakması gerekiyor. Yargısal hoşgörü olmaması gerekiyor.
lÊValilik, Jandarma ve Emniyet işbirliği çok önemli. STK’lara
destek verilmesi gerekiyor. Mesai kavramı sorun olmaktadır. (özellikle
SHÇEK’de). Bireysel çaba harcamak gerekiyor. Ayrıca, hukuki işlemler çok yavaş,
devlette de gönüllülük mantığı olması gerekiyor.
lÊValiliğin sığınma evi var ama oraya kadınları göndermek
sorun oluyor. Yer yok, can güvenliği sağlanamıyor. Kadınların hemen yer
bulmaları gerekiyor.
lÊUygulamada sorunlar var. Başvurudan sonra hemen karar
alınamıyor, o zaman da kadın ya ölüyor ya da yaralanıyor.
lÊTCK’da “kusurlu eş” ibaresinin olmaması ya da açıklama
getirilmesi gerekiyor.
lÊBoşanma kararından sonra bile kadınlar şiddet görüyor.
Kanuna ek yapılması ya da değiştirilmesi gerekiyor.
Muhammet
Akar (Avukat) :
Din adamlarına çok görev düşüyor ama onlar
yetersiz kalıyorlar. Din ve töre kuralları içiçe geçmiş durumda, bunların
birbirinden ayrılması gerekiyor. Ayrıca din adamlarının da eğitilmesi
gerekmektedir.
Diyarbakır
Merkez Vaizi :
lÊCamilerde, hutbelerde vaaz olarak veriliyor. Diyanet bu
konuda pasif kalmamaktadır. Bu işlerin din adına yapılmamasını sağlamak
gerekmektedir. Bu halka anlatılıyor. Namus kavramı var ama insan öldürmek
gerekmiyor, bunun ailelere anlatılmasına çalışılıyor.
lÊToplum hak, hukuk, zulüm nedir ? hakkında bilgilendirilmelidir.
Cezalar belli mercilerce verilmelidir. Bunun anlatılması gerekmektedir.
Handan
Coşkun (Diyarbakır Belediyesi Kadın Merkezi ):
lÊ2 kadın merkezi, 2 kadın kooperatifi mevcuttur. Kadınların
ilk başvurdukları adres çok önemlidir. 2004 yılında 17 kadın kent, 33 kadın
kır-köy başvurmuştur.
lÊKadınlara ait işlemler yapılırken çok zorlanılmaktadır.
Özellikle çok çocuklu kadınlar, madde bağımlılarının tedavilerinin
yaptırılması, barınmalarının sağlanması çok zor olmaktadır.
lÊKadınların takibinde de zorluklar yaşanmaktadır. (
Okur-yazarlık, istihdam, can güvenliği...). Böyle bir mekanizma yok.
Prof. Dr.
Nuray Elmacı (Dicle Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı):
lÊNamus kavramı daha çok geçmiş kuşaklardan öğrenilir ve
toplumdan topluma farklılaşır. Namus törelerin içindedir. 2 kavramı birlikte
kullanmak zararlı değildir. Namus törenin içindedir.
lÊEğitimli kadınlar da şiddet görüyor ama eğitimsiz kadınlar
özellikle Doğu’da daha fazla şiddete maruz kalıyor. Çünkü kadınlar buralarda
erken evleniyorlar, akraba evliliği yapıyor ve başlık karşılığı veriliyorlar.
Mevcut aşiret yapısı kadını 4. sınıf görüyor.
lÊKadınların hakları konusunda bilinçlendirilmeleri ve
erkeklere de eğitim verilmesi gerekiyor.
lÊBu bölgede çocuğa ihtiyaç duyuluyor. Çok eşlilik de
aşiretin ve ailenin güçlü olma
isteğinden kaynaklanıyor. Bu yapıyı etkileyecek çözümlerin bulunması gerekiyor.
lÊŞafilerde töreler daha güçlüdür. GAP bölgesinde Kürtçe
konuşulur. Aşiret ailesi olma özelliklerine sahiptirler. Töreler baskındır.
Kentli bir yapı sergilemezler, kendilerine ait kuralları vardır.
İl Jandarma
Komutanlığı :
lÊÖzellikle yoksulluk ve üreme problemi var. Çok çocuklu
aileler (aile planlaması olmaması) sorun yaratmaktadır.
lÊKan davaları çok yaygın, barışmalarda kan parası ödeniyor.
Bu rant demektir. İşsizlik ve
yoksulluğun olduğu yerde para için kan davası da oluyor. Buna yönelik bir
araştırma yapılması gerekmektedir.
lÊEğitimli kadınlar haklarını savunuyorlar ve daha fazla
şiddete maruz kalıyorlar.
Muhittin
Sarıkaya (İl Müftüsü ) :
lÊHiç bir cinayet İslam dinine dayandırılamaz. Çevre etkisi
çok önemli. Geleneksel din anlayışı, gerçek din anlayışının önünde gelmektedir.
lÊDiyarbakır’da bir mezhep farklılığı var. Şafi mezhebine
göre vasinin izni olmadan kız evlendirilmez. Kız-erkek evlenmek için babanın
rızasını almak zorundadır. Bu da geleneksel din yapısından gelmektedir. Din de
böyle birşey yoktur.
lÊBölge kadınının % 60’ı tek evlidir ve dövülmemektedir. Çok
eşli olan kadınlar arasında şiddet oranı daha fazladır.
lÊBölgede kız çocuklarının miras hakkı, eğitim hakkı yoktur.
Evlilikte fikirleri alınmamaktadır. 23 tane seminer düzenlenmiştir ve 1500 kişi
ile görüşmeler yapılmaktadır.
lÊKadınlar evde kapalı kalmamalı, sosyal aktivitelere
katılmalıdırlar. Böylece evde huzur ortamı yaşanacaktır.
Gülcan
Yalçın Tantekin (Kadın Eğitim Merkezi / EPİDEM) :
lÊKadın sığınma evlerinde yer yokluğu nedeniyle SHÇEK
talepleri kabul etmiyor.
lÊ18 yaş altında çocuğun can güvenliği sözkonusu ve hamile
olduğu halde ne emniyet ne de SHÇEK kabul etmedi, çocuk mahkeme kararı ile
ailesine teslim edildi. Bu can güvenliği açısından çok büyük sorun teşkil
ediyor ve takip edilmesi gerekiyor.
lÊ6 ayda 107 kadın (8 töre ve namus cinayeti) başvurdu. % 51
evli ve aile içi şiddete (ekonomik ve fiziksel) maruz kalmış durumda.
Dicle
Üniversitesi :
lÊİlk evlilikler çok küçük yaşta yapılıyor. Bu da bölge
açısından çok büyük sorun teşkil ediyor.
lÊKentleşme ile birlikte bu tür sorunlarda artış oldu.
Düzensizlik başgösterdi. İnsan sayısı arttı, intiharlar arttı. (Özellikle de
Muğla ilinde kadın intiharları çok fazla). Kente gelen insanların eğitimle uyum
sağlamayı öğrenmesi gerekiyor 8kent yaşamı, kuralları...).
lÊTöre ile kentsel adaptasyonu birarada ele almak gerekiyor.
Şiddetin algılanması farklı. Eğitimli kadın ile eğitimsiz kadın şiddeti farklı
algılıyorlar.
Diyarbakır Barosu :
lÊ“Herkes İçin Adalet” isimli 6 alt bileşeni olan AB projesi
yürütülüyor. Ulusal ve uluslararası düzenlemeler anlatılıyor. Miras hakkından
da bahsediliyor. Hukuki destek veriliyor ve davalar takip ediliyor.
Diyarbakır’da kadınlar artık haklarını biliyor ve kullanmak için talep
ediyorlar. Oranlarda artma var.
lÊYargıçlar mahkemelerde töre cinayetlerinde 3 faktöre
bakıyorlar. Bunlar, aile meclisi var mı, karar alınmış mı, kimler almış.
lÊ“Müdahil olma” konusunda yasada boşluk var. STK’lar
gözlemci olarak dosyayı okuyabiliyor ama müdahil olamıyorlar. Ölen de öldüren
de kendi kanlarından olduğu için aileler karşı çıkıyor. Baroların müdahil olma
hakkı (yolu) açılması gerekiyor çünkü ölenlerin de haklarının korunması
gerekiyor.
Sağlık
Bakanlığı :
lÊDiyarbakır’da anne ve bebek ölümleri çok yüksek. Yılda 40
bin bebek doğuyor ve bunları takip etmek çok zor oluyor. Vatandaş sağlığı talep
etmiyor, ölüm oranları bu yüzden yüksek oluyor. Aşı oranları % 30’dan % 80’e
çıktı çünkü devlet kapı kapı dolaştı. 15-25 yaş arasında doğurgan 350.000 kadın
var. 700.000 kadına aşı (tetanoz) yapılması gerekiyor.
lÊTöre cinayetlerinde cezalar çok arttığı için artık aileler
kadınları intihara zorlayacaklar ve intihar oranlarında artış olacak.
Millî
Eğitim Bakanlığı :
lÊKız çocuklarının okullaşma oranları merkezde % 30 ama
yatılı bölge okullarında bu oran erkek çocuklarında yüksek.
lÊKızlar 5. sınıftan itibaren takibe alınıyor. Yatılı bölge
okullarına yönlendiriliyor. İlköğrenimde oran % 50 iken, ortaöğrenimde bu oran
%30-35’e düşüyor. Liselerde ise daha da azalıyor.
lÊ2005 yılında “Haydi kızlar okula” kampanyası ile
15.000-20.000 kız ara sınıflardan kayıt altına alındı.
lÊKız çocuklar için yatılı bölge okulları açılması gerekiyor.
Şanlıurfa
İnceleme Notları (21-22 Aralık 2005)
Şanlıurfa’da yapılan toplantıya katılan temsilcilerin görüşleri özetle aşağıda yer almıştır.
SHÇEK İl
Müdürlüğü :
lÊTöre ve namus cinayetlerinin nedenleri olarak kültürel,
hukuksal, toplumsal, ekonomik, psikolojik etmenler in yanı sıra yoğun göç,
aşiret gelenekleri ve töre baskısı sayılabilir. Çözüm bir eylem planı
hazırlanmalıdır. Aile bireyleri kuralları çok katı olarak uygulamaktadır.
Üniversitenin varlığı ile sosyal hayat gelişti ve göçten sonra kent yaşamına
alışıldı. Bölgede geleneksel/geniş aile yapısı devam ediyor. Kadınların hakları
neredeyse yok. Kararları aile meclisleri alıyor. Anne, baba, babaanne
kararların alınmasında etkili olan kişiler. Halk (aşiret ileri gelenleri) de bu
karara katkıda bulunmaktadırlar. Çevre/toplum baskısı bu cinayetler için zemin
hazırlamaktadır.
lÊ2002 yılında 8 kadın, 2003 yılında 9 kadın, 2004 yılında 8
kadın ve 2005 yılında 18 kadın
başvurdu.
lÊEğitim önemli ama içeriğine bakmak gerekiyor. Aile bir
bütün olarak eğitilmelidir. Örf, adet ve hurafeler çok baskıcı, bunların gözden
geçirilmesi gerekiyor. Bireysellik öne çıkmak zorunda. Geleneksel aile
yaşamında bunun düzelmesi gerekiyor.
lÊAdölesan dönemlerine dikkat edilmelidir. Geleneksel ve
baskıcı aile yüzünden gençler yanlış yollara sapmaktadırlar. Kararlara
katılmalı ve erken evlendirilmemelidirler.
Çözüm;
1.Ê Ailelere yönelik eğitim,
işbölümü geliştirilmeli, toplum merkezleri sayısı artırılmalı ve etkinlikler
planlanmalıdır.
2.ÊÊKadın konukevi etkinliği
nicel ve nitel olarak artırılmalı, hizmetler çeşitlendirilmelidir.
3.ÊÊİstihdama yönelik
kolaylaştırıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
4.ÊÊİleri gelenler ve medya
ile iletişim kurularak toplumun bilinci artırılmalıdır.
5.ÊÊKız çocuklarının
okullaşmaları sağlanmalıdır.
6.ÊÊ18 yaş altı için sosyal
rehabilitasyon merkezleri kurulmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.
7.ÊÊDiyanet ile işbirliği
(imamlara vaaz verdirilmelidir).
İl
Emniyet Müdürlüğü:
lÊ2004-2005 yılları arasında intihar oranlarında % 41 düşüş,
intihara teşebbüs olaylarında % 45 düşüş, aile içi şiddet olaylarında % 14
düşüş olmakla beraber töre ve namus cinayetlerinde % 100’lük bir artış
saptanmıştır.
lÊ4 yıldır çocuk suçlarına ilişkin çalışma yapılmaktadır.
Aile ilgisizliği ve sevgisizlik en önemli nedenlerden. Çocuk kendini fark
ettirmek için suç işlemektedir. Çocuk cinayet işleyerek aile içinde değer
kazanıyor. Çocuklarda da ailevi değerler yok. Eğitimsiz ve kişiliksiz olarak
yetiştiriliyorlar. 12-13 yaşında sesini çıkarmayıp ezilen çocuk 18 yaşında
bedenen güçlendiği için hakkını gasp ile alıyor ve kapkaç terörü başlıyor.
Aslında ev hırsızlığı ya da başka türlü bir hırsızlık yapmıyorlar hatta ev
hırsızlığının cezasında daha az ama söke söke alma tatmini bu tür
hırsızlıklarda olmaz. 2002 yılında varoşlarda çalışılmaya başlandı. Mahalle
muhtarları ve emniyet çocuklarla iletişime geçti. 30.000 kız ve 50.000 erkek
çocuk sinemaya götürüldü, kıyafetleri düzeltildi ve hijyen öğretildi. 2006
yılında hedef 100.000 çocuk olarak belirlendi. 7-15 yaş arası bu çocuklara
canlılara zarar verilmemesi gerektiği, haklara saygı öğretiliyor ve sevgi
veriliyor. Örnek polisler model olarak kullanılıyor ve çocuklar okumaya teşvik
ediliyor. Sonuç olarak 2002 yılında 1388 çocuk suçlu sayısı, 2005 yılında 375’e
düştü. Aile içi şiddet ve çocuklara karşı işlenen suçlarda da 3 yıl içerisinde
% 56 oranında azalma görüldü.
lÊPolisler 4320 Ailenin Korunması Kanunu ile ilgili olarak
eğitime tabi tutuldular. Artık karakollarda başlayan işlemler savcıya
yönlendiriliyor, soruşturma başlatılıyor. Her hafta sonu çocuklar düşüncelerini
belirten mektuplar yazıyorlar. Polisler 24 saat hizmet veriyorlar ve 2005
yılında sokakta çalışan çocukların envanteri çıkarıldı (aileleri, önceki
suçları...).
lÊ4320 Ailenin Korunması Kanununda bütünlüğü sağlamak ve
geliri sağlamak çok önem taşımaktadır. Hâkimler tedbir nafakası uygulamak
zorundalar. Polisler ve savcılar eşi uzaklaştırmalı ve yasanın çok iyi
anlaşılıp uygulanabilir kılınması gerekmektedir.
İl
Jandarma Komutanlığı :
lÊ2004-2005 yılları arasında aile içi şiddet olaylarında % 4,
töre ve namus cinayetlerinde % 23’lük bir artış saptanmıştır.
lÊAile içi şiddet olaylarında örf ve adetler çok önemlidir.
Cinayetler ve intihar olayları çok fazla ve sorun çok büyük. Feodal yapı çok
güçlü ve giderek güçleniyor. Çok fazla silâh var. Beyana dayalı olaylarda
sonuca gitmek çok zor oluyor, somut delil gerekiyor. Azmettirmek olayını ortaya
çıkarmak gerekiyor. Bu da kolay değil. Sosyal boyuta yönelik uygulamalar
getirilmesi gerekiyor. Valilik ve üniversiteler işbirliği yapabilirler.
Şanlıurfa
Barosu :
Varoşlarda töre cinayetleri daha fazla.
Toplum töre cinayetlerinin daha prestijli olduğunu düşünüyor. Bu düşünce
yapısının ortadan kaldırılması gerekiyor. Sanayileşme ile birlikte ailelerde
bireyselleşme olacak ve bu problem ortadan kalkacak. Şu anda çok çocuklu
ailelerde zulüm hakim görülüyor.
Adalet
Komisyonu Başkanlığı :
lÊ2004 yılında ilk defa töre cinayeti ve aile meclisi kararı
dile getirilmiştir. Urfa, Mardin, Batman ; Siirt, Diyarbakır illerinde töre
cinayetleri var. Töre cinayetlerinde organize suçlar, tasarlama, katılım, maddi
çıkar ve toplumda saygı vardır. Namus da ise bireysellik, olağan olaylar
mevcuttur. Namus cinayetleri ülkemizin her yerinde olmaktadır. İstatistikler
var fakat yetersiz ve anlamsız. Adalet Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı
ve Emniyet Genel Müdürlüğü verileri birbirini tutmuyor.
lÊHâkimlerin ve savcıların vizyonu ve eğitimi olması
gerekiyor. Mağdurun haklarını savunan yok, arkasından ağlayan yok. Aile
öldürenin tarafını tutuyor.
lÊSeminerlerle hâkimler, savcılar, polisler, doktorlar...
mutlaka eğitilmeli ve bulundukları bölgenin şartları, yaşam tarzı
anlatılmalıdır.
İl Millî
Eğitim Müdürlüğü :
Kadınların % 48’i okuma-yazma
bilmemektedir. Bunların birçoğu Türkçe’de konuşamamaktadır. 2 yılda 55.000 öğrenci
okullu olduğu halde, Adıyaman, Şırnak ve Diyarbakır daha iyi durumdadır.
Derslik sayısının artırılması gerekmektedir.
Harran
Üniversitesi (Prof. Dr. Zuhal Karahan ) :
Yöre halkında toprak yok, eğitim yok,
yoksulluk çok olduğundan dolayı güçsüzlük mevcut.Güçlü olabilmek için mutlaka bir topluluğa dahil olmak
zorundasınız. Töre cinayetlerinin nedenleri, televizyon-medya, çocuğun aile
içinde kimlik kazanmaya çalışması, çok eşlilik de kızın namusunun babadan çok akrabalardan
sorulması, devlet görevlilerinin zamanla halktan biri olup çıkması ve
görevlerini aksatmaya başlamasıdır.
Çözüm; işsizliğin giderilmesi
gerekiyor, sanayileşme sağlanmalı bu da beraberinde istihdamı sağlayacaktır.
Kentlerde alt yapının güçlendirilmesi gerekiyor. Göç edenlerin kent yaşamına
adaptasyonlarının sağlanması çok önemlidir.
Türk
Üniversiteli Kadınlar Birliği :
lÊŞanlıurfa’da dinsel ve sosyal nedenlerden dolayı kadının
kimliği tanımlanmış değildir.
lÊEğitim özellikle ilkokulda yoğunlaşmalıdır. Meslek grupları
da eğitime tabi tutulmalıdır.
lÊMedya ile kırsal kesimde yaşayanlar arasında uyuşmazlıklar
var. Özellikle genç kızlar kültür şoku yaşamaktalar. İntiharlarda olayın sosyal
boyutuna inilmesi gerekiyor.
lÊEkonomik özgürlük şart. “Baba Beni Okula Gönder”
kampanyasında 500 aile ile görüşüldü. Dinsel baskı çok yoğun. Din adamları
mutlaka destek olmalılar.
lÊBireysellik öne çıkmak zorunda. Toplumsal ahlâki değer
yargıları tekrar irdelenmelidir.
Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği :
Kız çocuklarının okullaşma oranlarını
artırmak üzere ailelerle görüşmeler yapılmaktadır. Burs sağlanmaktadır. 600 kız
öğrenci burs sağlandı ama okullaşma süreleri 15 günden önce olmuyor bu süre çok
uzun.
İl Sağlık
Müdürlüğü :
Şanlıurfa’da kadının ismi yok ve din
yanlış anlaşılıyor. Acilen Diyanet İşleri Başkanlığı halkı bu konuda eğitmek
üzere çalışmalarını hızlandırmalıdır.
3-
Araştırma Komisyonu 01-03 Şubat 2006 tarihleri arasında Trabzon ve Rize
illerinde incelemelerde bulunmuştur.
Trabzon ve Rize Valiliklerinin
organizasyonunda ilgili Kamu Kurum ve
Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversitelerden gelen temsilcilerin
katıldığı iki toplantı yapılmıştır. Ayrıca Ceza ve Tutukevinde konu mağduru
mahkumlarla görüşmeler yapılmıştır.
Toplantıya katılan temsilcilerin görüşleri
kısaca aşağıda yer almaktadır.
Trabzon-Rize (Kamu Kurumu, Üniversite, Yerel Yönetim
temsilcileri)
Katılımcılar; Ülkemizin pekçok yöresinde
olduğu gibi Trabzon ve Rize illerinde de kadına ve çocuğa yönelik şiddet sorunu
bulunduğunu Bölgede töre ve namus
cinayetinin yok denecek kadar az olduğunu Rize’de bulunan sığınma evinde şu
anda hiçbir kadın bulunmadığını ifade etmişlerdir. Aile içi şiddetin toplumsal
nedenlerle resmiyete her zaman intikal etmediği, önyargıların henüz değişmediği
bu konuda bir zihniyet değişiminin gerçekleşmesi gerektiği kurumsal olarak ta
bir yapısal değişim zorunluluğu vardır. Aksi halde bu sorunların üstesinden
gelinemeyecek boyutlara ulaşacağı ifade edilmiştir.
K.T.Ü. Yrd.
Doç. Hikmet Yazıcı :
Bu problemlerin temelinde bilinç eksikliği
vardır. Çocuğun yetişmesindeki yetersizlikler bunun nedenleri arasındadır.
Şiddetin psikopatik eğilimlerinin tespiti gerekir.
Bu konularda gerçekçi veriler elde
edilememiştir.
Aile ve evlilik konusunda eğitim
verilmelidir.
Kadınlar psikolojik destek alma konusunda
isteksiz oluyorlar bunların bilinçlendirilmesi gerekir.
Toplumumuzda kadının ve çocuğun konumu
bakımından okullarda ve camilerde aydınlatıcı bilgi verilmelidir.ÊÊ
K.T.Ü Prof.
Sema Kandil (Psikiyatr)
Çocuk sorunlarının temelinde aile içi
şiddet bulunmaktadır. Çocuğa şiddet konusunda resmî verilere yansımayan pekçok
olay vardır. Kadınlar çocuklarının uğradıkları şiddeti korkudan
anlatmamaktadırlar. Ensest ilişki sanıldığından daha çoktur.
Bu olayların temelinde toplumsal nedenler,
eğitimsizlik, kalıtsal nedenler, ekonomik nedenler bulunmaktadır.
Sosyal
Hizmet Uzmanı Asuman Çebi
Karadeniz kadını kendine güvenen evde söz
sahibi kendini ifade eden bir kadındır. Ekonomik yönden desteklenmesi halinde
şiddete karşı da kendini koruyacak mekanizmaları geliştirecektir.
Cafer Asan
- Sosyal Hizmet Uzmanı
- İnsan haklarına bakış açısının; kamu
hizmetlerinin sunumunda önemle uygulanması gerekmektedir. Bu konuda kamu
görevlilerine eğitim verilmelidir.
- Şiddetin sadece kadına ve çocuğa değil
her türlüsüne karşı çıkmak gerekmektedir. Bu konuda toplumun her kesimi
eğitilmelidir. Televizyonlarda şiddeti tetikleyen programlara yer
verilmemelidir.
Trabzon
Baro Başkanı
Mevzuattan kaynaklanan kargaşa
yaşanmaktadır. Özellikle ailenin bir bütün olarak ele alınması velayet
konusunda ortaya çıkan sorunun çözümü için;
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 336/1
maddesi hükmünün “Evlilik devam ettiği sürece anne ve baba velayet hakkını
küçüğün menfaatine uygun olacak şekilde ayrı ayrı kullanabilirler” şeklinde,
342/1 maddesi hükmünün “ana ve babadan her
biri velayetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal
temsilcisidir.”
Şeklinde değiştirilmesinin yerinde olacağı
ifade edilmiştir.
Trabzon
Cumhuriyet Savcılığı
Konu ile ilgili olayların büyük çoğunluğu
fiziki şiddet kullanmak şeklinde işlemiştir. Sebepleri incelendiğinde % 34
alkol, % 16,5 başka kadın veya erkek, % 9.5 İşsizlik, parasızlık, duyarsızlık,
% 9,5 geçimsizlik % 6,5 aile, % 3,5 psikolojik rahatsızlık % 20,5 ise nedeni
açıklanmamıştır.
Cumhuriyet Savcılığı olarak her hangi bir
fiziki şiddet söz konusu olduğunda 4320 sayılı kanun gereğince tedbir
uygulanması için talepte bulunulduğunu belirtmiştir.
Rize Sosyal
Hizmetler Müdürlüğü :
Rize’de bir kadın misafirhanesi
bulunmaktadır. Yıllık ortalama 6-7 kadın konukevine müracaat etmektedir.
Emniyet verilerine göre yıllar itibariyle artış gösteren şiddet mağduru
sayısının bu konuda insanların bilinç düzeylerinin giderek yükseldiğinin bir
göstergesi olabileceği şeklinde ifade edilmiştir. Yıllar itibariyle şiddet
mağdurları ile ilgili veriler aşağıda belirtilmiştir.
Yıl Kadın Çocuk Toplam
2002 10 2 12
2003 54 12 66
2004 35 11 46
2005 27 7 34
Öneriler :
- Çocuk Koruma ve Aileyi Koruma Kanunları
arasındaki çelişkinin giderilmesi,
- Köyden Kente göç sonucu uyum sorunu
yaşayan ailelere danışmanlık hizmeti verilmesi,
- Kadınlara, Ekonomik, Psikolojik, Sosyal
danışmanlık hizmetleri verilmesi,
- Yeni evlenecek çiftlere danışmanlık
hizmeti evli çiftlere ise iletişim ve uyum konularında seminerler verilmesi,
- Aile danışma merkezlerinin
yaygınlaştırılması
- Parçalanmış ailelere destek olacak
tedavi edici rehberlik hizmetleri verilmesi
- Suçlu çocuklara ve ailelerine yönelik
rehabilitasyon programları düzenlenmesi için kamu kurumu ve üniversitelerle
işbirliği yapılmalı
- Madde kullanan veya kullanma eğilimi
taşıyan çocukların ailelerine yönelik bilgilendirme ve danışmanlık hizmeti
verilmesi
-ÊKadına ve çocuğa yönelik şiddet
konusunda veri tabanı oluşturulması
- Ailenin korunması ve diğer kanunların
uygulanması yönünde kamu görevlilerinin bilinçlendirilmesi eğitilmesi
- Yerel Yönetimlerin STK.ların bu
konuların çözümünde daha aktif rol almaları
- Ataerkil yapı nedeni ile baba ile
iletişim kurmayan kız çocuklarının küçük yaşta kaçarak evlenmesi,
- Şiddete maruz kalan kadınların öncelikle
bunu kabullenmemeleri kendi haklarının bilincinde olmaları gerekir,
erkeklerinde bu konuda eğitilmeleri gerekmektedir. Annelere verilen değer
insanlığa verilen değerdir. Bu konuda okullarda ve camilerde eğitici programlar
verilmelidir.Yörede töre cinayetleri çok yoğun olmamakla birlikte şiddet ve
bunun kabulleniş tarzı vardır bu konuda farklı algılanış vardır.
- Kanunlar çerçevesinde Kadın-Erkek
eşitliği sağlansa bile uygulamada bunun mümkün olmadığı, bu konuda büyük
eksiklikler yaşandığı belirtilmiştir.
-ÊŞiddet konusunun ne anlama geldiğini
açıklayan kavram eksikliği giderilmelidir bu konuda farklı algılamalar söz
konusudur. Özellikle yasaları uygulayan hukukçularda ekonomik şiddet algılaması
yoktur. Bu konuda görevlilerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
- Hukukî Süreçte adli yardım konusunda yaşanan engeller
kaldırmalıdır.
-ÊÊToplumsal cinsiyet eşitliğinin
sağlanması ve kurumlar arasında ki koordinasyon eksikliğinin giderilmesi
- SHÇEK çalışanlarının sayısal bakımdan
arttırılması (Sosyal Hizmet Uzmanı,Psikolojik)
-Ê Ailelere ve çocuklara ekonomik yardım
yapılması,
-ÊAlo Şiddet hattının yaygınlaştırılarak
işlerliğinin sağlanması için gerekli alt yapının oluşturulması
- Aile içi şiddet konusunda ailelerin
doğruyu söylemeleri konusunda bilinçlendirilmesi verilerin elde edilmesinde ve
çözümde önemli bir adım oluşacaktır.
- Sorunun temelinde ekonomik ve eğitim
yetersizliği vardır. Dolayısıyla sorun bir insanlık sorunudur. Devletin
kurumları şiddete uğrayanların yanında dimdik durmalıdır.
- Kadını ençok yaralayan şiddetin başında
ekonomik şiddet yer almaktadır. Bu konuda adli ve kolluk birimlerinin
bilinçlendirilmesi ekonomik yaptırımda bu şiddet türü olduğunun kabul edilmesi,
03.02.2006 Perşembe günü Trabzon Ceza ve
Tutuk evinde hükümlü ve Tutuklu beş kişi ile görüşüldü, bu kişilerden bir kısmı
pişman olduğunu ifade ederken bir kısmı Toplumsal nedenlerle çevre baskısı
yüzünden böyle davranmak zorunda kaldıklarını bir kısmı da hiç pişmanlık
duymadığını belirtmiştir. Ancak Komisyon olarak edinilen izlenim bu cinayetleri
işleyenlerin büyük bölümünün toplumsal baskı ve eğitimsizliğin etkisi ile böyle
bir davranışı seçmiş oldukları yönünde olmuştur.
4-
Araştırma Komisyonu 22-24 Şubat 2006 Tarihleri Arasında BATMAN’da incelemelerde
bulunmuştur.
Batman Valiliği’nin organizasyonunda aşağıda
belirtilen ilgili Kamu Kurum ve Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri ve
Üniversite temsilcilerinin katılımı ile iki toplantı yapılmıştır. Ayrıca mağdur
ailelerinin evleri ziyaret edilmiş, ceza ve tutukevinde konu mağduru
mahkumlarla görüşmeler yapılmıştır.
- 22 Şubat
2006 tarihli toplantı katılım listesi (kamu kuruluşları)
Toplantıya
katılan temsilciler özetle aşağıdaki görüş ve önerilerde bulunmuşlardır.
Yoğun göç nedeni ile hızlı bir nüfus
artışı gösteren Batman’ın, merkez il nüfusu 2000 yılı genel Nüfus Sayımında
246.678 toplam il nüfusu ise 456.734 olarak tespit edilmiştir.
1999-2000 yıllarında özellikle kadın
intiharları ile gündeme gelen Batman’da 2006 yılı Ocak ayında yine 2001-2005
yıllarından farklı olarak intihar vakalarında artış görülmüştür. Töre
cinayetlerinin intihar şeklinde ortaya çıktığı konusunda kesin bir bulgu elde
edilmemiştir. Bu konuda ailelerin doğruyu söylemedikleri gözlemlenmiştir. İntihar nedenlerinin
başında aile içi iletişimsizlik, eğitimsizlik, ekonomik özgürlüğün olmayışı gibi
nedenlerin yanı sıra intiharların gerekçelerinin doğru ortaya konulmamış olması
da verilerin doğruluğunu netleştirmemektedir.
Bu konuda; Dicle Üniversitesi, Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, Batman Barosu, Batman İl Sosyal Hizmetler
Müdürlüğü gibi kurum ve kuruluşlarca bir dizi araştırma yapılmıştır.
Araştırmaların kapsadığı zaman dilimine göre bir takım faklılıklar olmakla
birlikte genel olarak şu kanaate varılmıştır: Dünya’da Çin hariç erkek
intiharların kadın intiharlardan yaklaşık olarak üç kat olarak görülmektedir.
Ülkemizde de 1998 verilerine göre erkek intiharları yüzbinde 3.5 iken, kadın
intiharları yüzbinde 2.4’tür. 1995-2000 yılları arasında Batman’da yaşanan
özellikle 1999-2000 yıllarında artış gösteren intiharlarda ise oran genel yapıdan
farklı olarak kadın intiharları erkek intiharlarının üç katıdır. Yine
ülkemizdeki yüzbinde 3 – 3.5 olan intihar oranı bu yıllarda Batman’da yüzbinde
6.5’e yükselmiştir. İntihar edenlerin yaşına bakıldığında 15-25 yaş aralığının
yüksek oran gösterdiği görülmektedir. Medeni durum itibariyle kadınların %
46.5’u bekar, % 15.8’i imam nikahlı, % 10.9’nun resmî nikahlı olduğu
görülmektedir. Erkeklerde bu oranlar sırasıyla % 15.8, % 4, % 5.9’dur.
Eğitim durumu açısından bakıldığında
intihar eden kadınların % 29.3’ü cahil, % 1.3’ü okur-yazar, % 16’sı ilkokul
mezunu, % 4’ü ortaokul, % 6.7’si lise eğitimlidir. % 42.7’sinin eğitim
durumları hakkında bilgi mevcut değildir. Erkeklerde ise eğitim durumları
itibariyle bu rakamlar sırasıyla % 15.4, % 7.7, % 19.2, % 11.5, 19.2, % 23.1, %
3.8’i ise üniversite eğitimlidir. İntihar etme yolu olarak da daha çok asılma
veya ateşli silâhların kullanma
şekli görülmektedir. Yine bu dönemde
intiharların % 57.4’ü merkez ilçede, % 15.8’i ilçe merkezlerinde, % 26.7’si de
kırsal alanda görülmüştür. (Tablo 1)
Bu intihar ve şiddet vakalarının nedenleri
üzerine yapılan araştırmalarda genel olarak aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
1- Eğitim Koşullarından
Kaynaklanan Sorunlar
- Artan nüfus nedeniyle eğitim kurumlarının yetersizliği,
- Bölgede yaşanan
olaylar nedeniyle temel eğitimden yararlanılamaması,
- Eğitime karşı önyargının kimi yerlerde hala devam etmesi,
- Okul öncesi eğitimin yetersizliği,
- Öğretmen sayısının azlığı,
- Ailelere gerekli rehberliğin verilememesi,
- Dil nedeniyle oluşan iletişim sorunları ve ilgisizlik,
- Ekonomik nedenlerle eğitime devam edemeyen çocuk sayısının
fazlalığı.
2- Cinsiyet Ayrımından
Kaynaklanan Sorunlar
- Temel eğitime devam eğiliminde cinsiyet ayrımı yapılması.
- Erken yaşta evlilik,
- Erkeğin birden fazla eşle evlenmesi,
- Kızların kendinden çok büyük kişilerle evlendirilmeleri,
- Özellikle kızlara karşı cinsiyet ayırımının belirgin
olarak görülmesi,
- Kızların dış
çevreye açılamaması,
- Kızların miras
hakkını kullanamaması,
- Kızların eş seçiminde
ebeveynin karar vermesi.
3- Sağlık Koşullarından
Kaynaklanan Sorunlar
- Sağlık kuruluşlarının artan nüfus karşısında yetersiz
kalması,
- Doğum hastanelerinin yetersizliği,
- AÇS hizmetlerine karşı önyargıların devam etmesi,
- Sık olarak ve erken yaşta görülen doğumlar,
- Özürlü çocukların fazlalığı,
- Gebeliğin ve doğumun hekim kontrolünde geçirilmemesi,
- Bebek ve çocuk sağlığı açısından konutların sağlıksız
oluşu,
- Bebeklerin yetersiz beslenmesi,
- Çocukların psiko-sosyal gelişiminde ailenin yetersizliği,
- Kişisel bakım ve temizlik alışkanlığı yetersizliği,
4- Ekonomik Yapıdan
Kaynaklanan Sorunlar
- Ekonomik ve sosyal yaşamda feodal yapının etkisini
koruması,
- Özel sektör ve kamuya ait istihdam alanlarının
yetersizliği,
- Güvenlik veya diğer nedenlerle göç eden ailelerin işsizlik
sorunu,
- Gençlerin, geleceklerini kuramama endişesi ile umutsuzluğa
kapılıp bunalıma girmeleri sonucu intihar etmeleri.
5- Sosyo-Kültürel Yapıdan
Kaynaklanan Sorunlar
- Geleneksel yapının değişime direnç göstermesi,kuşaklar
arasındaki zihniyet çatışması,
- Sosyal-kültürel etkinliklerin eksikliği,
- Kent ortamında kırsal kültürün hakimiyeti,
- Yaygın batıl inançlar,
- Akraba evliliğinin yaygın olması,
- Resmî nikahın zamanında yada hiç yapılmaması,
- Nüfus kaydının zamanında ve doğru yapılmaması,
- Çok eşliliğin devam etmesi,
Ayrıca, yerel ve ulusal medyanın intihar haberlerini çok
dikkatli işlememesi. İntihar haberleri
verilirken haber içinde intihar kelimesinin ve olayla ilgili resim görüntü olay
yeri ve fotoğrafların yer alması gibi nedenler de intiharı özendirici etki
yaratmakta. İntihar olaylarında intihar eden kişi ile benzer problemi yaşayan
kişilerin onları model alarak intihar davranışına yönelmeleri kaçınılmaz
olmaktadır.
Dolayısıyla geleneksel yapının değişime direnç
göstermesi, sosyal-kültürel etkinliklerin yoksunluğu, kent ortamında kırsal
kültürün hakimiyeti, yaygın batıl inaçlar, akraba evliliğinin yaygın olması,
resmî nikahın zamanında yada hiç yapılmaması, nüfus kaydının zamanında ve doğru
yapılmaması gibi sorunlar etkili olmaktadır.
2001-2005 yılları arasında Batman’da
yaşanan intihar olaylarında bir azalma görülmüştür. Ancak, kadınlar aleyhinde
olan sayısal fazlalık devam etmiştir. Bu dönemde toplam 75 intihar vakası
görülmüş, bunlardan 39’u kadın, 36’sı erkektir. Yaş ortalamaları yine 15-25 yaş
aralığında yüksek orandadır.
2001-2005 dönemi ile ilgili olarak polis
sorumluluk bölgesinde yaşanan intiharlarda Batman Türkiye genelinde orta
sıralardadır. 2001 yılında iller arasında 58’nci sırada, 2002 yılında 54. 2003
yılında 41. 2004 yılında 56’ncı sırada olan Batman 2005 yılında da 56’ncı
sıradadır. Nüfus bakamından aynı nüfusa sahip batı illerinden de alt
sıralardadır. Ancak, bu dönemde de yukarıda da belirtildiği gibi genel
durumdan farklı olarak kadın intiharları erkeklerden daha yüksektir.
2000-2005 yılları arasında polis
sorumluluk sahasında Doğu ve Güneydoğudaki illerde görülen intihar vakaları da
incelendiğinde Batman’ın ortalarda yer aldığı görülmektedir. Genel durumdan
farklılık görülmemektedir.
2006 yılı Ocak ayında intihar vakalarında
belirgin bir artış görülmüştür. Ocak ayında biri erkek beş vatandaşımız intihar
etmiştir. Bunlardan üç vaka polis sorumluluk bölgesinde, iki vaka ise jandarma
bölgesinde meydana gelmiştir. Yaş aralığı 13-25 ‘tir. İntihar olaylarının
eğitim düzeyi ile ters orantılı olarak kırsal kesimden gelen eğitimsiz
gençlerde daha çok görüldüğü ifade edilmektedir.
İntihar edenlerin daha çok ilkokul mezunu,
okur-yazar veya okur-yazar olmayan kişiler olduğu görülmektedir. İntihar edenlerin
yaşlarının genç olmasına karşın eğitim düzeyinin düşük olması, bölge özellikle
de kırsal kesimde eğitim olanaklarının yetersizliğini, bölge olaylarının buna
etkisini, ailelerin eğitime yeterli önemi vermediğini, eğitime olan önyargıları
ve cinsiyet ayırımıyla bunun daha da belirginleştiği gerçeğini ortaya
çıkarmaktadır.
Öneriler :
- Cinsiyet ayrımı yapılmadan tüm çocukların zorunlu temel
eğitimi almaları sağlanmalıdır.
- Ekonomik anlamda yerel girişimlerin
teşvik edilmesi.
- Geleneksel yaşantı ile modern yaşantı
arasındaki çatışmadan kaynaklanan sorunlar aile içi şiddet ve sevgisizlik ve
yozlaşma aile içi şiddete neden olmaktadır. Bu nedenle, özellikle aile
eğitimine önem verilmesi, benlik saygınlığının kazandırılması,
- Anne babalara yönelik iletişim
seminerleri verilmesi.
- Toplum merkezlerinin kenar mahallelerde
yaygınlaştırılması ve etkinliklerinin arttırılması.
- Batman’daki kamu kurumlarının, sivil toplum örgütlerinin
ve basının işbirliği içinde etkin çalışmalar yapması.
- Uzmanlardan oluşacak bir kurulun oluşturulması ve etkin
çalışmalar yapmalarının sağlanması.
- Sosyal faaliyet olanaklarının
geliştirilmesi ve toplumun her kesiminin bu yelpazeye dahil edilmesi.
- Medyanın bu konuda sorumluluk sahibi
olması ve yerel basında bilinçlendirme konularına yer verilmesi.
- Batman’a yeterli düzeyde psikiyatr,
psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının görevlendirilmesi.
- Okul yaşantısından uzak özellikle genç kızların katılabileceği meslek
edindirme kurslar ve seminerlerin düzenlenmesi.
- Okulda rehberlik servislerinin daha
etkin ve aktif çalışabilmesi için rehber öğretmen sayısının artırılması.
- Halk Eğitimi Merkezleri, Aile Danışma
Merkezi, Toplum Merkezleri ve Sivil Toplum Örgütlerince yapılan faaliyetlere
psikolog, psikiyatrist ve sosyal hizmet
uzmanlarının kadınların bilinç düzeylerinin yükseltilmesine yönelik eğitim
faaliyetlerinin yapılması.
- Özellikle kadın din görevlilerinin de bu
faaliyetlere katılarak kadınlara yönelik bilgilendirme çalışmalarının
yapılması, camilerde de bu konuda bilgilendirme yapılması.
- Madde bağımlısı hükümlü ve tutukluların
diğer mahkumlardan ayrı olarak tedavilerinin yapılabilmesi için klinik tipi
cezaevleri oluşturulması,
Tablo 1
- 2001-2006
Yıllarında 281 Kadın + 121 Erkek = 402 İntihara Teşebbüs
- 2001-2006
Yıllarında 43 Kadın + 37 Erkek = 80 İntihar Toplamı
J. NİHAİ DEĞERLENDİRME VE
SONUÇ
Toplumsal şiddetten uzak bir toplumun
yaratılmasını ilke olarak kabul eden Komisyonumuz; kuruluş amacı doğrultusunda
ilgili kurum ve kuruluşların,akademisyenlerin sivil toplum kuruluşlarının,
ulusal televizyonların yöneticilerinin, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve
UNİCEF temsilcilerinin görüş ve önerileri ile birlikte çeşitli illerde yaptığı
inceleme ve araştırmalar sonucunda elde ettiği bilgi ve dokümanları
değerlendirerek partiler üstü bir anlayış çerçevesinde katılımcı bir rapor
düzenlemiştir.
Söz konusu Raporumuz sorunlu üç alan
üzerine odaklanmıştır. Bunlar; kadına karşı şiddet, çocuğa karşı şiddet, töre
ve namus cinayetleri olmak üzere en üst düzeydeki insan hakları ihlalini içeren
biri diğerinden soyutlanamayan iç içe geçmiş kavramlardan oluşmaktadır.
Tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de
şiddetten en çok mağdur olan kadın ve çocukların sorunları büyük ölçüde diğer
ülkelerle benzerlik arzettiğinden sorunu kadın veya erkek açısından değil
insanlık açısından ele almak gerekmektedir. Zira şiddet sorunu toplumsal bir
sorundur. Olaya kadın veya erkek açısından değil toplumların geleceği açısından
yaklaşmak gerekmektedir. Hastalıklı bir ruh yapısının ürünü olan bu rahatsızlığın
tedavisi için herkesime görev düşmektedir.
Sınırlı çalışma süresi içerisinde
böylesine kapsamlı bir araştırmanın Komisyonun boyutlarını doğal olarak
aşacağını ancak yapılan tespitlerin ve varılan sonuçların bu alanda yürütülen
çalışmalara ışık tutması ve toplumsal zihniyet dönüşümüne katkı sağlaması
bakımından çok önemli olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
Özellikle, toplumsal cinsiyet rolleri
nedeni ile yaygın şiddetin içselleştirildiği, bu konuda kapsamlı temel
sosyolojik araştırmaların yapılmamış olduğu sağlıklı verilerin henüz
oluşturulmadığı, eğitim materyallerinin bu yönde donatılmadığı, toplumsal
şiddetin ve cinsiyet ayrımcılığının kalkınmamızda bir engel oluşturduğu, toplumun çekirdeğini oluşturan aile yapımızın
özellikle kadın ve çocuklarımızın bundan büyük zarar gördüğü, aile içinde
yaşanan şiddetin gizli kaldığı, bireylerin bunu özel hayatın korunması
çerçevesinde algılayarak olağan karşıladığı tespit edilmiştir..
Tarihî süreç içerisinde bakıldığında;
kadınların sosyal hayattaki yerlerini almalarına yönelik çabalar, Osmanlı
Devleti içerisindeki modernleşme çalışmalarının en önemli tartışma konusunu
oluşturmuştur.
1908 yılından itibaren çeşitli kadın
gruplarının hedefi eğitim hakkı dahil birçok alanda eşitlik elde etmeye
yönelikti. Kadın hakları konusunda Tanzimat dönemiyle birlikte oldukça önemli
sayılabilecek mesafeler kat edilmiş (1843
tıbbiye mektebi bünyesinde kadınlar ebelik eğitimi almaya başlamış, 1874 kız ve
erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye yayımlanmış, 1856 köle
ve cariye alınıp satılması yasaklanmış, 1858 Arazi Kanunnamesinde mirasın kız
ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer almış, böylece
kadınlar ilk kez miras yoluyla mülkiyet hakkını kazanmıştır. 1858 kız rüştiyeleri açılmış, 1869 kadınlar için ilk sürekli yayın olarak
nitelenen (haftalık) Terakk-i Muhadderat dergisi yayımlanmış, 1870 kız öğretmen okulu Darü’l-Muallimat açılmış,
1871 Mecelle’nin (Osmanlı Medeni Kanunu) uygulanması için çıkarılan Hukuk-ı
Aile Kararnamesi ile; evlilik sözleşmesinin resmî memur önünde yapılması,
evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması, zorla evlendirmelerin
geçersiz sayılması düzenlenmiş, 1876 Kanun-i Esasi (ilk Anayasa) kabul edilerek
temel haklar düzenlenmiş, kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale
getirilmiş, 1897 kadınlar ücretli işçi olarak çalışmaya başlamış, 1913 kadınlar
ilk kez devlet memuru olarak çalışmaya başlamış, 1914 Kadınlar tüccarlık ve
esnaflığa başlamış, 1914 İnas Darülfünunu adı altında kızlar için bir yüksek
öğretim kurumu açılmıştır.)
Ancak bu konudaki en önemli kazanımlar
Modern Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte Atatürk’ün önderliğinde
gerçekleştirilen yasalarla sağlanmıştır.Cumhuriyetin temelleri kadın erkek
eşitliği üzerine kurulmuş kadınlarımızın siyasal, sosyal, ekonomik ve eğitim
haklarını kullanırken erkeklerle eşit bireyler olarak ülkemizin kalkınmasında
görev almalarını sağlayacak alt yapı hazırlanmıştır.
Geçmişten günümüze, kadına yönelik
ayrımcı bir devlet politikası uygulanmamakla birlikte toplumsal zihniyet
dönüşümünün sağlanamaması nedeni ile kadınlarımız yasalarla sağlanan haklarını
uygulamada kullanma şansına yeterince
sahip olamamışlardır. AB süreci ile mevzuatımızda yapılan kapsamlı
değişiklikler ve imzalanan uluslar arası sözleşmelerle cinsiyet ayrımını
kaldıran kadın erkek eşitliğini sağlayan önemli adımlar atılmıştır.
Anayasamızın Kanun Önünde Eşitlik madde
başlıklı 10. maddesine 5170 sayılı ve 7/5/2004 tarihli Kanunla “Kadın ve
erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür. “hükmü eklenmiştir. Bu fıkra ile kadın ve erkeklerin
eşit olduğu ve devletin bu eşitliği sağlamak üzere bir yükümlülüğünün bulunduğu
kabul edilmiştir. Ayrıca bu maddeyi kadınlar lehine pozitif ayrımcılık
yapılabileceği şeklinde yorumlamak da mümkündür. Zira bunun önünde engel teşkil
eden bir düzenleme de bulunmamaktadır. Nitekim Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından yürütülmekte olan kampanyalarda kız çocuklarına erkek çocuklarından
daha fazla mali imkân sağlanması buna ilişkin bir örnektir.
Ayrıca aynı Kanun değişikliği ile
Anayasamızın 90. maddesine “Usulüne göre yürürlüğü konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma
hükümleri esas alınır. “ fıkrası eklenmiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin taraf
olduğu ve 1986 yılında yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW) 4. maddesinin 1. fıkrasında “Kadın ve erkek
eşitliğini fiilen sağlamak için taraf devletlerce alınacak geçici ve özel
önlemler, işbu Sözleşmede belirtilen cinsten bir ayırım olarak düşünülmeyecek
ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya farklı standartların korunması sonucunu
doğurmayacaktır. İfadesi yer almaktadır. Anayasamızın 10. madde değişikliği
CEDAW’ın ruhuna ve bu maddeye uyumlu bir şekilde düzenlenmiştir. Anayasamızın
90. maddesinde yer alan hükümler de bu hususu pekiştirmektedir.
Bilindiği gibi kadınların siyasete katılım
oranlarını artırmak üzere çeşitli ülkelerde farklı uygulamalar bulunmaktadır.
Yasal düzenlemeler Anayasada, Siyasi Partiler Yasasında olabildiği gibi Siyasi
Parti Tüzüklerinde de olabilmektedir. Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunun ve
diğer kanunlardaki yasalaşma sürecinde sağlanan toplumsal uzlaşmanın “cinsiyet
kotası” getirilmesi hedeflenen Siyasi Partiler Kanunu değişikliği sürecinde de
sağlanmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Bu çerçevede ilk aşamada Siyasi
Partilerin kendi Tüzüklerinde bu konuyu düzenlemesi ile ilk adım atılmış
olacaktır. Tüzüklerinde değişiklik yapan Siyasi Partilerin olumlu etkilerinin
diğer partilere de örnek olacağı düşünülmektedir.
Medeni Kanunda eşlerin başka bir mal
rejimini seçmemeleri halinde “evlilikte edinilmiş mallara ortaklık rejiminin”
uygulanacağına ilişkin düzenleme yapılmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 10.maddesi ile Kanunun yürürlüğe
girmesinden itibaren 1 yıllık süre içerisinde devam eden evliliklerde eşlerin
başka bir mal rejimi seçmemeleri halinde yasal mal rejiminin yani edinilmiş
mallara katılım rejiminin devam edeceği şeklinde bir düzenleme yapılmıştır.
Medeni Kanunun yürürlüğe girmeden önceki evliliklere yasal rejimin
uygulanamamasının sebebi ise kanunların geriye yürümemesi ana ilkesidir. Avrupa
ülkelerinde de durum böyledir. Kanunların geriye yürümemesi ilkesi temel insan
hakları çerçevesinde oluşturulmuştur. Zira 2002 yılından önceki evlilikler
yürürlükte olan önceki Medeni Kanun hükümleri çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Sonradan bu hükümleri temelinden değiştiren düzenlemelerin bu evliliklere
uygulanması kişilerin kazanılmış haklarının ihlali anlamına gelmesinin yanı
sıra toplumda güvensizlik ve kaos ortamı yaratacağı gibi aksi bir hükmün tesisi
yasanın kendi içinde çelişki yaratılmasına neden olacaktır.
Özel hukuktaki mal rejimi, eşlerin
karşılıklı kişisel menfaatini ilgilendiren bir husustur. Özel hukuk alanına
giren bu konunun kamu düzeni olarak değerlendirilip bu yönde hüküm vazetmek
hukukun genel prensipleri ile bağdaşmayacaktır.
Türk Ceza Kanununun 82. maddesi Kasten
Öldürme Sucunun nitelikli hallerine ilişkin olup 1. fıkranın (j) bendi “töre
sakiyle” işlenmesi halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile
cezalandırılacağını belirtmektedir. Kanunda yer alan Töre ibaresinin cezalandırılacağını
belirtmektedir. Kanunda yer alan Töre ibaresi namus kavramını da içermektedir.
Namus kavramı çok geniş bir kavram olup kişisel namus anlayışları bölgelere
göre çok farklılıklar göstermektedir. Belli bir bölgede yoğunlaşan ve töre
cinayeti olarak adlandırılan cinayetler namus anlayışından hareketle
işlenmektedir. Ülkemizde akraba içi öldürmeler töre ya da namus cinayeti olarak
adlandırılmaktadır. Kanunda hedeflenen amaçla da bunların failleri en ağır bir
şekilde cezalandırılmaktadır. Kanunun uygulanma sürecinde oluşacak içtihatlar
da kavramlar konusunda açıklık getirecektir. Ayrıca, töre ve namus
cinayetlerinin aile içi-akraba içi işlendiği de dikkate alındığında, TCK’nın
kasten öldürmenin nitelikli hallerinin düzenlendiği 82. maddesinin (d) bendi
ile “üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı” işlenen adam
öldürme suçlarında, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedileceği
düzenlenmiştir.
Türk Ceza Kanunun 287. maddesi Yetkili
hâkim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu
muayeneyi yapan failin cezalandırılacağına ilişkindir. “Kişinin aydınlatılmış
onamı alınarak” ibaresinin madde metnine eklenmesi halinde ise beden ve ruh
sağlığı bakımından kendini savunamayacak veya mağdurun suç sonucu bitkisel
hayata girmesi veya ölümü gibi hallerde mağdurun rızasının nasıl alınacağı veya
mağdurun rızasının olmaması halinde suç failinin belirlenememesi gibi
durumların oluşması söz konusu olabileceğinden raporda bu ibareye yer
verilmemiştir.
Türk Ceza Kanununun İkinci Kısmı Kişilere
Karşı Suçlar başlıklı olup Birinci Bölümü Hayata Karşı Suçlar başlığı altında
Kasten öldürme suçunu düzenlemiştir. Kanunlarda suçların ve cezaların şahsiliği
prensibi uygulanmaktadır. Ayrıca kanunlarda suçtan doğrudan zarar görenler dikkate
alınarak davalarda kimlerin taraf olacağı belirlenmiştir. Kasten Öldürme suçu
da takibi şikayete bağlı bir suç olmayıp Kamu suçu olduğundan Cumhuriyet
Savcısı aracılığı ile Kamu davası açılıp takibi yapılarak devletin de taraf
olarak yer alması sağlanmıştır.
Töre ve namus cinayetlerinin ortadan
kaldırılmasındaki en önemli etkenlerden biri de toplumdaki eğitim seviyesinin
yükseltilmesidir. Başlatılan ulusal eğitim kampanyaları yurt çapında
yaygınlaştırılmıştır. Ayrıca Medeni Kanun, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair
Kanun, Türk eza Kanunu, İş Kanunun gibi yasal düzenlemelerin yönlendirici
caydırıcı ve koruyucu özellikleri göz önüne alındığında gerek kamu kurum ve
kuruluşları ve gerekse sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla toplumda
zihinsel dönüşümün sağlanacağına inanılmaktadır. Bununla ilgili olarak kadına
ve çocuğa şiddet, töre/namus cinayetlerine ilişkin çözüm önerilerinin hayata
geçirilmesinde koordineli çalışması gereken kurumlar raporumuzun ekinde (Ek:
1) yer almıştır.
Yapılan araştırmalar ve incelemeler sonucu
düzenlenmiş olan işbu rapor Genel Kurula sunulmak üzere Yüce Başkanlığa saygı
ile arz olunur.
|
Başkan |
Başkanvekili |
Sözcü |
|
Fatma Şahin |
N. Gaye Erbatur |
Eyüp Ayar |
|
Gaziantep |
Adana |
Kocaeli |
|
|
(Muhalefet şerhi) |
|
|
Kâtip |
Üye |
Üye |
|
Mehmet Vedat Melik |
Ahmet Faruk Ünsal |
Remziye Öztoprak |
|
Şanlıurfa |
Adıyaman |
Ankara |
|
(Muhalefet şerhi ektedir) |
|
(İmzaya katılmadı) |
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Semiha Öyüş |
Güldal Okuducu |
Canan Arıtman |
|
Aydın |
İstanbul |
İzmir |
|
|
(Muhalefet şerhim ektedir) |
(Muhalefet şerhim ektedir) |
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Ramazan Can |
Hakan Taşçı |
Bekir Bozdağ |
|
Kırıkkale |
Manisa |
Yozgat |
MUHALEFET ŞERHİ
TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE
ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDETİN SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN
ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA KURULAN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONBAŞKANLIĞINA
Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve
Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun
hazırlamış olduğu rapora aşağıdaki görüşlerin eklenmesini talep ederiz.
Cumhuriyetimizin kuruluşu ile
gerçekleştirilen devrimler ve çıkarılan yasalar kadınları ikinci sınıf vatandaş
olmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.
Atatürk Devrimlerinin en büyük özelliği,
kadın-erkek eşitliğinin güvencesini oluşturan bir hukuk düzeninin kurulması
olmuştur.
600 yıllık Osmanlı döneminde her türlü
yasal, siyasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklardan mahrum, kafeslerin ve
peçelerin ardında erkeğin kulu, kölesi olarak yaşamaya mahkum edilen kadınımız
Cumhuriyet Devrimleri sayesinde yurttaş konumuna geçerek erkeklerle eşit insan
haklarına sahip olmuştur. Bu büyük uygarlık devrimi; döneminde dünyanın birçok
ülkesine örnek ve önder olmuştur.
Laik, demokratik Cumhuriyet rejimimizde kadınlarımız siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklarını kullanarak erkeklerle eşit bir konumda ülkemizin kalkınmasına, ilerlemesine, çağdaşlaşmasına katkı koymuşlardır. Bugün Türk kadınları Cumhuriyet ile elde ettiği kazanımları geliştirme ve ilerletme göreviyle karşı karşıyadır. Kadınlarımız! siyasetten, eğitimden, çalışma yaşamından, toplumsal hayattan uzaklaştırmaya ve kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırmaya dönük anlayış ve uygulamaların değiştirilmesi bir zorunluluktur. Kadına yönelik şiddetin esas nedeni kadının toplumda eşit olmayan konumudur. Kadınları toplumsal hayattan dışlayan anlayış ve uygulamalar sona ermedikçe kadınlar şiddete maruz kalmaya devam edeceklerdir.
Araştırma komisyonu raporunda erkek
egemen, ataerkil yapı ve yasaların düzeltilmesini sağlayacak, kadın bedenini
kontrol altında tutmayı amaçlayan yasal düzenlemeleri ortadan kaldıracak.
kadını güçlendirecek, statüsünü yükseltecek, eşitsizliği giderecek çözüm
önerileri eksiktir. Komisyonun birçok ilde yaptığı alan çalışmalarında tespit
edilen gerçekler, komisyona davet edilen akademisyenler, sivil toplum örgütü
temsilcileri ve hatta devlet görevlilerin görüş ve önerileri bile tam ve
gerçekçi olarak rapora yansıtılmamıştır.
Yukarıdaki nedenlerden dolayı tasarıda
aşağıdaki görüşlerin yer alması gerekmektedir:
“Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.”
şeklindeki ekle son halini alan Anayasanın 10. maddesi, kadınların toplumsal
hayatta yaşadığı ayrımcılığı önlemeye yetmemektedir. Bu nedenle somut ve etkili
çözümler getirebilmek adına ilgili madde, “Kadın erkek eşitliğini sağlamak
yönünde alınacak geçici önlemler ayrımcılık ve imtiyaz sayılamaz.” şeklinde bir
fıkra eklenmelidir veya bu çerçevede, kadın erkek eşitliğinin fiilen
gerçekleşmesi için pozitif ayrımcılık, Anayasa güvencesi altına alınmalı ve var
olan soyut eşitlik “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet,
toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için geçici özel tedbirler dahil
gerekli tüm önlemleri alır” şeklinde somut bir düzenlemeye kavuşturulmalıdır.
Kadını birey olarak kabul eden 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunundaki düzenlemede namus ve töre cinayetlerinin içerik olarak
farklı anlamlar taşıdığı göz ardı edilmektedir. Hem töre hem de namus saikiyle
işlenen cinayetler ataerkil toplum düzeninin; kadınların namusunu ailenin
namusu ve erkeklerin şerefi sayarak kadının cinsel dokunulmazlığına
dayanmaktadır. Namus cinayetleri uluslararası hukuk terminolojisinde ve
Birleşmiş Milletlerin ilgili tüm kararlarında “namus adına işlenen cinayetler”
olarak yer almaktadır. Bu nedenlerle, Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesine
namus saiki ile işlenen cinayetlerinde “namus adına işlenen cinayetler” veya
“namus cinayetleri” şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamına
mütalaa edilebilmesi için bir bend eklenmesi gerekmektedir.
Ceza muhakemeleri kanunu Madde 365 “Suçtan
zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku kamu
davasına iltihak edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre fiilen
zarar gören kişi mağdur olarak nitelendirilmiştir. Ancak zaman zaman fiilden
zarar gören kişi mağdur ile aynı olmayabilmektedir. Bu amaçla kanun koyucu
mağdur \e zarar gören kavramlarını farklı düzenlemiştir. Yargıtay Ceza Kurulu
da bir kararında “suçtan zarar gören her şahıs, soruşturmanın her anında
müdahale yoluyla kamu davasına katılabilir” diyerek bu görüşe katılmıştır. Bu
nedenle; baroların, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın
derneklerinin Ye bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların, suçtan zarar
görenler olarak ilgili davalarda müdahil olabilmeleri yönünde CMK’da yasal
düzenleme yapılması gerekmektedir.
“Yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın,
kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç
aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki TCK’nın 287.
maddesi, muayene için kişinin rızasının alınıp alınmayacağı konusunu cevapsız
bırakmaktadır. Kişinin rızası dışında vücuduna bir müdahale yapılması ve
kadının vücut bütünlüğüne karşı bir saldırının zar kontrolüne indirgenmesi
kabul edilemez. Bu nedenle bu maddede “kişinin rızası dahilinde” şeklinde bir
düzenleme yapılmalıdır.
Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Türk Medeni
Kanununun 10uncu maddesi uyarınca “yürürlüğe girdiği tarihten önce
evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam
eder” şeklinde düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002 tarihinden önce yapılmış olan
evliliklerde yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma kabul edilmemiş,
seçimlik hak olarak tanınmıştır. Bunun anlamı 1 Ocak 2002 tarihinden önce
evlenmiş olan çiftlerin resmî kurumlar aracılığı ile edinilmiş mallara katılım
rejimini yasal mal rejimi olarak seçebilecekleridir. Tüm bu nedenlerle Türk
Medeni Kanununun yürürlülük 10. maddesinin 1. fıkrası, “Yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten geçerli olarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi
seçmemişlerse yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde; 2. fıkrası
ise “Davanın reddi ile sonuçlanması
halinde, eşler kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde, başka bir mal
rejimini seçmedikleri takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal
mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde değiştirilmelidir.
Türk Medeni Kanununda yer alan “Kadınlar
isterse eşlerinin soyadıyla birlikte kızlık soyadını da kullanabilir” maddesi,
kadınların taleplerini karşılamamaktadır. Kadının evlilik sonrası kocasının
kütüğüne kaydolması boşanınca tekrar babasının kütüğüne geri dönmesi gibi
işlemlerin sadece kadınlar için geçerli olması açık bir ayrımcılıktır. Kadının
evlenme nedeniyle soyadını değiştirmesi, bu soyadı ile tanındıktan sonra
boşanma sonrasında eski soyadına dönmesi, kadınlar için son derece zor şartlar
yaratmaktadır. Bu işlemlerin tümü kadının kimliksizleştirilmesine yol
açmaktadır. Tüm bu nedenlerle; Türk Medeni Kanununun 187. maddenin başlığının
aile adı, evlilik adı veya sonad olarak değiştirilmesi ve eşlerin istedikleri
soyadını seçme özgürlüğünün olması, evlilik durumunda çocukların soyadlarının anneden
de gelebilmesi gibi değişikliklerin yapılması gerekmektedir.
N. Gaye Erbatur
Adana
MUHALEFET ŞERHİ
TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE
ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDETİN SEBEPLERİNİN
ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA KURULAN MECLİS
ARAŞTIRMA KOMİSYONBAŞKANLIĞINA
Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve
Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak, Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonunun
hazırlamış olduğu rapora aşağıdaki görüşlerin eklenmesini talep ederiz.
Cumhuriyetimizin kuruluşu ile
gerçekleştirilen devrimler ve çıkarılan yasalar kadınları ikinci sınıf vatandaş
olmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.
Atatürk Devrimlerinin en büyük özelliği, kadın-erkek eşitliğinin güvencesini oluşturan bir hukuk düzeninin kurulması olmuştur.
600 yıllık Osmanlı döneminde her türlü
yasal, siyasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklardan mahrum, kafeslerin ve
peçelerin ardında erkeğin kulu, kölesi olarak yaşamaya mahkum edilen kadınımız
Cumhuriyet Devrimleri sayesinde yurttaş konumuna geçerek erkeklerle eşit İnsan
haklarına sahip olmuştur. Bu büyük uygarlık devrimi; döneminde dünyanın bir çok
ülkesine örnek ve önder olmuştur.
Laik, demokratik Cumhuriyet rejimimizde
kadınlarımız siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklarını kullanarak
erkeklerle eşit bir konumda ülkemizin kalkınmasına, ilerlemesine,
çağdaşlaşmasına katkı koymuşlardır. Bugün Türk kadınları Cumhuriyet ile elde
ettiği kazanımları geliştirme ve İlerletme göreviyle karşı karşıyadır.
Kadınlarımızı siyasetten, eğitimden, çalışma yaşamından, toplumsal hayattan
uzaklaştırmaya ve kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırmaya dönük anlayış ve
uygulamaların değiştirilmesi bir zorunluluktur. Kadına yönelik şiddetin esas
nedeni kadının toplumda eşit olmayan konumudur. Kadınları toplumsal hayattan
dışlayan anlayış ve uygulamalar sona erdikçe kadınlar şiddete maruz kalmaya
devam edeceklerdir.
Araştırma komisyonu raporunda erkek
egemen, ataerkil yapı ve yasaların düzeltilmesini sağlayacak kadın bedenini
kontrol altında tutmayı amaçlayan yasal düzenlemeleri ortadan kaldıracak,
kadını güçlendirecek, statüsünü yükseltecek eşitsizliği giderecek çözüm
önerileri eksiktir. Komisyonun birçok ilde yaptığı alan çalışmalarında tespit
edilen gerçekler, komisyona davet edilen akademisyenler, sivil toplum örgütü
temsilcileri ve hatta devlet görevlilerinin görüş ve önerileri bile tam ve
gerçekçi olarak rapora yansıtılmamıştır.
Yukarıdaki nedenlerden dolayı tasarıda
aşağıdaki görüşlerin yer alması gerekmektedir:
“Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.”
şeklindeki ekle son halini alan anayasanın 10. maddesi, kadınların toplumsal
hayatta yaşadığı ayrımcılığı önlemeye yetmemektedir. Bu nedenle somut ve tekili
çözümler getirebilmek adına ilgili madde, “Kadın erkek eşitliğini sağlamak
yönünde alınacak geçici önlemler ayrımcılık ve imtiyaz sayılamaz.” şeklinde bir
fıkra eklenmelidir. Veya bu çerçevede, kadın erkek eşitliğinin fiilen
gerçekleşmesi için pozitif ayrımcılık, Anayasa güvencesi altına alınmalı ve var
olan soyut eşitlik “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet,
toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için geçici özel tedbirler dahil
gerekli tüm önlemleri alır” şeklinde somut bir düzenlemeye kavuşturulmalıdır.
Kadını birey olarak kabul eden 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunundaki düzenlemede namus ve töre cinayetlerinin içerik olarak
farklı anlamlar taşıdığı göz ardı edilmektedir. Hem töre hem de namus saikiyle
işlenen cinayetler ataerkil toplum düzeninin; kadınların namusunu ailenin
namusu ve erkeklerin şerefi sayarak kadının cinsel dokunulmazlığına
dayanmaktadır. Namus cinayetleri uluslararası hukuk terminolojisinde ve
Birleşmiş Milletlerin ilgili tüm kararlarında “namus adına işlenen cinayetler”
olarak yer almaktadır. Bu nedenlerle, Türk Ceza Kanununun 82 inci maddesine
namus saiki ile işlenen cinayetlerin de “namus adına işlenen cinayetler” veya
“namus cinayetleri” şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamına
mütalaa edilebilmesi için bir bend eklenmesi gerekmektedir.
Ceza muhakemeleri kanunu Madde 365 “Suçtan
zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku kamu
davasına iltihak edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre fiilen
zarar gören kişi mağdur olarak nitelendirilmiştir. Ancak zaman zaman fiilden
zarar gören kişi mağdur ile aynı olmayabilmektedir. Bu amaçla kanun koyucu
mağdur ve zarar gören kavramlarını farklı düzenlemiştir. Yargıtay Ceza Kurulu
da bir kararında “suçtan zarar gören her şahıs, soruşturmanın her anında
müdahale yoluyla kamu davasına katılabilir” diyerek bu görüşe katılmıştır. Bu
nedenle; baroların, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın
derneklerinin ve bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların, suçtan zarar
görenler olarak ilgili davalarda müdahil
olabilmeleri yönünde CMK’ da yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.
“Yetkili hâkim ve savcı karan olmaksızın,
kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç
aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki TCK’nın 287.
maddesi, muayene için kişinin rızasının alınıp alınmayacağı konusunu cevapsız
bırakmaktadır. Kişinin rızası dışında vücuduna bir müdahale yapılması ve
kadının vücut bütünlüğüne karşı bir saldırının zar kontrolüne indirgenmesi
kabul edilemez. Bu nedenle bu maddede “kişinin aydınlatılmış onamı alınarak”
şeklinde bir düzenleme yapılmalıdır.
Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Türk Medeni Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca
“yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar
tabi oldukları mal rejimi devam eder” şeklinde düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002
tarihinden önce yapılmış olan evliliklerde yasal mal rejimi olarak edinilmiş
mallara katılma kabul edilmemiş, seçimlik hak olarak tanınmıştır. Bunun anlamı
1 Ocak 2002 tarihinden önce evlenmiş olan çiftlerin resmî kurumlar aracılığı
ile edinilmiş mallara katılım rejimini yasal mal rejimi olarak
seçebilecekleridir. Tüm bu nedenlerle Türk Medeni Kanununun yürürlülük 10
maddesinin 1. fıkrası, “Yürürlüğe
girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
geçerli olarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmemişlerse yasal mal
rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde; 2. fıkrası ise “Davanın reddi ile sonuçlanması halinde, eşler kararın kesinleşmesini
izleyen bir yıl içinde, başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde, evlenme
tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde
değiştirilmelidir.
Türk Medeni Kanununda yer alan “Kadınlar
isterse eşlerinin soyadıyla birlikte kızlık soyadını da kullanabilir” maddesi,
kadınların taleplerini karşılamamaktadır. Kadının evlilik sonrası kocasının
kütüğüne kaydolması, boşanınca tekrar babasının kütüğüne geri dönmesi gibi
işlemlerin sadece kadınlar için geçerli olması açık bir ayrımcılıktır. Kadının
evlenme nedeniyle soyadını değiştim1esi, bu soyadı ile tanındıktan sonra
boşanma sonrasında eski soyadına dönmesi, kadınlar için son derece zor şartlar
yaratmaktadır. Bu işlemlerin tümü kadının kimliksizleştirilmesine yol
açmaktadır. Tüm bu nedenlerle; Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddenin başlığının
aile adı, evlilik adı veya sonad olarak değiştirilmesi ve eşlerin istedikleri
soyadını seçme özgürlüğünün olması, evlilik durumunda çocukların soyadlarının
anneden de gelebilmesi gibi değişikliklerin yapılması gerekmektedir.
Kadına yönelik şiddeti önlemek için
kadının toplumdaki eşsiz konumu giderilmelidir. Bunun da ilk şartı siyasal
temsilde eşitliği sağlamaktır. Siyasal temsilde eşitsizliği gidermek için
siyasi partiler ve seçim yasalarında “Cinsiyet Kotası” uygulaması sağlayacak
yasal değişiklikler yapılmalıdır.
Namus ve töre cinayetlerinde, bazı
bölgelerimizde yaşanan kadın intiharlannda kadının özgürleştirilmesini, birey
olmasını ve insan haklarını kullanmasını engelleyen aşiret yapılanması ve
feodal düzenin hazırlayıcı ve hatta azmettirici rolü bilimsel ve toplumsal bir
gerçektir. Komisyonun bölgede mağdur aileleri ve suçun failleri ile yaptığı
görüşmelerde de bu durum tespit edilmiştir. Bireyin en öncelikli İnsan hakkı
olan yaşam hakkını elinden alacak kadar ileri düzeydeki şiddetin önlenmesi için
bu tür erkek egemen, ataerkil yapıların ortadan kaldırılması gereklidir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım çözüm
önerilerinin Araştırma Komisyonu raporunda yer almaması nedeniyle muhalefet
şerhi yazımı komisyona iletirim.
Saygılarımla.
Güldal Okuducu
İstanbul
MUHALEFET ŞERHİ
TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE
ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDETİN
SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA
KURULAN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYON BAŞKANLIĞINA
Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve
Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun
hazırlamış olduğu rapora aşağıdaki görüşlerin eklenmesini talep ederiz.
Cumhuriyetimizin kuruluşu ile
gerçekleştirilen devrimler ve çıkarılan yasalar kadınları ikinci sınıf vatandaş
olmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.
Atatürk Devrimlerinin en büyük özelliği,
kadın-erkek eşitliğinin güvencesini oluşturan bir hukuk düzeninin kurulması
olmuştur.
600 yıllık Osmanlı döneminde her türlü
yasal, siyasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklardan mahrum, kafeslerin ve
peçelerin ardında erkeğin kulu, kölesi olarak yaşamaya mahkum edilen kadınımız
Cumhuriyet Devrimleri sayesinde yurttaş konumuna geçerek erkeklerle eşit insan
haklarına sahip olmuştur. Bu büyük uygarlık devrimi; döneminde dünyanın birçok
ülkesine örnek ve önder olmuştur.
Laik, demokratik Cumhuriyet rejimimizde
kadınlarımız siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklarını kullanarak
erkeklerle eşit bir konumda ülkemizin kalkınmasına, ilerlemesine,
çağdaşlaşmasına katkı koymuşlardır. Bugün Türk kadınları Cumhuriyet ile elde
ettiği kazanımları geliştirme ve ilerletme göreviyle karşı karşıyadır.
Kadınlarımız! siyasetten, eğitimden, çalışma yaşamından, toplumsal hayattan
uzaklaştırmaya ve kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırmaya dönük anlayış ve
uygulamaların değiştirilmesi bir zorunluluktur. Kadına yönelik şiddetin esas
nedeni kadının toplumda eşit olmayan konumudur. Kadınları toplumsal hayattan
dışlayan anlayış ve uygulamalar sona ermedikçe kadınlar şiddete maruz kalmaya
devam edeceklerdir.
Araştırma komisyonu raporunda erkek
egemen, ataerkil yapı ve yasaların düzeltilmesini sağlayacak, kadın bedenini
kontrol altında tutmayı amaçlayan yasal düzenlemeleri ortadan kaldıracak,
kadını güçlendirecek, statüsünü yükseltecek, eşitsizliği giderecek çözüm
önerileri eksiktir. Komisyonun birçok ilde yaptığı alan çalışmalarında tespit
edilen gerçekler, komisyona davet edilen akademisyenler, sivil toplum örgütü
temsilcileri ve hatta devlet görevlilerin görüş ve önerileri bile tam ve
gerçekçi olarak rapora yansıtılmamıştır.
Yukarıdaki nedenlerden dolayı tasarıda
aşağıdaki görüşlerin yer alması gerekmektedir:
“Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” şeklindeki ekle son halini alan Anayasanın 10. maddesi, kadınların toplumsal hayatta yaşadığı ayrımcılığı önlemeye yetmemektedir. Bu nedenle somut ve etkili çözümler getirebilmek adına ilgili madde, “Kadın erkek eşitliğini sağlamak yönünde alınacak geçici önlemler ayrımcılık ve imtiyaz sayılamaz.” şeklinde bir fıkra eklenmelidir veya bu çerçevede, kadın erkek eşitliğinin fiilen gerçekleşmesi için pozitif ayrımcılık, Anayasa güvencesi altına alınmalı ve var olan soyut eşitlik “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için geçici özel tedbirler dahil gerekli tüm önlemleri alır” şeklinde somut bir düzenlemeye kavuşturulmalıdır.
Kadını birey olarak kabul eden 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunundaki düzenlemede namus ve töre cinayetlerinin içerik olarak
farklı anlamlar taşıdığı göz ardı edilmektedir. Hem töre hem de namus saikiyle
işlenen cinayetler ataerkil toplum düzeninin; kadınların namusunu ailenin
namusu ve erkeklerin şerefi sayarak kadının cinsel dokunulmazlığına
dayanmaktadır. Namus cinayetleri uluslararası hukuk terminolojisinde ve
Birleşmiş Milletlerin ilgili tüm kararlarında “namus adına işlenen cinayetler”
olarak yer almaktadır. Bu nedenlerle, Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesine
namus saiki ile işlenen cinayetlerinde “namus adına işlenen cinayetler” veya
“namus cinayetleri” şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamına
mütalaa edilebilmesi için bir bend eklenmesi gerekmektedir.
Ceza muhakemeleri kanunu Madde 365 “Suçtan
zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku kamu
davasına iltihak edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre fiilen
zarar gören kişi mağdur olarak nitelendirilmiştir. Ancak zaman zaman fiilden
zarar gören kişi mağdur ile aynı olmayabilmektedir. Bu amaçla kanun koyucu
mağdur \e zarar gören kavramlarını farklı düzenlemiştir. Yargıtay Ceza Kurulu
da bir kararında “suçtan zarar gören her şahıs, soruşturmanın her anında
müdahale yoluyla kamu davasına katılabilir” diyerek bu görüşe katılmıştır. Bu
nedenle; baroların, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın
derneklerinin Ye bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların, suçtan zarar
görenler olarak ilgili davalarda müdahil olabilmeleri yönünde CMK’da yasal
düzenleme yapılması gerekmektedir.
“Yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın,
kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç
aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki TCK’nın 287.
maddesi, muayene için kişinin rızasının alınıp alınmayacağı konusunu cevapsız
bırakmaktadır. Kişinin rızası dışında vücuduna bir müdahale yapılması ve
kadının vücut bütünlüğüne karşı bir saldırının zar kontrolüne indirgenmesi
kabul edilemez. Bu nedenle bu maddede “kişinin aydınlatılmış onamı alınarak”
şeklinde bir düzenleme yapılmalıdır.
Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Türk Medeni Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca
“yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar
tabi oldukları mal rejimi devam eder” şeklinde düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002
tarihinden önce yapılmış olan evliliklerde yasal mal rejimi olarak edinilmiş
mallara katılma kabul edilmemiş, seçimlik hak olarak tanınmıştır. Bunun anlamı
1 Ocak 2002 tarihinden önce evlenmiş olan çiftlerin resmî kurumlar aracılığı
ile edinilmiş mallara katılım rejimini yasal mal rejimi olarak
seçebilecekleridir. Tüm bu nedenlerle Türk Medeni Kanununun yürürlülük 10
maddesinin 1. fıkrası, “Yürürlüğe
girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
geçerli olarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmemişlerse yasal mal
rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde; 2. fıkrası ise “Davanın reddi ile sonuçlanması halinde, eşler kararın kesinleşmesini
izleyen bir yıl içinde, başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde, evlenme
tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde
değiştirilmelidir.
Türk Medeni Kanununda yer alan “Kadınlar
isterse eşlerinin soyadıyla birlikte kızlık soyadını da kullanabilir” maddesi,
kadınların taleplerini karşılamamaktadır. Kadının evlilik sonrası kocasının
kütüğüne kaydolması, boşanınca tekrar babasının kütüğüne geri dönmesi gibi
işlemlerin sadece kadınlar için geçerli olması açık bir ayrımcılıktır. Kadının
evlenme nedeniyle soyadını değiştirmesi, bu soyadı ile tanındıktan sonra
boşanma sonrasında eski soyadına dönmesi, kadınlar için son derece zor şartlar
yaratmaktadır. Bu işlemlerin tümü kadının kimliksizleştirilmesine yol
açmaktadır. Tüm bu nedenlerle; Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddenin başlığının
aile adı, evlilik adı veya sonad olarak değiştirilmesi ve eşlerin istedikleri
soyadını seçme özgürlüğünün olması, evlilik durumunda çocukların soyadlarının
anneden de gelebilmesi gibi değişikliklerin yapılması gerekmektedir.
Kadına yönelik şiddeti önlemek için
kadının toplumdaki eşsiz konumu giderilmelidir. Bunun da ilk şartı siyasal
temsilde eşitliği sağlamaktır. Siyasal temsilde eşitsizliği gidermek için
siyasi partiler ve seçim yasalarında “Cinsiyet Kotası” uygulaması sağlayacak
yasal değişiklikler yapılmalıdır
Namus ve töre cinayetlerinde, bazı
bölgelerimizde yaşanan kadın intiharlarında kadının özgürleşmesini, birey
olmasını ve insan haklarını kullanmasını engelleyen aşiret yapılanması ve
feodal düzenin hazırlayıcı ve hatta azmettirici rolü bilimsel ve toplumsal bir
gerçektir. Komisyonun bölgede mağdur aileleri ve suçun failleri ile yaptığı
görüşmelerde de bu durum tespit edilmiştir. Bireyin en öncelikli İnsan hakkı
olan yaşam hakkını elinden alacak kadar ileri düzeydeki şiddetin önlenmesi için
bu tür erkek egemen, ataerkil yapıların ortadan kaldırılması gereklidir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım çözüm
önerilerinin Araştırma Komisyonu raporunda yer almaması nedeniyle muhalefet
şerhi yazımı komisyona iletirim.
Saygılarımla.
Canan Arıtman
İzmir
MUHALEFET ŞERHİ
TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE
ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDETİN
SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA
KURULAN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONBAŞKANLIĞINA
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
sunulacak Komisyon raporuna aşağıda belirttiğim görüşlerin eklenmesini talep
ederim.
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de yıllardan beri çocukların ve kadınların her türlü şiddete maruz kaldıklarını ve bu şiddetin, özellikle de kadınların yaşam haklarını elinden alan cinayetlerle gerçekleştiğini biliyoruz. Son yıllarda, başta basın yayın kuruluşları olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve tüm ülke kamuoyunda artan tepkiler karşısında, bu çağdışı davranış biçiminin nedenlerinin araştırılması ve başta cinayetler olmak üzere her türlü şiddetin önlenmesi için TBMM’nce de bir araştırma komisyonu kurulmuş ve bu komisyon dört aylık süre sonunda çalışmalarını tamamlayarak raporunu TBMM Başkanlığına sunmak üzeredir.
Komisyon Raporunun, Araştırma Konusu
Başlıklı önerge özetlerinin yer aldığı bölümün beşinci paragrafında “Ülkemizin
bazı yörelerinde namus (töre cinayetlerinin tüyler ürperten bir sıklıkta
tekrarlandığı, söz konusu yöre insanlarının bu geleneği göç ettikleri yerlere
de taşıdığı,” ifadesi yer almaktadır. Komisyonun araştırmasını tamamladıktan
sonra bu ifadeye raporda yer vermemesi gerekirken, böyle bir yola gidilmemiş
olması kadınların yaşam hakkını ortadan kaldıran gerekçesi töre ya da namus
olar k gösterilemeyen aile için şiddet nedeniyle ölen kadınların durumunun
izahını güçleştirmektedir. Ayrıca, bu tür kadın cinayetlerinin ülke izin sadece
belli bir bölgesinde yaşayan insanların bir sorunun olduğu görüntüsü
vermektedir.
Halbuki komisyon çalışmalarının başından
itibaren, gerek güvenlik görevIilerinin görüşleri, gerekse ülkemizin çeşitli
bölgelerinde yapılan inceleme ve mağdur veya faillerle yapılan birebir görüşmeler
sonucunda, özellikle cinayetlerin, ülkemizin belli bir yöresine özgü bir olgu
olmadığı, ülkemizin bütün bölgelerinde aynı
olaylarla karşılaşılabildiği, nedenlerinin de biri birine benzediği ve daha çok
alt gelir grubuna ait, eğiti siz kesimlerde işlendiği tespit edilmiştir.
Şiddet bir eylem biçimi olarak yaşamın her
alanından soyutlanmalı ve hiç bir argümanla meşrulaştırılmamalıdır. Şiddetin
her türü ile mücadele edilmelidir. Erkek egemen toplumsal yapıdan kaynaklanan
erkeğin kadına göre üstün konumu eşit olmayan güç ilişkileri gibi nedenlerle
kadınlar şiddete uğramakta çoğu kez de yaşamlarını yitirmektedir. Ülkemizde
namus meselesi, aile içi anlaşmazlıklar, kan davası ve bunun gibi gerekçelerle
cinayetler işlenmektedir. Bu cinayetlerin hedefini çoğu kez kadınlar
oluşturmaktadır. Ancak bu cinayetleri töre kavramıyla açıklamaya çalışmak bizi
toplumsal cinsiyet eşitliği sorunundan uzaklaştırarak kadına yöneltilen
şiddetin bir mazereti olarak gösterilen bir noktaya odaklayacak ve sorunu bir
bütün olarak görmemizi engelleyecektir. Bir sosyal sorun olan kadına yönelik
şiddetin ortadan kaldırılması için gerçek nedenlerinden uzaklaşmadan olayın bir
bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Komisyon çalışmaları
esnasında da bu görülmüştür. Gerek raporda yer alan tablolar incelendiğinde
gerekse dünyadaki duruma bakıldığında bunun namus kavramının kadının bedenine
indirgenmesinden kaynaklandığı açıktır.
TBMM İçtüzüğüne göre, Araştırma Komisyonu
raporlarının bir yaptırım veya uygulamayı emredici bir gücü yoktur. Ancak
özellikle toplumumuzun tamamını ilgilendiren kadına ve çocuğa yönelik bir
rapor, sivil veya resmî olsun tüm kurumları yakından ilgilendireceği ve
uygulamalarına yön vereceğinden, çözüm önerileri yaparken, öncelik sırasının
iyi tespit edilmesi gerekmektedir.
Kadına ve çocuğa yönelik şiddetin
nedenlerinin en başında, komisyon raporunun içinde de belirtildiği gibi,
eğitimsizlik gelmektedir. Ülkemizin, kız ve erkek çocuklarının eğitim sorununu
çözmedikçe, bazen cinayetle sonlanan şiddeti durdurması mümkün değildir.
Ülkemizde hala sayıları yüz binlerle ifade edilen sayıda kız ve erkek çocuk
ilköğretimini dahi tamamlayamamaktadır. Tarımsal faaliyetlerin başladığı bu
günlerde, ülkemizde binlerce çocuk şuanda ilköğretimlerini yarıda bırakarak aileleriyle
birlikte geçici tarım işçisi olarak çalışmaktadırlar.
Kadının siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve
ekonomik haklar bakımından erkekler ile eşit bir konumda olmasından daha doğal
bir durum olamaz. Kadının sosyal yaşamda ve siyasette görünür kılınabilmesi
için gerekli düzenlemeler mutlaka yapılmalıdır. Fakat salt yasal düzenlemeler
ile kadının karşı karşıya olduğu sorunların aşılacağını sanmak sadece yanılsama
olur.
Kadınların eğitim düzeyinin yükseltilmesi
ile ekonomik bağımsızlığın kazanılması, kadının statüsünün yükselmesinde bir ön
koşuldur, ancak ülkemizde yoksulluğun giderek kadınlaştığı da bir gerçektir.
Raporun D. 5 Başlığı altındaki Çözüm Önerileri Koruyucu ve Önleyici Tedbirler
kısmında “Kadınların istihdam olanakları ve
iş kurmak için gereksinim duydukları
kredi almalarını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmalıdır. “ şeklinde bir
öneri bulunmaktadır. Ancak bu yeterli değildir. Kadının güçlü kendi ayakları
üzerinde durabilen bireyler olabilmesi ve toplumsal yaşamda güçlü bir şekilde
var olabilmesinin temel koşulu kadının çalışma yaşamında var olabilmesinden
geçmektedir. Bunu da sadece temennilerle sağlayabilmenin olanağı yoktur.
İstihdam alanında iki cins de eşit
oluncaya kadar, kadının çalışma yaşamına katılımı geçici önlemlerle
desteklenmelidir. Bu da ancak kamuda ve özel sektörde kadın kotası uygulaması
ile gerçekleştirilebilir.
Kadın sorunu başta olmak üzere, temel hak
ve özgürlüklerin kullanımının önünde engel teşkil eden yapılar mutlaka ortadan
kaldırılmalıdır. Ancak topyekun bir seferberlik ile ülkemizi daha çağdaş ve
yaşanabilir bir düzeye ulaşabilir. Bunu sağlayabildiğimiz taktirde kadının
maruz kaldığı ayrımcılığı ve buna bağlı olarak da şiddeti ortadan
kaldırabiliriz. Türkiye bir kültür devrimini başarmak zorundadır.
M. Vedat Melik
Şanlıurfa
KAYNAKÇA
Açıklamalı-karşılaştırmalı-uygulamalı Ceza
Muhakemesi Kanunu, Dr. Haluk ÇOLAK,
Dr. Mustafa TAŞKIN- s.324, 360, 364, 368, 448, 693, 693
Adinkrah M. Maternal infanticides in Fiji.
Child Abuse & Neglect 2000, 24:1543-1555; Kotch JB ve ark. Morbidity and
death due to child abuse in New Zealand. Child Abuse & Neglect, 1993.
Adli Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünün Adalet İstatistikleri Yıllığı 2003, 2004 Kitapçığı.
Aile İçinde Kadına
Yönelik Şiddet El Kitabı, Ankara, Kadın Dayanışma Vakfı, 2005.
Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet,
Aile Araştırma Kurumu, Ankara 1997.
Akço, Seda, Çocuk İstismarı ile İlgili
Hukuki Yapı, İstanbul., İstanbul Barosu, 2005.
Akço, Seda, Çocuğa Karşı Şiddet ve
Önlenmesi Hakkında Değerlendirme, İstanbul, İstanbul Barosu, 2005.
Akço, Seda, Çocuk İstismarı ile İlgili
Hukuki Yapı, İstanbul, İstanbul Barosu, 2005.
Akyüz, Emine, Çocuğun Haklarının ve
Güvenliğinin Korunması, Ankara, MEB, 2000.
Aziz, Aysel- Köker, Eser,-v.d., Medya,
Şiddet ve Kadın, 1993 Yılında Türk Basınında
Kadınlara Yönelik Şiddetin Yer Alış Biçimi, Ankara, KSGM, 1994.
Bahri Öztürk’ün Prof. Dr.
Başkanlığında İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile D.E.Ü. Hukuk
Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalımız Hannover Kriminoloji
Enstitüsü ile İşbirliği Yaparak “Çocuk ve Şiddet” Gerçekleştirilen Araştırma
Raporu.
III. Kadın Sığınakları Kurultayı Sonuç
Bildirgesi, 18 - 20 Kasım İstanbul.
IV. Kadın Sığınakları Kurultayı Sonuç
Bildirgesi, 24 - 25 Kasım 2001 Antalya.
V.
Kadın Sığınakları Kurultayı Sonuç Bildirgesi, 23 - 24 Kasım 2002 İzmit.
VII: Beş Yıllık Kalkınma Planı ÖİK Raporu
“Kadın” Ankara, DPT, 1994.
1995 Yılında Pekin’de Gerçekleştirilen IV.
Dünya Kadın Konferansı Sonuçlarının Uygulaması ve İzlenmesine İlişkin Ulusal
Eylem Planı. Ankara. KSGM, 1998.
Bin Yıl Hedefleri ve Eğitimde Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği I. Ulusal Konferansı, Ankara, STK İzleme Grubu, 2005.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun
Kadınlara Karşı Her Türlü Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirgesi, New York, 1993.
Browne ve ark., Child Abuse And Neglect in
Romanian Families: A National Prevalence Study 2000, Copenhagen, Who Regional
Office For Europe, 2002.
Bin Yıl Hedefleri ve Eğitimde Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği I. Ulusal Konferansı, Ankara. STK İzleme Grubu, 2005.
Çocuk Haklarının Koruyan Bağımsız
Kurumlar, Ankara, UNICEF, 2001
Çocuk Ombudsmanlığı, Ankara, UNICEF, 1997.
Çocuklar İçin İlerleme, Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği ve İlköğretime İlişkin Rapor, Ankara, UNICEF, 2005.
Danışma Merkezleri ve Kadın Sığınakları,
İstanbul., AMARGİ, 2005.
Fikret İlkiz, Özel Hayat ve Kişilik
Hakları, 18 Nisan 2002 RTÜK Konferans Notu.
Gemalmaz, M. Semih. Çocuk ve Genç
Haklarına İlişkin Ulusalüstü Belgeler, İstanbul, 2002.
Görmez, Kemal-Bayat, Bülent, vd., Aile
İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, Ankara, AAK, 1998.
Gözaltında Tecavüz ve Cinsel Saldırı - Dr.
Psk. Ufuk Sezgin, Şahika Yüksel, Vehbi Keser (Seminer Notları).
Halm H, Guterman N., The Emerging Problem of Physical Child
Abuse in South Korea. Child Maltreatment, 2001.
http://www.coe.int/T/CM/WCD/advSearch_en.asp
http://www.who.int/gender/violence/who_multicountry_study/en/
http://www.kgsm.gov.tr/
İbrahim Okur - Aile Mahkemeleri ve
uygulamada yaşanan sorunlar, Hukuk Demokrasi, Şubat 2003.
İçli, Tülin, Ailede Kadına Karşı Şiddet ve
Kadın Suçluluğu, Ankara, KSGM, 1995.
Integration Of The Human Rights Of Women
And The Gender Perspective: Violence Against Women :Towards An Effective
Implementation Of International Norms To End Violence Against Women, Report Of
The Special Rapporteur On Violence Against Women, Its Causes And Consequences,
Yakin Ertürk, UN., Geneva, 2003.
Integration Of The Human Rights Of Women
And The Gender Perspective: Violence Against Women : Report Of The Special
Rapporteur On Violence Against Women, Its Causes Andconsequences, Ms. Radhika
Coomaraswamy, Submitted In Accordance With Commission on Human Rights
Resolution 2001/49 Cultural Practices In The Family That Are Violent Towards
Women, UN., Geneva, 1994.
Işık, Nazik, Kadın Hareketi Açısından
Anlamı, İşi ve İşlevleri ile Kadın Danışma Merkezleri ve Kadın Sığınmaevleri -
Ege Kadın Dayanışma Vakfı’nın Heinrich Böll Vakfı’nın Desteğiyle 29-30
Nisan 2000’de İzmir’de Gerçekleştirdiği İki Günlük Bir Çalışmada, “Kadınlar Tartışıyor: Kadına Yönelik Şiddet,
Toplumsal Boyutları, Önlenmesi ve Yükümlülükleri, Kadın Danışma Merkezleri,
Kadın Sığınakları Sempozyumu”nda Üç Ana Tebliğden Biri Olan Tebliğime
Dayanılarak Kaleme Alınmıştır.
Işık, Nazik, Temmuz 1999 - SHÇEK’in “Özel
Hukuk Tüzel Kişileri ve Kamu Kurum ve Kuruluşları Bünyesinde Açılacak Kadın
Konukevleri Yönetmeliği Taslağı” Hakkında Kadın Dayanışma Vakfı İçin Hazırlanan
İnceleme Raporu.
Işık, Nazik, III. Kadın Sığınakları
Kurultayı, İstanbul, 18.11.2000.
İstanbul Barosu’nun Düzenlediği Kadının
İnsan Hakları Konulu Meslek İçi Eğitim Çalışması.
Kabasakal, Zehra, Töre ve Namus Cinayetleri ve Kadına ve
Çocuklara Yönelik Şiddet Raporu
15.12.2005.
Kadın Sorunlarına Çözüm Arayışı
Kurultayı., İstanbul, KA-DER, 2004.
Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul, AMARGİ,
2005.
Kadına Yönelik Şiddet - Prof. Dr. Şebnem
Korur Fincancı (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı
Seminer Metni).
Kadına Yönelik Şiddet ve Hekimlik
Sempozyumu 16-17 Kasım 2002, Ankara, Ankara Tabipler Odası, 2003.
Kadının Statüsünün Araştırılarak Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin Yaşama Geçirilmesi İçin
Alınması Gereken Tedbirleri Tespit Etmek Amacıyla Kurulan TBMM Kadının
Statüsünü Araştırma Komisyonu Raporu, Ankara, KSGM, 2003.
Kadınlara ve Kızlara Yönelik Aile İçi Şiddet. Ankara:
UNICEF, 2000
Kavacıklı, Filiz-Evkuran, Mahmut-v.d.,
Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları, Ankara, AAK, 1995.
Kalaycı, Ahmet Rasim , Aile ve Kadın
Odaklı Program Örneklerinin Çözümlenmesi.
Keşke Dememek İçin, Namus Adına İşlenen
Cinayetler 2004 Raporu, Diyarbakır, KAMER, 2004.
Kunter, Nurullah -Yenisey, Feridun, Ceza
Muhakemesi Hukuku, İstanbul, Beta,
1998.
Meadow R. Unnatural Sudden Infanth Death. Archives of
Disease in Childhood, 1999.
Medyada Şiddete Duyarlılık Paneli, İstanbul, RTÜK Yay.11,
2004.
Nirengi Kişisel Geliştirme ve Psikolojik
Danışmanlık Şirketi tarafından düzenlenen “Manevi Taciz ve Şiddet” Semineri.
Onursal, Betül -Sayıta, Sevgi Birleşmiş
Milletler Belgelerinde Barış Kültürü ve Şiddet Karşıtı Olma ve Avrupa Konseyi
Kararlarında Çocuğun Şiddet ve Kötü Muameleden Korunması, İstanbul, Bilgi, 2002.
Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç
Belgesi, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, Ankara, KSGM, 2001.
Polat, Oğuz, ( Prof. Dr.), Çocuk Hakları
ve Türkiye,Ê Vurursan Kırılır - Haftanın Yorumu, 2005.
Straus MA ve ark., Identification of Child
Maltreatment with the Parent-Child Ocnflict Scales: Development and
Psychometric Data for a National Sample of American Parents. Child Abuse &
Neglect, 1998.
Süheyla Öksüz, Küreselleşmede Nasıl Bir Medya Düzeni,
İstanbul, Piramit, 2004.
Şiddete Karşı Somut Bir Adım: Ankara
Gecekondularında Kadınlarla Ortak Bir Çalışma, Ankara, Kadın Dayanışma Vakfı,
1995.
Şiddeti Önleme Platformu Eğitim ve Şiddet Alt Çalışma Grubu
Sonuç Kararları, Ankara, AKK, 2004.
Şiddeti Önleme Platformu Medya ve Şiddet
Çalışma Grubu Raporu, Ankara, AAK, 2004.
Şükran Danık, “Aile İçinde Kadına Yönelen Şiddet”, Toplum ve Sosyal Hizmet
1/2000, Ankara, Hacettepe Üniversitesi. Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayını.
TBMM Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir ve
45 Milletvekili, Eskişehir Milletvekili Cevdet Selvi ve 23 Milletvekili ile
Konya Milletvekili Orhan Erdem ve 45 Milletvekilinin, Çocukları Sokağa Düşüren
Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken
Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasa’nın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105
inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve
(10/111,160,180) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. TBMM
Tutanak Dergisi Cilt 79, 76. Bileşim,
Dönem 22, Yasama Yılı 3, 2005.
TBMM İçel Milletvekili Oya Araslı ile
İzmir Milletvekili Birgen Keleş ve 18 Arkadaşının, Kadının Statüsünün
Araştırılarak Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin
Yaşama Geçirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirleri Tespit Etmek Amacıyla
Anayasa’nın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve 10/219 Esas Numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu. TBMM Tutanak Dergisi 13. Bileşim, Cilt 64, Yasama Yılı 4,
1998.
TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin
Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla
Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
(10/148,182,187,284,285) Tutanakları, 2005.
TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin
Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla
Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu (10/148,182,187,284,285)
İstanbul, Diyarbakır ve Şanlıurfa Alan İncelemesi Raporları, 2005.
Televizyon Programlarındaki Şiddet
İçeriğinin, Müstehcenliğin ve Mahremiyetin İhlallerinin İzleyicilerin Ruh
Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri, Ankara, RTÜK, 2005.
Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Kadın,
Ankara, HÜKSAM, 2003.
Töre Cinayetleri Panel Bildirileri,
Ankara, KSGM, 1999.
Töre ve Namus Cinayetleri ve Kadına ve Çocuklara Yönelik
Şiddet Raporu, Ankara, KSGM, 1999.
Türk Kadın Hukuçular Derneği Uluslararası
Hukukçu Kadınlar Federasyonu genişletilmiş konsey toplantısı, 2001 - İstanbul
(Kadın ve Genç Kız Ticareti, Modern Kölelik).
Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku
Komisyonu TÜBAKKOM VI. Kitap, 22 Mayıs 2004 -14 Mayıs 2005, Ankara,Türkiye
Barolar Birliği, 2005.
Türkiye’de Kadının Durumu, Ankara, KSGM,
1994.
Türkiye’de Namus Cinayetlerinin
Dinamikleri, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı, Nüfus Bilim Derneği, Ankara, 2005.
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Sağlık,
Ankara, HÜKSAM, 2005.
UNICEF -ADLİ TIP KURUMU. Çocuk İstismarı
ve İhmali, Yayınlanmamış Eser.
Yeni Medeni Yasa Kadınlara Neler Getirdi,
Hacettepe Üniversitesi. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2005.
World Report on Violence and Health,
Geneva, WHO, 2002.
Youssef RM, Attia MS, Kamel MI., children Experiencing
Violence: Parental Use of Corporal Punishment. Child Abuse & Neglect, 1998.
KISALTMALAR
AÇEP : Anne Çocuk
Eğitim Programı
BADEP : Baba Destek
Programları
CEDAW :
Convention on the Elimination of All
Forms of Discrimination Against Women (Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi)
CMK : Ceza
Muhakemesi Kanunu
DSÖ : Dünya Sağlık
Örgütü
İYOP : İşlevsel
Yetişkin Okuma Yazma Programı
KAMER : Kadın Merkezi
KİHEP : Kadının İnsan
Hakları Eğitim Programı
KSGM : Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü
SHÇEK : Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü
SRAP : Sosyal Riski
Azaltma Projesi
STK : Sivil Toplum
Kuruluşu
TCK : Türk Ceza
Kanunu
ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ (Ek: 2)
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu
Tarafından 20 Kasım 1989 Tarihinde Kabul Edilmiştir.
Bu Sözleşmenin Ülkemizdeki uygulamalarının
izlenmesi ve koordinasyonundan SHÇEK Genel Müdürlüğü sorumludur.
ÖNSÖZ
Bu Sözleşmeye Taraf Devletler:
Birleşmiş Milletler Andlaşmasında ilan
edilen ilkeler uyarınca insanlık ailesinin tüm üyelerinin, doğuştan
varlıklarına özgü bulunan haysiyetle birlikte eşit ve devredilemez haklara
sahip olmalarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli
olduğunu düşünerek,
Birleşmiş Milletler halklarının, insanın
temel haklarına ve bireyin, insan olarak taşıdığı haysiyet ve değere olan kesin
inançlarını Birleşmiş Milletler Andlaşmasında bir kez daha doğrulamış
olduklarını ve daha geniş bir özgürlük ortamında toplumsal ilerleme ve daha iyi
bir yaşam düzeyi sağlama yolundaki kararlılıklarını hatırda tutarak,
Birleşmiş Milletlerin, İnsan Hakları
Evrensel Bildirisinde ve Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerinde herkesin,
bu metinlerde yer alan hak ve özgürlüklerden ırk, renk, cinsiyet, dil, din,
siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuştan
veya başka durumdan kaynaklanan ayırımlar dahil, hiçbir ayırım gözetilmeksizin
yararlanma hakkına sahip olduklarını benimsediklerini ve ilan ettiklerini kabul
ederek,
Uluslararası İnsan Hakları Evrensel
Bildirisinde, Birleşmiş Milletlerin, çocukların özel ilgi ve yardıma hakkı
olduğunu ilan ettiğini anımsayarak,
Toplumun temel birimi olan ve tüm
üyelerinin ve özellikle çocukların gelişmeleri ve esenlikleri için doğal ortamı
oluşturan ailenin toplum içinde kendisinden beklenen sorumlulukları tam olarak
yerine getirebilmesi için gerekli koruma ve yardımı görmesinin zorunluluğuna
inanmış olarak,
Çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak
gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile
ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul ederek,
Çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı
sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasının ve Birleşmiş Milletler
Andlaşmasında ilan edilen ülküler ve özellikle barış, değerbilirlik, hoşgörü,
özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini
gözönünde bulundurarak,
ÇOCUK
HAKLARINA DAİR SÖZLEŞME
Çocuğa özel bir ilgi gösterme
gerekliliğinin, 1924 tarihli, Cenevre Çocuk Hakları Bildirisinde ve 20 Kasım
1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulunca kabul edilen Çocuk
Hakları Bildirisinde belirtildiğini ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde,
Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde (özellikle 23 ve 24
üncü maddelerinde) ve Ekonomik, Sosyal
ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmede (özellikle 10 uncu
maddesinde) ve çocukların esenliği ile ilgili uzman kuruluşların ve
uluslararası örgütlerin kurucu ve ilgili belgelerinde tanındığını hatırda
tutarak, Çocuk Hakları Bildirisinde de belirtildiği gibi “çocuğun gerek
bedensel gerek zihinsel bakımdan tam erginliğe ulaşmamış olması nedeniyle doğum
sonrasında olduğu kadar, doğum öncesinde de uygun yasal korumayı da içeren özel
güvence ve koruma gereksiniminin bulunduğu”nu hatırda tutarak,Ulusal ve
uluslararası düzeyde çocukları aile yanına yerleştirme ve evlat edinmeye de
özel atıfta bulunan Çocuğun Korunması ve Esenliğine İlişkin Toplumsal ve
Hukuksal İlkeler Bildirisi; Çocuk Mahkemelerinin Yönetimi Hakkında Birleşmiş
Milletler Asgari Standart Kuralları (Beijing Kuralları) ve Acil Durumlarda ve
Silahlı Çatışma Halinde Kadınların ve Çocukların Korunmasına ilişkin Bildirinin
hükümlerini anımsayarak, Dünyadaki ülkelerin tümünde çok güç koşullar altında
yaşayan ve bu nedenle özel bir ilgiye gereksinimi olan çocukların bulunduğu
bilinci içinde,Çocuğun korunması ve uyumlu gelişmesi bakımından her halkın
kendine özgü geleneklerinin ve kültürel değerlerinin taşıdığı önemi gözönünde
tutarak, Her ülkedeki, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocukların yaşama
koşullarının iyileştirilmesi için uluslararası işbirliğinin taşıdığı önemin
bilincinde olarak,
Aşağıdaki kurallar üzerinde anlaşmaya
varmışlardır:
I. KISIM
Madde 1
Bu Sözleşme uyarınca çocuğa
uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç,
onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.
Madde 2
1. Taraf Devletler, bu Sözleşmede yazılı
olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana
babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil,
siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet,
sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve
taahhüt ederler.
3.ÊTaraf Devletler, çocuğun ana-babasının,
yasal vasilerinin veya ailesinin öteki üyelerinin durumları, faaliyetleri,
açıklanan düşünceleri veya inançları nedeniyle her türlü ayırıma veya cezaya
tabi tutulmasına karşı etkili biçimde korunması için gerekli tüm uygun önlemi
alırlar.
Madde 3
1. Kamusal ya da özel sosyal yardım
kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından
yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel
düşüncedir.
2. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı
sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların bakımı veya
korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik,
sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından,
yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.
Madde 4
Taraf Devletler, bu Sözleşmede tanınan
hakların uygulanması amacıyla gereken her türlü yasal, idari ve diğer önlemleri
alırlar. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin olarak, Taraf Devletler
eldeki kaynaklarını olabildiğince geniş tutarak, gerekirse uluslararası
işbirliği çerçevesinde bu tür önlemler alırlar.
Madde 5
Taraf Devletler, bu Sözleşmenin çocuğa
tanıdığı haklar doğrultusunda çocuğun yeteneklerinin geliştirilmesi ile uyumlu
olarak, çocuğa yol gösterme ve onu yönlendirme konusunda ana-babanın, yerel
gelenekler öngörüyorsa uzak aile veya topluluk üyelerinin, yasal vasilerinin
veya çocuktan hukuken sorumlu öteki kişilerin sorumluluklarına, haklarına ve
ödevlerine saygı gösterirler.
Madde 6
1. Taraf Devletler, her çocuğun temel
yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
2. Taraf Devletler, çocuğun hayatta
kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.
Madde 7
1. Çocuk doğumdan hemen sonra derhal nüfus
kütüğüne kaydedilecek ve doğumdan itibaren bir isim hakkına, bir vatandaşlık
kazanma hakkına ve mümkün olduğu ölçüde ana-babasını bilme ve onlar tarafından
bakılma hakkına sahip olacaktır.
2. Taraf Devletler, özellikle çocuğun
tabiiyetsiz kalması söz konusu olduğunda kendi ulusal hukuklarına ve ilgili
uluslararası belgeler çerçevesinde üstlendikleri yükümlülüklerine uygun olarak
bu hakların işlerlik kazanmasını taahhüt ederler.
Madde 8
1. Taraf Devletler, yasanın tanıdığı
şekliyle çocuğun kimliğini; tabiiyeti, ismi ve aile bağları dahil, koruma
hakkına saygı göstermeyi ve bu konuda yasa dışı müdahalelerde bulunmamayı
taahhüt ederler.
2. Çocuğun kimliğinin unsurlarının
bazılarından veya tümünden yasaya aykırı olarak yoksun bırakılması halinde,
Taraf Devletler çocuğun kimliğine süratle yeniden kavuşturulması amacıyla
gerekli yardım ve korumada bulunurlar.
Madde 9
1. Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve
usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına
olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana-babasından,
onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana-babası
tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmal edilmesi
durumlarında; ya da ana-babanın
birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgahının belirlenmesi amacıyla
karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir.
2. Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca
girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini
bildirme olanağı tanınır.
3. Taraf Devletler, ana-babasından veya
bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına
aykırı olmadıkça, ana-babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki
kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.
4. Böyle bir ayrılık, bir Taraf Devlet
tarafından girişilen ve çocuğun kendisinin ana veya babasının veya her ikisinin
birden tutuklanmasını, hapsini, sürgün, sınır dışı edilmesini veya ölümünü (ki
buna devletin gözetimi altında iken nedeni ne olursa olsun meydana gelen ölüm
dahildir) tevlit eden herhangi benzer bir işlem sonucu olmuşsa, bu Taraf
Devlet, istek üzerine ve çocuğun esenliğine zarar vermemek koşulu ile;
ana-babaya, çocuğa veya uygun olursa, ailenin bir başka üyesine, söz konusu
aile bireyinin ya da bireylerinin bulunduğu yer hakkında gereken bilgiyi
verecektir. Taraf Devletler, böyle bir istemin başlı başına sunulmasının ilgili
kişi veya kişiler bakımından aleyhe hiç bir sonuç yaratmamasını ayrıca taahhüt
ederler.
Madde 10
1. 9 uncu Maddenin 1 inci fıkrası uyarınca
Taraf Devletlere düşen sorumluluğa uygun olarak, çocuk veya ana-babası
tarafından, ailenin birleşmesi amaçlarıyla yapılan bir Taraf Devlet ülkesine
girme ya da onu terketme konusundaki her başvuru, Taraf Devletlerce olumlu,
insani ve ivedi bir tutumla ele alınacaktır. Taraf Devletler, bu tür bir
başvuru yapılmasının başvuru sahipleri veya aile üyeleri aleyhine sonuçlar
yaratmamasını taahhüt ederler.
2. Ana-babası, ayrı devletlerde oturan bir
çocuk olağanüstü durumlar hariç, hem ana hem de babası ile düzenli biçimde
kişisel ilişkiler kurma ve doğrudan görüşme hakkına sahiptir. Bu nedenle ve 9
uncu maddenin 1 inci fıkrasına göre Taraf Devletlere düşen sorumluluğa uygun
olarak, Taraf Devletler çocuğun ve ana-babasının Taraf Devletlerin ülkeleri
dahil herhangi bir ülkeyi terketmeye ve kendi ülkelerine dönme hakkına saygı
gösterirler. Herhangi bir ülkeyi terketme hakkı, yalnızca yasada öngörüldüğü gibi
ve ulusal güvenliği, kamu düzenini, kamu sağlığı ve ahlâk veya başkalarının hak
ve özgürlüklerini korumak amacı ile ve işbu Sözleşme ile tanınan öteki haklarla
bağdaştığı ölçüde kısıtlamalara konu olabilir.
Madde 11
1. Taraf Devletler, çocukların yasadışı
yollarla ülke dışına çıkarılıp geri döndürülmemesi halleriyle mücadele için
önlemler alırlar.
2. Bu amaçla Taraf Devletler iki ya da çok
taraflı anlaşmalar yapılmasını ya da mevcut anlaşmalara katılmayı teşvik
ederler.
Madde 12
1. Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma
yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe
ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun
olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.
2. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi
bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci
ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule
ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.
Madde 13
1. Çocuk, düşüncesini özgürce açıklama
hakkına sahiptir; bu hak, ülke sınırları ile bağlı olmaksızın; yazılı, sözlü,
basılı, sanatsal biçimde veya çocuğun seçeceği başka bir araçla her türlü haber
ve düşüncelerin araştırılması, elde edilmesi ve verilmesi özgürlüğünü içerir.
2. Bu hakkın kullanılması yalnızca:
a) Başkasının haklarına ve itibarına
saygı,
b) Millî güvenliğin, kamu düzeninin, kamu
sağlığı ve ahlâkın korunması nedenleriyle ve kanun tarafından öngörülmek ve
gerekli olmak kaydıyla yapılan sınırlamalara konu olabilir.
Madde 14
1. Taraf Devletler, çocuğun düşünce,
vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterirler.
2. Taraf Devletler, ana-babanın ve
gerekiyorsa yasal vasilerin; çocuğun yeteneklerinin gelişmesiyle bağdaşır
biçimde haklarının kullanılmasında çocuğa yol gösterme konusundaki hak ve
ödevlerine, saygı gösterirler.
3. Bir kimsenin dinini ve inançlarını
açıklama özgürlüğü kanunla öngörülmek ve gerekli olmak kaydıyla yalnızca kamu
güvenliği, düzeni, sağlık ya da ahlâki ya da başkalarının temel hakları ve
özgürlüklerini korumak gibi amaçlarla sınırlandırılabilir.
Madde 15
1. Taraf Devletler, çocuğun dernek kurma
ve barış içinde toplanma özgürlüklerine ilişkin haklarını kabul ederler.
2. Bu hakların kullanılması, ancak yasayla
zorunlu kılınan ve demokratik bir toplumda gerekli olan ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, kamu düzeni yararına olarak ya da kamu sağlığı ve ahlâkın ya da
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla yapılan
sınırlamalardan başkalarıyla kısıtlandırılamaz.
Madde 16
1. Hiçbir çocuğun özel yaşantısına, aile,
konut ve iletişimine keyfi ya da haksız bir biçimde müdahale yapılamayacağı
gibi, onur ve itibarına da haksız olarak saldırılamaz.
2. Çocuğun bu tür müdahale ve saldırılara
karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Madde 17
Taraf Devletler, kitle iletişim
araçlarının önemini kabul ederek çocuğun;
özellikle toplumsal, ruhsal ve ahlâki
esenliği ile bedensel ve zihinsel sağlığını geliştirmeye yönelik çeşitli ulusal
ve uluslararası kaynaklardan bilgi ve belge edinmesini sağlarlar. Bu amaçla
Taraf Devletler:
a) Kitle iletişim araçlarını çocuk
bakımından toplumsal ve kültürel yararı olan ve 29 uncu maddenin ruhuna uygun
bilgi ve belgeyi yaymak için teşvik ederler;
b) Çeşitli kültürel, ulusal ve
uluslararası kaynaklardan gelen bu türde bilgi ve belgelerin üretimi, değişimi
ve yayımı amacıyla uluslararası işbirliğini teşvik ederler;
c) Çocuk kitaplarının üretimini ve
yayılmasını teşvik ederler;
d) Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu
veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem
göstermeleri konusunda teşvik ederler;
e) 13 ve 18 inci maddelerde yer alan
kurallar gözönünde tutularak çocuğun esenliğine zarar verebilecek bilgi ve
belgelere karşı korunması için uygun yönlendirici ilkeler geliştirilmesini
teşvik ederler.
Madde 18
1. Taraf Devletler, çocuğun
yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana-babanın birlikte sorumluluk
taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun
yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana-babaya ya da durum
gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler her şeyden önce çocuğun yüksek
yararını gözönünde tutarak hareket ederler.
2. Bu Sözleşmede belirtilen hakların
güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi
konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana-baba ve yasal vasilerin durumlarına
uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin
ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar.
3. Taraf Devletler, çalışan ana-babanın,
çocuk bakım hizmet ve tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden
yararlanma hakkını sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.
Madde 19
1. Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, çocuğun
ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya
da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel
saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkar muameleye, ırza geçme
dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari,
toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.
2. Bu tür koruyucu önlemler; burada
tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele olaylarının önlenmesi, belirlenmesi,
bildirilmesi, yetkili makama havale edilmesi, soruşturulması, tedavisi ve
izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu takdirde adliyenin
işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa ve onun bakımını
üstlenen kişilere, gereken desteği sağlamak amacı ile sosyal programların
düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir.
Madde 20
1. Geçici ve sürekli olarak aile
çevresinden yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması
kabul edilmeyen her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip
olacaktır.
2. Taraf Devletler bu durumdaki bir çocuk
için kendi ulusal yasalarına göre, uygun olan bakımı sağlayacaklardır.
3. Bu tür bakım, başkaca benzerleri
yanında, bakıcı aile yanına verme, İslam Hukukunda kefalet (kafalah), evlat
edinme ya da gerekiyorsa çocuk bakımı amacı güden uygun kuruluşlara
yerleştirmeyi de içerir. Çözümler düşünülürken, çocuğun yetiştirilmesinde
sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel, kültürel ve dil kimliğine
gereken saygı gösterilecektir.
Madde 21
Evlat edinme sistemini kabul eden ve/veya
buna izin veren Taraf Devletler, çocuğun en yüksek yararlarının temel düşünce
olduğunu kabul edecek ve aşağıdaki ilkeleri gerçekleştireceklerdir:
a) Bir çocuğun evlat edinilmesine ancak
yetkili makam karar verir. Bu makam uygulanabilir yasa ve usullere göre ve
güvenilir tüm bilgilerin ışığında; çocuğun, ana-babası, yakınları ve yasal
vasisine göre durumunu gözönüne alarak ve gereken durumlarda tüm ilgililerle
yapılacak görüşme sonucu onların da evlat edinme konusundaki onaylarını alma
zorunluluğuna uyarak, kararını verir.
b) Çocuğun kendi ülkesinde elverişli
biçimde bakılması mümkün olmadığı veya evlat edinecek veya yanına
yerleştirilecek aile bulunmadığı taktirde/ülkelerarası evlat edinmenin çocuk
bakımından uygun bir çözüm olduğunu kabul ederler.
c) Başka bir ülkede evlat edinilmesi
düşünülen çocuğun, kendi ülkesinde mevcut evlat edinme durumuyla eşdeğer olan
güvence ve ölçülerden yararlanmasını sağlarlar.
d) Ülkelerarası evlat edinmede,
yerleştirmenin ilgililer bakımından yasadışı para kazanma konusu olmaması için
gereken bütün önlemleri alırlar.
e) Bu maddedeki amaçları, uygun olduğu
ölçüde, ikili ya da çok taraflı düzenleme veya anlaşmalarla teşvik ederler ve
bu çerçevede, çocuğun başka bir ülkede yerleştirilmesinin yetkili makam veya
organlar tarafından yürütülmesini güvenceye almak için çaba gösterirler.
Madde 22
1. Taraf Devletler, ister tek başına olsun
isterse ana babası veya herhangi bir başka kimse ile birlikte bulunsun, mülteci
statüsü kazanmaya çalışan ya da uluslararası veya iç hukuk kural ve usulleri
uyarınca mülteci sayılan bir çocuğun, bu Sözleşmede ve insan haklarına veya
insani konulara ilişkin ve söz konusu Devletlerin taraf oldukları diğer
Uluslararası Sözleşmelerde tanınan ve bu duruma uygulanabilir nitelikte bulunan
hakları kullanması amacıyla koruma ve insani yardımdan yararlanması için
gerekli bütün önlemleri alırlar.
2. Bu nedenle, Taraf Devletler, uygun
gördükleri ölçüde, Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve onunla işbirliği yapan
hükümetler arası ve hükümet dışı yetkili başka kuruluşlarla bu durumda olan bir
çocuğu korumak, ona yardım etmek, herhangi bir mülteci çocuğun ailesi ile
yeniden bir araya gelebilmesi için ana-babası veya ailesinin başka üyeleri
hakkında bilgi toplamak amacıyla işbirliğinde bulunurlar. Herhangi bir nedenle
kendi aile çevresinden sürekli ya da geçici olarak ayrı düşmüş bir çocuğa bu
Sözleşmeye göre tanınan koruma, aynı esaslar içinde, ana-babası ya da ailesinin
başkaca üyelerinden hiçbirisi bulunmayan çocuğa da tanınacaktır.
Madde 23
1. Taraf Devletler zihinsel ya da bedensel
özürlü çocukların saygınlıklarını güvence altına alan, özgüvenlerini geliştiren
ve toplumsal yaşama etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran şartlar altında
eksiksiz bir yaşa ma sahip olmalarını kabul ederler.
2. Taraf Devletler, özürlü çocukların özel
bakımdan yararlanma hakkını tanırlar ve eldeki kaynakların yeterliliği
ölçüsünde ve yapılan başvuru üzerine, yardımdan yararlanabilecek durumda olan
çocuğa ve onun bakımından sorumlu olanlara, çocuğun durumu ve ana-babanın veya
çocuğa bakanların içinde bulundukları koşullara uygun düşecek yardımın
yapılmasını teşvik ve taahhüt ederler.
3. Özürlü çocuğun, özel bakıma gereksinimi
olduğu bilincinden hareketle bu maddenin 2 nci fıkrası uyarınca yapılması
öngörülen yardım, çocuğun ana-babasının ya da çocuğa bakanların parasal (malı)
durumları gözönüne alınarak, olanaklar ölçüsünde ücretsiz sağlanır. Bu yardım;
özürlü çocuğun eğitimi, meslek eğitimi, tıbbi bakım hizmetleri, rehabilitasyon
hizmetleri, bir işte çalışabilecek duruma getirme hazırlık programları ve
dinlenme/eğlenme olanaklarından etkin olarak yararlanmasını sağlamak üzere
düzenlenir ve çocuğun en eksiksiz biçimde toplumla bütünleşmesi yanında,
kültürel ve ruhsal yönü dahil bireysel gelişmesini gerçekleştirme amacını
güder.
4. Taraf Devletler, uluslararası işbirliği
ruhu içinde, özürlü çocukların koruyucu sıhhi bakımı, tıbbi, psikolojik ve
işlevsel tedavileri alanlarına ilişkin gerekli bilgilerin alışverişi yanında,
rehabilitasyon, eğitim ve mesleki eğitim hizmetlerine ilişkin yöntemlerin
bilgilerini de içerecek şekilde ve Taraf Devletlerin bu alanlardaki güçlerini,
anlayışlarını geliştirmek ve deneyimlerini zenginleştirmek amacıyla bilgi
dağıtımını ve bu bilgiden yararlanmayı teşvik ederler. Bu bakımdan, gelişmekte
olan ülkelerin gereksinimleri, özellikle gözönüne alınır.
Madde 24
1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en
iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren
kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu
tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını
güvence altına almak için çaba gösterirler.
2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak
uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının
düşürülmesi;
b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın
ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek
sağlanması;
c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve
başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen tekniklerin kullanılması ve
besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve çevre
kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne alarak, hastalık ve yetersiz
beslenmeye karşı mücadele edilmesi;
d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun
bakımın sağlanması;
e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle
ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile
beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda
temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;
f) Koruyucu sağlık bakımlarının,
ana-babaya rehberliğini, aile planlanması eğitimi ve hizmetlerinin
geliştirilmesi; amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı
için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her
türlü önlemi alırlar.
4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan
hakkın tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası
işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı olarak söz
verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle
gözönünde tutulur.
Madde 25
Taraf Devletler, yetkili makamlarca
korunma ve bakım altına alma, bedensel ya da ruhsal tedavi amaçlarıyla hakkında
bir yerleştirme tedbiri uygulanan çocuğun, gördüğü tedaviyi ve
yerleştirilmesine bağlı diğer tüm şartları belli aralıklarla gözden geçirme
hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
Madde 26
1. Taraf Devletler, her çocuğun, sosyal
sigorta dahil, sosyal güvenlikten yararlanma hakkını tanır ve bu hakkın tam
olarak gerçekleşmesini sağlamak için ulusal hukuklarına uygun, gerekli
önlemleri alırlar.
2. Sosyal Güvenlik, çocuğun ve çocuğun
bakımından sorumlu olanların kaynakları ve koşulları gözönüne alınarak ve çocuk
tarafından ya da onun adına yapılan sosyal güvenlikten yararlanma başvurusuna
ilişkin başkaca durumlar da gözönünde tutularak sağlanır.
Madde 27
1. Taraf Devletler, her çocuğun bedensel,
zihinsel, ruhsal, ahlâksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir
hayat seviyesine hakkı olduğunu kabul ederler.
2. Çocuğun gelişmesi için gerekli hayat
şartlarının sağlanması sorumluluğu; sahip oldukları imkânlar ve mali güçleri
çerçevesinde öncelikle çocuğun ana-babasına veya çocuğun bakımını üstlenen
diğer kişilere düşer.
3. Taraf Devletler, ulusal durumlarına
göre ve olanakları ölçüsünde, ana-babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer
kişilere, çocuğun bu hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli
önlemleri alır ve gereksinim olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve
barınma konularında maddi yardım ve destek programları uygularlar.
4. Taraf Devletler, Taraf Devlet ülkesinde
veya başka ülkede bulunsun;ana-babası veya çocuğa karşı mali sorumluluğu
bulunan diğer kişiler tarafından, çocuğun bakım giderlerinin karşılanmasını
sağlamak amacıyla her türlü uygun önlemi alırlar. Özellikle çocuğa karşı mali
sorumluluğu olan kişinin, çocuğun ülkesinden başka bir ülkede yaşaması halinde,
Taraf Devletler bu konuya ilişkin uluslararası anlaşmalara katılmayı veya bu
tür anlaşmalar akdinin yanısıra başkaca uygun düzenlemelerin yapılmasını teşvik
ederler.
Madde 28
1. Taraf Devletler, çocuğun eğitim hakkını
kabul ederler ve bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinde tedricen
gerçekleştirilmesi görüşüyle özellikle:
a) İlk öğretimi herkes için zorunlu ve
parasız hale getirirler;
b) Orta öğretim sistemlerinin genel olduğu
kadar mesleki nitelikte de olmak üzere çeşitli biçimlerde örgütlenmesini teşvik
ederler ve bunların tüm çocuklara açık olmasını sağlarlar ve gerekli durumlarda
malı yardım yapılması ve öğretimi parasız kılmak gibi uygun önlemleri alırlar;
c) Uygun bütün araçları kullanarak, yüksek
öğretimi yetenekleri doğrultusunda herkese açık hale getirirler;
d) Eğitim ve meslek seçimine ilişkin bilgi
ve rehberliği bütün çocuklar için elde edilir hale getirirler;
e) Okullarda düzenli biçimde devamın
sağlanması ve okulu terketme oranlarının düşürülmesi için önlem alırlar.
2. Taraf Devletler, okul disiplininin
çocuğun insan olarak taşıdığı saygınlıkla bağdaşır biçimde ve bu Sözleşmeye
uygun olarak yürütülmesinin sağlanması amacıyla gerekli olan tüm önlemleri
alırlar.
3. Taraf Devletler eğitim alanında,
özellikle cehaletin ve okuma yazma bilmemenin dünyadan kaldırılmasına katkıda
bulunmak ve çağdaş eğitim yöntemlerine ve bilimsel ve teknik bilgilere sahip
olunmasını kolaylaştırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirir ve
teşvik ederler. Bu konuda, gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle
gözönünde tutulur.
Madde 29
1. Taraf Devletler çocuk eğitiminin
aşağıdaki amaçlara yönelik olmasını kabul ederler;
a) Çocuğun kişiliğinin, yeteneklerinin,
zihinsel ve bedensel yeteneklerinin mümkün olduğunca geliştirilmesi;
b) İnsan haklarına ve temel özgürlüklere,
Birleşmiş Milletler Andlaşmasında benimsenen ilkelere saygısının
geliştirilmesi;
c) Çocuğun ana-babasına, kültürel
kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin
ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının
geliştirilmesi;
d) Çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü,
cinsler arası eşitlik ve ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan,
isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir
toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması;
e) Doğal çevreye saygısının
geliştirilmesi,
2. Bu maddenin veya 28 inci maddenin
hiçbir hükmü gerçek ve tüzel kişilerin öğretim kurumları kurmak ve yönetmek
özgürlüğüne, bu maddenin 1 inci fıkrasında belirtilen ilkelere saygı
gösterilmesi ve bu kurumlarda yapılan eğitimin Devlet tarafından konulmuş olan
asgari kurallara uygun olması koşuluyla, aykırı sayılacak biçimde
yorumlanmayacaktır.
Madde 30
Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların
ya da yerli halkların varolduğu Devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya
da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile
birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi
dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 31
1. Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş
zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence (etkinliklerinde) bulunma
ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.
2. Taraf Devletler, çocuğun kültürel ve
sanatsal yaşama tam olarak katılma hakkını saygı duyarak tanırlar ve
özendirirler ve çocuklar için, boş zamanı değerlendirmeye, dinlenmeye, sanata
ve kültüre ilişkin (etkinlikler) konusunda uygun ve eşit fırsatların
sağlanmasını teşvik ederler.
Madde 32
1. Taraf Devletler, çocuğun, ekonomik
sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da
sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ya da toplumsal gelişmesi
için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul
ederler.
2. Taraf Devletler, bu maddenin uygulamaya
konulmasını sağlamak için yasal, idari, toplumsal ve eğitsel her önlemi
alırlar. Bu amaçlar ve öteki uluslararası belgelerin ilgili hükümleri gözönünde
tutularak, Taraf Devletler özellikle şu önlemleri alırlar:
a) İşe kabul için bir ya da birden çok
asgari yaş sınırı tespit ederler;
b) Çalışmanın saat olarak süresi ve
koşullarına ilişkin uygun düzenlemeleri yaparlar.
c) Bu maddenin etkili biçimde
uygulanmasını sağlamak için ceza veya başka uygun yaptırımlar öngörürler.
Madde 33
Taraf Devletler, çocukların uluslararası
anlaşmalarda tanımladığı biçimde uyuşturucu ve psikotrop maddelerin yasadışı
kullanımına karşı korunması ve çocukların bu tür maddelerin yasadışı üretimi ve
kaçakçılığı alanında kullanılmasını önlemek amacıyla, yasal, sosyal ve eğitsel
niteliktekiler de dahil olmak üzere, her türlü uygun önlemleri alırlar.
Madde 34
Taraf Devletler, çocuğu, her türlü cinsel
sömürüye ve cinsel suistimale karşı koruma güvencesi verirler. Bu amaçla Taraf
Devletler özellikle:
a) Çocuğun yasadışı bir cinsel faaliyete
girişmek üzere kandırılması veya zorlanmasını;
b) Çocukların, fuhuş, ya da diğer yasadışı
cinsel faaliyette bulundurularak sömürülmesini;
c) Çocukların pornografik nitelikli
gösterilerde ve malzemede kullanılarak sömürülmesini,
önlemek amacıyla ulusal düzeyde ve ikili
ile çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü önlemi alırlar.
Madde 35
Taraf Devletler, her ne nedenle ve hangi
biçimde olursa olsun, çocukların kaçırılmaları, satılmaları veya fuhuşa konu
olmalarını önlemek için ulusal düzeyde ve ikili ve çok yanlı ilişkilerde
gereken her türlü önlemleri alırlar.
Madde 36
Taraf Devletler, esenliğine herhangi bir
biçimde zarar verebilecek başka her türlü sömürüye karşı çocuğu korurlar.
Madde 37
Taraf Devletler aşağıdaki hususları
sağlarlar:
a) Hiçbir çocuk, işkence veya diğer
zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaya tabi tutulmayacaktır.
Onsekiz yaşından küçük olanlara, işledikleri suçlar nedeniyle idam cezası
verilemiyeceği gibi salıverilme koşulu bulunmayan ömür boyu hapis cezası da
verilmeyecektir.
b) Hiçbir çocuk yasadışı ya da keyfi
biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması,
alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir
önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır.
c) Özgürlüğünden yoksun bırakılan her
çocuğa insancıl biçimde ve insan kişiliğinin özünde bulunan saygınlık ve kendi
yaşındaki kişilerin gereksinimleri gözönünde tutularak davranılacaktır.
Özgürlüğünden yoksun olan her çocuk, kendi yüksek yararı aksini
gerektirmedikçe, özellikle yetişkinlerden ayrı tutulacak ve olağanüstü durumlar
dışında ailesi ile yazışma ve görüşme yoluyla ilişki kurma hakkına sahip
olacaktır.
d) Özgürlüğünden yoksun bırakılan her
çocuk, kısa zamanda yasal ve uygun olan diğer yardımlardan yararlanma hakkına
sahip olacağı gibi özgürlüğünden yoksun bırakılmasının yasaya aykırılığını bir
mahkeme veya diğer yetkili, bağımsız ve tarafsız makam önünde iddia etme ve böylesi
bir işlemle ilgili olarak ivedi karar verilmesini isteme hakkına da sahip
olacaktır.
Madde 38
1. Taraf Devletler, silahlı çatışma
halinde kendilerine uygulanabilir olan uluslararası hukukun, çocukları da
kapsayan insani kurallarına uymak ve uyulmasını sağlamak yükümlülüğünü
üstlenirler.
2. Taraf Devletler, onbeş yaşından
küçüklerin çatışmalara doğrudan katılmaması için uygun olan bütün önlemleri
alırlar.
3. Taraf Devletler, özellikle onbeş yaşına
gelmemiş çocukları askere almaktan kaçınırlar. Taraf Devletler, onbeş ile
onsekiz yaş arasındaki çocukların silah altına alınmaları gereken durumlarda,
önceliği yaşça büyük olanlara vermek için çaba gösterirler.
4. Silahlı çatışmalarda sivil halkın
korunmasına ilişkin uluslararası insani hukuk kuralları tarafından öngörülen
yükümlülüklerine uygun olarak, Taraf Devletler, silahlı çatışmadan etkilenen
çocuklara koruma ve bakım sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi
alırlar.
Madde 39
Taraf Devletler, her türlü ihmal, sömürü
ya da suistimal, işkence ya da her türlü zalimce, insanlık dışı veya
aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulaması ya da silahlı çatışma mağduru olan
bir çocuğun, bedensel ve ruhsal bakımdan sağlığına yeniden kavuşması ve yeniden
toplumla bütünleşebilmesini temin için uygun olan tüm önlemleri alırlar. Bu tür
sağlığa kavuşturma ve toplumla bütünleştirme, çocuğun sağlığını, özgüvenini ve
saygınlığını geliştirici bir ortamda gerçekleştirilir.
Madde 40
1. Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını
ihlal ettiği iddia edilen ve bu nedenle itham edilen ya da ihlal ettiği kabul
edilen her çocuğun; çocuğun yaşı ve yeniden topluma kazandırılmasının ve
toplumda yapıcı rol üstlenmesinin arzu edilir olduğu hususları gözönünde
bulundurularak, taşıdığı saygınlık ve değer duygusunu geliştirecek ve
başkalarının da insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duymasını
pekiştirecek nitelikte muamele görme hakkını kabul ederler.
2. Bu amaçla ve uluslararası belgelerin
ilgili hükümleri gözönünde tutularak Taraf Devletler özellikle, şunları
sağlarlar:
a) İşlendiği zaman ulusal ya da
uluslararası hukukça yasaklanmamış bir eylem ya da ihmal nedeniyle hiçbir çocuk
hakkında ceza yasasını ihlal ettiği iddiası ya da ithamı öne sürülemeyeceği
gibi böyle bir ihlalde bulunduğu da kabul edilmeyecektir.
b) Hakkında ceza kanununu ihlal iddiası
veya ithamı bulunan her çocuk aşağıdaki asgari güvencelere sahiptir:
i) Haklarındaki suçlama yasal olarak sabit
oluncaya kadar masum sayılmak;
ii) Haklarındaki suçlamalardan
kendilerinin hemen ve doğrudan doğruya;
ya da uygun düşen durumlarda ana-babaları
ya da yasal vasileri kanalı ile haberli kılınmak ve savunmalarının hazırlanıp
sunulmasında gerekli yasal ya da uygun olan başka yardımdan yararlanmak;
iii) Yetkili, bağımsız ve yansız bir makam
ya da mahkeme önünde adli ya da başkaca uygun yardımdan yararlanarak ve
özellikle çocuğun yaşı ve durumu gözönüne alınmak suretiyle kendisinin yüksek
yararına aykırı olduğu saptanmadığı sürece, ana-babası veya yasal vasisi de
hazır bulundurularak yasaya uygun biçimde adil bir duruşma ile konunun gecikmeksizin
karara bağlanmasının sağlanması;
iv) Tanıklık etmek ya da suç ikrarında
bulunmak için zorlanmamak; aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya sorguya
çekmiş olmak ve lehine olan tanıkların hazır bulunmasının ve sorgulanmasının
eşit koşullarda sağlanması;
v) Ceza yasasını ihlal ettiği sonucuna
varılması halinde, bu kararın ve bunun sonucu olarak alınan önlemlerin daha
yüksek yetkili, bağımsız ve yansız bir makam ya da mahkeme önünde yasaya uygun
olarak incelenmesi;
vi) Kullanılan dili anlamaması veya konuşamaması
halinde çocuğun parasız çevirmen yardımından yararlanması;
vii) Kovuşturmanın her aşamasında özel
hayatının gizliliğine tam saygı gösterilmesine hakkı olmak;
3. Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını
ihlal ettiği iddiası ileri sürülen, bununla itham edilen ya da ihlal ettiği
kabul olunan çocuk bakımından, yalnızca ona uygulanabilir yasaların, usullerin,
onunla ilgili makam ve kuruluşların oluşturulmasını teşvik edecek ve özellikle
şu konularda çaba göstereceklerdir:
a) Ceza Yasasını ihlal konusunda asgari
bir yaş sınırı belirleyerek, bu yaş sınırının altındaki çocuğun ceza
ehliyetinin olmadığının kabulü;
b) Uygun bulunduğu ve istenilir olduğu
takdirde, insan hakları ve yasal güvencelere tam saygı gösterilmesi koşulu ile
bu tür çocuklar için adli kovuşturma olmaksızın önlemlerin alınması.
4. Koruma tedbiri, yönlendirme ve gözetim
kararları, danışmanlık, şartlı salıverme, bakım için yerleştirme, eğitim ve
meslek öğretme programları ve diğer kurumsal bakım seçenekleri gibi çeşitli
düzenlemelerin uygulanmasında, çocuklara durumları ve suçları ile orantılı ve
kendi esenliklerine olacak biçimde muamele edilmesi sağlanacaktır.
Madde 41
Bu Sözleşmede yer alan hiçbir husus, çocuk
haklarının gerçekleştirilmesine daha çok yardımcı olan ve;
a) Bir Taraf Devletin yasasında; veya
b) Bu Devlet bakımından yürürlükte olan
uluslararası hukukta yer alan hükümleri etkilemeyecektir.
II. KISIM
Madde 42
Taraf Devletler, Sözleşme ilke ve
hükümlerinin uygun ve etkili araçlarla yetişkinler kadar çocuklar tarafından da
yaygın biçimde öğrenilmesini sağlamayı taahhüt ederler.
Madde 43
1. Taraf Devletlerin bu Sözleşme ile
üstlendikleri yükümlülükleri yerine getirme konusunda kaydettikleri
ilerlemeleri incelemek amacıyla, görevleri aşağıda belirtilen bir Çocuk Hakları
Komitesi kurulmuştur.
2. Komite bu Sözleşme ile hükme bağlanan
alanda yetenekleriyle tanınmış ve yüksek ahlâk sahibi on uzmandan oluşur.
Komite üyeleri Taraf Devletlerce kendi vatandaşları arasından ve kişisel olarak
görev yapmak üzere, adil bir coğrafi dağılımı sağlama gereği ve başlıca hukuk
sistemleri gözönünde tutularak seçilirler.
3. Komite üyeleri, Taraf devletlerce
gösterilen kişiler listesinden gizli oyla seçilirler. Her Taraf Devlet,
vatandaşları arasından bir uzmanı aday gösterebilir.
4. Komite için ilk seçim, bu Sözleşmenin
yürürlüğe girişini izleyen altı ay içinde yapılır. Sonraki seçimler iki yılda
bir yapılır. Her seçim tarihinden en az dört ay önce, Birleşmiş Milletler
Teşkilatı Genel Sekreteri, Taraf Devletleri iki ay içinde adaylarını göstermeye
yazılı olarak davet eder. Daha sonra Genel Sekreter böylece belirlenen
kişilerden, kendilerini gösteren Taraf Devletleri de işaret ederek, alfabetik
sıraya göre oluşturduğu bir listeyi, Taraf Devletlere bildirir.
5. Seçimler, Birleşmiş Milletler Teşkilatı
Merkezinde, Genel Sekreter tarafından davet edilen Taraf Devletler
toplantılarında yapılır. Nisabı, Taraf Devletlerin üçte ikisinin oluşturduğu bu
toplantılarda, hazır bulunan ve oy kullanan Devletlerin salt çoğunluğuyla en
fazla oy alan kişiler Komiteye seçilir.
6. Komite üyeleri dört yıl için seçilir.
Aday gösterildikleri takdirde yeniden seçilebilirler. İlk seçimde seçilmiş olan
beş üyenin görevi iki yıl sonra sona erer, bu beş üyenin isimleri ilk seçimden
hemen sonra toplantı başkanı tarafından çekilen kura ile belirlenir.
7. Bir komite üyesinin ölmesi veya
çekilmesi ya da başka herhangi bir nedenle bir üyenin Komitedeki görevlerini
yapamaz hale gelmesi durumunda adaylığını öneren Taraf Devlet, Komitenin
onaylaması koşuluyla, böylece boşalan yerdeki görev süresi doluncaya kadar,
kendi vatandaşları arasından başka bir uzmanı atayabilir.
8. Komite, iç tüzüğünü kendisi belirler.
9. Komite, memurlarını iki yıllık bir süre
için seçer.
10. Komite toplantıları olağan olarak
Birleşmiş Milletler Teşkilatı Merkezinde ya da Komite tarafından belirlenecek
başka uygun bir yerde yapılır. Komite olağan olarak her yıl toplanır. Komite
toplantılarının süresi, gerektiğinde, Genel Kurulca onaylanmak koşuluyla, bu
Sözleşmeye Taraf Devletlerin bir toplantısıyla belirlenir veya değiştirilir.
11. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel
Sekreteri gerekli maddi araçları ve personeli bu Sözleşme ile kendisine verilen
görevleri etkili biçimde görebilmesi amacıyla, Komite emrine verir.
12. Bu Sözleşme uyarınca oluşturulan
Komitenin üyeleri, Genel Kurulun onayı ile, Birleşmiş Milletler Teşkilatının
kaynaklarından karşılanmak üzere, Genel Kurulca saptanan şart ve koşullar
çerçevesinde kararlaştırılan ücreti alırlar.
Madde 44
1. Taraf Devletler, bu Sözleşmede tanınan
hakları yürürlüğe koymak için, aldıkları önlemleri ve bu haklardan yararlanma
konusunda gerçekleştirilen ilerlemeye ilişkin raporları:
a) Bu Sözleşmenin, ilgili Taraf Devlet
bakımından yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak iki yıl içinde,
b) Daha sonra beş yılda bir,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri
aracılığı ile Komiteye sunmayı taahhüt ederler.
2. Bu madde uyarınca hazırlanan
raporlarda, bu Sözleşmeye göre üstlenilen sorumlulukların, şayet varsa, yerine
getirilmesini etkileyen nedenler ve güçlükler belirtilecektir. Raporlarda ayrıca,
ilgili ülkede Sözleşmenin uygulanması hakkında Komiteyi etraflıca aydınlatacak
biçimde yeterli bilgi de bulunacaktır.
3. Komiteye etraflı bilgi içeren bir ilk
rapor sunmuş olan Taraf Devlet, bu maddenin 1 (b) bendi gereğince sunacağı
sonraki raporlarında daha önce verilmiş olan temel bilgileri
tekrarlamayacaktır.
4. Komite, Taraf Devletlerden Sözleşmenin
uygulamasına ilişkin her türlü ek bilgi isteminde bulunabilir.
5. Komite, iki yılda bir Ekonomik ve
Sosyal Konsey aracılığı ile Genel Kurula faaliyetleri hakkında bir rapor sunar.
6. Taraf Devletler kendi raporlarının
ülkelerinde geniş biçimde yayımını sağlarlar.
Madde 45
Sözleşmenin etkili biçimde uygulanmasını
geliştirme ve Sözleşme kapsamına giren alanda uluslararası işbirliğini teşvik
etmek amacıyla:
a) Uzmanlaşmış kurumlar, UNICEF ve
Birleşmiş Milletler Teşkilatının öteki organları, bu Sözleşmenin kendi yetki
alanlarına ilişkin olan hükümlerinin uygulanmasının incelenmesi sırasında,
temsil edilmek hakkına sahiptirler. Komite; uzmanlaşmış kurumları, UNICEF’i ve
uygun bulduğu öteki yetkili kuruluşları, kendi yetki alanlarını ilgilendiren
konularda uzman olarak görüş vermeye davet edebilir. Komite, uzmanlaşmış
kurumları, UNICEF’i ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının öteki organlarını kendi
faaliyet alanlarına ilişkin kesimlerde Sözleşmenin uygulanması hakkında rapor
sunmaya davet edebilir;
b) Komite, uygun bulduğu takdirde, Taraf
Devletlerce sunulmuş, bir istem içeren ya da teknik danışma veya yardım
ihtiyacını belirten her raporu, gerekiyorsa Komitenin bu istek veya ihtiyaca
ilişkin tavsiye ve gözlemlerini de ekleyerek, uzmanlaşmış kurumlara, UNICEF’e
ve öteki yetkili kuruluşlara gönderir;
c) Komite, Genel Kurula Genel Sekreterden
Komite adına çocuk haklarına ilişkin sorunlarda incelemeler yaptırması isteğinde
bulunulmasını, tavsiye edebilir;
d) Komite, bu Sözleşmenin 44 ve 45 inci
maddeleri uyarınca alınan bilgilere dayanarak, telkin ve genel nitelikte
tavsiyelerde bulunabilir. Bu telkin ve genel nitelikteki tavsiyeler, ilgili
olan her Taraf Devlete gönderilir ve şayet varsa, Taraf Devletlerin yorumları
ile birlikte Genel Kurulun dikkatine sunulur.
III. KISIM
Madde 46
Bu Sözleşme bütün Devletlerin imzasına
açıktır.
Madde 47
Bu Sözleşme onaylamaya bağlı tutulmuştur.
Onay belgeleri Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi
edilecektir.
Madde 48
Bu Sözleşme bütün Devletlerin katılmasına
açık olacaktır. Katılma belgeleri Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri
nezdine tevdi edilecektir.
Madde 49
1. Bu Sözleşme, yirminci onay ya da
katılma belgesinin Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi
tarihini izleyen otuzuncu gün yürürlüğe girecektir.
2. Yirminci onay ya da katılma belgesinin
tevdiinden sonra bu Sözleşmeyi onaylayacak ya da ona katılacak Devletlerin her
biri için, bu Sözleşme, sözkonusu Devletin onay ya da katılma belgesini tevdi
tarihinden sonraki otuzuncu gün yürürlüğe girecektir.
Madde 50
1. Bu Sözleşmeye Taraf herhangi bir Devlet
bir değişiklik önerisinde bulunabilir ve buna ilişkin metni Birleşmiş Milletler
Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi edebilir. Genel Sekreter bunun üzerine
değişiklik önerisini Taraf Devletlere, önerinin incelenmesi ve oya konulması
amacıyla bir Taraf Devletler Konferansı oluşturulmasını isteyip istemediklerini
kendisine bildirmeleri kaydıyla, iletir. Böyle bir duyuru tarihini izleyen dört
ay içinde Taraf Devletlerin en az üçte biri söz konusu konferansın
toplanmasından yana olduklarını ifade ederlerse Genel Sekreter, Birleşmiş
Milletler Teşkilatı çerçevesinde bu konferansı düzenler. Konferansta hazır
bulunan ve oy kullanan Taraf Devletlerin çoğunluğu tarafından kabul edilen her
değişiklik, onay için Birleşmiş Miletler Genel Kuruluna sunulur.
2. Bu maddenin 1 inci fıkrasında yer alan
hükümlere uygun olarak kabul edilen bir değişiklik, Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunca onaylandığı ve bu Sözleşmeye Taraf Devletlerin üçte iki çoğunluğu
tarafından kabul edildiği zaman yürürlüğe girer.
3. Bir değişiklik yürürlüğe girdiği zaman,
onu kabul eden Taraf Devletler bakımından bağlayıcılık taşır. Öteki Taraf
Devletler bu Sözleşme hükümleri ve daha önce kabul ettikleri her değişiklikle
bağlı kalırlar.
Madde 51
1. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel
Sekreteri, onay ya da katılma anında yapılabilecek çekincelerin metnini alacak
ve bütün Devletlere bildirecektir.
2. Bu Sözleşmenin amacı ve konusu ile
bağdaşmayan hiçbir çekinceye izin verilmeyecektir.
3. Çekinceler, Birleşmiş Milletler
Teşkilatı Genel Sekreterince, geri alınacağına ilişkin bildirimde bulunma
yoluyla her zaman geri alınabilir. Bunun üzerine Genel Sekreter, bütün
Devletleri haberdar eder. Böyle bir bildirim, Genel Sekreter tarafından
alındığı tarihte işlerlik kazanır.
Madde 52
Bir Taraf Devlet, bu Sözleşmeyi, Birleşmiş
Milletler Teşkilatı Genel Sekreterine vereceği yazılı bildirim yoluyla feshedebilir.
Fesih, bildirimin Genel Sekreter tarafından alınması tarihinden bir yıl sonra
geçerli olur.
Madde 53
Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel
Sekreteri, bu Sözleşmenin tevdi makamı olarak belirlenmiştir.
Madde 54
İngilizce, Arapça, Çince, İspanyolca,
Fransızca ve Rusça metinleri de aynı derecede geçerli olan bu Sözleşmenin özgün
metni, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi edilecektir.
Hükümetleri tarafından tam yetkili kılınan
aşağıda imzaları bulunan Temsilciler, yukarıdaki kuralların ışığında, bu
Sözleşmeyi imzalamışlardır.
“İhtirazi
Kayıt:
Türkiye
Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 17, 29 ve 30.
maddeleri hükümlerini T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması
hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklı tutmaktadır.”
Başlıca hükümlerin gayri
resmî özetleri
ÖNSÖZ
Önsöz bölümü, Birleşmiş Milletler’in temel
İlkeleri ve insan hakları anlaşmalarının ve bildirgelerinin bazı özel
hükümlerine atıfta bulunmaktadır. Bu bölüm, savunmasız konumları nedeniyle
çocukların özel bir duyarlılığa ve korunmaya muhtaç olduklarını teyid etmekte,
çocuğa ilk elde bakım ve koruma sağlayacak olan ailenin bu konudaki
sorumluluğunu vurgulamaktadır. Çocuğun gerek dünyaya gelmeden önce gerekse
sonrasında yasal açıdan ve diğer açılardan korunması gerektiği, çocuğun içinde
yaşadığı toplumun kültürel değerlerine saygının önemi ve çocuk haklarının
güvenceye alınmasında uluslararası işbirliğinin belirleyici rolü, gene aynı
bölümde değinilen hususlar arasındadır.
Çocuğun tanımı Ulusal yasalarca daha genç
bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan çocuk sayılır.
Ayırım
gözetmeme
Hakların hepsi, istisnasız bütün çocuklar
için geçerlidir. Çocuğun hangi biçimde olursa olsun ayırımcılıktan korunması ve
haklarının savunulması için yapıcı girişimlerde bulunulması, Devletin
yükümlülüğüdür.
Çocuğun
yüksek yararı
Çocukla ilgili bütün girişimlerde, çocuğun
yüksek yararı tam olarak gözetilecektir. Ana-babalar ya da sorumluluk taşıyan
diğer kişiler bu sorumluluğu yerine getiremedikleri taktirde, Devlet, çocuğa
yeterli dikkati ve desteği gösterecektir.
Hakların
uygulanması
Devlet, Sözleşme’de yer alan hakların
uygulanması için bütün imkânları kullanmalıdır.
Ana-babanın
yönlendiriciliği ve çocuğun yeteneklerinin gelişimi
Devlet, ana-babaların ve geniş ailenin,
çocuğun yeteneklerinin gelişmesi açısından uygun biçimde yönlendiricilik yapma
hak ve sorumluluklarına saygı göstermelidir.
Yaşam ve
gelişme
Her çocuk temel yaşam hakkına sahiptir.
Devlet, çocuğun yaşamını ve gelişmesini güvence altına almakla yükümlüdür.
İsim ve
vatandaşlık
Çocuk, doğuştan itibaren bir isim alma
hakkına sahiptir. Ayrıca, çocuk, vatandaşlık edinme, ana-babasını mümkün olduğu
ölçüde tanıyıp bilme ve onlar tarafından bakılma hakkına sahiptir.
Kimliğin
korunması
Devlet, çocuğun kimliğini korumakla, eğer
gerekiyorsa bu kimliğin temel öğelerini yeniden oluşturmakla yükümlüdür.
Ana-babadan
ayırma
Çocuğun yüksek yararına aykırılığı
belirlenmediği sürece, çocuk, kendi ana-babasıyla birlikte yaşama hakkına
sahiptir. Ayrıca çocuk anasından ve babasından veya bunların herhangi birinden
ayrılmışsa, ayrıldığı kişilerle temas, çocuğun hakkıdır.
Ailenin
yeniden birleşmesi
Çocuk ile ana-babası, yeniden birleşme ya
da çocuk/ana-baba ilişkisinin tesisi amacıyla herhangi bir ülkeyi terkedip
kendi ülkelerine dönme hakkına sahiptirler.
Yasa dışı
yollarla ülke dışına çıkarma ve geri döndürmeme
Devlet, çocukların ana-babadan herhangi
biri tarafından ya da üçüncü bir taraf eliyle ülke dışına kaçırılıp burada
alıkonulmasını önlemek ve vuku bulan bu tür olayların çözümü için yol bulmakla
yükümlüdür.
Çocuğun
görüşü
Çocuk, görüşlerini serbestçe ifade etme,
kendisini ilgilendiren herhangi bir konu ya da işlem sırasında görüşlerinin
dikkate alınmasını isteme hakkına sahiptir.
İfade
özgürlüğü
Çocuk, ülke sınırlarına bağlı olmaksızın
görüşlerini ifade etme, bilgi edinme, sahip olduğu görüşleri ve edindiği
bilgileri başkalarına aktarma hakkına sahiptir.
Düşünce,
vicdan ve din özgürlüğü
Devlet, ana-babanın uygun biçimde yönlendiriciliğine
tabi olarak, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne saygı gösterecektir.
Dernek
kurma özgürlüğü
Çocuklar, başkalarıyla biraraya gelme,
dernek kurma ve kurulu derneklere katılma hakkına sahiptirler.
Özel
yaşantının korunması
Çocukların, özel, aile ve ev içi
yaşantıları ile kurdukları iletişime yönelik dış müdahalelerden, iftira ve
haksız suçlamalardan korunma hakları vardır.
Gerekli
bilgilere ulaşma
Devlet, değişik kaynaklardan bilgilerin ve
yayınlanan çocuklara ulaşmasını sağlayacak, kitle iletişim araçlarının çocuklar
açısından sosyal ve kültürel yarar sağlayacak bilgiler yaymasını teşvik edecek,
buna karşılık çocukları zararlı yayınlardan koruyacaktır.
Ana-babanın
sorumlulukları
Ana-baba, çocuğun yetiştirilmesinde ortak
ve birinci elden sorumluluk taşımaktadır. Devlet, çocuk yetiştirme alanında
gerekli desteği ana-babaya sağlayacaktır.
Suiistimal
ve ihmalden korunma
Devlet, çocuğu, ana-babanın ya da çocuğun
bakımından sorumlu başka kişilerin her türlü kötü muamelesinden koruyacak,
çocuk suistimalini önleyecek ve bu tür davranışlara maruz kalan çocukların
tedavisini amaçlayan sosyal programlar hazırlayacaktır.
Ailesiz
çocuğun korunması
Devlet, aile ortamından yoksun çocuğu özel
olarak korumak, bu tür durumlarda uygun alternatif aile bulmak ya da kurumlar
aracılığıyla çocuğun bakımını sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine
getirilmesi doğrultusundaki çabalarda, çocuğun kültürel kimliğine gerekli
dikkat gösterilecektir.
Evlat
edinme
Çocuk evlat edinmenin tanındığı ve/veya
serbest bırakıldığı ülkelerde, bu uygulama, yalnızca çocuğun yüksek yararına
olacak şekilde, konunun uzmanı yetkililerin izniyle ve çocuk için gerekli
güvenceler sağlandıktan sonra gerçekleştirilebilecektir.
Mülteci
çocuklar
Mülteci durumunda olan ya da mülteci
statüsüne alınmak isteyen çocuklara özel koruma sağlanacaktır. Devlet,
çocuklara bu anlamda koruma ve yardım sağlayan yetkili kuruluşlarla işbirliği
yapmakla yükümlüdür.
Özürlü
çocuklar
Özürlü çocuk, saygınlık içinde eksiksiz ve
onurlu bir yaşantı sürdürmek için özel bakım, eğitim ve kurs görme; mümkün olan
en üst düzeyde özgüvene ve sosyal bütünleşmeye kavuşma hakkına sahiptir.
Sağlık ve
sağlık hizmetleri
Çocuk, mümkün olan en üst düzeyde sağlık
ve tıbbi bakım standardına ulaşma hakkına sahiptir. Devletler, temel ve koruyucu
sağlık bakımı, halk sağlığı eğitimi ve bebek ölümlerinin azaltılması konularına
önem verecek, bu amaca yönelik uluslararası işbirliğini teşvik edecek ve etkin
sağlık hizmetlerinden yoksun tek bir çocuk kalmaması için çaba
göstereceklerdir.
Yerleştirme
uygulamasının düzenli denetimi
Devlet tarafından, gerekli ilgi, koruma ve
bakımın gösterilmesi için belirli bir yere yerleştirilen çocuk, bu tedbirin
sonuçlarının düzenli olarak denetlenmesini isteme hakkına sahiptir.
Sosyal
güvenlik
Çocuk, sosyal sigorta dahil, sosyal
güvenlik imkânlarından yararlanma hakkına sahiptir.
Yaşam
standardı
Her çocuk, fiziksel, zihinsel, ruhsal,
ahlâki ve sosyal gelişmesi açısından yeterli yaşam standardına ulaşma hakkına
sahiptir. Çocuğun yeterli bir yaşam standardına sahip olmasını sağlamak, en
başta ana-babanın sorumluluğudur. Devletin görevi bu sorumluluğun yerine
getirilmesine imkân tanıyacak koşulları yaratmaktır. Devletin sorumluluk alanı,
ana-babalara ve çocuklarına maddi yardım yapılmasını da kapsayabilir.
Eğitim
Çocuk, eğitim hakkına sahiptir. Devletin
görevi, ilköğretimin zorunlu ve parasız olmasını sağlamak, her çocuğun
yararlanabileceği değişik ortaöğretim kanallarını teşvik etmek ve yeteneklerine
göre herkesi yüksek öğrenim imkânlarına kavuşturmaktır. Okul disiplini, çocuğun
haklarına ve saygınlığına uyumlu olmalıdır. Devlet, bu hakkın uygulanabilmesi
için başka ülkelerle işbirliği içinde olacaktır.
Eğitim
hedefleri
Eğitim, çocuğun kişiliğinin,
becerilerinin, zihinsel ve fiziksel yeteneklerinin mümkün olduğunca geliştirilmesini
hedefleyecektir. Eğitim, çocuğu, özgür bir toplumda faal bir yetişkin yaşam
için hazırlayacak; ana-babasına, kültürel kimliğine, kendi dili ve değerleriyle
başkalarının kültürel kimliklerine ve değerlerine saygıyı geliştirecektir.
Azınlıklara
ve yerli halklara mensup çocuklar
Azınlık topluluklarla yerli halklara
mensup çocuklar kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerinin gereklerini
yerine getirme ve kendi dillerini kullanma hakkına sahiptirler.
Dinlenme,
boş zaman değerlendirme ve kültürel etkinlikler
Çocuk, dinlenme, boş zaman değerlendirme,
oyun oynama, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılma hakkına sahiptir.
Çocuk
işçiler
Çocuk, sağlığı, eğitimi ve gelişmesi
açısından tehlike teşkil eden işlere karşı korunma hakkına sahiptir. Devlet,
işe kabul için asgari bir yaş sınırı tesbit etmek ve çalışma koşullarını
düzenlemek zorundadır.
Uyuşturucu
kullanımı
Çocukların uyuşturucu ve psikotrop madde
kullanımından; bu tür maddelerin üretimine ve kaçakçılığına alet olmaktan
korunma hakları vardır.
Cinsel
sömürü
Devlet,
fuhuş ve pornografi dahil, çocuğu cinsel sömürü ve suistimalden
koruyacaktır.
Çocukların
satılmaları, kaçırılmaları ve fuhuşa zorlanmaları
Çocukların, satışa, kaçırmaya ve fuhuşa
konu olmalarını önlemek üzere her tür çabayı göstermek Devletin görevidir.
Sömürünün
diğer biçimleri
Çocuk, esenliğiyle ilgili olup 32, 33, 34
ve 35. maddelerde yer alan hususlara zarar verecek her tür kullanımdan korunma
hakkına sahiptir.
İşkence ve
özgürlükten yoksun bırakma
Hiçbir çocuk, işkenceye, zalimce
davranışlara ya da cezaya, yasa dışı tutuklamaya tabi tutulmayacak ve keyfi
biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. 18 yaşından küçük olanlara,
idam ya da salıverilme koşulu bulunmayan ömür boyu hapis cezası
verilmeyecektir. Özgürlüğünden yoksun bırakılan herhangi bir çocuk, kendi
yüksek yararı aksini gerektirmedikçe yetişkinlerden ayrı tutulacaktır. Gözetim
altında tutulan çocuğa hukuki ve diğer gerekli yardımlar sağlanacak, çocuk
ailesiyle temas edebilecektir.
Silâhlı
çatışma
Taraf Devletler, 15 yaşından küçük
çocukların çatışmalara katılmamalarını sağlamak için mümkün olan her tür önlemi
alacaklardır. 15 yaşından küçük hiç bir çocuk askere alınmayacaktır. Devletler,
ayrıca, silahlı çatışmaların etkilediği çocuklara, ilgili uluslararası yasada
belirtilen şekillerde koruma ve bakım sağlayacaklardır.
Yeniden
sağlığa kavuşturucu bakım
Devlet, silâhlı çatışma, işkence, ihmal,
kötü muamele ve sömürü mağduru çocukların sağlıklarına kavuşturulmaları ve
toplumla bütünleşmelerini sağlama amacıyla uygun önlemleri almakla yükümlüdür.
Çocukların
yargılanmaları
Yasalara aykırı iş yapan çocuk, saygınlık
ve değer anlayışını geliştiren, yaş durumunu gözeten ve toplumla yeniden
bütünleşmesini hedefleyen tarzda muamele görme hakkına sahiptir. Çocuğa, temel
güvencelerin yanısıra, savunması için hukuki ve diğer her tür yardım
sağlanacaktır. Mümkün olan her durumda, adli kovuşturmadan ve kurumlara
yerleştirme yolundan kaçınılmalıdır.
Üstün
standartlara uyma
Çocuğun haklarıyla ilgili olarak geçerli
ulusal ve uluslararası yasalarda yer alan standartların, işbu Sözleşme’de yer
alanlardan daha üstün olmaları halinde, her durumda, daha üstün standartlar
geçerli olacaktır.
Uygulama ve
yürürlüğe giriş
42’den 45’e kadar olan maddelerde yer alan
hükümler, başlıca şu hususları öngörmektedir:
(i) Devletin, işbu Sözleşme’de yer alan
hakların gerek yetişkinler gerekse çocuklar tarafından yaygın biçimde
bilinmesini sağlama yükümlülüğü vardır.
(ii) Sözleşmeye Taraf Devletlerin, onaydan
iki yıl sonra ve ardından her beş yılda bir sunacakları raporları incelemekle
görevli, 10 uzmandan oluşan bir Çocuk Hakları Komitesi’nin kurulması. Onaycı
ülke sayısı 20’ye ulaştığında Sözleşme yürürlüğe girecek, dolayısıyla Komite de
kurulmuş olacaktır.
(iii) Taraf Devletler, hazırladıkları
raporları kamuoyuna yaygın biçimde duyuracaklardır.
(iv) Komite, çocuk haklarına ilişkin
belirli konularda özel araştırmalar yapılmasını isteyebilir;
değerlendirmelerini Taraf Devletlerden her birine ve BM Genel Kurulu’na
iletebilir.
(v) BM’ in, ILO, WHO, UNESCO ve UNICEF
gibi uzmanlaşmış kuruluşları, Sözleşmenin “etkin biçimde uygulanmasını ve
uluslararası işbirliğini sağlama” amacıyla Komite toplantılarına
katılabilirler. Bu kuruluşlar, BM’ e ve BM’ in örneğin Mülteciler Yüksek
Komiserliği gibi danışman statüsü taşıyan HDK’ lar dahil, alanında “yetkili”
bilinen başka herhangi bir kuruluşla birlikte Komiteye bilgi aktarabilirler;
gene aynı kuruluşlardan, Sözleşmenin en
iyi biçimde uygulanması konusunda tavsiye görüşler alınabilir.
KADINLARA KARŞI HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ
(Ek: 3)
Bu sözleşmeye taraf olan Devletler,
Birleşmiş Milletler Yasasının temel insan
haklarına, insan itibar ve kıymetine ve erkeklerle kadınların eşit haklara
sahip olmaları gerektiğine inancı tekrar teyid ettiğini kaydederek,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin,
insanlara karşı ayrımcılığın kabul edilemezliği prensibini teyid ettiğini ve
tüm insanların özgür doğduğunu ve eşit itibar ve haklara sahip olduklarını ve
bu Beyannamede böylece öne sürülen tüm haklar ve hürriyetlerin cinsiyete dayalı
olanlar dahil hiçbir ayırıma tabi kılınmaksızın herkes tarafından
kullanılabileceğini beyan ettiğini kaydederek,
İnsan Hakları Sözleşmelerine Taraf
Devletlerin, kadınlar ile erkeklerin tüm ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve
siyasi haklardan eşit olarak yararlanmalarını temin mükellefiyeti bulunduğunu
kaydederek,
Birleşmiş Milletler ve ona bağlı ihtisas
kuruluşları nezaretinde kabul edilmiş ve erkeklerle kadınların eşitliğini
sağlamaya çalışan uluslararası sözleşmeleri göz önünde tutarak;
Ayrıca Birleşmiş Milletler ve ona bağlı
ihtisas teşekküllerinin kabul ettiği erkek ve kadınların haklarının eşitliğini
sağlamayı amaçlayan kararları, beyanları ve tavsiyeleri de dikkate alarak;
Ancak, bu çeşitli belgelere rağmen
kadınlara karşı ayrımcılığın hala devam etmekte oluşundan endişe duyarak,
Kadınlara karşı ayrımcılığın, hak eşitliği
ve insan şeref ve haysiyetine saygı ilkelerini ihlal ettiğini, kadınların
erkeklerle eşit olarak ülkelerin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel
hayatlarına katılmalarını engellediğini, toplumun ve ailenin refahının
artmasına engel teşkil ettiğini ve kadınların ülkeleri ve insanlık hizmetinde
kullanabilecekleri olanaklarını geliştirmelerini zorlaştıracağını kaydederek,
Yoksulluk hallerinde kadınların yiyecek, sağlık,
eğitim, öğretim ve iş bulma ve sair ihtiyaçlarının karşılanması bakımından en
az imkâna sahip olduklarından endişe duyarak;
*) 1 Mart 1980 tarihinde imzaya açılan ve
3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesine katılmamız 11.6.1985 tarih ve 3232 Sayılı Kanunla uygun
bulunmuş, Bakanlar Kurulunca 24.7.1985 tarihinde 85/9722 sayılı kararla
onaylanmış ve 14 Ekim 1985 tarih ve 18898 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanmıştır.
Hakkaniyet ve adalete dayalı yeni
uluslararası ekonomik düzenin kurulmasının,
kadınlarla erkekler arasındaki eşitliği
sağlamak için önemli bir aşama teşkil edeceğine inanarak;
Apartheid’in, ırkçılığın her şeklinin, ırk
ayırımının, sömürgeciliğin, yeni sömürgeciliğin, saldırganlığın, yabancı devlet
işgal ve hakimiyetinin ve ülkelerin iç işlerine müdahale etmenin ortadan
kaldırılmasının, erkekler ile kadınların eşit haklardan yararlanmaları için
gerekli olduğunu önemle belirterek;
Uluslararası barış ve güvenliğin
güçlendirilmesinin, uluslararası gerilimin azaltılmasının, sosyal ve ekonomik
sistemlerine bakılmaksızın bütün ülkeler arasında karşılıklı işbirliğinin,
genel ve tam silahsızlanmanın ve özellikle sıkı ve etkili bir uluslararası
denetim altında nükleer silahsızlanmanın, ülkeler arasındaki ilişkilerde,
adalet, eşitlik ve karşılıklı menfaat ilkelerinin teyidinin ve yabancı ve
sömürge yönetimi veya yabancı işgali altında bulunan yerlerdeki halkların kendi
kaderlerini tayin ve bağımsızlık elde etme hakları kadar ulusal hükümranlık ve
toprak bütünlüklerine saygının gerçekleşmesinin, sosyal gelişme ve kalkınmaya
ve bunun bir sonucu olarak da, erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin
elde edilmesini katkıda bulunacağını teyid ederek,
Bir ülkenin tam ve eksiksiz kalkınmasının,
dünyada refahın ve barışın elde edilmesinin, kadınların erkeklerle eşit
şartlarda her alanda azami katkılarının gerektirdiğine inanarak,
Kadınların ailenin refahına ve toplumun
kalkınmasına yaptıkları büyük katkının henüz tam olarak algılanmadığını, analığın
sosyal önemi ve ana ve babanın aile içinde ve çocukların büyütülmesindeki
rollerini göz önünde bulundurarak ve kadınların nesillerin üremesindeki önemli
rolünün aile içinde ayırıma neden olmaması gerektiğini, nitekim çocukların
yetiştirilmelerinin kadın ve erkek ile toplumun tamamının sorumluluk
paylaşmalarını gerektirdiğini vakıf olarak,
Erkeklerle kadınlar arasında tam bir
eşitliğin gerçekleşmesi için kadınlar ile erkeklerin toplumdaki geleneksel
rollerinde bir değişiklik ihtiyacı bulunduğunu vakıf olarak,
Kadınlara Karşı Ayırımcılığın Ortadan
Kaldırılması Beyannamesinde yer alan ilkeleri uygulamaya ve bu maksatla bu nevi
ayırımcılığın her şekli ve tezahürünün ortadan kaldırılması için gerekli
tedbirleri almaya kararlı olarak,
Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır:
BÖLÜM I
Madde 1-
İşbu Sözleşmeye göre, “kadınlara karşı
ayırım” deyimi kadınların, medeniÊ
durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak
politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer sahalardaki insan hakları
ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan
yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve
cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, mahrumiyet veya kısıtlama
anlamına gelecektir.
Madde 2-
Taraf Devletler, kadınlara karşı her türlü
ayrımı kınar, tüm uygun yollardan yararlanarak ve gecikmeksizin kadınlara karşı
ayırımı ortadan kaldırıcı bir politika izlemeyi kabul eder ve bu amaçla
aşağıdaki hususları taahhüt ederler:
a) Kadın ile erkek eşitliği ilkesini kendi
ulusal anayasalarına ve diğer ilgili yasalara, henüz girmemişse dahil etmeyi ve
yasalar ile ve diğer uygun yollarla bu ilkenin uygulanmasını sağlamayı,
b) Kadınlara karşı her türlü ayırımı
yasaklayan ve gerekli yerlerde müeyyideler de ihtiva eden yasal ve diğer uygun
önlemleri kabul etmeyi,
c) Kadın haklarının erkeklerle eşit olarak
yasal himayesini tesis etmeyi ve yetkili ulusal mahkemeler ve diğer kamu
kuruluşları aracılığıyla kadınların her türlü ayırıma karşı etkin himayesini
sağlamayı,
d) Kadınlara karşı herhangi bir ayırımcı
hareket yapılmasından veya uygulanmasından kaçınmayı ve kamu yetkilileri ile
kuruluşlarının bu yükümlülüğe uyumlu olarak hareket etmelerini sağlamayı,
e) Herhangi bir kişi, kuruluş veya
teşebbüsün kadınlara karşı ayırım yapmasını önlemek için bütün uygun önlemleri
almayı,
f) Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden
mevcut yasa, yönetmelik, adet ve uygulamaları, tadil veya feshetmek için yasal
düzenlemeler de dahil gerekli bütün uygun önlemleri almayı,
g) Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden
bütün ulusal cezai hükümleri ilga etmeyi.
Madde 3-
Taraf Devletler özellikle politik, sosyal,
ekonomik ve kültürel sahalarda olmak üzere bütün alanlarda, erkeklerle eşit
olarak insan hakları ve temel özgürlüklerinden yararlanmalarını ve bu hakları
kullanmalarını garanti etmek amacıyla, kadının tam gelişmesini ve ilerlemesini
sağlamak için yasal düzenleme dahil bütün uygun önlemleri alacaklardır.
Madde 4-
1. Kadın ve erkek eşitliğini fiilen
sağlamak için taraf devletlerce alınacak geçici ve özel önlemler, iş bu
sözleşmede belirtilen cinsten bir ayırım olarak mütalâa edilmeyecek ve hiçbir
şekilde eşitsizlik veya farklı standartların muhafazası sonucunu
doğurmayacaktır. Fırsat ve uygulama eşitliği hedeflerine ulaşıldığı zaman bu
tedbirlere son verilecektir.
2. Anneliğin himayesi maksadıyla işbu
Sözleşmede belirtilenler dahil, Taraf Devletlerce alınacak özel önlemler,
ayırımcı olarak nitelendirilmeyecektir.
Madde 5-
Taraf Devletler aşağıdaki bütün uygun
önlemleri alacaklardır:
a- Her iki cinsten birinin aşağılığı veya
üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı
önyargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını
sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını
değiştirmek,
b- Anneliğin sosyal bir görev olarak
anlaşılmasını ve çocukların yetiştirilmesi ve gelişiminde kadın ve erkeğin
ortak sorumluluğunun tanınmasını öngören ve her halükarda çocukların
menfaatlerini her şeyden önce gözeten anlayışa dayanan bir aile eğitimini
sağlamak,
Madde 6-
Taraf Devletler, kadın ticareti ve
fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasama dahil gerekli bütün
önlemleri alacaklardır.
BÖLÜM II
Madde 7-
Taraf Devletler, ülkenin politika ve kamu
hayatında, kadınlara karşı ayırımı önlemek için tüm tedbirleri alacaklar ve
özellikle kadınlara erkeklerle eşit şartlarla aşağıdaki hakları
sağlayacaklardır:
a- Bütün seçimlerde ve halka oylamalarında
oy kullanmak ve halka tarafından seçilen organlara seçilebilmek,
b- Hükümet politikasının hazırlanmasına ve
uygulanmasına katılmak, kamu görevinde bulunabilmek ve hükümetin her
kademesinde kamu görevleri ifa etmek,
c- Ülkenin kamu ve politik hayatı ile
ilgili hükümet dışı kuruluşlara ve derneklere iştirak etmek.
Madde 8-
Taraf Devletler, kadınlara, erkeklerle
eşit şartlarda ve hiçbir ayırım gözetmeksizin, hükümetlerini uluslararası
düzeyde temsil etmek ve uluslararası kuruluşların faaliyetlerine katılmak
fırsatını sağlamak için gerekli bütün tedbirleri alacaklardır.
Madde 9-
1. Taraf Devletler, tabiiyetin
kazanılmasında, değiştirilmesinde veya muhafazasında kadınlara erkekler ile
eşit haklar tanıyacaklar ve özellikle bir yabancıyla evlenmenin veya evlilik
sırasında kocanın tabiiyetini değiştirmesinin, kadının da otomatik olarak
tabiiyet değiştirmesine, tabiiyetsiz kalmasına veya kocanın tabiiyetini zorla
almasına yol açmasını temin edeceklerdir.
2. Taraf Devletler, çocukların tabiiyeti
konusunda kadınlara erkeklerle eşit haklar sağlayacaklardır.
BÖLÜM III
Madde 10-
Taraf Devletler, özellikle aşağıdaki
konularda kadın erkek eşitliği esasına dayanarak eğitimde erkeklerle eşit hakka
sahip olmalarını sağlamak için kadınlara karşı ayırımı önleyen bütün uygun
tedbirleri alacaklardır:
a- Meslek ve sanat yönlendirilmesinde
kırsal ve kentsel alanlarda bütün dallardaki eğitim kurumlarına girişte ve
diploma almada okul öncesi, genel, teknik, mesleki ve yüksek teknik eğitimde ve
her çeşit mesleki eğitimde eşit şartların sağlanması,
b- Kadınların erkeklerle aynı ders programlarından
yararlanmaları, aynı sınavlara katılmaları, aynı seviyedeki niteliklere sahip
eğitim görevlilerine, okul bina ve malzemesine sahip olmaları,
c- Kadın ve erkeğin rolleriyle ile ilgili
kalıplaşmış kavramların eğitimin her şeklinde ve kademesinden kaldırılması ve
bu amaca ulaşılması için eğitim birliğinin ve diğer eğitim şekillerinin teşvik
edilmesi, özellikle ders kitaplarının ve okul programlarının yeniden gözden
geçirilmesi ve eğitim ve metotlarının bu amaca göre düzenlenmesi,
d- Burs ve diğer eğitimin yardımlarından
faydalanmaları için kadınlara erkeklerle eşit fırsatların tanınması,
e- Özellikle kadın ve erkekler arasında
mevcut eğitim açığını en kısa zamanda kapatmaya yönelik yetişkin ve görevsel
okuma-yazma öğretim programları dahil, sürekli eğitim programlarına
katılabilmeleri için erkeklerle eşit fırsatların verilmesi,
f- Kız öğrencilerin okuldan ayrılma
oranlarının düşürülmesi ve okuldan erken ayrılan kız ve kadınlar için eğitim
programları düzenlenmesi,
g- Spor ve beden eğitimi faaliyetlerine
faal olarak katılmaları için erkeklerle eşit fırsatlar tanınması,
h- Kadınların ailelerin sağlık ve refahını
sağlamaya yardım edecek, aile planlaması bilgisi dahil özel eğitici bilgiyi
temin etmeleri.
Madde 11-
1. Taraf Devletler, istihdam alanında
kadınlara karşı ayırımı önlemek ve kadın erkek eşitliği esasına dayanarak eşit
haklar sağlamak için özellikle aşağıda belirtilen konularda bütün uygun
önlemleri alacaklardır:
a- Bütün insanların vazgeçilmez hakkı olan
çalışma hakkı,
b- İstihdam konularında eşit seçim
kıstasları uygulanması da dahil, erkeklerle eşit istihdam imkânlarına sahip
olma hakkı,
c- Serbest olarak meslek ve iş seçme
hakkı, terfi, iş güvenliği, hizmetin tüm şartları ve avantajlarından faydalanma
hakkı, çıraklık, ileri mesleki eğitim ve bilgi yenileme eğitimi dahil mesleki
eğitim ve mükerrer eğitim görme hakkı,
d- Sosyal yardımlar dahil eşit ücret
hakkı, eşdeğerdeki işte eşit muamele ve işin cinsinin değerlendirilmesinde eşit
muamele görme hakkı,
e- Ücretli izinle birlikte, özellikle
emeklilik, işsizlik, hastalık, sakatlık ve yaşlılık ve diğer çalışamama
hallerinde sosyal güvenlik hakkı,
f- Emniyetli şartlar içinde çalışma hakkı
ve sağlığın ve bu meyanda doğurganlığın korunması hakkı.
2. Evlilik ve analık sebebiyle kadınlara karşı
ayırımı önlemek ve etkin çalışma hakkını sağlamak amacıyla, taraf devletler
uygun önlemleri alacaklardır.Ê
a- Hamilelik ve analık izni sebebiyle veya
evliliğe bağlı olarak işten çıkarma ayırımını yasaklamak, bu ayırımı yapanları
cezalandırmak,
b- Önceki iş, kıdem ve sosyal haklar
kaybedilmeksizin, ücretli olarak analık izni veya benzeri sosyal içerikli
tazminatlar vermek,
c- Özellikle çocuk bakımevleri ağının
tesisi ve geliştirilmesi yoluyla anne ve babanın aile yükümlülüklerini, görev
sorumlulukları ve kamu hayatına katılma ile birleştirmeyi mümkün kılan
destekleyici sosyal hizmetlerin sağlanmasını teşvik etmek,
d- Hamilelik süresince zararlı olduğu
kanıtlanan işlerde kadınlara özel koruma sağlamak,
3. Bu maddede yer alan konulara ilişkin
koruyucu yasalar bilimsel ve teknik bilgi ışığı altında devrevi olarak yeniden
gözden geçirilecek ve gerekirse tadil, ilga veya temdid edilecektir.
Madde 12-
1. Taraf Devletler, aile planlaması dahil
sağlık bakım hizmetlerinden kadın ve erkeğin eşit olarak yararlanması için,
sağlık bakımında kadınlara karşı ayırımı ortadan kaldıran bütün önlemleri
alacaklardır.
2. Bu maddenin 1. paragrafında öngörülen
hükümler saklı kalmak kaydıyla taraf devletler kadına hamilelik, lohusalık ve
doğum sonrası dönemde gerekli hizmetleri sağlayacaklar, hamilelik ve emzirme
sırasında yeterli beslenme ile birlikte, gerektiğinde bedava hizmet
vereceklerdir.
Madde 13-
Taraf Devletler, kadınlara karşı ekonomik
ve sosyal hayatın diğer dallarında erkeklerle kadınların eşit olarak haklardan
yararlanabilmelerini sağlayarak kadınlara karşı ayırımcılığın önlenmesi için
gerekli tedbirleri ve özellikle aşağıdaki tedbirleri alacaklardır:
a- Aile zammı hakkı,
b- Banka kredisi, ipotek ve diğer mali
krediler elde etme hakları,
c- Eğlence, spor ve kültürel hayatın tüm
yönlerine katılma hakları.
Madde 14-
1. Taraf Devletler, kırsal kesim
kadınlarının, karşılaştıkları özel sorunları ve ekonominin parasal olmayan
sektöründeki çalışmaları dahil ailelerinin ekonomik bakımdan ayakta kalması
için oynadıkları belirgin rolü göz önünde tutacak ve işbu Sözleşme hükümlerinin
kırsal kesimdeki kadınlara uygulanmasını sağlamak için gerekli bütün tedbirleri
alacaklardır.
2. Taraf Devletler, kadın ve erkeklerin
eşitliği prensibine dayanarak, kırsal kalkınmaya katılmalarını ve bundan
yararlanmalarını sağlamak için kırsal kesimdeki kadınlara karşı ayırımı ortadan
kaldıran tüm uygun tedbirleri alacaklar ve özellikle kırsal kesim kadınlarına
aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:
a- Her seviyedeki kalkınma planlarının müzakere
ve uygulanmasına katılmak,
b- Aile planlaması konusunda bilgi,
danışma ve hizmetler de dahil olmak üzere yeterli sağlık hizmetlerinden
faydalanmak,
c- Sosyal güvenlik programlarından
doğrudan yararlanmak,
d- Teknik kabiliyetlerini geliştirmek amacıyla
tüm toplumsal ve yaygın hizmetler ile birlikte görevsel okuryazarlık dahil
resmî ve gayri resmî eğitim ve öğretimin her türünden yararlanmak,
e- Ekonomik fırsatlardan kendi işinde
çalışma veya tam istihdam yoluyla eşit olarak yararlanmak amacıyla kendi
kendine yardım grupları ve kooperatifler oluşturmak,
f- Bütün toplumsal faaliyetlere katılmak,
g- Toprak ve tarım reformunda ve bunun
yanısıra yeniden iskân projelerinde eşit muamele ve tarımsal kredi ve
borçlanma, pazarlama kolaylıkları ile uygun teknolojiden yararlanmak,
h- Özellikle konut sağlık, elektrik ve su
temini, ulaştırma ve haberleşme konularında yeterli yaşam standartlarından
yararlanma haklarını sağlamak.
BÖLÜM IV
Madde 15-
1. Taraf Devletler, kadınlara, kanun
önünde erkeklerle eşit haklar tanıyacaklardır.
2. Taraf Devletler, medeni haklar
bakımından kadınlara erkeklerinkine benzer hukuki ehliyet ve bu ehliyeti
kullanmak için eşit fırsatlar tanıyacaklardır. Özellikle, kadınlara akit
yapmada ve mülk idaresinde eşit haklar verecekler ve mahkemelerde davaların her
safhasında eşit muamele edeceklerdir.
3. Taraf Devletler, kadınların hukuki
ehliyetlerini kısıtlamaya yönelik hukuki sonuç doğuran her çeşit sözleşmenin
vs. özel muamelelerin tamamının geçersiz olduğunu kabul ederler.
4. Taraf Devletler, kadın ve erkeğe hukuki
olarak ikametgâh seçme ve nakletmede eşit yasal hak tanıyacaklardır.
Madde 16-
1. Taraf Devletler, kadınlara karşı
evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayırımı önlemek için gerekli bütün
önlemleri alacaklar ve özellikle kadın erkek eşitliği ilkesine dayanarak
kadınlara aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:
a- Evlenmede erkeklerle eşit hak,
b- Özgür olarak eş seçme ve serbest ve tam
rıza ile evlenme hakkı,
c- Evlilik süresince ve evliliğin son
bulmasında aynı hak ve sorumluluklar,
d- Medeni durumlarına bakılmaksızın,
çocuklarla ilgili konularda ana ve babanın eşit hak ve sorumlulukları
tanınacak, ancak her durumda çocukların menfaatleri en ön planda
gözetilecektir.
e- Çocuk sayısına ve çocukların ne zaman
dünyaya geleceklerine serbestçe ve sorumlulukla karar vermede ve bu hakları
kullanabilmeleri için bilgi, eğitim ve diğer vasıtalardan yararlanmada eşit
haklar,
f- Her durumda çocukların çıkarı en üst
düzeyde tutularak ulusal yasalarda mevcut veli, vasi, kayyum olma ve evlat
edinme veya benzeri müesseselerde eşit hak ve sorumluluklar,
g- Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil
karı ve koca için eşit kişisel haklar,
h- Ücret karşılığı olmaksızın veya bir
bedel mukabilinde malın mülkiyeti, iktisabı, işletmesi, idaresi, yararlanılması
ve elden çıkarılmasında eşlere de eşit haklar,
2. Çocuğun erken yaşta nişanlanması veya
evlenmesinin hiçbir kanuni etkisi olmayacak ve evlenme asgari yaşının
belirlenmesi ve evlenmelerin resmî sicile kaydının mecburi olması için yasama
dahil gerekli tüm önlemler alınacaktır.
BÖLÜM V
Madde 17-
1. İşbu Sözleşmenin uygulanmasındaki
gelişmeleri gözden geçirmek amacıyla, Sözleşme yürürlüğe girdiği zaman 18,
Sözleşmeye taraf 35 devletin onayı veya katılmasını müteakip, işbu Sözleşmenin
kapsadığı konularda yüksek itibar ve ehliyete sahip 23 uzmandan oluşan,
Kadınlara Karşı Ayrımın Ortadan Kaldırılması Komitesi (bundan böyle komite diye
anılacaktır) kurulacaktır. Uzmanlar, Taraf Devletlerce kendi vatandaşları
arasından seçilecek ve kendi şahısları namına hareket edecekler, seçimlerde
dengeli coğrafi dağılım ve belli başlı hukuki sistemlerle birlikte farklı
uygarlıkların temsili de gözönüne alınacaktır.
2. Komite üyeleri Taraf Devletlerin aday
listesinden gizli oy ile seçilecektir. Her Taraf Devlet kendi vatandaşlarından
bir kişiyi aday gösterebilecektir.
3. İlk seçim işbu Sözleşmenin yürürlüğe
girmesinden altı ay sonra yapılacaktır. BM Genel Sekreteri seçimlerden en az üç
ay önce Taraf Devletlere adayların iki ay içinde bildirmelerini isteyen bir
mektup gönderecektir. Genel Sekreter, aday gösteren Taraf Devletleri de
belirtmek suretiyle, adayların listesini alfabetik sıraya göre hazırlayacak ve
Taraf Devletlere gönderecektir.
4. Komite üyelerinin seçimi, BM Genel
Merkezinde, Genel Sekreter tarafından çağırılmış Taraf Devletler toplantısında
yapılacaktır. Taraf Devletlerin üçte ikisinin (nisab) yetersayı oluşturacağı
toplantıda, en fazla oy alanlar ile toplantıda hazır bulunan ve oy veren Taraf
Devletler temsilcilerinin salt çoğunluğunun oylarını alan adaylar Komiteye
seçileceklerdir.
5. Komite üyeleri 4 yıllık bir dönem için
seçileceklerdir. Bununla beraber, ilk seçimde seçilen dokuz üyenin süresi
ikinci senenin sonunda bitecek, dokuz üyenin isimleri ilk seçimden hemen sonra
Komite Başkanı tarafından kura ile tespit edilecektir.
6. Komitenin 5 ilave üyesinin seçimi, 35.
onay veya katılmayı müteakip bu maddenin 2, 3 ve 4. paragrafları hükümlerine
göre yapılacaktır. Bu şekilde seçilen iki yedek üyenin görev süresi iki sene
sonunda sona erecek ve bu iki üyenin ismi Komite Başkanı tarafından kura ile
tespit edilecektir.
7. Çeşitli nedenlerle boşalan yerlerin
doldurulması için, uzmanın Komite’deki görev süresi sona eren Taraf Devlet
kendi vatandaşları arasından, Komitenin onayına bağlı olmak üzere, başka bir uzmanı
atar.
8. Komite üyeleri, BM Genel Kurulunun
onayı ile ve Genel Kurulun, Komitenin sorumluluğunun önemini gözönünde tutarak
kararlaştıracağı şartlar ve hükümlerle, Birleşmiş Milletlerden ücret
alacaklardır.
9. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, işbu
Sözleşme uyarınca Komitenin görevlerini etken bir şekilde yerine getirebilmesi
için, gerekli personel ve kolaylıkları sağlayacaktır.
Madde 18-
1. Taraf Devletler işbu Sözleşme
hükümlerine etkinlik kazandırmak ve kaydedilen ilerlemeleri belirtmek amacıyla
aldıkları yasal, adli, idari ve diğer önlemler hakkındaki bir raporu,
a- Sözleşmenin, ilgili devlet bakımından
yürürlüğe girmesini takiben bir yıl içinde,
b- Bilahare, her dört yılda bir ve ileride
de Komitenin talep ettiği zamanlarda, Komite tarafından incelenmek üzere, BM
Genel Sekreterine sunmayı taahhüt ederler.
2. Raporlarda, işbu Sözleşme
yükümlülüklerinin gerçekleştirilmesini etkileyen unsurlar ve güçlükler
belirtilebilir.
Madde 19-
1. Komite kendi usul kurallarını
saptayacaktır.
2. Komite, görevlilerini iki yıllık bir
süre için seçecektir.
Madde 20-
1. Komite işbu Sözleşmenin 18. maddesi
uyarınca sunulan raporları incelemek üzere normal olarak senede bir kere ve
azami iki hafta süre için toplanacaktır.
2. Komite toplantıları Birleşmiş Milletler
Merkezinde veya Komite tarafından uygun bulunan herhangi bir yerde
yapılacaktır.
Madde 21-
1. Komite, Ekonomik ve Sosyal Konsey
aracılığıyla faaliyetleri hakkında BM Genel Kuruluna yıllık raporlar sunacak ve
Taraf Devletlerden sağlanan bilgiler ve raporların incelenmesine dayanarak
tekliflerde ve genel tavsiyelerde bulunabilecektir. Bu teklif ve genel
tavsiyeler, Taraf Devletlerin olabilecek yorumlarıyla birlikte Komite raporuna
dahil edilecektir.
2. Genel Sekreter Komite raporlarını
Kadınların Statüsü Komisyonunun bilgisine sunacaktır.
Madde 22-
İhtisas kuruluşları, faaliyet alanlarına
giren işbu Sözleşme hükümlerinin uygulanmasının görüşülmesi sırasında temsil
edilme hakkına sahip olacaklardır. Komite, ihtisas kuruluşlarını, Sözleşmenin
uygulanması hususunda, faaliyet alanlarına giren konularda raporlar sunmaya
davet edebilir.
BÖLÜM VI
Madde 23-
İşbu Sözleşmedeki hiçbir husus kadın ve
erkek eşitliğinin gerçekleşmesinde daha etkin olan
a- Taraf Devlerin yasasındaki; veya
b- O devlet için yürürlükte olan herhangi
bir Uluslararası Sözleşme, antlaşma veya anlaşmadaki hükümleri
etkilemeyecektir.
Madde 24-
Taraf Devletler işbu Sözleşme ile tanınan
hakların tam olarak gerçekleştirilmesi için ulusal seviyede gerekli bütün
önlemleri almayı taahhüt ederler.
Madde 25-
1. İşbu Sözleşme bütün Devletlerin
imzasına açık olacaktır.
2. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri
işbu Sözleşmenin depozitörü olarak tayin edilmiştir.
3. İşbu Sözleşme onaya bağlıdır. Onay
belgeleri BM Genel Sekreterine tevdi edilecektir.
4. İşbu Sözleşme bütün Devletlerin
katılmasına açıktır. Katılma belgesinin BM Genel Sekreterine tevdi edilmesiyle
katılma gerçekleşecektir.
Madde 26-
1. İşbu Sözleşmenin tadili teklifi Taraf
Devletlerin biri tarafından herhangi bir zamanda Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterine hitaben yazılı bir başvuru ile yapılabilir.
2. BM Genel Kurulu gerekli gördüğü
takdirde böyle bir teklifle ilgili olarak yapılacak işlem hakkında karar
verecektir.
Madde 27-
1. İşbu Sözleşme 20. onaylama veya katılma
belgesinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi edilmesini takip eden
30. gün yürürlüğe girecektir.
2. 20. onay veya katılma belgesinin
tevdiinden sonra, işbu Sözleşmeyi onaylayan veya katılan her devlet için
Sözleşme, kendi onay veya katılma belgesinin tevdiinden sonraki 30. gün
yürürlüğe girecektir.
Madde 28-
1. BM Genel Sekreteri, onaylama veya
katılma sırasında yapılan çekincelerin metinlerini alacak ve bütün Taraf
Devletlere dağıtacaktır.
2. İşbu Sözleşmenin hedef ve amacına
uymayan hiçbir çekinceye müsaade edilmeyecektir.
3. Çekinceler, BM Genel Sekreterine
hitaben herhangi bir zamanda yapılacakÊ
ihbar ile geri alınabilir. Genel Sekreter bu ihbardan bütün Devletleri
haberdar edecektir. Böyle bir ihbar, alındığı tarihte geçerli olacaktır.
Madde 29-
1. İki veya daha fazla Taraf Devlet
arasında işbu Sözleşmenin yorum veya uygulamasından doğan ve müzakere ile
çözümlenemeyen herhangi bir uyuşmazlık, birinin talebi ile hakem kuruluna
götürülecektir. Taraflar tahkimname talebinden itibaren 6 ay içinde hakem
kurulunun teşekkül tarzında anlaşmazlarsa, taraflardan herhangi biri
uyuşmazlığı Uluslararası Adalet Divanına, Divan Statüsü uyarınca götürebilir.
2. Taraf Devletlerden her biri işbu
Sözleşmenin imzalanması veya onayı sırasında veya katılma sırasında, kendisini
bu maddenin birinci paragrafı ile bağlı saymadığını beyan edebilir. Diğer Taraf
Devletler, böyle bir çekince koymuş olan Taraf Devlet karşısında aynı
paragrafla bağlı olmayacaktır.
3. Bu maddenin 2. paragrafına göre çekince
koyan her Taraf Devlet, BM Genel Sekreterine ihbarda bulunarak her zaman
çekincesini geri alabilir.
Madde 30.-
Arapça, Çince, İngilizce, Fransızca, Rusça
ve İspanyolca metinlerinin eşit derecede geçerli olduğu işbu sözleşme Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterince muhafaza edilecektir.
Yukarıdaki hususları tasdiken, imzaları
aşağıda bulunan yetkili temsilciler işbu Sözleşmeyi imzalamışlardır.