BIM 2 23 2006-04-18T14:52:00Z 2006-04-18T14:52:00Z 163 107716 613983 TBMM 5116 1227 754014 9.2812 0 6 nk 6 nk 0

Dönem: 22                Yasama Yılı: 4

 

TBMM                        (S. Sayısı: 1140)

 

Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23 Milletvekili, Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur ve 68 Milletvekili, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 Milletvekili, İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 Milletvekili ile İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 Milletvekilinin; Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci,      İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve (10/148, 182, 187, 284, 285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu

 

 

(10/148) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

 

"Namus cinayeti'' veya "töre cinayeti'' olarak adlandırılan cinayetler, toplumda kendilerine biçilmiş rollerin veya kişiye, topluma, yöreye ve zamana göre değişen ahlâki normların dışına çıktığı varsayılan kız çocuklarına ve kadınlara yöneltilmiş olan en zalim şiddet türüdür.

Töre cinayetleri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi hükümlerine de aykırı bir uygulamadır.

Dünyada her yıl sayısız kadın, töre cinayetlerine kurban gitmektedir. Töre cinayetlerinin bir kısmına intihar veya kaza süsü verilmesi veya çeşitli şekillerde örtbas edilmesi, töre cinayetlerinin sayısının sağlıklı bir biçimde belirlenmesini güçleştirmektedir.

Türkiye de, töre cinayetlerinin yaygın biçimde işlendiği ülkeler arasında yer almaktadır.

Bu durum, ülkemizin uluslararası platformlarda eleştirilmesine, gelişme düzeyi kendisinin çok altındaki ülkelerle aynı düzeyde görülmesine ve uyarılarak, töre cinayetlerini ortadan kaldırmak için önlem almaya davet edilmesine yol açmaktadır.

Bu cinayetlerin önlenmesi, hem kadınlarımızın insan haklarının güvence altına  alınması, hem de ülkemizin çağdaş bir görünüm vermesi bakımından gereklidir. Bu gereğin yerine getirilmesi için de, öncelikle sorunu yaratan nedenler belirlenmeli ve buna göre çözümler geliştirilmelidir.

Bunun sağlanabilmesi amacıyla, ülkemizde töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin ve bu tür hareketleri engelleyici önlemlerin belirlenmesi için Anayasa'nın 98 inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105 inci maddelerine göre Meclis araştırması açılmasını dileriz.

Saygılarımızla.

                 

 

Oya Araslı

Sıdıka Sarıbekir

Feridun Ayvazoğlu

 

Ankara

İstanbul

Çorum

 

Esat Canan

Bihlun Tamaylıgil

Mehmet Ziya  Yergök

 

Hakkâri

İstanbul

Adana

 

Muharrem Kılıç

Orhan Eraslan

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

 

Malatya

Niğde

Malatya

 

Kemal Demirel

Ufuk Özkan

Birgen Keleş

 

Bursa

Manisa

İstanbul

 

Osman Coşkunoğlu

Osman Kaptan

Hakkı Akalın

 

Uşak

Antalya

İzmir

 

Yakup Kepenek

Gürol Ergin

Mehmet Mesut Özakcan

 

Ankara

Muğla

Aydın

 

Ali Kemal Deveciler

Mehmet Akif Hamzaçebi

İzzet Çetin

 

Balıkesir

Trabzon

Kocaeli

 

Kemal Kılıçdaroğlu

Erol Tınastepe

Türkan Miçooğulları

 

İstanbul

Erzincan

İzmir

 

 

(10/182) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Ülkemizin bazı yörelerinden insanlarımızın yaşadığı topluluklarda namus cinayetleri ve dolaylı namus cinayeti denebilecek intihara zorlamalar tüyler ürperten bir sıklıkta tekrarlanmaktadır.

Çağ dışı, bazı olumsuz geleneklere dayalı bir düşünce tarzı ve erkek merkezli bir toplum yapısından kaynaklanan namus cinayetleri, nice kızımızın canına mal olmanın yanında, ülkemiz için AB İlerleme Raporuna bile konu olmuş bir ayıp teşkil etmektedir.

Türkiye; Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İhtiyari Protokolünü imzalamıştır. 1992 yılında alınan CEDAW 19 no.lu tavsiye kararına göre gerekli yasal düzenlemelerin ötesinde, devlet, üçüncü kişilerin kadınlara karşı insan hakları ihlallerini önlemekle yükümlüdür. CEDAW sözleşmesini imzalamış olmak AB adaylığının bir gereğidir. Öte yandan Türkiye, Pekin'de toplanan Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve Pekin+5 Sonuç Bildirgeleri ile ilgili taahhütleri olan, hatta ikincisinin oluşumuna etkin katkı yapmış bir ülkedir. Pekin+5 Bildirgesi ile namus suçları kadına karşı şiddet kapsamına alınmıştır ve bu suçların önlenmesi konusunda burada da taahhüdümüz vardır.

Ülkemizde “kadın, ahlâk ve namus”  konusunda, insan öldürmeyi hoş gören bakışı nasıl değiştirebileceğimiz, 21. yüzyılda neden hala bu çağ dışı uygulamaya son veremediğimiz ve bu sorunun çözümü için neler yapmamız gerektiği konularının incelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması için gereğini saygılarımızla arz ederiz.

 

 

N. Gaye Erbatur

Türkan Miçooğulları

Sıdıka Sarıbekir

 

Adana

İzmir

İstanbul

 

Canan Arıtman

Özlem Çerçioğlu

Gülsün Bilgehan

 

İzmir

Aydın

Ankara

 

Güldal Okuducu

Zeynep Damla Gürel

Bihlun Tamaylıgil

 

İstanbul

İstanbul

İstanbul

 

Oya Araslı

Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu

Fikret Ünlü

 

Ankara

Ankara

Karaman

 

Memduh Hacıoğlu

Enis Tütüncü

Hasan Fehmi Güneş

 

İstanbul

Tekirdağ

İstanbul

 

Kemal Derviş

Abdulkadir Ateş

Mehmet Yıldırım

 

İstanbul

Gaziantep

Kastamonu

 

Hüseyin Ekmekçioğlu

Ersoy Bulut

Nadir Saraç

 

Antalya

Mersin

Zonguldak

 

Hasan Güyüldar

Mehmet Boztaş

Erdal Karademir

 

Tunceli

Aydın

İzmir

 

Turan Tüysüz

Yılmaz Kaya

Rasim Çakır

 

Şanlıurfa

İzmir

Edirne

 

Mevlüt Coşkuner

Emin Koç

Muharrem İnce

 

Isparta

Yozgat

Yalova

 

Yavuz Altınorak

Fahrettin Üstün

Kemal Kılıçdaroğlu

 

Kırklareli

Muğla

İstanbul

 

Kemal Sağ

Berhan Şimşek

Muharrem Kılıç

 

Adana

İstanbul

Malatya

 

Şevket Gürsoy

İsmet Atalay

Kemal Demirel

 

Adıyaman

İstanbul

Bursa

 

İdris Sami Tandoğdu

Nejat Gencan

Mehmet U. Neşşar

 

Ordu

Edirne

Denizli

 

Orhan Ziya Diren

Nezir Büyükcengiz

Şefik Zengin

 

Tokat

Konya

Mersin

 

Feridun Ayvazoğlu

Atila Emek

Nail Kamacı

 

Çorum

Antalya

Antalya

 

Yüksel Çorbacıoğlu

Orhan Eraslan

Feridun Fikret Baloğlu

 

Artvin

Niğde

Antalya

 

Hasan Ören

Muharrem Toprak

Mahmut Yıldız

 

Manisa

İzmir

Şanlıurfa

 

Mahmut Duyan

Mesut Değer

Muhsin Koçyiğit

 

Mardin

Diyarbakır

Diyarbakır

 

Tacidar Seyhan

Hüseyin Bayındır

Hüseyin Özcan

 

Adana

Kırşehir

Mersin

 

Mehmet Sefa Sirmen

Ali Cumhur Yaka

Nurettin Sözen

 

Kocaeli

Muğla

Sivas

 

Selami Yiğit

Ali Oksal

Mehmet Ziya Yergök

 

Kars

Mersin

Adana

 

Halil Tiryaki

Mehmet Ali Özpolat

Tuncay Ercenk

 

Kırıkkale

İstanbul

Antalya

 

 

GEREKÇE

Ülkemizin bazı yörelerinde namus (töre) cinayetleri tüyler ürperten bir sıklıkta tekrarlanmaktadır. Söz konusu yörelerin insanları, bu geleneği göç ettikleri yerlere de taşımaktadırlar. Bu nedenle töre cinayetleri yurdumuzun çeşitli illerinde ya da Avrupa kentlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Gün geçmemektedir ki bir kızımızın cinayete kurban gittiği, ya da intihar ettiği haberi gelmesin. ''İntihar'' sözcüğü ile namus cinayeti ilk anda bağlantısız gibi görünse de aslında çok yakın bir ilişki vardır. Söz konusu yörede bazen öldürülmek yerine kendini öldürmeye zorlama da yaygın karşılaşılan bir durumdur. Bazen de, kız, başına gelecekleri bildiği için kendiliğinden intiharı seçmektedir. Bu da çevrenin ve koşulların bir zorlaması olarak ortaya çıktığından ''namus cinayetlerinin'' bir uzantısıdır.

Büyük ölçüde ataerkil zihniyetten, erkek merkezli bir anlayıştan kaynaklanan bu cinayetler, kadını erkeğe ve aileye bağımlı ikincil bir cins gibi algılamanın sonuçlarıdır. Kadın bu çevrelerde kendi bedeni üzerinde söz sahibi özgür bir birey olarak görülmemektedir. İkincil bir cins olarak görülen kadının bu koşullarda ne toplum içinde eşit konuma gelmesi ne de ülke kalkınmasına katkıda bulunması söz konusu olamamaktadır. Oysa, Türkiye Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İhtiyari Protokolü'nü imzalamıştır. 1992 yılında alınan CEDAW 19 No.lu tavsiye kararına göre gerekli yasal düzenlemelerin ötesinde devlet üçüncü kişilerin kadınlara karşı insan hakları ihlallerini önlemekle yükümlüdür. CEDAW sözleşmesini imzalamış olmak AB adaylığının bir gereğidir. Öte yandan Türkiye, Pekin'de toplanan Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve Pekin+5 Sonuç Bildirgeleri ile ilgili taahhütleri olan, hatta ikincisinin oluşumuna etkin katkı yapmış bir ülkedir. Pekin+5 Bildirgesi ile namus suçları kadına karşı şiddet kapsamına alınmıştır ve bu suçların önlenmesi konusunda burada taahhüdümüz vardır.          

Çağ dışı bir düşünce tarzının sonucu olarak nice kadınımızın canına mal olan bu cinayetler ülkemizin bir ayıbı olup Avrupa Birliği ilerleme raporlarına da konu olmuştur. ''Kadın, ahlâk ve namus'' konusunda, insan öldürmeyi hoş gören bakışın nasıl değiştirilebileceği, 21. yüzyılda neden hala bu çağ dışı uygulamaya son verilemediği ve bu sorunun çözümü için neler yapılması gerektiği konusunun incelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasına gereksinim vardır.

(10/187) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Töre cinayetleri her gün yeni yeni dramlara neden olmasına bağlı olarak Türkiye için önemini artıran ve acilen çözüm bekleyen çok önemli bir konudur. Bu bir ayıptır ve yüz karasıdır. Türkiye bu ayıptan kurtulmak zorundadır.

Namusumuzu korumak nasıl kutsal bir görevse, insanımızın hayatını ve haysiyetini korumak da o kadar kutsal bir görevdir. 

Töre cinayetleri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine (CEDAW) aykırıdır. 1992 yılında alınan CEDAW 19 no.lu tavsiye kararına göre devlet, kadınlara karşı üçüncü kişilerin uyguladığı insan hakları ihlallerini önlemekle yükümlüdür. Ayrıca Pekin'de toplanan Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve Pekin + 5 Sonuç Bildirgelerinde taahhütlerimiz bulunmaktadır. Pekin + 5 bildirgesi namus suçlarını kadına karşı şiddet kapsamında değerlendirmektedir. 

Töre cinayetleri ile ilgili hukuki çalışmalar yapılmakla birlikte, meselenin çözümü için sosyo-kültürel çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikardır. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuda üzerine düşeni yapmalıdır. Bu nedenlerle Anayasa'nın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve talep ederiz. Saygılarımızla.

 

 

Fatma Şahin

Remziye Öztoprak

Salih Kapusuz

 

Gaziantep

Ankara

Ankara

 

Sadullah Ergin

Gülseren Topuz

İnci Özdemir

 

Hatay

İstanbul

İstanbul

 

Semiha Öyüş

Zeynep Karahan Uslu

Mahfuz Güler

 

Aydın

İstanbul

Bingöl

 

Hasan Kara

Reyhan Balandı

Serpil Yıldız

 

Kilis

Afyon

İzmir

 

Ali Sezal

Feyzi Berdibek

Abdulbaki Türkoğlu

 

Kahramanmaraş

Bingöl

Elazığ

 

Şevket Orhan

Ekrem Erdem

Ahmet Koca

 

Bursa

İstanbul

Afyonkarahisar

 

Hüseyin Kansu

Mehmet Yılmazcan

Hanefi Mahçiçek

 

İstanbul

Kahramanmaraş

Kahramanmaraş

 

İbrahim Hakkı Aşkar

Ahmet Uzer

Mehmet Sarı

 

Afyonkarahisar

Gaziantep

Gaziantep

 

Nükhet Hotar Göksel

Hüseyin Tanrıverdi

Mehmet Emin Tutan

 

İzmir

Manisa

Bursa

 

Mehmet Daniş

Gürsoy Erol

Abdullah Torun

 

Çanakkale

İstanbul

Adana

 

Hikmet Özdemir

Faruk Anbarcıoğlu

Ünal Kacır

 

Çankırı

Bursa

İstanbul

 

Faruk Koca

Eyyüp Sanay

Mehmet Kılıç

 

Ankara

Ankara

Konya

 

Tayyar Altıkulaç

Kemalettin Göktaş

Mustafa Cumur

 

İstanbul

Trabzon

Trabzon

 

Mustafa Duru

Cahit Can

Mehmet Asım Kulak

 

Kayseri

Sinop

Bartın

 

İrfan Riza Yazıcıoğlu

Orhan Taş

Ömer Kulaksız

 

Diyarbakır

Sivas

Sivas

 

Metin Kaşıkoğlu

Halil İbrahim Yılmaz

 

 

Düzce

Kütahya

 

 

GEREKÇE 

Töre cinayetleri, her gün yeni yeni canlar almakta ve acı dramların yaşanmasına neden olmaktadır. Her mağdurun ardından dökülen göz yaşları ise töre cinayetlerini önlemeye yetmemektedir.

Türkiye'de ortalama 4-5 günde bir töre cinayeti işlendiği düşünülecek olursa, meselenin vahameti ve nasıl kangrenleşmiş olduğu daha iyi görülür.

BM verilerine göre her yıl dünyada 5 bin töre cinayeti işlenmektedir. Maalesef Türkiye, dünya klasmanında önde gelen ülkelerden biridir. Bu bir ayıp ve cinayettir. Töre diye sergilenen vahşet maalesef hukuku da işlevsiz hale getirmiştir.

Bu yara yıllardır kanamaya devam ediyor. Çünkü meselenin çözümü için ayak sürüdüğümüz ve yeterince istekli davranmadığımız gerçektir.

Bu nedenlerle töre cinayetleri ''kol kırılır, yen içinde kalır'' denilip üstü örtülemeyecek kadar ciddî bir uluslar arası mesele haline gelmiştir.

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW) 19 no.lu tavsiye kararı, devlete, üçüncü kişilerin kadınlara karşı uyguladığı insan hakları ihlallerini önleme görevi vermiştir. Pekin+5 Bildirgesi de namus suçlarını kadına karşı şiddet kapsamına almıştır.

Töre adına işlenen cinayetler, maalesef töreyi kirletmektedir. Töre, hukukla ve dinle çelişmemelidir, çelişirse; bir yanlış vardır. Din ve hukuk, her ne sebeple olursa olsun, hiç kimseye cinayet işleme ayrıcalığı vermez. Onun için bu vahşetin dinle ilişkilendirilmesi de bir başka yönden cinayettir.

Töreye karşı gelmek suçsa, suçlu-suçsuz, ayrımı yapmaksızın insanların öldürülmesi daha büyük bir suçtur. Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Cezalandırma yetkisi devlete aittir. 

Kaldı ki, zorla ve kandırılarak kirletilen kadın suçlu değil, mağdur ve mazlumdur. Mağdur ve mazlumsa  cezalandırılmaz, korunur.

Nasıl ki mafya adaleti adalet değilse, töre adaleti de adalet değildir. Nasıl ki töredir diye kan davaları tasvip edilemezse, töre cinayetleri de tasvip edilemez.

Töre cinayetlerini tasvip etmemek, namusun korunmasına karşı olmak demek de değildir. Namus, insan hayatı ve haysiyeti güvence altına alınarak korunmalıdır.

Öte yandan her ne sebeple olursa olsun kirletilen kadının ''töre'' öyle gerektiriyor diye, aile meclisi kararlarıyla ölüme mahkum edilmesi, kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin bir başka göstergesidir. Nitekim başka gerekçelerle Türk kadınının yüzde 67'sinin fiziksel şiddete maruz kalması da bunun bir kanıtıdır.

Kadının ayrımcılığa tâbi tutulması ve sistematik bir biçimde şiddete maruz bırakılması toplumsal bir olaydır, onun için bu salt mevzuat değişiklikleri ile halledilebilecek bir konu değildir.  Nitekim AB müktesebatı çerçevesinde 7. Uyum Paketi ile TCK'nın  462. maddesi değiştirilerek, töre cinayetleri hafifletici sebep olmaktan çıkartılmıştır. Ama mesele kökünden çözülmüş değildir. Bunu, birden fazla kişinin bir araya gelip karar alması ve bir çok kişi tarafından planlanıp beraberce gerçekleştirilmesi nedeni ile ''nitelikli suç'' sayma gereği vardır. Aksi halde etkili koruma sağlama sorumluluğunu yerine getirmekte başarısız olduğu için, bu cinayetlerde devletin sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır. 

Töre cinayetlerinin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde sıkça görülmesi meselenin arka planında başka nedenler olduğunun göstergesidir. Bu bakımdan konunun ardında yatan nedenlerin araştırılarak tespit edilmesi çözüm yolunda ciddî bir adım olacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, töre cinayetlerini araştırırken, sadece bir toplumsal vahşeti gözler önüne sermiş ve bunun nedenlerini ortaya koymuş olmayacaktır. Aynı zamanda meselenin çözümü konusunda devlete, millete, gönüllü kuruluşlara, toplum önderlerine ne gibi görevler düşmektedir, bunları da ortaya koyacaktır.

Unutulmamalıdır ki, bu bir kadın sorunu değil, insanlık sorunudur ve Türkiye için yüz karasıdır. TBMM bu konuda üzerine düşeni yapmalıdır.

 

(10/284) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

 

Ülkemizde kadınlara ve çocuklara karşı şiddet uygulanması ve aile içi şiddet yapılan araştırmalara göre çok yüksek oranlardadır (%90'ların üzerinde). Fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, sözel şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet şeklinde tipleri olan bu uygulamaların özellikle kadınlarda herhangi birine maruz kalma sıklığı %97'dir. Şiddet gören kadınların gördüğü şiddetin en az yarısı fiziksel şiddettir. Fiziksel şiddet uygulamaları çoğu kez de kadınların ve çocukların hayatına mal olmaktadır. Ülkemizde ''kocanın vurduğu yerde gül biter'', ''kocadır döver de sever de'', ''dayak cennetten çıkmadır'', ''kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin'' ve okula başlayan çocuklar için velilerin öğretmenlere yönelttiği ''eti senin kemiği benim'' gibi özdeyişlerle kadınlara ve çocuklara şiddet uygulanması bir anlamda gelenekselleşmiştir. Türkiye'nin taraf olduğu çeşitli uluslararası sözleşmelere göre (Kadınlara Karşı Her Türlü Şiddetin Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, CEDAW, Pekin Deklarasyonu, Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi) hükümetler kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddetle mücadele etmek ve önlemek zorundadırlar. Bu konudaki diğer bir sorun da ülke kadınlarımızın şiddeti içselleştirmesidir. Hacettepe Üniversitesi, Nüfus Etütleri Enstitüsünün Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003 raporuna göre bu oran %57'dir. Genç ve özellikle eğitimsiz kadınlarda bu oran %66'ya çıkmaktadır. Şiddetin içselleştirilmesi şiddetle mücadelede en büyük sorun alanıdır. 

Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan bazı yasal düzenlemelerin bulunmasına rağmen, bu konuda hedeflenen amaca ulaşılmadığı da bir gerçektir. Çoğu zaman kadınların ve çocukların yaşamına bile mal olabilen şiddetin araştırılarak, nedenlerinin tespiti ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımızla arz ederiz.

 

Canan Arıtman

Halil Tiryaki

Ali Cumhur Yaka

 

 

İzmir

Kırıkkale

Muğla

 

 

Halil Akyüz

Ali Rıza Gülçiçek

Mehmet Boztaş

 

 

İstanbul

İstanbul

Aydın

 

 

Muharrem Kılıç

Hüseyin Bayındır

Hasan Güyüldar

 

 

Malatya

Kırşehir

Tunceli

 

 

Orhan Eraslan

Yüksel Çorbacıoğlu

Erol Tınastepe

 

 

Niğde

Artvin

Erzincan

 

 

Enis Tütüncü

Kemal Kılıçdaroğlu

V. Haşim Oral

 

 

Tekirdağ

İstanbul

Denizli

 

 

Ahmet Küçük

Ali Arslan

Abdulkadir Ateş

 

 

Çanakkale

Muğla

Gaziantep

 

 

Yılmaz Kaya

Feramus Şahin

Halil Ünlütepe

 

 

İzmir

Tokat

Afyonkarahisar

 

 

Atilla Kart

Osman Özcan

Engin Altay

 

 

Konya

Antalya

Sinop

 

 

Atila Emek

Osman Kaptan

Harun Akın

 

 

Antalya

Antalya

Zonguldak

 

 

Bülent Baratalı

Türkan Miçooğulları

 

 

 

İzmir

İzmir

 

 

 

 

(10/285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'nin 1. maddesi kadınlara yönelik şiddeti; ''ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma'' şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanıma daha sonra ''kurbanı ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakmak''da dahil edilmiştir.

Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi'ne göre, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, ''bir kadına Sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen şiddettir.

Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı üzere şiddetin bir çok çeşidi ve boyutu bulunmaktadır. Ve ne yazık ki yaygın olarak uygulanmaktadır. Bizim veya bizim gibi ülkelerde görülen şiddetin bir boyutu da töre ve namus cinayetleridir. Bu cinayetler kadına uygulanan şiddetin en üst boyutudur. Daha fazlası yoktur çünkü sonucu ölümdür. Bu cinayetlerin ana nedeni ülkemizdeki töreler ve namus anlayışıdır. Ancak kişiden kişiye, toplumdan topluma değişen bir namus anlayışı.

Ülkemizdeki kadınların hayatını ağırlaştıran nedenler bir iki tane değil. Erken evliliği var, çocuk annelik var, çok çocuk var, çok eşlilik var, kumalık var, başlık parası var, berdel var. Kadını yok etmeye yönelik ''var''lar o kadar çok ki. Kadınlar ''töre'' maskesi altına gizlenmeye çalışan vahşetle yaşamak zorunda bırakılıyor. Parmakları, burunları kesiliyor, üzerlerine kezzap dökülüyor, cinsel organları dağlanıyor, aç susuz bırakılıyor bazen de bunların hiçbiri yeterli gelmiyor öldürülüyor. Ne yazık ki töre cinayetleri duyduklarımız, gördüklerimiz ve okuduklarımızla sınırlı da değil. Belki bir o kadarı da gizleniyor.

Bu kıyıma dur demek gerekiyor. Kadınlara yönelik şiddetin en üst boyutu olan töre cinayetlerine dur demek gerekiyor. Cinayetin sebebi töre olamaz.

Kadın haklarının insan haklarından ayrılamayacağı, hiç kimsenin cinsiyetinden ötürü cezalandırılamayacağı, T.C. Hükümeti'nin insan hakları ve kadın haklarına ilişkin imzaladığı sözleşmeleri yerine getirmesi gerektiği inancıyla; ülkemizde kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerin alt yapısını oluşturan unsurların belirlenip, gözden geçirilmesi; toplumsal ve yasal alanda kesin olarak engellenmesinin koşullarının yaratılması için Anayasa'nın 98 inci ve TBMM İç Tüzüğünün 104 ve  105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması için gereğini saygılarımızla arz ederiz.

 

 

Güldal Okuducu

Halil Tiryaki

Ali Cumhur Yaka

 

İstanbul

Kırıkkale

Muğla

 

Halil Akyüz

Feramus Şahin

Ali Rıza Gülçiçek

 

İstanbul

Tokat

İstanbul

 

Mehmet Boztaş

Kemal Kılıçdaroğlu

Muharrem Kılıç

 

Aydın

İstanbul

Malatya

 

Hüseyin Bayındır

Hasan Güyüldar

Orhan Eraslan

 

Kırşehir

Tunceli

Niğde

 

Yüksel Çorbacıoğlu

Erol Tınastepe

Enis Tütüncü

 

Artvin

Erzincan

Tekirdağ

 

V. Haşim Oral

Ahmet Küçük

Ali Arslan

 

Denizli

Çanakkale

Muğla

 

Abdulkadir Ateş

Yılmaz Kaya

Halil Ünlütepe

 

Gaziantep

İzmir

Afyonkarahisar

 

Atilla Kart

Osman Özcan

Engin Altay

 

Konya

Antalya

Sinop

 

Atila Emek

Osman Kaptan

Harun Akın

 

Antalya

Antalya

Zonguldak

 

 

Bülent Baratalı

 

 

 

İzmir

 

 

Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu (10/148, 182, 187, 284, 285)

 

 

Esas No.: A.01.1.GEÇ.(10/148,182,187,284,285)

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Töre ve Namus cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla, Anayasa'nın 98 inci ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince 11.10.2005 tarihinde kurulan (10/148,182,187,284,285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun çalışmalarını tamamlayarak düzenlemiş olduğu rapor ve ekleri ilişikte sunulmuştur.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

    Fatma Şahin

        Gaziantep

       Komisyon Başkanı

 

 

 

 

 

 

 

EK: Komisyon Raporu

 

 

 

 

TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA

VE ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDETİN

SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK ALINMASI

GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ

AMACIYLA KURULAN

(10/148, 182, 187, 284, 285) ESAS NUMARALI

MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU RAPORU

 

 


İÇİNDEKİLER

Sayfa No.

BİRİNCİ BÖLÜM

I.    ARAŞTIRMANIN KONUSU   17

II.  KOMİSYONUN KURULUŞU              18

III. KOMİSYONUN GÖREV, YETKİ VE SÜRESİ              18

IV. ARAŞTIRMADA İZLENEN YÖNTEM  19

 

İKİNCİ BÖLÜM

A.  GİRİŞ   23             

B.  TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADIN VE ÇOCUKLARA YÖNELİK

      ŞİDDET İLE İLGİLİ ULUSAL MEVZUAT 24

      B. 1              Anayasa.. . . .                 24

      B.2.  Diğer Yasalar  .     26

            B 2.1.                5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu              26

            B.2.2.                5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 42

            B.2.3.              4857 Sayılı İş Kanunu   47

            B.2.4.              4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu 49

            B.2 5.              5187 Sayılı Basın Kanunu              57

            B.2.6.              4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun   58

            B.2.7.              4787 Sayılı Aile Mah.Kuruluş, Gör.ve Yar. Usullerine Dair  Kanun   60

            B.2.8.                5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu 63

            B.2.9.              5402 Sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Mer. ile Kor. Kur. Kanunu              68

            B.2.10.              2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu              69

            B.2.11.              5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun               69

            B.2.12.              1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu 71

            B.2.13.              5393 Sayılı Belediye Kanunu                71

            B.2.14.              5256 Sayılı Aile ve Sosyal Araş.  Gn. Müd. Teşkilât ve Gör. Hak. Kanun .              72

            B.2.15.              5251 Sayılı Kadının Statüsü Gn. Müd.Teşkilât ve Görevleri Hak. Kanun   74

      B.3.              Mağdur Çocuklar Hakkındaki Kanun Tasarıları     75

             a) Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı              75

             b) Şiddet Suçu Mağduru Çocuklara Yardım Hakkında Kanun Tasarısı              75

      B.4. Konuya İlişkin Türkiye'nin Taraf Olduğu Uluslararası Sözleşmeler 75
              Sayfa No.

C.                ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET     77

      C.1.  Çocuğa Yönelik Şiddet Açısından Dünyada Durum              77

      C.2.  Çocuğa Yönelik Şiddet Açısından Türkiye'de Durum              80

      C.3.  Çocuğa Yönelik Şiddetin Nedenleri              85

      C.4.  Çocuğa Yönelik Şiddetin Sonuçları              86 

      C.5.  Çözüm Önerileri               87             

D.  KADINA YÖNELİK ŞİDDET     89

      D.1.  Kadına Yönelik Şiddet Açısından Dünyada Durum              92

      D.2.  Kadına Yönelik Şiddet Açısından Türkiye'de Durum              93

      D.3.  Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri              99

      D.4.  Kadına Yönelik Şiddetin Sonuçları              103

      D.5.  Çözüm Önerileri              104

           

E.   TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ               108

      E.1.   Töre/Namus Cinayetleri Açısından Dünyada Durum  109

      E.2.   Töre/Namus Cinayetleri Açısından Türkiye'de Durum              110

      E.3.   Töre/Namus Cinayetlerinin Nedenleri     132

      E.4.   Çözüm Önerileri              132

      E.5. Komisyon Tarafından Önerilen Yasal Düzenlemeler              133

 

F.              MEDYADA ŞİDDET 134

      F.1.           Aile - Çocuk/Televizyon              134

      F.2.           Kadına Yönelik Haber ve Programlarda Şiddet    138

      F.3.           Medyada Şiddete İlişkin  Mevcut Yasal Önlemler              141

      F.4.           Türkiye Uygulaması 143

      F.5 Medyaya İlişkin Düzenlemelere Yönelik Öneriler              145


Sayfa No.

G.              ÜLKEMİZDE KADIN VE ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET VE

      NAMUS CİNAYETLERİ AÇISINDAN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR              146

      G.1.  Merkezi ve Yerel Yönetimler Tarafından Yapılan Çalışmalar   146

                    G.1.1. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM)         147

                    G.1.2. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK)              148

                    G.1.3. Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü     150

                    G.1.4. Emniyet Genel Müdürlüğü     151

                    G.1.5. Jandarma Genel Komutanlığı    151

                    G.1.6. Millî Eğitim Bakanlığı         151

                    G.1.7. Kadıköy Belediyesi              151

      G.2. Sivil Toplum Örgütleri Tarafından Yapılan Çalışmalar   152

             A.  Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı              152

             B.  Kadın Dayanışma Vakfı     152

             C.  Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonları              153

      G.3. Üniversitelerdeki  Kadın Çalışmaları              153

           

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

H.              BİLGİLERİNE BAŞVURULAN  KİŞİLERE AİT TUTANAK ÖZETLERİ 154

I.              KOMİSYONUN ANKARA DIŞINDA YAPTIĞI İNCELEMELER               198

J.   NİHAİ DEĞERLENDİRME VE SONUÇ              222

KAYNAKÇA              234      

KISALTMALAR        238      

EKLER. . .               239      

Ek.1.    Çocuk, Kadın, Töre/Namus Cinayetlerine İlişkin Çözüm Önerilerinin Yaşama

                    Geçirilmesinde Koordineli Çalışması Gereken Kurumlar     239

a)      Çocuğa Yönelik Şiddet Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde

       Koordineli  Çalışması Gereken Kurumlar       239    

b)      Kadına Yönelik Şiddet Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde

              Koordineli Çalışması Gereken Kurumlar       245

            c)              Töre/Namus Cinayetleri Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde

                          Koordineli Çalışması Gereken Kurumlar     255

            d)              Medya ve Şiddet Konusundaki Çözüm Önerilerinin Yaşama Geçirilmesinde

                          Koordineli Çalışması Gereken Kurumlar     257

Ek.2.    Çocuk Hakları Sözleşmesi              260           

Ek.3.              Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi 280

 

 

 

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

I. ARAŞTIRMANIN KONUSU:

Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23 Milletvekilinin; Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur ve 68 Milletvekilinin; Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 Milletvekilinin; İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 Milletvekilinin Anayasa’nın  98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince verdikleri 10/148, 182, 187, 248, 285 Esas Numaralı Meclis Araştırması Önergelerinin gerekçelerinde özetle;

Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinin 1. maddesinin kadınlara yönelik şiddeti; “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin kadınlara fiziksel, cinsel, veya psikolojik acı veya ızdırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten ve ekonomik ihtiyaçtan yoksun bırakma” şeklinde tanımladığı,

Ülkemizde kadınlara ve çocuklara karşı şiddet uygulamasının ve aile içi şiddetin araştırmalara göre çok yüksek oranlarda olduğu, fiziksel, psikolojik, sözel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalan kadınlarımızın şiddeti içselleştirdiği, bununda şiddetle mücadele de en büyük sorun olduğu, bu konunun bir kadın sorunu değil insanlık sorunu olduğu,

Türkiye Cumhuriyetinin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini (CEDAW) ve ihtiyari protokolünü imzaladığı ayrıca Pekin’de toplanan Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı ve Pekin+5 sonuç bildirgelerini imzalayan Türkiye’nin namus suçlarının kadına karşı şiddet kapsamında değerlendirilmesini taahhüt ettiği,

Ülkemizin bazı yörelerinde namus (töre) cinayetlerinin tüyler ürperten bir sıklıkta tekrarlandığı, söz konusu yöre insanlarının bu geleneği göç  ettikleri yerlere de taşıdığı,

Çağ dışı bazı olumsuz geleneklere dayalı bir düşünce tarzı ve erkek merkezli bir toplum yapısından kaynaklanan namus cinayetlerinin birçok kadın ve kızımızın canına mal olduğu gibi Avrupa Birliği İlerleme Raporunda da yer aldığı bununda Ülkemiz için olumsuz bir imaj yarattığı “kadın, ahlâk ve namus” kavramlarına sığınarak insan öldürmeyi meşru sayan görüşlerin ortadan kaldırılması için sosyo-kültürel çalışmalara ihtiyaç duyulduğu,

Dünyada her yıl sayısız kadının töre cinayetlerine kurban edildiği, bunların çoğunun kaza veya intihar süsü verilerek örtbas edildiği,

Türkiye’de de bu tür cinayetlerin yaygın bir şekilde işlendiği,

Bu cinayetlerin önlenmesi, kadınlarımızın ve çocuklarımızın haklarının güvence altına alınarak insan hakları kavramının yerleştirilmesi için sorunun kaynağına inilmesi ve nedenlerinin araştırılması gerektiği, bu konuda herkesin üzerine düşen görevi yapması töre adına işlenen cinayetlerin töreyi kirlettiği törenin hukukla dinle çelişmemesi gerektiği,

Meclisin, töre cinayetlerini araştırırken sadece bir toplumsal vahşeti gözler önüne sermiş ve bunun nedenlerini ortaya koymuş olmayacağını aynı zamanda meselenin çözümü konusunda devlete, millete, gönüllü kuruluşlara, toplum önderlerine ne gibi görevler düşeceğini de ortaya koyması gerektiği,

İfade edilmektedir.

II.  KOMİSYONUN KURULUŞU

Ankara Milletvekili Oya ARASLI ve 23 Milletvekilinin; Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR ve 68 Milletvekilinin; Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN ve 46 Milletvekilinin; İzmir Milletvekili Canan ARITMAN ve 28 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Güldal OKUDUCU ve 27 Milletvekilinin Anayasa’nın 98 inci, İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince verdikleri önergeler konularının ortak olması nedeni ile birleştirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18.05.2005 tarihli 100 üncü Birleşiminde görüşülmüş ve Genel Kurulun 849 sayılı kararı ile önergelerde belirtilen hususları araştırmak üzere bir “Meclis Araştırması Komisyonu” kurulması kararlaştırılmıştır.

Genel Kurulun 849 sayılı kararında ayrıca,  Komisyonun 12 üyeden oluşmasına, çalışma süresinin Başkanlık Divanı seçimi tarihinden başlamak üzere 3 ay olmasına ve gerektiğinde Ankara dışında da çalışması hususlarına yer verilmiştir.

Bu kararı takiben, Genel Kurulun 28.06.2005 tarihli 120 ve 03.07.2005 tarihli 125 inci birleşimlerinde, Komisyonun üye seçimi yapılmıştır.Yapılan seçim sonucunda Komisyon üyeliklerine; 

Adalet ve Kalkınma Partisinden;Adıyaman Milletvekili Ahmet Faruk ÜNSAL, Ankara Milletvekili Remziye ÖZTOPRAK, Aydın Milletvekili Semiha ÖYÜŞ, Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN, Kırıkkale Milletvekili Ramazan CAN, Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI, Yozgat Milletvekili Bekir BOZDAĞ,

Cumhuriyet Halk Partisinden; Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR, İzmir Milletvekili Canan ARITMAN, İstanbul Milletvekili Güldal OKUDUCU, Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK

seçilmişlerdir.

Komisyon 11.10.2005 tarihli ilk toplantısını Geçici Başkan Ankara Milletvekili Remziye ÖZTOPRAK Başkanlığında yapmış, 11 üyenin katılımı ile gerçekleştirilen toplantıda yapılan gizli oylama sonucunda;

Komisyon Başkanlığına, Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN, Başkanvekilliğine, Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR, Komisyon Sözcülüğüne, Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üyeliğine Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK seçilmişlerdir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin buna ilişkin 28.06.2005 tarih ve 853 sayılı kararı 22.10.2005 tarih 25974 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

 

III. KOMİSYONUN GÖREV, YETKİ VE SÜRESİ

11.10.2005 tarihinde çalışmalarına başlayan Komisyon, Anayasa’nın 98 inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri ile diğer hükümleri çerçevesinde söz konusu araştırmayı TBMM adına yapmakla görevlendirilmiştir.

Genel Kurul tarafından İçtüzük gereği kendisine verilen 3 aylık süre içerisinde çalışmalarını sonuçlandıramayan Komisyon, çalışmalarını tamamlayabilmek için İçtüzüğün 105 inci maddesi gereğince bir aylık ek süre talep edilmesini kararlaştırmıştır. Genel Kurulun 28.12.2005 tarihli 45 inci Birleşiminde 865 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile Komisyona 11.01.2006 tarihinden başlamak üzere bir aylık ek süre verilmiştir.

Çalışma süresi içerisinde 15 toplantı yapan Komisyon Ankara dışında da incelemeler de bulunmuş, konu hakkında bilgi edinmek üzere, akademisyenler, ilgili kamu ve özel kuruluş temsilcileri ile sivil toplum kuruluşlarını  davet ederek görüşlerini almış Raporun yazılmasında yararlanmak üzere ilgili kamu ve sivil toplum kuruluşlarından üniversitelerin kadın sorunları araştırma merkezlerinden, barolardan, medya kuruluşlarından ve UNICEF’den belge ve bilgiler temin etmiş, bu anlamda  65 adet evrak Komisyona gelmiş buna karşılık çalışmalar sırasında Komisyon tarafından 128 adet yazışma yapılmıştır.

Komisyonunun talebiyle, çalışmalarımıza ve rapor yazımına teknik katkıda bulunmak üzere; Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinden Dr. Nükhet Paksoy Subaşı, DPT Kadın ve Aile Sektörleri Uzmanı Gamze Malatyalı, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Gasp Büro Amiri Başkomiser Erdal Vural, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü Hâkim Servet Baygın, Devlet Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Şube Müdürü Şükran Danık, RTÜK Yayın Araştırmaları ve Ölçme Dairesi Başkanlığı Uzmanı Süheyla Öksüz kurumlarınca görevlendirilmişlerdir.

 

IV.  ARAŞTIRMADA İZLENEN YÖNTEM

Genel Kurul Kararı gereğince; Başkanlık Divanı seçiminin yapıldığı 11.10.2005 tarihinden itibaren çalışmalarına başlayan Komisyon, 18.10.2005 tarihli ilk toplantısında çalışma programını belirlemiş ve bu amaçla;

Komisyon görüşmelerinde tam tutanak tutulmasına,

Komisyon çalışmalarını kamuoyuna duyurabilmek, bilgi akımını sağlamak amacıyla web sitesi kurulmasına,

Komisyon çalışmalarına yardımcı olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarından uzman görevlendirilmesine, konuyla ilgili gerekli bilgi ve belgenin temin edilmesine, bu çalışmaları yürütmek üzere Komisyon Başkanlığının yetkili kılınmasına,

Komisyon üye ve uzmanlarının gerektiğinde Ankara dışında da araştırma ve inceleme yapmalarına,

Karar vermiştir.

a- Çalışma Takvimi İçerisinde Yapılan Komisyon Toplantıları ve Bilgisine Başvurmak   

    Üzere Davet Edilen Kişiler:

1. TOPLANTI (11.10.2005)                                Komisyon Başkanlık Divanı seçilmiştir

2. TOPLANTI (18.10.2005)                                1- Leyla PERVİZAD

                               Başkent Kadın Platformu.

                           2- Esengül CİVELEK

                               DEVLET BAKANLIĞI Kadının Statüsü  Genel Müdürü

                           3- Remzi ÖZÇELİK

                               KÜLTÜR BAKANLIĞI Genel Müdür Yardımcısı

                           4- Gülsen BALIKCI

                               KÜLTÜR BAKANLIĞI Folklor Araştırmacısı.

                           5- Aydın DURDU

                               KÜLTÜR BAKANLIĞI Folklor Araştırmacısı.

3. TOPLANTI (25.10.2005)                                6- Müjde AVCIOĞLU          

                               Ankara Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı.

                           7- Salime TARİKÇİ

                               GAZİ ÜNİVERSİTESİ  (Kadına Dönük Şiddeti Önleme

                               Çalışma Grubu Sorumlusu) Psikolog.

                           8- Nazik IŞIK

                               Kadın Danışma Vakfı.

                           9- Abdurrahman AKBAŞ

                               DİYANET  İŞLERİ BAŞKANLIĞI Din İşleri Yüksek

                               Kurulu Uzmanı

4. TOPLANTI (28.10.2005)                                10- İsmail BARIŞ

                                SHÇEK Genel Müdürü

5. TOPLANTI (08.11.2005)                                11- Prof. Dr. Ayşe AKIN

                                Hacettepe Üniversitesi

                                Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü.

                           12- Yzb. Hünkar KELEŞ                  

                                Jandarma Genel Komutanlığı.

                           13- Prof. Dr. Tülin İÇLİ                                            

                                Polis Akademisi Dekanı.

                           14- Av. Türkay ASMA

                                Çocuk İhmali ve İstismarı Önleme Derneği

6. TOPLANTI (15.11.2005)                                15- Prof. Dr. Yakın ERTÜRK   

                                 ODTÜ Sosyoloji Böl. Öğ.Üye.

                                                           (BM Kadına Yönelik Şiddet Özel Rapörtörü)

                           16- Doç. Dr. Filiz KARDAM             

                                 Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi.

                           17- Meltem AĞDUK                

                                 Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Program Koordinatörü

                           18- Yeşim Oruç KAYA

                                 BM Kalkınma Programı, Yoksullukla  Mücadele

                                 ve  Demokratik Yön Program Direktörü                                               

                           19- Prof. Dr.  Gülten SEBER

                                Osman Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi. (Psikiatr)

                           20- İsmail BARIŞ   SHÇEK Genel Müdürü

7. TOPLANTI (29.11.3005)                                21- Av. Sema KENDİRCİ           

                                Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı

                           22- Nurdan TORNACI

                                 SHÇEK Genel Müdürlüğü Kadın Toplum Aile

                                                           Hiz.i Daire  Başkanı.

                           23- Av.Seda AKÇO

                           24- Av. Şenal SARIHAN

                                Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği Genel Başkanı

 

8. TOPLANTI (07.12.2005)                                25- Zahit AKMAN                               

                                RTÜK Başkanı.

                           26- Kürşat ÖZKÖK                                                

                                TRT Televizyon Başkan Yardımcısı.

                           27- Halis GÖKGÖZ

                                Kanal 7 Ankara Haber Müdürü

                           28- Banu KILINÇ                                

                                TGRT Program Müdürü.

                           29- Mehmet AKARCA                                              

                                Kanal D Ankara Temsilcisi.

                           30- Yavuz OĞHAN

                                CNN Türk Ankara Haber Müdürü.      

                            31- Kerem KIRÇUVAL          

                                  SHOW TV Ankara Temsilcisi.

9. TOPLANTI (12.12.2005)                                32- Mehmet GÜLERYÜZ          

                                 Yapımcı.

                           33- Feza SINAR

                                 Senarist

                           34- Lila PİETERS

                                UNICEF Temsilcisi.             

10.TOPLANTI (17.01.2006)                                35- Prof. Dr. Serpil SALAÇİN

                                 9 Eylül Ün.Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı

                                                           Başkanı

                           36- Prof. Dr. Ufuk BEYAZOVA

                                 Gazi Ün.Çocuk Hastalıkları Ana B.D.Sosyal Pedi.Böl.

                           37- Doç. Dr. Figen Şahin

                                 Gazi Ün.Çocuk Hastalıkları Ana B.D.Sosyal Pedi.Böl.

                           38- Prof. Dr. Dilek GÖZÜTOK

                                 Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fak. Öğretim Üyesi

                           39- Başkomiser Murat GÜLLER

                                 Em. Gen. Md. Asayiş Dai.Bşk.Çocuk Şb. Büro Amiri

11. TOPLANTI (31.01.2006)           Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler

12. TOPLANTI (06.02.2006)                                Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler

13. TOPLANTI (07.02.2006)                                Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler

14. TOPLANTI (08.02.2006)                                Taslak Rapor Üzerinde Görüşmeler

15. TOPLANTI (09.02.2006)                                40- Nimet ÇUBUKÇU

                                 Devlet Bakanı

                                 Karar ve Kapanış Toplantısı

b- Komisyon Tarafından Ankara Dışında Yapılan İncelemeler

Komisyonun 15.11.2005 tarihli kararı gereğince; 24-25 Kasım 2005 tarihleri arasında, İSTANBUL İlinde yapılan inceleme programına;

Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN, Sözcü Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üye Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK, Komisyon Üyeleri Ankara Milletvekili Remziye ÖZTOPRAK, İzmir Milletvekili Canan ARITMAN, Kırıkkale Milletvekili Ramazan CAN, Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI, Yozgat Milletvekili Bekir BOZDAĞ,

19-22 Aralık 2005 tarihleri arasında, Diyarbakır, Şanlıurfa’da yapılan inceleme programına;

Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN, Başkanvekili Adana Milletvekili N.Gaye ERBATUR, Komisyon Sözcüsü Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üye Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK, Komisyon Üyeleri, Adıyaman Milletvekili Ahmet Faruk ÜNSAL, Aydın Milletvekili Semiha ÖYÜŞ, İzmir Milletvekili Canan ARITMAN, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can, Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI,

01-04 Şubat 2006 tarihleri arasında Trabzon’da yapılan inceleme programına;

Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN, Komisyon Sözcüsü Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Katip Üye Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK, Komisyon Üyeleri, Aydın Milletvekili Semiha ÖYÜŞ, Yozgat Milletvekili Bekir BOZDAĞ,

22-24 Şubat 2006 tarihleri arasında Batman’da yapılan inceleme programına;

Komisyon Başkanı Gaziantep Milletvekili Fatma ŞAHİN, Katip Üye Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat MELİK, Komisyon Sözcüsü Kocaeli Milletvekili Eyüp AYAR, Komisyon Üyeleri  Adıyaman Milletvekili Ahmet Faruk ÜNSAL, Manisa Milletvekili Hakan TAŞÇI

katılmışlardır.

 

 

 

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

A. GİRİŞ

Şiddet, dünyanın her yerinde yaşanmakta ve en üst düzeyde ki, insan hakları ihlali olarak değerlendirilmektedir. Yine dünyanın her yerinde, kadınlar ve çocuklar insan hakları ihlâllerini ve şiddeti çok daha yaygın ve yoğun olarak yaşamaktadır.

Kadınların şiddete uğraması sınır, milliyet, sınıf farkı gözetmeksizin tüm insanlığın yaşamakta olduğu en önemli sorunlardan biridir. Bu sorun eski çağlardan günümüze, yeni bin yıla aynı keskinlikle taşınmıştır. Çünkü, kadın ve çocuklara yönelik şiddet ataerkil ve hiyerarşik toplumsal yapılardan kaynaklanmakta ve yine ataerkil ve hiyerarşik değerlerle desteklenmektedir. Ancak bu yapılar ve değerler toplumun diğer özel koşullarına ekonomik, tarihsel ve kültürel  özelliklerine  göre farklı biçimler alabilmektedir. Şiddetin kurbanı olan kadınlar ve çocuklar aynı acıları, aynı ruhsal ve bedensel sorunları yaşamaktadır. Kimi zaman da sakatlanmakta hatta yaşamlarını yitirmektedirler.

Geçmişten günümüze geçen sürede değişenler ise, şiddetin daha görünür olması ile birlikte, dünyada kadın hareketinin ivme kazanmasına paralel olarak, kadınların şiddete ilişkin bilinç düzeylerinin göreceli olarak yükselmesidir. Ancak bu değişim, ne yazık ki tüm toplumlara ve aynı toplumda farklı toplumsal kesimlere aynı hızda ve yoğunlukta yansımamaktadır. Özellikle ekonomik açıdan kıt kaynaklara sahip olan toplumlarda, kadına yönelik şiddet pek çok kadını ve çocuğu derinden etkilemektedir.

Ülkemizde ise; toplumun her alanında gözlenmekte olan kadına yönelik şiddet, geniş kitleleri doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen acil önlemler alınmasını gerektiren “yaşamsal sorun” niteliğini korumaktadır. Bu sorun kadınlar ile birlikte onların çocuklarını da ağır biçimde örselemekte ve şiddet kısır döngüsünün aşılmasını önlemektedir. Sorunun boyutlarına karşılık, kadına yönelik şiddeti etkin biçimde önleyecek yasaların hayata geçirilmesindeki güçlükler, var olan yasalardan yararlanabilmeye olanak tanıyacak bilgi ve bilinç düzeyinin yetersizliği, şiddetin neden-sonuç bağlantısını dikkate alan müdahale yöntemlerinin gelişmeyişi, medyanın kadına ve toplumun diğer bireylerine yönelik  şiddeti yeniden üreten ve pekiştiren rolünün hala sürdürmekte oluşu gibi nedenlerle, kadına yönelik şiddet varlığını sürdürmektedir.

Diğer yandan, kişilerin barınma, beslenme ve bakım gereksinimlerini sağlayan, güven duygusunu veren, beden ve akıl sağlığını koruyan ve geliştiren bir birim olması gereken aile, çoğu kez her çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı tek odak olmaktadır. Aile dışında gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken aile içinde oluşan şiddet gizli kalmakta ve özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan karşılanmaktadır.

Töre ve namus adına uygulanan şiddet ve işlenen cinayetler kaynağını toplumların köklü algı ve geleneklerinden almaktadır. Bunların bu gün hala etkili olması zihniyet değişimi için, doğru analiz ve tespitlerin ortaya konulmamış olması ve çözüme yönelik geniş kapsamlı önlemlerin alınmamış olmasından ileri gelmektedir. 

 

B. TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADIN VE ÇOCUKLARA YÖNELİK

     ŞİDDET İLE İLGİLİ ULUSAL MEVZUAT

Töre ve namus cinayetleri ile kadın ve çocuğa yönelik şiddet konusunda özellikle şiddetin  geniş tanımı ve kadın- erkek eşitliği de dikkate alınarak Türk Hukuk sistemindeki düzenlemelere ilişkin doğrudan ve dolaylı hükümlere genel bir çerçeve içinde bakmak gerekirse;

B.1.  ANAYASA

Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesi ile Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, millî  dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu;

Yine “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 5. maddesi ile de; Devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu hususu vurgulanmıştır.

Türk Hukuk sisteminde eşitlik ilkesine ilişkin temel kural Anayasa’nın 10. maddesinde yer almaktadır. Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddeye göreHerkes dil, ırk, renk,cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”.

Ayrıca, cinsiyete dayalı ayrımcılığın önlenmesi ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını teminen, söz konusu maddeye, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında yapılan ve 21.05.2004 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmü eklenmiştir.

Anayasa’nın Temel hak ve hürriyetlerin niteliği başlıklı 12. maddesine göre “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”

Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevî varlığı” başlıklı 17. maddesine göre;

“Herkes, yaşama, maddi ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

“Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tâbi tutulamaz.”

“Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.”

“(…) (1) meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silâh kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

“Zorla çalıştırma yasağı” başlıklı 18. maddesine göre;

“Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.”

“Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.”

 “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19. maddesine göre;

Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir…”

Anayasa’nın “Ailenin korunması” başlıklı 41. maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklikle ailenin Türk toplumunun temeli olduğu ve eşler arasında eşitliğe dayandığı vurgulanmıştır. (Ek: 3.10.2001-4709/16.md.).

Keza, Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddesine göreKimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz....”

 “İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır....”

Yine Anayasa’nın “Çalışma şartları ve dinlenme hakkı” başlıklı 50.maddesine göre “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.”

“Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar.”

“Dinlenmek, çalışanların hakkıdır...”

Bilindiği üzere; Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir.

Bu bağlamda, ülkemizin taraf olduğu ve usulüne göre uygulamaya konmuş olan milletlerarası sözleşme hükümleri ile mevzuatımızda yer alan hükümler arasındaki çelişkilerin tespit edilerek, gerekli kanunî düzenlemelerin yapılması amacıyla başlatılan tarama çalışmaları devam etmektedir.

B.2. DİĞER YASALAR

B.2.1.  5237 sayılı TÜRK CEZA KANUNU (1)

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 26.09.2004 tarih ve 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununda1 konumuzla  ilgili yapılan yasal düzenlemelere aşağıda kısaca yer verilmiştir.

Yeni Türk Ceza Kanunu sistematiği ve getirdiği düzenlemeler bakımından bireyi merkez almıştır. Türk Ceza Kanununda bireye verilen önemi vurgulamak amacıyla insanlığa karşı suçlar ve kişilere karşı suçlar”, özel hükümler arasında, öncelikle düzenlenmiştir. Bu çerçevede daha çok kadınlara ve çocuklara karşı işlenen “cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar” kadının ve çocuğun kişiliği önemsenerek “Kişilere Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmiştir.

Soykırım

Madde 76- (1) Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.

c) Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.

d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.

e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi

(2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.

Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260 A (III) sayılı Kararıyla onaylanarak imzaya açılmış ve Türkiye bu Sözleşmeye 23.03.1950 tarih ve 5630 sayılı Kanun uyarınca çekince konulmaksızın onaylamıştır.

Soykırım suçu, yeni TCK ile ceza mevzuatımıza girmiştir.

Soykırım suçundan dolayı zamanaşımı işlemez.

İnsanlığa Karşı Suçlar

MADDE 77. - (1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kasten yaralama.

c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.

d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.

e) Bilimsel deneylere tâbi kılma.

f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı.

g) Zorla hamile bırakma.

h) Zorla fuhşa sevk etme.

(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.

Uluslararası suçlar arasında yer alan TCK’nun 77. maddesinde, siyasal, felsefî, ırkî veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda, sistemli olmak üzere cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı (TCK m.77/f), zorla hamile bırakma (TCK m.77/g), zorla fuhşa sevk etme (TCK m.77/h) insanlığa karşı işlenen bir suç olarak kabul edilmiştir. Aynı maddede bu suçlardan dolayı tüzel kişilerin cezaî sorumluluklarının bulunduğu da hükme bağlanmıştır. Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemeyecektir.

İnsan ticareti

MADDE 80. - (1) Zorla çalıştırmak veya hizmet ettirmek, esarete veya benzeri uygulamalara tâbi kılmak, vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden, barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası verilir.

(2) Birinci fıkrada belirtilen amaçlarla girişilen ve suçu oluşturan fiiller var olduğu takdirde, mağdurun rızası geçersizdir.

(3) On sekiz yaşını doldurmamış olanların birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hallerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile birinci fıkrada belirtilen cezalar verilir.

Türkiye tarafından da onaylanan “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ve “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Ek İnsan Ticaretinin, Öncelikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol” hükümleri dikkate alınarak, TCK’nun 80. maddesinde bilhassa kadın ve çocukların konusu olduğu insan ticareti suçu yeniden düzenlenmiştir.(2)

Ayrıca, bu suçlardan dolayı AB mevzuatına uygun olarak tüzel kişiler hakkında da gerekli güvenlik önlemlerinin alınacağı öngörülmüştür. (TCK m. 80/4)

Kasten öldürme

MADDE 81. - (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

Maddede kasten öldürme suçunun temel şekli tanımlanmıştır.

Nitelikli haller

MADDE 82. - (1) Kasten öldürme suçunun;

a) Tasarlayarak,

b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,

c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silâh kullanmak suretiyle,

d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,

e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,

g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla,

i) Kan gütme saikiyle,

j) Töre saikiyle,

İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

Maddede, kasten öldürme suçunun, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren nitelikli halleri belirlenmiştir.

82. maddenin (j) bendinde düzenlenen töre saiki ile öldürme, yeni TCK ile ceza mevzuatımıza girmiş olup, töre saikiyle öldürme halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak bu hükmün uygulanabilmesi için somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunmaması gerekir.

TCK’nun 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmüne göre;

“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”

“Töre veya namus cinayetleri” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmek amacıyla, “Haksız tahrik” başlığını taşıyan 29. maddede yapılan yasal düzenleme uyarınca suçun haksız bir fiilin (mağdurun haksız fiili) meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olması aranmaktadır. Bu nedenle, örneğin, cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Gerçekten de 29. maddenin gerekçesinde de açık olarak ifade edildiği üzere; “…Hiddet ve şiddetli eylemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması gerekir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde özellikle “töre ve namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmektir.”

TCK’nun 38. maddesinin ikinci fıkrasında, üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme halinde, azmettirenin cezası arttırılmıştır. Çocukların suça azmettirilmesi halinde ise üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaksızın ceza artırımı yapılması öngörülmektedir. Böylece çocuklara suç işletenlerin cezaları artırılmaktadır. Töre ve namus cinayetlerinin çoğu kez çocuklara işlettirildiği, bu yönde azmettirildikleri hususu gözetilerek, konuya ilişkin olarak TCK’nun yaş küçüklüğü başlıklı 31. maddesi ile azmettirme başlıklı 38. maddelerine de değinmekte yarar bulunmaktadır;

Yaş küçüklüğü

Madde 31- (1) Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.

(2) (Değişik fıkra: 29/6/2005 – 5377/5 md.) Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on iki yıldan on beş yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan on bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası yedi yıldan fazla olamaz.

(3) (Değişik fıkra: 29/6/2005 – 5377/5 md.) Fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on sekiz yıldan yirmi dört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde on iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası on iki yıldan fazla olamaz.

 Azmettirme

Madde 38- (1) Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.

(2) Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme halinde, azmettirenin cezası üçte birden yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi halinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaz.

(3) Azmettirenin belli olmaması halinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilir. Diğer hallerde verilecek cezada, üçte bir oranında indirim yapılabilir.

Konumuzla ilgili olmasına binaen, yürürlükten kaldırılan 765 s. TCK’nun 462. maddesine deyinmekte yarar vardır. 765 s. TCK’nun 462. maddesindeki düzenleme ile karısı, kızı veya alt soyundan bir kadını, zina yaparken ya da zina yapacağı şüphesiyle yakalayan kişinin yaralama ve öldürme eylemlerinde cezanın sekizde bire kadar indirileceği öngörülmekteydi. Anılan madde 15.07.2003 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.

(765 s TCK  Madde 462- Yukarda geçen iki fasılda beyan olunan fiiller, zinayı icra halinde veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan veya zina yapmak veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmak üzere yahut henüz zina yapmış veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmuş olduğunda zevahire göre şüphe edilmeyecek surette görünen bir koca veya karı yahut kız kardeş veya füruğdan biri yahut bunların müşterek faili veya her ikisi aleyhinde karı veya koca yahut usulden biri veya erkek veya kız kardeş tarafından işlenmiş olursa fiilin muayyen olan cezası sekizde bire indirilir ve ağır hapis cezası hapis cezasına tahvil olunur.

Müebbet ağır hapis cezası yerine dört seneden sekiz seneye ve idam cezası yerine de beş seneden on seneye kadar hapis cezası verilir.) (Mülga: 15.07.2003-4928/19 md.)

462. maddeye ilişkin Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 1989-200 4 yılları arasındaki istatistiksel bilgiler aşağıda sunulmuştur.

Tablo: 1. Ceza Mahkemelerinde TCK’nun 462’nci Maddesi ile İlgili Davaların Karar Türleri

Not: karar türüne göre bilgi toplanılmasına 1994 yılından itibaren başlanmıştır.         

        Karar türleri 2002 yılından itibaren sanıklar için toplanmaktadır.

Diğer: yetkisizlik, görevsizlik, birleştirme.TCK 119 uyarınca ortadan kaldırma ve

 4616 sayılı kanuna göre davası ertelenerek çıkanları kapsamaktadır.   

    

Yine, 765 s. TCK’nun 453. maddesinde, yeni doğan çocuğunu şerefini kurtarma amacıyla öldüren anneye ceza indirimi öngörülüyordu. Yeni TCK’nda böyle bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

(765 s. TCK Madde 453 Öldürme fiili, anası tarafından şerefini kurtarmak saikiyle yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenmişse faile dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir..)

İntihara yönlendirme

Madde 84- (1) Başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) İntiharın gerçekleşmesi durumunda, kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Başkalarını intihara alenen teşvik eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Mülga ikinci cümle: 29/6/2005 – 5377/10 md.)

(4) İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan veya ortadan kaldırılan kişileri intihara sevk edenlerle cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara mecbur edenler, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulurlar.

Anılan madde ile  ahlâken tasvip edilmeyen bir tasarruf olan intihar veya intihara teşebbüs olgusu, bizatihi cezalandırılabilir bir davranış niteliği taşımaktadır. Buna karşılık, bir başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişinin bu fiilleri cezalandırılabilir niteliktedir.

Kasten yaralama

MADDE 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama suçunun;

a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,

b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle...

İşlenmesi halinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

TCK’nun 86. maddesinin birinci fıkrasında kasten yaralama suçu düzenlendikten sonra, ikinci fıkrasında bu suçun ağırlaşmış halleri öngörülmüştür. İkinci fıkranın (a) bendinde sayılan bu suçun üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı işlenmesi hali de bunlar arasında yer almaktadır.

Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçunu düzenleyen 87. madde ile taksirle yaralama suçunu düzenleyen 89. madde de bu fiillerin “gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olması” (TCK 87/1-e, 89/1-f) hali ile “gebe bir kadının çocuğunun düşmesine neden olması” hali suçun ağırlaştırılmış halleri olarak düzenlenmiştir. Ancak, ilk halde ceza bir kat arttırılırken, sonucu daha ağır olan ikinci halde ceza iki kat arttırılmaktadır.

Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama

MADDE 87- (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,

b) Konuşmasında sürekli zorluğa,

c) Yüzünde sabit ize,

d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,

e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,

Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, ikinci fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.

(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,

b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,

c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,

d) Yüzünün sürekli değişikliğine,

e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,

Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş yıldan, ikinci fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz.

(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına neden olması halinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, bir yıldan altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan on iki yıla kadar, ikinci fıkrasına giren hallerde ise on iki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.)

İşkence ve Eziyet

TCK’nun 94. maddesinin birinci fıkrasında işkence suçu tanımlanmış, ikinci ve üçüncü fıkralarında bu suçun ağırlaşmış halleri öngörülmüştür. İşkence suçunun çocuğa veya gebe kadına karşı işlenmesi (TCK m.94/2-a) bu haller arasında yer almakta olup, fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi (TCK m.94/3)  daha ağır cezayı gerektirmektedir.

İşkence

MADDE 94. - (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(2) Suçun;

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

…İşlenmesi halinde, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur…

İşkence fiilinin gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına (TCK m.95/1-e) veya çocuğunun düşmesine (TCK m.95/2-e) neden olması halleri, neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçu olarak kabul edilmiştir. Ancak verilecek ceza ilk halde yarı oranında arttırılırken, ikinci halde bir kat arttırılmaktadır.

Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence

MADDE 95. - (1) İşkence fiilleri, mağdurun;

a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,

b) Konuşmasında sürekli zorluğa,

c) Yüzünde sabit ize,

d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,

e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,

Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, yarı oranında artırılır.

(2) İşkence fiilleri, mağdurun;

a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,

b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,

c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,

d) Yüzünün sürekli değişikliğine,

e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,

Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.

(3) İşkence fiillerinin vücutta kemik kırılmasına neden olması halinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.)

Eziyet

MADDE 96. - (1) Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(2) Yukarıdaki fıkra kapsamına giren fiillerin;

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

b) Üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı,

İşlenmesi halinde, kişi hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Yasal düzenlemeden de anlaşılacağı üzere; “Eziyet” olarak, bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan  ve bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir.Aslında bu fiiller de kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyabilirler. Ancak, bu fiiller, ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedirler. Bir süreç içinde süreklilik arz eder bir tarzda işlenen eziyetin özelliği, işkence gibi, kişinin psikolojisi ve ruh sağlığı üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, eziyetin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir.

Maddenin ikinci fıkrasında eziyet suçunun nitelikli unsurları belirlenerek, suçun, çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına, üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı işlenmesi halinde ceza ağırlaştırılmaktadır.

TCK’nun 99. maddesi, “Çocuk Düşürtme” suçunu düzenlemiştir.

Çocuk düşürme ve düşürtme suçları açısından 2827 sayılı Nüfus planlaması Hakkında Kanunda yer alan hükümler göz önünde bulundurulmak suretiyle bir düzenleme yapılmıştır.

TCK’nun 99. maddesinin birinci fıkrasında, rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürtme suçu düzenlenirken, ikinci fıkrasında, tıbbî zorunluluk bulunmadığı halde kadının rızasıyla, çocuk düşürtme halinde gebeliğin on haftayı aşmamış bulunması koşulu ile fiil suç oluşturmayacaktır. Üçüncü ve dördüncü fıkralarında bu fiilin kadının beden veya ruh sağlığı bakımından bir zarara uğraması veya kadının ölümüne neden olması halleri suçun ağırlaşmış halleri olarak öngörülmektedir. Beşinci fıkrada, rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftayı doldurmamış olan kadının çocuğunun yetkili olmayan bir kişi tarafından düşürtülmesi suç olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, 1. ve 2. fıkralarda tanımlanan suçların mesleki olarak yetkisiz kişiler tarafından işlenmesi, cezanın artırılma nedenini oluşturmaktadır. Altıncı fıkraya göre, kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süre yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için, gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.

Çocuk düşürme

MADDE 100. - (1) Gebelik süresi on haftadan fazla olan kadının çocuğunu isteyerek düşürmesi halinde, bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

Kısırlaştırma; TCK’nun 101. maddesinin birinci fıkrasında bir erkek veya kadının rızası olmaksızın kısırlaştırılması suç olarak düzenlenmektedir. İkinci fıkrada ise rızaya dayalı bile olsa kısırlaştırmanın yetkili olmayan kimse tarafından icrası, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.

Cinsel saldırı

MADDE 102. - (1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.

(3) Suçun;

a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

c) Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı,

d) Silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,

İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.

(4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır.

(5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

(6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

TCK’nun 102. maddesinin ikinci fıkrasında cinsel saldırı fiilinin vücuda organ veya sair yabancı bir cisim sokulmak suretiyle işlenmesi, bu suçun ağırlaşmış hali olarak kabul edilmiş ve aynı düzenlemede önceki TCK’nda yer almayan bu fiilin eşe karşı işlenebileceği de hükme bağlanmıştır. Ancak bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi mağdur eşin şikâyetine tâbi tutulmuştur

102. maddenin 3. fıkrasında, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurları tanımlanmıştır

Önceki Türk Ceza Kanununda yer alan kaçırılan veya alıkonulan kız veya kadınla sanık veya hükümlünün evlenmesi halinde, fail hakkında kamu davası veya hüküm verilmişse cezanın çektirilmesinin ertelenmesine ilişkin düzenlemeye yeni Kanunda yer verilmemiştir.

Çocukların cinsel istismarı

Madde 103.- (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;

 a) On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,

b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,

Anlaşılır.

 (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

 (3) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/12 md.) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması halinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.

 (6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, on beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

 (7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

103. madde metninde çocukların cinsel istismarı fiilleri suç olarak tanımlanmış; erişkin kişilere karşı işlenen fiiller açısından cinsel saldırı ifadesi kullanılmasına rağmen, çocuklar açısından cinsel istismar ifadesi kullanılmıştır.

Maddenin 1. fıkrasında, cinsel istismar suçunun temel şekli açısından ceza yaptırımı, 2. fıkrasında bu suçun işleniş tarzı itibariyle nitelikli hali tanımlanmıştır.

103. maddenin üçüncü fıkrasına göre; cinsel istismarın çocukla aralarında belli akrabalık ilişkisi bulunan kişiler tarafından, çocuğun vasisi, eğiticisi, öğreticisi, bakıcısı, çocuğa sağlık hizmeti veren, çocuğa karşı koruma ve gözetim yükümlülüğü altında bulunan diğer bir kişi tarafından veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir.

4. fıkrada cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli hal belirlenmiştir.

6. ve 7. fıkralarda ise söz konusu suçun neticesi itibariyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiştir.

Reşit olmayanla cinsel ilişki

Madde 104.- (1) Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Fail mağdurdan beş yaştan daha büyük ise, şikâyet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılır.

104. madde ile reşit olmayan kişiyle cinsel ilişkide bulunmak, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır.

Cinsel taciz

Madde 105.- (1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur.

(2) (Değişik: 29/6/2005 - 5377/13 md.) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz.

105. maddede düzenlenen cinsel taciz, kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali niteliği taşımayan cinsel davranışlarla gerçekleştirilebilir. Cinsel taciz, cinsel taciz yönden, ahlâk temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesinden ibarettir.

Cinsel taciz suçunu düzenleyen TCK’nun 105. maddesinin ikinci fıkrasında(3), fiilin iş yerinde hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlenmesi hali suçun ağırlaşmış hali olarak öngörülmüştür. Ayrıca fıkranın ikinci cümlesinde bu fiil nedeniyle mağdurun işini terk etmek zorunda kalmış olması halinde, verilecek cezanın bir yıldan az olamayacağı hükme bağlanmıştır.

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma

Madde 109.- (1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

 (3) Bu suçun;

e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,

f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.

 ….

(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır…

Görüldüğü üzere, TCK’nun 109. maddesinin üçüncü fıkrasında, bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakma suçunun, üst-soy, alt-soy veya eşe ya da çocuğa karşı işlenmesi bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. Bu suçun cinsel amaçla işlenmesi, söz konusu suç açısından failin güttüğü amaç itibariyle ayrı bir nitelikli unsur oluşturmaktadır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşmesi halinde verilecek cezanın ayrıca artırıma tâbi tutulması gerekmektedir.

765 sayılı TCK’nın 434. maddesinde  Kaçırma olaylarında, kaçırılan kadınla nikâh kıyılması halinde verilen cezanın ertelenmesi öngörülüyordu. Yeni TCK ile böyle bir hükme yer verilmemiştir.

Ayırımcılık

Madde 122.- (1) Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, özürlülük, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak;

a) Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan,

b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı  reddeden,

c) Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen,

Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir.

AB düzenlemelerinde çok önemli bir yer tutan “ayrımcılıkla mücadele”, Anayasa’nın 10. maddesi dikkate alınarak, yeni TCK’nın 122 nci maddesiyle “Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak bazı kişilerin hukukun sağladığı olanaklardan yoksun hale getirilmelerini cezalandırmaktadır. Bu düzenleme ile ayrımcılık suçu açıkça Türk Ceza Mevzuatına dahil edilmiştir. (4)

Hakaret

Madde 125.- (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (…) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir…

Madde metninde hakaret suçu tanımlanmıştır. Hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır.

Müstehcenlik

Madde 226.- (1) a) Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri veren ya da bunların içeriğini gösteren, okuyan, okutan veya dinleten,

b) Bunların içeriklerini çocukların girebileceği veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösteren, görülebilecek şekilde sergileyen, okuyan, okutan, söyleyen, söyleten,

Kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır…

(3) Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukları kullanan kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.. .

(4) Şiddet kullanılarak, hayvanlarla, ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlara ilişkin yazı, ses veya görüntüleri içeren ürünleri üreten, ülkeye sokan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, başkalarının kullanımına sunan veya bulunduran kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır…

(7) Bu madde hükümleri, bilimsel eserlerle; üçüncü fıkra hariç olmak ve çocuklara ulaşması engellenmek koşuluyla, sanatsal ve edebi değeri olan eserler hakkında uygulanmaz.

Görüldüğü üzere, madde metninde, müstehcenlik ve çocukların bu tür zararlı yayınlara karşı korunmasına ilişkin hükümler düzenlenmiştir.

 Fuhuş

Madde 227.- (1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.

(2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üç bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır.

(3) Fuhuş amacıyla ülkeye insan sokan veya insanların ülke dışına çıkmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre cezaya hükmolunur.

(4) Cebir veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.

(5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır…

 (8) Fuhşa sürüklenen kişi, tedavi veya terapiye tâbi tutulur.

TCK’nun “fuhuş” başlığını taşıyan Genel ahlâka karşı işlenen suçlar arasında yer alan 227. maddesinde, kişilerin ve özellikle çocukların fuhşa teşviki, fuhşa sürüklenmesi fiillerinin hangi koşullarda suç oluşturduğu hususlarında düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler yapılırken, Türkiye’nin fuhuşla mücadele ile ilgili olarak uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükleri göz önünde bulundurulmuştur.

Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama

Madde 228.- (1) Kumar oynanması için yer ve imkân sağlayan kişi, bir yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Çocukların kumar oynaması için yer ve imkân sağlanması halinde, verilecek ceza bir katı oranında artırılır...

Görüldüğü üzere, Maddenin ikinci fıkrasında, çocukların kumar oynaması için yer veya başka surette imkân sağlanması, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hali olarak tanımlanmıştır.

Dilencilik

Madde 229.- (1) Çocukları, beden veya ruh bakımından kendini idare edemeyecek durumda bulunan kimseleri dilencilikte araç olarak kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Bu suçun üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımları ya da eş tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır…

Çocukları, fiziksel veya zihinsel engellileri dilencilikte araç olarak kullanmak suretiyle başkalarının diğerkamlık ve acıma duyguları istismar edilmekle ve haksız kazançlar elde edebilmektedirler. Bu durumun kişilerdeki kimsesizlere, yoksullara yardım etme yönündeki hasletlerin zayıflamasına yol açtığı, bilinen bir gerçektir. Bu düşüncelerle, çocukların, fiziksel ve zihinsel engellilerin dilencilikte araç olarak kullanılması, suç olarak tanımlanmıştır.

Kötü muamele

Madde 232.- (1) Aynı konutta birlikte yaşadığı kişilerden birine karşı kötü muamelede bulunan kimse, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) İdaresi altında bulunan veya büyütmek, okutmak, bakmak, muhafaza etmek veya bir meslek veya sanat öğretmekle yükümlü olduğu kişi üzerinde, sahibi bulunduğu terbiye hakkından doğan disiplin yetkisini kötüye kullanan kişiye, bir yıla kadar hapis cezası verilir.

Aile düzenine karşı suçlar arasında yer alan TCK’nun 232. maddesinde, aynı konutta birlikte yaşayan kişilerden birine karşı kötü muamele fiilini işleyen kişi cezalandırılmak suretiyle, aile içi şiddet suç olarak yeniden düzenlenmektedir.

Maddenin ikinci fıkrasında faille mağdur arasında belirli ilişkiden kaynaklanan disiplin yetkisinin kötüye kullanılması ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.

232. maddenin 675 s. TCK’ndaki karşılığı olan 477 maddesine ilişkin Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 1989-2004 yılları arasındaki istatistiksel bilgiler aşağıda sunulmuştur. (5237 sayılı TCK 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girdiğinden 232. maddeye ilişkin istatistik henüz bulunmadığından, 765 s. TCK’nun 477.md.’ne dair istatistiksel veri sunulmaktadır.)

Tablo: 2. Ceza Mah.lerine TCK’nun 477’nci Maddesi ile İlgili Açılan Davalar ve Sanık Sayıları

 

Not: Karar türüne göre bilgi toplanmasına 1994 yılından itibaren başlanmıştır.

        Karar türleri 2002 yılından itibaren sanıklar için toplanmaktadır.

Diğer: Yetkisizlik, görevsizlik, birleştirme. TCK’nun 119 uncu maddesi uyarınca ortadan kaldırma ve 4616 Sayılı Kanuna göre davası ertelenerek çıkanları kapsamaktadır.

Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali

Madde 233- (1) Aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişi, şikâyet üzerine, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Hamile olduğunu bildiği eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendisinden gebe kalmış bulunduğunu bildiği evli olmayan bir kadını çaresiz durumda terk eden kimseye, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Velayet hakları kaldırılmış olsa da, itiyadi sarhoşluk, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılması ya da onur kırıcı tavır ve hareketlerin sonucu maddi ve manevî özen noksanlığı nedeniyle çocuklarının ahlâk, güvenlik ve sağlığını ağır şekilde tehlikeye sokan ana veya baba, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yine aile düzenine karşı suçlar arasında yer alan TCK’nun 233. maddesinin birinci fıkrasında, aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşması için terk olgusunun oluşmaması gerekir.Aksi takdirde terk suçu oluşur.

İkinci fıkrasında ise, evli olsun veya olmasın gebe olan eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendinden gebe kalmış evli olmayan bir kadını çaresiz durumda terk  eden yani ona her türlü yardımı yapmaksızın ortada bırakan kişi cezalandırılmaktadır.

Üçüncü fıkra ile doktrinde manevî terk olarak tanımlanan ailenin terki suçu düzenlenmiştir. Suç, itiyadi sarhoşluk,uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma ya da onur kırıcı yaşayış tarzı nedeni ile özen noksanı veya kusurundan dolayı çocukların ahlâk, güvenlik ve sağlıklarının ağır şekilde tehlikeyle karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.

Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçuna ilişkin düzenleme yeni TCK ile ceza mevzuatımıza girmiştir.

Genital muayene

Madde 287- (1) Yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(2) Bulaşıcı hastalıklar dolayısıyla kamu sağlığını korumak amacıyla kanun ve tüzüklerde öngörülen hükümlere uygun olarak yapılan muayeneler açısından yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz.

TCK’nun 287. maddesinin birinci fıkrasında, yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın bir kişinin genital muayeneye gönderilmesi veya bu muayenenin yapılması, bağımsız bir suç olarak düzenlenmiştir.

B.2.2.  5271 Sayılı CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (5)

5271 sayılı CMK’nun 52. maddesinde “tanıkların dinlenmesi” hükmü düzenlenmiştir.Maddenin 3. fıkrasında, tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya seslerin kayda alınabileceği hususu düzenlenmiş olup, 3. fıkranın (a) bendinde “mağdur çocukların” tanıklığında görüntü ve ses kaydının zorunlu olduğu hususu hüküm altına alınmıştır. Şöyle ki;

Tanıkların dinlenmesi

Madde 52 –Ê (1) Her tanık, ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenir.

(2) Tanıklar, kovuşturma evresine kadar ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine ilişkin hâllerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler.

(3) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya sesler kayda alınabilir. Ancak;

a) Mağdur çocukların,

b) Duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin,

Tanıklığında bu kayıt zorunludur.(*)

(4) Üçüncü fıkra hükmünün uygulanması suretiyle elde edilen ses ve görüntü kayıtları, sadece ceza muhakemesinde kullanılır.

Şüpheli, sanık, mağdur ve diğer kişilerin beden muayenesi, vücudundan örnek alınması, moleküler genetik incelemeler  konusu 5271 s. CMK’nun 75-81. maddelerinde düzenlenmiştir;

Şüpheli veya sanığın beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması

MADDE 75.– (Değişik: 25.05.2005 – 5353/2 md.)

 (1) Bir suça ilişkin delil elde etmek için şüpheli veya sanık üzerinde iç beden muayenesi yapılabilmesine ya da vücuttan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilmesine; Cumhuriyet savcısı veya mağdurun istemiyle ya da re’sen hâkim veya mahkeme, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört saat içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme, yirmidört saat içinde kararını verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve elde edilen deliller kullanılamaz.

(2) İç beden muayenesi yapılabilmesi veya vücuttan kan veya benzeri biyolojik örnekler alınabilmesi için müdahalenin, kişinin sağlığına zarar verme tehlikesinin bulunmaması gerekir.

(3) İç beden muayenesi veya vücuttan kan veya benzeri biyolojik örnekler alınması, ancak tabip veya sağlık mesleği mensubu diğer bir kişi tarafından yapılabilir.

(4) Cinsel organlar veya anüs bölgesinde yapılan muayene de iç beden muayenesi sayılır.

(5) Üst sınırı iki yıldan daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda, kişi üzerinde iç beden muayenesi yapılamaz; kişiden kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınamaz.

(6) Bu madde gereğince alınacak hâkim veya mahkeme kararlarına itiraz edilebilir.

(7) Özel kanunlardaki alkol muayenesine ve kan örneği alınmasına ilişkin hükümler saklıdır.

Diğer kişilerin beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması

MADDE 76.– (Değişik: 25.05.2005 – 5353/3 md.)

(1) Bir suça ilişkin delil elde etmek amacıyla, mağdurun vücudu üzerinde dış veya iç beden muayenesi yapılabilmesine veya vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilmesine; sağlığını tehlikeye düşürmemek ve cerrahî bir müdahalede bulunmamak koşuluyla; Cumhuriyet savcısının istemiyle ya da re’sen hâkim veya mahkeme, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört saat içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme, yirmidört saat içinde kararını verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve elde edilen deliller kullanılamaz.

(2) Mağdurun rızasının varlığı halinde, bu işlemlerin yapılabilmesi için birinci fıkra hükmüne göre karar alınmasına gerek yoktur...

CMK’nun “Kadının muayenesi” başlıklı  77. maddesinde, kadının muayenesinin istemi halinde ve olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılacağı düzenlenmektedir.

Moleküler genetik incelemeler

MADDE 78.– (1) 75 ve 76 ncı maddelerde öngörülen işlemlerle elde edilen örnekler üzerinde, soybağının veya elde edilen bulgunun şüpheli veya sanığa ya da mağdura ait olup olmadığının tespiti için zorunlu olması hâlinde moleküler genetik incelemeler yapılabilir. Alınan örnekler üzerinde bu amaçlar dışında tespitler yapılmasına yönelik incelemeler yasaktır...

Hâkimin kararı ve inceleme yapılması

MADDE 79.– (1) 78 inci madde uyarınca moleküler genetik incelemeler yapılmasına sadece hâkim karar verebilir...

Genetik inceleme sonuçlarının gizliliği

MADDE 80.– (Değişik: 25.05.2005 – 5353/4 md.)

 (1) 75, 76 ve 78 inci madde hükümlerine göre alınan örnekler üzerinde yapılan inceleme sonuçları, kişisel veri niteliğinde olup, başka bir amaçla kullanılamaz; dosya içeriğini öğrenme yetkisine sahip bulunan kişiler tarafından bir başkasına verilemez.

(2) Bu bilgiler, kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hâllerinde Cumhuriyet savcısının huzurunda derhâl yok edilir ve bu husus dosyasında muhafaza edilmek üzere tutanağa geçirilir.

Tutuklama

Tutuklama nedenleri

Madde 100–  (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76, 77, 78),

2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),

3. İşkence (madde 94, 95)

4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),

5. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),

100. maddesinin 3. fıkrasında sayılan suçlar, tutuklama nedenlerinin var olduğu kabul edilen hallerdir. Bazı suçların işlendiği yolunda kuvvetli şüphelerin bulunması halinde, otomatik olarak tutuklama nedenlerinin de var olduğu kabul edilmiştir. Yani işlenen suç, 3. fıkrada sayılan suçlardan biri ise, şüphelinin kaçacağı, saklanacağı, delilleri gizleyeceği, değiştireceği, tanıklara ya da mağdurlara baskı yapacağı, bir başka anlatımla, 2. fıkrada belirtilen durumların mevcut olacağı varsayılmaktadır.

Madde 109 – Adlî Kontrol

(1) 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir…

(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tâbi tutulmasını içerir:…

i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adli kararlar gereğince ödemeye mahkum edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek…

CMK’nun 109. maddesinin birinci fıkrasında, 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebileceği hükme bağlanmıştır.

Adlî kontrolün nelerden ibaret olduğunu belirtilen üçüncü fıkrasının (i) bendinde “aile yükümlülüklerinin yerine getirileceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermeye karar verilebileceği” hükme bağlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın, aynı zamanda aile yükümlülükleri bulunmaktaysa, bu yükümlülüklerin yerine getirilmesinin de güvence altına alınması gerekecektir. Bunun sağlanması amacıyla da parasal güvence tesis edilebilir.

Madde 112 – Tedbirlere Uymama

 Adlî kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir.

Madde, adlî kontrol kapsamında hükmedilmiş yükümlülüklere uymayan şüpheli veya sanık hakkında uygulanacak yaptırımları göstermektedir. Böyle bir halde yetkili mercii, yükümlülüğü ihlal eden hakkında derhal tutukluluk müzekkeresi kesebilecek ve hükmedilebilecek hürriyeti bağlayıcı cezanın süresi göz önüne alınmayacaktır.

Tutuklamanın yasak olduğu hallerde dahi adli kontrol yükümlülüğünü ihlal edenler tutuklanabileceklerdir.

Ê Madde 114 - Önceden Ödetme

 (1) Hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı, şüpheli veya sanığın rızasıyla güvencenin mağdurun haklarını karşılayan veya nafaka borcuna ilişkin bulunan kısımlarının, istedikleri takdirde, mağdura veya nafaka alacaklılarına verilmesini emredebilir.

 (2) Soruşturma ve kovuşturmanın konusunu oluşturan olaylar nedeniyle, mağdur veya nafaka alacaklısı lehinde bir yargı kararı verilmiş ise, şüpheli veya sanığın rızası olmasa da ödemenin yapılması emredilebilir.

Hâkim veya mahkeme ya da Cumhuriyet savcısı henüz hüküm verilmeden, güvencenin mağdurun haklarını güvence altına alan veya nafaka borcuna ilişkin olan kısmının, mağdura veya nafaka alacaklısına verilmesini emredebilecektir.

Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi

İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması

Madde 135 – (1) (Değişik birinci cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir…

 (6) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler  ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:

a) Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80),

2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),

3. İşkence (madde 94, 95),

4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),

5. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),

Mağdur ile şikâyetçinin hakları

Madde 234 –Ê (1) Mağdur ile şikâyetçinin hakları şunlardır:

a) Soruşturma evresinde;

1. Delillerin toplanmasını isteme,

2. Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme,

3. Vekili yoksa, baro tarafından kendisine bir avukat görevlendirilmesini isteme,

4. 153 üncü maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini ve elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme,

5. Cumhuriyet savcısının, kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararına kanunda yazılı usule göre itiraz hakkını kullanma.

b) Kovuşturma evresinde;Ê

1. Duruşmadan haberdar edilme,

2. Kamu davasına katılma,

3. Tutanak ve belgelerden vekili aracılığı ile örnek isteme,

4. Tanıkların davetini isteme,

5. Vekili yoksa, baro tarafından kendisine avukat atanmasını isteme,

6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma.

(2) Mağdur, on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilir.

(3) Bu haklar, suçun mağdurları ile şikâyetçiye anlatılıp açıklanır ve bu husus tutanağa yazılır.

Maddede, şikâyetçi ve mağdura tanınan haklar açıkça belirtilmiştir. Örneğin, mağdur ile şikâyetçi, vekili yoksa, baro tarafından kendisine bir avukat görevlendirilmesini isteyebilecektir. İkinci fıkraya göre, mağdur, on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilir.

Mağdur ile şikâyetçinin dinlenmesi

Madde 236 – (1) Mağdurun tanık olarak dinlenmesi halinde, yemin hariç, tanıklığa ilişkin hükümler uygulanır.

(2) İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdur, bu suça ilişkin soruşturma veya kovuşturmada tanık olarak bir defa dinlenebilir. Maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk arz eden haller saklıdır.

(3) Mağdur çocukların veya işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş olan diğer mağdurun tanık olarak dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulur. Bunlar hakkında bilirkişilere ilişkin hükümlerÊ uygulanır.

ÊMadde ile işlenmiş suç nedeniyle psikolojisi bozulmuş olan çocuk ve mağdurlar için özel hükümler sevk edilmiş bulunmaktadır. Buna göre;

a. Bu suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmada, tanık olarak bir defa dinlenebilirler ancak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacından hareketle bu kurala istisna getirilmiştir.

b. Mağdur çocukların veya işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş diğer mağdurların tanık olarak dinlenmesi sırasında maddede sayılan nitelikte uzman bir kişi bulundurulur.

Kamu davasına katılma

Madde 237 –Ê (1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler...

Kanunumuz -örneğin Alman Kanunu belli suçlarda katılmayı uygun görürken- ileri giderek, suç bakımından bir sınırlama yapmamış, katılma hakkını suçtan zarar gören tarafa, mağdur ve malen sorumlu olanlara tanımıştır.. 

Katılanın hakları

Madde 239 –  (1) Mağdur veya suçtan zarar gören, davaya katıldığında, mahkemeden istemesi halinde baro tarafından bir avukat görevlendirilir.

(2) Mağdur veya suçtan zarar görenin çocuk, sağır ve dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olması halinde avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz.

Kanunun dayandığı temel ilkelerden birisi de mağdurun korunmasıdır. Bu madde; anılan ilkenin hayata geçirilmesini ifade eden önemli bir hüküm getirmekte; mağdura tanınan haklar çerçevesinde, maddi ve hukuki durumu elverişli olmayan katılanlara, istemleri halinde baro tarafından avukat görevlendirilmesini öngörmektedir. Eğer katılan on sekiz yaşını henüz doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendini savunamayacak derecede malul ve avukatı da yoksa, avukat görevlendirilmesi için istem aranmaz, bu husus re’sen yerine getirilir. Türk hukukunda insan hakları alanında önemli bir anlayış değişikliğini ortaya koyan bu modern hüküm, suç ile mağdur duruma düşürülen kimselerin bir de yargılamada mağdur olmalarının önüne geçecek bir tedbir oluşturması bakımından önem taşımaktadır.

B. 2.3. 4857 Sayılı İŞ KANUNU

Türk İş Kanununda son yıllara kadar ayrımcılık konusunda genel ve özel bir hüküm bulunmamaktaydı. Ağustos 2002 de çıkarılan 4773 sayılı yasayla kısmen değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerle ilk kez iş güvencesi benimsenmiştir. 4857 sayılı yeni İş Kanunu 10 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Kanunun yukarıda anılan “eşit davranma ilkesi” başlıklı 5. maddesi uyarınca; “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yapılamaz”. Söz konusu maddede ayrıca, işverenin esaslı sebepler olmadıkça tam-kısmi süreli çalışan işçi ile belirli-belirsiz süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamayacağı, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, cinsiyet veya gebelik nedeniyle iş sözleşmesinin yapılması, uygulanması ve sona ermesinde doğrudan veya dolaylı ayrımcılık yapılamayacağı, eşit işte cinsiyete dayalı farklı ücret kararlaştırılamayacağı, yine “işçinin cinsiyeti nedeniyle koruyucu hükümlerin uygulanmasının ayrımcılık sebebi olamayacağı” hususlarında hüküm getirilmiş, iş ilişkisinde veya sona ermesinde bu hükümlere aykırı davranıldığında uygulanacak maddi yaptırımlar ile ispat külfeti düzenlenmiştir.

- 4857 sayılı yeni İş Kanununun “Feshin geçerli sebebe dayandırılması” başlıklı 18. maddesinde de, otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin sözleşmesinin feshi için işverenin işçinin yeterliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorunda olduğu belirtildikten sonra, özellikle fesih sebebi olamayacak haller arasında “ırk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler” ile “kadın işçilerin hamilelik, doğum ve süt izni sebebiyle işe gelmemeleri” açıkça sayılmıştır. Fesih sebebi olamayacak diğer haller, sendika üyeliği, sendikal faaliyetler, yasal hakların kullanımı,hastalık veya kaza nedeniyle yasal izin haklarının kullanılması olarak belirtilmiştir. 

Kanunun “İşçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı” başlıklı 24. maddesi ile işçiye cinsel tacizde bulunulması haklı nedenle iş sözleşmesinin feshi nedeni sayılmıştır. Yine, işverenin, işçinin veya aile fertlerinden birinin şeref ve namusuna yönelik söz ve davranışları, sataşması gibi ahlâk ve iyiniyet kurallarına uymayan durumlar da işçiye iş sözleşmesini haklı fesih hakkını vermektedir.

Kanunun “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” başlıklı 25. maddesi ile işverene cinsel tacizde bulunulması haklı nedenle iş sözleşmesinin feshi nedeni sayılmıştır. Yine, işçinin, işverenin veya aile fertlerinden birinin şeref ve namusuna yönelik söz ve davranışları, sataşması, işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması gibi ahlâk ve iyiniyet kurallarına uymayan durumlar da işverene iş sözleşmesini haklı fesih hakkını vermektedir

Kanunun “Yıllık izin bakımından çalışılmış gibi sayılan haller” başlıklı 25. maddesi ile; Kanunun kabul ettiği eşitlik prensibine uygun olarak, kadın işçilerin doğumdan önce ve sonra çalıştırılmadıkları günler, 55. maddeye göre yıllık ücretli izin hakkının hesabında çalışılmış gibi sayılacaktır.

Yer ve su altında çalıştırma yasağı

Madde 72 - Maden ocakları ile kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında veya su altında çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılması yasaktır.

- Kanunun 72. maddesine göre maden ocakları ile kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında veya su altında çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılması yasaktır.

Kanunun “Analık halinde çalışma ve süt izni” başlıklı 74. maddesi ile kadın işçilerin doğumdan önce 8 ve doğumdan sonra 8 hafta olmak üzere toplam 16 hafta çalıştırılmamaları esası ile çoğul gebelik halinde doğumdan önceki 8 haftalık süreye 2 hafta daha eklenmesi hususu getirilmekte; sağlık durumu elverdiği takdirde kadına doğumdan önce üç haftaya kadar çalışabilme ve kalan süreyi doğum sonrası süreye ekleme imkânı tanınmaktadır.

Ayrıca, maddeye göre isteği halinde kadın işçiye 16 haftalık süreden sonra altı aya kadar ücretsiz izin verilecektir. Kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam 1.5 saat ücretli süt izni verilecektir.

Kanunun “Sağlık ve güvenlik tüzük ve yönetmelikleri” başlıklı 78. maddesi ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkaracağı hükme bağlanmıştır.

Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkedilen “Devlet Memurları Kanunu ve İş Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nda İş Kanununun 18, 25 ve 74. maddelerinde ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 104 ve 108. maddelerinde değişiklik yapılmıştır. Buna göre, işçi ve memur çalışanlar arasında doğum izinlerine ilişkin ayrım kaldırılmakta, cinsiyete dayalı rol ayrımlarının ortadan kalkması, çalışan kadının doğum nedeniyle mağduriyetinin önlenmesi bakımından 6 aylık ücretsiz izin hakkından, eşleri doğum yapan erkeklerle, evlat edinmek için geçici bakım sözleşmesi yapan çalışanların yararlanması, kadın çalışan veya eşinin talebi üzerine bu iznin, 12 aya kadar uzatılabilmesi öngörülmektedir.

B.2.4.  4721 Sayılı TÜRK MEDENİ KANUNU

Ülkemizde kadının toplum içindeki statüsünün belirlenmesi, kadınların eşit haklara sahip çağdaş bireyler olarak toplumsal yaşamda yer almasını sağlamak üzere “eşlerin eşit haklarda yararlanma ilkesi” doğrultusunda, Anayasa’da yer alan eşitlik” ve cinsler arasındaki ayrımcılığı” yasaklayan maddelere ve Türkiye’nin taraf olduğu ve uygulama konusunda yükümlülük altına girdiği uluslararası belgelere dayanılarak hazırlanan ve 1 Ocak 2002’den itibaren yürürlüğe giren Türk Medenî Kanunu’nda eşler arasında eşitliği sağlayan çağdaş düzenlemeler yapılmıştır.

Kanunla getirilen bazı yenilikler şöyle özetlenebilir;

Yeni Medenî Kanun eski Türk Kanunu Medenisinden farklı olarak artık kocanın hakları, kocanın yükümlülükleri kadının hakları, kadının yükümlülükleri gibi bir ayrım yapmamaktadır. Eşler arasında hiçbir ayrım gözetmeksizin her ikisi için eşit haklar, eşit yükümlülükler, eşit sorumluluklar getirmektedir. Aile hukuku, yeni Türk Medeni Kanunu’nun en çok değişikliğe uğrayan, yenilikler getiren bölümüdür. Aile hukuku, kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmeyi ve çocuklar arasında, doğum sırasında ana ve babalarının evli olup olmamasına göre ayırım yapmamayı en önemli ilkeler olarak benimsemiştir.

- Önceki Kanunda kadın-erkek için farklı olan evlenme yaşı kadın-erkek farkı gözetilmeden ülkemiz şartlarına ve çağdaş eğilimlere uygun olarak yükseltilmiştir. Böylece erken yaşta evlenmenin sakıncaları önlenmek istenmiştir.

Bundan böyle on yedi yaşını dolduran kadın ve erkek evlenebilecektir. Olağanüstü durumlarda ise aynı biçimde on altı yaşını dolduran, hâkimin izniyle evlenebileceklerdir. (md. 124)

- Evlenme başvurusunda kadın-erkek eşitliğini sağlamak üzere başvurunun evleneceklerin içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte yapılması öngörülmektedir. Böylece kadın mutlaka evleneceği erkeğin oturduğu yere gitmek durumunda kalmayacak, nerede birlikte başvurulacağı taraflar arasında ortaklaşa kararlaştırılabilecektir. (md.134)

- Koca evlilik birliğinin reisidir kuralı kaldırılarak birliğin yönetiminde eşit söz hakkı tanınmıştır. (md. 186/2)

- Evlilik birliğini temsil etme hak ve yetkisi eşit olarak her iki eşe de tanınmıştır. (md. 188)

- Birliği eşler beraberce yönetirler” denmek suretiyle evin içişlerinin yönetimi hakkında karı ile kocanın eşit haklara sahip bulunduğu ifade edilmiştir. (md. 186/2)

- Eşlerin oturacakları evin seçimini kocaya bırakan hüküm değiştirilmiştir. Artık eşler oturacakları evi birlikte belirleyeceklerdir. (md. 186/1)

- Birliği temsil yetkisinin kullanıldığı hallerde, eşler üçüncü kişilere karşı müteselsilen sorumlu olur” hükmüyle eşler arasında eşitlik sağlanmıştır. Böylece belli bir gelire sahip olan kadın eşler de üstlenilen borçlardan sorumlu tutulacaklardır. (md. 189)

- Temsil yetkisinin kaldırılması veya sınırlanması konusunda kocaya tanınan hak kaldırılarak evli kadının aleyhine olan eşitsizlik giderilmiştir. Bu hak eşlerden birinin başvurusu üzerine karar verecek hâkime tanınmıştır. (md.190/1)

- Eşlerden her biri meslek ve iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda olmayacaktır. Ancak, eşlerden biri iş veya meslek seçerken ve seçtiği iş ve mesleği yürütürken evlilik birliğinin huzur ve yararını göz önünde tutmak, yani kendisinden beklenebilen dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür. (md. 192)

- Kadın ve çocukların geçim ve bakımlarının kocaya ait olduğunu öngören hüküm, eşler arasında eşitlik sağlamak üzere kaldırılmıştır. Bu konuda “Eşler birliğinin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.” hükmünü getirmiştir. Bu hüküm uyarınca geliri olan eş birliğin giderlerine malvarlığıyla, yani belli oranda parasal katkıda bulunarak, geliri olmayan eş ise emeğiyle katılmış olacaktır. Böylece özellikle belli bir geliri olmayan kadın eşlerin ev işlerinde ve hatta kocalarının işyerlerinde harcadıkları emeklerini dikkate almak suretiyle onların boşanma halinde doğacak hakları koruma altına alınmış olmaktadır. (md. 186/3)

- Kadına müşterek saadetin temini hususunda gücü yettiği kadar kocasının muavin ve müşaviri olma yükümlülüğünü getiren hüküm eşitlik ilkesine uymadığından kaldırılmıştır.

- Velayetin yürütülmesinde, örneğin doğan çocuklarına ad konulmasında veya çocuklarının eğitiminde, özellikle mesleki eğitiminde anlaşmazlığa düşerlerse, babanın oyuna üstünlük tanıyan hüküm, kadın-erkek eşitliğini zedelediği için kaldırılmıştır. Böyle bir anlaşmazlık halinde eşlerden hiçbirine üstünlük tanınmamakta; böylece kadın-erkek eşitliği sağlanmış olmaktadır. (md. 339)

- “Ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması” boşanma nedeni sayılmıştır. (md.162)

- Aile Hukukunun kadın-erkek eşitliği bakımından, büyük önem taşıyan bir düzenlemesi de evlilik birliğindeki mal rejimleridir. Edinilmiş mallara katılma rejiminin yasal mal rejimi olarak kabul edilmesi uygun görülmüştür. Eşler ayrıca mal rejimi sözleşmesi yaparak Kanunda belirlenen diğer mal rejimlerinden (mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı ve mal ortaklığı) birini seçebileceklerdir. (md. 218 ve devamı)

Edinilmiş mallara katılma rejimi, malların paylaşılması anlamında değil ama, hem ortaya konulan emeğin evlilik birliğinin mutluluğunu birlikte sağlamak yolunda bir çaba olduğu, hem onun sonuçlarının da her iki eşe ait olduğu anlamında bir felsefenin ifadesidir.

- Sağ kalan eşin miras nedeniyle mağdur olmaması için hükümler konmuştur. Eşlerden birinin ölümü hâlinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eşin korunması amacıyla, bunlar üzerinde miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebileceği öngörülmüştür. Yine haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya miras bırakanın diğer yasal mirasçılarının istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınması olanağı getirilmiştir. (md. 652) Benzer hükümler, evlilik birliğinde mal rejimleri ile ilgili hükümler arasında yer almaktadır. (md. 240)

- Evli kadının soyadı konusunda; önceki Medenî Kanun düzenlemesi yeni Medenî Kanunda korunmuştur. Bu madde “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır, ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir” düzenlemesini içermektedir. (md. 187)

Soyadı, Türk hukukuna 21.06.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu ile girmiştir. Buna göre, her Türk öz adından başka soyadını da taşımak zorundadır. Soyadı seçme görevi ve hakkı evlilik birliğinin başkanı olarak kocaya aittir. Bununla birlikte, kocanın ölmüş ve karının evlenmiş olması ya da kocanın akıl hastalığı ve akıl zayıflığı nedeniyle vesâyet altında bulunması ve evliliğin devam etmesi durumlarında soyadı seçmek hak ve görevi karınındır.

Türk Medenî Kanununda önceki Kanunun düzenlemesi, evlenmiş bir kadının kocasının soyadını kullanmayarak sadece kendi kızlık soyadını taşımaya devam etmesinin uygulamada karmaşa yaratacağı, istenmeyen sonuçlar doğuracağı, örneğin ana ve babaları farklı soyadı taşıdığından bu evlilikten doğan çocukları zor durumda bırakabileceği endişeleriyle korunmuştur.

Bununla birlikte Anayasa’da 07.05.2004 tarihinde yapılan değişiklikle 10. maddeye “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.” kuralı eklenmiştir. Bu kural kadın-erkek eşitliği ile ilgili olarak yapılacak bütün hukuki düzenlemelere temel oluşturacaktır.

Farklı cinslerin eşit haklara sahip olması ilkesi, kadın ve erkeğin cinsiyetine bakılmaksızın aynı hukuksal statüye bağlı tutulmasını ve bunun sonucu olarak da hak ve özgürlüklerle sorumluluklar bakımından tam bir eşitlik sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin taraf olduğu “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” nde (CEDAW) eşitlik ilkesinin somut bir göstergesi olan farklı cinslerin eşit haklara sahip olması ilkesinin esas alındığı görülmektedir.

Bu arada Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 10. maddesi yeni yasal mal rejiminin mevcut evlilikler bakımından hangi tarihten itibaren uygulama alanı bulacağını düzenlemektedir. Bu maddeye göre Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten, yani 1 Ocak 2002 tarihinden önce evlenmiş olanlar, bu tarihten itibaren 1 yıl içinde başka bir mal rejimi seçmezlerse veya yasal mal rejiminin evliliklerinin başlangıcından itibaren uygulanmasını sözleşmeyle kararlaştırmazlarsa, yeni mal rejimi           1 Ocak 2002 tarihinden itibaren onlar hakkında da uygulanacaktır. Başka bir deyişle, 1 Ocak 2002 tarihine kadar daha önce uygulanmakta olan mal rejimi ne ise o uygulanmaya devam edecektir.     Türkiye Büyük Millet Meclisinde kanunların geçmişe etkili olmaması ilkesine uygun olarak kabul edilen çözüm bu olmuştur. Edinilmiş mallara katılma rejimi, ilk kez yeni Türk Medenî Kanunu ile hukukumuza girdiği, o nedenle daha önce hukukumuzda varolmayan bir düzenlemenin 1 Ocak 2002’den önce mevcut evlilikler hakkında uygulanması bu kuralların geriye yürütülmesi anlamına geleceği, yeni hükümleri geçmişteki olaylara uygulayıp, daha önce yaşanmış, tamamlanmış ilişkiler ve kazanılmış haklar bakımından yeni kuralların geçerli olduğunu söylemenin mümkün olmadığı düşüncesiyle bu çözüm Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmiştir.

Kadın ve çocuğa yönelik şiddetin sonuçları bağlamında Medeni Kanununda yer alan hükümlere genel olarak bakmak gerekirse;

BOŞANMA

ÊA. Boşanma sebepleri

l.Ê Zina

MADDE 161  Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Eşlerden biri zinayı öğrendiği tarihten itibaren altı ay içinde bu nedenle boşanma davası açabilir. Zina Türk Ceza Yasasında suç olmaktan çıkarılmış, ancak boşanma nedeni olmaya devam etmektedir.

II. Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış

MADDE 162.- Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Affeden tarafın dava hakkı yoktur.

III. Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme

MADDE 163.- Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir.

IV. Terk

Madde 164.- Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise;Ê terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.

Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.

V. Akıl hastalığı da Kanunun 165. maddesinde sayılan boşanma nedenleri arasında yer almaktadır.

VI. Evlilik birliğinin sarsılması

Madde 166.- Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir…

Madde 167.- Boşanma davası açmaya hakkı olan eş, dilerse boşanma, dilerse ayrılık isteyebilir.

VII. Geçici önlemler

MADDE 169.- Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.

 Boşanmada tazminat ve nafaka

1. Maddî ve manevî tazminat

Madde 174.- Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.

Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.

2. Yoksulluk nafakası

Madde 175.- Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.

Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.

3. Tazminat ve nafakanın ödenme biçimi

EVLİLİĞİN GENEL HÜKÜMLERİ

ÊA. Haklar ve yükümlülükler

I. Genel olarak

Madde 185.- Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur.

Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.

Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.

II. Konutun seçimi, birliğin yönetimi ve giderlere katılma

MADDE 186.- Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler.

Birliği eşler beraberce yönetirler.

Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar. 

III. Kadının soyadı

Madde 187.- Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.

B. Birliğin temsili

I. Eşlerin temsil yetkisi

Madde 188.- Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder.

Ailenin diğer ihtiyaçları için eşlerden biri, birliği ancak aşağıdaki hâllerde temsil edebilir:

1. Diğer eş veya haklı sebeplerle  hâkim  tarafından yetkili kılınmışsa,

2. Birliğin yararı bakımından gecikmede sakınca bulunur ve diğer eşin hastalığı, başka bir yerde olması veya benzeri sebeplerle rızası alınamazsa.

C. Eşlerin meslek ve işi

Madde 192.- Eşlerden her biri, meslek veya iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda değildir. Ancak, meslek ve iş seçiminde ve bunların yürütülmesinde evlilik birliğinin huzur ve yararı göz önünde tutulur.

E. Birliğin korunması

I. Genel olarak

MADDE 195.- Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler.

Hâkim, eşleri yükümlülükleri konusunda uyarır; onları uzlaştırmaya çalışır ve eşlerin ortak rızası ile uzman kişilerin yardımını isteyebilir.

Hâkim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine kanunda öngörülen önlemleri alır.

II. Eşler birlikte yaşarken

Madde 196.- Eşlerden birinin istemi üzerine hâkim, ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal katkıyı belirler.

Eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması, katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır.

Bu katkılar, geçmiş bir yıl ve gelecek yıllar için istenebilir.

III. Birlikte yaşamaya ara verilmesi

Madde 197.- Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.

Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır.

Eşlerden biri, haklı bir sebep olmaksızın diğerinin birlikte yaşamaktan kaçınması veya ortak hayatın başka bir sebeple olanaksız hâle gelmesi üzerine de yukarıdaki istemlerde bulunabilir.

Eşlerin ergin olmayan çocukları varsa hâkim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır.

EŞLER ARASINDAKİ MAL REJİMİ

Yasal mal rejimi

Madde 202.- Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır.

Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul edebilirler.

Çocuk ile kişisel ilişki

I. Ana ve baba ile

1. Kural

Madde 323.- Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir.

2. Sınırları

Madde 324.- Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.

Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını  birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya  kendilerinden  alınabilir.  

D. Çocukların bakım ve eğitim giderlerini karşılama

I. Kapsamı

Madde 327.- Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır.

Ana ve baba, yoksul oldukları veya çocuğun özel durumu olağanüstü harcamalar yapılmasını gerektirdiği takdirde ya da olağan dışı herhangi bir sebebin varlığı hâlinde, hâkimin izniyle çocuğun mallarından onun bakım ve eğitimine yetecek belli bir miktar sarfedebilirler.

II. Süresi

Madde 328.- Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.

Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.

III. Dava hakkı

Madde 329.- Küçüğe fiilen bakan ana veya baba, diğerine karşı çocuk adına nafaka davası açabilir.

Ayırt etme gücüne sahip olmayan küçük için gereken hâllerde nafaka davası, atanacak kayyım veya vasi tarafından da açılabilir.

Ayırt etme gücüne sahip olan küçük de nafaka davası açabilir.

VELÂYET

I. Koşullar

Madde 335.- Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz.

Hâkim vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velâyeti altında kalırlar.

II. Ana ve baba evli ise

Madde 336.- Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velâyeti birlikte kullanırlar.

Ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, velâyeti eşlerden birine verebilir.

Velâyet, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir.

III. Ana ve baba evli değilse

Madde 337.- Ana ve baba evli değilse velâyet anaya aittir.

Ana küçük, kısıtlı veya ölmüş ya da velâyet kendisinden alınmışsa hâkim, çocuğun menfaatine göre, vasi atar veya velâyeti babaya verir.

IV. Üvey çocuklar

Madde 338.- Eşler, ergin olmayan üvey çocuklarına da özen ve ilgi göstermekle yükümlüdürler.

Kendi  çocuğu üzerinde velâyeti kullanan eşe diğer eş uygun bir şekilde yardımcı olur; durum ve koşullar zorunlu kıldığı ölçüde çocuğun ihtiyaçları için onu temsil eder.

B. Velâyetin kapsamı

I. Genel olarak

Madde 339.- Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar.

Çocuk, ana ve babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür.

Ana ve baba, olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanırlar; önemli konularda olabildiğince onun düşüncesini göz önünde tutarlar.

Çocuk, ana ve babasının rızası dışında evi terk edemez ve yasal sebep olmaksızın onlardan alınamaz.

Çocuğun adını ana ve babası koyar.

II. Eğitim

Madde 340.- Ana ve baba, çocuğu olanaklarına göre eğitirler ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlar ve korurlar.

Ana ve baba çocuğa, özellikle bedensel ve zihinsel özürlü olanlara, yetenek ve eğilimlerine uygun düşecek ölçüde, genel ve meslekî bir eğitim sağlarlar.

III. Dinî eğitim

Madde 341.- Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir.

Ana ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir.

Ergin, dinini seçmekte özgürdür.

IV. Çocuğun temsil edilmesi

Madde 342.- Ana ve baba, velâyetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcisidirler.

İyi niyetli üçüncü kişiler, eşlerden her birinin diğerinin rızasıyla işlem yaptığını varsayabilirler.

Vesayet makamlarının iznine bağlı hususlar dışında kısıtlıların temsiline ilişkin hükümler velâyetteki temsilde de uygulanır.

C. Çocuğun korunması

I. Koruma önlemleri

Madde 346.- Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.   

II. Çocukların yerleştirilmesi

Madde 347.- Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.

Çocuğun aile içinde kalması ailenin huzurunu onlardan katlanmaları beklenemeyecek derecede bozuyorsa ve durumun gereklerine göre başka çare de kalmamışsa, ana ve baba veya çocuğun istemi üzerine hâkim aynı önlemleri alabilir.

Ana ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu önlemlerin gerektirdiği giderler Devletçe karşılanır.

Nafakaya ilişkin hükümler saklıdır.

III. Velâyetin kaldırılması

1. Genel olarak

Madde 348.- Çocuğun korunmasına ilişkin diğer önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden anlaşılırsa, hâkim aşağıdaki hâllerde velâyetin kaldırılmasına karar verir:

1. Ana ve babanın deneyimsizliği, hastalığı, özürlü olması, başka bir yerde bulunması veya benzeri sebeplerden biriyle velâyet görevini gereği gibi yerine getirememesi.

2. Ana ve babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması.

Velâyet ana ve babanın her ikisinden kaldırılırsa çocuğa bir vasi atanır.

Kararda aksi belirtilmedikçe, velâyetin kaldırılması mevcut ve doğacak bütün çocukları kapsar.

A. Nafaka yükümlüleri

Madde 364.- Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.

Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.

Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.

B.2.5. 5187 Sayılı BASIN KANUNU

Kabul Tarihi: 9/6/2004

Amaç ve kapsam

Madde 1- Bu Kanunun amacı, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemektir.

Bu Kanun basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar.

Yargıyı etkileme

 Madde 19- Hazırlık soruşturmasının başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse, iki milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza, bölgesel süreli yayınlarda on milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda yirmi milyar liradan az olamaz.

Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci fıkrada yer alan cezalar uygulanır.

Cinsel saldırı, cinayet ve intihara özendirme

 Madde 20- Cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resim yayımlayanlar bir milyar liradan yirmi milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda iki milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda on milyar liradan az olamaz.

Bu madde ile cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında habercilik sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek yayımların suç olduğu hüküm altına alınmıştır.

Kimliğin açıklanmaması

Madde 21- Süreli yayınlarda;

a) 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa göre evlenmeleri yasaklanmış olan kimseler arasındaki cinsel ilişkiyle ilgili haberlerde bu kişilerin,

 b) 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 414, 415, 416, 421, 423, 429, 430, 435 ve 436  ncı maddelerinde yazılı cürümlere ilişkin haberlerde mağdurların,

c) On sekiz yaşından küçük olan suç faili veya mağdurlarının,

 Kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapanlar bir milyar liradan yirmi milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda iki milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda on milyar liradan az olamaz.

Bu madde ile Medeni Kanun ve Ceza Kanunundaki çeşitli hükümlere ilişkin haberlerde ilgili kişi, suç faili18 yaşından küçük (çocuk) olan ve mağdurların kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapanlara verilecek cezalar düzenlenmiştir.

İkinci fıkranın (b) bendinde geçen 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 414, 415, 416, 421, 423, 429, 430, 435 ve 436 ncı maddeleri 5271 sayılı TCK’nun  “cinsel saldırı” başlıklı 102., “çocukların cinsel istismarı” başlıklı 103., “reşit olmayanla cinsel ilişki” başlıklı 104., “cinsel taciz” başlıklı 105., “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” başlıklı 109. ve fuhuş başlıklı 227. maddelerini karşılamaktadır.

 

 B.2.6. 4320 Sayılı AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN

Ailenin Korunması Kanunu 14.01.1998 tarihinde kabul edilerek, 17.01.1998 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

Anayasa’nın 41inci maddesinde belirtildiği gibi toplumun temelini aile oluşturmaktadır. Bireysellikten toplumsallığa geçişin en küçük birimi olan ve karşılıklı rıza ile oluşan ailenin sağlıklı yapılanması ve yürütülmesi toplumun varoluşunu ve yarınlara güçlü bir biçimde uzanmasını doğrudan etkilemektedir. Ülkemizin büyükanne, büyükbaba, anne, baba ve torunların birlikte yaşadığı geleneksel geniş aile sisteminden hızlı sanayileşme ve buna paralel olarak şehirleşmeyle birlikte çekirdek aile tip dediğimiz anne, baba ve çocuğun oluşturduğu dar aile tipine doğru yoğun bir gidiş yaşanmıştır. Bugün içinde bulunulan zor ekonomik koşullar, sosyal ve kavramsal kargaşalar, yorucu şehir hayatı aile bireyleri üzerinde psikolojik ve sosyolojik rahatsızlıklara sebep olmaktadır.

İlk insanla birlikte ortaya çıkan şiddet olgusu değişik türleri ve uygulanış biçimleriyle her zaman gündemde olmuştur. Şiddetin aile yaşamı içerisinde, aileyi oluşturan bireyler arasında gerçekleşen ve “aile içi şiddet” adı altında “aile içinde bir bireyin diğer bir bireye yönelik fiziki, sözel ve duygusal kötü davranışı” şeklinde tanımlanan görüntüsü toplum için daha tehlikeli olmakta, toplumun en küçük birimi olan aile içerisinde gerçekleşen şiddetin yol açtığı ve açacağı zararlar toplum bünyesinde daha derin ve kalıcı izler bırakmaktadır.

Aile içi şiddetin zararları sadece toplum açısından değil birey açısından da tehlikeli sonuçlar yaratmaktadır. Aile içi şiddet, sevgi, şefkat ve merhamet göstermesi gereken bir kişi tarafından uygulandığından, şiddete maruz kalan aile bireyinin ruhi yapısında hayatı boyunca silinmesi zor izler bırakmaktadır. Aile içi şiddet olaylarına daha çok anne ve çocukların maruz kaldığı yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır.

Son yıllarda aile içi şiddet olayları toplumumuzu sarsar boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün ailede yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir.

Bu itibarla Anayasa’nın 41 inci maddesinde yer alan “Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” hükmü de göz önüne alınarak aile içi şiddetten mağdur olan kadını ve çocukları koruyucu yasal tedbirlerin alınması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Bu amaçla hazırlanan “Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısıyla”, ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere, İrlanda ve Norveç gibi ülkelerde uygulanan, şiddete uğrama ihtimali bulunan kadınların mahkemelere başvurarak koruma emri alabilmelerini sağlayacak hükümler Türk hukuk sistemine dahil edilmektedir. ( Kanun Gerekçesi)

4320 sayılı Kanun ile Türk Medeni Kanununun öngördüğü tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi durumunda, Aile Mahkemesi Hâkiminin(1) re’sen sorunun mahiyetini göz önünde bulundurarak Kanunun 1. maddesinde sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başkaca tedbirlere hükmedebileceği hüküm altına alınmıştır. (Madde1/1)

Kanunun 1. maddesine göre Aile Mahkemesi Hâkiminin hükmedebileceği tedbirler şunlardır:

“Kusurlu eşin;

a) Diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması,

b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer eşe ve varsa çocuklara tahsisi ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve veya iş yerlerine yaklaşmaması,

c) Diğer eşin, çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,

d) Diğer eşi, çocukları veya aynı çatı altında yaşan aile bireylerini iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi,

e) Varsa silâh ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi,

f) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması.”

Yukarıdaki hükümlerin tatbiki maksadıyla öngörülen süre altı ayı geçemez ve kararda hükm olunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti cezaya hükmedileceği hususu kusurlu eşe ihtar olunur.

___________________

(1) Bu fıkrada geçen “Sulh Hukuk Hâkimi” ibaresi, 9/1/2003 tarihli ve 4787 sayılı Kanunla “Aile Mahkemesi Hâkimi” olarak değiştirilmiş ve metne işlenmiştir.

Hâkim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak tedbir nafakasına hükmeder.

Birinci fıkra hükmüne göre yapılan başvurular harca tâbi değildir.

4320 sayılı Kanunun 2. maddesi hükmüne göre;

Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izler.

Koruma kararına uyulmaması halinde zabıta, mağdurların şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re’sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir.

Cumhuriyet başsavcılığı koruma kararına uymayan eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar. Bu davanın duruşması yer ve zaman kaybına bakılmaksızın 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılır.

4320 sayılı Kanunun uygulamasından doğan bazı aksaklıklar gözetilerek Adalet Bakanlığı tarafından çeşitli genelgeler yayımlanmıştır.

*- 4320 sayılı yasanın uygulanması yönündeki istatistiksel bilgiler Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün Adalet İstatistikleri Yıllığı 2003, 2004 Kitapçığı kapsamında rapor ekinde sunulmuştur.

 

 

B.2.7. 4787 Sayılı AİLE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE

YARGILAMA USULLERİNE DAİRÊ KANUN

18/1/2003 tarih ve 24997 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren 4787 s. Kanunun amacı aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemek olup, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere kurulan aile mahkemelerine dair hükümleri kapsar. (madde 1)

Aile mahkemelerinin 2. maddede ayrıntıları belirtildiği üzere, her ilde ve merkez nüfusu yüz binin üzerindeki her ilçede, tek hâkimli ve asliye mahkemesi derecesinde olmak üzere kurulur.

Kanunun 3. maddesi doğrultusunda, Aile mahkemelerine, tercihen evli ve çocuk sahibi, otuz yaşını doldurmuş ve aile hukuku alanında lisansüstü eğitim yapmış olan hâkimler arasından atama yapılır.

Aile Mahkemelerinin görevlerini 4. madde kapsamında şöyle sıralamak mümkündür:

1. 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler,

2. 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna göre aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizi,

3. Kanunlarla verilen diğer görevler.

4. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunda öngörülmüş önlemlerden bir ya da birkaçını içeren koruma kararını almak.

Bunların yanında Kanunun “Koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler” başlıklı 6. maddesinde belirtilen yetişkinler ve küçükler hakkındaki eğitici ve sosyal amaçlı koruma önlemlerini alma görevi de sayılabilir.

Gerçekten de 6. madde hükmüne göre Aile mahkemesi;

“…diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak üzere görev alanına giren konularda:

1. Yetişkinler hakkında;

a) Evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri konusunda eşleri uyararak, gerektiğinde uzlaştırmaya,

b) Ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan malî yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin gerekli önlemleri almaya,

c) Resmî veya özel sağlık veya sosyal hizmet kurumlarına, huzur evlerine veya benzeri yerlere yerleştirmeye,

 d) Bir meslek edinme kursuna veya uygun görülecek bir eğitim kurumuna vermeye,

2. Küçükler hakkında;

a) Bakım ve gözetime yönelik nafaka yükümlülüğü konusunda gerekli önlemleri almaya,

b) Bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunan veya manen terk edilmiş halde kalan küçüğü, ana ve babadan alarak bir aile yanına veya resmî ya da özel sağlık kurumuna veya eğitimi güç çocuklara mahsus kuruma yerleştirmeye,

c) Çocuk mallarının yönetimi ve korunmasına ilişkin önlemleri almaya,ÊÊ

d) Genel ve katma bütçeli daireler, mahallî idareler, kamu iktisadî teşebbüsleri ve bankalar tarafından kurulmuş teşekkül, müessese veya işletmelere veya benzeri işyerlerine yahut meslek sahibi birinin yanına yerleştirmeye,

Karar verebilir.Ê

Aile Mahkemesince verilen bu kararların takip ve yerine getirilmesinde 5 inci maddeye göre atanan uzmanlardan biri veya birkaçı görevlendirilebilir. Bu kararlara uyulmaması halinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 113/A maddesi uygulanır.”

HUMK Madde 113/A - (Ek: 30/4/1973 - 1711/2 md.)

İhtiyati tedbir kararının uygulanması dolayısıyla verilen emre uymayan veya o yolda alınmış tedbire aykırı davranışta bulunan kimse eylemi T. C. K. Na göre daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, ait olduğu ceza mahkemesince bir aydan altı aya kadar hapisle cezalandırılır.)

Kanunun “Aile Mahkemeleri bünyesinde bulunan uzmanlar” başlıklı 5. maddesine göre;

“Her aile mahkemesine,

1. Davanın esasına girilmeden önce veya davanın görülmesi sırasında, mahkemece istenen konular hakkında taraflar arasındaki uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma ve inceleme yapmak ve sonucunu bildirmek,

2. Mahkemenin gerekli gördüğü hallerde duruşmada hazır bulunmak, istenilen konularla ilgili çalışmalar yapmak ve görüş bildirmek,

3. Mahkemece verilecek diğer görevleri yapmak,

Üzere Adalet Bakanlığınca, tercihen; evli ve çocuk sahibi, otuz yaşını doldurmuş ve aile sorunları alanında lisansüstü eğitim yapmış olanlar arasından, birer psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı atanır.

Bu görevlilerin bulunmaması, iş durumlarının müsait olmaması veya görevin bunlar tarafından yapılmasında hukukî veya fiilî herhangi bir engel bulunması ya da başka bir uzmanlık dalına ihtiyaç duyulması hallerinde, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar veya serbest meslek icra edenlerden yararlanılır…”

Kanunun 7. maddesine göre; “Aile mahkemeleri, önlerine gelen dava ve işlerin özelliklerine göre, esasa girmeden önce, aile içindeki karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörünün korunması bakımından eşlerin ve çocukların karşı karşıya oldukları sorunları tespit ederek bunların sulh yoluyla çözümünü, gerektiğinde uzmanlardan da yararlanarak teşvik eder. Sulh sağlanamadığı takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında karar verilir…”

Anılan 7. madde ile Medeni Usul Hukukumuza ilk kez sulh müessesesi girmiştir. Birinci fıkra ile hâkime, önüne gelen dava ve işlerde, esasa girmeden önce, uyuşmazlıkları, tarafları sulha  teşvik etmek suretiyle çözmek görevi verilmiştir.

Aile Mahkemelerinin Türkiye genelinde dağılımı aşağıda sunulmuştur.

 

 

Tablo: 4. Türkiye’de faaliyette olan 150 Aile Mahkemesinin İllere Göre Dağılımı

Türkiye Adalet Akademisi tarafından 2005 yılı içerisinde aile mahkemesi hâkimlerine yönelik düzenlenen hizmet içi eğitim programına bir göz atmak gerekirse;

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 11.01.2005 tarih ve 1 sayılı kararı ile;

24-28 Ocak 2005 tarihlerinde 20 kişi

07-11 Şubat 2005 tarihlerinde 20 kişi

21-25 Şubat 2005 tarihlerinde 20 kişi

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 22.12.2005 tarih ve 896 sayılı kararı ile;

26-30 Aralık tarihlerinde 16 kişi

*- 4787 sayılı yasanın uygulanması yönündeki istatistiksel  bilgiler Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün Adalet İstatistikleri Yıllığı 2003, 2004 Kitapçığı kapsamında rapor ekinde sunulmuştur.

B.2.8.  5395 sayılı ÇOCUK KORUMA KANUNU

03/07/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunuyla (R.G: 15/7/2005-25876); özel korunma ihtiyacı olan veya kanunla ihtilafa düşen çocukların korunmasını, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasını, toplumun adalet ve güvenlik ihtiyacının karşılanmasını hedefleyen çocuk adalet sisteminin esas ve usullerini düzenlemek ve özel korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak tedbirler ile kanunla ihtilafa düşen çocuklar hakkında hüküm olunacak tedbirlerin usul, esas ve uygulanmasına dair ve çocuk mahkemelerinin kuruluşu, görev ve yetkileri ile yargılama usullerinin düzenlenmesi amaçlanmaktadır.

5395 sayılı Kanunun 3. maddesi kapsamında;

Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişiyi; bu kapsamda,

Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlâki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu,

Suça sürüklenen çocuk: Kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu,

ifade eder.

Kanunun Temel ilkeler başlıklı 4. maddesine göre;

“(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;

a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması,

b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,

c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması,

d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,

e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,

f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi,

g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,

h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi,

i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,

j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,

k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,

l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması,

İlkeleri gözetilir.”

Kanunun “Koruyucu ve destekleyici tedbirler” başlıklı 5. maddesinde alınacak koruyucu ve destekleyici tedbirlerin neler olduğu aşağıdaki şekilde ayrıntılı olarak belirlenmiştir;

“ (1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;

a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye,

b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine,

c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine,

d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına,

e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya,

Yönelik tedbirdir.

(2) Hakkında, birinci fıkranın (e) bendinde tanımlanan barınma tedbiri uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur.

(3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar verilebilir.”

Kanunun “Kuruma başvuru” başlıklı 6. maddesinde,

“ (1) Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. Çocuk ile çocuğun bakımından sorumlu kimseler çocuğun korunma altına alınması amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurabilir.

(2) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kendisine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl yapar.”

hükmü yer almaktadır.

“Koruyucu ve destekleyici tedbir kararı alınması” başlıklı 7. maddede;

 (1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.

(2) Tedbir kararı verilmeden önce çocuk hakkında sosyal inceleme yaptırılabilir.

(3) Tedbirin türü kararda gösterilir. Bir veya birden fazla tedbire karar verilebilir.

(4) Hâkim, hakkında koruyucu ve destekleyici tedbire karar verdiği çocuğun denetim altına alınmasına da karar verebilir.

(5) Hâkim, çocuğun gelişimini göz önünde bulundurarak koruyucu ve destekleyici tedbirin kaldırılmasına veya değiştirilmesine karar verebilir. Bu karar acele hâllerde, çocuğun bulunduğu yer hâkimi tarafından da verilebilir. Ancak bu durumda karar, önceki kararı alan hâkim veya mahkemeye bildirilir.

(6) Tedbirin uygulanması, on sekiz yaşın doldurulmasıyla kendiliğinden sona erer. Ancak hâkim, eğitim ve öğrenimine devam edebilmesi için ve rızası alınmak suretiyle tedbirin uygulanmasına belli bir süre daha devam edilmesine karar verebilir.

(7) Mahkeme, korunma ihtiyacı olan çocuk hakkında, koruyucu ve destekleyici tedbir kararının yanında 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre velayet, vesayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında da karar vermeye yetkilidir.

hükmü yer almaktadır.

Kanunun 8. maddesinde tedbirlerde yetki durumu düzenlenerek;

“ (1) Korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun menfaatleri bakımından kendisinin, ana, baba, vasisi veya birlikte yaşadığı kimselerin bulunduğu yerdeki çocuk hâkimince alınır.

(2) Tedbir kararlarının uygulanması, kararı veren hâkim veya mahkemece en geç üçer aylık sürelerle incelettirilir.

(3) Hâkim veya mahkeme; denetim memurları, çocuğun velisi, vasisi, bakım ve gözetimini üstlenen kimselerin, tedbir kararını yerine getiren kişi ve kuruluşun temsilcisi ile Cumhuriyet savcısının talebi üzerine veya re’sen çocuğa uygulanan tedbirin sonuçlarını inceleyerek kaldırabilir, süresini uzatabilir veya değiştirebilir. ”

hükmüne yer verilmiştir.

Acil korunma kararı alınması başlıklı 9. madde hükmüne göre;

“ (1) Derhâl korunma altına alınmasını gerektiren bir durumun varlığı hâlinde çocuk, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından bakım ve gözetim altına alındıktan sonra acil korunma kararının alınması için Kurum tarafından çocuğun Kuruma geldiği tarihten itibaren en geç beş gün içinde çocuk hâkimine müracaat edilir. Hâkim tarafından, üç gün içinde talep hakkında karar verilir. Hâkim, çocuğun bulunduğu yerin gizli tutulmasına ve gerektiğinde kişisel ilişkinin tesisine karar verebilir.

(2) Acil korunma kararı en fazla otuz günlük süre ile sınırlı olmak üzere verilebilir. Bu süre içinde Kurumca çocuk hakkında sosyal inceleme yapılır. Kurum, yaptığı inceleme sonucunda, tedbir kararı alınmasının gerekmediği sonucuna varırsa bu yöndeki görüşünü ve sağlayacağı hizmetleri hâkime bildirir. Çocuğun, ailesine teslim edilip edilmeyeceğine veya uygun görülen başkaca bir tedbire hâkim tarafından karar verilir.

(3) Kurum, çocuk hakkında tedbir kararı alınması gerektiği sonucuna varırsa hâkimden koruyucu ve destekleyici tedbir kararı verilmesini talep eder.”

Bakım ve barınma kararlarının yerine getirilmesi başlıklı 10 maddesine göre;

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından, kendisine intikal eden olaylarda gerekli önlemlerin derhâl alınarak çocuk, resmî veya özel kuruluşlara yerleştirileceği belirtilmiştir.

Çocuğun nakli başlıklı 18. maddeye göre; Çocuklara zincir, kelepçe ve benzeri aletler takılamaz. Ancak; zorunlu hâllerde çocuğun kaçmasını, kendisinin veya başkalarının hayat veya beden bütünlükleri bakımından doğabilecek tehlikeleri önlemek için kolluk tarafından gerekli önlem alınabilir.

Kamu davasının açılmasının ertelenmesi başlıklı 19. maddesine göre;

Fiil için kanunda öngörülen cezanın üst sınırı üç aydan fazla ve iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını veya adlî para cezasını gerektirir ise, Cumhuriyet savcısı tarafından deliller toplandıktan sonra şüpheli hakkında açılacak kamu davası;

a) Çocuğun daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Yapılan soruşturmanın, kamu davası açılmasının ertelenmesi hâlinde şüphelinin suç işlemekten çekineceği kanaatini vermesi,

c) Kamu davası açılmasının ertelenmesinin, şüpheli ve toplum açısından kamu davası açılmasından daha yararlı olması,

d) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

Koşullarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde, beş yıl süreyle ertelenebilir. Bu fıkranın (d) bendindeki koşul çocuğun ailesinin veya kendisinin ekonomik durumunun elverişli olmaması hâlinde aranmayabilir.

Ê (2) Kamu davasının açılmasının ertelenmesine ilişkin kararın uygulanması, çocuk hâkiminin onamasına bağlıdır. Bu husustaki karar beş gün içinde verilir.

(3) Erteleme süresi içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olmadığı takdirde, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilir. Erteleme süresi içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kamu davası açılır. Erteleme süresince zamanaşımı işlemez.

(4) Kamu davasının açılmasının ertelenmesine ilişkin kararlar, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi hâlinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.

 (5) Fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmamış çocuk bakımından, birinci fıkrada öngörülen hapis cezasının üst sınırı üç yıl (üç yıl dâhil) olarak uygulanır.

“Tutuklama yasağı” başlıklı 21. maddesine göre;

Onbeş yaşını doldurmamış çocuklar hakkında üst sınırı beş yılı aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerinden dolayı tutuklama kararı verilemez.

“Duruşma” başlıklı 22. maddesine göre;

Çocuk, velisi, vasisi, mahkemece görevlendirilmiş sosyal çalışma görevlisi, çocuğun bakımını üstlenen aile ve kurumda bakılıyorsa kurumun temsilcisi duruşmada hazır bulunabilir.

Mahkeme veya hâkim, çocuğun sorgusu veya çocuk hakkındaki diğer işlemler sırasında çocuğun yanında sosyal çalışma görevlisi bulundurabilir.

Duruşmalarda hazır bulunan çocuk, yararı gerektirdiği takdirde duruşma salonundan çıkarılabileceği gibi sorgusu yapılmış çocuğun duruşmada hazır bulundurulmasına da gerek görülmeyebilir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması başlıklı 23. maddesine göre;

Çocuğa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda belirlenen ceza, en çok üç yıla kadar (üç yıl dâhil) hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği ve bunun koşulları düzenlenmiştir.

Uzlaşma başlıklı 24. madde hükmüne göre;

Suça sürüklenen çocuklarla ilgili olarak uzlaşma, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan veya kasten işlenen ve alt sınırı iki yılı aşmayan hapis veya adlî para cezasını gerektiren ya da taksirle işlenen suçlarda uygulanır.

Suç tarihinde on beş yaşını doldurmayan çocuklar bakımından, birinci fıkrada öngörülen hapis cezasının alt sınırı üç yıl olarak uygulanır.

Mahkemelerin kuruluşu başlıklı 25. maddeye göre;

Çocuk mahkemesi, tek hâkimden oluşur. Bu mahkemeler her il merkezinde kurulur. Ayrıca, bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak kurulabilir. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde çocuk mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. Çocuk mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz. Mahkemelerin bulunduğu yerlerdeki Cumhuriyet savcıları, çocuk mahkemeleri kararlarına karşı kanun yoluna başvurabilirler.

Çocuk ağır ceza mahkemelerinde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur ve mahkeme bir başkan ve iki üye ile toplanır. Bu mahkemeler bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak kurulur. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde çocuk ağır ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır.

Halen 40 kurulu 33’ü faaliyette Çocuk Mahkemesi, 19 kurulu 13’ü faaliyette Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi bulunmaktadır.

“Cumhuriyet savcılığı çocuk bürosu” başlıklı 29. maddeye göre;

“Cumhuriyet başsavcılıklarında bir çocuk bürosu kurulur. Cumhuriyet başsavcısınca 28 inci maddenin birinci fıkrasında öngörülen nitelikleri haiz olanlar arasından yeterli sayıda Cumhuriyet savcısı, bu büroda görevlendirilir.”

Çocuk bürosunun görevleri 30. maddede şöyle sıralanmıştır;

(1) Çocuk bürosunun görevleri;

“a) Suça sürüklenen çocuklar hakkındaki soruşturma işlemlerini yürütmek,

b) Çocuklar hakkında tedbir alınması gereken durumlarda, gecikmeksizin tedbir alınmasını sağlamak,

c) Korunma ihtiyacı olan, suç mağduru veya suça sürüklenen çocuklardan yardıma, eğitime, işe, barınmaya ihtiyacı olan veya uyum güçlüğü çekenlere ihtiyaç duydukları destek hizmetlerini sağlamak üzere, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışmak, bu gibi durumları çocukları korumakla görevli kurum ve kuruluşlara bildirmek,

d) Bu Kanunla ve diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getirmektir.

(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, bu görevler çocuk bürosunda görevli olmayan Cumhuriyet savcıları tarafından da yerine getirilebilir.”

Kolluğun çocuk birimi Kanunun 31. maddesinde düzenlenmiştir;

“ (1) Çocuklarla ilgili kolluk görevi, öncelikle kolluğun çocuk birimleri tarafından yerine getirilir.

(2) Kolluğun çocuk birimi, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocuklar hakkında işleme başlandığında durumu, çocuğun veli veya vasisine veya çocuğun bakımını üstlenen kimseye, baroya ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna, çocuk resmî bir kurumda kalıyorsa ayrıca kurum temsilcisine bildirir. Ancak, çocuğu suça azmettirdiğinden veya istismar ettiğinden şüphelenilen yakınlarına bilgi verilmez.

(3) Çocuk, kollukta bulunduğu sırada yanında yakınlarından birinin bulunmasına imkân sağlanır.

(4) Kolluğun çocuk birimlerindeki personeline, kendi kurumları tarafından çocuk hukuku, çocuk suçluluğunun önlenmesi, çocuk gelişimi ve psikolojisi, sosyal hizmet gibi konularda eğitim verilir.

(5) Çocuğun korunma ihtiyacı içinde bulunduğunun bildirimi ya da tespiti veya hakkında acil korunma kararı almak için beklemenin, çocuğun yararına aykırı olacağını gösteren nedenlerin varlığı hâlinde kolluğun çocuk birimi, durumun gerektirdiği önlemleri almak suretiyle çocuğun güvenliğini sağlar ve mümkün olan en kısa sürede Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna teslim eder.”

B.2. 9. 5402 sayılı DENETİMLİ SERBESTLİK VE YARDIM MERKEZLERİ İLE KORUMA KURULLARI KANUNU

03/07/2005 tarihli ve 5402 sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu (R.G: 20/7/2005-25881) ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza Güvenlik ve Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 104. maddesinde cezaları ertelenen, salıverilen veya haklarında hapis cezası dışında herhangi bir tedbire hükmedilen hükümlülerin toplum içinde izlenmesi, iyileştirilmesi, psiko-sosyal problemlerinin çözülmesi, salıverme sonrası korunması ve yargılanan kişiler hakkında sosyal araştırma raporlarının düzenlenmesi ve mağdurun korunması gibi görevleri yerine getirmek üzere denetimli serbestlik ve yardım merkezleri kurulması, salıverme sonrasında hükümlülere iş sağlanması için koruma kurullarının kuruluşu, çalışma yöntemi ve esaslarının ilgili Kanunda düzenleneceği belirtildiğinden, Kanun gereğince oluşturulması gerekli kurullar ile yardım merkezlerinin Kanunun yürürlüğe giriş tarihi itibariyle işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapılması amaçlanmaktadır.)

Kanunun “Şube müdürlüğünün görevleri” başlıklı 11. maddesinde,

Çocuk mahkemeleri ile aile mahkemelerine denetimli serbestlik, yardım ve koruma hizmetleri alanında gözetim esaslarına göre yardımda bulunmak, Şube müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.

“Soruşturma evresindeki görevler” başlıklı 12. maddesine göre;

Şube müdürlüğünün soruşturma evresindeki görevleri şunlardır:

a) 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 109 uncu maddesine göre adlî kontrol altına alınan şüphelilerle ilgili olarak, kararda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin çalışmaları yürütmek.

b) Cumhuriyet başsavcılığınca gerekli görüldüğünde, şüpheli hakkında sosyal araştırma raporu düzenleyip sunmak.

c) Suçtan zarar gören kişilerin karşılaştıkları psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde danışmanlık yapmak ve bu kişilere yardımcı olmak.

d) İstek hâlinde şüpheliye psiko-sosyal danışmanlık yapmak.

“Kovuşturma evresindeki görevler” başlıklı 13. maddesine göre;

Şube müdürlüğünün kovuşturma evresindeki görevleri şunlardır:

a) 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 109 uncu maddesine göre adlî kontrol altındaki sanıklarla ilgili olarak, kararda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin çalışmaları yürütmek.

b) Karar öncesinde mahkeme veya hâkimin isteği üzerine; sanığın geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal ve ekonomik durumu, ruhsal ve psikolojik durumu, topluma ve mağdura karşı taşıdığı risk hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak.

c) Suçtan zarar gören kişilerin karşılaştıkları psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde danışmanlık yapmak ve bu kişilere yardımcı olmak.

d) İstek hâlinde sanığa psiko-sosyal danışmanlık yapmak.

“Koruma kurullarının görevleri”başlıklı 17. maddesine göre;

(1) Koruma kurullarının görevleri şunlardır:

a) Şube müdürlüklerinden iletilen suçtan zarar gören kişilerin karşılaştıkları sosyal ve ekonomik sorunların çözümü ile ceza infaz kurumlarından salıverilen hükümlülerin meslek veya sanat edinmelerinde, iş bulmalarında, sanat sahibi olanlar ile tarım işletmeciliği yapmak isteyenlere araç ve kredi sağlanmasında, işyeri açmak isteyenlere yardım edilmesinde ve karşılaştıkları diğer güçlüklerin çözümünde yardımcı olmak, çocuk ve genç hükümlülerin öğrenimlerine devam etmelerini sağlamak, diğer hükümlülere bu konuda yardımcı olmak.

B.210 2828 Sayılı SOSYAL HİZMETLER VE ÇOCUK ESİRGEME KURUMU KANUNU

Ê24/5/1983 Tarihinde kabul edilen ve 27/5/1983 tarih ve 18059 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanıp yürürlüğe giren 2828 sayılı SHÇEK’nun 1. maddesiyle belirlendiği üzere, bu Kanunun amacı; korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, özürlü, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetlere ve bu hizmetleri yürütmek üzere kurulan teşkilatın kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklar ile faaliyet ve gelirlerine ait esas ve usulleri düzenlemektir.

Bu Kanun, sosyal hizmetlerle ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek kişileri ve özel hukuk tüzel kişilerini, sosyal hizmet kurum ve kuruluşlarında çalışan personeli, sosyal hizmetlerden faydalananları ve faydalanacak durumda olanları kapsar.(Madde 2)

2828 sayılı Kanunun 1. ve 2. maddelerinde belirlenmiş olan amaç ve kapsam gözetilerek Yasanın işleyişine ve getirmiş olduğu kurumlara ilişkin ayrıntılı düzenlemeler yer almakla beraber, uygulamada yaşanılan sorunlar da gözetilerek yasal değişiklik yapılması yönünde çalışmalar halen devam etmektedir.

B.2.11. 5275 sayılı CEZA ve GÜVENLİK  TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren, 13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da6 (CGİHK) kadınlar lehine aşağıdaki düzenlemelere yer verilmiştir. Şöyle ki:

a- İnfazda Ayrımcılık Yasağı

İnfazda temel ilke” başlıklı CGTİHK’nun 2. maddesinin birinci fıkrasında “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin hükümlerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiç kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır” şeklindeki düzenlemesi ile infazda ayırımcılık yasaklanarak, başlıktan da anlaşılacağı üzere, kadınlara cinsiyetinden dolayı ayırımcılık yapılamayacağına dair infaz hukukunun temel ilkesi ortaya konmaktadır.

Maddenin ikinci fıkrası ile ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamayacağı da temel ilke olarak belirlenmiştir..

b- Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

CGTİHK’nun 10. maddesinin birinci fıkrasında, kadın hükümlülerin hapis cezalarının infaz edileceği kadın kapalı ceza infaz kurumlarının kurulması ve bu kurumların iç güvenlik görevlilerinin kadınlardan oluşması öngörülmüştür. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, kadın kapalı ceza infaz kurumlarının ihtiyacı karşılama bakımından yetersiz olması halinde, kadın hükümlülerin hapis cezalarının diğer kurumların erkek hükümlülerinin kaldığı bölümleriyle bağlantısı olmayan bölümlerinde infaz edileceği düzenlenmektedir.

c- Kadın Açık Ceza İnfaz Kurumları

CGTİHK’nun 14. maddenin birinci fıkrasında, ihtiyaca göre kadın açık ceza infaz kurumlarının kurulabileceği belirtilmektedir.

d- Gebe Olan ve Doğum Yapan Kadınların Cezasının İnfazı

CGTİHK’nun “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” başlıklı 16. maddesinin dördüncü fıkrasının “Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur”. şeklindeki hükmü ile kadınlara özel gebelik ve doğum nedenler ile hapis cezasının infazının ertelenebileceği düzenlenmiştir.

e- Hükümlü Kadının ve Bakıma Muhtaç Çocuğunun Barındırılması ve Beslenmesi

CGTİHK’nun “Hükümlünün bakıma muhtaç çocuklarının barındırılması ve beslenmesi” başlıklı 65. maddesinin;

l birinci fıkrasında, anneleri hükümlü olan ve dışarıda korumasına bırakılacağı kimsesi bulunmayan sıfır-altı yaş grubundaki çocukların anaları yanında kalabileceği ve bu çocukların gündüzleri ceza infaz kurumu bünyesindeki veya Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu veya diğer kurum ve kuruluşlara ait kreş ve gündüz bakımevlerinde barındırılacağı,

l ikinci fıkrasında, analarının yanında kalan çocuklara, yaş ve durumlarına ve ihtiyaçlarına göre yiyecek ve içecek verileceği,

l  üçüncü fıkrasında, üç yaşını doldurmuş çocukların, hâkim kararıyla çocuk yuvalarına veya yetiştirme yurtlarına yerleştirilebileceği ve bu çocukların belirlenecek bir program ve usule göre zaman zaman analarıyla temaslarının sağlanacağı,

Hükümlünün beslenmesi” başlıklı 72. maddenin dördüncü fıkrasında, ceza infaz kurumlarında annesiyle birlikte kalan çocuklara ve süt emziren annelere durumlarına uygun gıda verilmesi hususları düzenlenmektedir.

f- Konutta İnfaz

Özel infaz usullerini düzenleyen 110. maddenin ikinci fıkrasında, kadın hükümlülerin mahkûm oldukları altı ay veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine karar verilebileceği belirtilmektedir.

g- Kadın Tutukevleri

Tutuklama kararının yerine getirildiği kurumlar” başlıklı 111. maddenin üçüncü fıkrasında, kadın tutukevlerinin müstakil olarak kurulabileceği, müstakil tutukevlerinde veya maddî olanak bulunmadığı hallerde kapalı ceza infaz kurumlarının tutuklulara ayrılan bölümlerinde, tutuklunun kadın olması da gözetilerek kadınların ayrı yerlerde barındırılacağı düzenlenmektedir.

B.2.2 1739 sayılı MİLLÎ EĞİTİM TEMEL KANUNU

1739 sayılı Kanunun Genellik ve eşitlik” başlıklı 4. maddesinde, Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı gözetilmeksizin herkese açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı hükmü Türk Millî Eğitiminin temel ilkeleri arasında yer almıştır.

“Eğitim hakkı” başlıklı 7. maddeye göre;

İlköğretim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır.

İlköğretim kurumlarından sonraki eğitim kurumlarından vatandaşlar ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde yararlanırlar.”

Yine kanunun “Fırsat ve imkân eşitliği”başlıklı 8. maddesine göre;

Eğitimde kadın, erkek herkese fırsat ve imkân eşitliği sağlanır.

Maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin en yüksek eğitim kademelerine kadar öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla parasız yatılılık, burs, kredi ve başka yollarla gerekli yardımlar yapılır.

Özel eğitime ve korunmaya muhtaç çocukları yetiştirmek için özel tedbirler alınır.

B.2.13. 5393 Sayılı BELEDİYE KANUNU

03/07/2005 tarihinde kabul edilen ve 13/07/2005 tarih ve 25874 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin Görev, Yetki ve Sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde, Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyelerin, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açacakları hüküm altına alınmıştır.

Diğer mevzuat hükümleri

- Radyo ve Televizyon Kanallarının Kurulması ve Yayın Yapmasına ilişkin 3984 sayılı Kanunun 4. maddesi ırk, cinsiyet, sosyal sınıf ve dini inançları aşağılayıcı, şiddet, terör, etnik ayrımcılığı körükleyici yayın yapılamayacağına dair düzenleme gerektirmektedir.

- Radyo ve televizyon yayınları konusunda 3984 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin herhangi bir azınlık grubuna yöneltilmiş nefret içeren bütün konuşmalara uygulanması; 3 Ağustos 2002 tarih 4771 sayılı Kanunla (3. Uyum) Radyo ve Televizyon Yayınlarına İlişkin Kanunda yapılan değişiklikle“yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması” hükmü getirilmiştir.

-“İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarının Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik 23 Kasım 2003 tarihli ve 25298 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Söz konusu Yönetmelikle İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları yeniden yapılandırılmıştır. Kasım 2003’te yapılan değişiklikle getirilen yeniliklerden birisi, Ayrımcılığın her türünün önlenmesi için gerekli çalışmaları yürütme” görevinin İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarının görevleri arasına eklenmesidir. Ayrıca Türkiye genelinde il ve ilçe merkezlerinde bulunan her bir kurulun bünyesinde İnsan Hakları Danışma ve Başvuru Masası oluşturulmuştur. İnsan Hakları Başkanlığı tarafından geliştirilen ve 2004 yılı Ocak ayı başından itibaren tüm başvuru masalarında bulundurulan “İnsan Hakları İhlal İddiası Bireysel Başvuru Formu”nda ayrımcılık yasağına ilişkin başvurular da ayrıca belirtilmek suretiyle, bu konudaki ihlal iddialarının incelenmesi ve araştırılması yanında, ayrımcılık yasağı ihlalleriyle ilgili istatistiksel verilerin derlenmesi ve değerlendirilmesinin sağlanması hedeflenmiştir

- 22.01.2004 tarih 25354 sayılı Resmi Gazetede, “Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi” konulu 2004/7 sayılı Başbakanlık Genelgesi yayımlanmıştır.

Buna göre; Ülkemizin de taraf olduğu, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW), taraf devletlere, kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesini teminen  mevzuat değişiklikleri dahil her türlü önlemi alma yükümlülüğünü getiren 2 ve 11. maddelerine atıf yapılarak, birey ve toplumun gelişimi ile sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde özel bir konuma sahip olan kadınlarımızın sorunlarıyla ilgilenilmesinin Hükümetin öncelik verdiği bir konu olduğu vurgulanarak, bu bakış açısı çerçevesinde, tüm kamu kurum ve kuruluşları tarafından personel temini amacıyla yapılacak çalışmalarda, başvuru kabul şartlarının hizmet gerekleri doğrultusunda belirleneceği ve ayrımcılığa meydan verilmeyecek şekilde hareket edileceği belirtilmektedir.

B.214. 5256 AİLE VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLÂT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUNÊÊ

10/11/2004 tarihinde kabul edilen ve 13/11/2004 tarih ve 25642 sayılı Resmi.Gazetede yayımlanan 5256 sayılı Kanunun amacı; ülkemizdeki sosyal sorunların tespiti ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılmasına yönelik ulusal ve uluslararası bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve aileye yönelik millî bir politikanın oluşmasına yardımcı olmak üzere, Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün kurulması ile teşkilât, görev ve yetkilerine dair esasları düzenlemektir. (Madde1)

5256 sayılı Kanunun 3. maddesinde  Genel Müdürlüğün görevleri:

“a) Ailenin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılması için ulusal ve uluslararası düzeyde bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak; bu konularda projeler geliştirerek uygulamaya konulmasını sağlamak.

b) Ülkemizdeki sosyal sorunların tespiti ve çözümüne yönelik ulusal ve uluslararası alanda bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, sosyal bilimlerin gelişmesine katkıda bulunmak.

 c) Mevcut aile yapısını; ana, baba, eş, çocuklar ve akraba ilişkilerinden kaynaklanan problemler ile ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerin aile üzerindeki etkilerini araştırmak, aile bireylerinin eğitim fırsatlarından eşit olarak yararlanmalarını sağlamak, bu konularda eğitim programları hazırlamak veya hazırlatmak.Ê

d) Aileyi ve aile bireylerini tehdit eden, aileden veya aile dışından kaynaklanan sorunları, aile içi şiddet ve istismarı, töre cinayetlerini, kötü alışkanlıkları ve bağımlılıkları, tüm bunları doğuran sebepleri, çevresel-sosyal etkilerini incelemek, araştırmak, bunların önlenmesine, çözümlenmesine yönelik ve aileyi destekleyici eğitici programlar hazırlamak veya hazırlatmak.

e) Ailelerin maddî kaynaklarının rasyonel kullanımını temin maksadıyla çalışmalar yapmak, bu konuda ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile koordineli eğitim programları hazırlamak veya hazırlatmak.

f) Ailedeki yapısal değişimleri, iç ve dış göçün aile yapısına olan etkilerini araştırmak.

g) İnceleme ve araştırma alanlarında elde edilen bilgileri değerlendirmek ve sonuçlarını sosyal ve kültürel tedbirler haline dönüştürecek millî bir politikanın oluşumuna katkıda bulunmak, bunları uygulayıcı kurum ve kuruluşlara aktararak hizmetlerin geliştirilmesini ve yeni hizmet modellerinin oluşturulmasını sağlamak.

h) Kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, sosyal amaçlı vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile işbirliği yapmak, bunların sosyal alandaki çalışmalarına destek sağlamak, müşterek projeler gerçekleştirmek ve uygulamak.

 ı) Nüfus yapısındaki değişimleri izlemek, sorun alanlarını tespit etmek ve bu konuda millî bir politikanın geliştirilmesine yardımcı olmak.

i) Ailenin ve aileyi oluşturan bireylerin karşılaştıkları sorunlara ilişkin kamuoyundaki eğilim ve istekleri tespit etmek amacıyla kamu veya özel kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yapmak.

 j) Yurt dışında yaşayan ve/veya çalışan Türk ailelerinin sorunlarını araştırmak ve çözüm önerileri geliştirmek.

k) Görev alanına giren konularda, gereken mal ve hizmet alımlarını sağlamak, enformasyon sistemleri, bilgi bankaları, kütüphane, arşiv ve dokümantasyon merkezi kurmak, istatistikleri derlemek ve bu alandaki çalışmaları kurumsallaştırmak, elektronik, görsel, basılı yayın ve eğitim faaliyetlerinde bulunmak, ulusal ve uluslararası kongre, seminer, şûra ve benzeri toplantılar düzenlemek.

 l) Görev alanı ile ilgili kuruluş ve organizasyonlara 5.5.1969 tarihli ve 1173 sayılı Kanun çerçevesinde üye olmak ve katılmak, görev alanına giren konularda uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak, proje geliştirmek ve yürütmek, gerçekleştirilecek her türlü çalışma ve etkinliğe katılmak ve uluslararası sözleşmeler ile kararların getirdiği yükümlülükler çerçevesinde gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamaya yönelik çalışmalar yapmak.”

olarak belirlenmiştir.

5256 sayılı Kanunda ana hizmet birimlerinden biri olarak belirlenen Aile ve Sosyal Sorunları Araştırma Daire Başkanlığı” nın görevleri şunlardır:

a) Ailenin bütünlüğünün korunması ve sosyal refahının artırılması için toplumun öncelikleri ve ilgili kurumların teklifleri dikkate alınarak bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, bunlara ilişkin şartname ve sözleşmeleri hazırlamak.

b) Aile ve sosyal bilimler alanında ulusal ve uluslararası düzeyde bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını ve aileye yönelik millî bir politikanın oluşmasına katkı sağlamak.

c) Aile ve sosyal sorunlar konusunda faaliyette bulunan kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler, sosyal amaçlı vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile işbirliği yapmak ve ortak çalışmalar yürütmek.

d) Araştırma proje tekliflerinin ön değerlendirmesini yapmak.

e) Araştırma projelerini sözleşme esaslarına göre izlemek, değerlendirmek ve kabulüne onay vermek.

f) Nüfus artışı ile yapısının ve görev alanıyla ilgili mevzuatın toplumsal etki ve sonuçlarını araştırmak, aile konusunda kamuoyundaki eğilim ve istekleri tespit etmek.

g) Genel Müdürün vereceği benzeri görevleri yapmak. (madde 8)

Kanunun 15. maddesinde Aile ve Sosyal Araştırmalar Danışma Kurulu düzenlenmiş olup, Başbakan veya Bakanın başkanlığında kurulan Danışma Kurulunun üyelerinin kimlerden oluşturulacağı belirlenmiştir.

Aile ve Sosyal Araştırmalar Danışma Kurulunun görevleri Kanunun 16. maddesinde;

a) Genel Müdürlüğün görevleri içinde yer alan araştırma projelerinin öncelik sırası ve uygulanacak projeler hakkında görüş bildirmek ve önerilerde bulunmak.

b) Ulusal ve uluslararası sosyal amaçlı vakıf, dernek, federasyon ve gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapılması hususunda görüş bildirmek ve önerilerde bulunmak.

c) Sosyal, ekonomik ve kültürel faktörleri itibarıyla aile yapısına etkili olabilecek yayınlar konusunda ilgili kuruluşlara görüş bildirmek ve önerilerde bulunmak.

d) Genel Müdürlüğün görev alanına giren mevzuat konusunda görüş ve öneri oluşturmak.

şeklinde belirlenmiştir.

B.2.15.5251   Sayılı KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN

(Kabul Tarihi: 27/10/2004, Yayımlandığı R.Gazete: Tarih : 6/11/2004 Sayı :25635)

5251 sayılı Kanunun amacı -1. maddesiyle belirlenmiş olduğu üzere-;

kadının insan haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve imkânlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün kurulması ile teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esasları düzenlemektir.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün Görevleri 3. maddesinde;

 a) Kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemek, kadının insan haklarını geliştirmek, kadını ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda etkin hale getirmek ve eğitim düzeyini yükseltmek amacıyla yapılacak her türlü çalışmaya destek vermek, bu konularda stratejiler geliştirmek, plan ve programları oluşturmak ve temel politikaların belirlenmesine katkıda bulunmak.

b) Kanunları ve idari düzenlemeleri görev alanı çerçevesinde izleyerek kadınların eşit hak ve fırsatlara ulaşmasını sağlayacak çalışmalar yapmak.

c) Kadına yönelik her türlü şiddet, taciz ve istismarın önlenmesi için çalışmalarda bulunmak; kadının aile ve sosyal yaşamdan kaynaklanan sorunlarının çözümüne destek oluşturmak.

d) Kadınlara kanunlarla verilen hakların tam ve eşit kullanılabilmesi ve kadın-erkek eşitliğinin toplumsal kalkınma sorunu olarak algılanması amacıyla kamuoyunu bilgilendirmek.

e) Sağlık, eğitim, kültür, çalışma ve sosyal güvenlik başta olmak üzere bütün alanlarda kadınların ilerlemesini sağlayıcı ve karar mekanizmalarına katılımını artırıcı çalışmalarda bulunmak.

f) Görev alanına giren konularda bilgi sistemleri, kütüphane ve/veya dokümantasyon merkezi kurmak, istatistikleri derlemek, görsel ve basılı yayınlar yapmak veya yaptırmak, eğitim amaçlı faaliyetlerde bulunmak, yurt içi ve yurt dışı kongre, seminer, toplantı ve benzeri etkinlikler düzenlemek.

g) Görev alanına giren konularda kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile işbirliği yapmak, koordinasyonu sağlamak.

h) İnceleme, araştırma ile uluslararası girişimlerden elde edilen bilgileri kamu politikalarının oluşumuna katkıda bulunması amacıyla uygulayıcı kurum ve kuruluşlara aktararak kuruluşların hizmetlerinin geliştirilmesine ve yeni hizmet modelleri oluşturulmasına katkıda bulunmak.

ı) 5.5.1969 tarihli ve 1173 sayılı Kanun çerçevesinde, görev alanı ile ilgili kuruluş ve organizasyonlara üye olmak, gerçekleştirilecek her türlü çalışma ve etkinliğe katılmak, uluslararası sözleşmeler ile kararların getirdiği yükümlülükler doğrultusunda faaliyette bulunmak ve bu konuda gerekli raporları hazırlamak,  kanunî düzenlemelerin yapılmasını sağlamaya yönelik çalışmalar yapmak.

i) Görev alanına giren konularda çalışmalarda bulunan uluslararası kuruluşların faaliyetlerini izlemek, alınan kararları ilgili kuruluşlara iletmek.

j) Çalışma alanı ile ilgili konularda yurt içi ve yurt dışında bilimsel araştırmalar yapmak ve yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve uluslararası kuruluşlarla ortak projeler yürütmek.

B.3. MAĞDUR ÇOCUKLAR  HAKKINDAKİ KANUN TASARILARI

a)- Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı (Sevk Tarihi: Başbakanlığa: 21/2/2005 – TBMM: 9/9/2005)

Tasarıyla; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesinin iç hukukta uygulama kabiliyetinin sağlanması ile Sözleşmeye taraf devletler arasında kaçırılan çocukların ikâmetgah ülkesine iadesi ve şahsî ilişki kurulmasına ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi amaçlanmaktadır.

b)- Şiddet Suçu Mağduru Çocuklara Yardım Hakkında Kanun Tasarısı

Şiddet suçu mağduru olan çocukların, suç nedeni ile uğradıkları maddî ve manevî zararların hakkaniyete uygun olarak sosyal dayanışma içerisinde giderilmesi ve gerekli yardımın yapılmasına ilişkin hususlar ile çocuklara yapılacak yardımın usul  ve  esaslarına dair hükümler içeren taslak üzerinde çalışmalar devam etmektedir.

 B.4. KONUYA İLİŞKİN TÜRKİYE’NİN TARAF OLDUĞU ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER

1- İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (7)

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Resmi Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması” kararlaştırılmıştır. Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

2- Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi (8)

Türkiye, “Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ni 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladı. Bugüne kadar BM üyesi 188 ülkeden 137’sinin imzaladığı sözleşme,           4 Haziran 2003 tarihinde ‘de onaylandı, 17 Haziran 2003 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onandıktan sonra ‘de yayınlandı

3- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 9

RG. 14.10.1985, S.18898. Karar Sayısı: 85/9722. 11/6/1985 tarihli ve 3232 sayılı kanunla katılmamız uygun bulunan, 1 Mart 1980 tarihinde imzaya açılan ve 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ne katılmamızın onaylanması; Dışişleri Bakanlığı’nın 28/6/1985 tarihli ve ÇTİG/ÇTUK-721-701-30-2672-3525 sayılı yazısı üzerine, 31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 24.07.1985 tarihinde kararlaştırılmıştır.

4- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine İlişkin İhtiyari Protokol

Resmi Gazete 18.09.2002, Sayı 24880. Bakanlar Kurulu Karar Sayısı 2002/474703. 08.09.2000 tarihinde New York’ta imzalanan ve 30.07.2002 tarihli ve 4770 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine İlişkin İhtiyari Protokol”ün onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 12.08.2002 tarihli ve UKGY/308238 sayılı yazısı üzerine, 31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 26.08.2002 tarihinde kararlaştırılmıştır.

5- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

20 Mart 1950’de Roma’da imzalanan Sözleşme, 3 Eylül 1952’de yürürlüğe girdi. Türkiye, Sözleşmeyi 18 Mayıs 1954’de onayladı. (R.G. 19 Mart 1954-8662)

6)-İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muamele veya Cezalara Karşı Sözleşme

BM Genel Kurulunda 39/46 sayılı 10 Aralık 1984 tarihli ilke kararı ile kabul edilip, imzaya, onaya ve katılıma açılmış, 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşmeyi 25 Ocak 1988 tarihinde imzalamış 2 Ağustos 1988 tarihinde ise onaylamıştır.

7)- Çocuk Hakları Sözleşmesi

14.09.1990 tarihinde imzalanan ve 09.12.1994 tarihli ve 4058 sayılı Kanun’la onaylanması uygun bulunan “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”nin ekli ihtirazi kayıtla onaylanması; Dışişleri Bakanlığı’nın 15.12.1994 tarihli ve UKBM-II/11304 sayılı yazısı üzerine 31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanun’un 3. maddesine göre, 23.12.1994 tarihli ve 94/6423 sayılı Bakanlar Kurulu’nca kararıyla (RG. 27.01.1995, S. 22184) kabul edilmiştir.

8)- Köleliğe Dair Sözleşme

25 Eylül 1926 tarihinde Cenevre’de imzalanan Köleliğe dair Sözleşmeyi tadil eden 7 Aralık 1953 tarihli New York Protokolü, BM Genel Kurulunda 794 (VIII) sayılı 23 Ekim 1953 tarihli ilke kararı ile onanmış ve 7 Aralık 1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından 14 Ocak 1955 tarihinde imzalanmıştır.

9)- Kölelik, Köle Ticareti ve Köleliğe Benzer Kurum ve Uygulamaların Lağvına Dair Ek Sözleşme

Ekonomik ve Sosyal Konseyin 608 (XXI) sayılı 30 Nisan 1956 tarihli kararı ile 7 Eylül 1956 tarihinde Cenevre’de imzalanmış 30 Nisan 1957 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye tarafından 28 Haziran 1957 tarihinde imzalanmış ve 17 Temmuz 1964 tarihinde onaylanmıştır.

10)- Cebri Çalıştırmaya Dair Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Söz. No. 29

Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansının 14 üncü oturumunda 28 Haziran 1930 tarihinde kabul edilmiş ve 1 Mayıs 1932 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme Türkiye tarafından 30.10.1998 tarihinde onanmıştır.

11)- Cebri Çalıştırmanın Kaldırılmasına Dair ILO Sözleşmesi No. 105

Sözleşme 25.06.1957 tarihinde kabul edilmiş, 17.01.1959 tarihinde kabul edilmiştir. Sözleşme Türkiye tarafından 29.03.1961 tarihinde onanmıştır.

12)- Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi ile İlgili İhtiyari Protokol

Resmi Gazete 28.06.2003, Sayı 24799. 08 Eylül 2000 tarihinde New York’ta imzalanan ve 09.05.2002 tarihli ve 4755 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ilişik Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi” ile ilgili ihtiyari Protokol’ün ekli beyan yapılmak suretiyle onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 14.05.2002 tarihli ve UKGY/178450 sayılı yazısı üzerine, 31.05.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3’üncü maddesine göre; Bakanlar Kurulu’nun 28.05.2002 tarih ve 2002/4241 sayılı kararı ile kabul edilmiştir.

13)- Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi

Bu Sözleşme, 18.01.2001 tarih ve 4620 sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun’la (RG. 01.02.2001, S. 24305) kabul edilmiştir.

1980’lerden bu yana ülkemizde kadının toplumsal yaşama katılımı konusunda yasal ve kurumsal alanda olumlu değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının kendi alanlarını belirlemede inisiyatif kullanma yönünde geliştirdikleri stratejiler Türkiye’de kadının statüsünün düzeltilmesi ve kadınların toplum içinde birey olarak güçlenmeleri açısından büyük önem taşımaktadır. Öte yandan kadının statüsünü belirleyen en temel öge olan toplumsal cinsiyet kavramı konusunda bir tartışmanın açılması, toplumsal bir farkındalık ve duyarlılık geliştirilmesi, kadınlar açısından olumsuzluklar taşıyan uygulamalara yönelik müdahalelerin yapılması yaşamsal önem taşımaktadır.

Kadının her alanda ve her düzeyde ilerlemesine yönelik mekanizmalar kurulması ve var olanların geliştirilmesi yönünde Türkiye’de iç ve dış gelişmeler doğrultusunda yapılan faaliyetler, son yıllarda hem devlet hem de sivil toplum kuruluşları açısından gelişme göstermiştir. “Bir birey olarak kadının kimliği”, “insan haklarının bir parçası olarak kadın hakları” ve “kadınlarda bilinç yükseltmesi” çalışmaları kadına yönelik politikalar olarak benimsenmiştir.

- Bu arada konumuzla ilgisi olması nedeniyle Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesine deyinmekte yarar vardır. Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde 1993’te Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansı, kadınlara yönelik şiddetin acil ve derhal ele alınması gereken bir insan hakları ihlali olduğunu ilan etmiş olup, aynı yıl içinde BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi Genel Kurul tarafından kabul edilmiştir.

C.  ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET

Çocuğa yönelik şiddet için yaygın olarak kullanılan terim, çocuk istismarıdır. Ancak, çocuğun ihmali de istismar olarak değerlendirilmektedir. İstismar, çocuğun ailesi ya da ondan sorumlu diğer kişiler tarafından çocuğa karşı uygulanan fiziksel, cinsel veya psikolojik nitelikli kötü davranışların tümünü kapsamaktadır.

Çocukluk çağında ihmal ve istismar, aile bireylerinden kaynaklanabileceği gibi, yakın çevre ya da yabancı kişilerden de kaynaklanabilmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü Çocuk istismarını “çocuğun sağlığını, fiziksel gelişimini olumsuz yönde etkileyen bir yetişkin, toplum veya ülkesi tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan davranışlar, çocuk istismarı olarak kabul edilir” şeklinde tanımlamıştır

C. 1 Çocuğa  Yönelik  Şiddet  Açısından  Dünyada Durum

Çocuğa yönelik şiddet çocuk istismarı olarak uzun süredir bilimsel dokümanlarda yer almaktadır. Bebeklerin öldürülmesi, çocukları terk etme, ya da diğer  çocuğa yönelik şiddet şekilleri insanlık tarihinin ilk dönemlerine kadar gitmektedir.  Ancak çocuk istismarının tıbbi sonuçları 1962 yılında Kempe ve arkadaşları tarafından yayınlanan “The Battered Child Syndrome” (Hırpalanmış Çocuk Sendromu) isimli makalenin yayınlanmasına kadar fark edilmemiştir. Bu sendrom ağır fiziksel istismara uğramış küçük çocuklarda görülen temel sağlık sorunlarını kapsamaktadır. Bu makalenin yayımlanmasından kırk yıl sonra günümüzde çocuk istismarının yaygın bir halk sağlığı sorunu olduğu kabul edilmektedir. Çocuk istismarı derin kültürel, ekonomik ve sosyal nedenleri bulunan ve değişik şekillerde ortaya çıkan bir sorundur. Bu sorun fiziksel, cinsel, duygusal istismar ve ihmal olarak görülebilmektedir. Fiziksel istismar çocuğa fiziksel olarak zarar veren ya da verme olasılığı bulunan davranışlardır. Cinsel istismar çocuğun cinsel tatmin aracı olarak kullanılmasıdır. Duygusal istismar çocuğa gereksinim duyduğu uygun ve destekleyici çevresel ortamın sağlanmaması ve çocuğun gelişimini ve duygusal sağlığını olumsuz etkileyen davranışlarda bulunulmasıdır. Çocuğun hareketlerinin kısıtlanması, alay etme,  tehdit ve yıldırma, ayrımcılık dışlama ve düşmanca olan diğer fiziksel uygulamaları içerir. İhmal ise ailenin ya da diğer bakım verenlerin olanakları olmasına rağmen çocuğun ihtiyaç duyduğu sağlık, eğitim, duygusal gelişim, beslenme, barınma ve güvenli bir yaşam ortamı gibi koşulların karşılanmamasından doğmaktadır. Gerçek ihmal olgularını yoksulluk koşullarında ortaya çıkan gereksinim karşılayamama durumu ile karıştırmamak gerekir.

Çocuğa yönelik şiddetin sıklığını ortaya koyabilmek için verilere gerek duyulmaktadır. Bu veriler devlet kuruluşları tarafından tutulan ölüm kayıtları gibi resmî kayıtların yanı sıra, vaka bildirimleri ve topluma dayalı araştırmaların sonuçlarından  elde edilmektedir. Ancak çocuğa yönelik şiddet ile ilgili verilere bir çok ülkede çocuk ihmal ve istismarına yönelik bildirim yapma ve kayıt tutma konusunda yasal ya da sosyal zorunluluk bulunmaması nedeni ile ulaşılamamaktadır. Ayrıca kültürel ve yasal nedenlerle tanımlar konusundaki farklılaşmalar karşılaştırma yapmayı ve ortak veri tabanları oluşturmayı engellemektedir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 2000 yılında dünyada 57 000 15 yaş altı çocuk öldürülmüştür. Bebekler ve küçük yaştaki çocuklar daha fazla öldürülme riski taşımaktadır. 0-4 yaş grubu çocuklar arasında öldürülme hızı 5-14 yaş grubunun iki katıdır.  Dünyanın zengin ülkelerinde beş yaş altı çocukların öldürülme hızı erkek çocuklar için yüzbinde 2.2, kız çocukları için ise 1.8’dir. Orta ve az gelirli ülkelerde ise bu yaş grubunda öldürülme hızı 2-3 kat daha yüksektir ve erkek çocukları için yüzbinde 6.1, kız çocuklar için yüzbinde 5.1’dir. DSÖ verilerine göre beş yaş altı çocukların en fazla Afrika bölgesinde öldürüldüğü görülmüştür. Afrika bölgesinde beş yaş altı erkek çocukları arasında öldürülme hızı yüz binde 17.9, kız çocukları arasında  ise 12.7’dir. En düşük hızlar yüksek gelirli Avrupa bölgesi ile Doğu Akdeniz ve Batı Pasifik bölgelerinde görülmektedir. Çocuk ölümlerinde ölüm sonrası rutin adli araştırma ve otopsi incelemelerinin yapılmaması, ölüm sertifikalarında önemli sınıflama hataları yapılması nedeni ile bu konuda gerçek rakamlara ulaşılamamaktadır. Bu nedenle çocuk istismarına bağlı çocuk öldürülmesi ile ilgili resmî rakamların gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu ve çocukların gerçekte çok daha fazla oranda öldürüldükleri düşünülmektedir Çocuk istismarına bağlı ölümlerin en sık kafa travmalarına bağlı olarak oluştuğu, bunu karın yaralanmalarının izlediği bildirilmiştir. Çocukların boğularak öldürülmesi de diğer sık bildirilen çocuk ölüm nedenlerindendir.   

Çocuklara yönelik şiddet tiplerine bakıldığında sıklıkla görülen fiziksel, cinsel ve duygusal şiddettir. Çocuklara yönelik fiziksel şiddet sıklığı ülkeden ülkeye değişim göstermektedir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1995’te yapılan bir toplum tabanlı çalışmada ailelerin binde 49’u çocuklarını sert bir araç kullanarak dövme, tekmeleme, çocuğu bıçak ve silâhla tehdit etme gibi yöntemleri kullanarak disipline ettikilerini bildirmişlerdir. Mısır’da yapılan kesitsel bir toplum tabanlı çalışmada çocukların %37’si aileleri tarafından dövüldüklerini ya da bağlanarak cezalandırıldıklarını söylemişlerdir ve %26’sında dayak ve bağlanmaya bağlı olarak kırık, bilinç kaybı, ya da kalıcı özürlülük gibi sorunlar ortaya çıkmıştır.

Güney Kore’de yapılan bir çalışmada ise anne babaların üçte ikisi çocuklarını dövdüklerini ve %45’i çocuklarını ittiklerini ve tekmelediklerini ifade etmişlerdir. Romanya Hanehalkı Anketinde çocukların %4.6’sının ciddî ve sık tekrarlanan sert bir cisimle dövülme, yakılma ya da aç bırakılma gibi fiziksel şiddete maruz bırakıldığı belirtilmektedir.

Romanya’da anne babaların yaklaşık yarısı da çocuklarını sık sık dövdüğünü ve %16’sı da çocuklarını döverken sert bir cisim kullandığını belirtmiştir. Şili, Mısır, Hindistan ve Filipinler’de yapılan WorldSAFE (World Studies of Abuse in the Family Enviroment Project) projesine bu ülkelerde yaşayan anneler  katılmıştır. Bu annelerin çocuklarını terbiye etmek için kullandıkları sert ve daha ılımlı disiplin yöntemleri hakkında Ebeveyn-Çocuk Çatışma Çözme Yöntemleri Ölçeği (Parent-Child Conflict Tactics Scale)  aracılığı ile bilgi toplanmıştır.  Bu projenin verileri ve ABD’de yapılmış benzer bir çalışmanın sonuçları aşağıdaki Tablo’1 de özetlenmiştir.

Tablo: 1. Son altı ay içinde annelerin çocuklarını terbiye etmek için sert ve ılımlı fiziksel cezalandırma yöntemleri kullanma sıklıkları, WorldSAFE projesi

 

a Bu ülkede veriler kentsel bölgede toplanmıştır.

b Bu çalışmada bu soru sorulmamıştır.

c İki yaş ve üzeri çocuklar için sorulmuştur.

WorldSAFE projesi ve ABD’de aynı ölçek yardımı ile toplanmış olan veriler çocukların dünyanın farklı ülkelerinde de yaşasalar fiziksel şiddet gördüklerini göstermektedir. Örneğin, proje kapsamındaki bütün ülkelerdeki çocuklara son altı ay içinde sert bir cisimle farklı yüzdelerde olsa bile vurulduğu görülmektedir. Çocuğa yönelik şiddetin her türü ilgili kişilerce kabul edilemez bulunsa bile, çocuklara yönelik ılımlı şiddet uygulamaları konusunda küresel düzeyde bir uzlaşma olmadığı görülmektedir. Bu nedenle çocuklara yönelik bu tür şiddet uygulamalarının proje kapsamındaki bütün ülkelerde yoğun bir biçimde kullanıldığı gösterilmiştir. Özellikle çocuğun poposuna elle vurmak en fazla başvurulan yöntemdir. Çocuğa yönelik sert ve ılımlı fiziksel cezalandırma yöntemlerine çocukların aileleri kadar okullarda ve  çocukların bulunduğu diğer kurumlarda öğretmenler ve çocuklara bakım veren kişiler de başvurmaktadır.

Cinsel şiddet, cinsel şiddetin tanımı ve bilginin toplanış biçimi çocuğa yönelik cinsel şiddet sıklığını etkilemektedir. Romanya’da çocukların %9.1’i cinsel şiddet gördüğünü bildirmiştir. Yetişkin kadınlar arasında yapılan araştırmaların sonuçlarına göre çocukluğunda  cinsel içerikli istenmeyen davranışlara maruz kalmaktan tecavüze kadar değişen şekillerde cinsel şiddet görme sıklığı %0.9 ile %45 arasında değişmektedir. Yetişkin erkekler arasında ise cinsel şiddet görme sıklığı %1 ile %19 arasında bulunmuştur. Uluslararası düzeyde 1980’de yapılan bir çalışmaya göre çocuklukta cinsel istismara uğrama sıklığı kadınlar arasında %20, erkekler arasında %5-10 olarak bulunmuştur.

Duygusal şiddet, çocuklara yönelik duygusal ya da psikolojik şiddet fiziksel ya da cinsel şiddete göre daha az ilgilenilen konular olmuştur. Anne babaların çocuklarını terbiye etmek için kullandıkları fiziksel olmayan disiplin yöntemlerinin ülkeden ülkeye kültürel nedenlerle farklılık gösterdiği görülmüştür. Bir ülkede sık kullanılan ve kabul gören bir yöntem, başka bir ülkede kabul edilemez olarak değerlendirilebilir. Çocuğa bağırmak en fazla kullanılan yöntemdir. Ayrıca çocuğa isim takmak ve çocuğa küfretmek de sık uygulanan psikolojik şiddet biçimidir. Çocuğu terk etmekle ya da evden atmakla tehdit etmek de ülkeden ülkeye değişmekle birlikte sık başvurulan bir yöntemdir.

İhmal, Kanada’da yapılan bir çalışmada çocukların % 19’u fiziksel ihmale uğramıştır, % 12’si terkedilmiştir, % 11’inin eğitimi ihmal edilmiştir,  % 48’i ise anne babalarının yeterli gözetmemesi nedeniyle fiziksel zarar görmüşlerdir.

Dünyada çocuğa yönelik şiddetin olumsuz sonuçlarının fark edilmesini takiben ilk olarak İsveç 1979’da çocukların fiziksel cezalandırma yöntemleri ile cezalandırılmasını yasaklayarak bu alanda ilk yasal uygulamayı başlatan ülke olmuştur. İsveç’ten sonra en az on ülke daha bu konuda yasal düzenlemeye gitmiştir.

C.Ê2 Çocuğa  Yönelik Şiddet Açısından  Türkiye’de  Durum ÊÊ

Ülkemizde çocuk hakları açsından irdelendiğinde çocukların; korunması, yaşatılması, geliştirilmesi ve toplumsal yaşama katılımlarının sağlanması için yeterli düzeye gelinemediği ve çocukların yüksek yararı için olması gereken koşulların oluşmadığı görülmektedir.

Ülkemizde çocukların şiddetle karşılaştıkları alanlardan bazıları şunlardır;

l Aile

l Okul

l Kolluk kuvvetleri

l Sokak

l Bakım yurt ve yuvaları

l Çocukların tutuklu veya hükümlü olarak tutuldukları kurumlar

l Çalıştıkları işyerleri

Ülkemizde aile içinde çocuklara yönelik şiddetin nedenleri arasında ailenin sosyo-ekonomik ve eğitim düzeyinin düşük olması, erken yaşta evlenmeler, erken yaşta çocuk sahibi olması, kendini bu role hazırlamadan anne-baba olması, ebeveynlerin herhangi bir sosyal desteğinin bulunmaması, ebeveynlerin çocuklarına ayıracak vakit bulamaması, çocuğun davranışlarının temeli konusunda fikir sahibi olmamaları, aile bireylerinin duygu ve düşüncelerini birbirlerine açık olarak ifade edememeleri sayılabilir. Oysa ki Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesinin Türkiye’ye ilişkin yayınladığı sonuç gözlemlerinde “çocukların cinsel istismarı ve bekaret kontrolü de dahil olmak üzere, aile içi şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılmasına yönelik etkili önlemlerin, yöntemlerin, kaynakların ve konuya ilişkin verilerin bulunmamasından” kaygı duyulduğu belirtilmektedir. Aynı rapor, namus cinayetleri konusunda da yaşam hakkının ihlal edilmesini ve bu cinayetlerin mağdurlarının da faillerinin de genellikle çocuk olması özellikle ele alınması gereken bir konu olduğunu vurgulamaktadır.

Bütün bunların yanı sıra, her geçen gün hızla artan çocuğa yönelik fiziksel ve cinsel şiddet, çocukların sokağa düşmeleri, suça itilmeleri ve uyuşturucu kullanımları ciddî bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır.ÊEmniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı istatistiklerine bakıldığında tüm taraflara büyük sorumluluklar düşmektedir.Ê

Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre; başta Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olmak üzere yürürlükteki mevzuat esas alınarak Emniyet Teşkilatının çocuklara yönelik hizmetlerinin iyileştirilmesi amacıyla hazırlanan “Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği” 13.04.2001 gün ve 24372 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bugüne kadar Küçükleri Koruma Şube Müdürlükleri tarafından yürütülen korunmaya, yardıma muhtaç, buluntu, kimliği tespit edilemeyen, sokakta yaşayan, başıboş, terkedilmiş, mülteci, refakatsiz ve benzeri çocuklara yönelik hizmetlerin yanı sıra, suç işlediği şüphesi altında bulunan çocukların adli-idari tüm suç soruşturmaları da Çocuk Şube Müdürlükleri/Büro Amirlikleri tarafından yürütülmektedir.

Tablo: 2. Türkiye Geneli Polis Sorumluluk Bölgesi'nde 2002-2005 Yılları Arasında Suça Karışan Çocuk İstatistiği

Jandarma Genel Komutanlığı verilerine bakıldığında, çocukların korunması ve çocuk suçluluğunun önlenmesi kapsamında; özellikle hızlı nüfus artışı, göç ve kentleşme gibi sosyal olayların yoğun olduğu bölgelerde olumsuz koşullarda yaşayan, sokakta çalıştırılan, okul çağında olup da okula gönderilmeyen, ailesi ve çevresi tarafından şiddet ve baskı gören, ihmal veya istismar edilen çocukların korunması, sayısının asgari düzeye indirilmesi ve suça karışan çocuklara yönelik tedbirlerin daha etkili bir şekilde sürdürülmesi maksadıyla 2001 yılında İstanbul Bahçeşehir'de, 2003 yılında Ankara, İzmir ve Aydın'da, 2004 yılında Antalya ve Erzurum'da, 2005 yılında ise İstanbul-Taşdelen'de olmak üzere toplam (7) Jandarma Çocuk Merkezi faaliyete geçirilmiştir.

Tablo: 3. Jandarma Çocuk Merkezleri'nde 23 Ekim 2001- 31 Ağustos 2005  Tarihleri Arasında İşlem Gören Çocuklar

Jandarma Çocuk Merkezleri tarafından 31 Ağustos 2005 tarihi itibari ile; İstanbul-Bahçeşehir'de 1531, Ankara'da 898, İzmir'de 1054, Aydın'da 668, İstanbul-Taşdelen'de 719, Erzurum'da 290 ve Antalya'da 268 olmak üzere toplam 5428 çocuğa işlem yapılmıştır. Bunlardan; 1305'i yardıma muhtaç, 1090'ı hakkında suç isnadı bulunan, 1067'si sokakta çalıştırılan, 854'ü suç mağduru, 314'ü buluntu, 148'si evden kaçan, 599'u okula gitmeyen ve 51'i suça tanık çocuktur.

Gerekli sayısal verilerin yetersizliği bu konuda çalışanların en önemli problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin çocuğa yönelik şiddet konusunda genel görüş, çocukların ülkemizde yoğun bir şekilde şiddete uğradığı ancak buna ilişkin ülke genelinde gerçekleştirilmiş bir araştırmanın olmadığı yönündedir. Ancak bu durumun olayı hafifletmediğini ve gerçekten yaşanan şiddetin yoğunluğunun günlük yaşama yansıdığını da belirtmek gerekir.

 Türkiye'de 1993 yılında, toplam nüfus içindeki korunmaya muhtaç çocukların (0-18 yaş) sayısının (yüzde 2'lik muhtaç oranına göre) 524.141 olduğu bulunmuştur. Ancak bu rakamların gerçek rakamlara göre çok düşük olduğu, gerçek rakamların çok daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Türkiye'de 2001-2005  Çocuk ve Kadınların Durumu Raporunda yaklaşık 500.000 sayısından bahsedilmekte, kesin bir sayı verilememektedir. Nüfusun (yüzde 10 oranına göre) 2.710.000'inin ise özürlü olduğu varsayılmaktadır. Bu rakamların mevcut durumun ancak çok küçük bir yüzdesini yansıttığını belirtmek gerekmektedir. 

Çocuk Hakları Sözleşmesi ile merkezi yönetimler çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi için öncelikle durum tespiti yapmalı ve ihtiyaçları, sorunları belirlemelidir. Şu anda resmî makamlarca bu yönde yürütülen yeterli çalışma bulunmamaktadır. Hastaneler ve adliyelere yansıyan olgulardan da gerçekçi bir sonuç elde etmek mümkün değildir. Çünkü, çoğu kez buradaki kayıtların "kaza sonucu yaralanma veya ölüm" şeklinde tutulduğu bilinmektedir. 

Özellikle cinsel istismarın kayıt-dışı ve gizli kaldığı gözlenmektedir. Aile içinde ortaya çıkan ensest ilişkinin ancak hamilelik veya yıllar sonra ortaya çıkması bu olayların gizli kalmasına ve olaya maruz kalan çocuklara yardım edilememesine neden olmaktadır. Ülkemizde görülme sıklığı az olmayan, ancak kayda geçen olguların sayısının gerçekleri yansıtmadığı görülmektedir. Cinsel istismar olguları  için başvuru merkezlerinin olmayışı bu olaylara eğilmeyi güçleştirmektedir.

SHÇEK'in son 5 yılda haklarında koruma kararı alınan çocukların karar alınma nedenlerine göre   dağılımına bakıldığında çocukların %18.6 sının anne veya babası çocuğu ihmal veya istismar ettiği  veya böyle bir risk ortada olduğu için haklarında korunma kararı alınmıştır. 942 kız ve 1736 erkek olmak üzere 2678 çocuk hakkında alınan koruma kararı tümü 14398 olan son 5 yıldaki koruma  kararlarında ekonomik nedenlerden sonra en sıklıkla görülen olgudur. 

Çocuklara yönelik bu konuda alınan tedbirlere baktığımızda öncelikle çok büyük bir altyapı problemiyle karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. "AB üyesi bir ülkede annesinden dayak yiyen bir çocuğun ailesinden alınması ilk koşuldur. Ama Türkiye'de böyle bir düzenlemeyi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) bugünkü yapısıyla uygulamaya geçirmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için çalışan elemanlarından başlayarak kurum hizmet alanına kadar çok büyük problemlerin aşılması gerekmektedir.

Çarpık kentleşme, düşük sosyo-ekonomik düzey, göç ve beraberinde getirdiği sağlıksız yerleşim bölgeleri, parçalanmış aile, aile içinde şiddet, değişik eşler ve onların çocukları, cinsel ve duygusal şiddet eğitimsizlik ve her türlü istismar ve ihmal çocukları ailenin dışına, başıboşluğa ve sonuçta sokağa itmektedir. Çarpık kentleşmenin sonucu olarak sokak çocuklarının sayısındaki artış endişe verici boyutlara doğru yükselmektedir. Sanayileşmiş bölgelerde diğer bölgelere göre daha fazla gelir   kazanma olanakları ve sosyal sorunlar nedeniyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan büyük kentlere göç akımı meydana gelmektedir. Gidilen yerlerde sosyal desteğin yetersizliği ile entegrasyon eksikliği sonucu sokakta bulunan çocukların sayısı her geçen gün artmaktadır. 

Özellikle çocuk suçlulara yönelik mekanizmaların kurulması konusundaki yetersizlik ve gecikmeler ön plana çıkmaktadır ( çocuk mahkemeleri ve çocuk islah evleri gibi).

Devletin genel bütçeden SHÇEK'na ayırdığı pay her geçen yıl giderek azalmaktadır. Ülkemizin 2006 yılı bütçesinde bu payın %0.17 oranına gerilediği görülmektedir.

Türkiye'de çocuğun durumunun çok da parlak olduğunu söylemek güçtür. Özellikle çocuğun tek başına birey olarak  değerlendirilebilmesine yönelik temel bakış açısının eksikliği dikkati çekmektedir. Bununla ilgili en iyi  gösterge çocuğun katılım hakkının olmamasıdır. Çocuk kendisiyle ilgili hiçbir kararı alma ve bu karara katılma hakkına sahip değildir. Çünkü çocuk ile ana babası arasındaki durum bir velayet ilişkisine  değil velayet hakkına dayanmaktadır. Türkiye'de velayet hala yetişkinlere çocuklar üzerinde hak veren  bir statüdür. Başka bir deyişle çocuklarla ilgili kararları anne-baba çocuğa danışmadan, kendi  başlarına vermektedir. Çocukların okul yönetimine ve diğer sosyal etkinliklere katılımları da özel konumları bakımından yeterli değildir. Tüm bunlar çocuğun bir birey  olarak kabul edilmediği ve onun yetiştirilmesine yönelik yeterli yatırım ve girişimin olmadığı sonucunu  getirmektedir.

 Çocuk Hakları Sözleşmesinin imzalanmasından önce olduğu gibi bugünde çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi konusunda merkezi ve yerel yönetimlerce yaygın ve uygulanabilir politika, strateji, programlar oluşturulamadığı görülmektedir.

C. 3  Çocuğa Yönelik Şiddetin Nedenleri

Çocuğa yönelik şiddetin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunlar arasında çocuğun bireysel özelliklerinin yanı sıra ailesi ve bakım verenlerin özellikleri, çocuğun yaşadığı sosyal, ekonomik ve kültürel çevre bulunmaktadır.

1. Çocuğun şiddet görme riskini artıran bireysel özellikleri

Çocukların ölümüne neden olan şiddet olgularının daha çok küçük yaştaki çocukları etkilediği görülmektedir. Çocuğa yönelik cinsel şiddetin ise ergenlikle artmaya başladığı ve ergenlik döneminde en üst düzeye ulaştığı bilinmektedir. Bir çok ülkede kız çocuklarının öldürülmesi, cinsel istismara uğramaları, eğitimlerinin ve beslenmelerinin ihmal edilmesi ve fuhuşa zorlanması şeklinde şiddet görme riskleri erkek çocuklarından daha yüksektir. Kız çocukları arasında cinsel istismara uğrama hızı erkeklerden 1.5-3 kat daha fazladır. Dünyada okula gidemeyen 6-11 yaş arasındaki 130 milyon çocuğun %60’ını kız çocukları oluşturmaktadır. Erkek çocuklara ise bir çok ülkede daha hırpalayıcı özellikte fiziksel cezalar verilmektedir. Prematüre bebekler, ikizler ve engelli çocuklar fiziksel istismara ve ihmale daha fazla uğramaktadır.

2. Çocuğun yetiştiği ortamın ve ailenin özellikleri

Çocukların bakımlarını üstlenen kişilerin psikolojik ve davranışsal özellikleri ile yaşadıkları ortam, çocuk bakımı ve anne babalık yapma ile ilgili gelenekler çocukların şiddet görmesini etkilemektedir. Çocukları istismar eden kişinin cinsiyeti istismarın tipine göre farklılık göstermektedir.

Çeşitli ülkelerde yetişkin ve çocuklarla yapılan çalışmalara göre kadınlar çocuklara daha fazla fiziksel ceza yöntemleri ile ceza vermektedir. Ancak çocukların yaşamı tehdit edici özellikteki yaralanmalara, kırıklara, genelde erkekler neden olmaktadır. Kız çocukların %90’ından fazlasının, erkek çocukların %63-86’sının cinsel yönden istismar edilmesinin sorumlusunun erkekler olduğu gösterilmiştir. Çocukları istismar eden anne babalar genelde genç, evli olmayan, yoksul, işsiz ya da öğrenim düzeyi düşük kişilerdir.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yoksul, genç ve evli olmayan annelerin çocuklarına şiddet uygulama riskinin en yüksek düzeyde olduğu gösterilmiştir. Ayrıca düşük benlik saygısı olan, dürtü kontrolü zayıf, ruh sağlığı sorunları bulunan ve anti sosyal davranışlar sergileyen anne babaların çocuklarına şiddet uygulama riski fazladır. Çocukluğunda istismar edilen çocukların, yetişkinlikte çocuklarına şiddet uygulayan anne babalar olma riski daha yüksektir. Ailede çocuk sayısının artışı örneğin dört ve üzerine çıkması da çocukların şiddet görme riskini artırıcı bir faktör olarak bulunmuştur. Çocuk sayısının fazlalığının yanında hane halkı sayısının fazla olması, evde yaşayan bireylerin sabit olmaması da çocukların şiddet riskini etkileyen bir faktör olarak saptanmıştır. Evde eşler arasında şiddetin varlığının çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi giderek önem verilen bir olgudur. Yapılan çeşitli çalışmalar, anne baba arasında şiddetin bulunmasının, anne babanın sosyal yönden izolasyonu ve stres içinde olması çocuğun şiddet görme riskini artırdığını göstermektedir. Ailelerin yaşadığı işini kaybetme, gelirin azalması, sağlık sorunlarının ortaya çıkması gibi kriz durumları ve bu sorunlarla baş etme ve sorunu çözme konusunda ihtiyaç duyduğu desteği çevreden elde etme konusunda problem yaşama çocukları şiddet açısından artmış risk altında bırakmaktadır.

3. Toplumsal ve kültürel özellikler

Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının, toplum katmanları arasındaki ekonomik eşitsizliklerin, yoksulluğun ve işsizliğin yüksek olduğu toplumlarda bütün şiddet şekillerinin yanında çocuğa yönelik şiddetin de arttığı görülmektedir. Göç hareketlerinin fazlalığı çocuğa yönelik şiddeti artıran diğer bir etkendir. Diğer yandan toplumları bir arada tutan moral değerlerin varlığı ve toplumsal dayanışmanın güçlü ve sağlıklı bir yapılanma göstermesi, toplumun çocuğa yönelik şiddeti yasaklayan bir yaklaşıma sahip olması, çocuğun içinde yaşadığı toplumun çocuklarla ilgili kültürel değerlerinin çocuğu koruyucu öğeler içermesi çocukları şiddetten koruyan faktörlerdir. Toplumsal cinsiyet rolleri, anne-baba çocuk ilişkisi, toplumun aileye bakışı gibi konularla ilgili olarak toplumun benimsediği kültürel ölçütler bu konuda etkili olmaktadır. Devletlerin çocuğu ve aileyi destekleyen politikalarının bulunması çocukların şiddet görmesini engellemektedir. Ayrıca sağlık sisteminde çocukların istismarını önlemeye yönelik koruyucu yaklaşımlar, sosyal güvenlik sistemi ve çocukları koruyucu yasal düzenlemelerin varlığı da çocuğa yönelik önleyen diğer faktörlerdendir.

C.4. Çocuğa Yönelik Şiddetin Sonuçları

Çocuğa yönelik şiddet, çocuğun sağlığını ve gelişimini engelleyen önemli bir sorundur. Kırık, yanık, zehirlenme, istenmeyen gebelik, HIV/AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi üreme sağlığını olumsuz etkileyen problemler, okulda başarısızlık, depresyon, madde kötüye kullanımı gibi duygusal ve/veya davranışsal bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Şiddetin etkileri ayrıca çocukta uzun dönemde risk alma davranışı, madde kötüye kullanımı, çocuk suçluluğu ve şiddet davranışı sergileme gibi sonuçlara yol açmaktadır. Çocuğa yönelik şiddetin sağlık sonuçları Tablo 4’te sıralanmıştır.

Tablo: 4 Çocuğa yönelik şiddetin sağlık sonuçları

C.5. Çözüm Önerileri

Koruyucu ve önleyici tedbirler

1. Sağlık görevlileri, yargı mensupları, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, çocuk gelişimi uzmanları, kolluk kuvvetleri ve diğer meslek gruplarının hizmet içi eğitim programlarında çocuklara karşı şiddete yaklaşım konusu yer almalıdır.

2. Emniyet ve jandarma birimlerinde daha fazla kadın memurun görevlendirilmesi ve bu memurların kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda özel eğitim almış olması sağlanmalıdır.

3. Emniyet ve jandarma birimlerinde, çocuğa yönelik şiddet olgularını doğru tanımlanarak  değerlendirmesini sağlayacak eğitim çalışmaları yapılmalıdır.

4. Diyanet İşleri Başkanlığı, çocuğa yönelik şiddet konusunda; toplumu bilinçlendirmek üzere hutbe ve vaazlar vermeli, yazılı ve görsel yayınlar yapmalı ve çeşitli etkinlikler düzenlemelidir.

5. Mülki idare amirlikleri ve yerel yönetimlerce, çocuğa yönelik şiddetle ilgili broşürler ve diğer tanıtıcı materyaller hazırlanarak, halka açık alanlarda ve kamu hizmet birimlerinde dağıtımı sağlanmalıdır.  

6. Kent yapılanmasında sadece okul çocuklarının değil, değişik yaş gruplarındaki gençlerin de çeşitli faaliyetlerde bulunabileceği sosyal tesisler kurulmalı, var olanlar aktif hale getirilmelidir.

Kurumsal hizmetler

1. Devlet, çocuklara yönelik her türlü şiddet eylemini ortadan kaldıracak önlemlerin bir devlet politikası olarak uygulanmasını sağlamalıdır. Bu alana yönelik bir bütçe oluşturulmalı, söz konusu bütçenin etki ve sonuçları görünür kılınmalıdır.

2. Çocuğa yönelik şiddete karşı alınacak önlemler ulusal plan çerçevesinde ve kapsamlı olarak belirlenmelidir. Söz konusu planın hazırlanırken, toplumsal cinsiyet bakış açısına sahip olması sağlanmalıdır.

3. Çocuğa yönelik şiddetin önlenebilmesi için sorunun temeline inilerek, ekonomik, yasal, kurumsal, eğitsel ve kültürel alanlara yönelik olarak eş zamanlı, paralel düzenlemeler yapılmalıdır.

4. Toplumsal cinsiyete duyarlı politikaların ana plan ve programlara entegrasyonu, sektörler ve disiplinler arası işbirliğinin sağlanması, programların ve sonuçların izlenme ve değerlendirilmesi için gerekli mekanizmaların oluşturulması, mevcut mekanizmaların işler hale gelmesi sağlanmalıdır.

5. Ülke çapında ilgili tüm sivil ve resmî kuruluşları kapsayacak “2006-2010 Çocuğa  Yönelik Şiddetin Önlenmesi Eylem Planı” hazırlanmalı ve uygulamaları takip edilmelidir.

6. SHÇEK bünyesinde hizmet veren “183 Aile, Çocuk, Kadın ve Sosyal Hizmet ve Özürlü Çağrı Merkezi” nin daha işlevsel kılınması ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması sağlanmalıdır.

7. Ülke genelinde 24 saat hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET HATTI” oluşturulmalıdır. Bu hatlarda şiddet konusunda eğitim almış personelin görev yapması sağlanmalıdır.

8. Ülkemizde aile içinde şiddete uğramış (fiziksel, ruhsal, cinsel) çocuklara yönelik hizmetlerin sunulabileceği kurumlar ve acil yardım hatları henüz tam olarak kurumsallaştırılamamıştır. Bu nedenle bu alanlarda kurumsallaşma ivedilikle sağlanmalıdır.

9. Çocuğa yönelik şiddet konusunda ulusal bir veri tabanı bulunmamaktadır. Eldeki veriler de çok yetersizdir. Bu nedenle bu konularla ilgili Bakanlıkların veri toplaması ve toplumun kullanımına açık veri tabanları oluşturması sağlanmalıdır. Tarama sonuçlarının sağlıklı olabilmesi için, toplanmak istenen istatistiğe yönelik soru setleri hazırlanması ve sonuçların tek elden  (Türkiye İstatistik Kurumu) toplanarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

10. Çocuk ıslah evlerinin amacına uygun çalışmasını engelleyen eksikliklerin giderilmesi, daha etkin hizmet verebilmesi için denetimlerin yapılması sağlanmalı ve çocukların yetişkinlere özgü tutukevlerinde tutulmamaları için gerekli alt yapı oluşturulmalıdır.

Eğitim

1. Zorunlu eğitimin 11 (on bir) yıla çıkarılmalıdır. Söz konusu zorunlu eğitimden ülke genelinde tüm çocukların yararlanması için gerekli tüm tedbirler alınarak, bu konuda denetimlerin yapılması sağlanmalıdır.

2. İlköğretimin zorunlu olması nedeniyle, bu zorunluluğun ihlali durumunda ilgililer hakkında yasal prosedür titizlikle işletilmelidir. Gerek bu konuda gerekse ekonomik yönden istismar edilen çocukların takibi ve gerekli önlemlerin alınması konusunda ilgili tüm kurum ve kuruluşlar ile yerel yönetimler koordineli olarak çalışmalıdırlar.

3. Kız çocuklarının eğitimlerini tamamlamaları büyük önem taşımaktadır. Özellikle  kız çocuklarının okullaşma oranlarının artırılmasına yönelik olarak yapılan kampanyaların sürekliliği sağlanarak, sonuçlarının izlenmesine önem verilmeli ve kızların kesintisiz olarak öğrenimlerine devam etmelerini sağlayıcı önlemler alınmalıdır.

4. Özellikle ekonomik yönden geri, geleneksel değerlerin hakim olduğu kırsal bölgelerde kız çocuklarının eğitime katılmaların sağlamaya yönelik olarak yatılı kız bölge okullarının (ilköğretim ve ortaöğretim) açılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.

5. Geçici tarım işçisi olan ailelerin çocuklarının ilköğretim eğitimi almaları ve eğitimlerini tamamlamaları sağlanmalıdır. Bu yönde mobil eğitim ve benzeri projeler geliştirilmelidir. Yerel yöneticiler bu konuyu takip etmeli ve uygulanmasını sağlamalıdır.

6. Eğitim materyallerinde kadın ve erkek eşitliğini yok sayan, görmezden gelen ya da zedeleyen anlayışları ortadan kaldıran öğelerinden ayıklanması  gerekmektedir.

7. İlköğretimden başlayarak eğitimin her aşamasında (örgün ve yaygın eğitim de dahil olmak   üzere) şiddet ve toplumsal cinsiyet duyarlılığı konularını içeren ve  çocuklara kendi bedenlerini tanımayı öğreten eğitim programları hazırlanarak uygulamaya konulmalıdır.

8. Okul yönetimleri, sınıf öğretmenlerinin ve rehber öğretmenlerin çocuğa yönelik şiddetin tanınması ve yetkili makamlara bildirilmesi konusunda duyarlılıkları artırılmalıdır.

9. Ailelere çocuk eğitimi ve çocuk yetiştirme yöntemlerin verildiği “Ana-Baba Okulları” programları yaygınlaştırılarak kurumsal alt yapı oluşturulmalıdır.

10. Çocuğa yönelik şiddet konusunda anne babalar ve bakım veren kişilerin çocuğa yaklaşım ve çocuk terbiyesi alanlarında zihniyet dönüşümünü sağlayacak eğitim programlarına öncelikle yer verilmelidir.

11. Çocuğa yönelik şiddet konusunda zararlı gelenek ve görenekler tespit edilerek ayıklanmalı ve kişilerin söz konusu davranış şekillerini değiştirmelerini sağlayıcı eğitim programları hazırlanmalıdır.

12. Çocuğa yönelik şiddetle ilgili bilgilendirici spot eğitim filmlerin, görsel medyada sık aralıklarla gösterilmesi sağlanmalıdır.

13. Çocuğa yönelik şiddetle ilgili yasaların ve Çocuk Hakları Sözleşmesinin okullarda öğretilmesi ve okullardaki şiddeti ortadan kaldırmak için çok yönlü bir kampanya başlatılması ve bu kampanyanın toplumsal seferberliğe dönüştürülmesi gerekmektedir.

14. Ülkemizde tecavüz ve ensest gibi konuların ciddi sorunlar arasında yer almasına rağmen hâlâ bunların tabu sayılmasıyla mücadele edilerek, cinsel şiddet  türleri, nedenleri, önleme yolları konusunda halkın, bilinçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır.

Sağlık

1. Sağlıkla ilgili yüksek öğrenim kurumlarında mezuniyet öncesi eğitim programlarına çocuğa yönelik şiddeti tanıma, gerekli müdahaleleri yapabilme ve şiddet gören çocuğu korumak amacıyla gerekli mekanizmaları çalıştırabilme konularında dersler konulmalıdır.

2. Sağlık kuruluşlarına başvuran şiddet mağduru çocuklara sunulacak koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri planlanırken, tüm sağlık kurumlarında hizmet sunucu olan hekim ve hemşire gibi sağlık çalışanlarının yanı sıra çocuğa yönelik şiddeti tanıma, tespit etme ve bildirim konusunda eğitilmiş sosyal hizmet uzmanı ve psikologların yer alacağı bir modelin oluşturulması sağlanmalıdır.

Hukuk

1. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa ilişkin alt yapıların ivedilikle oluşturulması  yönündeki çalışmalar hızlandırılmalıdır.

2. CMK’nun “tanıkların dinlenmesi” başlıklı 52 inci maddesinin (3). fıkrasında çocuk mağdurların tanık olarak dinlenmeleri sırasındaki görüntü ve seslerin kayda alınmasının zorunlu olduğuna dair hükmün, “5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 12 inci maddesinin ikinci fıkrası” uyarınca, bu fıkranın (a) ve (b) bentlerinin 1 Temmuz 2006 tarihinde yürürlüğe gireceği yönündeki düzenleme gözetilerek anılan yasal düzenlemenin bir an önce hayata geçirilmesi için alt yapının ivedilikle oluşturulması gerekmektedir.

3. Şiddet ve özellikle ensest faillerinin rehabilitasyona tabi tutulmalarının yasal bir zorunluluk haline getirilmesi ve masrafların failler tarafından karşılanması yönünde yasal düzenlemelere gidilmelidir. 

4. Hak arama sürecindeki yasal prosedür mağdurlar lehine basitleştirilmeli, sağlıkla ilgili kayıtlar başta olmak üzere gerekli belge ve kayıtların ücretsiz hazırlanması sağlanmalı ve bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

5. Çocuğun beden muayenesinde, çocuğun “aydınlatılmış onamının” alınması yönünde yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

D. KADINA YÖNELİK ŞİDDET

Şiddet, güç kullanılarak vurma ve kötü davranma eylemi olarak tanımlansa da; genel anlamıyla huzur karşıtı olup, onu bozan veya tartışmaya açan eylemler bütünü olarak, fiziksel ya da fiziksel olmayan davranışları içeren, fiziksel ve ruhsal acı ve zarar veren saldırgan eylemdir.

Dünya Sağlık Örgütü ise şiddeti, sahip olunan fiziksel, güç ya da kudretin, tehdit yoluyla ya da doğrudan kendine, bir başka insana, bir gruba ya da topluma karşı yaralanma, fizyolojik hasar, gelişme bozukluğu ya da gerilikle sonuçlanacak ya da sonuçlanma olasılığı yüksek bir biçimde uygulanması olarak tanımlamaktadır.

Bu tanım, “ailede veya genel toplumda oluşan; dayak, çocukların cinsel istismarı, drahoma/başlık parası ile ilişkili şiddet, ırza geçme, kadın sünneti ve kadına zararlı olan diğer geleneksel uygulamalar, eş-dışı şiddet ve sömürü ile ilişkili şiddet, işyeri, eğitim kurumları ve diğer yerlerde karşılaşılan cinsel taciz, fahişeliğe zorlama, devlet tarafından işlenen veya göz yumulan şiddeti içeren fiziksel, cinsel ve psikolojik tüm şiddet biçimlerini” kapsar.

Kadına yönelik şiddet; Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona ızdırap veren fiziksel, cinsel, zihinsel hasarla sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı bulunan, kamusal alanda ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır.

1995 yılında yapılan 4. Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem Planında, “Kadına yönelik şiddet” kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan, bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türden şiddet anlamına gelmektedir. Buna bağlı olarak kadına yönelik şiddet aşağıdakileri kapsamakla birlikte bunlarla sınırlı değildir; 

- Dayak dahil aile içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, hanedeki kız çocuklarının cinsel istismarı, çeyizle bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadınlara zarar veren kadın sünneti ve diğer geleneksel uygulamalar, nikah dışı ve istismarla bağlantılı şiddet.

- Tecavüz, cinsel taciz, işyerinde eğitim kurumlarında ve başka yerlerde sarkıntılık ve cinsel zorlama dahil toplum içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, kadınların alınıp satılması ve fahişeliğe zorlanması.

- Nerede olursa olsun, devletin yürüttüğü veya göz yumduğu fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet.

- Silâhlı çatışmalarda kadının insan haklarının ihlali; öldürme, sistematik tecavüz, cinsel kölelik ve zorla hamile bırakma ve hamileliği sürdürme.

- Zorla kısırlaştırma zorla düşük yaptırma, doğum kontrol yöntemlerinin zorla kullandırılması kız bebeklerin öldürülmesi, ceninin cinsiyeti kız ise hamileliği sona erdirme şeklinde tanımlanmıştır.

Yine 2000 yılında yapılan Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesinde, Pekin Eylem Platformunda yer alan şiddet tanımı genişletilerek erken ve zorla evlendirme, namus cinayetleri, başlık parasını ödeyememekten kaynaklanan şiddet ve evlilik içi tecavüz gibi şiddet türleri Kadının İnsan Hakları ihlalleri olarak sıralanmıştır.

New York Sonuç Belgesi devletlere kadınlara karşı şiddet konusunda etkin yasalar dahil olmak üzere her türden gerekli önlem alma görevini vermiştir. Sonuç belgesi ayrıca zararlı gelenek ve görenekleri ortadan kaldırmak (kadın sünneti, namus cinayeti, erken ve zorla evlendirme gibi), eğitim programları oluşturmak ve uygulamak ve diğer önlemleri alma, yasal düzenleme yapma ve bunları tam olarak uygulama görevi vermektedir. Dahası devletlere kadınlara karşı şiddeti önlemek ve ortadan kaldırmak için uygun mekanizmalar kurma ve bunları çalıştırma görevi vermektedir.

Şiddetin şekli ve tipi ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte genel olarak sosyal, ekonomik, dinsel ya da ait olunan etnik gruptan bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Kadınların toplum içinde yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliklerini sağlama fırsatlarını sınırlayan, erkeklerin hakimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açan “kadına yönelik şiddet” toplumun erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Erkek egemen, siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılar aile içi şiddeti beslemekte ve kadınlara şiddetten korunma ve kurtulma yollarını kapatmakta önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla aile içi şiddeti üreten dinamikler, yalnızca aile içindeki ilişkilerden değil, toplumsal yapı içerisinde kadını ayrımcılığa uğratan ve onu erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan kaynaklanmaktadır. Erkeğin, yasalardan ve toplumun ataerkil yapısından kaynaklanan kadına göre üstün konumu da şiddeti besleyen diğer bir faktördür.

Şiddet hareketleri ve tehditleri, ister ev içinde ister toplumda meydana gelsin kadınların hayatına korku ve güvensizliği sokmakta ve kadını toplumsal yaşamın her alanında başarısız kılmaktadır. Şiddet korkusu kadının hareket alanına baskı yapmakta ve kaynaklara ulaşımını engellemektedir. Kadına yönelik şiddet, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikinci plana iten en önemli sosyal mekanizmalardan birini oluşturmaktadır.

Diğer yandan, kişilerin barınma, beslenme ve bakım gereksinimlerini sağlayan, güven duygusunu veren, beden ve akıl sağlığını koruyan ve geliştiren bir birim olması gereken aile, çoğu kez her çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı tek odak olmaktadır. Aile dışında gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken aile içinde oluşan şiddet gizli kalmakta ve özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan karşılanmaktadır.  

Kadınların karşılaştıkları şiddet biçimlerine bakıldığında yaygın olarak “fiziksel”, “cinsel” ve “psikolojik”, “ekonomik” “sözel”  şiddet şekillerine ve çeşitli biçimlerde uygulanan kontrol içerikli davranışlara maruz kaldıkları görülür.

En yoğun görülen kadına yönelik şiddet şekli olan “sözel şiddette”, kadına yöneltilen her türlü hakaret ve aşağılama amaçlı sözler (küfür, aşağılama, hakaret, kadının bedeniyle görüntüsüyle alay etme, bağırma) kastedilir. Bu hakaretler ev içinde olduğu kadar başka kişilerinde bulunduğu ortamlarda yapılabilir. Nedeni ne olursa olsun, kadına yönelen küfür, hakaret ve aşağılayıcı sözler, kadının öz benliğinde yaralanmalara neden olmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin en yoğun yaşanış biçimlerinden olan “fiziksel şiddet” ise, çok daha belirgin ve kalıcı izler bıraktığından, en çok dikkati çeken ve üzerinde konuşulan bir şiddet türüdür. Tekme, tokat, itme, el/kol bükme, yumruklama, kafa atma, tekmeleme, kafasını duvara vurma,  sert bir cisimle (sopa, demir, odun, oklava, değnek, zincir, kemer, hortum, kırbaç) vurma,  boğazını sıkarak nefessiz bırakma, bedeninde sigara söndürme, kızgın ütü v.b. aletler ile dağlama, ateşli-kesici ve delici bir aletle (balta, keser, bıçak, makas, jilet, kırık şişe, çatal, silâh) yaralama, saç çekme, saç yolma, saçlarını tutup yerde sürükleme,  kezzap/sıcak su gibi yakıcı sıvılarla saldırma, üzerinde sigara söndürme, burnunu kesme, kadını bir yere kilitleyip günlerce aç-susuz bırakma gibi şekillerde görülebilen fiziksel şiddet, uygulayıcı tarafından uygulanan kişiye verilen acı ve gözle görülür kalıcı/geçici izler bırakır. Kimi zaman, fiziksel şiddetin sonucu ölüme kadar gidebilmekte ya da çok ağır fiziksel sakatlıklar bırakabilmektedir.

Zaman zaman “duygusal şiddet” olarak da tanımlanan “psikolojik şiddet”, genel olarak tehdit unsurunu içerse de, kimi araştırmacılar tarafından sözel şiddetle birlikte ele alınarak değerlendirilmektedir. Daha çok küçümseme, aşağılama, alay etme, küçük düşürme, korkutma, sevdiklerinden aile ve arkadaşlarından uzak tutma, sokağa çıkartmama, boşanma, ortada bırakma, kuma getirme, çocuğu göstermeme gibi tehdit ve gözdağı verme sonucu kurulan baskının sonucu oluşan psikolojik şiddet; sözel şiddette olduğu gibi, kadının öz benliğinde örselenmeler ve duygusal dalgalanmalar oluşturarak ciddi sorunlara yol açmaktadır.

Kadının çalışmasına yada çalışmamasına izin vermemek, geliri üzerinde söz sahibi olmasını engelleme, parasını, malını (mal varlığını), ziynet eşyalarını elinden alma ya da kişisel zevk, beğeni ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik parayı kadına vermeme ya da, belli çıkarlar doğrultusunda verme (şunu yapmazsan, şöyle yapmazsan bir daha para vermem, şunları almam gibi) sonucu oluşan “ekonomik şiddet” kadın üzerinde bir baskı ve denetim aracı olarak kullanılmaktadır.

Genellikle kadının hoşlanmadığı hareket, sözle taciz ve dokunmakla başlayan, kadının istemediği zamanda ve biçimde cinsel ilişkiye zorlama, aldatma, başkalarıyla ilişkiye zorlama, doğurmaya ya da doğurmamaya zorlama olarak görülebilen “cinsel şiddet” erkeğin kadını denetleme ve iktidar olma arzusu, kadının cinsel ritüeldeki rolünü oynamaması ve erkeğin bu rolü zorla kabul ettirmesi sonucu oluştuğu şeklinde sunulsa da, ülkemizde erkeğe verilen/sunulan bu iktidar, kolay kolay kadınlar tarafından yıkılabilecek bir davranış olmadığından, genellikle sadece erkeğin istediği/hazır olduğu durumlarda ve kolayca uygulanabilen bir davranış şeklidir.

Kadının davranışlarını kontrol etmeye yönelik eylemler ise kadını ailesi ve arkadaşları ile görüştürmemek, hareketlerini giyim kuşamını kontrol etmek şeklinde gerçekleşmektedir.

D.1.  Kadına Yönelik Şiddet Açısından Dünyada Durum

Şiddet hareketleri, ister ev içinde ister toplumda meydana gelsin kadının hayatına korku ve güvensizlik sokmakta, eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerinin başarılmasını engellemektedir. Kadına yönelik şiddet, erkeklerin hakimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığa yol açan, kadının ilerlemesini engelleyen kadınla erkek arasında çağlar boyunca sürmüş eşit olmayan güç ilişkisinin görünürdeki yüzüdür. Kadına yönelik şiddetle ilgili araştırmaların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak, bu konuda söylenebilecek tek şey, kadına yönelik bütün şiddet türlerinin dünyada kayıtlara tam olarak geçirilmiyor olmasıdır.

Kadına yönelik şiddetin yapılan araştırmalara göre kadınların % 10 ile % 69’unu etkileyen bir sorun olduğu saptanmıştır. Kadının ölmesine, sakatlanmasına fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlığının olumsuz etkilenmesine neden olan kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ve yüksek sıklığı DSÖ tarafından öncelikli bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirilmesine neden olmuştur.  DSÖ tarafından Kasım 2005’de yayınlanan raporda, 10 ülkeden (Bangladeş, Brezilya, Etiyopya, Japonya, Peru, Namibya, Samoa, Sırbistan, Tanzanya ve Tayland) 24 000 kadınla yapılan görüşmelere dayanarak sorunlar saptanmış ve yapılması gerekenler 15 öneri başlığı altında toplanmıştır. Bu öneriler;

1. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadının insan haklarını savunmak;

2. Kadına yönelik şiddeti ele alan çok yönlü planlar oluşturmak, uygulamak ve izlemek;

3. Toplumsal, siyasal, dinsel ve diğer alanlarda lider konumunda olan kişileri harekete geçirip, kadına yönelik şiddete karşı konuşmalarını sağlamak;

4. Kadına yönelik şiddet ve onu pekiştiren tavır ve inançları izlemek için gerekli bilgileri toplayan veri tabanları oluşturmak ve olanların kapasitesini artırmak;

5. Öncelikle eşler (partnerler) arasında şiddet ve cinsel şiddeti önlemeye yönelik programlar oluşturmak, uygulamak ve değerlendirmek;

6. Çocukların cinsel tacize tâbi olmalarını önlemeye öncelik vermek;

7. Mevcut olan HIV/AIDS önleme, ve buluğ çağındakilerin sağlığına yönelik programlara kadına yönelik şiddet ile ilgili önlemleri entegre etmek;

8. Kadınların fiziki çevrelerini emniyetli hale getirmek;

9. Okulları kızlar için emniyetli hale getirmek;

10. Kadına karşı şiddetin değişik etkilerine yanıt verebilecek kapsamlı bir sağlık sistemi geliştirmek;

11. Üreme sağlığına yönelik hizmetleri kadının kötü muameleye tâbi olduğunu saptama, ona destek verme, yönlendirme yönünde ilk adım olarak kullanmak;

12. Şiddete maruz olarak yaşayan kadınlara destek sağlayacak resmî ve gayri resmî mekanizmalar oluşturmak;

13. Hukuk ve adalet sistemlerini şiddet yaşayan kadınların özel ihtiyaçları konusunda hassaslaştırmak;

14. Kadına yönelik şiddetin nedenleri, sonuçları, maliyeti ve önleme yöntemleri üstüne araştırmalara destek vermek;

15. Kadına yönelik şiddeti azaltmaya yönelik programları desteklemek.

Kadınlar daha anne karnında iken başlamak üzere ölümlerine kadar olan süreçte kız çocuk aleyhine cinsiyet seçimi ile başlayan bir dizi farklı özellikte şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadınların şiddet gördüğü en önemli dönemlerden biri de gebelik dönemidir. Yapılan çalışmalar her dört kadından birinin gebelik döneminde şiddet gördüğünü göstermektedir. Gebelikte şiddetin kadının ve doğacak bebeğin sağlığı üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır. Şiddet gören gebe kadınlar daha az doğum öncesi bakım almanın yanında yetersiz kilo artışı, düşük, vajinal kanama, gibi sağlık sorunları yaşarken, ölü doğum, düşük doğum ağırlıklı bebek, erken doğum, fetal kırık gibi bebeğin sağlığını olumsuz etkileyen sonuçlara yol açmaktadır. Kadınların yaşamları boyunca maruz kaldıkları diğer şiddet biçimleri aşağıda sıralanmıştır.

Tablo: 1 Yaşam döngüsü içerisinde kadına yönelik  şiddet tipleri

Bu şiddet biçimleri arasında en sık görülenlerinden birisi kadının eşinden, birlikte yaşadığı erkekten ya da cinsel birliktelik yaşadığı erkekten gördüğü şiddettir.  Birbirinden farklı 48 ülkede yapılmış toplum tabanlı araştırmalara göre kadınların %10 ile %69’u yaşamlarının bir döneminde birlikte olduğu erkekten fiziksel şiddet gördüğünü ifade etmiştir.

D. 2. Kadına Yönelik Şiddet Açısından Türkiye’de Durum

Türkiye Cumhuriyeti’nin  kurulmasıyla birlikte Atatürk´ün önderliğinde kadınların toplumsal yaşama tam katılımını sağlamak ve statüsünü yükseltmek amacıyla ülkemizde çok sayıda yasal düzenleme yapılmış, Cumhuriyeti’nin temelleri kadın erkek eşitliği üzerine kurulmuştur.  Kadınlarımızın siyasal, sosyal, ekonomik ve eğitim  haklarını kullanırken erkeklerle eşit bireyler olarak ülkemizin  kalkınmasında görev almalarını sağlayacak yasal alt yapı hazırlanmıştır.( Kılık Kıyafet Kanunu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının verilmesi gibi) o dönem için dünyanın bir çok ülkesine göre ileri ve çağdaş  adımlar sayılan bu düzenlemelerin yanı sıra ülkemiz, sosyal bir sorun olan kadına yönelik şiddeti yasaklayan uluslararası sözleşmeleri imzalayarak, uluslararası kuruluşların bu konudaki kararlarını kabul etmiştir.

Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Üçüncü Dünya Kadın Konferansı Nairobi İleriye Yönelik Temel Stratejileri  ve Dördüncü Dünya Kadın Konferansı dokümanları ve izleyen dokümanlar (Pekin Deklarasyonu ve  Eylem Platformu, Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi vb.) olmak üzere uluslararası belgelerde  kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik politikalar üretilmesi, uygulama ve izleme mekanizmaları kurulması ve güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Ancak yasal anlamda kabul edilen bu değişim toplumsal alanda zihniyet değişimine dönüştürülemediğinden bu konuda gelişmiş ülkelerin gerisinde kalınmıştır. Bunu yanısıra kadına yönelik şiddet uygulamaları dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de toplumun her kesiminde yaygın bir biçimde uygulanmaktadır.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, “insanlara karşı ayrımcılığın kabul edilemezliğinin prensibini teyid ettiğini ve tüm insanların özgür doğduğunu ve eşit itibar ve haklara sahip olduklarını ve Beyannamede öne sürülen tüm haklar ve hürriyetlerin cinsiyete dayalı olanlar dahil hiçbir ayırıma tabi kılınmaksızın herkes tarafından kullanılabileceği” belirtilmiştir.

Nairobi’de 1985 yılında gerçekleştirilen 3. Dünya Kadın Konferansı sonucunda kabul edilen Nairobi İleriye Yönelik Temel Stratejilerin 55. maddesinde “kadınların toplum içindeki durumlarını inceleyecek, kadın-erkek ayrımının geleneksel ve çağdaş nedenlerini en geniş ve kapsamlı biçimde belirleyecek ve ayrımcılığın önlenmesi için yeni politikalar formüle edilmesine, strateji ve önlemlerin etkin bir biçimde uygulanmasına yardımcı olacak etkili kurumlar ve mevzuat (mevcut değil ise) oluşturulmalı veya (mevcut ise) güçlendirilmelidir. Bu çalışmalar kalkınma politikası ile uyumlu hale getirilmelidir” denmektedir.

Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW) ilk maddesinde “kadınlara karşı ayırım” deyimi kadınların, medeniÊ durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, mahrumiyet ya da kısıtlama anlamına gelecektir” şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrımcılığın yasalar, hukuk sistemi, siyasal ve kamu yaşamı, eğitim, istihdam, sağlık, kırsal kesim, evlilik ve aile dahil olmak üzere her alandan silinmesi için devleti sorumlu tutar. Bu amaçla da devleti gerekli her türlü önlemi alarak, ayrımcılık yapan yasaları, denetim mekanizmalarını, gelenekleri ve uygulamaları değiştirmek veya kaldırmakla yükümlü kılar (Madde 2). Söz konusu sözleşmenin 24. maddesi ile kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması yönünde taraf devletlere ulusal seviyede gerekli bütün önlemleri alma zorunluluğu getirilmiştir.

Uluslararası hukuk hiçbir devletin, aile mahrem alandır, veya gelenek ve göreneklerimiz, dinimiz, kültürümüz, törelerimiz bunu gerektirir savıyla kadına yönelik şiddete göz yumamayacağını teyit etmektedir. Ayrıca CEDAW’ın uygulanmasını izleyen uzman komite, 1992 yılında aldığı 19 numaralı tavsiye kararı ile kadına yönelik şiddetin bir ayırımcılık türü olduğunu belirterek anlaşmanın içeriğini bir anlamda yeniden tanımlamış ve genişletmiştir. Birleşmiş Milletler’in 10 Aralık 1993’te kabul ettiği Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi devlete bu alanda geniş sorumluluk taşıdığını ve ihlâleri önlemek için neler yapması gerektiğini açıkça belirtmiştir (Md. 4).

Ancak, çeşitli belgelere rağmen kadınlara karşı toplumsal yaşamın her alanında ayırımcılık hala devam etmektedir.  Ayrımcılığa neden olan en temel alanlardan birisi de, kuşkusuz kadına yönelik aile içi şiddettir.

Şiddet, yalnızca birey açısından değil toplum açısından da önemli sonuçlar doğurmaktadır. Toplumun yarısını oluşturan kadınların, büyük bir bölümünün şiddete uğraması, ailenin dolayısıyla da toplum yapısının bozulmasına neden olmaktadır.

Ülkemiz, 1995 yılında Pekin’de yapılan 4. Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem Platformunu hiç çekince koymadan kabul ederek ayrıca taahhütlerde bulunmuştur. Kadına yönelik şiddet, Eylem Platformunda yer alan 8 kritik alandan birini oluşturmaktadır.

Söz konusu eylem planında;

l  Kadına yönelik şiddeti önlemek ve ortadan kaldırmak için bütünsel önlemler almak

l  Kadına yönelik şiddetin nedenleriyle sonuçlarını ve engelleyici önlemlerin etkinliğini incelemek stratejilerine ve bu kapsamda yapılacak eylemlere ayrıntılı olarak yer verilmiştir.

Ülkemiz, anılan konferansta kadına yönelik şiddet konusunda;

- Aile içi şiddeti ve genel olarak kadına ve çocuklara yönelik şiddeti önlemek için kampanyalar, ana-baba eğitimi programları düzenlenmesi,

- Sağlık görevlileri, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, çocuk gelişimi uzmanları, polisler gibi meslek elemanlarının eğitim programlarında, kadın ve çocuklara karşı şiddet konusunun yer almasının sağlanması,

- Şiddete uğrayan kadınlar için başvurabilecekleri merkezlerin ve sığınma evlerinin sayısının artırılması, ücretsiz danışma, psikolojik ve yasal yardımın sağlanması, konularında taahhütte bulunmuştur.

Ülkemiz bu taahhütlerini 2000 yılına kadar gerçekleştirme sözü vermiştir. Ancak günümüzde sağlanan gelişmelere bakıldığında ülkemizin hem eylem planının gereklerini yerine getirmede ve de diğer taahhütleri gerçekleştirmekte yetersiz kalmıştır.

Ülkemizde’de son yıllarda kadın-erkek eşitliğini sağlama yönünde bazı önemli adımlar atılmaya çalışılmıştır. Anayasa’da yapılan değişikliklerin yanı sıra, özellikle medeni hukuku ve ceza hukukunu yeniden düzenleyen iki temel yasa hem dilleri hem de içerikleri açısından kadın-erkek ilişkilerine devletin yaklaşımını sergileyen çerçeveyi oldukça değiştirmiştir. Ancak bu yasalarda ve diğer yeni düzenlemelerde hem içerik hem uygulama alanında eksikler bulunmaktadır. Örneğin, Belediyeler Yasasında nüfusu elli bini aşan belediyelere sığınma evi açma yükümlülüğü getirilmiştir; ancak bu birçok yönden yetersiz ve hatta yanlıştır. Belediyelerin ekonomik olanaklarının sınırlılığı yanında yöresel kültürel ve siyasi baskılara daha açık olmaları nedeniyle kadınların hakları ve kadınların korunması yönünde gerekli irade ve yaptırım gücünü gösterememe olasılıkları çok yüksektir. Nitekim bugüne kadar yasanın bu boyutunu uygulama yönünde belediyelerde bir hareket görülmediği gibi, merkezden de belediyeleri yaptırıma iten bir uyarı veya destek gitmemiştir.

Ülkemizde kadına yönelik şiddet konusunda önemli ve olumlu bir adım 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun çıkarılmasıdır. Ailenin Korunması Hakkında Kanun, TCK ve şiddetin önlenmesine ilişkin diğer hükümlerin uygulanmasında doğabilecek aksamaların önlenmesi açısından Anayasa’nın “Ailenin Korunması” başlıklı 41. Maddesi gözetilerek karakol ve sağlık kuruluşlarında kadına yönelik şiddet olgularının doğru nitelendirilmesi sağlanmalıdır. Devletin şiddete karşı mücadelesi yasal boyutla sınırlanamaz; çok yönlü ve kapsamlı bir strateji gerektirmektedir. Çözüm, temel nedenlere inilerek bir plan çerçevesinde ve bir toplumsal dönüşüm projesi oluşturmakta yatmaktadır. Ayrıca, plan şiddetin temel nedenlerine yönelen önleyici tedbirlerin yanında şiddete maruz kalanlara gerekli yardım ve desteği sağlama şeklinde iki temel yaklaşımı içermelidir.

Böyle bir ulusal planın belirlenmesi ve uygulanması için hem güçlü bir siyasi idareye hem de halkın mobilize edilmesine gerek vardır.  Ülkemiz gerek bir reform döneminden geçiyor olması, gerek halk arasında insan haklarına duyarlılığın artmış olması (tam anlaşılmış ve sindirilmiş olmasa da insan hakları artık günlük konuşma diline girmiş bir kavramdır) nedeniyle böyle bir dönüşüm projesinin oluşturulup uygulanması açısından avantajlı bir noktaya gelmiştir. Ayrıca son 15-20 yılda varlığını hissettirmiş bir kadın hareketi oluşmuştur. İnsan hakları dernekleri çalışma alanlarını genişletip, siyasi özgürlük ve hakların yanısıra, kadın ve çocuk haklarını içeren programlar düzenlemeye başlamışlardır.

Şiddetin gördüğü toplumsal onay düşünülerek, erkeğin onurunun ailenin kadın üyeleri ( karısı, kızı, kızkardeşi, baldızı, annesi, kaynanası, yengesi v.b.) üzerine kurduğu kontrol ve şiddet (hatta işlediği cinayet) ile korunmadığı, tam tersine bunları yapmanın bir onursuzluk olarak algılanmasını sağlayacak bir kültürel dönüşüm amaçlanmalıdır. Aynı şekilde söz konusu dönüşüm mağdur olan çocuk ve kadının kendi mağduriyetlerinden utanmadan, aileden ve çevreden dışlanma korkuları olmadan, başlarına gelenin kendi suçları ve ayıpları olmadığını bilerek, yaşadıklarını söyleyebilme, faili suçlayabilme, yardım istemeye ve hak aramaya kalkışabileceği bir davranış biçimi olabilmektedir. Ancak, maddi dayanaklar olmadan kültürel dönüşümün gerçekleşmesi söz konu olamaz.  Bu nedenle, kadının kendini güçlü hissebilmesi, öz güven sahibi olabilmesi için gerekli olanaklarının çoğaltılması ve toplumsal statüsünün yükseltilmesi gerekmektedir. Önleyici tedbirler çoğunlukla uzun vadede etkisini göstereceğinden, şiddeti bugün yaşayan kadın için de yardım mekanizmaları oluşturulmalıdır.

Bugüne kadar çeşitli ülkelerde birçok kuruluş kadına yönelik şiddet konusunda araştırmalar ve değerlendirmeler yapmış, sorunu kadın-erkek eşitsizliğine bağlamış, şiddetin hem bu eşitsizliğin bir yansıması olduğunu, hem de eşitsizliği sürdürmenin bir yöntemi olduğunu belirtmişlerdir. Bu çalışmalardan çıkan öneriler uluslararası kurululuşların bildirge, karar ve raporlarında da yer almıştır. (Örneğin, 1993 tarihli Kadına Yönelik Şiddetin Giderilmesi Bildirgesi’nin 4. maddesi devletin önlem alması gereken alanları 17 paragrafta sıralamıştır. Aynı şekilde, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 30 Nisan 2002 yılında alınan 2002/5 sayılı tavsiye kararı kadına yönelik şiddet ile mücadeleyi devletin öncelikli sorumluğu olarak tanımlar, bu sorumluğun töre, din ve geleneklere gönderme yaparak yadsınamayacağını bildirir. 80 küsur maddede bu sorumluğun nasıl yerine getirilebileceğini sıralar.)

Kadına karşı şiddet ile mücadele edilmesini sağlayacak toplumsal bilincin oluşması, sistemli kurumsal yapıların oluşturulması, gerek ulusal gereksinimlerden gerekse uluslararası yükümlülüklerimizin gereği olarak, kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik çalışmalar yasal ve kurumsal düzeyde sürdürülmektedir.

Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün 1994 yılında yaptırdığı “Medya, Şiddet ve Kadın” adlı araştırması, Aile Araştırma Kurumu ‘nun 1995 yılında, “Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları” araştırması, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün 1995 yılında yaptırdığı “Ailede Kadına Karşı Şiddet ve Kadın Suçluluğu” araştırması, Kadın Dayanışma Vakfı 1995 yılında yaptığı kadına yönelik şiddet çalışması ve Aile Araştırma Kurumu’nun yaptırdığı 1997 tarihli “Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet” araştırması sonuçlarına göre  ülkemizde kadına yönelik şiddetin yaygın bir toplumsal sorun olduğu görülmektedir. “2003 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması” kapsamında, kadınların aile içi  şiddet biçimlerinden özellikle fiziksel şiddete ilişkin tutumları ne kadar içselleştirdiklerinin belirlenmesi amacıyla kadınların ekonomik ve cinsel nedenlere dayalı olarak kocasının karısını dövmesinin haklı bulup bulmadıklarına dair sorular sorulmuştur. Araştırmada, 15-49 yaş grubunda bulunan kadınların; %39’u belirtilen nedenlerden en az birini kocasının kendisini dövmesi için haklı bir neden olarak belirtmiştir.

- Şiddeti kabullenme durumu, kadının yaşı, eğitim durumu, yaşadığı bölge ve çalışma durumuna göre oldukça büyük farklılıklar göstermektedir. Örneğin; 15-19 yaş grubunda bulunan kadınların %63’ü belirtilen nedenlerden birini haklı bulurken, 45-49 yaş grubunda bulunan kadınların %39’u haklı bulmuştur. Yine eğitimi olmayan ya da ilkokulu bitirmemiş kadınların %62’si belirtilen nedenlerden birini haklı bulurken, lise ve üzeri eğitim almış kadınların sadece %8,8’i fiziksel şiddet için belirtilen nedenlerden birini haklı bulmuştur. Ülkenin doğusuna göre daha gelişmiş durumda bulunan batı bölgesinde yaşayan kadınlardan %32,5’i doğuda yaşayan kadınlardan %49’u uygulanan şiddetin nedenlerinden birini haklı bulmuştur.

- Çalışma ve gelire sahip olma da şiddetin içselleştirilmesinde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. İşi olmayan kadınların %38’i, gelir getiren bir işte çalışanların %30’u bir nedeni haklı bulurken, gelir getirmeyen bir işte çalışanların yaklaşık %61’i şiddeti bir nedenle haklı bulmaktadır. Bu araştırmanın sonuçları kadınlarının eşlerinin kendilerine şiddet uygulaması konusundaki düşüncelerini açığa çıkarmıştır. Ülkemizde de kadınların büyük bir kısmının şiddeti içselleştirmiş olduğunu ve normal olarak değerlendirdiğini göstermektedir. Ancak şiddet uygulayan erkeklerin de bu konudaki tutumlarının da görünür hale getirilmesi de gerekmektedir.

Tablo 2’de kadınlara yönelik şiddet vakalarından emniyet birimlerine yansıyan olayların yıllara ve nedenlerine göre dağılımları verilmiştir.

Tablo 2. T.C. Emniyet Genel Müdürlüğü Verilerine Göre 2000 - 2005 Yılları Arasında Şiddet İçerikli Suçlarda Mağdur Olan Kadınlara Ait İstatistiksel Veriler

Ülke genelinde kadına yönelik şiddet konusunda kapsamlı ve sistematik bir araştırma yapılmamakla birlikte, yapılan bu araştırmalar durumun önemini oldukça açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Araştırma sonuçlarına bakıldığında kadınların eğitim durumlarına ve sosyo–ekonomik yapılarına göre şiddete maruz kalma oranları değişse de toplumun her kesiminde yaygın  olarak  görülmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak mücadele edilmesi gereken önemli bir sosyal sorun olma özelliğini taşımaktadır. Bu mücadelede karşılaşılan en önemli güçlüklerden biri şiddetin büyük oranda “Aile içi ve mahrem” bir konu olarak algılanmasıdır. Bu anlayış şiddet mağduru kadınların, uğradıkları şiddete karşı yasal/yargısal süreci işletme konusunda girişimde bulunmalarını büyük ölçüde engellemektedir. Kadına karşı şiddetle mücadelede karşılaşılan diğer bir güçlük ise şiddet mağduru kadınlarla doğrudan temasta bulunan kolluk kuvvetlerinin, yargı mensuplarının ve sağlık personelinin şiddetin kapsamı ve şiddete müdahale yöntemleri hakkında bilgi ve deneyimlerinin sınırlı olmasıdır. Ülkemizde aile içinde şiddete uğramış kız çocuklarına yönelik hizmetlerin sunulabileceği kurumlar ve acil yardım hatları henüz tam olarak kurumsallaştırılmamıştır. Kadına yönelik şiddetin yaygınlığı dikkate alındığında bu konuda sunulan destek ve yardım hizmetlerinin ve etkin politikaların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda merkezi ve yerel yönetimlere, sivil toplum örgütlerine büyük görevler düşmektedir.

Ülkemiz açısından şiddet araştırmalarını değerlendirdiğimizde, kadına yönelik şiddetle mücadelenin kısa bir geçmişi olmasına rağmen, kadın istatistikleri ve veri tabanı açısından ülkemizde 1990’ların ilk yarısından itibaren çok önemli gelişmeler sağlanmıştır. Ancak bu gelişmelere rağmen, kadına yönelik şiddet veri tabanı istatistikleri açısından istenilen düzeye gelmemiş ve henüz söz konusu alanda  veri tabanı oluşturulamamıştır.

Şiddet veri tabanının sağlayacağı yararlara bakıldığında, kadına yönelik şiddet olgusunun boyutlarını ve özelliklerini ortaya koymakta, kadına yönelik şiddetin sosyal maliyetlerinin hesaplanması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu veri tabanındaki istatistiksel bilgiler, aynı zamanda kadına yönelik şiddetle mücadele amaçlı politika ve önlemlerin geliştirilmesinde, bu politika ve önlemlerin uygulamada yol açtığı sonuçların izlenmesinde, şiddete uğrayanlara ve tanık olanlara yönelik destek hizmetlerini oluşturmak ve gerçekleştirmekte de büyük önem arz etmektedirler.

Kadınların şiddete uğramaları ile ilgili çeşitli araştırma bulguları bulunmakla birlikte, bu bulguların birbiri ile uyumu, karşılaştırılabilirliği sağlanamamıştır. Her araştırmanın getirdiği tespitler de gelişmeleri ölçmeye yönelik bir çaba ile devam ettirilmemiş, nokta tespitler olarak kalmıştır. Ayrıca, sosyal, ekonomik ve kültürel etkenlerdeki değişimin kadına yönelik şiddet üzerinde yaptığı etkileri ölçen ve şiddetle ilgili değişim sürecini ortaya koyan araştırmalar yapılmamıştır. Bu anlamda istatistiksel veri üretiminde boşluklar bulunmaktadır.

 

D. 3.  Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri

Genel olarak şiddet, nasıl ortaya çıktığı konusunda tam fikir birliği olmayan, bilim tarihi boyunca farklı görüşlerin ağırlık kazandığı oldukça karmaşık nedenlerle ortaya çıkan bir olgudur. Doğasının karmaşıklığı nedeni ile konu ile ilgili bilim dalları birbirinden farklı açıklamalarla konuyu izah etmeye çalışmaktadırlar. Bu konuya en son dahil olan bilim dalı sağlıktır. Sağlık disiplini şiddeti ancak 1980’li yıllarda sonuçları itibarı ile bir sağlık sorunu olarak görmeye başlamıştır. Şiddet, fiziksel ruhsal ve sosyal sağlığı bozarak sağlığın bütün boyutlarını olumsuz etkilemektedir. Sorunun yaygınlığı şiddetin bir halk sağlığı problemi olarak görülmesini sağlamıştır. Konuya en son dahil olan sağlık bilimi dışında şiddet konusu başta psikoloji olmak üzere sosyoloji, antropoloji siyaset bilimi, kriminoloji ve tarih bilim dallarının ilgi alanına girmektedir. Bütün bu disiplinler şiddetin nedenlerini kendi bilimlerinin kuruluş mantığı çerçevesinde açıklamaktadırlar. Ancak temelde şiddetin özellikleri şu şekilde sıralanabilir.

- Üzerinde konuşulan şiddet, canlılarda türün devamını sağlamak ve hayatta kalabilmek için ortaya çıkan saldırganlıktan farklıdır.

- Doğada kendi türüne ve doğaya karşı rasyonel bir nedeni olmaksızın yıkıcı şiddet uygulayan tek canlı insandır.

- Şiddetin uygulayıcılarının genelde erkek olması şiddet içerikli davranışların insanda içgüdüsel olarak ortaya çıkmadığını göstermektedir.

- Şiddet her zaman kişiden kişiye doğrudan uygulanmaz, bu nedenle sadece insan fizyolojisi ya da psikolojisi ile de açıklanamaz.

-Genel olarak şiddetin, egemenlik ilişkilerinin sürdürülmesi amacı ile kullanılan bir yöntem olduğu düşünülmektedir. Şiddet, güçlüden güçsüze doğru sahip olunan güç ya da kudretin egemenlik kurma amacıyla kullanılması olarak ifade edilebilmektedir.

-Bugüne kadar yapılmış olan araştırmalardan elde edilen bulgulara göre bireysel ve toplumsal nedenler şiddeti ortaya çıkarmaktadır.

-Şiddet, çok değişik tiplerde ortaya çıkmaktadır ve şiddet tiplerinin kendi içerisinde ciddiyeti değişiklik göstermektedir.

-Şiddet tiplerinin ortaya çıkış sıklığı tarihsel süreç içerisinde varolan konjonktüre bağlı olarak değişim göstermektedir.

-Şiddet farklı tipleri olsa da çözüm için bütün şiddet tiplerinin bir arada düşünülmesi gerekmektedir.

Şiddet sorununun çözülebilmesi için bütün şiddet tiplerine yönelik önleyici bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Çünkü genelde bir şiddet tipinin görüldüğü ortamda diğerlerinin ortaya çıkma olasılığı daha yüksektir. Bu nedenle bütün şiddet tiplerinin bilinmesine gerekir. Şiddet tiplerinin özet olarak gösterildiği şiddet tipolojisi olarak isimlendirilen  özet şema Şekil 1’de verilmiştir.

Kadınlar, şiddet tiplerinin tümü ile karşılaşmaktadır. Kadınlar kadın intiharları, kadını intihara zorlama, kız çocuklarına yönelik çeşitli biçimlerde ortaya çıkan şiddet, kadının eşinden kaynaklanan şiddet, yaşlı kadınların yaşadıkları şiddet, kadınların sokakta yaşadıkları cinsel taciz, kapkaç şeklinde yaşanan şiddet, kadına yönelik olarak politikalar aracılığı ile oluşan şiddet, kadınların çalıştırılmaması, iş yaşamında düşük ücretle çalıştırılması gibi çeşitli biçimlerde şiddet görmektedir. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin bireysel, sosyal ve kültürel nedenlere ve koşullara bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Bireysel nedenler

Kadınlar genelde eşleri, babaları ve erkek kardeşleri gibi tanıdıkları kişilerden şiddet görmektedir. Özellikle aile içinde kadına yönelik şiddete bakıldığında şiddet uygulayan erkeklerin ortak özelliği genç ve düşük gelirli olmalarıdır. Bazı çalışmalara göre ise bir erkeğin çocuklukta ve ergenlikte yoksulluk çekmesi, düşük okul başarısına sahip olması ve ergenlikte saldırganlık içeren suça karışmış olması yirmili yaşlara geldiğinde eşine fiziksel şiddet uygulaması açısından önemli bulunmuştur. Tablo 3’te bir erkeğin birlikte olduğu kadını istismar etmesi ile ilişkili bulunmuş faktörler sıralanmıştır.

Tablo: 3  Erkeğin birlikte olduğu kadına şiddet uygulaması ile ilişkili bulunmuş faktörler

 

Ailede şiddet öyküsü

Bireysel faktörlerden birisi çocuklukta aile içinde şiddetin yaşanmış olmasıdır. Bu faktör erkeğin erişkinlikte birlikte olduğu kadına şiddet uygulaması açısından önemli görülen etkenlerden biridir. Çocukluğunda şiddete maruz kalmış ya da annelerine şiddet uygulandığına tanık olmuş kocaya sahip kadınların eşlerinden şiddet görme sıklıklarının şiddete maruz kalmayanlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Eşlerine şiddet uygulayan erkeklerin büyük kısmının çocukluğunda fiziksel istismara uğramış olma ya da annelerinin dövüldüğüne şahit olma gibi bir özellikleri varken, fiziksel olarak istismar edilen ya da fiziksel istismara tanık olan bütün çocukların yetişkinlikte kendilerinin de çevrelerindeki kişileri istismar eden bireyler olacaklarını söylemek mümkün değildir.

Alkol kullanma

Erkeğin alkol kullanması diğer koşullar değişse bile kadının kocasından şiddet görmesi ile ilgili olarak önemini koruyan bir etkendir. Bir çok araştırmacıya göre alkol engellenmeleri ortadan kaldırarak şiddetin ortaya çıkması olasılığını artırmakta, muhakeme gücünü azaltmakta ve bireyin karar verme yeteneğini bozmaktadır. Ağır alkol alımı ise çiftler arasında tartışma çıkmasına neden olarak kadının şiddet görme riskini artırmaktadır. Kanada’da yapılan bir çalışmaya göre, aşırı alkol alan erkeklerle birlikte yaşayan kadınların eşleri tarafından dövülme riskinin alkol almayanlara göre beş kat daha fazla olduğu bulunmuştur.

Kişilik bozuklukları

Yapılan bazı çalışmalar eşlerini istismar eden erkeklerin duygusal açıdan daha bağımlı, güvensiz, benlik saygısı düşük, dürtü kontrolü konusunda yetersiz kişiler olduklarını gösteren bulgulara ulaşmıştır. Eşlerine şiddet uygulayan erkekler, şiddet uygulamayanlara göre, daha fazla öfkelenen ve düşmanlık duyguları taşıyan, duygu durumu daha depresif, antisosyal, saldırgan ve sınırda kişilik bozukluğu ölçeklerinden daha yüksek puan alan kişilerdir. Ancak eşlerini istismar eden erkeklerin tümünün bu tür psikopatolojik bozukluklar gösterdiğini söylemek mümkün değildir.

İlişkinin biçimi ile ilgili faktörler

Kişiler arası düzeyde kadına yönelik şiddeti etkileyen en önemli ilişkisel faktörler olarak evlilikte çatışma ya da ilişkide uyumsuzluk ortaya çıkmaktadır. Evlilikteki çatışma bütün çalışmalarda oldukça önemli bir etken olarak saptanmıştır.

Toplumsal faktörler

Kadına karşı fiziksel şiddet bütün sosyo-ekonomik gruplarda görülen bir durum olmasına karşılık, yoksul kadınların fiziksel şiddetten daha fazla etkilendiği gösterilmiştir. Yoksulluğun neden şiddet riskini artırdığı konusu tam olarak anlaşılmış değildir. Doğrudan yoksulluğun kendisi mi yoksa yoksulluğa eşlik eden aşırı kalabalık ve umutsuzluğun mu şiddeti ortaya çıkardığı bilinmemektedir. Yoksulluk içinde yaşayan erkeklerin tükenme duygusu ve ailenin geçimini sağlama konusunda oluşan kültürel beklentiyi karşılamakta yetersiz kalmaları gibi nedenlerle yaşadıkları stresi yaşamlarının her anına genelleyebildikleri görülmektedir. Ayrıca bu durum evlilikte çatışmaların, fikir uyuşmazlıklarının ortaya çıkmasına neden olmakta ya da kadınların şiddet içeren, yetersiz bir ilişkiyi terk etmesini engelleyen bir faktör olarak da ortaya çıkabilmektedir.

Toplumun kadına yönelik şiddete bakış açısı da önemli bir diğer faktördür. Kadına yönelik şiddet sıklığının farklı olduğu 16 ülkede yapılan bir çalışmada en düşük sıklıklar kadına yönelik şiddete kesin toplumsal yasakların getirilmiş olduğu, şiddet gören kadınlara aile ve sığınma evleri aracılığıyla korunma sağlanan toplumlarda bulunmuştur. Toplumsal yasaklar, yasal düzenlemeler ya da çevredeki aile bireyleri ya da komşuların ayıplaması şeklinde ortaya çıkan müdahaleler olabilmektedir.

Kadının eşinden şiddet görmesi, geleneksel toplumsal cinsiyet rolünün dışına çıkması ve iş yaşamına katılması şiddeti tırmandıran bir etken gibi görünmektedir. Kadının statüsünün çok düşük olduğu toplumlarda ise kadına yönelik şiddetin daha az olduğu iddia edilmektedir. Çünkü bu toplumlarda erkeklerin kadınlar üzerindeki otoritesi mutlaktır ve kadınlar tarafından da kabul edildiği için erkekler otorite kurmak ve bunu sürdürmek için şiddete başvurmak gereğini duymazlar. Diğer yandan kadının statüsünün yüksek olduğu toplumlarda kadınların dayanışma içerisinde davranarak geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayıp değiştirebilecek yeterli güce erişebildikleri öne sürülmektedir.

Aile içinde kadına yönelik şiddeti etkilediği düşünülen başka etkenler de vardır. Ancak bunlar üzerinde çok araştırma yapılmamıştır. Bu etkenler toplumda işlenen diğer şiddet suçlarının görülme sıklığı, toplumun sahip olduğu moral değerlerin düzeyi, ailenin mahremiyeti ile ilişkili sosyal normlar, erkeğin kadın üzerindeki hakimiyeti ile ilişkili toplumsal normlar olarak sıralanmaktadır.

Kültürel etkenler

Bazı araştırmacılara göre erkeklerin ailede ekonomik yönden baskın ve esas karar verici konumunda oldukları, kadınların çeşitli nedenlerle kolay boşanamadıkları, yetişkinlerin çatışmaları çözmek için şiddete başvurdukları toplumlarda kadınlar eşlerinden daha fazla şiddet görmektedir.

Diğer bir önemli etken de toplumda kadın örgütlenmelerinin varlığıdır. Bu örgütlenmeler kadınlara gerek duydukları sosyal desteği sağlayabildikleri gibi, aileleri ve eşleri dışında ekonomik bağımsızlık olanağı yaratabilmektedir.

Kadına yönelik şiddeti artırdığı düşünülen diğer etkenler arasında savaş, iç çatışma ya da diğer sosyal kargaşa ortamlarının varlığı ya da bu tür ortamlardan yeni çıkılmış olması da bulunmaktadır. Ayrıca bireylerin ateşli silâhları kolayca edinebildikleri, kadın erkek ilişkilerinin sağlıklı olmadığı ortamlarda kadının şiddet görme olasılığı artmaktadır. Ekonomik ve sosyal kargaşa ortamlarında kadınların daha özgürleştiği, aileye ekonomik olarak katkı sağlayabilmek için daha fazla sorumluluk aldıkları, erkeklerin ise ailenin korunması ve geçiminin sağlanması gibi geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranamadıkları görülmektedir. Bu durum kadınların şiddet görme riskini artırmaktadır.

D.4.  Kadına  Yönelik  Şiddetin  Sonuçları

Şiddetin her tipi, şiddet kurbanı başta olmak üzere bütün tarafların fiziksel, ruhsal ve sosyal iyi oluş halini olumsuz yönde etkilemektedir. Şiddet ölümle sonuçlanabilir. Ölümle sonuçlanmayan şiddet olgularında değişik düzeyde fiziksel yaralanmalar oluşabilir. Bu yaralanmalar soncunda özürlülük ve engellilik ortaya çıkabilir. Ayrıca şiddet aile sağlığına, toplumsal birlikteliğe, toplumun daha iyi sağlık düzeyine ve sürdürülebilir sosyal kalkınmasına yönelik önemli bir tehdittir. Dünyada en fazla görülen şiddet tipi olarak nitelenen kadına yönelik şiddetin kadın sağlığı ile olan ilişkisi açık olarak ortaya konmuştur. Kadına yönelik şiddetin sağlık sonuçları Tablo 4’te özetlenmiştir.

 Tablo: 4  Kadına yönelik şiddetin sağlık sonuçları

 

Kadına yönelik şiddet, kadının baskı altında tutulmasını, denetlenmesini, sindirilmesini, kontrol edilmesini, itaatini sağlayarak, erkeğin kadının bedeni üzerinde mutlak söz sahibi olduğunu göstererek kadının insan haklarını kullanmasını ve fırsatlardan yararlanmasını engellemektedir.

D.5. Çözüm Önerileri

Koruyucu ve önleyici tedbirler

1. Devlet, kadın ve erkek arasındaki ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması için gerekli tedbirleri almalıdır.

2. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun tanıtımı yönünde çok yönlü çalışmalar yapılmalıdır.

3. Eğitimini yarıda bırakmış kadınların eğitimlerini tamamlayabilmeleri ve aktif olarak iş yaşamına katılmaları için ihtiyaç duydukları destek hizmetlerinin (yuva, kreş, gündüz bakımevi gibi) sağlanmalıdır.

4. İşe alınmada eşitliği sağlayıcı önlemler alınmalı, işyerinde cinsiyete dayalı ayrımcılığın olmaması için işverenlerin ve yöneticilerin gerekirse pozitif ayrımcılık yapmaları gerekmektedir.

5. Kadınların istihdam olanakları ve iş kurmak için gereksinim duydukları kredi almalarını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmalıdır.

6. Evlilik öncesi çiftlerin yardım almaları konusunda “Evlilik ve Evlilik Danışmanlığı” hizmetlerinin kurumsallaşması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.

7. Aile Mahkemeleri ve Çocuk Mahkemelerinde görev yapacak yargı mensuplarının, pedagogların, sosyal hizmet uzmanlarının, psikologların toplumsal cinsiyet bakış açısı eğitimi alması ve Aile Mahkemeleri Kanunu uyarınca bu mahkemelerde görev alacak pedagogların, sosyal hizmet uzmanlarının, psikologların kadrolarına atanmaları en kısa sürede yapılmalıdır.

8. Belediyelerin ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın Halk Eğitim Merkezleri ile SHÇEK’in Toplum Merkezleri’nde kadın çalışmaları yapılmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği sağlanarak söz konusu merkezlerde okur-yazarlık, kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet rolleri, özgüven gibi kadına yönelik güçlendirici çalışmalar yapılmalıdır.

9. Kadına yönelik şiddetle ilgili spot filmler üretilmeli, ulusal, bölgesel ve yerel medyada ulusal bir kampanya çerçevesinde  gösterilmesi sağlanmalıdır.

10. Kadına yönelik şiddettin önlenmesine ilişkin mülki idare amirlikleri ve yerel yönetimlerce broşürler hazırlanmalı, hazırlanacak bu broşürlerin, halka açık alanlarda ve kamu hizmet birimlerinde dağıtımı sağlanmalıdır.  

11. Diyanet İşleri Başkanlığı, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda; toplumu bilinçlendirmek üzere hutbe ve vaazlar vermeli, yazılı ve görsel yayınlar yapmalı ve çeşitli etkinlikler düzenlemelidir.

12. Bütün kamu kurum ve kuruluşları ile, sivil toplum kuruluşlarında kadına yönelik şiddet konusunda duyarlığını ve sorumluluğunu artırıcı bir kampanya düzenlenmeli  bu alanda yapılmış olumlu girişimlerin duyurulması sağlanmalıdır. 

13. Kadın-erkek eşitliğini önemseyen, kadın haklarının gelişmesi konusunda destek veren erkek gruplarının sayısının artırılması konusunda gerekli önlemler alınmalıdır.

14. Kent planlamasında, sokak ve parkların iyi aydınlatılması ve kadınların acil telefon hatlarına kolay ulaşabilmesini sağlamak amacıyla telefon kulübelerinin sayılarının artırılması gibi kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda gerekli hizmetlerin sunulması sağlanmalıdır.

Hizmet Kurumları

1. Devlet kadınlara yönelik her türlü şiddet eyleminin önlenmesini bir devlet politikası olarak kabul etmelidir. Bu alana yönelik bir bütçe oluşturularak, toplumsal cinsiyet rolleri açısından bütçelerin etki ve sonuçları görünür kılınarak, toplumsal cinsiyete dayalı bütçe analizleri yapılmalıdır.

2. TBMM bünyesinde “Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu” adı ile daimi bir komisyon oluşturulmalıdır.

3. KSGM koordinatörlüğünde bir “Kadına Yönelik Şiddet İzleme Komitesi” kurulmalıdır.

4. Toplumsal cinsiyete duyarlı politikaların devletin bütün ana plan ve programlarının içine entegre edilmesi, ilgili kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğinin sağlanması, programların ve sonuçların izlenme ve değerlendirilmesi için gerekli mekanizmaların oluşturulması ve var olan mekanizmaların işler hale getirilmesi sağlanmalıdır.

5. Kadına yönelik şiddete karşı alınacak önlemler bir ulusal plan çerçevesinde yasal, kurumsal, eğitsel ve kültürel alanlara yönelik, kapsamlı olarak belirlenmelidir. Bu plan hazırlanırken toplumsal cinsiyet bakış açısına sahip bir plan olması sağlanmalıdır.

6. Kadın erkek eşitliğine aykırı politikalar, yasal düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılmalı,  toplumda kadın ve erkek eşitliği sağlanıncaya kadar, kadınlara pozitif ayrımcılık yapılması bir devlet politikası olarak kabul edilmelidir.

7. Ülke genelinde tüm kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör çalışanlarına yönelik “toplumsal cinsiyet eşitliği” eğitimi verilmesinin zorunlu hale getirilmesi sağlanmalıdır.

8. Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı koordinasyonunda bütün kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, özel sektör ve yerel yönetimleri de kapsayacak “2006-2010 Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Eylem Planı” hazırlanmalı ve uygulamaları takip edilmelidir.

9. Yasa koyucuların, kadınları doğrudan ilgilendiren kanunların yapım sürecinde, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra,  sivil toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin kadın araştırma ve uygulama merkezlerinin de görüş ve önerileri alınmalıdır.

10. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde çalışmalar yapmakta olan tüm kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, üniversitelerin kadın çalışması yapan araştırma merkezleri ve yerel yönetimler arasında koordinasyonun sağlanarak, ortak bir “hizmet ağı modeli” oluşturulmalıdır.

11. SHÇEK bünyesinde hizmet veren “183 Aile, Çocuk, Kadın ve Sosyal Hizmet ve Özürlü Çağrı Merkezi”nin çalışmasındaki sorunların giderilmesi, daha işlevsel kılınması ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması sağlanmalıdır.

12. Ülke genelinde 24 saat hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET HATTI” oluşturulmalıdır. Bu hatlarda şiddet konusunda eğitim almış personelin görev yapması sağlanmalıdır.

13. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un uygulanması aşamasında daha etkili bir sonuca ulaşmak için şiddet uygulayan bireylerin rehabilitasyona tabi tutulmaları konusunda gerekli bütün yasal ve kurumsal alt yapı oluşturulmalıdır.

14. Hak arama sürecindeki yasal prosedür mağdurlar lehine basitleştirilmeli, sağlıkla ilgili kayıtlar başta olmak üzere gerekli belge ve kayıtların ücretsiz hazırlanması sağlanmalıdır. Bu süreç her aşamasında, kadının özel hayatına saygılı, kadını koruyucu olmalıdır.     

15. Şiddet mağduru kadına emniyet birimlerinde uygulanacak prosedür ve atılacak adımlarla ilgili olarak genel broşür hazırlanmalıdır.

16. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) için bütçeden ayrılan pay artırılmalı, kadın sığınma evlerinin/kadın konukevlerinin nitelik ve nicelik açısından Avrupa  Birliği standartlarına uygun hale getirilmeli ve hizmet sunacak personelin kadın bakış açısına sahip olması sağlanmalı, anılan merkezlerin gizlilik ilkesine uygun olarak hizmet vermeleri  konusunda gerekli özen gösterilmelidir..

17. Kadın sığınma/konuk evlerinin kuruluşu ve işletilmesi ile ilgili mevzuatın gözden geçirilerek Avrupa Birliği standartları doğrultusunda yeniden hazırlanması ve yerel yönetimlere kadın sığınma/konuk evi açma konusunda zorunluluk getirilmesi sağlanmalıdır. Açılan kadın sığınma/konuk evlerinin mevzuatta belirtilen standartlara uygunluğu düzenli olarak denetlenmelidir.

18. Sivil toplum kuruluşları tarafından kurulmuş ve kurulacak olan bağımsız kadın sığınma evi ve kadın danışma merkezlerini açma ve işletme girişimleri yerel yönetimler ve İl Özel İdareleri  tarafından mali destek de dahil olmak üzere çok yönlü desteklenmelidir.

19. Şiddete uğrayan ve özellikle sığınma evlerindeki ihtiyacı olan kadınları danışma merkezleri ile sığınaklara başvuran kadınları ekonomik olarak güçlendirmek, yeniden ev kurmalarını sağlamak amacıyla bir “Kadın Destek Fonu” oluşturulmalı ve kadınların uygun işlere yerleştirilmesi sağlanmalıdır.

20. Şiddet gördüğü için kadın sığınma/konuk evine yerleştirilen kadınların buradan çıktıktan sonra kendi ayakları üzerinde durmayı başarmalarını sağlamak ve desteklemek için kadınlara devletin sahip olduğu kaynaklardan geçici konut tahsisi yapılmalıdır.

21. Avrupa Birliği bünyesinde yürütülmekte olan çocuklar, gençler ve kadınlara karşı şiddetin önlenmesine yönelik DAPHNE II (2004-2008) programını ülkemiz de imzalamalıdır.

22. Kadına yönelik şiddet konusunda ulusal bir veri tabanı bulunmamaktadır. Mevcut veriler de sağlıklı  ve yeterli  değildir. Bu nedenle bu konularla ilgili Bakanlıkların sağlıklı veri oluşturabilmeleri için toplanacak verilere yönelik standart soru formları hazırlanmalı ve  sonuçları tek elde  (Türkiye İstatistik Kurumu) toplanarak  ulusal veri tabanı oluşturulmalıdır.

23. Kadına yönelik şiddetin neden ve sonuçları ile toplumsal maliyetinin araştırılması ve şiddetin önlenmesine ilişkin projelerin üretilmesi ve gerçekleştirilmesi yönünde ilgili kuruluşlara destek verilmelidir.

24. Ülke içinde politika, program geliştirmeyi teşvik edecek bilgilerin daha hızlı üretebilmesi için üniversitelerin Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezleri teşvik edilerek araştırma yapmaları ve yayınlamaları sağlanmalıdır.

Eğitim

1. Kadına yönelik şiddet konusunda zararlı gelenek ve göreneklerin tespit edilerek buna yönelik tutum ve davranış biçimlerini değiştirmelerini sağlayıcı eğitim programları hazırlanmalıdır. Kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesine yönelik olarak başta erkekler olmak üzere ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi ve özellikle öfkenin kontrolü ve kişiler arasında sağlıklı iletişim becerileri konusunda yaygın eğitim programlarının hazırlanmasında devletin  gerekli çalışmaları yapması gerekmektedir.

2. Özellikle ekonomik yönden geri, geleneksel değerlerin hakim olduğu kırsal bölgelerde kız çocuklarının eğitime katılmaların sağlamaya yönelik olarak kız yatılı ilköğretim ve ortaöğretim bölge okullarının açılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.

3. Askerlik eğitiminde, camilerde, kahvehanelerde, çok sayıda erkek çalışan istihdam eden kuruluşlarda kadına yönelik şiddet konusunda erkeklere yönelik zihniyet dönüşümünü sağlayacak eğitim programları düzenlenmelidir.

4. Şiddete uğrayan kadınların başvurabilecekleri, rehberlik ve danışmanlık hizmeti alabilecekleri merkezlerin tanıtımı ile kadınlara yönelik bilinç yükseltme ve eğitim çalışmaları konusunda ulusal bir bilgilendirme kampanyası yürütülmelidir.

6. Sağlık görevlileri, yargı mensupları, kolluk kuvvetleri, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, çocuk gelişimi uzmanları, ve diğer meslek gruplarının lisans ve hizmet içi eğitim programlarında kadına yönelik şiddet konusu yer almalıdır.

Sağlık

1. Sağlık hizmeti sunan kurumlarda çalışan sağlık personelinin kadına yönelik şiddeti tanıması, tespit etmesi, gerekli müdahaleleri yapabilmesi ve şiddete uğrayan kadınları uygun kuruluşlara yönlendirmeleri için gerekli alt yapının oluşturulması ve sağlık çalışanlarının mezuniyet öncesi ve sonrası eğitim programlarında kadına yönelik şiddet konusuna yer verilmelidir.

2. Tüm sağlık kuruluşlarında şiddet mağduru kadınlara yönelik özel  birimlerin oluşturulması zorunlu hale getirilmelidir. Bu birimlerde hekim ve hemşire gibi sağlık çalışanlarının yanı sıra kadına yönelik şiddet konusuna duyarlı sosyal hizmet uzmanı ve psikologların çalışması sağlanmalıdır. Bu birimde çalışanların kadına yönelik şiddeti tanıma, ve şiddet gören kadına yönelik hizmet veren mekanizmaları harekete geçirebilmek için gerekli bildirimi yapmaları sağlanmalıdır.

3. Aile planlaması hizmetleri başta olmak üzere bütün üreme sağlığı hizmetlerinin özellikle birinci basamak sağlık kuruluşlarında kadınlar için ücretsiz, ulaşılabilir ve kaliteli bir şekilde verilmesi sağlanmalıdır.

Hukuk

1.“Çerçeve Eşitlik Yasası” nın ivedilikle çıkarılması gerekmektedir.

2. Anayasamızın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesine göre;

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(Ek fıkra:7/5/2004-5170/1.md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.Devlet, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür...”

hükmünün gereği olarak devlet bu amir hükmü hayata geçirecek başta yasal düzenlemeler olmak üzere gerekli her türlü tedbiri almalıdır.

3. Yürürlükteki mevzuatımızdaki kadın-erkek eşitliğini zedeleyen düzenlemelerin ayıklanması yönünde gerekli çalışmaların yapılması gerekmektedir.

4. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un 1. maddesinde geçen “kusurlu eş” ibaresinin “şiddet uygulayan birey” şeklinde düzeltilmesi; hâkimin anılan yasa kapsamında hükmedebileceği tedbirlere ilişkin olarak yasanın 1. maddesinin (f) bendinde geçen “ortak konut” ibaresinin yanına “veya şiddete maruz kalan bireyin işyerine gelmemesi” ibaresinin de eklenmesinin, ayrıca 4320 sayılı Kanunun korunma kapsamına mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan eşlerden birinin veya çocuklarının da dahil edilmesinin ve mahkemenin vermiş olduğu tedbir hükmünün infazına ilişkin icra işlemlerinin de harçtan muaf tutulması yönünde yasal düzenleme yapılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

5. Mevcut yasalarımızda halen kadın bedenini kontrol altında tutmayı amaçlayan, kadının insan haklarının ihlaline neden olan hukuki düzenlemeler ivedilikle yapılmalıdır.

6. Siyasi Partiler Yasasında kadınların siyasete katılımını destekleyen düzenlemeler yapılmalıdır.

7. SHÇEK Ayni ve Nakdi Yardım Yönetmeliğinde “sivil toplum kuruluşları tarafından açılmış olan sığınma evlerinde kalan kadınlara kaldıkları süre içinde ayni ve nakdi yardım konusunda yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Kadına Yönelik Şiddet Konusunda 3 Düzeyli Strateji

1.1. DEVLET

lÊ Sıfır tolerans

lÊ Ana plan ve programlara cinsiyet eşitliği bakış açısının yerleştirilmesi

lÊ Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi zorunlu hale getirilmesi

 

2.2. TOPLUM ve AİLE

lÊ Kültürel değerlerde pozitif yönde değişikliğin gerçekleştirilmesi

lÊ Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadının statüsünü yükseltme

   çalışmalarına daha aktif katılımının sağlanması

lÊ Toplumsal-kültürel diyalog yoluyla çözümün sağlanması

lÊ Medya ve eğitim sistemi ile de destek sağlanması

 

3.3. BİREY

lÊ Kadının güçlendirilmesi

lÊ Cinsiyet ayrımcılığının önlenmesi

lÊ Şiddete uğramış kadına yönelik koruma sağlanması

lÊ Yoksulluğun önlenmesi

 

E.  TÖRE/NAMUS CİNAYETLERİ

Töre, toplumun zaman içinde ürettiği ve geleneksel olarak uyguladığı toplumsal yasalardır.  Bu yasalar evlilik, miras gibi konularda işletildiği gibi, ceza hükümleri de içerebilirler, ve hatta medeni hukuk, ceza hukuku gibi farklılıklar gözetmezler.  Toplumsal ilişkiler kişi haklarına dayanmadığı gibi, haksızlık ve suçlardan sorumlu tutulan da yalnız fail değil onun kan bağı ile bağlı olduğu aile grubudur. Tanınan kimlik bireysel değil, kollektiftir. Yöresel ve kapalı toplumlarda sürdürülen töreler, modern devlet oluşumları içinde, devlet müdahalesi, ekonomik yapının değişmesi, iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi ve artması sonucu zamanla çözülme gösterirler.  Çok kültürlülüğün savunulduğu günümüzde, törelerin korunmasına daha hoşgörülü bir yaklaşım bulunmakla birlikte, yine insan haklarına saygının temel alındığı ülkelerde hem kendi yasalarınca, hem de uluslararası hukuk gereğince ayırımcılığa dayanan ve insan haklarını ihlâl eden töre ve kültürel inançların tasfiye edilmesi öngörülmüştür. 

E.1. Töre/Namus  Cinayetleri  Açısından  Dünyada  Durum

Kadınlar dünyanın her yanında değişik nedenlerle öldürülmektedir. Erkekleri genelde öldürenler yabancı kişilerken, kadınları öldürenler daha çok onların tanıdıkları kimselerdir. Bu kimseler kadının şu andaki kocası, boşandığı eşi, erkek arkadaşı, birlikte yaşadığı erkek olabileceği gibi babası erkek kardeşi ya da diğer erkek akrabaları da olabilir. Özellikle eşi ya da erkek arkadaşından şiddet görmesi kadının öldürülmesi riskini de beraberinde getirmektedir. Avustralya, Kanada, İsrail, Güney Afrika ve Amerika Birleşik Devletleri’nde  (ABD) yapılan araştırmalara göre cinayete kurban giden kadınların %40-70’i daha öncede fiziksel şiddet gördüğü eşi ya da birlikte olduğu erkek tarafından öldürülmüştür. Kadınların öldürülmesinde kültürel etkenler ve ateşli silâhlara ulaşım önemlidir. Örneğin ABD’de kadınlar daha çok ateşli silâhlarla öldürülürken, Hindistan’da kadınları döverek ya da yakarak öldürme daha yaygındır. Hindistan’da kerosenle ıslatılan ve yakılan kadının ardından “Mutfak kazasında öldü” ifadesinin kullanılmasının çok yaygın olduğu bildirilmiştir.  Dünyada özellikle feodal yapının gücünü koruduğu bölgelerde ise kadınların namus adına da öldürüldükleri görülmektedir.

 Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun tahminlerine göre her yıl dünyada 5000’den fazla kadın namus saiki ile öldürülmektedir. Bu cinayetler daha çok Bangladeş, Brezilya, Ekvator, Mısır, Hindistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Fas, Pakistan, İsveç, Türkiye, Uganda ve İngiltere gibi ülkelerde işleniyor gibi görünmektedir. Ancak bu cinayetlerin yaygınlığının bu ülkelerden daha geniş bir coğrafyayı kapsadığını düşünmek mümkündür. Sayılan ülkeler namus cinayetlerinin toplumsal bir sorun olarak görülmeye başladığı ve haber olma özelliği kazandığı bölgelerdir. Özellikle Ortadoğu, Kuzey Afrika, Asya kıtasındaki bazı ülkelerde kadınların namus adına öldürülmesinin cinayet olarak  görülmemesi nedeni ile bu ülkelerde namus cinayetlerine ait bilgiye ulaşmak mümkün olmamaktadır. Namus cinayetlerinin genelde ülkelerin Müslüman nüfusları içinde daha yoğun olarak işlendiği görülmektedir. Ancak namus cinayetlerinin kökeninin esas olarak ataerkil toplumsal yapıya dayandığı düşünülmekte ve kökenleri İslamiyet öncesi döneme kadar uzanmaktadır.  Namus cinayetlerini oluşturan kültürel yapı, örf ve adetlere dayanmakta ve aile içindeki erkek egemen yapının sürdürülmesine hizmet etmektedir.

Dünyada Ürdün, Fas ve Suriye gibi ülkelerde namus sebebiyle işlenen suçlar, aile namusunu korumaya yönelik olarak işlenmişse cezai indirime gidilmektedir. Ayrıca bu ülkelerde namus cinayetine kurban gitme tehlikesi altındaki kadınları korumak amacıyla kurulmuş bir mekanizma bulunmaması nedeniyle, bu durumdaki kadınları öldürülmekten korumak için cezaevine koyma gibi son derece trajik bir uygulamaya gidildiği görülmektedir. Bu ülkelerdeki hapishanelerde bu nedenle yıllarca hapiste kalan kadınlar olduğu bildirilmektedir.

Benzer cinayetlerin işlendiği diğer ülkelerde de resmî istatistiklere ulaşmak zordur. Ancak bazı adlar altında da olsa (örneğin; Meksika’daki tutku cinayetleri bu kategoriye dahil edilebilir) çok geniş bir coğrafyada namusa dayalı cinayetlerin gerçekleştiğini söylenebiliriz. Lübnan da, Suriye’de, Irakta, İsrail’de, her yıl yüzlerce namus cinayeti işlendiğini dış basını tarayarak görmek mümkündür.

Yemen’de Sanaa Üniversitesi kadın çalışmaları programının yaptığı bir araştırmaya göre 1997 yılında 400 kadın aile namusunun korunması adına öldürülmüştür. Ürdün resmî istatistikleri, bu ülkede işlenen dört cinayetten birinin namusa dayalı olduğunu ve nüfusu dört milyonluk ülkede her yıl 25 kadının bu nedenle öldürüldüğünü ortaya koymaktadır. Mısır için ise bu sayı 1995 yılında 52 olarak saptanmıştır.

 

E. 2 Töre/Namus  Cinayetleri  Açısından  TÜRKİYE’DE Durum

Türkiye, dünyada namus cinayetlerinin işlendiği ülkelerden birisidir. İşlenen cinayetler sonucunda kadınlar yaşamlarını kaybetmekte, aileler dağılmakta, ve şiddet olayları aile ve toplumun yapısını bozmakta, ülkemiz işlenen cinayetleri dünya kamuoyuna açıklamakta zorluk çekmektedir. Toplum vicdanını son derece rahatsız eden, kadına yönelik şiddetin uç noktasını oluşturan, kadının en temel hakkı olan yaşama hakkını elinden alan namus gerekçesi ile işlenen cinayetler üzerinde çok konuşulan bir sorun olmasına rağmen ülke içindeki yaygınlığını ve dağılımını, altta yatan nedenleri, mağdurların ve faillerin kimler olduğunu sağlıklı bir şekilde ortaya koyan resmî kayıtlara ve kapsamlı araştırmalara dayanan sonuçlara ülkemiz bugüne kadar sahip olamamıştır. Bu konuda ulaşılan veriler son derece sınırlıdır.

Namus cinayetleri konusunda bugüne kadar yapılmış kısıtlı sayıdaki çalışmalardan biri Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Aytekin Sır tarafından yürütülmüştür. Bu çalışmada namus cinayetlerine karşı bölgede yaşayanların tutumlarını araştırmak amaçlanmıştır. Bölgede yaşayan 430 kişi ile yapılan çalışmaya göre katılımcıların büyük kısmı namus kavramını karım, bacım annem, dinin emrettiği, kadınların iffeti, kadının cinselliği olarak  tanımlamıştır. Namussuzluk ise katılımcılar tarafından kadının zina yapması, kadının bekaretini kaybetmesi dedikoduya sebep olması, kadının açık gezmesi, erkeklerle konuşması, açık olması, ailenin istemediği kişiyle evlenmesi, izinsiz dışarı çıkması, dilinin uzun olması olarak ifade edilmiştir. Kadının zina yapması durumunda katılımcıların %37.4’ü kadının öldürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca kulak kesme, burun kesme, saçını kazıma, gibi diğer cezalandırma yöntemleri de önerilmiştir. Katılımcıların %64’ü için bu cezayı verecek kişi kadının kocasıdır. Boşanmayı bir çözüm yolu olarak görenler %25 düzeyinde kalmıştır.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Nüfus Bilim Derneği tarafından  Türkiye’de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri (2005) isimli niteliksel çalışmada dört ilde (İstanbul, Şanlıurfa, Adana ve Batman) 195 görüşme yapılarak toplumumuzdaki namus anlayışını ve namus cinayetlerinin dinamikleri konusunda ipuçları elde etmek amaçlanmıştır. Bu çalışmaya göre toplumumuzda namus anlayışı sosyo-demografik etkenlere göre değişiklik göstermektedir. Kırsal kökenli, aşiret ve akrabalık ilişkileri güçlü, kente göç etse bile geldiği yöre ile bağlantısını koruyan ve kentte de benzer bir çevrede yaşamını sürdüren, ait oldukları aile ve topluluğun yaşamlarında önemli bir yere sahip olduğu gözlenen kişilerin namusu, insanların uğruna öldürülebileceği büyük bir değer olarak gördükleri saptanmıştır. Çalışmada saptanan en büyük eğilim, namusun kadın, kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilmesi biçimindedir. Bu çalışmaya göre namus bir erkeğin karısı (helali), kız kardeşi, annesi, ailedeki diğer kadınlar hatta yakın çevredeki kadınlardır. Kadın bedeni üzerinden algılanan namus, kadınların günlük yaşam pratikleri, eğitim görme, çalışma, evlenme, bekaretin önemi, sadakat, istediği kişi ile evlenme, sevdiği kişiye kaçma, boşanma gibi konular üzerinden ifade edilmiştir. Kadın bedeni üzerinden şekillenen, kadınlara daha pasif, erkeklere daha aktif bir rol biçilen namus anlayışının araştırmaya katılanların çoğunluğu tarafından onaylanan, yaygın bir kavram olduğu görülmüştür. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ve namus cinayetlerinin nedeni olarak gösterilebilecek beş ana sosyo-kültürel faktör sayılabilir:

lÊ Ataerkil yapı ve değerler;

lÊ Hiyerarşiyi ve itaati öngören geleneğin ve kültürün yaygınlığı ve sürekli yeniden üretilmesi;

lÊ Kadının ve erkeğin fiziki mekanı paylaşmamasını öneren dinsel ve kültürel inançlar, gelenekler;

lÊ Geniş aile, aşiret, hemşehrilik, cemaat ilişkilerinin yaygınlığına bağlı olarak birey üzerinde toplumsal baskının yüksek oluşu,

lÊ Bu yapılanmaların resmî düzeyde kabul görmesi sonucu siyasal yaşam ve hukukun uygulanmasına yön vermesi.

Türkiye’de bazı bölgelerde törelere dayanarak cinayetler işlenmekte,  masum kadınlar ve erkekler öldürülmekte, aile fertleri cinayet işlemeye zorlanmakta, ve bazen de cinayet zincirlerinin son bulması için “bedel” olarak kadınlar bir aileden diğerine “gelin” (barış hediyesi) olarak gönderilmektedir.  Yine törelere dayanan “beşik kertmesi” ve “berdel” gibi uygulamalarla kadınların ve erkeklerin istekleri dışında evliliklere zorlanmaları söz konusudur. 

Namus, içeriği toplumdan topluma değişen bir kavramdır.  Genel veya etimolojik tanımını yapmaktan çok, yaşanan toplumda bugün ne anlama geldiğini belirtmek sorunların çözümü açısından daha önemli ve yararlı olacaktır.  Türkiye gibi geniş ailenin yaygın ve aile bağlarının kuvvetli olduğu toplumlarda kişinin namusunun sadece kendi davranışlarından değil diğer aile bireylerinin davranışlarından da etkilendiğine inanılır. Ayrıca ataerkil toplumda egemen olan erkek olduğu için, aileden ve ailenin namusundan da erkek sorumlu kılınmıştır.  Bir diğer önemli nokta, soyut olan namus kavramının somut göstergesi olarak kadının bedeninin, cinselliğinin ve davranışının kullanılmasıdır. Dolayısıyla, ailenin ve erkeğin namusu onun himayesi ve kontrolu altında olan kadınların cinsel statüsüne ve davranışına bağlanmıştır. Kızı, karısı, kız kardeşi, gelini, hatta annesi “davranış sınırlarını” aşarsa, erkeğin ve ailenin namusuna leke sürülmüş olur ve lekenin temizlenmesi gerekir.  Kadın, ayrıca isteği dışı yer alan durumlardan, kendine yapılan taciz ve tecavüzden sorumlu tutularak cezalandırılır, sorumlu tutulmasa bile, ailenin namus ve şerefini kurtarmak için kadının hayatı feda edilir. Namusu temizlemek için öldürülen hemen hemen her zaman kadındır, ama bazen kadını “lekeleyen” erkek de öldürülmektedir. 

Toplumda varolan gelenekler içinde erkek egemen yapılanmayı destekleyen ve kadınların ikincil statüsünün sürdürülmesini sağlayan bir takım kurallar ve ölçütler bulunmaktadır. Bu kurallara uymayan, ölçütleri aşan ya da aştığı sanılan kadınların cezalandırılması söz konusudur. Geleneklerin günümüze kadar taşıdığı güç ilişkileri toplumda bütün erkekleri ve bu ilişkilerin destekçisi aktarıcısı konumundaki yaşlı kadınları namusun koruyucusu ve sözcüsü yapmaktadır. Oluşmuş güç ilişkilerinin yazılı olmayan kurallarını koyan gelenekler, oluşan problemlere de bu güç ilişkilerini koruyucu çözümler getirir. Namus cinayetleri için de aynı uygulamaya gidilmektedir. Aile namusunun kirlenmesi ile ilgili bir algı oluştuğunda belirli bir zaman içerisinde namusun temizlenmesi için yapılması gereken girişim konusunda ailede karar verici konumundaki kişiler arasında bir karar alınmaktadır. Bu karar bir cinayet işlemeyi gerektiriyorsa, bu görev aileden bir erkeğe verilmektedir. Yasal düzenlemelerdeki ceza indirimlerinden yararlanabilmek amacıyla genelde bu görevi ailenin en genç, yaşı küçük üyesi yerine getirmektedir. Ancak, namus cinayetlerinin bir kısmı bireysel olarak, failin kendi iradesi ile veya etrafından gördüğü toplumsal baskı sonucu işlenmektedir. Bu durumda kişiyi yönlendiren töre değil, namus kavramıdır.

Namus cinayetleri, kadını kontrol altında tutmanın ve erkeğin hakimiyetini vurgulamanın en çarpıcı görüntüsüdür.  Ancak kadının davranışlarını kısıtlama ve cinselliğini kontrol etme gereksinimi kendini çok daha yaygın olan başka biçimlerde de gösterir.  “Namusa leke gelmesin” ya da cezalandırmak için kadınlar ve kızlar evlere kapatılır, intihara zorlanır, burunları ve kulakları kesilir, tehdit edilir, dayak yer, ve kısacası yaşamlarını bir terör ortamı içinde geçirirler. Kadınlara empoze edilen bu kısıtlamalar, onların hareket özgürlüğünden, düşünce özgürlüğüne, işkenceye tâbi olmama hakkından, sağlık ve sağlıklı bir ortamda yaşama hakkına kadar, bir dizi insan haklarının ihlâline neden olur.

Yasalar hem toplumsal değerleri ve normları belirleme, hem de davranış biçimlerini özendirici veya caydırıcı olarak etkileme güçlerinden dolayı önemlidir. Ülkemizde bu sorunlara yakın zamana kadar devletin yaklaşımı yetersiz kalmış, yasalar kadın-erkek eşitsizliğini pekiştiren yönde yapılmış ve uygulanmıştır.  Ülkemizde yasal normlar kadınların ikincilliğini ve bağımlılığını korumuş ve kadın bedenini de namusun simgesi olarak koymuştur. Bir diğer değişle, yasalar toplumda yaygın olan değerleri resmileştirerek meşrulaştırmış ve pekiştirmiştir. Ancak mevzuatımızda yapılan son değişikliklerle bu bakış açsında büyük değişiklikler yapılmış olsa da, uygulamada topulmsal zihniyet dönüşümünün tam olrak sağlandığı söylenemez.

Bir şiddet biçimi olarak namus cinayetleri toplumumuzun kültüründen, özellikle de değer sisteminden kaynaklanır. Bu olgunun kökeni ise, tarım toplumu yani daha çok kırsal kesim kültürünü yansıtmaktaysa da, son dönemlerde yaşanan hızlı göç nedeni ile, bu tür cinayetler kentlere de taşınmıştır.

Namus cinayetlerinin bir çok açıdan irdelenmesi gerekmektedir. Yargının, kolluk kuvvetlerinin, toplum bilimcilerin ve diğer bilim adamlarının üzerine önemli ve ağır yükler düşmektedir. Bu bağlamda maktul olarak kadınların seçilmesi ve yapılan fiilin kadının yaşam hakkına yönelik şiddetin en ağır şekli olması ve ne yazık ki ülkemizin geleneksel yaşam tarzının sürdüğü bazı bölgelerinde “namus” kavramının çoğu zaman kadın bedeni üzerinden tanımlanarak namus cinayetlerine mazeret oluşturması, kuşkusuz Genel Müdürlüğümüzün ilgi alanı içinde görülmektedir

Genellikle, ailenin istemediği ya da tasvip etmediği ilişkiler (ki bu sadece yüzeysel düzeyde de kalmış olabilir), tecavüz, sarkıntılık, taciz gibi suçlar karşısında; yapılan eyleme göre suç unsuru taşısın ya da taşımasın, cezalandırılan kişi, eylemin içinde olan veya olduğuna inanılan kadındır.

İçişleri Bakanlığı’nın cinayetleri nedenlerine göre gruplayan bir veri tabanı bulunmamaktadır. Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı bu komisyonun isteği üzerine özel bir çalışma yaparak 81 ilde işlenen cinayetler içinde namus ve töre cinayeti olarak değerlendirilen cinayetleri saptamışlardır. İl Emniyet Müdürlüklerinden 2000-2005 yıllarına ait bu kapsamda değerlendirilebilecek cinayet olaylarına ilişkin bilgiler istenmiş ve bu bilgiler ışığında suç analiz çalışmaları yapılarak aşağıda grafiksel olarak yer alan sonuçlar elde edilmiştir.Ancak istatistiksel veriler düzenlenirken töre ve namus saiki ile işlenen cinayet olaylarının nedenleri saptanırken; kan davası, kız alıp verme, aile içi uyuşmazlık, cinsel taciz, yasak ilişki, tecavüz gibi nedenlere bağlı işlenen cinayetler aynı başlık altında sınıflandırılmıştır.

Bu veriler ülkemizde bu konuda sahip olduğumuz ilk resmî veriler olması itibarı ile son derece önemlidir. Ancak ülkemizde bu konuda işlenen cinayetlerin bir kısmı hiç kolluk kuvvetlerine yansımaz ve istatistiklerine girmezken, kayıtlara kaza ya da intihar olarak geçen kadın ölümlerinin oldukça büyük bir kısmının da namus/töre cinayeti olduğu düşünülmektedir. Söz konusu veriler standart veri formları aracılığı ile toplanmadığı için verileri temkinli değerlendirmek gerekir.

Ülkemiz polis sorumluluk bölgesinde meydana gelen olaylara ilişkin istatistiksel veriler Türk Ceza Kanunu’nda yer alan suç terimlerine göre sınıflandırılmaya çalışılmaktadır. Meydana gelen cinayet olayları adam öldürme şeklinde istatistiklere girmektedir. Standart soruşturma formlarının olmaması nedeni ile görevli her personelin olaylara bakış açısının  farklı olması nedeniyle olayların adlandırılmasında ve sınıflandırılmasında standardizasyon sağlanamamaktadır. Meydana gelen olaylara ilişkin özet bilgi formları taşra birimlerinden talep edilerek merkez birimleri tarafından suç analizleri yapılmakta ve istatistiksel veriler oluşturulmaktadır.

Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre ülkemiz polis sorumluluk bölgesinde 2000-2005 yıllarını kapsayan dönem içerisinde işlenen cinayetler içinde töre ve namus saiki ile 1091 cinayet olayının meydana geldiği görülmüştür. Ülkemizde meydana gelen bu cinayet olaylarının aydınlatılması,  faillerinin yakalanması ve bu olaylara maruz kalabilecek şahısların korunması noktasında alınması gereken polisiye tedbirler Genel Müdürlük Merkez birimleri tarafından koordine edilmekte ve bu konuda ulusal ve uluslar arası kurum ve kuruluşlar ile Sivil Toplum Örgütlerinin yürüttüğü çalışmalar takip edilerek işbirliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Elde edilen sonuçlara ilişkin grafikler aşağıda verilmiştir.

Şekil 1. Töre ve namus cinayetlerinin nedenlere göre dağılımı (2000-2005)

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmaya göre konuyla ilgili cinayetler incelendiğinde cinayetlerin %29’u namus, %29’u aile içi uyuşmazlık, %15’i yasak ilişki, %10’u kan davası, %3’ü tecavüz, %2’si diğer,  %9’u cinsel taciz,  %3’ü kız alıp verme nedeni ile işlenmiştir  (Şekil 1). 

Şekil 2. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetleri bölge dağılımı

Bölge olarak incelendiğinde, meydana gelen 1091 olayda %19 oranla (212 cinayet) Marmara Bölgesinin ilk sırada olduğu, bu bölgeyi, %19 oranla (209 cinayet) Ege Bölgesinin izlediği görülmüştür. (Şekil 2)

Şekil 3. 2000-2005 Yıllarında Meydana Gelen Töre Ve Namus Cinayetlerinin İllere Göre Yüzde (%) Olarak Dağılımı

Yıllara göre yapılan değerlendirme sonucu son 6 yılda ülkemiz genelinde töre ve namus cinayetlerinde % 10 oranında Ankara ilinin başı çektiği, bunu % 9 oranıyla İstanbul ve İzmir illerinin takip ettiği görülmüştür. (Şekil 3)

Şekil 4. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin şüphelilerin doğum yerlerinin dağılımı

Şüpheliler, doğum yeri itibari ile bölge kapsamında incelendiğinde, %24 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ilk sırada olduğu, bunu % 21 oranla Doğu Anadolu Bölgesinin izlediği, buradan da Batı illerimizde suç işleyen şahısların doğum yerlerinin Doğu Bölgeleri ağırlıkta olduğu, suç oranında ilk sırada yer alan Marmara Bölgesinin, şüpheli durumuna göre % 8 oranla son sırada yer aldığı görülmektedir. (Şekil 4)

Şekil 5. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin şüphelilerin nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin dağılımı

Şüpheliler, nüfus kayıtlarına göre bölge kapsamında incelendiğinde, %24 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ilk sırada olduğu, bunu %21 oranla Doğu Anadolu Bölgesinin izlediği, buradan da Batı illerimizde suç işleyen şahısların nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin Doğu Bölgeleri ağırlıkta olduğu, suç oranında ilk sırada yer alan Marmara Bölgesinin şüpheli durumuna göre %8 oranla son sırada yer aldığı görülmektedir.(Şekil 5)

Şekil 6. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin mağdurlarının doğum yerlerinin dağılımı

Olaylarda mağdur şahıslar üzerine yapılan araştırmada, doğum yerlerine göre bölge kapsamında incelendiğinde, %19 oranla Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesinin ilk sırada olduğu, bunu      % 17 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin izlediği, buradan da Batı illerimizde meydana gelen olaylarda öldürülen şahısların doğum yerlerinin Doğu Bölgeleri ağırlıkta olduğu, suç oranında ilk sırada yer alan Marmara Bölgesinin, mağdur durumuna göre % 9 oranıyla son sırada yer aldığı görülmektedir. (Şekil 6)

Şekil 7. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin mağdurlarının nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin dağılımı

Mağdur şahıslar üzerine yapılan araştırma içersinde, nüfusa kayıtlı oldukları yere göre bölge kapsamında incelendiğinde, %20 oranla Doğu Anadolu Bölgesinin ilk sırada olduğu, bunu % 19 oranla İç Anadolu ve % 17 oranla Güneydoğu Anadolu Bölgesinin  izlediği, buradan da Batı illerimizde meydana gelen olaylarda öldürülen şahısların nüfusa kayıtlı olduğu yerlerin Doğu Bölgeleri ağırlıkta olduğu, suç oranında ilk sırada yer alan Marmara Bölgesinin, mağdur durumuna göre % 9 oranla son sırada yer aldığı görülmektedir. (Şekil 7)

Şekil 8. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin şüphelisi olan kadınların yaşlarının dağılımı

Şüpheli kadınların profilleri incelendiğinde, %49 oranıyla 19-25 yaş grubunun daha çok suç işlediği, bunu %23 oranıyla 26-30 yaş grubunun takip ettiği görülmektedir. (Şekil 8)

Şekil 9. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin şüphelisi olan erkeklerin yaşlarının dağılımı

Şüpheli erkekler incelendiğinde, % 22 oranıyla 19-25 yaş grubu erkeklerin daha çok suça karıştıkları, % 18 oranıyla 26-30 yaş grubunun bunu izlediği görülmüş, 18 yaşından küçük çocukların oranının yüksekliği dikkat çekmiştir. (Şekil 9)

Şekil 10. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin mağduru olan kadınların yaşlarının dağılımı

Mağdur kadınlar incelendiğinde % 20 oranıyla en fazla 19-25 yaş grubu kadınların olaylarda öldürüldüğü, bunu % 19 oranıyla 26-30 yaş grubu kadınların izlediği görülmüştür. (Şekil 10)

Şekil 11. 2000-2005 yılları arası ülke genelinde meydana gelen töre ve namus cinayetlerinin mağduru olan erkeklerin yaşlarının dağılımı

Mağdur erkekler incelendiğinde % 20”lik oranla en fazla 46 yaş ve üstü erkeklerin olaylarda öldürüldüğü, bunu % 18”lik oranla 31-35 yaş grubu kadınların izlediği görülmüştür. (Şekil 11)

İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı sorumluluk bölgesinde 2000-2005 yılları içerisinde meydana gelen şiddet içeren olaylar ile ilgili tespit edilen hususlar aşağıda verilmektedir.

Tablo 1. Şiddet Olayları ve Hedefleri

Tablo2. Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarının Nedenleri

 

Şekil 12. Olayların nedenlerine göre dağlımı

Tablo 3. Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarının İllere

 

Şekil 13. Olayların en fazla meydana geldiği ilk on ilin dağılımı

 

Tablo 4. Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarının Bölgelere Dağılımı

Şekil 14. Olayların bölgelere göre dağılımı

Tablo 5. Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olaylarında Mağdur Olanların Yaş Kategorileri

Şekil 15. Olayların mağdurlarının yaş durumuna göre dağılımı

Tablo 6. Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olayları Faillerinin Cinsiyet ve Yaş Kategorileri

Şekil 16. Olayların faillerinin yaş durumuna göre dağılımı

 

Tablo 7. Kadın Ve Çocuklara Yönelik Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olay Faillerinin Doğum Yerlerinin Bölgelere Dağılımı

 

Şekil 17. Olayların faillerinin doğum yerlerine göre dağılımı

 

Tablo 8. Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet Olay Faillerinin Nüfusa Kayıtlı Oldukları Bölgeler

 

Şekil 18. Olayların faillerinin nüfusa kayıtlı oldukları bölgelerin dağılımı

 

Tablo 9. Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Nedenleri

 

Şekil 19. Olayların nedenlerine göre dağılımı

 

Tablo 10. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Hedefleri

 

Şekil 20. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olayların Hedeflerine Göre Dağılımı

 

Tablo 11. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Bölgelere Dağılımı

 

Şekil 21. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Bölgelere Dağılımı

 

 

Tablo 12. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Doğum Yerlerinin Bölgelere Dağılımı

 

 

Şekil 22. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Doğum Yerlerine Göre Dağılımı

 

 

Tablo 13. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Nüfusa Kayıtlı Oldukları Bölgeler

 

 

Şekil 23. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarında Mağdur Olan Kadın ve Çocukların Nüfusa Kayıtlı Oldukları Bölgelere Göre Dağılımı

 

Tablo 14. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Faillerinin Doğum Yerlerinin Bölgelere Dağılımı

 

Şekil 24. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Faillerinin Doğum Yerlerine Göre Dağılımı

 

Tablo 15. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Faillerinin Nüfusa Kayıtlı Oldukları Bölgeler

Şekil 25. Namus Meselesi Nedeniyle Meydana Gelen Kadın ve Çocuklara Yönelik Kasten Öldürme ve Öldürmeye Teşebbüs Olaylarının Faillerinin Nüfusa Kayıtlı Oldukları Bölgeler

 

E. 3. Töre/Namus  Cinayetlerinin Nedenleri

Kadının sağlığını ve yaşamını tehdit eden şiddetin en uç noktası olan namus cinayetleri dünyanın bazı bölgelerinde görülen cinayetler olmasına karşılık nedenleri itibarı ile diğer şiddet olguları ile benzeşmektedir. Mutlak sayı itibarı ile çok olmasa bile namus cinayetleri toplumda kökleri çok derinlere uzanan cinsiyet ayrımcılığının en trajik sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Namus cinayetleri coğrafi özellik göstermektedir. Bu coğrafya daha çok Asya’nın güneyi, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgesine denk düşmektedir. Ayrıca bu cinayetlerin tarihsel süreç içerisinde tek tanrılı dinlerin ortaya çıktığı devirlerden daha önceki dönemlerde de işlenmesi nedeni ile, dinleri namus cinayetlerinin işlenmesi için gerekçe olarak göstermek tarihsel bilgilere uygun düşmemektedir.

Dünyanın bazı ülkelerinde ve ülkemizde, ailenin namusunu temizlemek amacıyla kadınların öldürülmesi ailenin namusunun ailedeki kadınların cinsel dokunulmazlığına bağlı olduğunu göstermektedir. Kadınların cinsel dokunulmazlığından evli olmayan kadınların bekaretleri, evli kadınların ise iffetleri kastedilmektedir. Kadının cinsel dokunulmazlığının zedelenmesi ya da bu konuda bir şüphe oluşması durumunda sadece kadının eşinin değil ailenin bütün üyelerinin bundan olumsuz etkilendiği düşünülmekte ve bu nedenle ailenin bütün üyeleri aile namusunun temizlenmesinden kendini sorumlu hisseder. Namus cinayetlerinin işlenmesi için gerekçe olarak öne sürülen nedenler evli bir kadının evlilik dışı ilişkisinin olması, evli bir kadının bir erkekle kaçması, evli bir kadının boşanması ya da kocasını terk etmesi, boşanmış bir kadının bir erkekle ilişkisinin olması, bekar bir kızın bir erkekle ilişkisinin olması, bekar bir kızın bir erkekle kaçması, evli ya bekar bir kadının kaçırılması ya da tecavüze uğraması olarak bildirilmektedir. Ancak gerçekte radyodan şarkı istemek, erkek sınıf arkadaşı ile, tanımadığı bir erkekle konuşmak gibi sebeplerden de öldürülen kadınlar vardır. Kadınların bir birey olmaktan çok bir mal olarak görülmesi, kadını esas olarak ailesinin daha sonra da tam olmasa da evlendiği kişinin malı yapmaktadır. Bu malın muteberliği ise kadının bedeni, kadının cinsel dokunulmazlığı ile şekillenen namusuyla bağlantılıdır. Kadının sahipleri kadının namusunu yani bedenini ve cinsel dokunulmazlığını korumak zorundadır. Evli kadınlarla ilgili olaylarda erkeğin kadını boşamasının namusu temizlemediği düşünülmektedir. Evli bir kadın kocasının malı ve namusu sayıldığı için (boşanma bu durumu tam olarak değiştirmez) evli bir kadınla ilişki kuran bir erkek bir başkasının malını gasbetmiş sayılmaktadır.

E. 4. Çözüm Önerileri

Koruyucu ve önleyici tedbirler

1. Sistematik bir zihniyet dönüşümü için ders kitaplarında, günlük konuşmalarda, görsel ve yazılı basında, sinema filmlerinde hatta akademik çalışmalarda, vaaz ve hutbelerde kullanılan geleneksel cinsiyet rol ve kalıplarını, erkek egemen zihniyetin hakim olduğu toplumsal yapının yarattığı olumsuzlukları vurgulayan bir söylem geliştirilmelidir.

2. Diyanet İşleri Başkanlığı, töre/namus cinayetlerinin önlenmesi konusunda; toplumu bilinçlendirmek üzere hutbe ve vaazlar vermeli, yazılı ve görsel yayınlar yapmalı ve çeşitli etkinlikler düzenlemelidir. Bu etkinliklerinde Diyanet İşleri Başkanlığı geleneksel cinsiyet rol ve kalıplarını, ataerkil yapının yarattığı olumsuzlukları vurgulayan bir dil kullanmalıdır.

3. Töre/namus cinayetleri konusunda Devlet, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler ortak kampanyalar düzenlemelidir. Bu kampanyalarda kadınların yanı sıra erkeklerin de şiddete karşı bilinç yükseltici eğitim almaları sağlanmalıdır. Erkek ve kadınların alternatif davranış biçimleri geliştirmelerine destek veren programlar oluşturulmalı, kendini ifade yollarını bulmak ve iletişim kurma olanaklarını artırmak için sorun çözme tekniklerini anlatan programlar geliştirilmelidir.

4. Töre/namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik bilgilendirici spot filmlerin üretilerek, görsel medyada sık aralıklarla gösterilmesi sağlanmalıdır.

Kurumsal Hizmetler

1. Töre ve namus konusunda toplumda yerleşik ön kabullerin veya geleneksel anlayışın tersine cevrilmesi sağlanmalıdır.

2. Devletin yasalardan ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler doğrultusunda gerekli düzenlemeleri yapması, yasalardaki anlayış değişikliğinin uygulamaya yansıtılabilmesi için gerekli mesleki eğitim çalışmalarının yapılması ve yasaların sıfır toleransla uygulanması sağlanmalıdır.

3. Ülke çapında ilgili tüm sivil ve resmî kuruluşları kapsayacak “2006-2010 Töre/ Namus Cinayetlerinin Önlenmesine Yönelik  Eylem Planı” hazırlanmalı ve uygulamaları takip edilmelidir.

4. Ülke genelinde 24 saat hizmet verecek ücretsiz “ALO ŞİDDET HATTI” oluşturulmalıdır. Bu hatlarda şiddet konusunda eğitim almış personelin görev yapması sağlanmalıdır.

5. Töre/namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak yerel düzeyde Valilik, Emniyet, Jandarma, Belediye, Müftülük, Üniversite, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla komiteler oluşturulmalıdır.

6. Töre/namus cinayetleri konusunda ulusal düzeyde veriler bulunmamaktadır. Mevcut veriler de sağlıklı  ve yeterli  değildir. Bu nedenle bu konularla ilgili Bakanlıkların sağlıklı veri oluşturabilmeleri için toplanacak verilere yönelik standart soru formları hazırlanarak  sonuçları tek elde  (Türkiye İstatistik Kurumu) toplanmalı ve kadına yönelik şiddet konusunda  oluşturulacak veriler ulusal veri tabanına entegre edilmelidir.

7. Töre/namus cinayetlerinin nedenlerine, sonuçlarına, maliyetine ve önleme yöntemlerine ilişkin projelerin üretilmesi ve gerçekleştirilmesi yönünde ilgili kuruluşlara destek verilmelidir.

8. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliklerin giderilebilmesi için kadının her alanda güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla üniversitelerin Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezlerinin teşvik edilerek, araştırma yapmaları ve yayınlamaları sağlanmalıdır.

Eğitim

1. Özellikle ekonomik yönden geri, geleneksel değerlerin hakim olduğu kırsal bölgelerde kız çocuklarının eğitime katılmaların sağlamaya yönelik olarak yatılı kız bölge okullarının (ilköğretim ve ortaöğretim) açılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.

E.5. Komisyon Tarafından Önerilen Yasal Düzenlemeler

1.“Çerçeve Eşitlik Yasası” nın ivedilikle çıkarılması gerekmektedir.

2. TBMM bünyesinde “Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu” adı ile daimi bir komisyon kurulması için yasal düzenleme yapılmalıdır.

3. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un 1. maddesinde geçen “kusurlu eş” ibaresinin “şiddet uygulayan birey” şeklinde düzeltilmesi; hâkimin anılan yasa kapsamında hükmedebileceği tedbirlere ilişkin olarak Yasanın 1. maddesinin (f) bendinde geçen “ortak konut” ibaresinin yanına “veya şiddete maruz kalan bireyin işyerine gelmemesi” ibaresinin de eklenmesinin, ayrıca 4320 sayılı Kanunun korunma kapsamına mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan eşlerden birinin veya çocuklarının da dahil edilmesinin ve mahkemenin vermiş olduğu tedbir hükmünün infazına ilişkin icra işlemlerinin de harçtan muaf tutulması yönünde yasal düzenleme yapılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

4. Siyasi Partiler Yasasında kadınların siyasete katılımını destekleyen düzenlemeler yapılmalıdır.

5. Şiddet ve özellikle ensest faillerinin rehabilitasyona tabi tutulmalarının yasal bir zorunluluk haline getirilmesi, masrafların failler tarafından karşılanması yönünde yasal düzenlemelere gidilmelidir.

6. Ülkemizde mevcut medya hukukunun öncelikle 3986 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınlarına İlişkin Kanunun ve bu Kanuna ilişkin olarak çıkarılan Yönetmeliklerin teknolojik gelişmelere uygun olarak güncelleştirilmesi ve şiddet içerikli yayınlara uygulanan yaptırımların caydırıcılıktan uzak kaldığı göz önünde bulundurularak yaptırım gücünün artırılmasına ve güncelliklerini yitirmeden uygulanabilmelerine yönelik düzenlemelerin yapılması, uygulanabilir bir mevzuatın oluşturulması gerekmektedir.

7. Sivil toplum kuruluşları tarafından açılmış sığınma evlerinde kalan kadınlara kaldıkları süre içinde ayni ve nakdi yardım yapılması konusunda SHÇEK Ayni ve Nakdi Yardım Yönetmeliğinde gerekli  yasal düzenleme yapılmalıdır.

F. MEDYADA ŞİDDET

F.1. Aile – Çocuk / Televizyon

Bilim, iletişim ve teknolojide takip edilemez hızda sanayi ötesi bir çağı yaşıyoruz. Teknoloji, bürokrasiyi aşmış inanılmaz  bir boyutta ilerliyor. Bu boyutta, televizyonların görünümü değişiyor, sistemler gelişiyor, bilim ve iletişim çağının yayıncılığı  yerleşiyor. Bu arada, teknolojide  olduğu kadar yayıncılıkta da uluslar arası rekabet giderek artıyor.

Avrupa  geleceğin  yayıncılığı için üye ülkelerle olduğu (Sınır  Tanımayan Televizyon Direktifi) kadar, diğer ülkelerle de “Sınır Ötesi Televizyon  Sözleşmesi” ile  ortak ilkeler belirliyor. Avrupa Konseyi Yürütme Komitesi (CDMM) alt komisyonlarda küresel alanda medyanın önem ve öncelikli  konularını  tartışıyor.  Amaç, medyadan, bilgi çağına uygun  şekilde yararlanmak.

Günümüzde yaşanan bu değişim ve iletişim  teknolojisinin yeni hizmetleri, görsel-işitsel alanda özellikle televizyon yayınlarında etkili olmaktadır. Dolayısıyla televizyonun teknik gelişimi, alıcı ve  verici sayısındaki artışlar, programların niteliği; çeşitliliği, sunuş  biçimleri  ve yapımına ilişkin gelişmeleri de beraberinde  getirmektedir. Ayrıca bugün dünyada yaşanan  dijital savaşlar, iç çatışmalar, terör, açlık, doğal felaketler gibi; sonuçta dehşet, şiddet, gözyaşı ve ölüm  getiren  olumsuzlukların anında bütün insanlar tarafından bilinmesi. Yaşanması sorunların  dünya insanını ilgilendirmesi, açıkçası  yaşamın  küreselleşmesi, olayları haber programları  içinde bile günde  birkaç kez  tekrarlanması, “yayıncılığın” yerini rekabet ve ticari  kaygıya bırakması  sonucu, insanlık yeni bir sorunla “ medya da şiddet”le  yüz yüze gelmiştir.

Geniş anlamda şiddet,  bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelendirilmesine veya duygusal olarak  baskı altına  alınmasına yol açan fiziki veya herhangi bir şekildeki hareket, davranış veya muamele olarak tanımlanabilir.

Dolayısıyla bugün toplumda yaşanan ve medyaya yansıyan şiddet, dövme, yaralama, sakat bırakma, cinsel saldırı, tecavüz, ensest, öldürme şeklinde olabildiği gibi, sözlü duygusal ve  zihinsel olarak da görülmektedir.

En genel anlamda şiddet tanımı, ortalama izleyicinin kaldırabileceği sınırların ötesine geçebilir.  Hukuk diliyle bunlar, yapım olarak “ahlâk kuralları”, “yasalara karşı suç” ya da “kamusal suç” gibi sınıflandırılabilir..

Toplumda yaşanan şiddet olayları cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi ve meslek statülerine göre farklılaşmaktadır. Ancak genel olarak fiziksel şiddet “güçlü konumda olandan” “güçsüze” yönelik olmaktadır.  Örneğin, ailede şiddet daha çok erkekten kadına, ebeveynlerden çocuklara yönelen fiziksel şiddet biçiminde ortaya çıkmaktadır. Dayak ya da tokatlama, yumruklama, tekmeleme, iteleme, boğazını sıkma gibi kötü davranışlar fiziksel şiddetin biçimlerini oluşturmaktadır.

Öte yandan, duygusal şiddet daha çok psikolojik temellere dayanmaktadır. Bu şiddet türü de yine güç ilişkisine dayanmaktadır. Daha çok duygusal sınırlamaları, psikolojik yıpratmaları ve en önemlisi şiddete maruz kalan birey (ya da grup üzerinde) görünmez “kontrol” mekanizmalarını içermektedir. Duygusal şiddet bireyin kendisine kötü davrananla daha önce yakın bazen romantik ilişki içinde bulunan kişinin karşılaştığı durumu yansıtmaktadır. Hem fiziksel hem de duygusal şiddet, yaşam boyunca süreklilik kazanmakta, yine çocuklar üzerinden bir davranış biçiminde bir nesilden diğerine aktarılmaktadır. Öyle ki şiddete maruz kalan birey bu durumu içselleştirmekte, hatta durumu “normal”, “kendi suçu” şeklinde algılamakta, yakınmamakta ve yardım talebinde bulunmamaktadır. Bazı durumlarda ise yardım talebinde bulunsa bile duygusal şiddeti “normal” gören toplumsal değerlerle karşılaşmaktadır.

Ayrıca, doğrudan görmediğimiz, ancak izleyicide bir şiddet etkisi uyandıran sunum biçimleri ile ortaya çıkan  şiddet türü “sembolik şiddet” vardır.

Örneğin;  gelirinin büyük bölümünü giyime ve eğlenceye  harcayan,  toplumda sosyete olarak gruplandırılan insanların ve “ magazin dünyasının  yaşamına ilişkin görüntüler ile  hedef kitlesi çocuklara yönelik reklamlardaki    almaya ve  yemeye zorlayan çarpıcı görüntüler büyük çoğunluğu  yoksulluk içinde boğuşan, alım gücü olmayan ailelerde ve çocukların psıko-sosyal davranışları üzerinde çaresizliğin de ivme kazandırdığı  “sembolik şiddet” duygusu  üretmektedir.

Bir diğer şiddet türü de cinsel şiddettir. Araştırmalar, özellikle kadına ve çocuklara yönelik olan bu tür şiddetin cinsel kimlik sorunlardan ve erkek otoritesine ilişkin çatışmalardan kaynaklandığını göstermektedir.

Raporun  bir önceki bölümünde istatistiksel verilerle anlatılan  çocuk ve kadına yönelik fiziksel,  duygusal ve  cinsel   şiddetin arkasında genellikle toplumsal değerler, eğitim  ve kültürel anlayış farklılıkları yatmaktadır. Örneğin, bireylerin çocuklukları sırasında şiddetle bir “terbiye” biçimi olarak karşılaşmış olmaları, ileriki yaşamlarında kendi çocuklarını da aynı yöntemle eğitebilecekleri anlamına gelmektedir; ya da çocukluklarında şiddete maruz kalmış bireyler ileriki yaşamlarında şiddetle karşılaştıklarında bunu kendi suçları ya da eksikliklerinin kaynağı olarak algılamaktadırlar. Kısacası şiddet rastlanma sıklığıyla ters orantılı olarak topluma yansımaktadır. Birey şiddete ne kadar maruz kalırsa, o oranda da susmayı tercih etmektedir. Burada vurgulanması gereken  şiddetin sürekli olması ve yeniden üretilmesidir. Bu yeniden üretim sürecinde medya önemli araçlardan birisidir. Şiddete fazla oranda ve uzun süreli maruz kalınan durumlarda ki medyadaki şiddetin etkisi de böyledir, insanlarda şiddete karşı bir duyarsızlaşma ve umursamama hali gelişir, yani şiddet kanıksanmaya ve benimsenmeye başlanır ki bu da şiddetin uygulanmasının günlük yaşamda artması olarak algılamaktadır. Kısaca, çok farklı açılardan beslenen şiddet karmaşık toplumsal bir sorundur, toplumda farklı araçlarla yeniden üretilmektedir. Özellikle bu yeniden üretim sürecini kırmak için medyanın bu konudaki sorumluluğunun farkına varılması - hem toplum ve hem de medya kuruluşları olarak- gerekmektedir. Ayrıca toplumda şiddetin engellenmesi açısından görsel, yazılı basın ile internet yayıncılığına da  önemli görevler düşmektedir.

Bu  kapsamda Ülkemizde,  görsel ve yazılı basın açısından öncelikle aşağıdaki yapısal sorunların gözardı edilmemesi gerekir;

-“Kitle İletişim Araçlarının”,  yüzyılımızda çok önemli  bir sektör haline gelmesi,

- Köyden kente göç ve kent Nüfusunun artması, 

- Örf, Adet ,gelenek ve göreneklerin  çözülmesi,

- Kentlerdeki suç  oranındaki artış,

- Alkol ve Madde Bağımlılığının Artması,

- Evliliklerin büyük çoğunluğunun  geçmiş yıllara göre,

   boşanmayla  sonuçlanması,

- Çocukların büyük bir kısmının, parçalanmış ailelerin üyeleri olduğu bir dönemle çakışmıştır,

Ayrıca 2000 Nüfus Sayımında; nüfusumuzun % 29.2 0-14 yaş grubunu oluşturduğu düşünülürse;

0-4 Yaş grubu                                  % 9.5

5-9                                                      %9.8

10 –14            %9.9

_________

Toplam %29.2                             

 Sözkonusu olguların ne kadar önemli olduğu ve    iyi değerlendirilmesi gerektiği açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Özellikle çocukları ve gençleri rahatsız edebilecek programlar, yaş grupları açısından da  çok özel bir dikkat gerektirir. İster, fiziksel şiddet ile birleştirilmiş ya da birleştirilmemiş olsun, aile içindeki tartışmaların –olumsuzlukların- gösterimi, çocuklarda ve gençlerde özel bir korku ve güven kaybına da  neden olmaktadır.

Ekrandan  yansıtılan  şiddetin görerek  öğrenilmesi ve şiddet içerikli programların yoğun olarak izlenmesi, şiddetin yeni tarzlarını  bilgi ve davranışlarına ilave edilmesi, öğrenilen davranışın pekiştirilerek kalıcı hale gelmesi, çocuklar açısından en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır. Özellikle  çocukların, televizyonlardan izledikleri  şiddet yüklü programlar ile reklam programlarındaki olay kahramanlarla özdeşleşip, bu olumsuzlukları  kendi yaşamlarında kalıcı bir özellik haline dönüştürmeleri kısacası “öğrenme ve taklit etme”, “duyarsızlaşma”  bugün çözümlenmesi gereken en önemli  toplumsal sorun  olarak  karşımızda durmaktadır.

2004 yılının ocak ile kasım ayları arasında, üç aylık dilimde ALO RTÜK 178 şikâyet hattına 35 bin  başvuruda bulunulmuştur. Bu sayı, her konuda şikâyeti kapsamaktadır.

- Şiddet ve korku kategorisinde                          1731

- Cinsellik kategorisinde                                          462

- Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar kategorisinde    3410 adet şikâyet vardır.

Görüldüğü gibi, şiddet ve korku, cinsellik, öğrenme ve taklit etme, duyarsızlaştırma olarak çocuklara yansıyan yayın içeriğindeki,  “şiddet” ve olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar” olarak  öne çıkmakta ve çocukları büyük  oranda etkilemektedir.

Kaldı ki;

Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün, “Türkiye’de Televizyon ve Aile Araştırması”nın aşağıdaki sonuçları da  bu gerçeğin altını çizmektedir.

 

l Yetişkinlerin % 35’i, televizyon programları arasında, en çok şiddet içerikli programlardan rahatsız olmaktadırlar.

l Kadınlar en çok, televizyonda şiddet unsuru içeren programlardan ve genel olarak, yayınların çocuk üzerindeki olumsuz etkisinden şikâyetçi olmaktadırlar,

Araştırma bulgularından:

l Türkiye’de  televizyondaki şiddetin çocuklara, denetimsiz bir biçimde izletildiği ve çocukların, şiddet unsuru içeren programlara direkt olarak ulaştığı;

l Yine bu araştırma sonuçlarına göre yetişkinlerin, çocuklarının nasıl televizyon izlediklerine ilişkin fazla bir bilgiye sahip olmadığı;

l Çocukların hangi kanalı, hangi programı, ne zaman seyredeceklerine ebeveynlerin karışmadığı;

l Çocukların %82’sinin, televizyon izlemekle ilgili kararları kendilerinin verdiği;

l  %31’inin gece saat 22’ye kadar ekran başında kalabildiği açıkça görülmektedir. Özellikle geç saatlere kadar ekran başında kalabilmesi ve bu kararı kendilerinin vermiş olması  üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir sorundur.

Soruna Hukuk açısından bakıldığında; Ülkemizde  çocukların televizyon yayınlarındaki zararlı içerikten korunmasına ilişkin sistemin yasal dayanakları,  hem ulusal hem de uluslar arası hukuk  mevzuatında yer almaktadır.

3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında  kanunun” “Yayın İlkeleri”ni düzenleyen 4.üncü maddesinin “z” bendinde  açık bir şekilde zararlı içerikle ilgili  ilke yer almaktadır. Bu  konuda uygulamaya yönelik ilgili   Yönetmelikte  “korumalı saatler” yada “eşik saatler” e  ilişkin  detaylı  bilgiler yer almıştır.

Uluslararası boyutta ise;  Ülkemizin de taraf olduğu “Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi”nin 7 nci maddesinde  konu kapsamlı olarak düzenlenmiştir. Bu kapsam  3984 Sayılı Yasanın  4üncü maddesinin “z” bendi ile tamamen örtüşmektedir.

Bu alandaki ikinci metin, henüz taraf olmadığımız, “Avrupa Birliği Sınır Tanımayan Televizyon Direktifi” nin 22nci maddesinde, küçüklerin korunmasıyla ilgili konu, geniş bir şekilde açıklanmış; buna ilave olarak,  yayıncıya ve  yayın otoritesine  “takip açısından”  programlarda görsel, sesli veya yazılı uyarılar bulundurma yükümlülüğü getirilmiştir.  Ülkemizde öncelikle ulusal kanallarda daha sonra da kademeli olarak, bölgesel ve yerel televizyonlarda uygulamaya geçilecek olan “sembol sistemi” bütünüyle  bu 22 nci maddenin çözüm alt başlıklarından biri olarak doğmuştur.

Sembol Sisteminin amacı çocukların gelişimine  öncelikle  zarar verecek; “şiddet, cinsellik, ve olumsuz davranışlar” lar olarak  saptanmış olup, şiddet ve cinselliğe açık bir tanımlama getirilmiş, olumsuz davranışlar konusu içinde zararlı madde kullanımı, dil, ve diğer tüm davranışları içine alan  geniş bir kapsam  yaratılmıştır.

Ancak , değişmeyen;  şiddetin yaşamımız içinde var olduğu ve öncelikli  olarak  çocukları olumsuz etkilediği  dolayısıyla, küçüklerin zararlı içerikten korunması gerçeğidir.

Önemli olan ebeveynlerin bilinçlendirilmesi, eğitimi ve dolayısıyla televizyon izleme etkinliklerini  buna göre düzenlemeleri, sistemi kullanabilmelerinin yanında; yayıncılık alanında yazılı ve görsel medyada  çocuğa dönük yaş grupları da (sembol sistemi) dikkate  alınarak özel  önem ve öncelikli konular içinde değerlendirilmesi,  3984 Sayılı Yasa ve ilgili yasaya dayanarak çıkarılmış Yönetmeliklerde yer alan mevcut ilke ve esaslara uyumun sağlanması  ve sonuçta yayıncıların soruna ilişkin kendi  “ETİK” değerlerini oluşturmaları gerekmektedir.

Ayrıca;  1990’lı yıllardan sonra Amerika, Kanada ve Asya’da Hindistan’da başlayan  diğer ülkelerde de sayıları gittikçe artan sivil toplum örgütlerinin  Örneğin; (Media Watch Groups)  diye NGO oluşturduğu “Medya İzleme Grupları”  ve “Üniversitelerin Araştırma Gruplarının” yaptığı   “Medyanın Günü Gününe İzlenmesi” olayının bizim sivil toplum örgütlerimizce de benimsenerek  oto kontrolün sağlanması gerekmektedir.

F. 2. Kadına Yönelik Haber ve Programlarda Şiddet

Ülkemizdemedyada kadının sunumu” 1980 den sonra ele alınan  üniversitelerde araştırmalara konu olan ve  “Kadının Statüsü  ve Sorunları Genel Müdürlüğü”’nün kurulmasıyla gelişme gösteren  bir konudur.

Bugün toplumsal cinsiyet modeli olarak  kadının  Ülkemizin yazılı ve görsel  medyası içindeki yeri; iki “uç” boyutta algılanmaktadır:

- Seks objesi olarak yansıtılmaktadır. (Seks objesi, dünyada yapılan araştırmalarda da bir alt kategori olarak  belirlenmektedir).

- Kadının birincil görevi evidir.

- Kadın iyi bir anne olmalıdır.

- Kadın iyi bir eş olmalıdır, ya da

- Ev kızı olmalıdır.

Burada çok net bir görüntü var. Günümüz Bilgi Çağında medya, toplumsal yaşamımızda, kadını bilgilendiren yaşamına katkı sağlayan konumunu ortaya çıkaran, belirleyen bir sunum sergilememektedir. 

Ülkemize, hızla toplumsal yaşamda yerini almış, topluma katkı sağlamış, iş ve meslek yaşamında yer edinmiş,  emek vermiş ve vermekte olan  pek çok, bilim kadını, sanatçı, kadın düşünür ve nice onur yüklü örnekler  medyaya yansımamakta bunun yerine;

- Moda ile, özel yaşamla,

- Mankenlik, şiddet, dövülme,

- Aşk, boşanma ilişkisiyle, vb.

- Ses sanatçılığı ile sunuculuğun karıştığı, fiziksel görüntünün, reyting aracı olarak program kalitesini aştığı,  eğlence ve popüler kültürün ağırlıklı ve sürekli tekrarlanarak sunulduğu bir yayın içeriği sergilenmektedir.

Oysa, kamusal  yayıncılıkta eğlence programları da bir düzey ve kültür içeriğine dayanmalıdır.  Sunucunun eğitimi, konuya hakimiyeti, Türkçesi ve alan kültürü   belirleyici nitelikler olmalı, bu nitelikler belirlenerek öne çıkarılmalıdır. Bu  programın  içeriği kadar  önemlidir.

Bugün  izlediğimiz yayın kanallarında özellikle sabah kuşağı kadına yönelik programların içerikleri sunum biçimleri birbirine oldukça benzerlikler göstermektedir. Sözkonusu yapımlarda  belirleyici  ögenin format ve sunum  biçimi olduğu görülmektedir. Bu kapsamda şiddet, boşanma, terk, kayıp, kaybolma ve ekonomik  merkezli sorunlar vb  belirli bakış ve yönlendirme  boyutunda sunularak  bireye, aileye, dünyaya ve gündelik yaşamımıza ilişkin bakış ve algılamamıza modeller/eylem haritaları sundukları görülmektedir.

Dolayısıyla, Aile/özel yaşamların (özel alan ve mahremiyetin) kamuya sunulması şeklinde teşhirci/röntgenci konum, benzer konumda olanların varlığı nedeniyle yaşanan/ özdeşleşme / meşrulaştırma / rahatlama, sorunların sisteme olan bağlarını gösterici nedenselliklerin yerine bireysel neden ve çözümlerin sunulması hatta çözümsüzlük, aileyi ve özellikle kadını yaralamaktadır.

Medyadaki kadın/şiddet konusuna baktığımızda gerçekten, iç içe geçmiş bir şiddet anlayışının egemen olduğu söylenebilir.

ALO RTÜK  178 Şikâyet Hattına  2004 yılında gelen şikâyetlerin değerlendirilmesinde:

Haber programlarının  içinde doğrudan   kadına yönelik şiddetin oranı%3 Toplumun geneline yönelik %41  ile birleştirilirse toplam %44 gibi yüksek bir şiddet oranına ulaşılmaktadır. Çocuk ve gençlere  yönelik şiddetin oranı ise %15 dir. Bu;  çocukların, gençlerin ve kadınların  açık bir biçimde istismarını belirlemektedir.

Şekil 1.  Şikâyetlerin Programlara Göre Dağılımı

Haber programının içinde %41  lik bölümde intihar, cinayet, kocası tarafından bıçaklanmış, dövülmüş, öldürülmüş, töre cinayeti işlenmiş yada  kapkaç yapılmış örnekleri çok fazla olan şiddet türleri  çoğu zaman ülkeyi ilgilendiren haberlerden önce  ve önem sırası belirlenmeden verilmektedir.

Ulusal, bögesel  kanallarda bir haberin  tekrar tekrar verilmesi, şiddetin her türünü, özellikle “aile içi şiddeti”, “ŞİDDETİ”  cesaretlendirmekle kalmayıp, toplumun,  insanların haber alma hakkını da engellemektedir.

Bir haber programında toplumun  geneline yönelik  %41 oranında şiddet içeriği  yer almaktadır. Bu  çok önemsenmesi ve çözümlenmesi gereken  önemli bir konudur. Haber programlarının içeriğinin kadın ve çocuk, lehine dönüştürülmesi istismarın sona erdirilmesi gerekmektedir. Bu, reklam programları için de geçerlidir.

Kaldı ki reklam programlarında  da kadın sömürüsünün, kadın cinselliğinin kullanımının  yaygın örnekleri ile  karşılaşılmaktadır. Aşağıdaki grafikteki % 39’lu istismar  oranı cinselliğin geldiği ölçüyü göstermesi  bakımından önemlidir. Kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi ve medyanın şiddeti, ayrımcılığı ve özellikle cinselliği yaratan kaynak, konumuna gelmemesi için özen göstermesi gerekmektedir.

Şekil 2. Reklam Şikâyetlerinin Konulara Göre Dağılımı

RTÜK tarafından Ocak-Kasım 2004 ayları arasında 5600 şikâyet incelenmiş, bu  şikâyetler içinde, kadınlar ve çocuklar açısından 3410 olumsuz örnek tespit edilmiş; 3410  olaydan 2000’i ya da şikâyet eden 2000 kişi, “kadınlar üzerinde ayrımcılık yapıldığını” belirtmiştir. Bu  kadın ayrımcılığı yapıldığına ilişkin önemli bir göstergedir. 

Sonuçta; şiddetin çözüm  önerilerinden biri kadının eğitilmesidir. Günümüzdeki kadın kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin  bu konuda çalışmaları vardır. ancak burada vurgulanması gereken, erkeğinde eğitilmesi gerektiğidir.

 Medyada yayın içeriği  açısından  amaç; Kadının İhtiyaçlarını belirlemek, eğlendirirken eğitmek  kadına doğrudan kadın   programlarıyla ulaşmak, Kadının yaşamını kolaylaştıracak, kadına ve dolayısıyla ailesine  katkı sağlayacak, yaşamına hedef ve amaç belirlemede  yardımcı olacak, bilgi yüklü programların yapımını sağlamak;

Dolayısıyla  sorunun  iki önemli  boyutu var;

1. Şiddet, Yayın Planlaması, içerik, yayın saati, aile izleme  programı gibi önemli etkenlerin göz önüne alınarak  yapılması önem ve öncelikli konular çocuk ve kadın programlarına özen gösterilmesi  diğer bir değişle  reytingle  program kalitesinin  bir arada yürütülebilmesi,

2. Bu Yayın planlamasında,  önem ve öncelikli konu çocuk ve kadına yönelik  düzeyli kaliteli eğitici programların hazırlanmasında ve  yayın planlamasında, yayın içeriğinin oluşturulmasında özel ulusal televizyon ve radyolarda   kaç kadın  yöneticinin, program yapımcısının ve sorumlusunun varlığıdır.

  Bugün yayıncılık şirketlerinin sayılarının hızla artmasıyla birlikte özellikle televizyon yapım diğer yandan, medyada kadınların, kadın hareketinin, kadın sorunlarının temsiline ilişkin geniş çaplı araştırmalar bulunmamakla beraber özellikle 1990’lardan sonra toplumdaki ataerkil yapının bir uzantısı olan medyadaki cinsiyetçiliğin devamını sağlayan önemli öğelerden birisi de iletişim sektöründe çalışan kadınların konumlarıyla  ilişkilidir. Son yıllarda, 1990’ların başından itibaren özel şirketlerinde ve sinemada kadınların sayısının arttığı daha üst konumlara gelebildikleri  gözlenmekteyse de genel olarak medya sektöründeki yöneticilerin çoğunun erkek olması durumu değişmemiştir. 

Sektörde kadının konumunu daha net anlamamıza yardımcı olacak istatistik veriler yetersizdir. Basın mensuplarına verilen sarı basın kartı sahibi kadın ve erkek gazetecilerin Haziran 2002 tarihi itibariyle dökümlerine bakıldığında 9449 gazeteciden 1873’ünün kadın olduğu görülmektedir. Özerk statüye sahip ve devlete bağlı olan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nda  (TRT) çalışan 8180 personelin 2030’u kadındır. Kurumda çalışan yönetici konumundaki 214 personelin 116’sı kadın olup, üst düzeyde %1’lik oranlar söz konusuyken orta düzey yöneticiliklerde yığılma vardır. TRT televizyon kanallarında kadınlara yönelik yayınların oranı yıllık ortalama %6.9’dır. Radyo kanallarında ise kadın ve aileye yönelik programların oranı %15-17 arasında değişmektedir.      

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında konu görüldüğünden daha önemlidir. Kaldı ki,    5-9 Haziran 2000 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurul 23 üncü Özel Oturumu (Pekin+5) Pekin Eylem Platformuna (Dördüncü Dünya Kadın Konferansı) da kadın  ve medyaya ilişkin aşağıdaki taahütler yinelenmiş ve sözkonusu karar ve önerilerin uygulanması için bugün de geçerli  aşağıdaki çağrıda bulunulmuştur.

Kazanımlar. Yerel, ulusal ve uluslar arası kadın medya ağlarının kurulması küresel bilgi yayılımına, görüş alışverişine ve  medya çalışmalarında aktif kadın gruplarına destek verilmesine yardım etmiştir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin, özellikle internetin gelişmesi, kadın ve kızların güçlendirilmeleri için iletişim olanakları sağlanmış ve bu da giderek artan sayıda kadının bilgi paylaşımı, ağ oluşturma ve elektronik ticari faaliyetlere katkıda bulunması ve yer  almasını sağlamıştır. Kadın medya örgütleri ve programların sayısı artmış ve daha fazla katılım ve kadının medyada olumlu yansıtılması hedeflerine ulaşmak kolaylaşmıştır. Medya programlarında kadının olumsuz imajına karşı savaşmak için mesleki kurallar ve  gönüllü davranış kuralları oluşturularak, toplumsal cinsiyetin adil yansıtılması ve cinsellik içermeyen dil  kullanılması teşvik edilmiştir.

 Engeller. Pornografi ve klişeleşmiş temsil edilme gibi olumsuz, şiddet içeren ve/veya küçültücü kadın imajları, yeni iletişim teknolojileri kullanılarak medyada farklı biçimlerde yer  almaktadır. Medyada kadına yönelik önyargı da devam etmektedir. Yoksulluk, erişim ve fırsat yokluğu, okumaz yazmazlık, bilgisayar okumaz yazmazlığı ve dil engelleri, bazı kadınları internet gibi bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanmaktan alıkoymaktadır. İnternet altyapısının gelişmesi ve buna  erişilmesi, özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve bilhassa kadınlar için kısıtlıdır.

F.3. Medyada Şiddete İlişkin  Mevcut Yasal Önlemler

Özellikle ekrandan yansıyan şiddetin izleyici üzerindeki  etkileri dikkate alındığında, topluma,  özellikle  çocuk ve gençlere  zarar vermemesi için,  konun; Avrupa Birliği üyesi  ülkelerle AB’ne  aday  ülkelerde   benzer içerikte düzenlendiği görülür.

Avrupa Konseyi tarafından çıkarılan ve Ülkemizin de taraf olduğu Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’nin “Yayıncının Sorumlulukları” başlıklı 7 nci maddesinin 1 inci paragrafının (b) bendi ile 2 inci paragrafı bu düzenlemeye ilişkin olup;

l. Program hizmetlerinin sunuş ve içerik bakımından bütün unsurları, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olacaktır.

Program hizmetleri, özellikle;

(b) Şiddet eğilimini körüklemeyecek veya ırkçı nefret  duygularını kışkırtıcı nitelikte olmayacaktır.

2. Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlâki gelişimini zedeleyebilecek türden program hizmetleri, bunların seyredilebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmayacaktır.

Avrupa Birliği’nin, yayınları düzenleyen mevzuatı olan Avrupa Sınır Ötesi  Televizyon Direktifi’nin (89/552/EEC Direktifine değişiklik  getiren 97/36/EC Direktifi) Çocukların ve Kamu Düzeninin Korunması başlıklı 22 nci maddesinin 1 inci paragrafı, şiddet  konusunda üye ülkelere, alınması gereken  önlemlerle ilgili  çerçeve çizmektedir. Buna göre;

1. Üye devletler, yargı yetkileri kapsamındaki televizyon yayınlarının çocukların fiziksel, ruhsal ya da ahlâki gelişimini ciddi şekilde zayıflatabilecek programları ve özellikle pornografi ya da  ölçüsüz şiddet içeren programları  yayınlamamalarını sağlamak için  uygun önlemleri alacaklardır.

Avrupa Birliği bu çerçeve  hükümle    konuya  ilişkin   sözkonusu mevzuata aykırı olmamak şartıyla üye ülkelere, bu konuda, daha detaylı ve kapsamlı düzenleme yapma hakkı vermektedir. 

Bu kapsamda değişik toplumsal yapıdaki örneklere, ülkelere  bakılacak olursak,

İngiltere

Bu konudaki mevzuatı;

“Şiddet dünyanın her yerinde  mevcut olduğundan, haber programlarında ve güncel olaylarla ilgili programlarda, gösterimine mecburen yer  verilmektedir. Ancak yayıncı ve yapımcı, şiddetin düzeyinin, programın bütünlüğü için gerekli olup olmadığından emin olmalıdır.

Çocukların gelişimini zedeleyebilecek sahnelerin gösterilmemesi konusunda çok titiz olunmalıdır. Çocukların kolaylıkla örnek alabileceği tehlikeli davranışlara içeren (bıçak ve ateşli silâhların kullanıldığı) sahneler, özellikle çocuk izleyicilerin izleme olasılığı yüksek olan saatlerde yayınlanmamalıdır.

Televizyon haber bültenlerine giren şiddet sahneleri, sahte bir şekilde gizlenmemelidir. Ancak izleyiciler üzerinde ahlâki bir değer yargısı oluşturmaya çalışmak, yayıncının görevi değildir. Şiddetin kurbanları veya kanlı ayrıntılar üzerinde fazla durulmamasına dikkat etmek gerekir.

Cinsel şiddet içeren veya  yaşlı kişilere çocuklara ya da  özürlü kişilere  yöneltilmiş şiddet, yayınlandığı saatin bilinci içinde ve özel bir anlayışla gösterilmelidir. Bazı hallerde saldırı kurbanları  mülakata hazır olsalar bile, geçirdikleri şokun derecesi göz önünde tutulmalı ve bundan avantaj sağlanmamalıdır.

Şiddet suçları anlatılırken program, suçluyu veya eylemleri övmemelidir.

İntihar araç ve yöntemleri gösterilmemelidir.

Evlerde kolayca  bulunabilecek bıçak vb. silâhlar kullanılarak işlenen suçların  gösterildiği sahnelere, televizyonda yer verilmemelidir. Kural olarak, şiddetin gösterildiği hallerde, bunun ciddi sonuçları gizlenmemelidir.

Kadınlara yönelik şiddet görüntülenirken olayın cinsel yönü, erotik hale sokularak, özendirici hale getirilip, istismar edilmemelidir.  Hayvanlara yönelik şiddetin, hayvanlara bir zarar verilmediği zaman dahi, başta çocuklar olmak üzere, izleyicileri rahatsız edeceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Çocukların çoğu, televizyona egemen olan kuralların, gerçek iyi ve kötünün ne anlama geldiğinin bilincine varmadan televizyon seyretmeye başlarla. Bu nedenle kendilerini kolaylıkla  özdeşleştirebilecekleri durum ve karakterlerin gösteriminde özenli olunmalıdır. Çizgi filmlerde çocukların fantezi ile gerçek arasındaki farkı ayırt  edemeyecekleri düşünülerek, yayın saati ve  program seçimine daha fazla özen gösterilmelidir.”

Fransa

“Televizyon kuruluşu, kamunun duyarlılığını yok edici sahneler içeren, gençlere yönelik  televizyon yayınlarını yayınlamamaya özen göstermelidir.

Televizyon kuruluşları, yoğun izleme saatlerinde  ailece izlenebilecek yayınlara yer vermeye dikkat etmelidir.

Televizyon kuruluşları, şiddeti teşvik edici yapımların uyarı duyurularının saat 20.3o’dan önce yayınlanmamasına ve ayrıca, bu duyuruların, çocuk ve gençlerin duyarlılığını zedeleyebilecek türde görüntüler  içermemesine dikkat etmelidir.”

Portekiz

“Şiddete teşvik edebilecek programların yayınlanmasına izin verilmez. Butür programların yayınından önce uyarı niteliğindeki duyurular yapılması koşuluyla saat 22.oo’den sonra gösterilmesine izin verilir.”

İspanya

“Şiddet öğeleri içeren programlar 22.oo ile 06.oo saatleri arasında, önceden gerekli duyurular yapılması koşuluyla yayınlanabilir.”

İsveç

“Cinsel şiddet içeren görüntülere, ancak toplum yararına bir durum olduğunda veya toplumu bilgilendirmek  amacıyla izin  verilebilir. Çocuklara zihinsel açıdan zarar vereceği düşünülen yayınların, 15 yaşın altındaki çocuklara gösterilmesi yasaktır.”

F.4. Türkiye Uygulaması 

Ülkemizin yayıncılığa ilişkin mevzuatı olan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve  Yayınları Hakkında Kanun’un “Yayın İlkeleri”ni düzenleyen 4 üncü maddesinin (b), (u), (v), ve (z) bentleri şiddete ilişkin konuları düzenlemiştir. Bunlar;

b) Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi.

u) (Değişik: 01/07/2005 - 5378/37) Kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi.

v) (Değişik : 03/08/2002-4771/8) Yayınların şiddet kullanımını özendirici veyaÊ ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması

z) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlâkî gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması.

Ayrıca, 3984 Sayılı  ilgili Kanuna dayalı olarak çıkarılan 17 Nisan 2003 Tarihli Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik” yukarıda  belirtilen kanun maddelerine uygulamada aşağıdaki açıklığı  getirmektedir. İlgili Yönetmeliğin 5 inci maddesi;

b) Toplumu ,şiddete, teröre ve etnik ayırımcılığa sevk eden, meşrulaştıran, onaylayan veya kışkırtan, halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ve teşvik eden, toplumda nefret duyguları oluşturan yayın yapılmamalıdır. Dini ve ahlâki konuları, kin ve nefret yaratacak, millî birlik ve bütünlüğü bozacak şekilde işleyen yayınlara imkân verilmemelidir.ÊÊÊÊÊ

u) Kadınlara, güçsüzlere ve küçüklere karşı her türlü ayrımcılık, fiziksel ve psikolojik şiddet teşvik edilmemelidir. Aile içi şiddet, dayak, cinsel taciz, tecavüz gibi konuları meşrulaştırıcı, hafifletici ve kışkırtıcı, toplumsal hayatta ve aile içinde bireyler arası eşitsizliği onaylayan, kadının rıza, onay ve temsiliyet hakkı ve isteklerini yok sayan yayın yapılmamalıdır. Çocukların fiziksel, duygusal veya cinsel istismarı, ya da çocuk emeğinin sömürüsü özendirilmemelidir. Yayınlarda, insanların bedensel ve zihinsel engelleriyle ilgili duyarlılıkları dikkate alınmalı, engelli izleyicilerin yayınları izlemelerini sağlamak amacıyla (işaret dili, alt yazı vb.) gerekli düzenlemelerin yapılmasına özen gösterilmelidir. Hayvanlara karşı şiddet içeren görüntüler hiçbir şekilde yayınlanmamalıdır.

v) Yayınlar şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmamalıdır. Şiddete karşı birey ve toplumu duyarsızlaştıran, insanları şiddet kullanmaya yönelten, özendiren yayın yapılmamalıdır.

Haber, haber program veya güncel programlarda şiddet unsuru taşıyan görüntüler flulaştırma ve benzeri tekniklerle, sadece olayın gerektirdiği ölçüde aşırıya kaçmadan kullanılmalıdır. Şiddet unsuru ağırlıklı dramatik yapımlar, çocuk ve gençlerin olumsuz etkilenmemeleri için, önceden sesli/yazılı uyarılarda bulunulması kaydıyla, ancak saat 23.00 ile 05.00 arasında yayınlanmalı, bu tür programların tanıtım duyurularında şiddet içeren bölümler kullanılmamalı ve bu duyurular saat 21.30’dan sonra yapılmalıdır.

z) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlâki gelişimini zedeleyecek türden programlar, korunması gereken izleyici kitlenin seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmamalıdır. Yayınlarda ilgi çeken kişi veya karakterler, çocuk ve genç izleyicileri özendirerek, onların duygusal, ahlâki ve sosyal gelişmelerini olumsuz yönde etkileyebilecek biçimde gösterilmemelidir. Tür ve içerik gereği; cinsellik, şiddet ve olumsuz örnek alınabilecek davranışlar (kumar, alkol, uyuşturucu kullanımı, kötü dil, intihar vb.) içeren yayınlar, saat 23.00 ile 05.00 arasında, farklı yaş grupları gözetilerek, sesli/yazılı uyarılar yapılmak suretiyle yayınlanmalıdır. Bu tür programların tanıtım duyurularında, şiddet, cinsellik vb. içeren bölümler kullanılmamalı ve bu duyurular saat 21.30’dan sonra yapılmalıdır.

Görüldüğü gibi  her ülkede  şiddeti önlemeye yönelik yaptırımlar  vardır. Önemli olan   sözkonusu yaptırımların uygulanış biçimidir.

 Dolayısıyla kamuya topluma yapılan yayınlarda Yayıncıların  yaptırımlarla birlikte toplumun değerlerine, özellikle her toplumun   önem ve öncelikleri olan  çocuk ve kadınlara yönelik yayınlarda  yazılı olmayan kendi “ETİK” kurallarını oluşturmaları  ve bunu özenle  uygulamalarıdır.

Çocukların ortalama 4 saat televizyon seyrettiği,2000 yılı Nüfus Sayımına Göre  okur-yazar olmayanların oranın %12.7, bu oranda okur-yazar olmayan kadınların oranının %19,4 erkeklerin %6,1 olduğu ülkemizde toplumsallaşma, eğitim ve yayın içeriği açısından medyanın da sorumluluğunun arttığı bir gerçektir.  

Türkiye’de eğitimin en önemli unsuru görsel yayın aracı olan  televizyondur. Okuma yazma ve meslek eğitimi dışında toplumun eğitimini birinci derecede  etkileyen görsel medyadır. Bu nedenle her şeyimizi, yaşamımızı ve geleceğimizi etkileyen medyanın bilim çağına  uygun  en iyi biçimde kullanılması gerekmektedir.

Günümüz yayıncılığında içerik, şiddet, medyanın içerik ve konuya ilişkin yaklaşımı  programların veriliş  tarzı   töre ve namus cinayetleriyle ayrıca beslenmektedir. Haber Programları da kapsayan şiddet içerikli yayınlara RTÜK’ün  kurmuş olduğu ALO RTÜK  178 Şikâyet Hattına  2004 yılında gelen şikâyetlerin değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkan aşağıdaki verilerdeki oranlar  şiddetin   kapsamında belirlemektedir.

 

Şekil .3 Şikâyetlerin Programlara Göre Dağılımı

Şiddet içeren program türleri açısından bakıldığında çocuk programları içinde yer alan çizgi filmlerin %26 olan oranı, çocuk ve genç nüfusa  sahip ülkemizin geleceği açısından  önemli ve düşündürücüdür.

Ayrıca, reklamlardaki  % 5lik şiddet oranı haber  programlardaki %4’lük şiddet içeriğinide geçmiş  görünmektedir.

Bugün yayın Kanallarımızın reyting” açısından yarıştığı  ve ailece izlenebilecek saatlerdeki  yayınların yerli dizilerin içindeki şiddet oranı %58’e ulaşmaktadır. Bu oranın kamusal yayıncılık ve etik ilkeler açısından da  kabul edilebilir bir açıklaması yoktur.

Bu kapsamda yaşamımızın bir parçası haline  gelmiş olan  şiddetin; toplumsal bilgilendirme ve eğitimle doğrudan ilgili olsa da,  televizyonlardan “izlenilmesi”, “aktarılması” noktasında yayın kuruluşlarının gerçeğin  yansıtılmasında “neyin”, “ne kadar”, “hangi ölçüde” verilmesi gerektiği sorusunda “şiddetin dozu” ve “hedef kitle analizi” nin “SORUMLU YAYINCILIK”  açısından  da öncelikli olarak   değerlendirilmesi gerekmektedir.

F.5.  Medyaya İlişkin Düzenlemelere Yönelik  Öneriler

1. Ülkemizde mevcut medya hukukunun  öncelikle 3986 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve  Yayınlarına  İlişkin Kanunun ile bu Kanuna uygun olarak çıkarılan Yönetmeliklerin teknolojik gelişmelere uygun olarak  güncelleştirilmesi cinsiyet ayrımcılığı, çocuk istismarı ve şiddet içerikli yayınlara uygulanan müeyyidelerin caydırıcılıktan uzak kaldığı göz önünde bulundurularak yaptırım gücünün arttırılmasına ve güncelliklerini yitirmeden uygulanabilmelerine yönelik düzenlemelerin yapılması,  uygulanabilir bir mevzuatın yaratılması,

 2. Avrupa Birliği Müktesebatının üstlenilmesine ilişkin (24 Temmuz 2003 tarih ve 25178 Mükerrer sayılı Resmi Gazete) Türkiye Ulusal  Programında Kültür ve Görsel İşitsel Politikanın   öncelikler  bölümünde  da yer alan;

Küçüklerin ve insan onurunun korunmasında güçlü ve etkili bir seviyenin elde edilmesine yönelik ulusal çerçeveleri geliştirerek Avrupa görsel-işitsel ve bilgi hizmetleri endüstrisinin rekabet edebilirliğinin geliştirilmesi hakkındaki 24 Eylül 1998 tarihli Konsey Tavsiye Kararı (31998H0560)

Yeni medya hizmetlerinin gelişimi çerçevesinde öz-denetimin rolü hakkındaki 27 Eylül 1999 tarihli Konsey Sonuç Kararı (31999Y1006 (02)

İlişkin olarak yayın kuruluşlarının kendi öz-denetim birimlerini kurarak bir an önce  kamusal yayıncılığın gereği   kendi sorumlu yayıncılık ilkelerini yerleştirmeleri,

3. Yayın planlamasında  yayın genel  akışı içinde,yayın içeriğinde, çocuk istismarı ile cinsiyet ayırımı, şiddet, pornografi, kadını küçültücü, incitici ve önyargılı yayınların yapılmaması için  yayın kanallarının kendi “ ETİK” değerlerini yerleştirmeleri ve yayın kimliğini öne çıkarmalarının sağlanması,

 4. Özellikle radyonun yaygın gücü ve tüm ailenin birlikte olduğu, televizyon izlediği saatlerde ve yayının genel akışında “Çocuk programları” ve özellikle “REKLAM KUŞAKLARI”nda çocuk istismarının önlenmesi,

5. Tüm Yayın Kanallarında, yayın içeriği ve planlamasında; evde ve çalışan kadına yönelik hedef kitlesi belirlenen, kadının toplumsal dönüşümünü sağlayacak bilgilendirici  programların öne  çıkarılarak  çok sayıda izleyiciye, kadına ulaşması için izlenebilirliği yüksek zaman diliminin belirlenmesi, uygulanması,

 6. Mevcut Yasa kapsamında, televizyonlarda Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından yayından kaldırılan programlar yerine şiddete karşı duyarlılığı artırıcı, kaliteli ve olumlu mesajlar veren eğitici ikame programların oluşturulması konusunda çalışmalar yapılması,

 7. Başta  program yapım ve yöneticileri olmak üzere televizyon programlarının üretiminin her aşamasında yer alan medya çalışanlarının “şiddete” ilişkin duyarlılıklarını arttırıcı “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” eğitimi  almalarının sağlanması,

 8. İzleyiciye medya karşısında  “farkındalık” kazandırılması ve bilinçli izleyiciler (öncelikle  ebeveyinler) oluşturulması konusunda  çalışmalar yapılması ve izleyiciye medya okur-yazarlığının kazandırılması için eğitim programlarının düzenlenmesi,

9. Ülkemizde medyada karar mekanizmalarında cinsiyetçiliğin ortadan kaldırılması ve eşitliğin sağlanması,

10. Medyanın kadın çocuğu yönelik “şiddetin pekiştirilmesi” ve ortadan kaldırılmasına ilişkin etkisini araştıran  ve günümüzde büyük ölçüde eksikliği hissedilen araştırmaların yapılması,

11. Sivil Toplum Kuruluşlarının  “Medya izleme Grupları” oluşturması  ve  medyanın günü gününe izlenmesi   oto kontrolün sağlanması,

G. ÜLKEMİZDE KADIN VE ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET VE NAMUS CİNAYETLERİ AÇISINDAN  YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR

G.1. Merkezi ve Yerel Yönetimlerce Yapılan Çalışmalar

Kadına yönelik şiddet konusunda devletin sunduğu hizmetler ve kadına ilişkin politikalar, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından planlanmaktaysa da; bunun yanı sıra çeşitli kamu kurum ve kuruluşları ile, Üniversitelerimizin ve sivil toplum örgütlerinin de konuya ilişkin hizmetleri, araştırmaları ve destekleri bulunmaktadır.

G.1.1. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM)

Kadının insan haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik çalışmalar yaparak, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve imkânlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere kurulmuş olan Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü; kadın-erkek eşitliğinin sağlanması konusunda ayrımcılık içeren yasaların ayıklanması konusunda düzenlemelerin yapılması, kadına ilişkin plan ve politikaların belirlenmesi, toplumsal bilincin geliştirilmesi konularında çalışmalar yapmaktadır.

AB Katılım Öncesi Mali Yardımı 2005 yılı programlaması kapsamında, Genel Müdürlükçe “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması Projesi” hazırlanarak, 13.04.2005 tarihinde Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’ne sunulmuştur. Bu proje ile, ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda hizmet sunmak üzere kurulmuş olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nü, AB standartlarıyla uyumlu bir toplumsal cinsiyet eşitliği organı modelinde geliştirmek, toplumsal cinsiyet eşitliğini yaşamın her alanında sağlayacak olan bir Ulusal Eylem Planı oluşturmak, kadına karşı aile içi şiddetin sebep ve sonuçları hakkında  araştırma yapmak, değişimleri izlemek üzere bir veri bankası oluşturarak; hizmet modelleri, çeşitli bilinçlendirme ve hizmet-içi eğitim program modülleri geliştirmek yoluyla, tüm tarafların kadına yönelik aile içi şiddetin yok edilmesine dair kapasitelerini güçlendirmek amaçlanmıştır.

Yeni yasal düzenlemelerle yetki ve görevleri artan ve vatandaşa doğrudan ve  hızlı biçimde hizmet verme imkânına sahip bulunan yerel yönetimlerin, kadınlara ilişkin doğrudan hizmet vermeleri mümkün kılınmıştır. Yerel yönetim birimlerinin kadınlara yönelik olarak verecekleri hizmetler, kadınların her alanda ilerlemesine doğrudan katkı sağlayacaktır. Bu çerçevede, yerel yönetimlerin, Belediye Kanunu ve İl Özel İdaresi Kanunu’nda öngörülen yetki ve görevleri çerçevesinde, kadına yönelik olarak verebilecekleri hizmet ve yürütebilecekleri projelere ilişkin bir hizmet modeli oluşturulmuştur. Böylece, yerel yönetimler kadına yönelik sunacakları hizmetlerde bir model sunarak, yol gösterici olurken; bir yandan da söz konusu hizmetlerin belli bir standartta ve içerikte verilmesi  amaçlanmıştır. Bu amaçla hazırlanan  proje örnekleri 81 il Valiliği ve 1400 Belediyeye gönderilmiştir.

Şiddete maruz kalan kadınların ilk olarak iletişim kurdukları kolluk kuvvetleri ve yargı mensuplarına yönelik, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda çeşitli hizmet içi eğitim programları uygulanmaktadır. Ayrıca, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce, kadına yönelik olarak doğrudan hizmet veren Adalet, İçişleri, Millî Eğitim, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıklarından, her düzeyde uygulanacak hizmet içi eğitim çalışmalarına, kadın erkek eşitliği konusunda düzenlemeler içeren yasa ve uluslararası sözleşmelere yer verilmesi, yine Genel Kurmay Başkanlığı’ndan vatani hizmetin yerine getirilmesi esnasında er ve erbaşlara yönelik olarak verilen eğitim programlarına, aile içi şiddet ve töre cinayetleri gibi konuları da kapsayan kadının insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin konuların da eklenmesi talep edilmiştir. 

Ulusal düzeyde her yıl “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”, devlet ve sivil toplum örgütleri işbirliği ile kadın sorunlarının sorgulandığı, tartışıldığı ve çözüm önerilerinin üretildiği bir gün olarak kutlanmakta, söz konusu gün, kadın sorunları konusunda toplumu bilinçlendirme kampanyasına dönüşmektedir.

Yine 25 Kasım “Kadına Karşı Şiddeti Önleme Günü” başta olmak üzere çeşitli illerde kadına yönelik şiddet tüm boyutları ile ele alınarak çeşitli paneller, konferanslar ve benzeri etkinliklerle toplum bilgilendirilerek zihniyet değişikliği yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla 2004 yılında, 25 Kasım “Kadına Karşı Şiddeti Önleme Günü”nde başlatılan ve 1 yıl sürmüş olan “Kadına Karşı Şiddete Son” kampanyası kapsamında hazırlatılan spot film ulusal kanallarda gösterilmiştir. Yine aynı kampanya çerçevesinde Futbol Federasyonu Başkanlığı işbirliği ile Süper Lig takımları oyuncularının maçlara “kadına yönelik şiddete son” yazılı   tişörtlerle çıkmaları sağlanmıştır. Aynı şekilde, “Kadına Karşı Şiddete Son” konulu, genç gazetecilerin çalışmalarını teşvik etmek ve başarılarını ödüllendirmek amacıyla “Genç Gazeteciler Ödülü” adıyla iki yarışma programı düzenlenmiştir.

Genel Müdürlük, valilikler ve sivil toplum örgütleri işbirliği ile toplumun bilinçlendirilmesi amacıyla, 81 ilimizde ve bazı ilçelerimizde 2 ay süren seri toplantılar gerçekleştirmiştir. Kadınların yoğun olarak katıldığı bu toplantılarda kadına yönelik şiddet konusu içinde namus cinayetleri ve kadınların yasal hakları konusu ağırlıklı olarak ele alınan konulardan olmuştur.

Namus cinayetlerinin önlenmesi, yasal yaptırımın artırılması ve geleneksel bakış biçiminin değiştirilmesi amacıyla, 1999 yılından başlamak üzere; Genel Müdürlük ile birlikte, ilgili kamu kuruluşları ve kimi gönüllü kuruluşlar da, toplumun bilgi ve bilinç düzeyini artırmak amacıyla eğitim programları, seminerler, konferanslar, toplantılar düzenlemektedir.

Ülkemizde toplumsal cinsiyet perspektifinin tüm politika, plan ve programlara yerleştirilmesi halen sürmekte olan bir çaba olup, henüz bu sürecin başlarında olunduğu söylenebilir. Bu süreçte Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, sivil toplum örgütleri ve üniversiteler bünyesinde açılan kadın sorunları araştırma merkezleri ile işbirliği ve koordinasyon içerisinde, çalışmalarını biçimlendirmekte ve yürütmektedir.

Genel Müdürlükçe, tüm kurum ve kuruluşlarda çalışan personelin toplumsal cinsiyet eğitiminden geçirilmesi amacıyla “Toplumsal Cinsiyet Eğitim Materyali” hazırlanmıştır. Bu çerçevede Genel Müdürlüğe, kamu kurum ve kuruluşları ile, sivil toplum kuruluşlarından gelen talepler doğrultusunda eğitimler verilmektedir (Örneğin; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı, Türk Tabipler Birliği, Radyo Televizyon Üst Kurulu uzmanlarına eğitim verilmiştir).

Kendi çalışmalarının yanı sıra sivil toplum örgütlerinin, kadına yönelik şiddet konusunda yaptıkları çalışmaları olanakları ölçüsünde destekleyen Genel Müdürlük, bu doğrultuda; sivil toplum örgütleri işbirliği ile kadına yönelik şiddeti ele alan, şiddete uğrayan kadınların başvuracakları merkezleri tanıtan 14 spot film ve 3 kısa metrajlı film hazırlatılmıştır.

 Genel Müdürlük, valilikler, üniversitelerin Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezleri ve bazı sivil toplum örgütleri tarafından çeşitli illerde kadın hukuku komisyonlarına, hukukçulara, Polis Akademisi öğrencilerine ve polislere, toplumsal cinsiyet,  aile içi şiddet, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve Medeni Kanun başta olmak üzere çeşitli eğitim seminerleri verilmektedir.

G. 1.2. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK)

Genel Müdürlük,  şiddete uğrayan ve/veya uğrama riski taşıyan kadınlara yönelik hizmetlerini ağırlıklı olarak, kadına yönelik şiddetle mücadelenin temel taşlarını oluşturan kadın konukevleri ve danışma merkezleri ile vermektedir.  Bununla birlikte toplum merkezleri,  çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, rehabilitasyon merkezleri, huzurevleri, yaşlı dayanışma merkezleri ile, kadın üzerindeki “çifte yükü” hafifletmek için,  çalışan ebeveynlerin çocuklarının bakım ve eğitimleri gibi sosyal alt yapının geliştirilmesinde büyük katkı sağlayan kreş ve gündüz bakımevleri vb. sosyal hizmet kuruluşları ile doğrudan ya da dolaylı olarak şiddet ve baskıya özellikle konu olabilecek durumda olan genç, yaşlı, özürlü kadın gruplarına kısmen de olsa ulaşabilmekte, ilgili mevzuat çerçevesinde hizmetlerini sürdürmektedir.

Genel Müdürlüğe bağlı,  toplam kapasitesi 259 olan 14 adet “Kadın Konukevi” bulunmaktadır. Kadın konukevlerinde; eşler arası anlaşmazlık nedeniyle evini terk eden ya da eşleri tarafından terk edilen ve bu nedenle yardıma ihtiyaç duyan, fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik şiddete uğrayan, boşanma veya eşin ölümü nedeniyle ekonomik ve sosyal yoksunluk içine düşmüş , istenmeyen evliliklere zorlanan, evlilik dışı hamile ya da çocuk sahibi olan ve bu nedenle ailesi tarafından kabul edilmeyen, cezaevinden yeni çıkmış olup yardım ve desteğe ihtiyacı,  ekonomik ve sosyal yoksunluk içine düşmüş olan kadınlara sosyal, psikolojik ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi konusunda hizmet sunulmaktadır.

SHÇEK, teşkilat kanunu doğrultusunda açtığı sosyal hizmet kuruluşları ile hizmetlerini yürütürken; yine, teşkilat kanununun (2828) kendisine verdiği yetki doğrultusunda, sosyal hizmet alanında hizmet vermek isteyen diğer kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları için bağlayıcı düzenlemeler yapma, standart oluşturma, ruhsatlandırma, izleme ve değerlendirme  hizmetleri yürütmektedir. Kadına yönelik şiddet konusunda “Sığınma Evi” açarak hizmet vermek isteyen kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşlarına,  “Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konukevleri Yönetmeliği” uyarınca hizmet verme zorunluluğu getirilmiştir. Bu doğrultuda belediye  tarafından açılmış 18 kapasiteli 1 adet “Kadın Konukevi” bulunmaktadır.

Bununla birlikte, SHÇEK’e yapılacak başvuru sonrasında yönetmelikle belirlenen standartlara uygun olarak açılması gereken; ancak, başvuru yapılmaksızın çalışma yaptığı saptanmış ya da farklı bir deyimle izinsiz çalışma yapan 10 tane sığınma evi (konuk evi) daha bulunmaktadır.

Kadının insan hakları ve temel özgürlükleriyle bağdaşmayan, geleneksel ya da töresel uygulamaların kurbanı olma durumları dahil olmak üzere, ayrımcılığa maruz kalmalarının önlenmesine yönelik “Kurumlar Arası Yaklaşım İçerisindeki Namus Adına İşlenen Cinayetlerin Önlenmesi İçin Etkin Kampanya Stratejilerinin Geliştirilmesi ve Uygulanması Projesi” kapsamında, iki ilde atölye çalışması gerçekleştirilmiştir.

Genel Müdürlükçe, istismara uğrayan veya uğrama riski taşıyan ve desteğe gereksinimi olan kadınlara ve çocuklara yönelik psikolojik ve ekonomik alanda danışmanlık ile, rehberlik hizmeti sunmak üzere, ülke genelinde ulaşılan “183 Aile, Çocuk, Kadın ve Sosyal Hizmet ve Özürlü Çağrı Merkezi” bulunmaktadır.

Ailelerin ekonomik, toplumsal, kültürel ve psikolojik sorunlarla baş edebilmeleri amacıyla “Aile Danışma Merkezleri” kurulmuştur. Bu merkezlerde; ailelere ve aile bireylerine yönelik bireysel danışmanlık ve grup çalışmaları yoluyla aile içi şiddetin önlenmesine, aile birliği ve bütünlüğünün korunmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. 2005 yılı sonu itibarıyla 33 Aile Danışma Merkezi bulunmaktadır.

Kadının kalkınmaya katılımı çerçevesinde, hizmet verdiği bölgede yaşayan tüm yöre halkının daha iyi yaşam koşullarına ulaşma hakkını sağlamak, varolan sorunları resmi, hükümet dışı kuruluşların ve halkın doğrudan katılımı ile çözmek, kentsel yaşam biçimine uygun, tutum ve davranışlar geliştirmesini sağlamak, kadına ilişkin projeleri yaşama geçirmek amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı  değişik bölgelerde toplam 61 Toplum Merkezi bulunmaktadır. Toplum Merkezlerinde kadına yönelik şiddet özelinde de hizmet verilmektedir. Kadınlara merkezin temel amaçları doğrultusunda psikolojik, hukuksal danışmanlık ve ekonomik yardımlar yapılmakta, kadın konuk evlerinde kalma talebi olan kadınlar değerlendirilerek ilgili birimlere yönlendirilmektedir.

Toplum Merkezlerinde yürütülmekte olan proje ve programlara bakıldığında ise; kuruluş amaçlarına uygun olarak aşağıdaki çalışmaların yapıldığı ya da halen yürütüldüğü görülmektedir.

1) Sivil toplum örgütleri işbirliği ile yürütülmekte olan, “Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı” (KİHEP) çerçevesinde; kadınların hakları ve sorunları konusunda bilinç düzeyleri  yükseltilerek, ayrımcılığına yol açan mekanizmaları daha iyi anlamalarına yardımcı olunması, kendilerine olan bakış açılarının değişmesi ve öz güvenlerinin artması yoluyla evde güç kazanmalarına katkıda bulunulması amaçlanmıştır.

2) Erken çocukluk döneminde olan ve kurumsal olarak okul öncesi eğitim olanağından yararlanamayan çocukların yaz dönemini sokağın tehlike ve tehditlerinden uzak, güvenli ve sağlıklı bir ortamda geçirmelerini sağlamak ve okul eğitimine hazırlamak, ilk öğretime başlatılmalarını teşvik etmek, özellikle de kız çocukların okullaşma oranını arttırmak ve okul başarılarını yükseltmek amacıyla, “Erken Çocukluk Gelişimini Destekleme Projesi” yürütülmektedir.

3) “Anne Çocuk Eğitim Programı” (AÇEP)

4) “İşlevsel Yetişkin Okuma Yazma Programı” (İYOP)

5) “Baba Destek Programları” (BADEP)

SHÇEK, korunmaya muhtaç çocuklara ve ailelere, ayni-nakdi yardım, ücretli ve ücretsiz gündüzlü bakım, çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, koruyucu aile ve evlat edinme hizmeti ve sokak çocuklarına yönelik çocuk ve gençlik merkezleri, özürlü çocuklara ise bakım ve rehabilitasyon merkezleri ile hizmet vermektedir. Bu çerçevede 95 “Çocuk Yuvası” ve 110 “Yetiştirme Yurdu” ile toplam 20.480 çocuğa hizmet verilmekte, yine yatılı ve gündüzlü hizmet veren 2005 yılı sonu itibariyle 44 “Çocuk ve Gençlik Merkezi”nde sokakta yaşayan/çalıştırılan çocuklara ve ailelerine yönelik danışma, eğitim ve rehabilitasyon hizmeti verilmektedir.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulanmasının izlenmesinden sorumlu kuruluş olarak, SHÇEK koordinatörlüğünde Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ulusal düzeyde izlenmesi ve gerekli eşgüdüm çalışmalarının yürütülmesine ilişkin esasların belirlendiği Başbakanlık Genelgesi ile, “Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Üst Kurul ve Alt Kurul”u oluşturulmuştur.

G.1.3. Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü

Genel Müdürlük tarafından 1998 yılında “Ana-Baba Okulu” projesi başlatılmıştır. Proje kapsamında, anne ve babaları çocuğun bakımı ve eğitimi konularında bilgilendirmek, anne ve babaya ilişkin rol ve davranışlar konusunda bilinçlendirmek amacıyla; erken yaşta evlilikler, akraba evlilikleri, kız çocuklarına karşı geliştirilen olumsuz tutumlar, aile içi iletişim, madde bağımlılığı, gebelik, kısırlık, doğum öncesi gelişim, bebeklik dönemi, temel güven duygusunun gelişimi, okul öncesi dönemdeki çocuğun eğitimi ve disiplini, okul yılları, ergenlik dönemi, cinsel gelişim, eşler arası çatışma ve boşanmanın çocuk üzerindeki etkileri ile, orta yaş ve yaşlılık dönemi ve benzeri konularda seminerler düzenlenmektedir.

Söz konusu seminerler TRT- GAP TV’de de 1 ay boyunca yayınlanmıştır. Projenin ulaştığı kitle bu yolla genişletilmiş olmakla birlikte, belirli aralıklarla paneller şeklinde devam ettirilmiştir. Aile eğitimi programı, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği şeklinde sürdürülmektedir.

2004 yılında, Genel Müdürlüğün sekreteryasını üstlenerek yürütmüş olduğu, parlamento, kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, medya ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile “Şiddeti Önleme Platformu” oluşturulmuş; Aile içi şiddeti özel olarak ele alan bu platform, özellikle kadın ve çocuğa karşı şiddet konusuna eğilmiştir.

G.1.4. Emniyet Genel Müdürlüğü

Çocuk Polisi başta Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olmak üzere yürürlükteki mevzuat esas alınarak Emniyet Teşkilatının çocuklara yönelik hizmetlerinin iyileştirilmesi amacıyla hazırlanan “Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği” 13.04.2001 gün ve 24372 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeni yapılanma ile Küçükleri  Koruma Şube Müdürlükleri Çocuk Şube Müdürlükleri; Küçükleri Koruma Büro Amirlikleri ise Çocuk Büro Amirliği olarak düzenlenmiştir. Bu güne değin Küçükleri Koruma Şube Müdürlükleri tarafından yürütülen korunmaya, yardıma muhtaç, buluntu, kimliği tespit edilemeyen, sokakta yaşayan, başıboş, terkedilmiş, mülteci, refakatsiz ve benzeri çocuklara yönelik hizmetlerin yanı sıra, suç işlediği şüphesi altında bulunan çocukların ADLİ-İDARİ tüm suç soruşturmaları da Çocuk Şube Müdürlükleri/Büro Amirliklerinde Çocuk Polisi tarafından yürütülmektedir (Çocuk Polisi: Polisin çocuklara yönelik olarak yürüteceği hizmetler konusunda, sıfır-on sekiz yaş grubu gelişim özellikleri, davranış bilimleri, mülakat teknikleri, iletişim becerisi gibi konularda hizmet içi eğitim almış, sivil istihkak alan emniyet hizmetleri sınıfı personelini ve hizmet branşını ifade eder).

G.1.5. Jandarma Genel Komutanlığı

Jandarma Genel Komutanlığı, çocukların korunması ve çocuk suçluluğunun önlenmesi kapsamında; özellikle hızlı nüfus artışı, göç ve kentleşme gibi sosyal olayların yoğun olduğu bölgelerde olumsuz koşullarda yaşayan, sokakta çalıştırılan, okul çağında olup da okula gönderilmeyen, ailesi ve çevresi tarafından şiddet ve baskı gören, ihmal ve istismar edilen çocukların korunması, sayılarının asgari düzeye indirilmesi ve suça karışan çocuklara yönelik tedbirlerin daha etkili bir şekilde sürdürülmesi amacıyla, 2001 yılında İstanbul Bahçeşehir’de, 2003 yılında Ankara’da, İzmir ve Aydın’da, 2004 yılında Antalya ve Erzurum’da, 2005 yılında ise İstanbul-Taşdelen’de olmak üzere toplam 7 Jandarma Çocuk Merkezi faaliyete geçirilmiştir.

Suça sürüklenen veya korunma ihtiyacında olan çocuklarla ilgili işlemlerin konu ile ilgili eğitim almış personel tarafından yürütülmesini sağlamak amacıyla, İl ve İlçe Jandarma Genel Komutanlıkları ve Jandarma Karargah Komutanlıklarında ikiz görevli olarak “Çocukları Koruma İşlem Astsubayı” görevlendirilmiş olup, bu personele yönelik eğitimler verilmektedir. Bu eğitimler verilirken üniversiteler başta olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmaktadır.

G.1.6.  Millî Eğitim Bakanlığı

Kamuyu bilinçlendirmeye yönelik bilgilendirme çalışmaları kız ve oğlan çocuklarını erken yaşlardan itibaren cinsiyet eşitliği ve şiddete karşı koruyucu önlemler konusunda eğitme faaliyetleri ile ilgili olarak Millî Eğitim Bakanlığı ile UNICEF Türkiye Temsilciliği işbirliğinde yürütülen “Kız Çocuklarının Okullaşmasına Destek Kampanyası” ile okul dışı kalan kız çocuklarının okullaşmasına önemli ölçüde destek sağlanmıştır. Söz konusu kampanya devam etmekte olup, en üst siyasal kademelerce desteklenmiş, medya tarafından yaygın biçimde ele alınmış ve toplumun tüm kesimlerinden de olumlu tepkiler alınmıştır.

G.1.7. Kadıköy Belediyesi

Kadıköy Kaymakamlığı ve T.C. Kadıköy Belediyesi işbirliği ile, toplumsal ihtiyaca yanıt vermek için, Kadın Konuk Evi uygulamasının protokolü hazırlanarak, aynı tarihli 94/65 sayılı encümen kararı ile Kadın Konuk Evi uygulaması faaliyete geçirilmiştir.

 Toplam 358 kadın ve 135 çocuğa hizmet verilmektedir. 2005 yılında kapasite 60 kadına çıkarılmış ve ikinci bir kadın konukevi daha açılmıştır.  Kadınlar genelde 3 ay kalmaktadırlar. Konukevine gelen kadınlar genel bir sağlık kontrolünden geçiriliyorlar (bulaşıcı hastalıklar, HIV/AIDS, parazitler). Psikolojik ve psikiyatrik (ruhsal ve fiziksel) durumlarına bakılıyor, adli sicil ve sabıka kayıtları kontrol edilmektedir. Kadınlar burada hizmet üretmektedirler (temizlik, yemek, çocuk bakımı...). Kadıköy İŞKUR projesi ile kadınlar tezgahtarlık, hasta bakıcı, girişimci, ev temizlikçisi oluyorlar. 3 kişilik grup evler oluşturulmaktadır. Bu evlerde 2 kadın çalışmakta, diğer kadın çocuklara bakmaktadır. Böylece yaşama aktif olarak katılabilmektedirler ( Türkiye Yerel Gündem 21 Çalışmaları kapsamında yürütülmekte olan Sosyal Riski Azaltma Projesi; SRAP) kapsamında yeni çocuk bakımevi ve kadın konukevi açılması planlanmaktadır.

Kadın Sığınma Evinde Kadın Konukların Kalma Süreleri Dolarken, Yeni Yuva Yeni Yaşam Projesi:

1. T.C. Kadıköy Belediyesi tarafından sürdürülen Kadın Projeleri ve bu projeler vasıtasıyla oluşturulan çevre aracılığı ile istihdam olanakları yaratılması sağlanmaktadır.

2.ÊKendi aralarında iyi anlaşan üçerli gruplar oluşturularak, ev tutma süreçleri desteklenmekte ve kiraları birinci ay, ihtiyaç olması durumunda T.C. Kadıköy Kaymakamlığı’nca karşılanmakta, ev, ikinci el ev eşyaları ile döşenmektedir.

3.ÊKadıköy Belediyesi ev düzeni kuran kadınlara yakıt ve yiyecek yardımı yaparak, poliklinikleri tarafından sağlanan sağlık desteği verilmektedir.

4.ÊEvde yaşayan kadınlardan ikisi çalışırken üçüncü kadın da evde çocuklara bakarak düzeni sürdürmektedir.

G.2. Sivil Toplum Örgütleri Tarafından Yapılan Çalışmalar

Ülkemizde kadına yönelik şiddetin kamuoyunun gündemine sunulması kadın hareketinin başlattığı kampanyalar ile gerçekleşmiştir. Kadın hareketinin kadına yönelik şiddetle mücadele amaçlı kısmı, kamuoyunda duyarlılık yaratmak, kadınları şiddet ile ilgili haklar ve imkânlar hakkında bilgilendirmek açısından önemli bir işlev görmektedir. Ayrıca, şiddete uğrayan kadınlarla dayanışma içinde onların fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik sorunların aşılması yönünde çalışmalarda yapılmaktadır. Gönüllük ilkesi etrafında birleşen gönüllü kuruluşlar dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi Ülkemizde de yaşamsal öneme sahiptir.

Kadına yönelik şiddetle mücadele açısından son derece önemli olan kadın sığınma evleri ve danışma merkezlerinin çoğalması, kadın hareketinin güçlenmesi, biçimlenmesi ve kendini yeniden üretmesine destek olmak amacıyla, kadın sivil toplum örgütlerince 1998 yılından başlamak üzere her yıl “Kadın Sığınakları Kurultayı” yapılmaktadır. Kurultaya devletin ilgili kurum ve kuruluşları da katılmaktadır.

Halen etkinliklerini sürdüren gönüllü kuruluşlar ve etkinlik alanları aşağıda yer almaktadır.

A.  Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı

Vakıfça 1990 yılında Kadın Danışma Merkezi’ni, 1995 yılında ise  Kadın Sığınağını açmıştır. Ancak bir takım ekonomik yetersizlikler nedeni ile Kadın sığınağı kapanmıştır. Halen danışma merkezine başvuran kadınlara psikolojik ve hukuksal danışmanlık hizmeti verilmektedir.  Kendilerine başvuran kadınlardan alınan bilgiler ve deneyimler derlenerek çeşitli zamanlarda yayın haline getirilmiştir. Yine Beyoğlu Kaymakamlığı ile birlikte kadın sığınağı ve kadınlara yönelik bilinç yükseltme çalışmaları yapılmaktadır.

B.  Kadın Dayanışma Vakfı

Kadın Dayanışma Vakfı Ülkemizde ilk kez bir yerel yönetim ve sivil toplum örgütü işbirliği örneği vererek 1991 yılında Kadın Dayanışma Merkezini açmıştır. Bu merkeze başvuran kadınlara psikolojik, hukuksal  ve iş bulmaya yönelik  danışmanlık hizmeti vermekte olup, yine 1993 yılında kadın sığınma evi açmıştır. Ancak, sığınma evi daha sonraki süreçte ekonomik yetersizlik nedeni ile kapanmıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadele çerçevesinde kamuoyu oluşturma ve duyarlılık yaratma çalışmaları kapsamında çeşitli paneller, konferanslar, radyo ve televizyon programları gerçekleştirilmiştir.

Avrupa Birliği Ankara Temsilciliği’nden aldığı maddi destekle 1995 yılında Ankara’da 45 gecekondu mahallesinde yaşayan  kadınlara “kadına yönelik şiddet eğitimi” verilmiş  ve devamında da bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Yine 1996 yılında orta / üst gelir ve eğitim grubunda olan kadınlarla benzeri bir araştırma yapılmıştır. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nce maddi olarak desteklenen “Emek Mutfağı” isimli proje hayata geçirilmiş ancak proje başarıya ulaşamamıştır.

C. Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonları

 Ülkemizde iller düzeyindeki Barolar bünyesinde toplam 49 kadın hukuku komisyonu faal durumda bulunmaktadır. Baroların kadın hukuku komisyonları, Mayıs 1999 tarihinde barolar birliği bünyesinde TÜBAKKOM (Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu) adı altında toplanmıştır. Kadın hukuku komisyonları kadın hukuku çerçevesinde danışmanlık ve eğitim amaçlı çalışmalar yapmaktadırlar. Ayrıca yasal düzenlemelerdeki cinsiyet eşitliğine aykırı hükümlerin tespit edilmesi ve değiştirilmesi çalışmalarını da sürdürmektedir.

Ankara Barosu Kadın Hukuku Komisyonunca Kadın Danışma Merkezi kurulmuş olup, merkezde biri sürekli olmak üzere çok sayıda gönüllü kadın avukat ve psikolog çalışmaktadır. Merkezde özellikle şiddete uğramış kadınlara yasalardaki hakları anlatılmakta, hukuksal danışmanlık ve psikolojik destek verilmektedir.

Ülkemizde daha birçok sivil toplum örgütü tarafından kadına yönelik şiddet, kadının yasal hakları, kadın okur-yazarlığı gibi konularda çok çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

G.3. Üniversitelerdeki  Kadın Çalışmaları

Üniversitelerimizin bünyesindeki kadın çalışmaları iki farklı yapılanma biçiminde gerçekleştirilmektedir. Bunlardan ilki,  üniversitelerin sosyal bilimler enstitülerine bağlı olarak yüksek lisans programı veren,  “Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalları”dır. Halihazırda sayıları 4’ü bulan bu programlar, tezli ve tezsiz olarak yapılandırılmıştır. Bu programlar, toplumsal cinsiyet alanında bilginin görünür kılınması ve yetişmiş insan gücü yaratması açısından önemli açılımlar yaratmıştır.

İkinci yapılanma modeli ise, “Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri”dir. Mevcut durumda 16 üniversite bünyesinde varlık gösteren bu merkezlerin sayısında, 1990’ların ortalarından itibaren hızlı bir artış izlenmiştir. Yüksek Öğretim Kurumu, 1996 yılından itibaren bu türlü merkezlerin artması ve etkinlik göstermesi yönünde teşvikte bulunmaktadır. KSGM maddi kaynak desteği yoluyla, bu modeldeki bazı merkezlerin kurulmasında etkin bir rol oynamıştır.

Üniversite kadın araştırma merkezlerinin çalışmalarına genel olarak bakıldığında;  hedef kitle olarak belirledikleri öğrenciler, sivil kadın kuruluşları, meslek örgütleri, siyasi partiler, sendikalar, kamu kuruluşları, belediyeler, belli meslek gruplarına (doktorlar, yargı ve emniyet mensupları gibi) yönelik olarak toplumsal cinsiyet duyarlılığı kazandırmak amaçlı atölye çalışmaları,  ulusal ve uluslararası düzeyde panel, konferans, seminer çalışmaları, eğitim materyalleri oluşturma, kadın çalışmaları alanında bilginin açığa çıkarılması ve yaygınlaştırılması amacıyla araştırmalar yapmak, yayınlar çıkarmak, kadınlara yönelik çeşitli nitelikte kurslar düzenlemek gibi çalışmalar yaptıkları görülmektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

H. BİLGİLERİNE BAŞVURULAN KİŞİLERE AİT TUTANAK ÖZETLERİ

1-18.10.2005 tarihli toplantısında;

Leyla Pervizad (Başkent Kadın Platformu)

 “ ..Töre kelimesi, Türkçe’ye iki yerden geçmiştir. Bir tanesi, eski İbranice’den, töre, tora, yani, Tevrat anlamındadır. Tevrat’ın da kelime bazı yazılı olmayan kanun, kural. O kadar önemli bir kural ki, yazılmasına gerek kalmayan bir önemli kanun, kural anlamındadır. İkincisi, tördür. Tör de eski Moğolca’dan Türkçemize gelmiştir. Tör, Moğolca’da devlet demek. Şu anki kullanımıyla ya devlet olarak kullanılıyor ya da devletin kanunları olarak kullanılıyor. Namus ise, nomostan gelmiştir ve biz Arapça veya Farsça’dan aldığımızı düşünüyoruz. Araplar ve Farslar da eski Yunanlılardan almıştır. Nomos kelimesi, iktidar, kanun, kural anlamındadır. Nomosun da kökü nemadan gelir. Nema da, bir erkeğin sahip olduğu otlak alan ve otlak alanın üstünde otlayan hayvanlar anlamındadır.

Şimdi, hem namus kelimesinin hem töre kelimesinin kökünde kural, kanun ve de sahiplenmek yatıyor. Türkiye özeline baktığımızda, töre cinayetleri, kan davaları, aşiret içi cinayetler, aşiretler arası cinayetler olarak genellikle erkeklerin erkeklere uyguladığı şiddet eylemlerinin sonucunda ortaya çıkar.Namus cinayeti tamamen ve otomatik olarak kadına yöneltilmiştir.

Batılı diplomat, genellikle de AB’nin olur sorduğu soru budur; siz Kuran’da kadının namus için öldürülmesini değiştirmedikçe bu iş nasıl değişecek. Bir defa, Kuran’da böyle bir şey yazmıyor. Cuma hutbelerinde namus cinayetleriyle ilgili hutbelerin yer alıp güzel konuşulması, olaya dinin, bu işi sona erdirmek açısından dinin katılması çok önemli. Yani, erkekler, İstanbul’dan gelen namus cinayetleri üstüne doktora tezi yazmış, kadın çalışmaları yapanları dinlemiyorlar; ama, cuma günü namaza gittiğinde orada verilen hutbeyi dinliyor..

Gelelim işin istatistik boyutuna. İstatistik Türkiye’deki en büyük eksiklik. Bu işi bölgelere indirmek çok büyük hata, feodalizme indirmek belki daha büyük hata. Bugün dünyanın en refah ülkesi, kendisi Avrupa Birliği üyesi de değil Norveç’tir. 4,5 milyonluk Norveç’te yılda 50 tane kadın kocası ve sevgilisi tarafından öldürülüyor. Başkomserim bana “300 tane cinayet var” dedi. Ben şimdi merak ediyorum, 4,5 milyonluk Norveç’te 50 kadın öldürülüyor 70 milyonluk Türkiye’de 300 kadın öldürülüyor. Bir de tabii bunun hasır altısı var. Maalesef ve maalesef her namus cinayeti yansımıyor. Köylerin içinde, aşiretlerin içinde, kendi bölgesinin içinde hasır altı edilen pek çok cinayet var ve bunda hem emniyete hem İçişleri Bakanlığına, hepimize çok büyük görev düşüyor.

Bölgeler değiştikçe namus kavramının, namusun tanımı değişebilir hatta ben öyle iddia edebiliyorum ki, siz bırakın Diyarbakır’ı Diyarbakır’ın aynı mahallesinde namus kavramı çok değişebilir. Birisi sokağa çıkmaya izin verebilir öbürü izin vermez, birisi okula gitmeye izin verir öbürü kiminle evleneceğine izin vermez. Namus statik, yani kalıcı bir kavram değil değişiyor, akışkan, kültür gibi. Onun için sosyoekonomik katman ve de bölge değiştikçe o namusun tanımı oynayabilir; fakat bir tek şey sabit kalıyor, kadının, normları geçtiği vakit öldürülmesi, cezalandırılması, bir şekilde dışlanması…”

şeklinde  beyanlarda  bulunmuştur.

Esengül Civelek (Kadının Statüsü Genel Müdürü)

 “ Şiddetin  kültürel kökleri incelendiğinde namus ya da töre cinayetleriyle karşılaşılır. Bir şiddet biçimi olarak namus cinayetleri toplumumuzun kültüründen, özellikle de değer sisteminden kaynaklanır. Bu olgunun kökeni ise, tarım toplumu; yani, daha çok kırsal kesim kültürünü yansıtmaktaysa da, son dönemlerde yaşanan hızlı göç nedeniyle bu tür cinayetler kentlere de taşınmıştır.

Töre ya da namus cinayetlerinin bir çok açıdan irdelenmesi gerekmektedir Yargının, kolluk kuvvetlerinin, toplum bilimcilerin ve diğer bilim adamlarının üzerine bu konuda çok önemli ve ağır yükler düşmektedir. Bu bağlamda maktul olarak kadınların seçilmesi ve yapılan fiilin kadının yaşam hakkına yönelik şiddetin en ağır şekli olması ve ne yazık ki ülkemizin geleneksel yaşam tarzının sürdüğü bazı bölgelerinde ‘’namus’’ kavramının çoğu zaman kadın bedeni üzerinden tanımlanarak namus cinayetlerine mazeret oluşturması, kuşkusuz Genel Müdürlüğümüzün ilgi alanı içinde görülmektedir

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde, “insanlara karşı ayrımcılığın kabul edilemezliğinin prensibini teyit ettiğini ve tüm insanların özgür doğduğunu ve eşit itibar ve haklara sahip olduklarını ve beyannamede öne sürülen tüm haklar ve hürriyetlerin cinsiyete dayalı olanlar dahil hiçbir ayırıma tabi kılınmaksızın herkes tarafından kullanılabileceği” belirtilmiştir.

Yine BM’ler, erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin gerçekleşmesi için kadınlar ile erkeklerin toplumdaki geleneksel rollerinde bir değişiklik yaratılması gerçeğinden hareketle Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesini devletlerin onayına sunmuştur.

Söz konusu sözleşmenin 24 üncü maddesi ile kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması yönünde taraf devletlere ulusal seviyede gerekli bütün önlemleri alma zorunluluğu getirilmiştir.

Yine 1985 yılında Nairobi’de gerçekleştirilen 3 üncü Dünya Kadın Konferansı sonucunda kabul edilen Nairobi İleriye Yönelik Temel Stratejilerin 55 inci maddesinde  ‘’kadınların toplum içindeki durumlarını inceleyecek, kadın-erkek ayrımının geleneksel ve çağdaş nedenlerini en geniş ve kapsamlı biçimde belirleyecek ve ayrımcılığın önlenmesi için yeni politikalar formüle edilmesine, strateji ve önlemlerin etkin bir biçimde uygulanmasına yardımcı olacak etkili kurumlar ve mevzuat  -mevcut değil ise- oluşturulmalı veya -mevcut ise- güçlendirilmelidir. Bu çalışmalar kalkınma politikasıyla uyumlu hale getirilmelidir’’ denmektedir.

Ancak, çeşitli belgelere rağmen kadınlara karşı toplumsal yaşamın her alanında ayırımcılık hala devam etmektedir. Ayrımcılığa neden olan en temel alanlardan birisi de, kuşkusuz kadına yönelik aile içi şiddettir.

Ülkemiz, 1995 yılında Pekin’de yapılan 4 üncü Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Pekin Deklarasyonu Eylem Platformunu hiç çekince koymadan kabul etmiş ve taahhütlerde bulunmuştur.

Anayasamızın 10 uncu maddesine 2004 tarihinde yapılan ekle; devlete, kadın erkek eşitliğinin yaşama geçmesini sağlama yükümlülüğü verilmiştir.

Anayasanın 90 ıncı maddesinde aynı tarihte yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla, kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı kaydı getirilmiştir.

Kadına karşı şiddetin ve töre cinayetlerinin önlenmesine yönelik olarak en köklü değişiklikler Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunuyla yapılmıştır. Bu çerçevede, töre cinayetleri yeni Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesinde sayılan kasten adam öldürme suçunun ‘’nitelikli haller’’ kapsamına alınmış ve ‘’töre’’ cinayetleri faillerinin yasada öngörülen en ağır ceza olan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükmü getirilmiştir .

5257 sayılı Belediye Kanunuyla şiddete uğrayan kadınlara hizmet vermek üzere belediyeler de yetkili kılınmıştır. Bu Kanunla büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50 000’i geçen belediyelere kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açmak yükümlülüğü getirilmiştir; böylece şiddete uğrayan kadınlara verilen koruyucu ve önleyici hizmetlerin geliştirilmesi mümkün olacaktır.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kendi çalışmaları yanında, sivil toplum örgütlerinin, kadına yönelik şiddet konusunda yaptıkları film yapımı ve toplumsal bilinç oluşturmaya yönelik faaliyetlerini de olanakları ölçüsünde desteklemektedir.

Sonuç olarak; ‘’Töre Cinayetleri’’ konusu bugün ülkemizde kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi olarak karşımıza çıkmakta olup, Genel Müdürlüğümüzce öncelikle ele alınarak çözüme kavuşturulması hedeflenen sorun alanlarının başında gelmektedir. Bu sorunla mücadelede kalıcı ve gerçekçi bir çözüme ulaşmanın yolu, toplumsal sorumluluğun paylaşılması anlayışıyla, toplumun tüm kesimlerinin uzun soluklu işbirliğini gerektirmektedir. Bu doğrultuda tüm kurum ve kişilere büyük sorumluluklar düşmektedir.”

şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.

Remzi Özçelik (Kültür Bakanlığı Genel Müdür Yardımcısı) 

 “... bu töre cinayetlerinin adlî ve emniyet boyutları var; bunlar zaten tespit ediliyor ve açık. Bizce, bu töre cinayetlerinin direkt muhatapları adlî ve emniyet kayıtlarında mevcut; ama, bizim arkadaşlarımızın dolaylı muhataplarla yapacağı görüşmeler, öyle zannediyorum ki, problemin çözümünde büyük bir fayda sağlayacaktır; çünkü, adliyede ve emniyetteki olaylarda muhataplarının feryatları ve muhatapların yaptıkları eylemler ortadadır; ama, öyle düşünüyoruz ki, Bakanlığımıza ve bize bu hususta herhangi bir görev verildiğinde arkadaşlarımız bu töre cinayetlerinin dolaylı muhataplarını inceleyerek işin sosyolojik ve psikolojik boyutlarının çözümünde komisyonunuza faydalı olacağını düşünüyorum.”

şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.

Aydın Durdu (Folklor Araştırmacısı)

 “Toplumsal yaşam, bireyler, gruplar ve cemaatler arasındaki ilişkilerin düzenli bir biçimde sürdürülmesi için bir dizi beklentiyi, kalıp davranışı, işlemi, kaçınmayı ve yasağı gerektirir. Bu türden davranış ve beklentiler sosyal normlar kavramı içerisinde yer almaktadırlar. Sosyal normların ortak ve belirgin özelliği yaptırımlardır. Yaptırımlar , sosyal denetimi sağlamak ve sosyal normların etkinliğini ayakta tutabilmek için bireylerin, grupların, cemaatlerin ve topluluğun üzerinde zorlayıcı, kınayıcı ya da özendirici, ödüllendirici tepkilerini ve baskılarını işletirler. Böylece, toplumda varolması gereken genel bir uygulaşımı düzenler ve korurlar.

Zaten gazete haberlerine yansıyan töre cinayetlerinin ayrıntılarına inildiğinde cinayetin aile meclislerinde alınan kararla ve bireyin içerisinde yaşadığı toplumun baskısıyla cinayetin işlendiğine, cinayeti işlemeyen kişinin toplumdan dışlandığına şahit olmaktayız.

Bir toplulukta, bir grupta, bir yöre halkında bireylerin uymayla yükümlü oldukları ya da uymaya zorlandıkları davranış kalıplarının ve tutumlarının tümünü içine alan töreler, özellikle geleneksel kesimde ve kırsal alandaki etkinliğiyle dikkati çeker. Öyle ki, töreleri zedeleyen ya da törelere aykırı sayılan davranışlar çoğu kez bağışlanamaz bir tutumla, yasaların yargılamasına da zaman bırakmadan, bu tür durumlar için toplumca belirlenmiş olan cezalara çarptırılır. Zaman zaman ölüm cezasından toplumun dışına atılmaya kadar uzayan bu tepki, topluluğun üyelerine doğrulanması ve uygulanması gerekli yaptırımlarla biçimlenir. Adliyelerdeki dosyalar, polis ve jandarma karakollarındaki tutanaklar, basına yansıyan haberler, özellikle ülkemizin geleneksel kesimindeki törelerin kimi durumlarda bağışlanmazlığını ve katılığını göz önüne seren bir çok olayı içermektedir.

Evlilik dışı cinsel ilişkiler, emanete hıyanet etmek, bağlı bulunan gruba ihanet etmek, toplumca çok önemsenen ve yerine getirilmesi zorunlu görülen bir görevden kaçmak, aile büyüklerine karşı çıkmak, birinin yardımına sığınan kişiyi ele vermek ve benzeri davranışlar yasalarca yasaklanmamış olmasına rağmen törelerin yasakladığı ve yaptırımlarla beslediği davranış biçimleridir.

Namus cinayetlerinde temel öğe, akrabalık kurumuna da bağlanmaktadır. Akrabalığın olumsuz işlevlerinden birisi de, gerilim, şiddet ve katliamlara yol açmasıdır. Bu nedenle modernleşme sürecini inceleyen sosyolog ve antropologlar akrabalığın, modernleşmeyle bağdaşamayacağını, modern bir toplumun ve modern kişinin akrabalarla bağlarının koparılmış olması gerektiğini söylerler. Bundaki kasıt, çekirdek ailenin oluşmasıdır. Kan davaları da aynı biçimde sıkı akrabalık bağlarının varlığında söz konusudur.

Coğrafi konumun, özellikle kurak, verimsiz, geçim kaynaklarının kıtlığı, bireylerin geniş aile ve akrabalık kurumları gibi ortaklaşmacı ve dayanışmacı yaşamlarını gerekli kılmıştır.

Töre cinayetlerinin en önemli nedeni olarak günümüzde halen devam etmekte olan evlilik biçimlerinin de etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu evlilik türlerini genel olarak şöyle sıralayabiliriz:

- Beşik kertme (Çocukların daha beşikteyken büyüklerin verdiği kararla geleceklerinin belirlenmesi)

- Kumalık sistemi (Kadının kısır olması veya erkek çocuk doğurmaması ya da erkeğin keyfî olarak birden fazla evlenmesi)

- Değişik usulü evlenme (Çeşitli ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı temelinde gönüllülük esası olmamasına rağmen iki ailenin kızlarının birbirlerine gelin vermeleri)

Bu sayacağım evlilik tipleri de kadının özellikle var olan koşullara isyan etmesine ya da öyle değerlendirilecek bir davranış modeline girmesine neden oluyordu ki, bu da yine namus cinayetlerinin sebeplerinden biridir.

- Kayınla evlenme

- Baldızla evlenme

- Kaçarak evlenme

- Zorla kaçırma

- Kızın kendinden çok büyük erkekle evlendirilmesi

- Kızın kendinden çok küçük erkekle evlenmesi

- Çok küçük yaşta yapılan evlenme

- Yakın akrabayla evlenme gibi sayılabilir.

Temel olarak bizim bakış açımız şu: Bu namus kavramının belli bir toplumsal ve ekonomik sistemden beslendiğini, arka yapısında bu olduğunu söylüyorum ben. Dolayısıyla, bu ekonomik sistem değişmediği sürece, yani, bu değerler sistemini ortaya koyan ekonomik sistem değişmediği sürece salt bir eğitim sorunu ya da salt bir kriminal sorun olarak görülürse bunun değişmeyeceğini söylüyorum. Dolayısıyla, özellikle bu cinayetlerin yaygın olduğu Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz gibi bölgelerde ekonomik kalkınmanın sağlanması, kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaştırılması ve birey kimliğinin geliştirilmesi gerektiğini söylüyorum. ”şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.

2- 25.10.2005 tarihli toplantısında;

Müjde Avcıoğlu (Ank. Baro. Kadın Hak. Kur.  ve Danışma Merkezi Başkanı)

“ …Öncelikle, Kadın Hakları Kurulu ve Danışma Merkezimizi biraz anlatmak istiyorum. Kadın Hakları Kurulumuz 1992 yılında Ankara Barosunda kurulmuştur ve 1998 yılında da Kadın Danışma Merkezimizi açmış bulunmaktayız. Türkiye’deki ilk kadın danışma merkezi Ankara Barosunun danışma merkezidir.

Öte yandan, TÜBAKKOM dediğimiz, Türkiye Barolar Birliği Kadın Hakları Merkezi mevcuttur. Şu anda, tahminen 30’a yakın ilde baroların kadın hakları merkezi mevcuttur ve koordineli olarak TÜBAKKOM olarak toplanmaktayız ve genel olarak ne yapılabileceği hakkında, kadınlara yönelik hukuksal ne gibi yardımlar yapılabileceği hakkında çalışmalarımızı da Türkiye genelinde, Barolar Birliği çerçevesinde devam etmekteyiz.

Türk Ceza Kanununun şu anda namusla ilgili olarak bir maddesinin bulunmamasını da büyük bir eksiklik olarak yorumlamaktayız; çünkü, töre apayrı bir olay, namus cinayeti apayrı bir olaydır. O nedenle de, Türk Ceza Kanunu kapsamında mutlaka namus cinayetinin de değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Öte yandan, şiddetin temel nedenlerinden en önemli nedenlerinden birisi, ayırımcılıktır. Kadına karşı yapılan ayırımcılık, şiddeti körüklemekte ve şiddetin de sebebi olmaktadır. Bu konuda da bir eylem planı yapılması gerektiği kanısındayız. Yıllık programlar düzenlenmeli ve bu çerçevede, öncelikle kadın-erkek ayırımının engellenmesi çalışmaları yürütülmelidir.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaygınlaştırılması, dolayısıyla da şiddetin daha az orana indirilmesi için de eğitim çalışmalarına öncelik tanımamız gerekiyor. Bu nedenle de, kamu görevlileri derken ki en büyük odak noktası olan polislerdir veya jandarmadır. Bunların eğitilmesi gerekmektedir. Öte yandan, aile mahkemelerimiz kurulmuştur; ancak, ne yazık ki, bu 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkında Kanunu uygulayan mahkemelerdeki hâkimlerimiz de, maalesef, onlar da yanlış uygulamalar yapmaktadır; hâkimlerimize de bu konuda bir eğitim verilmesi gerekiyor kanısındayız.

Sığınma evlerimiz hiç yok gibi, şiddete uğrayan kadınların ilk başvuracakları yerler korunmak için başvuracakları yerler sığınma evleridir. Ankara’da 1 tane bulunmaktadır. 1 sığınma evi de, SHÇEK’e bağlı, yeterli gelmemektedir ve bu kadınlar, sığınma evlerinde en fazla iki ay, bilemediniz üç ay barındırılabilmektedir, sonrası muamma olmaktadır. Dolayısıyla, belediyelerin,özellikle belediyelerin, bu konuya el atıp sığınma evi açması gerekmektedir.

Sığınma evlerinin çok gizli olması gerekiyor, korunması gerekiyor. Bunu da ancak devlet yapabilir, STK’lar yapamaz.

Bir de tabiî, en büyük olayımız medya. Medyada kadının görüntüsü, maalesef, içler acısıdır. Özellikle dizilerde kadın görüntüsü, aciz durumda gözüken kadınlar, şiddet gören kadınlar, sadece fizikî şiddetten bahsetmiyorum; ama, psikolojik şiddet gören kadın manzaralarına medyamızda çok sık rastlanmaktadır. Bu konuda, mesela bizim 3984 sayılı Kanunun 33 üncü maddesinin bir fıkrası mevcuttur; program durdurma cezası verilir, program durdurma cezası verildiği zaman, ikame programlar konulur; bu ikame programlar da çeşitli kamu kuruluşlarının hazırlattığı ve RTÜK’e gönderdiği programlardır; ama, bunların içinde, maalesef, kadına karşı şiddete yönelik bir ikame program, bir yayın bandı bulunmamaktadır. Böyle bir yapın bandı hazırlattırılıp RTÜK’e gönderildiği takdirde, program durdurma cezaları verildiği zaman, ikame program olarak bunlar yayınlattırılabilir.

En son olarak, bir de alo şiddet hattı kurularak da, şiddete uğrayan kadınların, o anda karakola gitme imkânı olmayan kadınlara telefonla bir şekilde ulaşabilme olanağı sağlanması gerektiği kanısındayım.

Şiddeti önleyen yasamız var, özellikle Türk Ceza Kanunumuz son haliyle hakikaten kadınlar yönünden çok büyük olumlu yenilikler getirmiş bulunmaktadır. ..”şeklinde beyanda bulunmuştur.

Salime Tarihçi (Kadına Dönük Şiddeti Önleme Çalışma Grubu Sorumlusu)

 Biz kadına yönelik şiddetin genel olarak ataerkil ilişki sisteminden belirlendiğini ve dünyevî olduğunu düşünüyoruz grup olarak  da böyle düşünüyoruz ve kadınların kendi yakınları tarafından şiddete  maruz kalmalarında insan hakları mücadelesinin içine alınması gerektiğine inanıyoruz. Peki hane içine müdahale etmenin, özellikle ev içi şiddete müdahale etmenin hastane gibi bir kurumla nasıl ilişkilendirilebileceği gibi bir mesele var. Birinci dayanak noktamız, kadına yönelik şiddeti önleme, SEDAV Sözleşmesi. Burada kurumlara yönelik görevlendirme de var; yani, ayrımcılığı önleyici tavır alın. İkincisi de hastanelerin kent kurumu olduğunu, kentlere dönük güvenliğin de hane içini de kapsadığını da düşünüyoruz; yani, hane içinde gelişen şiddetin daha sonra her yere yansıdığını, karşılığını bulduğunu ve kurumsal müdahale etmenin gereğine inanıyoruz ve hastanede kadın çalışanın çok olmasının da bizim bu çalışmaya çalışanlar üzerinden de yürütmemiz gerektiği kanaatindeyiz.

Eğer toplumsal cinsiyette, kadın ve erkeği fırsatları anlamında eşitlerseniz ve ilişki kurma biçiminde de birbirine razı olacak şekilde ikna edebilirsek o zaman şiddet ve cinayetin olma olasılığı kalmaz. “şeklinde beyanda bulunmuştur.

Nazik Işık (Kadın Dayanışma Vakfı Kurucu Üyesi)

 “…Benim için önemli olan, sadece töre ve namus cinayetleriyle uğraşan bir koruma ve destekleme değişim oluşturma programının da yeterli olmadığıdır. Kadına yönelik şiddetle mücadele etmeyen bir program, töre ve namus cinayetlerinin töresini temizlesek, namusunu dinden çıkarmaya yetmeyecektir. Mutlaka kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bir program olarak düşünmek, bir ülke eylem planı olarak, programı olarak düşünmek benim, komisyona, kişisel birikimime dayalı olarak önereceğim bir şeydir.

Namus suçları konusunda Sayın Gülsün Bilgehan’ın katıldığı bir çalışma, 2003 yılında 1327 sayılı karar çıktı Avrupa Konseyinde -tavsiye kararıdır- namus cinayetleriyle mücadele programını içeriyor bu mesele. Komisyonumuza yardımcı olabilecek belgelerden söz ediyorum. Keza, 10273 sayılı Aile İçi Şiddetle Mücadele Kampanyasına ilişkin tavsiye kararı var Konseyin. 1681 sayılı yine aile içi şiddetle mücadele kampanyası çerçevesinde kararı var. 1582 sayılı yine aile içi şiddetle mücadele konusunda kararı var. Ta, 1997 yılında almış olduğu, 2000 öncesinde almış olduğu tavsiye kararı da 1450 sayılı tavsiye kararıdır. İlk tavsiye kararıdır Avrupa Konseyinin aynı zamanda. Hepsinin ekinde, ciddî şekilde eylem programları var ne yapılması gerektiği konusunda. 2002/5 sayılı tavsiye kararı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiye kararı da bir devletin ne yapması gerektiğini gayet ayrıntılı bir şekilde anlatıyor aslında.

Temel ortak özelliklerine baktığımız zaman bu kararlarda gördüğümüz şey, şiddeti sadece fiziksel ya da ölümle sonuçlanan olaylar olarak tarif etmemiş olmasıdır. İhmal ve istismardan başlayarak her türlü zarar verici ya da zarar verme olasılığı bulunan, riski bulunan eylemi, davranışı şiddet olarak tarif eder. Kadına yönelik belgelerin tümünde bu özellik var.

Cinsiyetçi bir özellik taşımasını öngörür. Kastettiği cinsiyetçilik kadına yönelik olmasıdır; yani, özel olarak ”bu cinsiyetçi bir tokattır” diye ayırt edilmesi gerekmez; kadına vurulan her tokat zaten cinsiyetçidir; böyle bir algıya sahiptir.

“Aile içinde ya da aile dışında olması şarttır” gibi herhangi bir ayırım yapmaz. Hangi mekânda, hangi zeminde olursa olsun, devlet görevlilerinden, devletin bizatihi kendisinden gelmesini de zorunlu koşmaz. Keza, devletin üçüncü şahıslardan gelen şiddeti engellememesini de önemli bir problem olarak görür. Şiddetin devam etmemesinden, şiddetin önlenmesinden devlet bizatihi sorumludur bu belgelerin tümünde. Silâhlı çatışma, savaş hallerinde kadına yönelik şiddeti özel olarak inceler. Seks ticareti gibi, kadın ticareti gibi örgütlü suçlar kadınların örgütlü suçlara konu edildiği ya da uyuşturucu ticaretinde kadınların kullanılması gibi örgütlü suçları da özel olarak ele alır.

Bütün bu tariflerin içerisinde gördüğümüz önemli bir nokta, gerçekten böyle tek tek saymasıdır -zaman içerisinde tarif öyle gelişmiş kadına yönelik şiddet açısından- tek tek sayar. Saçını çekme, işyerinde yan bakma, laf atma, ensest, yanını açar tarif eder... Böyle gelişen, kelime kelime eklenerek eylemlerin her biri büyüyen bir tarif söz konusu; ama, işin özü, kadına zarar veren, acı çekmesine yol açan ya da zarar verebilecek, acı çekmesine yol açabilecek her türlü eylem ve davranış olmasıdır.

Kadına yönelik şiddet varsa, çocuğa yönelik de vardır, sakata yönelik olarak da vardır, yaşlıya yönelik olarak da vardır.

Keza, kadınla ilgili şiddette, yine altının çizilmesi gereken bütün başka ülke araştırmalarının da gösterdiği bir gerçek, bölgesel değildir, herhangi  bir dine özgü değildir; sınıfsal değildir; yaşa, eğitim durumuna, medenî hale göre farklılıklar gösterebilir; ama, ortadan kalkmaz.

Çocuk İstismarını Önleme Derneğinin çocuklarla ilgili yaptığı bir araştırmada, annelerle ilgili şiddet istatistiklerine de bir miktar rastlamak falan gibiydi bulduğumuz bilgiler. Tabiî ki araştırma sayısı arttı, üniversitelerdeki kadın merkezlerinin bununla ilgili katkıları oldu, başka bölümlerin içinde sosyoloji gibi alanlarda, psikiyatride giderek artan çalışmalarla karşılaşıyoruz; ama, hâlâ, 1993 yılında Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünün de desteğiyle Aile Araştırma Kurumu tarafından yaptırılmış bir yaygınlık araştırması elimizdeki biricik yaygınlık araştırmasıdır. On yılı aşkın bir süredir bu memlekette kadına yönelik şiddetle ilgili yaygınlık, sıklık, türler hakkında bilgi toplanmamıştır....DİE, herhalde şiddet veri tabanını geliştirmek konusunda da Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şube Müdürlüğünün bünyesinde oluşturulmuş kadın veri tabanı var kurumumuzda ve biz o veri tabanıyla 1995’te Pekin’de çok takdir görmüş bir ülkeydik; ama, o veri tabanında çok ciddî bir ilerleme olmuyor on yıldır. Örneğin, şiddet veri tabanı kısmı gelişmiyor; bunun gelişmesi lâzım. Adlî istatistiklerden tutun, karakol istatistiklerinden tutun, sağlık istatistiklerine kadar pek çok alanda cinsiyet bazında şiddetle ilgili kayıt bilgisini oluşturmak ve bunu da düzenli yayınlar hale gelmeyi gerektiren bir şeydir.

Medyanın rolü çok önemli kadına yönelik şiddetle ilgili, bütün şiddet türleriyle ilgili. Doğru kullanılan, doğru aktarımlarda bulunan bir medyanın, duyuran, öğreten, iyiyi öğreten, iyi örnekleri aktarın ve belki çalışmanızın sonunda ortaya çıkacak önlemler setini de duyurmakta yine medyayı kullanacağız. Onun için de, devletin tutumunu da izlemek, sunmak, iletmek açısından medya önemli bir işlev görür diye düşünüyorum.

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Abdurrahman Akbaş (Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı)

“…Diyanet İşleri Başkanlığı olarak özellikle son dönemde çokça sıkça gündeme gelen şiddet konusunda biz de duyarlı olduk ve toplumumuzun yaşadığı bu soruna biz de katkıda bulunmak istedik. Yaklaşık beş yıldır şiddet konusuna özel olarak eğildik Başkanlık olarak. Bunun bir insan haklarını ihlal eden bir durum olduğunu biliyoruz.

Gerçekten, Kur’an-ı Kerime baktığımızda cahiliye toplumunda İslamdan önceki toplumda bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman insanların yüzü değişiyor, şekli değişiyor ve Kur’an-ı Kerim bu değer yargısını kınıyor ve kadının bir insan olduğunu, bu tavrın Kur’an ile İslam ile Allah’ın rahmet prensibiyle bağdaşmayacağını Kur’an-ı Kerim nitelendiriyor ve arkasından da bir kıssa, Hazreti Meryem, Hazreti Meryem’in Babasının erkek evladı istemesi ve neticede Meryem’in dünyaya gelmesi ve Hazreti Meryem’in dünyaya gelmesinde de ben bilirim, kimi nasıl yaratacağımı ben bilirim. Babası erkek istemekte ve dünyaya bir kız çocuğu gelmekte, Kur’an-ı Kerim burada da bir cinsiyet ayırımı yapanlarda bir uyarıda bulunmakta bu kıssayla. Özellikle Hazreti Peygamberi biz, vatandaşlarımızdan gelen sorulara, onun hayatını örnek gösteriyoruz. Kur’an-ı en iyi yorumcusu olduğunu, yaşayan bir Kur’an olduğunu ifade ediyoruz ve Peygamberimizin şöyle bir sözü var: “Sizin iman bakımından en olgununuz eşlerine kadar, ehline karşı, çocuklarına karşı merhametli davrananınızdır.” Peygamberimiz bir noktada övünüyor, “sizin en hayırlınız benimdir. Ben ise, aileme ve ehlime karşı çok lütufkarım, onlara merhametliyim ve bu yönümle övünüyorum. Hayırlı olduğum yön burasıdır “ şeklinde bir ifadede bulunuyor. Yine, kesinlikle Allah’ın kullarına vurmayınız, dövmeyiniz ve nasıl olur ki, bir erkek eşini döver ve akşamleyin aynı yastığa baş koyabilir. Bir mümin bunu yapamaz şeklinde Hazreti Peygamberin kınayıcı, şiddet uygulayan, kadına ve çocuğa şiddet uygulayanlara kınayıcı bir üslubu olduğunu görüyoruz.

Referans olanlara da zayıf, az da olsa, piyasada özellikle az da olsa, temel dinî kaynaklarımızla uyuşmayan, dayanmayan belki bundan yetmiş beş sene, yüz sene önce yazılmış ilmihal türü diyebileceğimiz kitaplarda var  bunlar; bu vakıayı kabul etmek lâzım. Bu kitaplar çokça piyasada yaygın değil; ama gördüğümüz şey, bizim için de sevindirici temel kaynaklara dayanmıyor. Kesinlikle bunlar uydurma dediğimiz, mevzu dediğimiz kaynaklardan bize geliyor.

Başkanlığımızın bu konuda çalışmaları var. 2000 yılında ağırlıklı olarak baktığımızda şiddeti önlemeyle ilgili çalışmaları var. 2000 yılında 19 konferans düzenlenmiş kadın, aile ve çocuk şiddetine yönelik; 2001 yılında 17, 2004 yılında 147, 2005 yılında 387 konferans düzenlenmiş. Bunların hepsi aile içi iletişimi sağlıklı kılmaya dönük konferanslar bu ifade ettiğim; vaazlar bunun içerisinde yok. Hutbeler konusuna gelince, hutbelerde de geçmiş yıllara oranla 2000’li yıllarda bir artış söz konusu. Bizim Diyanet Aylık Dergi ve Diyanet Avrupa ve Diyanet çocuk dergilerinin muhtevalarında da son dönemlerde bir değişiklik  söz konusu. Aile içi iletişim çocuk ve gençlerimizi zararlı alışkanlıklardan korumaya dönük konulara ağırlık verdik. 2004 yılında  sadece aile içi problemleri ele alan aile okulu diye bir dergimiz çıktı. Yine şubat ayı içerisinde 2005 yılı içerisinde Şiddetin Karmaşık Dünyası. Bu dergilerimiz Başkanlığımızın internet sitesinde de yer almakta. Yine Başkanlığımız bu töre cinayetleri özellikle intiharların artmasından dolayı Başkanlığımız küçük bir kitapçık yayımladı, Cana Kıymak, Kan Davası ve İntihar adlı Şükrü Özbuğday’ın yazdığı bir kitap. Bu kitabı biz bütün sempozyum ve fuarlarda dağıtıyoruz ücretsiz olarak.

En önemli hizmetlerden bir tanesi, Başkanlığımızın kurmuş olduğu Aile ve Evlilik Törenleri projesidir. Başkanlığımız bu projeyi 2002 yılından  beri yürütmekte ve projeyi pilot olarak uygulamaya soktu, İzmir, İstanbul, Adana, Ankara ve Elazığ illerinde proje pilot olarak uygulamaya konuldu. Bu projeyi biz üniversiteyle işbirliğiyle hazırladık. Gazi Üniversitesinin rehberlik ve danışmanlık bölümüyle beraber hazırladık. Buradaki vaize, din hizmetleri ve uzman bayan ve erkek görevlilerimizden seçtiğimiz elemanlarımıza üç hafta kurs verdik; bu kursun tamamı aile içi iletişimi ele alıyordu, şiddeti ele alıyordu. İçeriğine baktığımız zaman bütün ülkemizin aileyle ilgili yaşadığı problemler orada var. Yaklaşık bir buçuk haftasını dinimizin aileye bakışı,  bir buçuk haftasını da diğer üniversiteden gelen hocalarımız tarafından konu verildi. Çok güzel bir hizmet oldu, çok güzel bir seminer olduğu kanaatindeyim. 2007 yılında bu proje bütün ülkeye yaygınlaştırılacak. Biz bu pilot uygulamaların verilerini toplamaya başladık.

Kısaca, özet olarak, aile ve evlilik törenleri projemiz var. Başkanlığımız, kadın kuruluşlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, zaman zaman toplantı yapmakta, onlardan kadına yönelik şiddetle ilgili raporlar almakta ve bu sene sonu içerisinde Uluslararası Af Örgütü ile imamlarımızı eğitecek bir çalışma, proje planlıyoruz. İnşallah, bu sene sonuna kadar da bitirmeyi düşünüyoruz ve kadına yönelik şiddetle ilgili olarak da aile ve evlilik törenleri projesini de ülke geneline yaygınlaştırmayı düşünüyoruz. Bu proje yaygınlaşırsa, bir nebze de olsun bu soruna, teşkilat olarak katkıda bulunacağımızı düşünüyoruz...”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

3- 28.10.2005 tarihli -Malatya SHÇEK’de meydana gelen çocuklara yönelik şiddete ilişkin olağanüstü toplantı;

İsmail Barış (SHÇEK Genel Müdürü)

“..Malatya’da bizim 6 kuruluşumuz var. Bunlardan 0-6 yaş grubu…Ayın 24’ünde Star TV’nin Deşifre Programının fragmanları yayımlanmaya başlandı. O fragmanlarda yeri belirtilmeden, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumunun bir yuvasında çocuklara şiddet uygulandığını ve birtakım görüntülerin ortaya konulduğunu ben izler izlemez arkadaşlara ulaştım, Malatya’ya ulaştım; şifai bilgilere istinaden kuruluş müdürünü ve oradaki görevli arkadaşları açığa alması için Sayın Valiye bir yazı yazdım. Ayın 25’inde yani ertesi gün de ben kendim gece oraya gittim ayın 25’inde ve de il müdürü arkadaşı da açığa aldım; yani, tabiî vali beye yazı yazarak aldım. Dolayısıyla, il müdürünü, kuruluş müdürünü, 4 elemanımızı açığa almış oldum. Ayrıca da hemen cumhuriyet savcılığına bu konunun incelenmesi suçlu bulmaları halinde de cezalandırılması adına suç duyurusunda bulunduk ve işlemler başladı. Bu işlemlerin sonucunda, mahkeme tarafından önce iki tane hizmet alımından eleman, daha sonra da biri kurum elemanı, yani, devlet memuru olan 2 hizmet alım elemanı, toplam 5 kişi tutuklandı ve şu anda mahkeme devam ediyor. Hemen, çok acil olarak bir arkadaşı 24’ü akşamında; yani, yayımlanmadan önce, muhakkik olarak orada tayin ettik; ertesi günde bir müfettişi orada görevlendirdim; şimdi onlar çalışıyorlar. Hem adlî açıdan hem de idarî açıdan soruşturma devam ediyor.

Kurumun hizmet yapılanması köhneleşmiş, kurumun, dünyanın hatta üçüncü dünya ülkelerinin dâhi terk etmiş olduğu kurum bakımı mantığına devam etmesinden kaynaklanan bir alt yapısı da var.

…Çocuk eğer ailesi tarafından şiddete, istismara ve tacize muhatap bir çocuk durumundaysa, aile istese bile biz bu çocuğu onlara vermiyoruz. Eğer, koruyucu aile bulabiliyorsak, koruyucu aileye, koruyucu aile bulamıyorsak,…sevgi evlerine ve çocuk evi adını vermiş olduğumuz SHÇEK’e bugüne kadar bağışlanmış lojman olarak kullanılan yerlerde o çocuklarımızı barındırıyoruz.

…Bu yapı devam ettiği sürece bize 17 bin personel gerekiyor. Şu anda 9 bin personelimiz var, toplam 17 bin personele ihtiyacımız var.

Kadın sığınma evleri, huzurevleri, aile çocuk merkezleri, toplum merkezleri, çocuk yuvaları, çocuk yetiştirme yurtları, rehabilitasyon merkezleri, gençler ve yaşlılar için on dalda hizmet etmeye çalışıyoruz.

SHÇEK kurum ve kuruluşlarında kalan çocuklardan 478 -belki rakamı tam söyleyemeyebilirim, ama o civarda- taciz ve tecavüz davası var ve bizim avukatlarımız bunları takip ediyor. Ben de teyit ediyorum, doğru. Kurumun avukatları bu davaları takip ediyor; ama, bu olaylarda kurum içerisinde cinsel taciz hadisesine muhatap olanlar değil tamamen. Bunlar, annesinin babasının yanındayken evinden kaçan veya çeşitli sebeplerden dolayı ailesinin yanındayken, bizim kurumla hiçbir bağlantısı yokken cinsel tacize veya tecavüze uğramış, mahkeme kararıyla veya polis marifetiyle veya savcılık marifetiyle bizim kuruma getirilmiş olan çocuklarla ilgili de kanun gereği, çocuk hakları sözleşmesi gereği biz müdahil oluyoruz. “

şeklinde beyanda bulunmuştur.

4- 08.11.2005 tarihli toplantı,

Prof. Dr. Ayşe Akın (H.Ü. Kadın Sorunları Araş. ve Uygulama Mer. Md.)

“…Şiddetin tipik tanımı var. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığı tanım, artık, bu komisyon o tanımı da ülkemizde spesifik hale getirecek ki biz gerek sağlıkta gerek şiddet uygulamada hep fiziksel aklımıza gelir. Oysa, buradaki Dünya Sağlık Örgütünün tanımında olduğu gibi, sadece yaralanma ya da ölüm değil, şiddetin psikolojik boyutu, sosyal boyutu her haliyle, yani, şiddet tanımını dar almamız lâzım diye düşünüyorum. Şiddet şekillerine baktığımız zaman da işte kendine dönük şiddet, kendini öldürme, yaralanma, kişiler arası şiddet, organize şiddet ve medya şiddetinden bahsediyoruz ki, medyada belki altında yatan nedenleri incelerken ona da özel bir dikkat vermemiz gerekir diye düşünüyoruz ve fiziksel, cinsel ve psikolojik ve yoksun bırakma ya da ihmal de şiddet olarak algılıyoruz. Kadına yönelik şiddet genel şiddetin bir parçası. Ancak, burada önemli olan cinsiyete dayalı altta yatan faktör cinsiyet olayı ile eş anlam kazanıyor. O açıdan bir özelliği var.

Peki, niçin bir erkek eşine şiddet uygular diye faktörlere baktığımız zaman genç yaş grubu daha fazla, aşırı alkol tüketimi, depresyon, kişilik bozuklukları çeşitli düzeylerde, düşük entelektüel gelişim, diplomalı olması önem taşımıyor, düşük gelir düzeyi, ekonomik sorunlar ve çocukken şiddet görme. Onun için, komisyonunuzun çocukları da özel olarak ele alışı son derece önemli. Belki de daha başlangıçta çocuklarımız şiddet yaşamazlarsa, görmezlerse birkaç jenerasyon sonra ülkemizdeki şiddet olayı çözümlenebilir. Yani, sonuç değil başıyla uğraşsak çok daha kesin sonuç alırız yaklaşımında olmamız lâzım.

Tabiî ki, toplumsal faktörler var. Kültürel faktörler var. Geleneksel, toplumsal cinsiyet rolleri, şiddeti destekleyen toplumsal değerler ve nihayet toplumsal cinsiyet. Hepimizin bir cinsiyeti var, biyolojik cinsiyeti var; kadın ve erkek. Ancak, toplumsal cinsiyet dediğiniz zaman bazen bunu Türkçe’yle çok bağdaştıramayanlar oluyor. Belki, öbür İngilizce ismiyle genderel, buna daha uygun bir isim bulabilir komisyon, bilemiyorum. Toplumun bireye biyolojik cinsiyeti değil ondan beklediği roller nedeniyle biçtiği rol.

 Dünyaya bakıyoruz. Yani, Türkiye olayı değil, ama Türkiye de onlardan biri. 1,3 milyar yoksul insanın yüzde 70’i kadın. Bütün şurada size gerçekten belirtmek istediğim rakamlar bir tesadüf olamaz. Bunun altında yatan nedeni var. 900 milyon okuryazar olmayanı da oran 1’e karşı 2; yani, 1 erkek 2 kadın. Üçte 2’si kadın. Kız çocuklarında zorunlu eğitim sonrası okullaşma bazı ülkelerde yüzde 3,5’a kadar düşüyor. Aynı tür işte çalışan kadına erkeğe göre yüzde 30-40 daha az ücret ödeniyor. Yine, yönetici konumunda kadının olması biraz daha ender rastlanıyor. Dünyanın bazı yörelerinde gebelik bebek kız olduğu için sonlandırılıyor. Yani, daha doğmadan cinsiyeti nedeniyle şiddet uygulanması, ölüme kadar giden şiddet. Yeni doğan bir kız çocuğunun öldürüldüğünü duyuyoruz. Kızlara zorla kadın sünneti uygulanıyor Afrika ülkelerinde. Genç bir kadının cinsellik konusunda eğitim alma hakkı engelleniyor. Namus cinayetleri –ki, komisyonun çok yakından ilgilendiği konu- tamamen toplumsal cinsiyet nedeniyle. Genç bir kadın tecavüz sonucu oluşan gebeliği ailesinin inanışları nedeniyle sürdürmek zorunda kalıyor. Toplumsal cinsiyet kavramına ben biraz değineceğim demiştim. Kadının ve erkeğin bütün yaşam siklusunun her döneminde karşısına  çıkan negatif etkileyici olabilen bir faktör. Şöyle bir bakacak olursak, çocukluk döneminde ve yine şurada hepsini saymayacağım, ancak bunların hepsi sizin komisyonunuzun incelediği şiddet kapsamı içine giriyor. Yani, cinsiyet seçimi daha doğmadan, istenmeyen gebelikler, isteyerek düşükler, genital mütilasyon (kadın sünneti) beslenme bozukluğu çocuğun ihmaliyle, enfeksiyonlar, ihmal, istismar ve 2 – 5 yaşında toplumsal cinsiyet nedeniyle kız çocuklarının ölme oranı, Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek, bu da bir tesadüf değil.

Çocuğa yönelik şiddetle ilgili bir iki kelime söylemek istiyorum.…çocuğa ait faktörlerde yaş, cinsiyet, prematüre, yeni doğanlar, zihinsel ya da fiziksel özürlü çocuklar, hasta çocuklar risk altında. Aileyle ilgili faktörlerin göz önüne alınması lâzım; mesela genç, bekar, yoksul, işsiz, eğitimsiz ebeveyn, kalabalık aile, sık sık yer değiştiren ya da bireyleri değişen aile önemli. Aileyle ilgili faktörlerin yine çocuğa ait, çocuğa karşı şiddet incelenirken göz önüne alınması lâzım.

…çocuk istismarının sağlık sonuçları, yaralanmalar, kafa travmaları, ezikler, yanıklar, ölüm, çok yakında yaşanan, cinsel sağlık sorunları, psikolojik ve davranışsal bozukluklar, alkol ve madde kullanımı, okul başarısızlığı, depresyon, anksiyete, yani şiddet deyince komisyon, ben öyle algılıyorum ki, sadece ölüm değil, her aşamasını kapsamlı olarak dile getirecektir.

Yine bin yıl kalkınma hedefleri bildirgesi var ve biz de ona imza atmış bir ülke olarak 3 üncü maddeyi sizin dikkatinize sunmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik ederek kadının durumunun güçlendirilmesi. Sanıyorum bu yeni bin yıl kalkınma hedeflerinde bunu sağlayabilsek, komisyonun uğraştığı sorun büyük ölçüde çözümlenecektir.

Biz, 1979 CEDAW sözleşmesine imza koymuşuz 1985’te. Pekin ve Kahire Konferanslarını yine imzalayan ülkeyiz. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü çok isabetli kurulmuş, giderek güçlendirilmesinden de hepimiz çok mutluyuz. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun çok yerinde. Yeni Medeni Kanunumuzun getirdiği iyi yönler var. Yeni TCK’nın getirdikleri var. Ben üniversitenin bir merkezinden geldiğim için onu da olumlu bir olay olarak koydum. 14 tane ülkemizde üniversitenin kadının sorunlarını araştırma ve uygulama merkezi var. Benim HÜGSAM diye kısa ismini söylediğimiz merkezimiz onlardan bir tanesi…“ şeklinde beyanda bulunmuştur.

Hünkar Keleş (Jandarma Genel Komutanlığı)

“Jandarma sorumluluk bölgesinde meydana gelen olayların incelenmesi, bu olaylardan kadın ve çocuklara yönelik olan ve şiddet içeren olaylarla ilgili bazı ulaşabileceğimiz sonuçların elde edilmesi, tabiî ki, kayıtlara giren başka bir deyişle, adliyeye veya jandarmaya kolluğa intikal eden olaylara ilişkin verilerden yola çıkarak sağlanabilmektedir.

Jandarma Genel Komutanlığı olarak şiddet içerdiği değerlendirilen, darp, kasten yaralama, aile fertlerine kötü muamele ve kasten öldürme (bunların içerisinde teşebbüs de yer alacak şekilde değerlendirmeye tabiî tuttuk. Son beş yıllık verileri esas aldık. Başka bir deyişle 1 Ocak 2001 yılından 31 Ekim, geçtiğimiz ekim ayının sonuna kadar ki olayları ele aldık. Bu dönem içerisinde, 151.880 bu kapsamda şiddet içerikli olay meydana gelmiş olup, bu olayların % 34’ü kadın ve çocuklara yönelik olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam da 52.075 olaya tekabül ediyor.

Bu olayların nedenlerini incelediğimiz zaman, ortaya, öncelikle tartışma nedeni, bu tartışmayla kastedilen tabiî, önceden planlanmamış, programlanmamış, ani gelişen duruma tepki olarak ortaya çıkan olaylar veya işlenen suçlar akla gelmelidir. İkinci sırada aile ve geçimsizlik; geçmişe dayalı husumetler, arazi anlaşmazlığı, alacak verecek meselesi ve alkol tesiri gibi nedenler takip etmektedir.

Ülkemizde, kadın ve çocuklara yönelik şiddet daha çok aile ve akraba çevresindeki kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu durumun toplumumuzda aile ve akraba ilişkilerine verilen önem ile ülkemizdeki sosyokültürel yapıdan kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Kadın ve çocuğa yönelik şiddet olayları ile ilgili yeterli bilimsel araştırmanın bulunmadığı ülkemizde, kadınlara yönelik şiddet ile ilgili ilk çalışma 1994 yılında Prof. Dr. Tülin İÇLİ tarafından yapılmıştır. O çalışmadan da istifade ettik…”şeklinde beyanda bulunmuştur.

Prof. Dr. Tülin İçli (Polis Akademisi Dekanı)

“…Ankara, İstanbul, İzmir’den 1070 kadın ve 351 de hükümlü kadınla yaptığım araştırmanın bulgularından söz edeyim. Niye kadın suçlularla şiddeti birleştirdim diye sorabilirsiniz. Daha önce yaptığım araştırmalardan gördüm. Suç işleyen kadınların önemli bir kısmı şiddet suçunu işlemeden, suça iştirak etmeden önce şiddete maruz kalmışlar. Acaba, aralarında bir ilişki var mı diye araştırdım. Bu nedenle, 351 kadın hükümlü ve 1070 kadın, üç farklı sosyoekonomik statüden kadını inceledim. Burada şiddet kavramını tabiî kaba kuvvet şeklinde soru kâğıtlarında sorduk kadınların anlayabileceği şekilde. Devlet İstatistik Enstitüsünde alt, orta, üst sosyoekonomik seviyede mahalleleri belirledik, haneleri, kadınları oradan seçtik. Şiddet deyince de fiziksel şiddeti kastettik. Üç farklı sosyoekonomik seviyede de şiddete uğradıklarını saptadık. Yüzde 20’lerde şiddet Türkiye çapında. Bunu farklı çalışmalarda,  tabiî, araştırmanın ne derece doğru planlanmış olduğuyla da ilgili bu. Şiddetin çok daha yüksek olduğunu gösteren araştırmalar da var, yüzde 35 gibi. O çok daha ürkütücü. Fakat, şiddet, ihbar edilmeyen, genellikle saklanan bir davranış biçimi olduğu için kadınların da bunu açıklaması ve ifade etmesinde bazı eksiklikler olduğunu peşinen kabul ettik. Herkes şiddete uğradığını açıklamak istemedi. Daha çok sanki -böyle bir önyargı vardı- şiddetin alt sosyoekonomik düzeyde daha yaygın olduğu şeklinde bir izlenimle işe başladık. Ama her üç düzeyde de kadınların daha çok eşlerinin şiddetine maruz kaldıklarını gördük.

…yapılan çalışmalar göstermiş ki, kadınlar şiddet nedeniyle bir defa karakollara başvurmak istemiyorlar. Çünkü, polislerin bir kısmı kendilerini küçümsüyor, alay ediyorlar. Erkek polisle muhatap olmayı hiç istemiyor bunlar. İşte sen ne yaptın da kocan seni dövdü. Gecenin bu saatinde gezmeseydin senin başına bu tecavüz gelmezdi, ya da bunu yapmasaydın bu adam seni dövmezdi gibi birtakım cevaplar ya da yorumlar getiriliyorsa, kadınlar bunlardan rahatsız. Burada polisin yapması gerekenler, diğer ülkelerde özel eğitiliyorlar polisler, yani kadına karşı şiddetten sorumlu olan polislerin eğitimleri farklı. Bir kere bunu ciddiye alması, çözüm bulmaya çalışması, önemsemesi, kadına bunun yapılmaması gereken bir davranış olduğunu bildirmesinden başlayıp özel önerilerimiz var...”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Av. Türkay Asma ( Çocuk İstismarı ve İhmali Önleme Der. Yön. Kur. Üyesi)

“…Biz, 1987 yılında, Türkiye’de ilk kez uluslararası bir sivil toplum örgütü olan çocuk ihmali ve istismarını önleme derneğini kurarak bu işe başladık. Başladık; ama, biz başladığımızda çok pembe tablolarla başladık. Alo Çocuk Merkezini kurduk; arkasından, Alo Çocuk Merkezini yine bu proje doğrultusunda Çocuk Esirgeme Kurumuna devretmemiz gerekiyordu. Ama, devrettikten sonra da boş durmadık. Çünkü, sorun çok büyüktü ve çok çaplıydı. Baro da bu sefer Çocuk Hakları Merkezi kurduk ve aynı işlevi orada aşağı yukarı 2000 yılından bu yıla kadar yürütüyoruz. Alo Çocuk Merkezi profesyonel bir  çalışmayla başladı. Yani, bir sosyal hizmet uzmanı, bir koordinatör, çocuk doktoru, hukukçu, polis gibi bir oluşumdan oluştu. Biz, önce, tanıtımımızı sınıf öğretmelere, rehber öğretmenlere yaptık, onlara gittik, ihmal ve istismar nedir? İhmal ve istismara uğramış çocuk nasıl belli olur? Siz bunları tespit edip, bize nasıl bildirebilirsiniz gibi bir yöntem izledik ve büyük bir bölüm rehber öğretmenlerden geldi bize. İstismara uğrayan çocuklar. Bunlar, sadece alt sosyo ekonomik yapıdaki ailelerden değildi, üst sosyo ekonomik yapıdaki ailelerden de geliyordu. Türkiye’nin her tarafından bunun çok yoğun olduğunu fark ettik. Şimdi, rakamlar verildi, istatistikler verildi. Sanılıyor ki, Güneydoğuda az; hayır; çünkü, hak arama bilinci ve hak arama merkezleri oralarda az. Büyük şehirlerde barolar var, baroların çocuk hakları merkezleri var. Sivil toplum örgütleri var. Üniversiteler çok yaygın ve bunlar, uyarmaya çalışıyor halkı. Bu tür şeyleri aktarın bize, biz sizin elinizden tutarız diyorlar; ama, Güneydoğuda ve Anadolu’nun içlerine yayıldıkça böyle bir hak aramada “sana elimi uzatıyorum denilen” mekanizmalar yok. Ama, cinsel istismarda beni koruyacak mekanizma yok diyor; kadın da diyor ve o istismarı en çok da kadın görüyor. Yani, evdeki anne, çocuğunun babası, kardeşi, ya da kayınpederi gibi bir yakını tarafından cinsel istismara uğradığını fark ediyor. Aileyi Koruma Yasasında var; ama, çocuğun velayetini alma görevini de aile mahkemesi hâkimine vermiş. Hâkimler de çaresiz; kime, nereye teslim edecek çocuğu? Yani, geliyor, biz koruma için başvuruyoruz; biz bile Çocuk Esirgeme Kurumuna göndermek istemiyoruz; çünkü, tüm kurumlarda, cezaevleri yatılı bölge okulları ve devletin diğer kurumlarında da bu kez de çocukların birbirlerine, büyüklerin de var, ama, çocukların da birbirlerine karşı cinsel istismarı var. Şimdi, biz, tecavüze uğramış bir çocuğu korumak zorundayız. Hele o çocuğun tecavüze uğramış olduğu o korumda duyulursa -ki, duyulmaması da çok zor; yani, sistemimiz öyle gizliliğe falan da çok önem vermiyor- hiç koruyamayacağımızı  düşünüyoruz.

Çocukları koruyabileceğimiz bir kabul merkezimiz yok. Bunu o kadar çok istedik ki, biz yıllardır, bunu bakanlıklardan, ilgili bakanlara geldik anlattık. Şiddete uğrayan bir çocuğu hiç olmazsa, yerleştirebileceğimiz bir olanak buluncaya kadar koruyabileceğimiz bir kabul merkezimiz yok; kadın için de bu söz konusu. Bir ekip olmalı, yani, çocuk ya da kadın şiddete uğradığı zaman başvurabileceği bir telefon numarası ve o telefonda, o kadına, o çocuğa ulaşabilecek bir sosyal hizmet uzmanı ve o merkezde de bekleyen, adlî tıp uzmanı, avukat, ve psikologdan oluşan bir ekip olmalı. Gerçekten, şiddetten çocuklarımızı arındırmazsak, geleceğimiz hiç iç açıcı değil.

… Avrupa’da…şiddet tabiî ki var; ama, hemen bir altyapı oluşmuş durumda. Diyelim ki, dayak yedi ya da cinsel istismar ihbarı geldi. Bir kere o çocuk alınıyor, kendi ailesi de dahil hiç kimsenin bilmediği bir konukevine götürülüyor. Ondan önce, savcı orada hazır, uzman orada hazır; hatta, nöbetçi mahkemenin hâkimi de bir aynalı şeyin arkasında kulaklıkla hissettirmeden kendisinin orada olduğunu savcı, uzman kanalıyla çocuğa sorular sordurtabiliyor ve onları alıyor. Onlar kayda alıyor ve bütün sorgulama orada bitiyor. Bir de çocuğun bu konuda her söylediği doğru kabul ediliyor. Gerçekten, cinsel istismar konusunda yalan söyleyen çocuk oranı yok denilecek kadar az. Zaten bir uzman, ucu açık sorularla onun doğru mu yalan mı söylediğini de çok rahat fark edebilir…”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

5- 15.11.2005 tarihli toplantı

Prof. Dr. Yakın Ertürk (ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi)

Namus cinayetleri, uluslararası hukuk açısından yargısız infaz olarak kabul edilir. Bu bağlamda, sadece hedef aldığı kadına karşı bir eylem olmayıp, aynı zamanda hukuka ve devlete karşı da işlenmiş bir suçtur. Ancak, namus cinayetleri adı altında gördüğümüz, gözlemlediğimiz farklı ülkelerdeki olaylara baktığımız zaman her ne kadar bu bir devlet, özellikle hukuk devletine karşı bir suç ise de genelde devletin yasal düzenlemeleriyle gerekse yargı süreciyle bu tür suçlara bir ayrıcalık tanıdığını ve böylece de taraf olduğunu görüyoruz.

Kadına yönelik şiddet konusu olsun, genel olarak veya özel olarak namus cinayetleri, genelde biz hem uluslararası düzeyde hem de toplum bilimciler olarak bunu kadın erkek eşitsizliği çerçevesinde algılıyoruz. Bu yapının korunmasında şiddet önemli bir araç haline gelmiştir. Ama, ataerkil yapı her toplumun özgül koşullarına göre, tarihine göre, siyasî kültürüne göre, gelişmişlik düzeyine göre ve başka pek çok faktöre göre farklı biçimler almaktadır ve bugün dünyaya şöyle bir baktığımız zaman hiç de ataerkil diye görülmeyen toplumlar sıralanabilir. Ama, esasında, bunlar her ne kadar geleneksel ataerkil yapı kimliklerinden arınmışlarsa da görünürde, kurumlarına ve çeşitli düzeydeki toplumsal yaşamın sürmesi araçlarına baktığımız zaman ataerkil ilişkilerin hâlâ dünyada kendini devam ettirdiğini görüyoruz. Tabiî, bizim gibi toplumlarda, bu, hayatın her alanında açık seçik bir şekilde kendisini gösteriyor. Toplumun genelinde cinsiyet tipleştirmeleri ve değer yargıları ve bunların medya tarafından sürekli yeniden üretilmesi, buna karşılık piyasanın kadın bedenini metalaştırması, aşiret, hemşerilik gibi cemaat esaslarına dayalı ilişkilerin egemenliğini devam ettirmesi ve bu ilişkilerin resmî düzeyde, yani, devlet söyleminde, devlet ilişkilerinde kabul görmesi şiddetle mücadelede ve kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında en temel engeldir diye düşünüyorum.

Tabiî, kadın hareketi sayesinde uluslararası hukuktaki bu kördüğüm 1990’lı yıllara gelindiği zaman çözüldü ve bildiğimiz gibi, SEDAV komitesi 1992 yılında 19 numaralı tavsiye kararını aldı ve bu kararla şiddetin bir ayrımcılık türü olduğunu tanımladı. Dolayısıyla, hangi şiddet türünden bahsedersek bahsedelim, kadına yönelik şiddet bugün, artık, SEDAV’ın kapsamında da bir cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan, kadın erkek eşitsizliği temelinden kaynaklanan bir suç türüdür. Bir sene sonra 1993 yılında da kadına yönelik şiddetin bertaraf edilmesi deklarasyonu kabul edildi. Her ne kadar deklarasyon bağlayıcı bir belge değilse de yine de uluslararası cemaatin bir mutabakatını yansıtır ve bu belgeyle şiddetin türleri tanımlanmıştır.

Devlet, uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmekle sorumludur. Dolayısıyla, bu yönde, hem yasal hem de kurumsal diğer düzenlemeleri bir an evvel hayata geçirmekle yükümlüdür, dolayısıyla, devletin  burada en ufak bir tavizi söz konusu olamaz.

Kullandığımız sözcükler bile, bir yerde, çok yanlış şeyleri pekiştirebiliyor ve Türkiye’de bu yönde diyaloglar, her gün, gazetelerde oluşuyor sanıyorum. Burada büyük hassasiyet göstermemiz gerekiyor. Bir hâkimin, bir suça eğiliş biçimi, bir gazetecinin, enseste uğramış bir kadına nasıl bir mantıkla, sen kalkıp da en mahrem konunu nasıl anlatabiliyorsun söylemleri, bunlar, hep ayrımcılığı ve kullanılan şiddeti meşrulaştırıcı söylemlerdir. Bu konuda çok büyük hassasiyet göstermemiz gerekiyor. İşte, o toplum düzeyindeki dönüşümleri sağlayabilmemiz için ve orada, bir de tabiî, farklı yönde işbirlikleri kurmak gerekiyor.

Son olarak da birey düzeyinde müdahaleler gerekiyor. Birey derken de orada iki tür strateji önemli, bir kadının güçlendirilmesi, eğer, bu tür sorunlar, cinsiyet ayrımcılığından ve cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanıyorsa, kadının güçlendirilmesi gerekiyor ve bu yönde, zaten, Türkiye’de bazı ileri adımlar atıldı ve birtakım şeyler yapılıyor. İkincisi de korunması gerekiyor; yani, şiddete maruz kalmış veya şiddete tehlikesi altında olan kadının, muhakkak ve muhakkak korunması gerekiyor…”şeklinde beyanda bulunmuştur.

Meltem Ağduk (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunda Program Koordinatörü)

“…Birleşmiş Milletler Nüfus fonu, bundan kısa bir süre önce, aslında iki sene kadar önce her sene uyguladığı bir programı uyguladı. Türkiye’de namus, töre cinayetleri…ve bir sene boyunca bu konuda çalışmaya karar verdik ve aslında çok küçük, araştırma bile diyemeyeceğimiz bir medya arama, medyada neler nasıl yer almış töre namus cinayetleri üstüne bir çalışma yaptık ve bu çalışma sonucunu da aslında kamuoyuyla paylaştık…en fazla tiraja sahip olan beş gazeteyi aldık ve beş yıl boyunca töre namus cinayetleri haberlerinin hepsini parmak hesabıyla saydık aslında bütün gazeteleri inceleyerek ve beş sene içinde önümüze çıktı ki, sadece medyaya yansıyan 62 töre namus cinayeti haber olarak ortaya konulmuştu. Bu aşağı yukarı ayda 1 cinayete denk düşüyordu. Hangi illerde işlendiğini de haberlerden bulduk ve ortaya göç alan bölgelerin, özellikle Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve göç alan illerde çok fazla olduğunu gördük. 2004 yılında o zaman Güldal Akşit Devlet Bakanıydı, kadın, aile ve sosyal işlerden sorumlu Devlet Bakanlığındaydı. Onunla birlikte kadına yönelik şiddete, kadına karşı şiddete son kampanyasını başlattık ki, o kampanya halen daha sürüyor çeşitli aktivitelerle. Bu kampanya, tamamıyla bir farkındalık yaratma kampanyası. Bu kampanya çerçevesinde çeşitli aktiviteler yapıyoruz. Bir sonuncu aktivitemiz de aslında geçen hafta sonu İstanbul’da yaptığımız uluslararası aile içi şiddete son sempozyumuydu.

Bütün bu yaptığımız çalışmalardan aslında ortaya çıkan şudur; Ciddi bir eylem planının yapılması ve bu eylem planı yapılırken özellikle devletin, sivil toplum kuruluşlarının çok yakından çalışması gerekliliği ortaya çıktı. Çünkü, bizim sıfır tolerans göstermemiz gerekiyor şiddete, çünkü, şiddet aslında bizim çalışma alanımızdan bakıldığı zaman bir taraftan üreme sağlığı, kamu sağlığı alanında çalışıyoruz, kamu sağlığı konusunda çok ciddi bir sorun olarak ortaya konuyor ve şiddet … kadınları ikincilleştiren toplum yapısını yeniden üreten bir araç. Bu aracın tamamıyla yok edilmesi gerekiyor ve açıkçası sempozyumun sonunda ortaya çıkan şuydu; 2010 yılına kadar sıfır toleransla şiddeti tamamıyla yok etmek konusunda bir karar alındı.

…namus kavramının bizim için ne anlam ifade ettiği, yani, Türkiye’de yaşayan insanlar için ne anlam ifade ettiğini ortaya koyan bir araştırma yapalım istedik ve bunun için de Birleşmiş Milletler Kalkınma Programıyla birlikte yola çıktık ve Nüfus Bilim Derneğine başvurduk. Bu konuda çalışan, sosyal alanda interdisipliner çalışan bir dernektir Nüfus Bilim Derneği ve “Türkiye’deki namus cinayetlerinin dinamikleri” başlıklı bir araştırma yapılması konusunda hemfikir olduk. Bu araştırma çok kısa bir süre önce bitti. Daha henüz kamuoyuyla paylaşmadık... “

 şeklinde beyanda bulunmuştur.

Doç. Dr. Filiz Kardam ( Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi)

“… Nüfus Bilim Derneği adına çalışmadan söz ederek;

Bu çalışmayı biz İstanbul, Şanlıurfa, Batman ve Adana’da yaptık. Bu bir izlenim elde etme araştırmasıydı,  Onun için biz niceliksel yöntemin öngördüğü bir örneklemle değil, tamamen amaca uygun dediğimiz bir örneklemle çalıştık;

.. biraz antropolojik, biraz gözleme çok dayalı bir çalışma yaparak, sonuçta 195 görüşmeyle bu işi bitirdik…

Namus cinayetleri nasıl algılanıyor, o konuda neler denildiğini söyleyeyim. Biz, açık açık, siz töre cinayeti diye bir şey duydunuz mu, bu nasıl bir şeydir, namus cinayeti ile bunun arasında bir fark var mıdır sizce gibi çok çeşitli sorularla yaklaştık görüştüğümüz kişilere. Burada bizim algılamamız, genelde, özellikle de İstanbul’da töre ile namus cinayetleri arasına bir fark konulduğu yönündeydi bu fark, Özellikle bir algılanış biçimi ve daha çok İstanbul’da çıkan algılanış biçimi, “vallahi, töre cinayetleri bizim çok yakınımızda, çevremizde değil, çok uzak yerlerde, bana uzak yerde, bir başka topluluğun, daha çok doğuda, güneydoğuda olan şeylerdir.” Bana ilginç gelen, yalnızca İstanbul’da doğma büyüme dediğimiz görüştüğümüz kişiler değil, İstanbul’a göç etmiş kişiler arasında da bu vardı. Onlar “güneydoğuda, doğuda olur, mesela bizim Karadeniz’de olmaz.” Peki, sizin Karadeniz’de ne olur; “bizde namus için adam hemen öldürülür. Ama bu töre değildir.”

Benim ilgimi çekmiş olan bir de namus cinayetleri deyince şöyle bir yaklaşımımız oluyor; namus cinayetlerini engelleyelim, namus cinayeti olmasın artık. Ben burada baktığım vakalardan gördüm ki, namus cinayetleri olmayıp da yine namusa aykırı bir davranış diye adlandırıldığı için işte belli bir şekilde ailenin, topluluğun gündemine gelen, ondan sonra da bir şekilde barış sağlanarak bitirilmiş olaylarda kadının olağanüstü bir baskı altına girdiğini, bazen erkeğin ve ailenin de, bunu da yadsımayalım, ama daha çok kadınları baskı altına girdiği ve mal gibi takas edildiğini, kendisi takas edilmezse kendisi bir şekilde evlendirilse o kişiyle bu sefer o kişinin ailesinden başka kadınların, kızın ailesine verildiği gibi çok sayıda olay aktarıldı.

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Yeşim Oruç Kaya (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Yoksullukla Mücadele ve Demokratik Yönetişim Program Sorumlusu)

”…Şu andaki hükümet işkenceyle mücadelede bu alanda başarılı olmuştur ve belli bir yöntem izlenmiştir. Hakikaten, bu yöntemin, kadına karşı şiddet ve namus töre cinayetlerinin önlenmesi için harekete geçilmesi ve bunun somut yaptırım alanları vardır; tabiî ki yasama kurumu namusu kanunla tanımlayamazsınız, böyle bir şey olamaz. Fakat, yasamanın yapabileceği şey; bir, sizler kanaat önderisiniz, haliyle, zaten, komisyon, bu alanda çok kıymetli şeyler yapıyor. Fakat, yürütmeyi izleme sorumluluğu olduğu için yasamanın, özellikle valilik nezdinde, yani, Türkiye’nin 81 ilinde siz bu verileri topladınız, biz de gazetelerde sayenizde bunların haberini alabiliyoruz. Bu aldığınız veriler üzerine, iller bazında ve önce üç aylık ardından bir yıllık sürelerde kadına karşı şiddetin izlenebilmesi için valiliklere talimat verilmesinin İçişleri Bakanlığı aracılığıyla, jandarma, emniyet ve de savcılık makamının valiliklere bunları raporlaması … bunlarda sadece töre cinayeti olarak tanımlanmışlar değil, Yakın Hoca değindi, ihtiras cinayetleri…İhtiras cinayetlerinin de sonuçlarını incelediğimiz zaman, çoğunluğunun kurbanı kadındır. Türkiye’de, zaten planlanmış adam öldürme oranları düşüktür; Türkiye’de bu çok fazla olan bir şey değildir. Cinayetlere baktığımız zaman, teamülden adam öldürme diye baktığımız zaman, aşağı yukarı yüzde 85’i zaten ev içinde, aile içinde oluyor. Ama, bunların kurbanlarının da çok büyük bir çoğunluğu kadın olduğu için, böyle valiliklerle yapılacak bir izleme çalışmasında tüm cinayet sonuçlarının incelenmesi, cinayetlerin ne kadarı yargıda sonuçlanmış, faili bulunmuş, cezalandırılmış, bu şekilde sistematik bir şekilde cinayet ve töre cinayetlerinin incelenmesi çok doğru olacaktır...”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Prof. Dr. Gülten Seber  (Osmangazi Üniversitesi Öğretim Üyesi)

“…Şiddet.. öğrenilebilinir, örnek alınabilinir, taklit edilebilinir, Şiddeti, biz, umumiyetle, kavram olarak fiziksel bir güçmüş gibi de görebiliyoruz çoğunlukla, halbuki, sizlerde biliyorsunuz ki, şiddet sözel şiddet, duygusal şiddet, fiziksel şiddet, cinsel şiddet olarak da pek çok şekilde karşımıza çıkmakta ve bu bağlamda, toplumun, her an her noktasında bunları bizim yaşadığımız, bu bağlamda, kadın erkek ayrımı yapmadan görebileceğimiz bir olgudur şiddetin bu tanımı karşısında; kadına, çocuğa yönelik şiddet konusunda yakın ve uzun vadede iki şeyi öneriyorum: Birincisi, eğitim, her şeyin altında eğitim; ama, nasıl bir eğitim? Bütün ekonomik açıdan gelişmiş ülkelere baktığımız zaman, 8+10 yılına kadar ortaokul ya da lise 2’ye kadarki eğitim devlet tarafından parasız, ücretsiz ve eşit, tüm olanaklarıyla, tüm çağdaş olanaklarıyla, ülkenin tüm bireylerine verilmelidir. Yine, bu eğitim dediğim konu için 0-6 yaşın çok önemli olduğunu ve bu bağlamda da ailenin eğitimine önem vermemiz gerekmektedir.

Risk faktörleri bakımından çocuk aile ilişkisinde şiddet, hepsi, yani, bütün sorunlarımızda risk faktörü olarak, ikincisi, gelir durumunu düşünüyorum. Gelir durumu da ülkede şiddeti yaratmak için çok olağan bir durumdur. Çok daha alt şeyleri olur ama, bu iki başlığı çok önemsiyorum. Bir de, gelir durumunda mesela, kadına yönelik şiddete baktığımız zaman, kadının emeğinin hiç değeri yok. Yani, bu okumuş kadınlar da dayak yiyor diyorlar, ama, yoğunluğa bakacağız. 10 tane okumuş kadın dayak yiyorsa, 100 tane okumamış, kocasının eline bakan, kız çocukları mütemadiyen şiddete maruz kalmaktadır.

Mesela, risk faktörleri, kısa vadede yapılacak çalışmalar arasında, parçalanmış ailelerden şiddet çıkabilir, terk edilmiş çocukların barındığı yerlerde şiddet ortaya çıkabilir, hapishaneler şiddeti, hastaneler şiddeti, yoksulluk şiddeti getirebilir. Bunlar da alt kademede, işte kısa vadede yapacağımız, hepimizin koşacağı, seferberlik yapacağımız durumlar olabilir. Bunlar şiddete hayır gibi, sizlerin yaptığı aktiviteler gibi. Yine bu konuda, mesela, orduyla, polisle, camilerde, çağdaş bilgilere dayalı, kadın erkeğin eşit olduğunu hocalarımız söylese, yani, bu ne demek; ben dinden onu bekliyorum. Okullarımız, okullarımızın velileri, veli toplantıları, muhtarlar vasıtasıyla da kısa vadede ulaşabiliriz. Sivil toplum örgütlerine maddî destek, onları yüreklendirmek de herhalde önemli olacaktır diye düşünüyorum. Sonra mesela, ben tabii belki bu konuları yoğun biçimde hep düşündüğünüz zaman, töre ve namus cinayetleriyle sorunlarımızın bazılarını ortaya koymak durumunda kalmış olmamız çok acı bir şey mutlaka. Mesela, insan hakları beyannamesinin şartları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, kadınlara karşı ayırımcılık, Pekin 5, bir sürü referans alacağımız yerler varken, yani, töreden, namustan niye bahsetmek durumunda kalmışız dediğim de, yine ben en büyük başlıktaki büyük risk faktörü eğitime dönüyorum; yani, bilse haklarını insanlar süreç içerisinde herhalde daha farklı davranacaklar diyorum...“

şeklinde beyanda bulunmuştur.

İsmail Barış (SHÇEK Genel Müdürü)

Aile parçalanması ve ekonomik yoksunluk dolayısıyla yüzde 80,1 civarında çocuğumuz kurum bakımına geliyor. İhmal ve istismar dolayısıyla yüzde 15,9, bunun tam dokümanını yapma imkânını bulamadık, biraz karışık bir iş. İhmal ve istismardan kastımız şu, bir tanesi cinsel istismar, bir tanesi de ticarî istismar. Dolayısıyla, bazen ikisi birbirine giriyor, genel anlamda yüzde 15,9 civarında, ama, bunun önemli bir bölümü ticarî istismar konusundan kaynaklanıyor. Bugüne kadar ortalama olarak alınmış, yüzde 0,7’si buluntu çocuk, yani, nesebi belli olmayan. Terör, zaman zaman artan ve eksilen, deprem ve tabiî afetler dolayısıyla da yüzde 3,3 civarında; bu, afetlerle orantılı, bazen artıyor, bazen eksiliyor tabiî.

…genel anlamda yüzde 85 ile yüzde 95 arasında çocukların anne babaları yakınları var. Bu zamansal olarak bazen yüzde 85’e düşüyor, bazen yüzde 95’e çıkıyor. Dolayısıyla, yüzde 5 ile yüzde 15 arasında da kimsesi olmayan çocuk söz konusu olabiliyor. Şu anda kuruluşlarımızda yüzde 9 civarında çocuğun kimsesi yok.

Koruyucu aileyle ilgili yapılan kampanyalar nelerdir, neden gereken ilgiyi görmemiştir? Koruyucu aile konusunda 1993-1999 yıllarından iki kampanya düzenlenmiş, Cumhurbaşkanlarımızın eşleri ve başbakanlarımızın eşleri bu konuda ilgi göstermişler. Bunun dışında, birçok büyükşehir belediye başkanlarımız da bu kampanyaları oluşturmuşlar bizimle entegrasyonlu bir şekilde. Koruyucu ailelerin az olmasının sebepleri, bizim sosyal yapımızdan, eğitim düzeyimizden kaynaklanıyor.

Şunu söyleyeyim; çürüyen bir sistem var şu anda karşımızda. O yüzden de sistemin geriye doğru olan bölümünü savunmak durumunda hiç kalmıyorum ben, belki fark ediyorsunuz. Çürüyen sistemin değiştirilme hedeflerinden bir tanesi de budur.

0-12 yaş grubunda 25 tane kuruluşumuz, 67 tane o kuruluşlarımızda bakıcı annemiz, 97 tane çocuk eğiticimiz var. 7-12 yaş grubunda 57 tane kuruluşumuz var, 77 tane bakıcı annemiz var bu kuruluşlarımızda, 117 tane de çocuk eğiticisi sayımız var. 0-6 yaş grubu 13 tane, bakıcı anne sayısı 30, çocuk eğiticisi sayısı 42 tane. Toplamda 95 tane kuruluşumuz var, 174 tane bakıcı annemiz var, 256 tane de çocuk eğiticimiz var.

…Taciz davalarına müdahil olunma sayısı 1.1.2000 ilâ 24.2.2005 tarihlerinde yani beş yıllık dönemde kurum personelinden korunma altına alınan çocuklara kuruluş bakımı esnasında tacizde bulunan kişilere karşı açılan 6 tane davamız var. Kurum altındayken kaçak, izinli ve bunun gibi nedenlerle kuruluş dışındaki çocuklara aile üyeleri, akrabalar ya da üçüncü kişilerce yapılan tacizlerle alakalı, kuruma gelmeden veya kurumdan kaçak olduğu dönemlerde toplam 233 tane. Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde aile içinde veya başka kişilerce bizim kurumumuzla ilgili olmasa bile kurumumuzun müdahil olduğu 239 tane dava var. Toplam 478 tane dava açılmıştır. biz Çocuk Hakları Sözleşmesi gereği müdahil oluyoruz.

...2005 yılının başına kadar 8 tane Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı olarak çalışan kadın sığınma evimiz vardı. Bugünün tarihi itibariyle 14 tanedir bize bağlı olarak, bizim insanlarımızın çalışmış olduğu...”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

6- 29.11.2005 tarihli toplantı

Av. Sema Kendirci (Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı)

 “Türk Kadınlar Birliğinin 1924 yılında kurulan ilk kadın örgütlenmesi ve kurulduğu tarihten itibaren de kadının sosyal, siyasal ve ekonomik alandaki eşitliğinin sağlanmasını ve bu uğurda mücadele edilmesini ve bunun için örgütlenmesini öngören bir dernek. O tarihten itibaren de çalışmalarını bu alanda yoğunlaştırmıştır.

4320 sayılı Yasa çıktığında Türkiye Cumhuriyetinde, ilk defa ben en azından bunu böyle açıklamıştım, kadına yönelik şiddet kabul edildi, bunun bir olgu olduğu bütün her yerde hayata geçecek ve aile içinde buna yönelik çok da önemli bir yasa çıktı diye değerlendirmiştim… Bu yasanın hayata geçmesi için neler yapılması gerektiği konusunda çok ciddî çalışmalar yapıldı. Uygulayacak olan tabiî ki kamu kurum ve kuruluşları öncelikliydi, bilgilendirmekle biz yükümlü, yani sivil toplum örgütleri ve hukukçuların yükümlü hale getirilmesi konusunda prensipte anlaşmıştık ve sanıyorum ilk olarak İçişleri Bakanlığına polis ve jandarma da, çünkü, ilk gidilecek merciler onlar olması nedeniyle, ilk elde onların da bu yasa için bilgilendirilmeleri ve eğitilmeleriyle ilgili bazı çalışmalar da hayata geçmişti. Şimdi yıl 2005 ve ne yazık ki biz uygulayıcılar 4320’nin hayata geçme aşamasında son derece başarısız kaldığını gördük.

Biz,  kadına ve çocuğa yönelik şiddete engel olmak istiyoruz. Yasal temelde öncelikli engel olmak istiyoruz; ama, bir ikincisi de, bakış açısı ve zihniyeti değiştirerek engel olmak istiyoruz. Bütün bunları sağlayacak, bizim için önder olması ya da yol gösterici olması gereken kurumlarda  zihniyeti değiştiremiyorsak, bu kurumlarda hâlâ -hani ben hukukçu olduğum için ikide birde söylüyorum- yasaya aykırı uygulamaları ortadan kaldıramıyorsak, o zaman şiddetin önlenmesi konusundaki yasaların hayata geçmesinde de başarısız olacağız. diye düşünüyorum.

Devletin şiddeti önlemekle ilgili… Çünkü, ben kadına ve çocuğa yönelik şiddeti toplumdaki yaygın olan diğer şiddetlerden ayırt etmiyorum. Yani, futbolda yaşanan şiddet, kadına ve çocuğa yönelik şiddetten çok mu farklı bir şiddet? Hayır, toplumdaki yaygın şiddette en çok mağdur olanlar ya da korumasız oldukları için en zor duruma düşenler, görüyoruz ki, kadınlar ve çocuklar. Ama, eğer bir şiddeti önleme politikası geliştirebilirsek -devlet politikası anlamında söylüyorum- bunu bütün ilgili kurum ve kuruluşlarda anlayış olarak, zihniyet olarak yaygınlaştırabilirsek, biz sivil toplum örgütleri, zaten bilgi, bilinç ya da ne görev bize düşüyorsa… Demir çarık, demir asa… Türkiye’nin her yerine gidip her konuda anlatmayı da üstlenerek devletin, sivil toplum örgütlerinin, kurum ve kuruluşlarının işbirliğiyle topluma yaygın olan şiddete ve alt başlıkları ve en önemli başlıklarından birisi olan kadına ve çocuğa yönelik şiddete de engel olunabileceğini düşünüyorum. Ama, devletin çok açık seçik bir biçimde bunu ilan etmesi gerekiyor.

Burada zaten bir politika izlenmesiyle ilgili tıpkı bizim görüşlerimize de destek veren bir açıklama var.

Birincisi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadının insan haklarını savunmak; kadına yönelik şiddeti ele alan çok yönlü planlar oluşturmak, uygulamak ve izlemek.

Toplumsal, siyasal, dinsel ve diğer alanlarda lider konumunda olanları harekete geçirip, kadına yönelik şiddete karşı konuşmalarını sağlamak.

Kadına yönelik şiddet ve onu pekiştiren tavır ve inançları izlemek için gerekli bilgileri toplayan veri tabanları oluşturmak ve olanların kapasitesini artırmak. Bu deminki söylediğim, her şeyi özetleyen bir cümle.

Öncelikle eşler, partnerler arasında şiddet ve cinsel şiddeti önlemeye yönelik programlar oluşturmak, uygulamak ve değerlendirmek.

Çocukların cinsel tacize tabi olmalarını önlemeye mutlaka öncelik vermek.

Mevcut AIDS önleme ve buluğ çağındakilerin sağlığına yönelik programlara, kadına yönelik şiddetle ilgili önlemleri entegre etmek.

Kadınların fizikî çevrelerini emniyetli hale getirmek, okulları kızlar için emniyetli hale getirmek.

Kadına karşı şiddetin değişik etkilerine yanıt verebilecek kapsamlı bir sağlık sistemi geliştirmek.

Üreme sağlığına yönelik hizmetleri kadının kötü muameleye tabi olduğunu saptama, ona destek verme, yönlendirme yönünde ilk adım olarak kullanmak.

Şiddete maruz olarak yaşayan kadınlara destek sağlayacak -ki, çok önemli- resmî ve gayriresmî mekanizmalar oluşturmak.

Hukuk ve adalet sistemlerini, şiddet yaşayan kadınların özel ihtiyaçları konusunda hassaslaştırmak.

Kadına yönelik şiddetin nedenleri, sonuçları, maliyeti ve önleme yöntemleri üstüne araştırmalara destek vermek.

Kadına yönelik şiddeti azaltmaya ve yanıt vermeye yönelik programları desteklemek.

Galiba bizim de sivil toplum örgütleri olarak söylemek istediğimiz her şeyi özetleyen görüşler bu doğrultuda.

Ben tekrar etmek istiyorum: Biz sivil toplum örgütleri olarak bütün üstümüze düşen görevi yapmaya hazırız. Bilgilendirme, bilinçlendirme, eğitme, ne gerekiyorsa. Ama, bu Komisyondan da bu tavsiyenin çıkabileceğini umut ediyorum zaten. Devletin şiddeti önleme konusunda çok ciddî, çok sert ve çok kararlı olduğunun 70 milyona duyurulmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum. ”şeklinde beyanda bulunmuştur.

Nurdan Tornacı (SHÇEK Gn. Md. Kadın Toplum Aile Hiz. Daire Başkanı)

“Kadın konukevleri, bildiğiniz gibi, başvuran, şiddete uğrayan, tacize maruz kalan ya da ailesi tarafından istenmeyen bir evliliğe zorlanan ya da illa eşiyle bir problem yaşamasını gerektirmiyor, ailede de bir problem yaşadıysa ebeveynleriyle, direkt il müdürlüğüne geldiğinde ya da basında yer aldığında biz ihbar olarak kabul ediyoruz. İlk etapta bir görüşme yapılıyor. Sosyal hizmet uzmanı ya da psikolog arkadaşımız yapar. Bu görüşme sonucunda kadın sığınma evine alınmasıyla ilgili kanaat getirilirse… Bu kanaat nasıl getiriliyor; o kişinin can güvenliğiyle ilgili bir problem varsa, şiddete uğradığı, anlattıkları, yani, ruh sağlığı yerinde olduğu anlaşılıp tespit edildiğinde aynı gün işlem yapılıyor. Kadın konukevlerine alınmamayla ilgili yönetmelikte ruh sağlığı yerinde olmasıyla ilgili bir maddemiz var. Çünkü, donanım olarak bizim kadın konuk evlerimiz bir psikiyatri merkezi olmadığı için, doğal olarak bu tarz vakalarda yardımsız kalıyoruz. Yani, bu kadındır, şiddete uğramıştır; ama, bakıyorsunuz, sokakta yaşayan bir kadın ve ruh sağlığı yerinde değil, siz de alamıyorsunuz, Sağlık Bakanlığı bunu nereye yerleştireceğini bilemiyor. Orada yoğun bir problem yaşıyoruz öncelikle. Fakat, ruh sağlığıyla ilgili herhangi bir problem yoksa…

Kadın sığınma evimiz bizim 14 tane. 8 taneydi. 2005 yılında açılan 6 taneyle birlikte 14’e ulaştı sayımız. Yerlerini şehir olarak verebilirim. İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Eskişehir, İstanbul, Samsun, Denizli, Kütahya, Kocaeli, Adana, Diyarbakır ve Mersin olmak üzere 14 tane kadın konukevimiz var.

 Yerleştirmeyle ilgili “kapasitemiz dolu” diyerek bugüne kadar bir problem yaşamadık. Çünkü, bunu ek bir yatak koyarak ya da herhangi bir şekilde muhakkak çözmeye çalıştık ya da sivil toplum kuruluşlarıyla bağlantı halindeyiz; çünkü, onların da açtıkları kadın sığınma merkezleri var. Yani, o bayanın problemiyle ilgili tespit edilmiş bir şey varsa, kesinlikle işte “yatak dolu” bahanesiyle ilgili işlem yapmamazlık söz konusu değil.

Çocuklarıyla birlikte alıyoruz. Çünkü, şiddet yaşandıysa bir ailede, bunu çocukları dışta bırakarak yorumlamak mümkün değil. Elbette onlara da yansımıştır. İlk etapta anne ve çocuğu ayırmamak önemli. Psikolojik destek ya da bu 4320 sayılı Kanunla ilgili başvurması gerekiyorsa rehberlik yapıyoruz.

Yine, bir istihdam kurumu olmadığımızı özellikle belirterek, işe yerleştirmeyle ilgili girişimlerimizin olduğunu belirtmek istiyorum.

Bizim yönetmeliğimizde 3 aylık bir süre var. Bunu zorunlu halde yine bir 3 ay “olur”la uzatıyoruz. Ha tamam, bırakmıyoruz sonrasında, uzattığımız çok vaka var. O yönetmelik dışına da çıktığımız, uzattığımız vaka var; ama, süreyle ilgili problem yaşadığımızı düşünüyorum. Çünkü, o süre içinde çözemedik diyelim, farklı mekanizmaların olması gerektiğini, yani, o kadın ya da çocuğuyla birlikte yaşamını devam ettirmek istiyorsa, ülke politikası olarak, bilmiyorum, bu 1 odalı bir yere mi yerleştirilir… Yani, ona hep birlikte çözüm bulmalıyız diye düşünüyorum. Çünkü, geçici bir süre kalmalarıyla ilgili.

Aslında bunun dünyanın bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Çünkü, aldığımız veriler, bilgiler hep bunun eğitimle de hiç alakası olmadığını gösteriyor. Bunu insan olgusuyla ilgili diye düşünüyorum. Çünkü, dünyadaki bulgulara baktığımızda 4 kadından 1’inin şiddete uğradığı bilgisi bize veriliyor. Dolayısıyla, çözüm yolları üretirken bölge bazında değil, bakış açısıyla ilgili çözümleri düşünmek gerektiğini düşünüyorum.

Kadın sığınma evleri, şiddete uğradıktan sonra verdiğimiz bir hizmet. Bunun dışında toplum merkezleri ve aile danışma merkezleri diyerek isimlendirdiğimiz başka hizmet modellerimiz var. Burada kadının insan hakları eğitimini veriyoruz, sivil toplum kuruluşlarıyla protokollerimiz var; anne çocuk eğitimi gibi eğitimler veriyoruz. Yine çok yoğun bir uygulamamız baba destek eğitim. Yani, ilk etapta  koruyucu ve önleyici hizmetlere daha fazla ağırlık verilmesi kanaatindeyim.

Şimdi, SHÇEK olarak personel sayımız çok az, uzman sayımız az; dolayısıyla, kadın sığınma evi açalım; ama, kadın sığınma evini açmaktan önce bence mahallelerde toplum merkezî hizmetinin yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Eleman olarak çoğaltılmalı, buna kaynak ayrılmalı. ”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Seda Akço (UNICEF Danışmanı)

 “Bir çocuk fiziksel ya da cinsel açıdan şiddete maruz kaldığında öncelikli problemi yardım isteyebileceği bir mercie ulaşma güçlüğü ve yardım alabileceği merciler konusunda bilgi sahibi olmaması. Nereye başvurabileceğini çocukların büyük bir çoğunluğu bilmiyor. O yüzden zaten bu aradaki uçurum ondan kaynaklanıyor. Çok büyük bir çoğunluğu adli sistemine, koruma sistemine intikal etmiş değil; çünkü, nereye gidip nereye başvuracaklarını bilmiyorlar. Ayrıca, kolay ulaşabilecekleri bir mekanizma da yok zaten çocuğun hemen gidebileceği. Nereye gidebilir? Küçükleri Koruma Şube Müdürlüğüne gidebilir; ama, bu müdürlük koskoca il içerisinde bir yerde bir birim. Bunu bulması, ulaşması çok zor. SHÇEK İl Müdürlüğüne gidebilir. Bu da aynı şekilde. Bir de bunları biliyor olması lâzım ayrıca. Üstelik gidebilir olması da yetmiyor. Oraya ulaştığı zaman nasıl yardım alacağını da bilmiyor ve orası da buna hazırlıklı değil. Asıl olması gereken çocuğun bulunduğu noktadan o yardım çağrısını sorunlu kişiye ulaştırabilmesi. Bunun da yolu aslında pek çok yerde bu acil telefon hatları. Böyle bir hat da şu anda işlevsel bir biçimde çalışmıyor; çünkü, Alo 183 arandığı zaman Ankara merkezi arıyorsunuz, merkez arayan kişiye bulunduğu ilin il müdürlüğünün telefon numarasını veriyor. Şimdi, bir kere Alo 183’ü düşürmeye çalışacak çocuk, orayı düşürdü, ilin numarasını alacak ve orayı düşürmeye çalışacak ve orada da karşısına ilgili bir yetkili çıkarsa derdini anlatabilecek. Tabiî, böyle bir sistemin işlemesine imkân yok. Oradan sonra şu başlıyor. Anlattı diyelim, derhal müdahale edilmesi lâzım; ama, böyle bir bağ yok. Sosyal Hizmetlerle, o ihbarı alan birimle harekete geçmesi gereken birimler arasında, çocuk şube müdürlüğü şimdi, ve sosyal hizmetlerin kendi içinde mobilize olmuş bir ekip yok hemen gidip olaya müdahale edebilecek olan ve mevzuata göre de  deniyor sosyal hizmetlerden. Böyle hemen alıp getirip koyamayız; çünkü, ne olup ne biteceği belli değil. Bir araştırma yapmamız lâzım. Sonra bu aşamayı da eğer aşmayı başarabilirsek, olayı yetkili makamlara intikal ettirmeyi başarabilirsek bir araştırma ve o araştırmadan sonra müdahale süreci başlıyor. Orada da yeni handikaplar karşımıza çıkıyor; çünkü, adalet sistemi çok yavaş işliyor. İntikal ettirdiğiniz anda tepki veremediği için adalet sistemi çocuk şöyle bir ikilemle karşı karşıya kalıyor. İhbar ettiği anda, ihbar etmiş olduğu yetişkin eve döndüğünde aynı evde yaşamaya devam edecek, anında müdahale edilemiyor çünkü. Yani, diyelim ki babası tarafından tacize uğramış çocuk. Bize geldiği zaman yaşadığı en büyük problem ve sorduğu en büyük soru peki ben bunu size bildirirsem ve sizde bunu bugün gidip adliyeye ya da polise bildirirseniz ya da ben polise bildirirsem bu gece ben nereye gideceğim, babam nereye gidecek? Bunun cevabını vermemize şu anda imkân yok. Bu sistem hemen başlamıyor. Babası evde kalırsa çocuğun, çocuk evde kalırsa babasının buradan uzaklaştırılmasına ilişkin prosedürün hemen işlemesi lâzım. Bu sempozyum sırasında zaten Avusturya modeli olarak sunulmuş; bildirildiği anda polis müdahale ediyor. Halbuki, bizde ailenin korunmasına dair kanun çerçevesinde şiddet uygulayanın uzaklaştırılması bile ancak mahkeme kararından sonra, bunun gerçekleşmesine imkân yok. Hadi diyelim ki, eylem ciddî ve tutuklama kararı alınabildi veya eylem ciddî, biraz önce söylendiği gibi sosyal hizmetlerin hemen müdahalesi sağlandı. Bu sefer soruşturma sürecindeki problem başlıyor ve çocuk en başından itibaren bazen bu bir rehber, sınıf öğretmeninden başlıyor, hâkimin önüne gelinceye kadar en az 7-8 kişiye olayı anlatmak zorunda kalıyor tekrar tekrar. Bunu önleyecek bir mekanizma şu anda, yok. Bir kerede çocuktan bilgiyi alacak ve sonra süreci artık onun üzerinden işletecek bir mekanizma yok ve bu mekanizmanın kendisi hem çocuğa zarar veriyor, bu sürece dahil olan çocuk artık onu çok fazla yaşıyor hem de adli sürece zarar veriyor; çünkü, bu arada delil kayboluyor, artık olay biraz daha kurgusal bir hal alıyor.

Delillerin toplanması bakımından yaşanılan bir başka problem özellikle cinsel suç mağduru çocuklar için yine CMK’la birlikte karşımıza çıktı. Hâkim kararıyla zorla muayene denilen bir şey var. Şimdi, çocuk cinsel suça maruz kalmış ve muayene olmak istemiyor; bu olabilecek bir şey, çünkü, yaşadığı şey çok travmatik, belki bir hazırlık sürecine ihtiyaç var. Her durumda da muayene olması gerekmiyor. … Şimdi, bu çocukların önemli kaygılarından bir tanesi şu, özellikle aile içinde olduğu zaman şiddet ailenin dağılması korkusu ve bu nedenle zaten kadınlar mesela aile içi şiddette, ensestte anneler çocukların bu konuda sessiz kalmasını isteyebiliyorlar, bu konuda baskı yapabiliyorlar; çünkü, ailenin dağılmasından korkuyorlar. Bizim sistemimiz buna bir alternatif sunmuyor…

 Burada faile tedavi olma ve aileye de yeniden aile bütünlüğünü kurma imkânı vermek lâzım. Şimdi, bizim Ceza Kanunumuzda bu aile bütünlüğüne karşı suçlar, cinsel suçlar düzenlenirken önerildi, fakat bu kabul görmedi. Sadece ceza hukukunda, sadece cezanın müeyyide olarak kullanılması bu tür suçlarla, bu tür sosyal risklerle mücadele etmeye elverişli değil. Cezaevine koydunuz adamı çocuğunu dövdüğü için yada tecavüzde bulunduğu için. Çıkınca ne olacak? Aynı noktada herhangi bir şey değişmiş olmuyor onun yaşamı bakımından; çünkü, şiddet gibi şeyler güdüsel şeyler. Cezaevine konmakla değişmiyor ve bu tehdit aslında olayın ortaya çıkması bakımından da güçlükler yaratıyor. Eğer bizim elimizde ceza hukukunda bir değişiklik yaparak böyle bir araç bulunsa, bu tür suçların faillerine tedavi olma veya rehberlik almak suretiyle aile için risk oluşturmayı ortadan kaldırma imkânım olsa o zaman mağdurlar da bunları ortaya çıkarma konusunda daha fazla istekli hale gelebilirler. Bu nedenle de bütün bu sürecin, yapılanmasının yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz biz uygulamada elde ettiğimiz pratikle. Birincisi, mağdurların mutlaka hemen harekete geçirebilecekleri bir mekanizmanın olması lâzım. Bunun içerisinde sosyal hizmetlerin ve çocuk polisinin ve hukukî yardım hizmetlerinin beraber sunuluyor olması lâzım. Yani, telefonu açan kişi bu hizmeti hemen verebilecek durumda olması gerekiyor. Böyle bir telefon hattıyla bir organize olmuş bir yapıya ihtiyaç var. Ama, telefon hattı da yetmez. Çünkü, her çocuk hemen ihbar edecek duruma gelemez. Onun için de tanıyıcı yetişkine ihtiyaç var. O bakımdan da bu merkezlerin mutlaka yerel bazı insanlarla ilişkisinin olması lâzım. Bunlar şunlar: Mesela, her okulda bir öğretmen –İngiliz modelinde var bu- çocuk istismar ve ihmalinden sorunlu kişi olarak çalışıyor. Her hastanede bir doktor bundan sorumlu kişi olarak çalışıyor. Böyle bir yapı aslında yeni bir teşkilat filan kurmayı da gerektirmediği için çabuk gerçekleşecek bir şey. Bu kişi o çocuk koruma merkeziyle bağlantılı çalışıyor ve daha kadın hamile olup hastaneye muayeneye geldiği zaman kadın işsizse, kocası alkolikse, yani, risk varsa daha o aşamada müdahale ediyor, diyor ki, siz o zaman alkol tedavisine gideceksiniz, siz aile danışmanlığı alacaksınız...Bu aşamada daha ortaya çıkmadan bu riski taşıyan aile eğer danışmanlığa yönlendirilirse risk ortaya çıkmadan engelleme fırsatı bulacağız. Bizim elimizde bu mekanizma yok ve bu mekanizma para harcamayı da gerektirmiyor, aslında mevcut içerisinde bir yapılanmayı gerektiriyor.

…Çocuk koruma odaklı bir veri toplama sisteminin oluşmasına ihtiyaç var. Bunda da mesela örnek alınabilecek bir yapı olarak bizim araştırmalarımızda gördüğümüz Fransız modeli var. DİE benzeri bir enstitü idarî yapımıza benzediği için kullanılabilir bir model. Çocuk odaklı bir veri toplama sistemi ayrıca… Zaten veri toplanıyor; ama, bunun içinde çocuklarla ilgili veriler çocuk odaklı bir yapıyla toplanıyor, öyle bir formları var. Bu veri toplama sistemi olmadan da etkili bir hizmeti üretmeye çok fazla imkân yok; yani, özellikle riskin doğmasından sonrasında; çünkü, hazır olması lâzım o yerin. O tür riskler ortaya çıktığı zaman müdahale etmek için, kaç tane elemana ihtiyaç var.

Bir diğer konu okullarda ve diğer kurumlarda fiziksel cezanın engellenmesi için önlemlerin alınması.

Bir diğer önemli konu biraz önce sözünü ettiğim soruşturmada yaşanan ikincil mağduriyetlerin önlenmesi; yani, CMK’da çocukların özellikle cinsel suç mağduru oldukları durumlarda ve bütün suç mağduru oldukları durumlara ilişkin çocuklara özel bir soruşturma modelinin geliştirilmesine ihtiyaç var. Bunun başlangıcı yapıldı; ama, yeterli değil. Şu anda öngörülmüş olan mekanizmalar onların defalarca olayı anlatmalarından doğacak zararları, zorunlu muayeneyle doğacak ikincil mağduriyetleri önlemeye elverişli değil. O yüzden usulün mutlaka değiştirilmesi gerekiyor. Çocuklar bundan korktukları için de yolu kullanmayabiliyorlar bilgilendikleri zaman.

Bir diğer problem bu noktada basının konuya yaklaşımı… çıkan olayların tamamında olayın basına yansıyış biçimi de ayrıca bir istismar konusu haline gelmiş durumda. Yani, çocuk müdürü tarafından tacize uğramış, müdürün kim olduğu belli, yüzü sadece gözleri kaldırılmış; ama, bütün suratı belli ve okulu hangi okulu olduğu belli. ..Dolayısıyla, bu şekliyle bizim çocukları korumamıza imkân yok. Bunlar hem bireysel olarak bu çocuğu yeni tacizlere açık hale getiriyor hem de diğer çocuklara tabiî bu süreçler konusunda korkutuyor. O yüzden mutlaka özel hayata saygı konusunda gereğinin yapılması lâzım. Bunun için aslında yasalar –cezalar yeterli mi yetersiz mi tartışılır; ama, ben kişisel olarak cezanın ağırlığının, hafifliğinin caydırıcılık üzerindeki etkisinin çok daha hafif, az bir şey olduğunu düşünüyorum. Ceza üzerinden çözmeye çalışmanın çok elverişli bir araç olmadığını  düşünüyorum. Daha çok aslında yasaların işletilmesine bakmak lâzım. Mesela, bu olaylarda, basında çıkan olaylar bunlarla ilgili hiçbir soruşturma açılmıyor. Ne kadar ceza verildiğinin önemi yok. Soruşturma açılması bile önemli. Çünkü, bir hak ihlali, yasak ihlal ediyor;  çünkü, Basın Kanunu yasaklamış bu yayınların yapılmasını. Bunun üzerine gitmek gerekir diye düşünüyorum.

Bu töre cinayetleri konusunda gene usulden kaynaklanan problemlere kısaca değinmek istiyorum. Şimdi, şöyle bir açmaz içerisindeymişiz gibi değerlendiriliyor. Çocuklar töre cinayetlerinde hem fail hem mağdur olarak karşımıza çıkıyorlar. Fail olarak karşımıza çıkma riski nedeniyle de deniyor ki, eğer ceza hukukunun etkili bir müdahalesi ve müeyyidesi olmaz ise bu çocuklar daha fazla töre cinayetlerinde kullanılacaklar. Bu aslında çocukların genel olarak kanunla ihtilaf haline düştükleri durumlara ilişkin bütün haklarıyla ilgili her tartışmada önlerini kesen bir konu. Hemen bu getirilip söyleniyor. Her şey konuşulurken bu söyleniyor. Ama, hepsinden bağımsız bu açıdan baktığımızda şimdi diyelim ki, adam öldürme suçu işlemiş çocuğa daha fazla verilecek. Ne kadar fazla verebiliriz? Her durumda yetişkinden az vereceğimize göre, bu çocuklar her zaman bu suçu işleme riski altındalar demektir. ”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Av. Şenal Sarıhan (Cumhuriyet Kadınları Derneği Gn. Başkanı)

 “ töre ve namus cinayetleri diye bir ayrımın doğru bir ayrım olmadığı inancındayım.. Töre ve namus kavramlarının özünde genel başlığın, üst başlığının namus cinayetleri olduğuna inanıyorum. Çünkü, töre cinayeti diye tanımlanan ve bir sosyolojik olgu olarak ifade edilen, daha çok ülkemizin kırsal alanındaki namus gerekçesiyle işlenmiş cinayetleri konu alan öldürümlerin de kentlerde -kent demek belki yanlış, kent, kasaba, yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın bulundukları bölgelerde- işlenen cinayetlerin de bu tarzdaki ana başlığının namus olduğu görüşündeyim. Hangi nedenle namus adı altında konulmasının doğru olduğu yolundaki düşüncemi de ifade etmeye çalışacağım. Burada bulunan bazı arkadaşlarımızın bildikleri gibi, özellikle TCK çalışması süresince kadınların birinci talebi, namus cinayetlerinin “nitelikli adam öldürme” başlığı altında yer alması ve ağır bir yaptırıma bağlanması idi. Buradaki ağır yaptırım, kadınların kendilerine yönelik bir suçta daha fazla ceza istemeleri, bir öç alma mantığının değil, aksine, caydırıcılığı artırmak ve bu suçu ortadan kaldırma isteklerinin bir yansımasıdır…

…bugün hâlâ elimizde bulunan Türk Ceza Yasası “nitelikli adam öldürme” başlığı altında sadece töre cinayetlerini ağırlaştırıcı eylemler olarak kabul etmiş görünüyor. Fakat, ciddî bir de çelişki var Türk Ceza Yasasının içinde. “Haksız tahrik” isimli bölümün başlığını dikkatle okuduğumuzda - “namus-töre” kavramı geçiyor. Bu, yasa koyucunun namus ve töre kavramını özünde birlikte algıladığının da bir yansımasıdır. Bu sebeple, biz avukatlar olarak bu yasanın uygulanmasında böyle bir noktadan hareket edeceğiz. Böyle bir kararlılığımız var. Yani, her ne kadar “nitelikli adam öldürme” başlığı altında “töre cinayeti” diyorsa da, haksız tahrikle ilgili düzenlemede, yani, yasanın geneli içinde namus cinayeti ya da töre cinayeti eşittir gibi bir kavramla kabul edilmiş olması karşısında bu istemleri sürdürmeye ve yerleştirmeye çalışacağız. Ama, tabiî ki bu yan bir çalışma. Bu sebeple, henüz çok taze olan ve bence çok kıymetli olan… Çünkü, Türk Ceza Yasasında gerçekten kadınlar lehine çok önemli kazanımlar oldu.

Namus cinayeti ya da töre cinayeti diye ifade ettiğimiz cinayet, bence, kadına yönelik şiddetin doruk noktasıdır. Çünkü, doğrudan doğruya yaşam hakkının ihlali niteliği taşımaktadır.

İkinci sırada, şiddetin önlenmesi konusunda Türk Ceza Yasamızda belki bizim de sorumluluğumuz altında -yani, kadın hareketini ifade ederek söylüyorum ve kadın hukukçuları ifade ederek söylüyorum- üzerinde durmadığımız bir nokta, aile içi şiddetin özünde işkence ya da eziyet olarak gündelik yaşam içinde yansıdığı ve bu işkence ya da eziyetin Türk Ceza Yasasındaki kavramlara atıfla söylüyorum, benim kendi değerlendirmem bunların tümünün işkence niteliği taşıdığı noktasındadır. Bu konudaki yasal düzenlemelere yeterli müdahalede bulunamadığımız ve bu müdahalelerin eksik kaldığı noktasıdır. Nedir  bu; örneğin, işkenceyle ilgili madde 94, madde 96 ve 97. Birincisi işkence, ikincisi neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence, üçüncüsü de eziyet.

… 94 ve 97 inci maddelerimiz arasında TCK 94 ve 96 ncı maddeler arasında önemli bir çelişki vardır; çünkü, eziyet başlığı altında yer alan 96 ncı madde aynen şunları söylüyor: Sistemli, sürekli, insan onuruyla bağdaşmayan bedensel ve ruhsal yaralama, eziyet diye ifade ediliyor. Aynı tanım yukarıda işkence başlıklı 94 üncü maddede de açıkça yer alıyor.

Bu tanımın aile içi ve aile bireyleri karşısındaki neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış 96’da böyle bir tanımlama var; ama, bu tanımlama aile içi şiddeti ya da bireyler arasındaki şiddeti ifade etmediği için kamu görevlileriyle sınırlı koyduğu için herhangi bir çözüm getirmemiş oluyor. Bu konuda net ve somut yeni bir düzenlemeye gereksinim olduğu inancındayım.

Bunun dışında 84 üncü madde, intihar başlığını taşıyan maddede yine  ciddî bir problem var. Hepimiz daha önce örneklerini dinlediniz, onun için  bunları yinelemek istemiyorum; ama, başka bir öldürüm yolu  da bir cinayet değil; ama, ne; bireyin kendi yaşamına kendisinin son vermesi; yani, intihar diye ifade ettiğimiz, anımsayacaksınız Siirt ve Urfa bölgesinde çok yaygın intiharlara rastlandı. Aramalar sonucu bunların özellikle cinsel saldırıya dayalı intiharlar olmadığı ifade edildi. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum.

… 84 üncü maddeye mutlaka namus koruma ya da kadına yönelik ayırımcılık ve şiddet sonucu intihara sürüklenmiş olmasıyla ilgili ağırlaştırıcı bir maddeyi koymamız gerektiği inancındayım.

…Sorunlu diye gördüğüm maddelerden bir diğeri Türk Ceza Yasamızdaki yeni düzenlemede çocuk düşürtmeyle ilgili maddeye de bir özel ek gelmesi gerektiği inancındayım; çünkü, çocuk düşürtme fiilleri çoğu zaman genel olarak gayrimeşru bir ilişki sonucu elde edildiği iddia edilen çocukların aldırılması, düşürtülmesi konusunda çok yaygın bir uygulama vardır ve bu uygulamaların sonucunda esas olarak da olaylar ölümle de sonuçlanmaktadır; yani, sadece çocuk düşmez, çocuk kaybolmaz, kötü müdahaleler, tıp dışı müdahaleler olduğu için annenin yaşamını kaybetmesi gibi bir durum da  söz konusudur. Özellikle namus temizleme gerekçesiyle çocuk aldırma fiilleri konusunda da ağırlaştırıcı bir düzenlemenin olmasının bir önleyici nitelik taşıyacağı inancındayım.

Diğer bir nokta, Türk Ceza Yasasında önemli  problem, 232 nci madde de var. Bu kötü muamele başlıklı madde, kötü muamele 4320 sayılı Yasayla biraz eşdeşlik ifade ediyor; fakat, tam anlamıyla  kötü muameleden kastın ne olduğu konusunda gerekçede iyi bir tanımlamanın olmadığı, yeterli bir tanımlamanın olmadığı ve gerekçenin kötü muameleyi karşılamadığı inancındayım.

…Başka bir sorunlu maddenin ayırımcılıkla ilgili maddesi: ayırımcılıkla ilgili madde gerçekten kadını sadece iş yaşamı önünde ve alışverişte ayırımcılıktan koruyacak nitelik gösteriyor. Eğer bu konudaki ayırımcılığı iyi tanımlamaz ve bütün bireyler arasındaki ayırımcılığın yasada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde tanımlandığı biçimde ifade edilmesi konusunda yasamıza bir değerlendirme getirmezsek; kadına sıra vermedi, işte, ekmek alıyordu, erkek öne geçti; bu bir ayırımcılık suçu olabilecek ya da işte sen kadınsın sırada  bekleyebilirsin; ama, erkeğin acele işi var. Bu bir ayırımcılık olabilecek.

Ayrıca, genital muayene konusundaki düzenleme kesinlikle cinsel suçların araştırılmasına katkı sunacak bir düzenleme değildir.

Çocukların veya kadınların bu genital muayene sebebiyle yeni bir travmayla karşılaşmamaları için genital muayenede aydınlatılmış onamın aranması gerektiği, hiç olmazsa bu biçimiyle yasal düzenlemenin yapılması gerektiği yolundaki önerimiz ne yazık ki, aydınlatılmış onamdan uzaklaşarak kabul edilmiş oldu. Bu haliyle bir  travma yaratmış olması; ikincisi de, gerçekten kanıtlara bu yolla ulaşmanın tek yol olmadığı gerçeği nedeniyle terk edilmek zorundadır inancındayız.”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

7- 07.12.2005 tarihli toplantı

Zahit Akman (RTÜK Başkanı)

Töre ve namus cinayetleri, gerek ülkemizde gerekse dünyada, kadına karşı uygulanan şiddetin en uç noktasıdır. Töre ve namus cinayetleri, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesiyle, Kadına Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine de aykırıdır.

Töre ve namus cinayetlerini önleme konusunda atılacak en etkili adımlar, eğitim düzeyini yükseltmek ve toplumda şiddetle mücadele etme bilincini yaygınlaştırmaktır. Bu bakımdan, genel olarak, nerede uygulanırsa uygulansın, hangi kesime -kadın, çocuk, genç, yaşlı, erkek- yönelik olursa olsun, tüm şiddet türlerine -sözel, duygusal, fiziksel- geniş kapsamlı bir karşı kampanya yürütülmesinin etkili olacağı düşünülmektedir.

Değerli üyeler, toplumun şiddete duyarlılığının artırılması ve şiddetle mücadele bilincinin yaygınlaştırılması bağlamında en önemli kitle iletişim aracının televizyon olduğu bir gerçektir. Televizyon, değişik yaş, meslek ve cinsiyet gruplarında, zevkleri ve sosyal konumları birbirinden büyük farklılıklar gösteren, her kesimden izleyiciye yönelik programlar sunan, kolay ulaşılabilirliği ve mesajlarının kolay anlaşılabilirliği nedeniyle etki itibariyle en güçlü kitle iletişim araçlarıdır.

Programlarda şiddetin bir davranış biçimi olarak genel kabul görmesini sağlayacak motiflerden kaçınılması, yayın kuruluşlarının da en önemli uyması gereken sorumluluklarından biridir.

Ancak, yaşamın bir aynası olan televizyonu, sadece yasal yaptırımlarla tamamen şiddetten arındırmak neredeyse imkânsız olduğundan, burada, bireysel ve toplumsal sorumluluklardan söz etmek kaçınılmaz olmaktadır. Sorun, yasal düzenlemelerin yanı sıra, her kesimin, kurumun ve sektörün konu hakkında duyarlılık göstermesini ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesini gerektirmektedir.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, yasal düzenlemelerin uygulamalarla desteklenmesinin, kamu yönetiminin, sektör temsilcilerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve bireylerin işbirliği içinde çalışmalarıyla mümkün olabileceği ve şiddete karşı toplumsal duyarlılığın geliştirilmesi için de öncelikle eğitim olanaklarının artırılması gerektiği inancındadır. Aynı zamanda, kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanlığımız koordinatörlüğünde kurulan Şiddeti Önleme Platformunun da üyesi olan Üst Kurulumuz, konuya dikkat çekilmesine ve medya çalışanlarında şiddete karşı duyarlılığın artırılmasına yönelik bir ilk adım olarak, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü ve 25 Kasım Kadına Karşı Şiddete Uluslararası Mücadele Günü münasebetiyle geçtiğimiz yıllarda duyurular yayınlamıştır.

Bu duyurularda, şiddetin yaygın bir problem olarak yaşamın her alanında karşımıza çıktığı, dolayısıyla, televizyonun da konusu olduğu vurgulanmış, gerçek hayattan medyaya yansıyan ve her gün dozajı artan şiddet öykülerinin şiddeti meşrulaştırdığı ve izleyicilerin duyarsızlaştırıldığı belirtilmiştir. Ülkemizde, özellikle çocuk izleyicilerin televizyon izleme sürelerine atıf yapılarak, her türlü şiddet ve özellikle aile içi şiddeti konu alan haber ve görüntülerin hak ettiği duyarlılıkla verilmesi, sağlıklı analizlerin yapılmasına özen gösterilmesi istenmiştir. Bu tür haberleri onaylayıcı, meşrulaştırıcı, hoşgörülü her türlü tanım ve yaklaşımdan kaçınarak, şiddetin bireysel ve toplumsal hayatımızda yaratacağı tahribatın her fırsatta gözler önüne serilmesinin önemi vurgulanmıştır.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, şiddet içeren yayınlarla mücadele aşamasında, yayın kuruluşlarının yöneticilerinin şiddete duyarlılıklarının artırılmasının yanı sıra, televizyon izleyicilerinin de şiddete duyarlılıklarının artırılmasına yönelik olarak Şiddeti Önleme Platformuna, okullarda medya okur-yazarlığı eğitimi verilmesi önerisini sunmuştur. Bu önerinin hayata geçmesi halinde, şiddet içerikli yayınlar karşısında dezavantajlı konumda olan çocuklara ve gençlere gerekli bilgilerin verilmesi, program seçiciliklerinin artırılması ve zararlı yayın içeriğinden en üst düzeyde korunmalarının sağlanması hedeflenmektedir.

Bu konuda bir başka çalışmamız da, akıllı işaretler isimli koruyucu sembol sistemidir. Çocukların ve gençlerin zararlı yayınlardan korunmalarına, televizyon programları arasında bilinçli seçimler yapmalarına, anne babaların kitle iletişim araçlarının zararlı içeriklerden küçükleri koruma çabalarını desteklenmelerine yönelik olarak geliştirilen akıllı işaretler, koruyucu sembol sistemiyle ilgili çalışmalar son aşamaya gelmiştir.

3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin (b) bendiyle, toplumu şiddete, teröre, etnik ayırımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi, (s) bendiyle program hizmetlerinin bütün unsurlarının, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması, (u) bendiyle kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayırımcılığın teşvik edilmemesi ve (v) bendiyle de yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması öngörülmektedir.

Ayrıca, söz konusu yasaya dayanılarak çıkarılmış olan Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelikte de yayınların şiddet içermeyeceğine ilişkin açık hükümler bulunmaktadır. Yönetmeliğin 5 inci maddesinin (s) bendiyle, “program hizmetlerinin bütün unsurları, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olmalıdır. İnsanların ölüm anları ve benzeri durumlar, duygu sömürüsüne yol açacak şekilde verilmemelidir. Yayınlarda sebepsiz korkular ve çelişkili duygular yaratacak, kaderciliğe veya intihara yönlendirecek unsurlara yer verilmemelidir” hükmü, (t) bendiyle “cinsel duyguları sömürmeye yönelik, bireyleri cinsel meta olarak gösteren, insan bedenini cinsel tahrik unsuruna indirgeyen, toplumsal yaşam alanı içinde sergilenemeyecek mahrem söz ve davranışlar içeren yayınlar yapılmamalıdır” hükmü, (u) bendiyle “kadınlara, güçsüzlere ve çocuklara karşı her türlü ayırımcılık, fiziksel ve psikolojik şiddet teşvik edilmemelidir. Aile içi şiddet, dayak, cinsel taciz, tecavüz gibi konuları meşrulaştırıcı, hafifletici ve kışkırtıcı, toplumsal hayatta ve aile içinde bireyler arasında eşitsizliği onaylayan, kadının rıza, onay ve teslimiyet hakkı ve isteklerini yok sayan yayın yapılmamalıdır. Çocukların fiziksel ve duygusal veya cinsel istismarı ya da çocuk emeğinin sömürüsü özendirilmemelidir. Yayınlarda insanların bedensel ve zihinsel engelleriyle ilgili duyarlılıkları dikkate alınmalı, engelli izleyicilerin yayınları izlemelerini sağlamak amacıyla işaret dili, altyazı ve gerekli düzenlemelerin yapılmasına özen gösterilmelidir. Hayvanlara karşı şiddet içeren görüntüler hiçbir şekilde yayınlanmamalıdır” hükmü yer almaktadır.

Yayın ilkelerinin ihlali halinde, ihlal yapan kuruluşa, 3984 sayılı Yasanın 33 üncü maddesi gereğince, Üst Kurulca uyarı, özür dileme, program durdurma ve para cezası müeyyideleri uygulanmaktadır. Sözü edilen yayın ilkelerinin ihlal edilmesi nedeniyle, yayın kuruluşlarına müeyyide uygulanmasına yönelik çok sayıda Üst Kurul kararı alınmaktadır. Bu bağlamda, 3984 sayılı Yasamızın 4 üncü maddesinin s, u ve z bentleri kapsamında 131 müeyyide kararı alınmıştır. Bunların büyük bir kısmı uygulanmış, bir kısmı da idarî yargı aşamasındadır.

Bilindiği gibi, 3984 sayılı Yasanın 33 üncü maddesine göre, yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum, kuruluşlarına Üst Kurulca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlâkî gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilini güzel kullanma ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır. Söz konusu kanun hükmü kapsamında, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü imkânları dahilinde hazırlattırılabilecek eğitim amaçlı belgesel ve drama programlarının, yayını durdurulan programların yerine televizyonlarda yayınlanması mümkündür.

Bunun dışında, eğitim ve kültür programları kapsamında da bu tür eğitici programların, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun da onayı alındıktan sonra televizyonlarda yayınlanmalarının sağlanması söz konusu olabilecektir...”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Kürşat Özkök (TRT Televizyon Dairesi Başkan Yardımcısı)

“…Yayınların kirliliğinin temel nedeni,  reyting oranlarının doğru yansıtılmaması.

Reyting oranlarının yansıtılmasına gelindiğinde, Türkiye’de 18 188 132 hanelik Türkiye’nin sadece 2 bin hanesinde yapılan ölçümlemeler reytingleri Türkiye’nin önüne koymakta, yani, Türkiye’nin bir gerçeği gibi ya da Türkiye’nin tamamının seyircinin ölçümlenmesi gibi ifade edilmekte.

Radyo Televizyon Üst Kurulu eğer reyting ölçümlemelerini kendileri üstlenmezlerse, bugünkü problemlerin hiçbir tanesinin çözümlenmeyeceğini ben ifade etmek istiyorum.

Reyting araştırmaları özel bir kuruluş tarafından yapılıp ilan edilmesi ve reklam dağılımının neticesi Türkiye’yi bir kaosa doğru götürmekte. Sadece ve sadece kadına yönelik şiddet değil, ailelerin bireysel yapılanmalarını bozmaya yönelik  çalışmaları da siz bunların içerisinde görebilirsiniz. Nedeni de şu: Bütün programcılar, televizyon ya da radyo programı üretenler böyle bir yarışın içerisindeler. AGB denilen yurtdışı kaynaklı bir kuruluşun 2 000 denekli bir ölçümlemesi. Türkiye 18 188 132 haneden oluşmakta. Bunlar ise 2 000 deneyin neticesini bir Türkiye gerçeğiymiş gibi ortaya koymaktadırlar.

Peki, bu ölçümlemeler yapılmamalı mı; hayır, bu ölçümlemeler yapılmalı; ama, bu ölçümlemeler bana göre RTÜK’ün bağımsız bir üniversite denetimi tarafından denetlenerek yapılması neticesinde ortaya çıkabilecek neticeleri elbette TRT’nin bir ferdi olarak biz de kabul edebiliriz; ama, kişi başına  düşen millî gelirin en yüksek olduğu illeri baz alarak, tüketimin körüklenmesine endekslenecek reklam tiplemeleri seçilerek yapılmış olan yayınlar hem Türk aile yapısını hem örf ananelerini her gün çok daha fazla dejenere etmektedirler…”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Halis Gökgöz (Kanal 7 Ankara Haber Müdürü)

“…Biz özel kanallar olarak reytinge önem veriyoruz, bunu yadsımamamız gerekiyor. İzlenir programlar yapmak istiyoruz; ama, TRT temsilcisinin söylediği gibi işte kadına yönelik bir  saldırı, aile yapısına yönelik saldırıdan da tam anlamıyla bahsetmenin doğru olmadığını düşünüyorum ben.

Reyting kaygısıyla, reytingle birlikte, yani, izlenir programla birlikte… Ben Kanal 7’nin aslında reyting ile izlenir programı birleştiren bir kanal olduğunu düşünüyorum; yani, özel kanallar içinde şu anda en rahat konumda olan ve şu ana kadar RTÜK’ten bu konuda en az cezayı alan, kadın programları konusunda hatta hiç ceza almayan bir kanal temsilcisi olarak karşınızda duruyorum.

Zaten Kanal 7’nin kurumsal değerleri arasında ilk planda toplumsal sorumluluk var ve toplumsal sorumluluğun da sonuna kadar yerine getirilmesi var. Ancak ben şunu söylemek istiyorum; yani, yeterli mi kanal 7’nin yaptıkları; çok yeterli olduğunu elbette ki  düşünmüyorum; yani, burada az önce kadına yönelik eğitim programlarından, çocuğa yönelik eğitim programlarından bahsedelim. Aslında bunlar tabiî ayrıştırılabilir, televizyonculuğun temelinde bu var; ama, aslında bütün aileye yönelik eğitimin ön plana çıkması gerekiyor. Ben buradan hareketle şunu söylemek istiyorum, biz programlarımızı yaparken bir oto kontrol sistemi uyguluyoruz. Öncelikle proje aşamasında bütün programlar sonuna kadar denetleniyor; yani, proje onaylanmadan önce zaten belli bir süzgeçten geçiyor...”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Banu Kılınç (TGRT Program Müdürü)

 “…TGRT, kadınlara yönelik yayınlar konusunda en uzun süreli yayını yapan kanaldır diye düşünüyorum. Dört yıldır biz kadınlarla ilgili programlar yapıyoruz. Kimi zaman eleştirildik, kimi zaman haklı bulunduk. Özellikle “kadının sesi” formatının başladığı kanaldır TGRT...” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Mehmet Akarca (Kanal D-Ankara Temsilcisi)

“…Şimdi, siz toplumun çok önde gelen yaralarından bir tanesine parmak basmış durumdasınız. İşte düğünlerde silâh atmaktan tutun, ne derece kötü olduğunu günümüzde daha bir görmeye başladık, bu töre ve namus saikiyle işlenen cinayetler de bunlar gibi, yıllardan beri Türkiye’nin kanayan yaraları. Çok uzun yıllardır bunlara el atılmamış, kimse “bunları nasıl düzeltebiliriz” gibi bir gayretin içine girmemiş.

Töre ve namus uğruna işlenmiş cinayetleri çok ekrana getirdik, çok haberlerini yaptık. Sosyologlar marifetiyle, psikologlar aracılığıyla da bunların tahlillerini yaptık. Topluma yakışmayan davranışlar olduğunu, mutlaka önlenmesi gerektiğini, hatta, bu konuda daha ciddî yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini çok vurguladık ve son değişen Türk Ceza Kanununda buna ilişkin bazı maddelerin değiştiğini sevinçle de gördük.

Yayına çok sık gören kısa kliplerin çok yararlı olduğunu ben gördüm. Birtakım ünlü insanlarımıza, ünlü politikacılarımıza, ünlü devlet adamlarımıza birtakım klipler yaptırılabilir. Bu kliplerin senaryolarını sizler kontrol edip onay verebilirsiniz. Çok da yararlı olur. Daha sonra da bunların çekimi yapılır. Bunların televizyonlarda -RTÜK aracılığıyla özellikle- sık sık tekrarlanması istenebilir ve bunların çok faydalı olduğunu düşündüğümü tekrar ifade etmek istiyorum. Bu bir acil önlem olabilir. Yani, evin içindeki şiddetin ne derece kötü olduğu, töre uğruna işlenen bir cinayetin artık çağımızda zemin bulmaması lâzım geldiği, Avrupa Birliği kapısına gelmiş bir Türkiye’de birçok şeyin değişmesi lâzım geldiği yolunda mesajlar verilebilir. Bunlar yapılabilir.

Birtakım kanallarda eğer bunu teşvik eden, hoş gösteren, makul karşılayan diziler, programlar varsa bunların yapımcılarıyla, televizyon yöneticileriyle tekrar konuşulup, bunları düzeltmesi, toplumu yanlış bir yere sürüklediği yolunda mesajlar vermesi yararlı olabilir...”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Yavuz Oğhan (CNN Türk Haber Müdürü)

“…CNN Türk olarak, haber kanalı olarak bu konularda dizilerdeki şiddet meselesi bizi çok fazla ilgilendirmediği için sadece yapmaya çalıştığımızı, zihniyetimizi, kampanyalarımızı söyleriz diye düşünerek buradayım.

Cidden bu meseleye CNN Türk olarak misyon edinmiş bir kuruluş CNN Türk. Hürriyet ile birlikte ortak bir kampanyası var: Aile İçi Şiddete Son diye. Bu kampanyayı mümkün olduğu kadar haberlerde diline dahi özen göstererek kullanmaya çalışıyoruz. Birkaç örnek de vereceğim size, eğer vakit olursa.

Türk Ceza Yasasının Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi sürecinde başlayan bir hassasiyettir bu. Aslında Gül Dünya Töre’nin öldürülmesinden sonra başlatılan kampanyalar, kadın dernekleriyle ortak hareketler ile gündeme geldi. Türk Ceza Yasasında töre cinayetlerinin ve aile içi şiddetin tam olarak tanımlanması, kadın derneklerinin taleplerinin oraya yansıtılması için bir misyon da edindik. Sanıyorum bir miktar da başarılı oldu.

Yayınlarda neler yapıyoruz; mümkün olduğu kadar haber dilinde insanların normal görmelerinin önüne geçmeye çalışıyoruz, aile içi şiddeti. Klasik bir deyim vardır: Karı-koca arasına girilmez diye; biz, girilebilir noktasında olmaya çalışıyoruz. Ne olursa olsun, o yuva bozulmasın gibi bir anlayış var. Ama bizdeki anlayış biraz farklı: O yuva medeni şartlarda devam etsin biçiminde. Bunun için de, biz haberlerimizde bunlara özen gösteriyoruz.

Töre cinayetleri ayrı, aile içi şiddet ayrı. Belki bizde biraz kadın çalışanın fazlalığından, haber koordinatörümüzün kadın olmasından, kadınların hassasiyeti çünkü bu konularda daha fazla, bu konu önemli hale geldi, onu söyleyebilirim.

Gül Dünya Töre’nin bir belgeseli yayındı. Bizde çok geniş yer alan medya kuruluşlarından birisi, onun da ismi “Hepsi Birer Gül Dünyaydı” Dönemsel olarak hâlâ belgeseller bulup, hazırlatıp, yayınlatmak üzere.

Aile içi şiddet konusunda yapılan açık oturumlar var bizim televizyonumuzda. Herhalde en fazla yer ayrılan konulardan birisidir.

Türkiye nüfus ve sağlık araştırması bir araştırma yapıyor; kadınların yüzde 39’u yemeğin yakılması, eşe karşılık verilmesi, paranın lüzumsuz yere harcanması, çocukların ihmal edilmesi durumlarında kendilerine dayak atılmasını normal karşılıyorlar. Bir de böyle bir ülkede haber yapıyoruz…”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Kerem Kırçuval (Show TV Ankara Temsilcisi)

“…Şimdi, her şeyden önce sadece Show TV değil, TRT dışındaki bütün televizyon yayın kuruluşlarının özel birer ve kâr amaçlı birer şirket olduğunu söyleyerek başlamak isterim.

Herkesin tabiî öncelikle dikkate alacağı kadın programları ya da kadınla ilgili haberler bize beklendiğinden daha fazla etki yaratıyor.

Haber bültenimizde de, kadın, çocuk konuları önemli bir yer tutuyor…Bu tür programların elbette jakoben olmayan; ama, bir düzene kavuşturulmasından yanayım; ama, asla şu şu sınırlar diyerek insanların sesini kesmemeliyiz. Bırakalım insanlar konuşsun, dertlerini anlatsınlar. Biz o dertlerden sonra doğabilecek şiddet olaylarına karşı önlem almayı tartışalım; yani, bir kadın başına gelenleri anlatıyor, sonra bir aile mahkemesi kuruluyor ve kadın öldürülüyor. Buna şöyle bakarsak bence yanılırız: Kadın anlattığı için ya da bu program olduğu için bu kadın öldürüldü; hayır. O olay deşifre olduğu için kadın öldürülüyor…bu programlar sayesinde bu olaylar deşifre oluyor. Keşke olmasaydı, keşke yaşanmasaydı birtakım başka şiddet olayları; ama, bence biz o deşifre olduğu zaman o kadını korumaya almalıydık düzen olarak, devlet olarak, sistem olarak. Bence bu programlara, elbette dediğiniz gibi, birtakım bilimsel, sosyologlar, psikologlar vesaire destekleriyle belli ilkeleri yerleştirmek mümkün, daha da geliştirilmesi mümkün; ama,  o programlar neden oluyor demek bence haksızlık oluyor bu programlara.

Çok okumayan bir toplumuz, eğitimde de üç yıl ortalamamız var ve televizyonlar bu konuda çok önemli bir araç…”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

8- 12.12.2005 tarihli toplantı

Lila Pieters (UNICEF Temsilcisi)

 “Çocuk haklarına dair sözleşmenin kabulünden bu yana, ki, bu sözleşme hem çocuğa ve kadına karşı şiddet konusunda  birçok madde içeriyor ve de bu sözleşmenin kabulünde UNICEF’in büyük bir desteği olmuştur; kabulünden bu yana UNICEF çalışmalarını sürdürüyor; yani, bu demektir ki, en az yirmi senedir bu konuda aktif olarak çalışıyor.

…Kadına ve çocuğa şiddet denilince de zaten kadın dediğimiz zaman genelde 18 yaş altı kadınları da kapsadığı için, bizim de çok kendi ilgi alanımızda ve bu 18 yaş altı kız çocukları da genelde zorla evlendirilmiş çocuklar oluyorlar. Tabiî bu savunu çalışmaları kapsamında birçok araştırma yapılıyor ve bu araştırmalar kadına ve çocuğa yönelik şiddetin çeşitleri üzerinde yoğunlaşıyor. Çeşitlerden en önemlisi aile içi şiddet bir diğeri namus cinayetleri ve bu sadece Türkiye’de bir sorun değil, birçok ülkede namus adına işlenen cinayetler sorun. Özellikle tarım toplumundan endüstri toplumuna geçiş ülkelerinde, bu iki grup arasındaki çatışmaların yoğun olduğu ülkelerde bu ciddî bir sorun.

Bu araştırmaların bir başka gösterdiği şey de bize, aslında, namus adına işlenen cinayetlerin daha çok feodal geçmişi olan toplumlarda olduğu, binlerce yıllık feodal geçmişi olan toplumlarda daha öyle bir arasında bağ görüyoruz ve de aslında, bu cinayetlerin dinle ya da etnik özelliklerle alakası olmadığı, fakat, feodal yapıyla daha çok alakası olduğunu görüyoruz; yani, dinle bir alakası ya da etnik düzenle bir alakası yok.

Bir diğer önemli konu da çocuk evliliği. Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir şey var; erken evlilik demiyorum, çocuk evliliği diyorum; çünkü, bunun altının çizilmesi gerekiyor. Çocuk evliliği derken, 18 yaşın altında ve zorla evlendirilmiş kızlardan bahsediyorum; çünkü, bu birçok ülkede de problem. Her ne kadar mevzuat bunu yasaklasa da  ya da 18 yaşın altında evleniyorsanız eğer çocuğun da görüşünün alınması, 18 yaşın altında evlenecek olan kişinin de görüşünün alınması gerekliliği mevzuat içerisine konulmuşsa da –ki, bu birçok ülkede var- zengin fakir fark etmiyor, birçok ülkede çocuk evliliği hâlâ ve de görüşleri, çocuğun onayı alınmadan yapılan, zorla yapılan çocuk evlilikleri hâlâ bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Bir diğer şiddet türü, tabiî ki, tecavüz ve öncelikle, ben, Türk Hükümetini bu konuda kutlamak istiyorum; çünkü, evlilik içi tecavüz yasada suç olarak kabul edildi Türkiye’de ve bu birçok ülkede, Avrupa’daki ülkeler dahil olmak üzere birçok ülkede bu şekilde mevzuata yansımamıştır. Bu konuda tebriklerimi sunmak istiyorum.

Bir diğer şiddet türü de, tabiî ki, aslında devletlerin uyguladığı şiddet türü çocuğa ve kadına karşı. Devletin kendi elindeki gücünü kullanarak uyguladığı, örneğin, kurumlarda kalan kadınlara ve çocuklara karşı ya da örneğin, tutukevlerinde, hapishanelerde kalan, kadın koğuşlarında kalanlara, oradaki üniformalı çalışanların güçlerinden elde ederek yaptıkları -bu fiziksel olabilir, duygusal olabilir ya da cinsel olabilir- şiddet söz konusu.

Aslında, bütün bu şiddetin sebebi, cinsiyetler arasındaki eşitsizlik olarak çıkıyor karşımıza. Bu, ekonomik alanda olabilir, sosyal alanda olabilir ya da politik alanda olabilir. Tüm bu alanlardaki cinsiyetler arasındaki eşitsizlik bu şiddetin sebebini oluşturuyor.

Örneğin, sosyal alana baktığımız zaman, eğer bir kadın okula gitmiyorsa, bu kadından, biz, birinci olarak haklarını bilmesini, ikinci olarak kendi haklarını ve çocuklarının haklarını nasıl koruyacağını bilmesini nasıl bekleriz eğer okula gitmiyorsa bu kadın?

Bu eğitim konusunda Türkiye’de ciddî bir hareket ve ciddî bir akım var; fakat, çok üzgünüm ki, kızlar okula gidiyorlar, evet, ama, okulda kalmıyorlar. Eğer biz bu şiddetin önüne geçmek istiyorsak, en önemli yapmamız gereken şeylerden bir tanesi, kız çocuklarının özellikle okula sadece gitmelerini değil, okulda kalmalarını ve okulu bitirmelerini sağlamamız; çünkü, Türkiye’de görüyoruz ki, aslında, kız çocuklarının bir kısmı 10 yaş civarında okulu bırakmak zorunda kalıyorlar ve bunun sebeplerini biliyoruz.

Sizlerden en büyük ricam bu aslında; lütfen, bunu da bir rica olarak, bir istek olarak kabul edin. Bu konuda sıfır tolerans göstermemiz gerekiyor eğer Türkiye Anayasasında kadın ve erkek eşit olarak yazılmış ise, hakikaten eşit olabilmelerini sağlamak için kız çocuklarının da okullara gitmelerini ve okullarını bitirmeleri gerekmektedir. Eğer Türkiye bu konuda bir çözüm bulabilirse, diğer bu konuda sorunu olan ülkelerin de önünü açacaktır.

Bir diğer sosyal olguya bakarsak, ülkeler modernleştikçe aileler arasındaki aile sorunları, aile çatışmaları daha fazla görülmeye başlıyor. Özellikle ergen çocuklar ve aileleri arasındaki, anneleri ve babaları arasındaki çatışmalar yoğunlaşıyor. Bu çatışmalar özellikle de eğitimsiz ailelerde görülüyor, eğitimsiz aileler ve onların ergen çocukları arasında görünüyor. Bu çatışmalar sonucunda, babalar dışarı çıkmak isteyen kızlarına eğer karşılarsa, bu şiddeti artırabiliyor.

Bu konuda önemli olan bir başka şeye de buradan yola çıkarak değinmek isterim. Modernizasyon sürecindeki ülkelerde özellikle anne baba eğitimine verilmesi gereken önem. Anne baba eğitim programları hazırlanmalıdır.

Politik düzeyde bakarsak olaya, eğer sizin Parlamentonuzda az sayıda kadın var ise, bu Parlamentonun nasıl kadın dostu mevzuat ve bu konuda kadın dostu politikalar üretebileceğini düşünebilirsiniz ki...

Mevzuat konusuna dönecek olursak,  bu konuda, örneğin, Türkiye’de, sonuçta, yasalar düzeyinde, Anayasa düzeyinde ve Medenî Kanun düzeyinde, kadın ve erkek arasındaki eşitliği ele alırsak eğer, böyle bir eşitlik var, mevzuat olarak bir açık yok; fakat, bu mevzuatın uygulanması ve bir davranış ve tutum değişikliğine yol açması açısından belki bir şeyler daha yapılması gerekiyor. Burada bir kampanya yapılması önemli bir adım olabilir bu konuda ve de bir başka diğer husus da, adalet sisteminde özellikle görevlilerin, kadın ve erkek eşiti bu yasada gördüğümüz kadın erkek eşitliğinin uygulamaya da konulabilmesi konusunda eğitilmeleri ve bilinçlerinin artırılması önemli bir konu.

UNICEF, sadece UNICEF de değil birçok organizasyon, aslında, birçok ülkede bu tür kampanyalar düzenlediler; fakat, görülen o ki, eğer bu kampanyaların lideri, aslında, o ülkenin önde gelen liderleri değilse ve de erkekler bu konuda yeterince işin içine dahil değillerse, pek başarılı olamıyor; yani, bu konuda erkeklerin katkısına, erkeklerin bu işin başında olmasına kesinlikle ihtiyaç var.

Tabiî, en önemli ve de en fazla etkisi olan şiddet türlerinden bir tanesi de aile içi şiddet; çünkü, aile içi şiddet, çocukların en çok zarar gördüğü şiddet türü. Çocukların her türlü olandaki gelişimlerini negatif olarak etkileyen bir faktör ve çocuğa karşı olan şiddet, genelde anne hamileyken başlıyor. Çocuk annenin rahmindeyken daha şiddetle tanışıyor ve bundan sonrasında da şiddete maruz kalıyor.

Yine, araştırmalar gösteriyor ki, aslında, bir çocuğun aile içi şiddetten etkilenmesi için babasının annesine uyguladığı şiddeti her gün görmesine gerek yok. Bunu yılda bir bile görse böyle bir şeyi, bu çocuk bundan etkileniyor; çünkü, bu tür bir şiddet bir kadına uygulanabilecek en aşağılayıcı davranış biçimlerinden bir tanesi. Bu yüzden, eğer çocuk, sıklığı önemli değil, karşısında böyle bir rol modeli görüyorsa, bu onun bütün ondan sonraki hayatını etkileyen bir faktör oluyor.

…Her şeyden önce, çocukların hiçbir zaman, aslında, mahkemeye çıkarılmaması, yani, mahkeme salonuna dahi sokulmamaları gerekiyor. Bu, aile içi şiddetin önlenmesi konusunda en önemli şeylerden bir tanesi; çocukların mahkemede olmamaları gerekiyor. Çocukların hiçbir zaman soruşturmaya maruz kalmamaları gerekiyor. Yani, bir savcıyla, bir hâkimle, bir avukatla, bu tip bir ortamda, öyle bir ortama sokulmamaları gerekiyor ve çocukların yanında güvenebileceği bir kişiyle beraber, bu bir arkadaş olabilir, kardeş olabilir, her kimse, çocukların kendilerini güvende hissedecekleri birisiyle beraber bir konuşma ortamı yaratılmalı ve bu ortamda mutlaka bu konuda eğitilmiş, çocuğa soru sorma konusunda değişik teknikleri bilen bir sosyal hizmet uzmanının eşliğinde yapılmalıdır. Çocuk tecavüze mi uğradı, ensest ilişki mağduru mu oldu? Bu konularda konuşmasını sağlayacak ve bu konuda nasıl soru sorulacağını bilecek bir deneyimli sosyal hizmet uzmanıyla beraber yapılması gerekiyor ve bunu sadece çocuktan bilgiyi toplamak amacıyla sadece bir defaya mahsus olmak üzere yapmak gerekiyor ve bu yapılan görüşmenin de gerekiyorsa video kaydının alınması; fakat, video kaydı alınıyorsa da eğer bunun çocuğun görebileceği bir şekilde değil, çünkü dikkatinin dağılmasına neden olur, göremeyeceği bir şekilde video kaydının alınması ve sadece ve sadece bir kere yapılması gerekiyor. Bu görüşmeyi yapmadan önce de çocuğa bunun çok iyi ona anlatılması gerekiyor ve neden bir kez yapılıyor bu; çünkü, birçok ülkede görüyoruz ki, aslında bu tür durumlarda savcılar çocukların birçok kez ifadesinin alınmasına ve birçok kez mahkemeye çıkarılmasını gerekli görüyorlar karar verebilmek için, halbuki onu siz bir kere yaptığınız zaman ve onu videoya aldığınız zaman bu savcı elinde gerekli kararı verebilmesi için yeterince bilgi sağlayan bir kaynak oluşturuyor. Bu tabiî işin adalet boyutu, adlî boyutu, bir de çoğu zaman da aslında çocuğun tüm bu süreç sonunda evde kalmasını sağlamak gerekiyor; yani, çocuğu evde tutarak, bu işin suçlusunu evden uzaklaştırarak; çünkü, biz çocuğu evden aldığımız zaman böyle bir şeyin sonucunda ve çocuğu bir kuruma yerleştirdiğimiz zaman korumak için de yapıyorsak bunu, çocuk sonuçta kendi hatası olarak böyle bir şey olduğunu düşünecektir ve güvende olmadığı bir ortama gönderiyoruz onu. O yüzden çocuğun evde kalarak, evde psikososyal yardım alarak o güvenli ortamını devam ettirmesi ve bu işi kim yapıyorsa, kim bu konuda suçluysa eğer onun evden uzaklaştırılmasını sağlamak çoğu zaman çok daha faydalı oluyor.

Yine bu aşamada bir sosyal hizmet uzmanının aile içi uzlaşmayı yapıyor olması lâzım; çünkü, örneğin altı çocuklu bir ailede bir çocuk bunu yeterince kendinde cesaret görüp gidip söyleyebiliyorsa babam bize tecavüz ediyor diye, bu çocuğun diğer kardeşler arasındaki durumu da değişecektir. O yüzden bir sosyal hizmet uzmanı eşliğinde bunun  bir aile çözümü olarak sunulması gerekiyor. Bütün kardeşler ve anne, tabiî anne değilse suçlu olan, bu da görülüyor bazı zamanlarda, annenin de suçlu olması olabiliyor; böyle değilse eğer, çocuklar ve anneyle beraber aileye yönelik bir çözüm bulma konusunda uzlaşma yapması gerekiyor sosyal hizmet uzmanının.

Bir unutulmaması gereken şeyde bu konuda suçluya ne yapılacağı. Evet biz onu cezalandırıyoruz, on sene, yirmi sene  her neyse, kadını ya da erkeği hapse gönderiyoruz; fakat, unutulmaması gereken bir şey var ki, cinsel olsun, duygusal olsun her türlü tacizi yapan, şiddeti uygulayan insan aslında hasta bir insandır. Hasta bir insan olduğu için de hapse göndermek, özgürlüğünden mahrum etmek bir çözüm değildir; sadece o yeterli bir çözüm değildir.

Tabiî mutlaka bunun suçlusunun adaletin sağlanması için bir  süre özgürlüğünden mahrum edilmesi ve cezalandırılması gerekiyor; bu ayrı bir konu; ama, bunun yanında psikososyal destek sağlanması ve özellikle de özür dilerim dedirtmek gerekiyor. Çünkü, birçok şiddet vakasında, mahkemelerde ve benzeri yerlerde karşılaştığım durumlarda gördüm ki, aslında kadınlar evet tazminat istiyorlar bu konuda; ama, karşılarına geçip, onlara tecavüz etmiş olsun, nasıl olursa olsun, erkeğin yaptığından dolayı üzgün olduğunu ve bu konuda özür dilemesini de istiyor. Bunu da, aslında yapan insanın bunu yapmasını sağlamak..”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

9. 17.01.2006 tarihli toplantı

Prof. Dr. Serpil Salaçin (9 Eylül Üniver. Tıp Fak. Adlî Tıp Kurumu Başkanı)

Tabiî, Türk Ceza Kanunumuzla da ilgili bazı şeylerden söz etmek istiyorum. TCK’da, herkesin bildiği gibi, suçlar tanımlanmış; hangi hallerde eylemlerin daha ağır suç olarak niteleneceği söylenmiş, failleri işledikleri suça karşı sorumluluklarının ne olduğu ve sorumluluğu azaltan hatta kaldıran haller tanımlanmış, ceza yasasında bunlar var. Cezaların tümünün ağırlıkları tanımlanmış. İşlenen suçların, işleniş biçimlerine göre mağdurda meydana gelen zararların ağırlığına göre ceza ağırlığı belirlenmiş. Bir yerde TCK, çağdaş, evrensel değerlerle suçların tanımlanması, suçlarının unsurlarının tanımlanması, ağırlaştırıcı faktörlerin gözden geçirilmesi, işleniş biçimiyle ilgili hafifletici unsurlar, ceza sorumluluğunu azaltan, kaldıran haller, sonuçlarına göre cezaların artırılması ve cezaların türleriyle ilgili çok çağdaş, evrensel bir sürü boyutu içeren bir yasa ve bunu gerçekten çıkaran Meclise, ben tekrar tekrar, T.C. vatandaşı olarak teşekkür ediyorum, minnet borçluyuz diye düşünüyorum. Yıllarca birçok konuda tartıştığımız konular, istenilen özelliklerle gündeme geldi, kaleme alındı. Ama, eksiklikler yok mu; ne yazık ki, var.

Yeni TCK’nın 82 nci maddesine, bir kelimeyi ekleyebilirdik “töre ve saikıyla” yerine “töre ve namus saikıyla” diyebilirdik. Bir kelimeyi ekleyemedik. Bence, nelere neden olduk? Şöyle yorumluyorum; o bir kelimeyi ekleyemediğimiz için kadının en temel hakkı yaşama hakkının Anayasal güvencesini, yaşamda tehlikeye attık...

Kişilere karşı işlenen suçlarla ilgili devletin değerlerinin öğrenilmesini, çağdışı değerlerden vazgeçilmesini, uzun vadede sağlayacak bir kelimeyi yasaya koyması diye düşünüyorum. Eğer, o kelimeyi koymuş olsaydık, devletin değerleri çok çağdaş ve evrensel, bu yasalara yansıdı, çok güzel; ama, çağdışı değerlerden vazgeçilmesine birazcık da izin verir, o bir kelime nedeniyle öyle oldu diye düşünüyorum.

Tabiî, namus cinayetinde temel kavram ne; cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmış oluyor, bu değerin sürüp gitmesine, namus cinayetinde namusu temizleme değerinin sürüp gitmesine neden olunuyor. Bu değerlere kabul edilebilir gibi bakmak söz konusu olduğunda da değerin pekişmesi, sürüp gitmesine neden oluyoruz diye düşünüyorum.

...genital muayene dediğimiz şey, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tıp doktorlarının kadınların üreme organlarındaki hastalıkları tanımak amacıyla, teşhis koymak amacıyla, tedavi etmek amacıyla yaptıkları bir muayene türü. … Ben, o yasa maddesinin o yönden başlığının değiştirilmesinden yanayım. Başlığında, kişilerin cinsel saldırı ya da cinsel dokunulmazlığa karşı suçların muayenesi için mutlaka böyle bir savcılık ve hâkimlik kararına gereksinim vardır diye yazılmasından yanayım…Tabiî, çocuğa ya da kadına yönelik herhangi bir cinsel dokunulmazlığa karşı, aykırı bir suç işlenip işlenmediğinin araştırılmasında, savcılık, mahkeme, mağduru bize gönderiyor muayeneye. Bu muayenenin hangi koşullara göre yapılabileceği, yine, Ceza Yasasında suçun tanımlanmasında da var. Suçun tanımlanmasında, ilk başta cinsel saldırı tanımlamasında diyor ki, vücuda herhangi bir cisim sokulması. Bu, çok büyük, çağdaş bir değişiklik oldu ceza yasasında, daha önce böyle tanımlamıyordu. Vücuda, cinsel amaçla herhangi bir cisim sokulması; bu, ağza olabilir, vajene olabilir, anüse olabilir, yani, makata olabilir. Herhangi bir yere cinsel amaçla cisim sokulmasını öyle tanımlıyor, cinsel saldırı olarak tanımlıyor;..Bütün bu muayeneleri yapabilmek için, hekimin çok iyi donanımlı bir sağlık kuruluşunda bu muayeneyi yapması gerekiyor; çünkü, yine Türk Ceza Yasamızda, ruhsal yönden nasıl travmaya uğradığı ve o travmaya göre de cezanın artırılacağı söyleniyor. Suçun suçlusunun cezası artırılacak. Dolayısıyla, psikiyatrik muayene de gerekecek. Travmatik bulguların, daha doğrusu, travma demeyim de, darba uğradığı yerlerin muayenesi de olacak. Bu arada, birçok uluslararası muayene protokolleri vardır. Biz hekimlerin tercih ettiği muayene protokolleri, Avrupa standartlarında öne sürülen bir muayene protokolü vardır; hastayı önce alırız, güvenli bir ortam oluştururuz, o güvenli ortamda, yanında yakınları olmaksızın, yanımızda en az bir tane kadın hemşire ya da bir sağlık görevlisi olarak, önce konuşuruz, anamnez dediğimiz, hastanın yakınmaları ve olayın nasıl olduğunun öyküsünü alırız. Zaten, bu konuda, Adalet Bakanlığı da, Sağlık Bakanlığı da, adlî tabiplik hizmetleriyle ilgili çok güzel bir genelge çıkardı, 22 Eylülde yürürlüğe girdi, bunun eğitim çalışmalarını biz sürdürüyoruz hem fakültemizde hem sağlık müdürlüğü birimlerinde. Ufak tefek aksaklıklar yok mu; hepsinde var; ama, bunları dillendirip konuştukça çözümleyebileceğimizi düşünüyorum; çünkü, esaslı, güzel konular, yapılabilecek konular. Bütün bu anamnezden sonra, herhangi bir türlü cinsel saldırıya uğradığı söylenen bir kişinin ağız yıkantı suyundan tutun da, saçının arasına karışmış, bir başka kişiye ait bir saç teli dahi delil olarak kullanılacaktır. O nedenle, rasgele, sıradan bir odada muayenesi yapılamaz. Mesela, şu odada, ben bu özellikteki bir kişinin muayenesini yapamam. Burada jinekolojik muayene masası olsa da yapamam; çünkü, bu örnekleri alacağım özel kaplar olması lâzım. Bu kapların bir kısmı kâğıt zarflardır, bu kapların bir kısmı kendinden fermuarlı naylon torbalardır, bu kapların bir kısmı kapaklı torbalardır; sizler, bunu, mutlaka, yurtdışı eğitimlerinizde de, Türkiye’de de gördünüz. Bunlar özel kitlerdir, çok özel kitlerdir ve bu özel kitler olmazsa, bu delillerin hepsi kaybolur. Hem suçlular haksız yere suçlanabilir hem mağdurun hakları aranamayabilir, böyle bir sorun var. Yoksa, hemen gidip de biz genital muayene yapmıyoruz.

Bir başka şey: Hastayı başladı soymaya; soyarken, üzerindeki her giyside suçlu zanlısı ya da zanlılarına ait tükürük, meni, ter bulaşığı, bunların hepsi yine delil olarak kullanılacak, biz o tekniği kullanıyoruz. Bu teknikleri kullanmak için bunların toplanacağı yerlerin mutlaka bu altyapıyı oluşturacak nitelikte yerler olması gerekir. Bütün bunları yaptıktan sonra, hasta çıplak hale getirildikten sonra, genel olarak vücudunu muayene ediyoruz biz; ama, bu çıplak gözle muayenedir. Çıplak gözle muayene, zor kullanılmış bir kişinin muayenesinin tamamlanması anlamına gelmez. Mutlaka, bu kişilerin, diğer görüntülenme sistemleriyle de incelenmesi lâzım. Bunlar neler; radyografik incelemeler gerekecektir, hatta gerektiğinde MR’lar yapılacaktır, bunların hepsi yapılması gerekecektir. Genital bölge muayenesi sırasında, vücut kıllarının özel muayene türü vardır, özel örnek alma türü vardır. Bütün bunların örneklenme yerleri vardır. Eğer biz bunları yapmazsak, o zaman, çok güzel bir yasayı yaşama geçiremiyor oluruz. Yaşama geçirebilmemiz için de bu yasayı uygulayanların nasıl bir fizik altyapı ve nasıl bir bireysel bilgi birikimi ve beceriyle donatılması gerektiğine de karar vermemiz lâzım... Beden muayenesi yönetmeliğinde, aksayan bir yön var…Beden Muayenesi Yönetmeliğine göre, yeni Ceza Muhakemesi Kanununa göre, hâkimlikten ve savcılıktan karar almadan bu muayeneyi yapmamız mümkün değil, yaptığımız muayenenin elde ettiği bulgularının delil olarak kullanılabilmesi için, 24 saat içinde mahkeme kararı gerekiyor; ama, önce savcının izni gerekiyor; ama, bize doğrudan hasta geliyor, herhangi bir polis teşkilatına veya mahkemeye giderek gelmiyor, yakın bir yerde, anne-baba çocuğu getirmiş, bize geliyor. Şimdi, burada birkaç tane sorun olabilir. Birincisi, çocuğun anlattığı doğru olabilir, kadının anlattığı doğru olabilir; bir başka şey daha var, bunların hiçbirisi doğru olmayabilir; meslek yaşamımda çok görüyorum, toplum bunu reddediyor; ama, Türkiye’de ensest var, ensest olabilir. Böyle bir öyküyle, akut bir durum, çocuğun da yardıma ihtiyacı var, hadi yürü beraber götürelim de demiş olabilirler. Bunların hepsinin ortaya çıkması için savcılığın kararı gerekiyor. İşte, tam da burada, bence, Adalet Bakanlığı hızla işleyen, savcı ile bizim aramızda bir hızlı sistem oluşturması gerekir. Diyor ki, sanığın dış beden muayenesinde diyor, kolluk kuvvetinin diyor, isteği olabilir diyor. Burada da belki telefonla savcının izniyle başlanabilir muayeneye diyecek; çünkü, nasıl bir ciddî sorun var, onu da size söyleyeyim: Çocuk su içerse, çocuk idrar yaparsa, çocuk gaitasını yaparsa bulgularımız kaybolur bizim ve böyle bir travmaya uğramış çocuk, idrar da yapmak isteyecektir, gaita da çıkarmak isteyecektir, hatta yıkanmak isteyecektir, üstündekini başındakini atmak isteyecektir. O zaman bütün deliller kaybolacak. Onun için, bizim mutlaka bunları hemen geldiklerinde başvurulabilecek merkezler oluşturmamız lâzım. Çok güzel hastanelerimiz var, çok ileri teknolojili; o kadar çok şey yapıyoruz ki, oralara aslında belirli başvuru merkezleri yapabilsek çok iyi olacak.” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Prof. Dr. Ufuk Beyazova (Gazi Üniv. Çoc. Has. A. bilim Dalı Sos. Pediyatri Bölümü)

 “Biz, sosyal petiyatri alanında çalışıyoruz. Sosyal pediyatri çok eski olmayan bir dal. Sosyal pediyatrinin içerisinde kişileri bir birey olarak değil, çocukları tek bir tane hasta çocuk olarak değil, içinde yaşadığı toplumla, ailesi, yaşadığı kenti, yaşadığı sosyal grubuyla, bu özelliklerin onun sağlığına yapacağı etkileri birlikte değerlendirilen, hastanenin dışına çıkan, sağlık kurumunun dışına çıkan, evinde de değerlendiren, Türkiye’de tedavisini veya korunmasını yürütmeye çalışan bir birim.

Bu birimin içerisinde bir çok iş yapıyoruz. Çocukların aşıları, sağlamken izlenmeleri, erken tanıları filan gibi; ama, büyük çaplı işlerimizden birisi de, çocuk istismarı ve ihmali. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde çocuk istismarı ve ihmaliyle ilgili değişik uzmanlık dallarından, değişik anabilim dallarından oluşan bir birimimiz var, Adli Tıp Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı, çocuk psikiyatrisi, erişkin psikiyatri bölümlerinin öğretim üyelerinden oluşuyor, bir de, pediyatrik cerrahi, çocuk cerrahisi. Tıp mesleklerinin dışında da, yani, çok ilgili olan mesleklerden sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve avukat arkadaşlarımız var grubumuzun içinde.

Bu grubumuz, yakın zamanda, rektörlüğe bağlı bir merkez olarak da çalışmaya başlayacak. Bu merkezimizin yaptığı işler içerisinde çocuk istismarı ve ihmalinin, sanırım, bu komisyonu ilgilendiren, hani o yaptığımız işlerin ilgilendiren tarafı cinsel istismarlar. Cinsel istismara da uğramış çocukları, biz, 18 yaşına kadar olanları izliyoruz.

Biz bu merkezde ne yapıyoruz, …Acil polikliniğe bir şekilde travmaya uğramış olarak, ailesi tarafından, öğretmeni tarafından, özürlü çocuklar var, yatılı okullardaki çocuklar var, kurumlarda bakılan çocuklar var, ailesinin yanında olanlar var, bir biçimde acil polikliniğe gelen, bir grubumuz öyle. Bir grubumuz psikiyatri kliniğine gelen, doğrudan çocuk psikiyatrisi kliniğine gelen. Bunlar çok gecikmiş cinsel istismarlar genellikle; çünkü, cinsel istismarlarda çok önemli bir faktör, istismara uğradıktan çok sonra birisine geliyor. Bu bir tıp kurumu olabiliyor veya belki polise; ama, aradan zaman geçiyor. O nedenle de, çok fazla işaret yok üzerinde. Aradan çok zaman geçmiş, özellikle yaşı küçük olanlarda, cesaret edip de etrafa bir şey söyleyene kadar epey bir zaman geçiyor. Bu yollarla geliyorlar bize. Okullardan rehber öğretmenlerden vakamız var, epeyce vaka gelen grup onlar. Bu çocuklar getirildikleri zaman, onlarla öykü alıyoruz. Kendileri şikâyetçi oluyorlar, aileleri şikâyetçi oluyor. Ailelerin bizden istedikleri –oradan buradan anlatıyorum ama- genel şey, adliyeye hiç işi bulaştırmamak, mümkünse tedavi ediverip, yollamak, çocuğu hemencecik düzeltmek. Başlıca uğraşlarımız arasında, bu işin adli makamlara mutlaka aktarılması gerektiğine inandırmaya çalışmak var; çünkü, istismarcı… Bizim mağduru düzeltmemizi istiyor aileler; ama, mağdur için gerçekten faydalı tedavi yöntemleri uygulayabilsek bile, istismarcı başka çocuk ve gençleri istismar etmeye devam ediyor. Bu şekilde adli makamlarla dirsek teması, iletişim, bildirimle ilgili çok ciddî sorunlarımız var, bildirimle ilgili epey bir ikilemimiz var. Bildirdiğimiz zaman bazen kaybediyoruz hastayı. Bildirmediğimiz zaman istismarın sürmesine destek olmuş oluyoruz, böyle sıkıntılarımız var.”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Doç. Dr. Figen Şahin

 “Türkiye’de cinsel istismar var, hem de çok var. Bunlar sadece bize gelen çok küçük bir oranı. Hukuk kurumlarına daha az başvuruyorlar; ama, hastanelere de hepsi başvurmuyor aslında. Bir, nereye başvuracaklarını bilmedikleri için, bir de bilseler bile, bu namus konusu bizi de çok zorluyor; çünkü, tuhaf bir namus anlayışımız var bizim. Belki bütün dünyada da böyledir; ama, bizim ülkemiz için özellikle geçerli olduğunu düşünüyorum. Cinsel tacize uğrayan kadının ve çocuğun namusu kirleniyor, yapanın değil. Onun için, eğer duyulursa, çocuğun, gelecekteki, kız çocuğuysa, onun artık ileride evlenmesi mümkün değil, normal bir hayat sürmesi mümkün değil, kadın için, işte, artık ölüme kadar götürülecek yola sapılıyor. Neden tacize uğrayan kişinin namusu kirleniyor, ben bunu hiç anlayamıyorum. Bütün böyle toplum merkezlerindeki halk eğitimlerinde falan da hep bunu vurgulamaya çalışıyorum. Ortada bir namussuzluk, bir suç varsa, bu bunu yapandır, yani, buna uğrayan değildir. Bu kabul gerçekleşmediği sürece, biz, Ufuk Hocamın söylediği şeyin zorluğunu çok yaşıyoruz; ama, size geldik, sakın kimse duymasın. Siz sadece bir bakın. Bir kere bakire mi, kızlık zarına bir bakın. Bakireyse, zaten, sorunun yüzde 90’ı hallolmuş oluyor. Bakire değilse, o zaman biraz daha sorun; ama, bakireyse çocuğun ruh sağlığına bu arada ne olmuş, bu taciz onu nasıl etkilemiş falan, bunların da çok önemi yok. Bazı biraz daha iyi eğitimli aileler, o konuda da yardım istiyorlar, çocuk psikiyatrisine gidiyorlar. Yani, çocuğumuzu siz tedavi edin; ama, bu böyle konu komşuda, okulda falan duyulmasın, şikâyetçi olursak polis gelecek ifade alacak, savcı gelecek, birçok sorun olacak, bizim çocuğumuzun namusu kirlenecek, sakın kimseye söylemeyin. Öyle korkunç bir ikilem ki, yani, bir yandan, hakikaten o hastayı tedavi etmek istiyorsunuz; ama, bir yandan da, yeni Ceza Yasasında hapisle cezalandırılacak şekilde bir bildirim yükümlülüğü var. Bildirmediğimiz takdirde ve bu daha sonra ortaya çıkarsa, biz, hekim olarak 1 yıla kadar hapis cezasıyla yükümlüyüz.

…sistemdeki işleyişteki aksaklıklar daha hiç çözülmüş durumda değil. Ceza yasasında ben de çok olumlu değişiklikler yapılmış olduğunu düşünüyorum. Ama sistemde şöyle şeyler var: Bir çocuk cinsel istismara uğradığı zaman, yaklaşık yüzde 75, yüzde 80’inde fizik muayenesinde hiçbir şey bulamazsınız; çünkü, yani, cinsel istismarın tanımı, illa çocuğun vücuduna bir organ ya da bir şeyin girmesi değildir, bu, vajenine, anüsüne gibi. Zorla olmak zorunda değil, çocuğu kandırarak, oyunmuş gibi göstererek, pornografik materyal de izletirsiniz, çocuğu soyar, elle okşarsınız, çocuğun erişkinin cinsel organını ellemesini istersiniz. Bunların hiçbirinde, zaten, sizin muayeneyle bulabileceğiniz bir bulgu yoktur. Olsa bile bir kısmı da, yine, Ufuk Hocanın söylediği gibi, hemen söyleyemez, utanır, korkar, inanılmayacağından korkar, üzerinden iki, üç ay geçtikten sonra, bazen yıllar geçtikten sonra söyler, zaten, bir iz kalmamıştır. O zaman, mahkeme, bizden ya da adli tıp uzmanı arkadaşlardan; ama, asıl muhatap olarak kabul ettikleri Adli Tıp Kurumundan tek bir soru soruyor: Bu çocuğun cinsel tacize uğradığına dair cinsel muayene bulgunuz var mı? Yani, bunu böyle mi soruyorlar, bilmiyorum; ama, hekim arkadaşlar, raporda, şu anda akut cinsel istismara ait bir bulgu yoktur diye yazdıkları anda, bu çocuğun başına oral seks mi gelmiş, işte, aylarca cinsel tacize mi maruz kalmış, ne olmuş, hiçbiri değerlendirmeye alınmıyor, çocuğun bütün anlattıkları, sanki, hayal ürünüymüş, rüya görmüş gibi üstü kapatılıp, gidebiliyor.

Bu konuda, aslında, ben de bir süre yurt dışında çalışma şansı buldum. Orada yazılan raporlarda…öykü çok önemli; yani, çocuk ne anlatıyor. Ama, bu öyküyü alırken, bu öyküyü almayı bilen birinin alması gerekiyor. Yani, karakoldaki polis ya da savcı ya da hâkim değil bu, çocukla görüşme tekniklerini bilen, çocuğu sorularıyla yönlendirmeyecek, çocuğun ne anlattığını ve o anlattıklarının yaşıyla uyumlu olup olmadığını, çocuğun gelişimsel düzeyiyle uyumlu olup olmadığını bilecek biri lâzım ve tercihen, bu görüntüyü, aslında, şimdi yeni Ceza Yasasının içine girdi galiba, yönetmeliğin içinde ama, kayda alınması lâzım, yani, tekrar tekrar kamerayla görülüp, bir kez daha, bu çocuğa, tekrar tekrar, hastanede, karakolda, poliste, mahkemede bir daha bunların anlattırılmaması lâzım. Ama, şu anda bunun uygulanabildiği bir ortam yok. Adli Tıp Kurumlarında hiç yok.

Çocuğun anlattıklarının kanıt olarak değeri de, en az hekimin fizik muayene bulguları kadar, hatta, yüzde 75’inde bir şey bulamadığımıza göre, bir o kadar değerli bulunuyor olması gerekir. Ama, şu anki sistemde, yani, çocuğun anlattıklarının hiçbir önemi yokmuş gibi davranılıyor mahkemelerde bizim gördüğümüz kadarıyla.

Biz merkez olarak çok imzalı raporlar çıkarmaya çalışıyoruz, hem adli tıp uzmanımızın, hem çocuk psikiyatristimizin hem bizlerin imzasının olduğu. Yani, çocuk şunları şunları anlatmıştır, bu anlattıklarının tutarlılığı, yönlendirilmiş olma riski, vesaire gibi şeyleri raporumuzun içinde belirtiyoruz. Fizik muayene bulgularımız ve en altına da bir yorum; yani, bu muayene bulgularıyla, bu anlattıklarıyla bu çocuk cinsel tacize uğramıştır ya da uğramamıştır kanaatindeyiz diye. Çok işleyişine bunu nedense sokamadık; yani, bizde muhatap olarak üniversiteleri değil hâkimler, daha çok adli tıp kurumlarını dikkate alıyorlar. Adli tıp kurumunun da, fiziksel şartları ve oradaki hekimlerin şeyiyle, yani, çocuğun muayenesi, çocuğun bu şartlarla değerlendirilmesi için uygun ortamlar olmadığını düşünüyorum. Çocuk dostu muayene ortamı denen, çok böyle çocuğu hiç üzmeden, hırpalamadan biraz oyuncaklarla oynatıp, ortama ısındırıp, biraz görüşmeyi yapıp, daha sonra muayenesinin yapılabileceği özel merkezler var. Yurt dışında çocuk istismarıyla uğraşan merkezlerde yapılıyor bu işler. Biz böyle bir merkez olmaya çalışıyoruz; ama, sonuçta, resmî muhatap olarak da aslında alınmıyoruz. Bizim bu şekilde muayene ettiğimiz, rapor yazdığımız bir çocuğu, tekrar, savcı, bir de adli tıp kurumu görsün deyip, üzerinden birkaç ay geçtikten sonra yeniden adli tıp kurumuna yollayabiliyor. O zaman da, hem ailenin tepkisi oluyor, zaten siz bu çocuğu bu kadar değerlendirdiniz, raporlar verdiniz, şimdi neden bir daha oraya gidiyoruz diye. Bu işleyişte bizim ciddî yaşadığımız sıkıntılardan bir diğeri.

Ensestin önemli olduğuna inanıyorum dediniz. Gerçekten de, bizim de izlediğimiz cinsel istismar olgularının çok önemli bir kısmında, çocuk cinsel istismarcıyı çok iyi tanıyor, yakınlardan biri. Sokaktan birinin çevirip de dağa kaldırması diye bir şey romanlarda var, aslında, istismarcı evden, amca oğlu, dayı kızı falan, böyle aileden birisi. Böyle bir şeyin gerçekten var olduğunu… Bu televizyondaki çok sansasyonel programlar aslında masalmış gibi insanlar, böyle bir şey yok aslında, üç tane aile var, işte bu onların başına gelmiş gibi. Bunu, gerçekten sıradan bir olay olduğunu da topluma benimsetmemiz lâzım, öyle düşünüyorum.

…istismara uğramış çocukların ileri ki hayatlarında başlarına psikolojik olarak neler geliyor. Şöyle bir spektrum; yani, kendi canlarına kıyabiliyorlar, intihar eğilimli, depresif, öz benlikleri, öz saygıları bozulmuş, ben değerliyim, ben önemliyim duygusunu asla taşımayıp, ben kirletildim, ben değersizim, ben kötüyüm, benim yüzümden oldu… Bir de kendilerini suçluyorlar; çünkü, o mağduru suçlama işini onlar da içselleştiriyorlar. İşte, sen demek ki babanı tahrik ettin ki, o da böyle şeyler yaptı gibi. Kendilerini suçluyorlar, kendilerinden nefret ediyorlar, sosyal ilişkilerinde bozukluklar yaşıyorlar. Tekrar kurban olmayı gerektirebilecek şekilde davranmaya başlıyorlar. Açık saçık giyiniyorlar, tahrik edecek şekilde başka dolaşıyorlar, tekrar tekrar başlarına taciz geliyor ve bu kehanetleri de kendilerini doğrulamış oluyor: Aslında ben kötüyüm de onun için oluyor, ben insanları tahrik ediyorum diye. Yani, kız çocukları açısından tamamen sağlıksız ve ileriki yaşamlarında ciddî sorunlar oluşturan birçok psikolojik bozukluk oluyor. Fiziksel, hani, cinsel yolla bulaşan hastalıkları falan hiç saymıyorum. Tabiî ki, birtakım da, fiziksel hastalıklar açısından da riske giriyorlar.

Erkek çocuklarda da yine benzer şeyler oluyor, duygusal olarak. Yalnız, taciz de, cinsel olsun, fiziksel olsun, çocuk istismarında bir de önemli bir döngü var, tacize uğrayanın ileride tacizci olması gibi bir döngü, bu da çok gösterilmiş bir şey. Bu daha çok tacize uğramış erkek çocuklarında oluyor. Yıllar sonra, işte, kendileri de, fiziksel istismara uğramışlarsa, çocuğunu döven bir baba, çocuklara kötü davranan bir erkek modeli. Kendileri cinsel tacize uğradılarsa da, cinsel tacizci olma konusunda ciddî riskler taşıyorlar.

…çocukla görüşme tekniği, çocukla iletişim kurabilme bir uzmanlık alanı. İnsanlar bu nedenle, psikoloji eğitimi görüyorlar, çocuk gelişimi eğitimi görüyorlar, tıp eğitimini görüp, üzerine çocuk psikiyatrisi eğitimi görüyorlar. Tamamen bu uzmanlık alanlarından biri ve ayrıca da çocukla görüşme tekniği konusunda eğitilmiş birileri yapmalı bunu.: Yani, nasıl çocuk mahkemeleri var, çocukla ilgili suçlara bakan, mağdur çocuklara da bakan, bu şekilde, hâkimi, savcısı, o işle ilgilenen polisi gibi, yani, yine, onların da, çocukla nasıl konuşulur, çocuğa bazı şeyler sorulurken ne yapılır gibi şeylerin öğretildiği, hatta, böyle multidisipliner ortamlarda, birlikte, biz işin tıbbi yönünü tartıştığımız, onlar işin hukukî boyutunu tartıştığı eğitim ortamları yaratılmalı. Biz, bunu Ankara Barosuyla işbirliği içerisinde çok güzel yapıyoruz avukatlara yönelik; ama, bu eğitimlerin hiçbirine savcı ve hâkim getirmemiz mümkün olmuyor.

… tıp fakültesinden mezun olan her hekimin bilmediği gibi, birçok uzman, pediyatri alanında da, mesela birçok hekim, aslında, bu konuyu çok derinlemesine bilmiyor ve çok zorlanıyor karşılaştığı zaman ne yapacağı konusunda. Herhalde, öncelikle büyük illerde başta olmak üzere, bu tip merkezler kurularak, hastaların çok örselenmeden… Sisteme girmek istememesi de, hastanın, hani, hukuk ve tıp sistemine girmek istememesi de oradan; çünkü, bazen taciz ufak bir şey oluyor, siz ihbar ediyorsunuz, mahkemeye gidiyor, muayene oluyor, adli tabip… O kadar çok şeyler oluyor ki, çocuk daha çok yıpranıyor. Aile bunu biliyorsa ya da bir şekilde duyumu varsa, aman siz tedavinizi yapın, bizi başka hiçbir işe karıştırmayın diyebiliyor. Ne zaman ki sistemimiz tıkır tıkır işler duruma gelecek, bütün bu olaylar çocuğu örselemeden çocuğu korumak adına yapılabilecek, o zaman biz herhalde daha çok bildirebileceğiz, aileler bize daha çok başvuracak, toplumsal baskıları da, tabiî, biraz değiştirmeyi başarabilirsek bu namus kavramı gibi… Yani, böyle eğitilmiş insanların bir arada bu çocukları hırpalamadan, sistem içinde örselemeden değerlendireceği merkez modeller kurulmalı.

…Parlamentodan çok beklediğimiz, çok meslekli oluşumların desteklenmesi, işte doktorların, avukatların, hâkimlerin, savcıların bir arada çalıştığı böyle birtakım kurulların var olması ve bunlara güven duyulması”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

Prof. Dr. Dilek Gözütok (Eğitim Fakültesi)

 “...  Çok uzun yıllardır şiddet konusunda çalışıyoruz. Kısa kısa bahsedeceğim, önce okulda bu iş nasıl oluyor diyerek başlayıp, okulda şiddetin nedenleri, sonuçları, alt ve orta ve üst sosyo ekonomik düzeydeki okullarda bir fark var mıdır? Özel okullarda daha mı azdır? Bu gibi amaçlarla, okulda da araştırdığımızda, dehşete düştük, bunun zengini fakiri olmadığını da orada gördük. Bunun arkasından Kadın Dayanışma Vakfıyla çalışmalarımız oldu. Ankara’da gecekondularda kadının şiddete uğraması konusunda, onları eğitmeye yönelik bir program hazırladık. Biz, danışman olarak öğretim üyeleri görev aldık. Bir program hazırladık, gecekondularda eğitimler yaptık, kadınların öykülerini dinledik, çok ciddî boyutlarda ensest öyküleri dinledik ve veri topladık, şiddetin miktarını belirlemeye çalıştık, bunu da yayınladık, Kadın Dayanışma Vakfının çalışması olarak. Daha sonra 1995’de Umut Vakfının desteğiyle ve şu noktadan hareketle, bu ülkede iyi yurttaş yetiştirmenin materyalini hazırlayalım ve öğretmenleri eğitelim, ilgilileri eğitelim yaklaşımıyla bir proje çerçevesinde yurttaş olmak için kitaplar hazırladık, öğretmen ve öğrenci kitapları hazırladık. Bu kitabımız, o zaman Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kabul edildi. Neden ders kitabı olmadı; biliyorsunuz insan hakları vatandaşlık eğitimi diye yedi,sekiz sınıfta okutulan, şimdi kaldırılan; ama, halen programda var olan, bir ders var. O derse, ders kitabı olmadık; çünkü, programı yurttaş yetiştirmeye uygun bir program değildi. Bir kitabın ders kitabı olabilmesi için mutlaka programa uygun yazılması gerekirdi. Oysa, bizim o dersimizin programı evrensel anlamda yurttaşlık öğreten bir program olmadığı için, biz bu işe daha evrensel anlamda bakmak istedik. Bu kitabın yazılmasında hukukçular, sosyal psikoloji uzmanları ve ben eğitim programları uzmanı olarak öğrenciyi merkeze alan yöntemleri uygulamaya çalıştık. Basından çok ses geldi, çok beğenildi, kitap ödül aldı; ama, ne kadar kullanıldığı konusunda çok bilgim yok. Bu arada, öğretmen eğitimleri yapıydı. Yine, bu kitaba dayalı olarak, çeşitli barolar bizden eğitim istedi. Baro avukatlarına eğitim verdik. SHÇEK uzmanlarına sürekli eğitimler verdik, TEGEV uzmanları, gönüllüleri ve çeşitli demokratik kitle örgütleri, Çevik Kuvvet, çeşitli eğitimler verdik.

Kısaca bazı konu başlıklarını söylemek istiyorum. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hukuk kuralları, adalet, sorumluluk, işbirliği, işbölümü, katılma, çatışma, uzlaşma, barış, aile kavramı, aile içi demokrasi, çocuğun aile içinde korunması, çocuğun istismar ve ihmale karşı korunması, anayasa, yaşama hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, eğitim hakkı ve çalışma hakkı, seçme ve seçilme hakkı, kitle iletişim özgürlüğü ve özel hayatın gizliliği, çevre hakkı, tüketici hakları, çocuk hakları diye giden konular var ve bu konular, hiçbir zaman, bilgi sunma ağırlıklı olmamıştır, uygulamaya dönük, düşündüren, problem çözdüren, eleştiren, sorgulayan insan yetiştirmeye dönük materyal idi. Bu 6 kişilik Ankara Üniversitesi öğretim üyeleri ekibi, hukuk fakültesi ve eğitim fakültesi ekibi, bu çalışmalarını yaparken, tabiî, literatür taramalarında ve dünyada ne oluyor diye araştırırken gördük ki, dünyada insan hakları eğitimi, çocuğun 7-8 inci sınıfa gelmesini beklemeden yapılmaya başlanıyor, okulöncesinden başlıyorlar insan hakları eğitimine. Bizde de okulöncesi eğitimi, okullaşma oranı düşük olduğu ve zorunlu olmadığı için, biz, ilköğretimden başlamaya ve işin bu kısmını da tamamlamaya çok niyetliydik. Bu arada British Council’in de parasal desteğiyle, Millî Eğitim Bakanlığının da oluruyla, ilk altı sınıf için yeni materyaller hazırladık.

Programlarına paralel olarak hazırlanan materyaller bunlar, öğrenci ve öğretmen kitapçıkları olarak… “Ben İnsanım” dizisi diye anıyoruz bu altı kitabı. Birinci kitap “Ben İnsanım, Özgünüm.” Şimdi, efendim, özgünlük de, işte, insan haklarıyla ilişkisi diyecek olursanız, biz, bu setin ilk üçünü insanı, insan haklarını öğrenmeye hazırlamak üzere düşündük; çünkü, her insanın özgün olduğunu, farklılıkların doğal olduğunu kabul etmeyen birine, insan hakları eğitimi veremiyorsunuz. Ayrımcılık yapan, farklılıklara saygı duymayan birine insan hakları eğitimi veremiyorsunuz, engelliye de saygı duymayan, farklı cinstekine de, farklı yaştakine de, hastaya da, olduğu gibi kabul edemeyen kişiye insan hakları eğitimi veremiyorsunuz. Onun için, birinci kitabı özgünüm diye adlandırdık ve insana saygıyı, farklılıklara saygıyı öğretmeye çalışan etkinlikler yaptık içinde; böyle, renkli, keyifli çalışmalar çıktı.

İkinci kitabımız “Ben İnsanım, İletişim Kurarım.” Şunu biliyoruz ki, iletişim kurmayı bilmeyen bir kişinin insan hakları eğitimi alma şansı yoktur. Yani, dinlemiyorsanız, dinlemeyi bilmiyorsak, derdimizi anlatmayı bilmiyorsak, insan hakları bizim için, insan haklarını öğrenmek, başkasının ve kendi hakkımızı öğrenmek bizim için çok uzaklarda bir şey, lüks bir şey. Üçüncü kitabımız “Ben İnsanım, Sorumluluklarım Var.” Yine biliyoruz ki, sorumluluk duygusu gelişmemiş kişilerde insan hakları eğitimi yapamayız. Kadın haklarını merkeze alan “Kadınım, Ben İnsanım” kitabını hazırladık.

...Ben, aynı zamanda, bu kitapları birkaç yıl üst üste okullarda uyguladım, yüksek lisans tezi olarak değerlendirmelerini yaptım. Zaten, bu kitaplar hazırlandıktan sonra, bir yıl, Türkiye’nin yedi bölgesinde uygulandı, Millî Eğitim Bakanlığının da desteğiyle. Öğretmenler eğitimden geçti, uygulandı, uygulama sonuçlarını toplantılar yaptık, değerlendirdik, uygulama sonuçlarını kitapların düzeltmesine yansıttık. Sonra, basılmak üzere, Talim Terbiye Kuruluna verdik, orada duruyor.

Yeni programlarda bu kitaplardan alıntılar var. Yeni ilköğretim programlarının içinde, kitaplar tabiî Talim Terbiyede, bir de deneme basımları ortalarda; bu etkinliklerin epey bir kısmını yeni programların içine almışlar; ama, pek kaynak göstermeye gerek duymamışlar herhalde.

Kadın haklarının gelişimini ve sınıfta tartışmalar yaptıracak etkinlikleri içeren kitap bu, dördüncü sınıf kitabı.

Beşinci sınıf kitabı “Ben İnsanım, Özgürüm, Haklarım Var.” Temel hak ve özgürlükleri anlatan ve özellikle, örneği Türkiye’den olmasın, başka bir ülkeden olsun istediğimiz için, ırk ayrımcılığını temel alan, Martin Luther King öyküsü üzerine oturmuş, Türkiye’deki çocuğun da sorumluluğunu düşündürecek bir çalışma bu kitabımızda.

Altıncı kitabımız ise “Ben İnsanım, Eğitim Benim Hakkım” deyip, nitelikli eğitim hakkını vurgulayan bir modül.” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Murat Güller (EGM Asayiş Daire Başkanlığı Çocuk Büro Amiri)

 “Bütün tanımlamasını sunacağım çocuk grubuyla ilgili çalışmalar yürütüyoruz. Bunu yaparken de, böyle önemli bir nokta ki, Türkiye’de bize kolaylık sağlayacak bir merkez yerde, çocuk hakları komisyonunun süreli bir şekilde kurulması, arz edeceğim sebepler de daha sonra bunu doğrulayacaktır, çok büyük önem arz ediyor. Çok güzel gelişmeler bunlar. Bizler de, bunları paylaşarak geri bildirimlerinden yararlanıyoruz; ama, bizim ülkemizin genelinde var olan bir hastalık belki, süreklilik ve devamlılık olmadığı için birçok şey eksik kalıyor.

Biz, 13.4.2001 tarihinde 24372 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren çocuk şube müdürlükleri, büro amirlikleri kuruluşları bir çalışma yönetmeliği çıkararak, tüm ülke genelinde korunmaya muhtaç, sokakta çalışan, çalıştırılan mülteci, refakatsiz, başıboş dolaşan, terk edilmiş ve benzeri suç işleme şüphesi altında bulunan çocuklarla ilgili adli, idarî işlemleri yürütmek üzere, ülke genelinde, emniyet birimlerimiz içerisinde çocuk şube müdürlükleri ve büro amirlikleri oluşturduk. Bu oluşumumuz, çocuk haklarına dair  sözleşme ve diğer uluslararası ve yerel mevzuat göz önünde bulundurularak yapıldı. Bu süreç içerisinde bir yıllık hazırlık aşaması verildi, sonucunda da, 81 ilde teşkilatlanmasını tamamlayarak, 0-18 yaş arası tüm çocuklarla ilgili çocuk şube müdürlüklerini oluşturduk. Şu ana kadar 3 050 personelle hizmet yürütmekteyiz.

Ben, hizmet içi eğitimlerimizde verilen kurslardan da birkaç tanesini sunmak istiyorum. Örneğin, Çocuk Şube Müdürlükleri Büro Amirliklerinde görev yapan personelin, en az bir hafta, imkânlar dahilinde, bunlar hizmet içi eğitimlerdir, özellikle de arz ediyorum, en fazla bir ay olmak üzere, çocukların adli mülakat teknikleri kursu, çocuk polisliği ihtisas kursu, çocuk polisliği hizmet içi eğitim kursu, çocuk polisi ve cinsel suçların soruşturulması kursu, çocuk polisi ve çocuklara yönelik kursu, kayıp, buluntu ve terk edilmiş çocuklar kursu, çocuk polisi eğiticilerin eğitimi kursları verildi.

Bu süreç içerisinde ilgili birimlerle, yurtdışı örneklerinde olduğu gibi, sağlıklı organizasyonlar kurduk; fakat, birtakım kurumların kendi yapısal sorunlarından ve şu an tanımlayamayacağım birçok engelden dolayı kopukluklar meydana geldi. En başta, uluslararası kuruluşların ülkemizde yaptığı incelemelerde karşımıza çıkan şöyle bir sorun vardı. Çocuk bakım ünitesi diye adlandırdığımız ve geçici olarak misafir ettiğimiz çocuklarla ilgili, siz bir sosyal hizmet birimi değilsiniz, bu çocukları neden burada geçici olarak barındırıyorsunuz sorusuna, biz bir başka kurumumuzu kötüleyemeyeceğimiz veya eleştiremeyeceğimiz için cevap vermekte zorlandık. Çünkü, bizim ilgili birime teslimde yaşadığımız sorunları hukukçularımız çok çok iyi biliyorlar.

Çok yakın bir zamanda ailenin korunmasına dair kanunun uygulanmasına dair… esaslarını belirleyen bir genelgeyi yeni gönderdik. Olumlu bildirimler aldığımızı görüyoruz; ama, imkânlar sadece bizim bakanlığımızla kalmamalı, diğer Bakanlıklar da üzerine düşeni yaparak, topyekün bir hareketle, en aza indirgeme çalışması devam etmelidir. Ben, sıfırlanabileceği konusunda çok ütopik şeyler söyleyemem burada; ama, yaşadığımız birçok olaylar var bizim de, karşılaştığımız, onları göz önünde bulundurduğumuzda, ciddî anlamda tedbir ve önlemlerin alınabilmesinde koordinasyona ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim.

5395 sayılı yeni çıkan Çocuk Koruma Kanunu çok büyük beklentilerle çıkmış bir kanun; fakat, daha çok suç işleme şüphesi altında bulunan çocukların topluma kazandırılmasını içeren bir kanun…bize intikal eden çocuk sadece suç işleme şüphesi altında bulunan, suçla doğrudan ya da dolaylı ilintisi olan çocuk değil. Sokakta terk edilmiş, cami avlusunda bırakılmış çocuk da bize intikal ediyor ve bu çocukları ilgili birime teslim etmekle mükellefiz. Birinci maddede çocuk tanımlanırken, daha erken yaşta ergin olsa bile, 18 yaşını doldurmamış kişiyi çocuk kabul ediyoruz. Şimdi, biz, çocuk haklarına dair sözleşmenin birinci maddesine baktığımızda, çocuk tanımlamasında, daha erken yaşta reşit olma durumu hariç ifadesi vardı.

Şimdi, Anayasanın 90 ıncı maddesine bakıyoruz, uluslararası sözleşmeler, eğer ki usulüne uygun hazırlanmışsa, ki, biz çocuk haklarına dair sözleşmenin usulüne uygun hazırlandığını biliyoruz. Yerel hukukun da önüne geçerek, sistemin içine girmek durumunda. Fakat, burada, birinci maddeyle, çocuk haklarına dair sözleşmenin birinci maddesi arasındaki çelişkiye bir bakıyoruz, reşit olma durumu, bir tanesinde yok, diğerinde reşit olsa bile. Bu örneklerle size arz etmek istiyorum; çünkü, çok çok sayısı fazla. Sokak çocuklarıyla ilgili araştırma komisyonuna yaklaşık 50 tane sorunu biz madde olarak verdik. Tabiî, geri bildiriminde çok olumlu sonuçlar alındı; ama, acaba istenilen hedefe ulaşıldı mı; bunda, tabiî ki kaygılarımız var.

Korucu ve destekleyici tedbir alınması gerekiyor. Şimdi, kolluk olarak, biz, uzun uzadıya anlatacağımıza özetledik, dedik ki: Çocuğun yüksek yararı kapsamında 3 050 personelle 18 yaşa kadar tüm çocuklarla ilgili adli, idarî işlemler bizde çocuk birimiyle yürütülüyor. Şimdi, çocuk koruma kanununun güzel bir ifadesi var. Diyor ki: Önce çocukla ilgili işlemler, kolluğa intikal eden işlemler çocuk kolluğu tarafından yapılır. Tamam, bu bizim için olumlu bir çalışma, olumlu bir karar; ama, koruyucu ve destekleyici tedbirlerin alınmasında, madde madde de bazı şeylerden bahsetmek istiyorum ben, yine ciddî sıkıntılar var. Neden; yine aynı kanunun ilgili maddesinde sağlıklı ilgili tedbirler Sağlık Bakanlığı tarafından alınır, çalışmayla ilgili, bir kişinin yanında çalıştırılma veya benzeriyle ilgili tedbirler Çalışma Bakanlığından alınır, millî eğitimle ilgili konu Millî Eğitim Bakanlığıyla… Şimdi, bu kanun çıktıktan sonra bir bakıyorsunuz, mahkeme, çocuğun çalıştırılmasıyla ilgili bir özel sektöre yerleştirilmesi kararı veriyor, Çalışma Bakanlığının yetkilileri diyor ki, ama bizim böyle bir hazırlığımız yok. Bizim bundan haberimiz dahi yok. Neden; çünkü, yine ilgili kanunun bir maddesi, bu kanunun uygulanmasıyla ilgili yönetmelik, SHÇEK ve Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılır diyor. Peki, diğer bakanlıklara yüklediğimiz sorumlulukları onlarla paylaşmadan böyle bir yönetmeliği çıkarırsak, şimdi, ben, kolluk olarak arz ediyorum, bende bekleyen, tanımladığım birçok çocuk var ve bu çocukların yüksek yararını hesaba katarak ivedi teslimini sağlamak durumundayım, nasıl teslimini yapacağım.

Yine, başka bir maddede, özellikle onları biz kanun hazırlanırken ki çalışmalarda arz ettik, tutanaklarda bu mevcuttur. SHÇEK’e, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna, uzatmadan özetliyorum, en kısa sürede teslimi yapılır ifadesi var, kolluğa yansıyan çocuğun. Şimdi, en kısa süre, çok açık bir ifade, bu en kısa süreyi, SHÇEK il müdürü 1 hafta olarak da algılayabiliyor. Tamam diyor, ben çaba sarf ediyorum, alacağım; ama, resmî işlemler bir hafta sürecek. Şimdi, burada en kısa sürenin en az 24 saatlik sınırın altında olması ve bunun bir günü geçmemesi gerekir gibi birtakım ifadelere yer verilmesi gerekiyordu.

Çocuk mahkemeleri sayısı yine aynı kanunla 81 ilde çoğaltılması gerekiyordu, şu anda, sanıyorum, yeteri kadar ilgili yerlerde mevcut değil. Yine, aynı kanundan çocuk büroları kuruldu, çok önemli bir gelişmedir bu; çünkü, bizzat savcılar tarafından yürütülecek bir faaliyette çocuk bürolarının da oluşturulması da olumlu bir çabadır. Ne kadarı mümkün oldu, ne kadar çok çocuk bürolarını da mahkememizde oluşturabildik, bu da ayrı bir problem. Problemler çoğalıyor. ama, can alıcı noktalara, ivedi çözümlere ihtiyacımız var.

Çocuk koruma kanunu çıktıktan sonra, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne altı ay gibi bir süre verildi ve denildi ki, bu süre içerisinde çocuk teslimiyle ilgili tüm yapılanmanızı yapacaksınız. Şimdi, yeni kanun hazırlama aşamasında dedik ki, kurumunuzun sayısı, imkânlarınız bellidir, bunu altı ay gibi bir sürede yapabilme durumunuz nedir; çünkü, bu doğrudan bize yansıyan bir şey. Adalet Bakanlığı bu konuyla ilgili, dünya örneklerinde dedi ki, bu iş, ıslah ve benzeri tüm şeyler, koruma, barınma tedbirleri SHÇEK’le ilgilidir, ben, bu kanunla bunu neticelendirdim; ama, zaten yaşadığımız sorunlar ki, daha önce de komisyonlara arz ettiğimiz ve benzeri birçok sorun devamlılığını hâlâ korumakta. Şimdi, bu süreç içerisinde nasıl bir uygulama yapılacak biz bunu bilemiyoruz. Nasıl bir yol izlememiz gerekecek… Yönetmelik sadece SHÇEK ve Adalet  Bakanlığı arasında çıkarsa bizim karşılaştığımız sorunlar nasıl giderilecek?

Okullardaki şiddet… Son zamanlarda, onunla da ilgili materyallerimizi, gazetelerde çıkmış yazılarımızı getirdik. Değişik zamanlarda genelgelerimiz çıktı. Bu genelgeler içerisinde, çocuk polisi genelgesi, çocuklarımızın her türlü kötü alışkanlıklardan korunabilmesiyle ilgili diğer genelgeler ve okul polisliği genelgesi çıkardık, bu genelgeyle sadece adli işlem yürüten çocuk kolluğu değil, kolluğun diğer birimlerini de harekete geçirerek, ülke genelinde özellikle bu tip problemlerin 155 kanalıyla veya diğer kurumlar kanalıyla bize intikal eden boyutuna cevap vermek amacıyla sivil ve resmî ekipler görevlendirdik. Bununla beraber yaya ve motorize ekipler görevlendirdik. Çocuk aile ilişkileri içerisinde okul aile birlikleriyle irtibata geçmelerini sağladık; ama, bu asla polis devleti oluşturma mantığıyla olmadı, bunu da, bu şekilde yöneltenler oluyor.”

şeklinde beyanda bulunmuştur.

10- 9.2.2006  Tarihli Toplantı

Nimet  Çubukçu  (Devlet Bakanı)

Özellikle tüm dünyada kadına ve çocuğa yönelik şiddetin toplumsal algısı, çok da yakın olmayan bir tarihte değişmeye başladı. 1970’li yılların başında özellikle kadın hareketi olarak başlayan ve uluslararası belgelere, bir belgeye kavuşması 1985’li yılları bulan kadın hareketinde ve çocuğa yönelik, aynı tarihlere rastlar, hem CEDAW sözleşmesi hem Çocuk Hakları Sözleşmesi… Malumu âliniz 1985’li yıllara kadar böyle bir uluslararası sözleşme ve farklılıkların korunması yönünde bir sözleşme yokken önce çocuk hakları, daha sonra da kadın hakları ülkeler tarafından en yüksek sayıda imzalanan ve mutabakat sağlanan sözleşmeler olmuştur. Bu algının 1980’li yıllardan sonra değişmeye başlamasından sonra, 2000’li yıllara doğru yaklaştığımızda şiddet olgusunun ve kadına yönelik ayırımcılığın, diğer hak ihlallerinin, aslında sadece kadına yönelik olmadığını, ulusal düzeyde kadınların ülkelerindeki  demokratikleşme ve kalkınmada var olan rollerinin kısıtlanmasının, neredeyse o ülkenin kalkınmasıyla doğrudan ilintili olduğu, şiddetin sadece şiddet boyutuyla değil diğer bütün alanlarda, sağlık, eğitim ve ülkenin geneli anlamındaki birim maliyetlerinin hesaplanmasıyla bu işin öyle hiç de hafife alınacak, hiç de ucuzca geçiştirilecek bir iş olmadığı anlaşıldı.

Bu anlaşılmadan sonra, 2000 yılına geldiğimizde, özellikle Birleşmiş Milletlerin Milenyum Kalkınma Hedeflerine koyduğu şey, öncelikle ve başlangıçta kadınların toplumsal hayata her açıdan, yasal, ekonomik, iktisadî anlamda ve sosyal statülerinin güçlendirilmesi anlamında tam ve eşit katılım sağlanmadığı takdirde bu ülkenin de gelişmişlik düzeyinin, demokratikleşme düzeyinin hiçbir zaman ilerleyemeyeceği konusunda bir sonuç çıktı ve bu sonuç, bütün ülkelere ulusal eylem planlarını da hazırlama görevi verdi.

Şiddet konusu, temel insan haklarındandır; yani, bu hiç tartışma göstermez bir gerçek. Dolayısıyla, insan yaşama hakkına yönelmiş bir ihlaldir; ama, bu anlamda, insan hak ve yaşama özgürlüğünün savunulması da en başta devletlere görev yükler ve hem Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bunu en üst düzeyde korur.

Özellikle birçok ülke gibi Türkiye de her ne kadar uluslararası belgelerde bu yükümlülükleri üstlenmiş, yasal zeminde bu değişiklikleri gerçekleştirmiş olsa dahi, ülkelere göre kadına yönelik şiddetin yoğunluğu ve oranları değişse de, maalesef, bu şiddet vardır ve sorun olmaya da devam ediyor. Alınan bütün tedbirlere rağmen, bu yaygın bakış açılarının değiştirilmesi, toplumdaki töre ve namus kavramı, bu namusa aykırı davranışları cezalandırma ve ilhakı hak kavramları namus cinayetleri üzerinde, maalesef, bir meşru zemin oluşturmaya ve bu meşru zemin üzerinde  uygulanan ceza yöntemine de toplumsal bir meşruiyet kazandırmaya devam ediyor.

Ülkemizde töre cinayetleri dediğimiz zaman da, özellikle belli bölgeler üzerinde kamuoyunda bir yaygınlaşma anlayışı varsa da, komisyonunuzun da tespit ettiği üzere, hem büyük illerde taşınan göç nedeniyle bu sorunlar yaygınlaşmış ve Türkiye’nin genelini sarmıştır;

Bu konuda, özellikle Bakanlığımız, Bakanlığıma bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 1999 yılından başlayarak çok etkin çalışmalar yürütmüş, bölgeler, bölgedeki sivil toplum örgütleriyle, üniversitelerin araştırma bölümleriyle ve töre cinayetleri adı altında düzenlenen panellerle bu anlamdaki bir zihniyet değişimine öncülük etmiştir. Bu çok yönüyle tartışılan bütün bölgelerde, çeşitli zeminlerde tartışılan bu konunun böyle derli toplu ve topyekûn bir mücadele ve eylem planına dönüşmesini de ümit ediyorum.

2003 yılında Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesiyle başlayan değişim, özellikle kadına yönelik şiddette namus kavramı saikiyle işlenen cinayetlerdeki indirimi ortadan kaldıran düzenlemenin yargı üzerinde de çok olumlu bir etki yarattığı muhakkaktır.

Özellikle yasal düzenlemelerle bu kavramların ortadan kaldırılamayacağı da bir gerçek. Her ne kadar evrensel normlara sahip olsak bile, ne kamu vicdanı tarafından ve her ne sebeple olursa olsun, hiç kimseye, yasalar ve toplum, cinayet işleme ayrıcalığı tanımaz ve tanımamalıdır. Bir cinayetin de geleneklerle, törelerle ilişkilendirilerek mazeret yaratılması da kesinlikle kabul edilemez. Çoğu kez, zorlu veya kandırılarak cinsel istismara veya tecavüze uğrayan kadınlar, suçlu değil mağdurdur ve mağdur bir insan ise, mutlaka korunmalıdır. Aksi halde, etkili koruma sağlama sorumluluğunu yerine getirmediği için bu tür cinayetlerde bizlerin de sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır. Dolayısıyla, bu anlamda kalıcı ve gerçekçi bir çözüme ulaşmanın yolu da, toplumsal sorumluluğu paylaşmaktan geçiyor. Toplumun tüm kesimlerinin bu konuda uzun ve soluklu bir işbirliğine ihtiyacı var. Bu doğrultuda da tüm kurum ve kuruluşlara, sivil toplum örgütlerine ve medyaya da önemli sorumluluklar yüklüyoruz.

Şiddet konusundaki genel olarak bu uygulamaya yönelik yasal zemindeki değişiklikleri baz alarak bu döneme ilişkin uygulamaya yönelik bazı çalışmalarımızdan da örnek vermek isterim. Bakanlığıma bağlı Kadının Statüsü ve Sorunlarını Araştırma Genel Müdürlüğü bünyesinde uzmanların işbirliğiyle Birleşmiş Milletler Nüfus Fonuyla birlikte işbirliği halinde yürüttüğümüz ve Avrupa Birliği fonlarıyla desteklenen Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Platformu bir yıl süren çalışmalarını etkili bir eylem planıyla sürdürme kararı aldı. Burada hedeflenen, hedef kitle, toplumun şiddet konusundaki algılarının, olumsuz algılarının olumlu bir şekilde değişmesi ve şiddeti dışlayan, şiddetle kendi arasında mesafe koyan ve bu konuda şiddete uğrayan kadınların da korunması konusundaki hak bilincinin, onlar tarafından kullanılabilir hak bilincinin geliştirilmesi konusunda destek vermektir. Fakat, takdir edersiniz ki, her ne kadar şiddet konusunda kadınlardaki bilinç düzeyini ve hukuku etkili kullanma, var olan yasalardan yararlanma gibi bilinçlendirsek dahi, asıl şiddeti uygulayanlarla aramıza bir mesafe koymak; ama, şiddeti uygulayanlara bir eğitime ve bir dönüşüme tabi tutmamız gerektiği de bir açıktır.

TCK’da cinsel tacizin ayrı bir suç olarak tanımlanması, zorla evlendirme, evlilik içi tecavüzün suç sayılması, sıralayamayacağımız kadar gerçekten bizi bu anlamda, normatif anlamda her ülkeyle iyi bir şekilde kendimizi kıyaslayabileceğimiz düzeye getirdi. Ümit ediyorum ki, bu komisyon ve çalışmalarının da uygulama yönünde yüzümüzü ağırtacak, örnek gösterilecek çalışmalara imza atalım hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle, siyaset üstü tuttuğumuz, dezavantajlı gruplar dediğimiz kadınlar, çocuklar ve özürlüler üzerinde genel bir siyaset belirlemek ve ülkenin genel siyasetini ulusal politika olarak yansıtmak biz siyasilerin en öncelikli görevidir diye düşünüyorum.

Bu konuda, özellikle kadına yönelik şiddet ve şiddet konusunda yürüttüğümüz bazı uygulama çalışmalarından da örnek vermek isterim. Yerel yöneticilerle, siz de gittiğinizde bunu çok iyi tahkik ettiniz muhakkak ve sonuçları da bize bu anlamda olumlu yansıyacak; ama, yerelde doğan sorunların, bazı sorunların özellikle lokal olduğu ve yerinde çözümün dinamiklerinin kullanılması durumunda çözüme çok daha olumlu katkı sağladığı bir gerçek. Bu sebeple, yerel yöneticilerin biraz da kadın, çocuk ve özürlü dediğimiz bir anlamda sosyal hizmetin en dezavantajlı gruplarına hizmet verme konusunda kurumsal kapasitelerinin geliştirilmesi ve bu hizmetler konusunda gelişme sağlanması için 1 400 belediye, 81 il, 1 400’ün üzerinde ilçe, valiliklerin ve kaymakamlıkların hepsine Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak, biz, kadın konusunda yürüttüğümüz çalışmaları ve bu çalışmaların yerelde yansıması doğrultusunda bir aktif rol üstlenmelerini, kadın merkezleri oluşturmalarını, kadın sığınma evleri oluşturmalarını, kadına yönelik politikalarda artık bir zihniyet değişiminin gerekliliğini, bu gerekliliği de yoksul başlı, yardım endeksli siyaset anlayışı yerine ana politikaların merkezine oturtulacak kadın ve toplumsal  statüsünün yükseltilmesi hedefi gerçekten meslek sahibi, sosyal statüsü yüksek kadınların bölgesel çalışmalarla değerlendirilmesi konusunda büyük bir yol aldığımızı söyleyebilirim. Bizim, kurumsal olarak, SHÇEK’e bağlı olmakla birlikte şu anda 27 tane sığınma evi var; 28 inci için bir açılış daveti aldım,

Bu şiddet uygulayanların zihniyetinin değişimiyle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığımızla bir çalışma başlatmak üzereyiz. Henüz bu çalışma olgunlaşmamış olmakla birlikte, hayatının ilk eğitimini belki alacağı silâh altındaki er ve erbaşların henüz evlenmeden, 20’li yaşlarda, en temel ve belki de ilk eğitim, çünkü okuma-yazma bilmeden gidenler var, kadına yönelik şiddet konusunda, aile içi şiddet, çocuk istismarı konusunda materyallerin ve eğitim işbirliğinin tarafımızdan yürütülerek doğrudan Genelkurmay Başkanlığımız tarafından yürütülecek bir hizmetiçi eğitim gibi, temel eğitimlerine yönelik bir zihniyet değişimine yönelik, gelecekteki hayatlarında da her zaman akıllarında kalabilecek bir uygulamaya yönelik çalışmayı yürütüyoruz.

Bu anlamda, bölgesel ve ulusal düzeydeki STK’larla işbirliği yapıyoruz. GAP Bölgesine yaptığım bir seyahatte de yerelde kurulmuş STK örgütleriyle yereldeki yöneticilerin buluşmasını sağlamak ve üreteceğimiz merkezî stratejide onların da aktif rol oynamasını istiyoruz.

Aynı zamanda, Diyanet İşleri Başkanlığıyla şiddet konusunda özellikle yürüttüğümüz bir işbirliği söz konusu. Diyanet İşleri Başkanlığının da özellikle hutbelerde kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet ve çocuk istismarı gibi konularda toplumsal bilinç düzeyinin yükseltilmesi konusunda katkılarını istedik.

Millî Eğitim Bakanlığımız da, bu konuda okullarda okul kitapları ve temel insan hakları kavramı içerisine yerleştirilecek şekilde bir işbirliği çalışmamız var. En üst düzeyde koordinasyonu da bu anlamda sağlamaya çalışıyoruz.

I. KOMİSYONUN ANKARA DIŞINDA YAPTIĞI İNCELEMELER

1- Araştırma Komisyonu 24-25 Kasım 2005 tarihleri arasında İstanbul’da incelemelerde bulunmuştur.

İstanbul Valiliğinin organizasyonunda ilgili  Kamu Kurum ve Kuruluşları , Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversitelerden gelen temsilcilerin katıldığı bir toplantı yapılmıştır.

Ayrıca Ceza ve Tutukevleri, kadın sığınma evleri ve mağdur ailelerle görüşmeler yapılmıştır.

Toplantıya katılan temsilcilerin görüşleri kısaca aşağıda yer almaktadır.

İstanbul Valiliği

Öncelikle şiddet, töre ve namus cinayetleri mağdurlarının can güvenliklerinin ve barınmalarının sağlanması, uğradıkları tehdit, baskı ve istismar sonucu yaşadıkları travmalardan kaynaklanan sağlık sorunlarının giderilmesi, ekonomik destek, hukuksal destek ve rehberlik gibi hizmet talepleri ile karşı karşıya kalınmaktadır.

Bu kişiler, bilgi ve bilinç düzeylerinin düşüklükleri nedeniyle genellikle Sivil Toplum Kuruluşlarının aracılığı ile ya da Polis / Jandarmaya intikal eden bir olay sonucu ilgili kurumlara getirilmektedirler.

Yaşadıkları korku veya bilgisizlikleri sonucu ya başvurularının resmî kayıtlara geçmesini istemediklerinden ya da konuşmaktan kaçındıkları için maalesef başvuru sayıları konusunda sağlıklı veriler elde etmek mümkün olmamaktadır. Buna karşın Valilik birimlerinden elde edilebilen yazılı ve sözel bilgilere göre;

2005 yılı içerisinde, Valiliğimiz Kadının Statüsü Birimine ve İnsan Hakları İl Masası’na, 227 kadın doğrudan, 29 kadın telefon ile,  11 kadında  il dışından arayarak yardım talebinde bulunmuşlardır.

Bu kadınların tümüne danışmanlık, yönlendirme ve acil ihtiyaçları olanlara ekonomik ve sosyal destek sağlanmıştır.

İstanbul Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na bu tür taleplerle, 01.01.2005–18.11.2005 tarihleri arasında, 2941 kadının başvurup yardım istediği, 1905 kadının sahipsizlik, boşanma, terk ve diğer sebeplerle çaresiz kaldığı, 77 kadının da sığınma evlerinde kalarak yardım istedikleri görülmüştür.

Ayrıca, 2004 yılında, İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne 82 kadın 84 çocuğuyla birlikte, 27’si fiziksel-duygusal şiddet ve 55’i ekonomik - sosyal yetersizlik sebebiyle, 2005 yılında ise 68 kadın 65 çocuğuyla birlikte başvurarak, sığınma talebinde bulunmuşlardır.

İstanbul İli genelinde İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne bağlı 2 Kadın Sığınma Evi, 8 Çocuk ve Gençlik Merkezi, 1 Çocuk evi, 13 Çocuk Yuvası, 3 Yetiştirme Yurdu ve 7 Toplum Merkezi ve 15 Mobil Ekip ile bu alandaki hizmet ihtiyaçlarına cevap verilmeye çalışılmaktadır.

İstanbul Valiliği ve bağlı kuruluşları tarafından yönlendirilen mağdurlara  Kadın Sığınma Evleri ve Kadın Danışma Merkezleri aracılığıyla cevap verilmektedir. Belediyelerden Küçükçekmece Belediyesi’ne ait 20 yataklı, Kadıköy Belediyesi’ne ait 70 yataklı 1 adet Kadın Misafirhanesi, Üsküdar Belediyesi’ne ait Kadın Danışma Merkezi ve Büyükşehir Belediyesi’ne ait 1 Kadın Danışma merkezi bulunmaktadır.

15 kişi kapasiteli olan I. Kadın Konuk Evi, 2005 Ağustosu’na kadar 358 kadın ve çocuğa barınma hizmeti vermiştir.

2005 Ağustos ayında 60 yataklı yeni Kadın Sığınma Evi faaliyete geçti. Böylece birinci mekan (birinci kadın konuk evi) “ilk adım istasyonu” olarak çok önemli bir hizmeti üstlendi. Kadın Sığınma Evinde kalmak için başvurusunu yapan kadının, laboratuar tetkiklerinin sonucu gelinceye kadar burada misafir edilmesi sağlanarak, hastalık bulaşma riski azaltılmış, daha ideal koşullara ulaşılmıştır. 

Kadın Sığınma Evinin Kuruluş Amaçları:

1.ÊFiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik yönden tacize ve şiddete uğrayan, akli dengesi yerinde olup, barınma sorunuyla karşılaşan kadınları geçici olarak konuk etmek (3 ay süreyle).

2.ÊKonuk evindeki kadınların rehabilite edilerek özgüvenleri yükseltilip, mesleki beceri edindirildikten sonra “Yeni yuva, yeni yaşam” programı ile topluma yeniden kazandırılması.

Kadınların Kadın Sığınma Evine Geliş Sebepleri

1. Eşten şiddet görme

2.ÊTecavüz ve istenmeyen gebelik

3.ÊEş veya aile yakınları tarafından cinsel olarak pazarlanma korkusu

4.ÊNamus ve töre cinayeti korkusu

5.ÊAile içi cinsel taciz

Alınması gereken önlemler kısaca  şu şekilde belirtilmiştir.

lÊÊCan güvenliği sorununun çözülmesi

lÊÊBarınma sorununun çözülmesi

lÊÊSağlık sorunlarının giderilmesi

lÊÊEkonomik destek sağlanması

lÊÊHukuksal destek sağlanması

lÊÊRehberlik hizmeti sağlanması

İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü:

lÊÊ%85 çocuk aile yanında ve ailelerin çoğu sabıkalı hırsız. Çocuklara ve kadınlara hizmet kapasitesi 20-25 kişiyi geçmemeli çünkü sağlıklı olmuyor.Şu anda 50 çocuk baz alınıyor.

lÊÊKoruma kararı olan çocuk sayısı 168. Özellikle tinerci çocuklar suça daha az karışıyor ama bunları göz altında tutmak zor olduğu için “tedavi oldum” deyip kaçıyorlar.

lÊÊÇocuklar yurtta bile kalsa aileleri ile temas ettikleri sürece yine suça itiliyorlar. Rehabilitasyonları yarım kalıyor.

lÊÊİstanbul’da SHÇEK ve Emniyet Gn. Md. özellikle çocuk alanında sıkı bir işbirliği içinde, Valilik tarafından da destekleniyor. “Açık kapı sistemi” ile çocuklar koruma altına alınıyorlar.

lÊÊSHÇEK yasası çıkarken mutlaka deneyimli insanların görüşleri alınmalı, çünkü yasalar çıktıktan sonra uygulamalarda sorunlar yaşanıyor.

lÊÊAdalet Bakanlığı ve diğer kuruluşlar arasında mutlaka koordine sağlanması gerekiyor.

lÊÊKanunlar çıkarılırken mutlaka uygulamalara bakılmak zorunda.  Masa başında yapmak sağlıklı ve ayağı yere basan yasalar olmuyor.

İl Jandarma Genel Komutanlığı:

Çocuk Koruma Merkezleri oluşturulmuş durumda. İlköğretim ve liselerde çocuklara ve ailelere eğitim veriliyor. Bu merkezlerde bayan astsubaylar görev yapıyor.

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Sağlık Dai. Bşk.:

Kadınların sağlık sorunlarıyla ilgili olarak 2004 yılı içinde 2.7 trilyon harcama yapıldı. Fakat bunun dışında yapılmış çok ciddi bir çalışma bulunmamakta. 2006 yılında 16 adet “cep darülaceze” başlığı altında İstanbul’un uygun semtlerinde  apartman dairesi kurulacak ve yaşlılar burada yaşamaya devam edecekler. Böylece, yaşama aktif olarak katılacaklar. Darülacezenin de yasası değişiyor. O zaman 4 daire özürlülere, 4 daire çocuklara, 4 daire yaşlılara ve 4 daire mağdur kadınlara ayrılacak. Dışişleri Bakanlığı ile yapılan protokolde fuhuşa yönlendirilen yabancı uyruklu kadınlar saklanıyor ve yardım yapılıyor.

Kadıköy Belediyesi:

 Aile Danışma Merkezlerinde aile ve kadınlara eğitim ve sağlık hizmetleri götürülüyor ve gönüllü desteği ile hizmet veriliyor.  Avukat, psikolog, doktorlar da bulunmaktadır. Okuma-yazma, kente uyum ve meslek edinme projeleri yürütülüyor. İstihdama katılımları sağlanıyor ve aile içinde statüleri yükseltiliyor. Böylece aile içi şiddet azalıyor, çocuk  eğitimleri artıyor. Çocuklar sokağa yönelmiyor, zihinsel engelli çocuklar eğitiliyor. 2002 yılından beri özürlü ve yaşlılara yönelik AB projeleri yürütülüyor.

1. 2003 yılından beri aktif olarak STK’lar ile çalışılıyor. Temel insan hakları, kadın hakları, üreme hakları, engelli hakları, ayrımcılıkla mücadele eğitimleri veriliyor.

2.ÊMeslek gruplarına (imamlar, emniyet güçleri, basın, şoförler, muhtarlar, zabıta, doktorlar, psikologlar...) eğitim veriliyor.

3. 2005 yılı içinde kent yoksulları (250 kadın) eğitiliyor.

4.ÊRadyo programları yapılıyor ve aylık dergi basılıyor.

5.ÊKadınların sorunları tespit ediliyor, tespit edilen sorunlar şu noktalarda toplanıyor..

lÊÊÇocuk anneler

lÊÊErken evlilikler/doğumlar

lÊÊAile içi şiddet

lÊÊYoğun işsizlik

lÊÊSağlık sorunları

lÊÊAile içi iletişim

lÊÊSosyal baskılar

lÊÊİstenmeyen evlilikler

lÊÊÖzürlü çocuklar

Kadıköy Belediyesi Kadın Konukevi:

10. 12. 2002 tarihinde, henüz yasal bir görevlendirme olmadığı halde, toplumsal ihtiyaca yanıt vermek için, T.C. Kadıköy Kaymakamlığı ve T.C. Kadıköy Belediyesi işbirliği ile, Kadın Konuk Evi uygulamasının protokolü hazırlanarak, aynı tarihli 94/65 sayılı encümen kararı ile Kadın Konuk Evi uygulaması faaliyete geçirilmiştir.

 Toplam 358 kadın ve 135 çocuğa hizmet verilmektedir. 2005 yılında kapasite 60 kadına çıkarılmıştır. ikinci bir kadın konukevi daha açılmıştır.  Kadınlar genelde 3 ay kalmaktadırlar. Rehabilitasyonları yapılıyor ve meslek edinmeleri sağlanarak toplum yaşamına katılmaları öngörülüyor.

 Konukevine gelen kadınlar genel bir sağlık kontrolünden geçiriliyorlar (bulaşıcı hastalıklar, HIV/AIDS, parazitler). Psikolojik ve psikiyatrik (ruhsal ve fiziksel) durumlarına bakılıyor, adli sicil ve sabıka kayıtları kontrol ediliyor. Kadınlar burada hizmet üretiyorlar (temizlik, yemek, çocuk bakımı...). Kadıköy İŞKUR projesi ile kadınlar tezgahtarlık, hasta bakıcı, girişimci, ev temizlikçisi oluyorlar. 3 kişilik grup evler oluşturuluyor. 2 kadın çalışıyor, diğer kadın çocuklara bakıyor. Böylece yaşama aktif olarak katılıyorlar. SRAP( Sosyal Riski Azaltma Projesi) kapsamında yeni çocuk bakımevi ve kadın konukevi açılması planlanmaktadır.

2005 yılında Kadın  Sığınma Evlerinde ;

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi                                70 kadın

İç Anadolu Bölgesi                                40 kadın

Trakya Bölgesi                                7 kadın

Ege Bölgesi                                12 kadın

Karadeniz Bölgesi                                39 kadın hizmet almaktadır.

Kadın Sığınma Evinde Kadın Konukların Kalma Süreleri Dolarken; Yeni Yuva Yeni Yaşam Projesi:

5.ÊT.C. Kadıköy Belediyesi tarafından sürdürülen Kadın Projeleri ve bu projeler vasıtasıyla oluşturulan çevre aracılığı ile istihdam olanakları yaratılması sağlanır.

6. Kendi aralarında iyi anlaşan üçerli gruplar oluşturulur. Ev tutma süreçleri desteklenir. Kiraları birinci ay, ihtiyaç olması durumunda T.C. Kadıköy Kaymakamlığı’nca karşılanır. Ev, ikinci el ev eşyaları ile döşenir.

7. Kadıköy Belediyesi ev düzeni kuran kadınlara yakıt ve yiyecek yardımı yapar, belediyemiz poliklinikleri tarafından sağlanan sağlık desteği sürdürülür.

8.Ê Bu gruptaki iki kadın çalışırken üçüncü kadın da evde çocuklara bakarak düzeni sürdürür.

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI

Avukat Hülya Gülbahar  (Kadın Dayanışma Vakfı)

Kadına yönelik şiddet ciddi bir cinsiyetçi sistem sorunu ve tüm dünyada yaygın bir sorun. Devletin bir politikası olması gerekiyor. Şiddetin ve namus cinayetlerinin temelinde ekonomik yetersizlik var. Kadınların sadece % 8’inin gayrimenkulleri var, gerisi tarlada çalışıyor. Kadınların Doğu’da 595, Ege’de % 75 oranında gelirleri yok. Ayrıca kadının ev içinde harcadığı emeğin karşılığı yok, çalışan kadınlar çok azınlıkta ve gelir erkeklere ait. Miras paylarında sorunlar var.

Kadınlar haklarını istedikçe şiddet fazlalaşıyor. Kanunlar çok kolay çıkıyor ama ne yazık ki uygulanamıyor. Belediye Kanunu, 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanunu için kampanyalar yapılıyor. Eğitim vermek, denetlemek, süreğenliği sağlamak, bilinç uyandırmak gerekiyor.

Partiler ve milletvekilleri hiç bir harekete sahip çıkmıyorlar. İmza kampanyaları havada kalıyor. Özellikle Medeni Kanunun mal rejimi ile ilgili Partiler grup kararı almak zorundalar.

Cinsiyet kotası konulması gerekiyor. TCK’da namus takıntısı var. Sadece 19.  maddede geçiyor, namus cinayetlerinde iftira çok fazla bu davalarda kadını savunan yok. STK’lar davalara müdahil olmak zorunda. Uygulama süreçleri hızlı olmak zorunda. Türkiye’de ensest vakaları mevcut ve namus cinayetleriyle bağlantıları var.

Çözümler:

lÊKurumsal çözüm önemli. Kadın yoksulluğu ve işsizliği giderilmeli,

lÊ14 sığınmaevi, 259 kadın kapasiteli, çok az bir rakam. Belediyeler mutlaka kadın sığınmaevi açmak zorunda,

lÊKadın Sığınakları Kurultayı sonuçları rapora çözüm önerileri olarak yansıtılmalıdır.

lÊSTK’ların Kanun hazırlanırken verdiği görüşler mutlaka gözönüne alınmalıdır.Genital organ muayenesi tamamen yanlış olarak uygulanmaktadır ve bu madde kesinlikle yeniden düzenlenmelidir. Bekaret kontrolünün tamamen yasaklanması gerekmektedir.

lÊSığınmaevleri kadınların can güvenliğinin sağlanması açısından yalnızca bulunduğu ile değil, tüm ülke genelinde hizmet vermelidir.

Canan Arın (Mor Çatı /KADER/İstanbul Barosu Kurucu Üyesi)

Birleşmiş Milletler’in şiddet tanımı son derece ayrıntılı olarak hazırlanmıştır. Kadın hakları insan haklarıdır ve onların hakları ayrı olarak savunulmalıdır. Şiddet, fiziksel, sözel, psikolojik, cinsel, ekonomik olabilir. Şiddet aynı zamanda, güçlünün zayıf üzerinde güç uygulamasıdır. Ancak kadın-erkek eşitliğini sağladığımız zaman biter. Siyasi ve ekonomik eşitlik mutlaka kota ile sağlanmalıdır. Olumlu ayrımcılık yapılması gerekmektedir. İsveç’de uygulandığı gibi bir fermuar sistemi uygulanmalıdır. Anayasa’ya % 40 kadınların temsil hakkı konmalıdır. Şimdiye kadar tüm hükümetler şiddete son bağlamında ciddi değildir. Uluslararası sözleşmeler imzalanıyor ama birşey yapılmıyor. Sığınma evleri hala yok. TCK’ya göre davada zarar gören tarafında temsil edilmesi gerekiyor ve bunu STK’lar yapabilmelidir. Özellikle namus cinayeti davalarında müdahil olmalılar. Devlet sığınakların sayısını artırmalı ve yeri gizli  olmalıdır. Kadın mutlaka korunmalıdır. Hatta kadınların isimleri bile gizli tutulmalıdır.

Öneriler:

lÊİhtisasa göre sığınmaevleri açılmalıdır (şiddet, seks işçisi, ensest...). Bu sığınmaevleri çok ve çeşitli olmalıdır.

lÊDİE şiddet istatistikleri toplamalıdır.

lÊNamus ve kadın bedeni arasında ilişki olmamalıdır.

lÊTCK’da kan gütmede töre cinayetidir. Namus cinayeti olarak değiştirilmesi gerekiyor.

İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi

Şiddete maruz kalan kadınlara avukatlık hizmeti verilmektedir. 2 avukat bu hizmeti vermekle görevlendirilmiştir. Hukuki bilgi ve destek verilmektedir. Bu destek verilirken  kadının ekonomik durumu önemli değildir. CMUK’daki madde nedeni ile davalara müdahil olunamamaktadır. Töreler, din, kültür, eğitim kadına yönelik şiddeti beslemektedir. Kentsel, kültürel, toplumsal dönüşüm projesi gerekiyor. Kadın-erkek eşitliği toplumun tüm kesimlerine anlatılmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalıdır. Devlet, aile içinde egemen olan babaya yönelik önlem almak zorundadır. Otoriter yapı yıkılmalıdır. Kadın-erkek ayrımcılığı küçük yaşlardan itibaren aile içinde öğretilmeye başlanıyor ve kodlamalar yapılıyor. Bunların önlenmesi için ortaya çıkarılması gerekiyor. Şiddetin tanımlanması gerekiyor.

Öneriler :

lÊ4320 Ailenin Korunması Kanununda temel eksiklikler var. Kanun çıkmasından çok uygulanması gerekiyor. “Aynı çatı altında.... “diye başlayan madde yeterli değil. Bireyler ayrı yerlerde (boşanmış) olabiliyor. Evlilik resmî olmayabiliyor. Bireyin korunması, evliliğin korunmasından daha önemli.

lÊOrtaöğretim kurumlarında “iffetsiz olan kızlar” diye damgalanmış olan kızların okulla ilişiği kesiliyor. Bu niye yalnızca kızlara uygulanıyor. Yönetmeliğin değiştirilmesi gerekiyor.

lÊAdalet alanında çalışanlar (hâkimler, savcılar, polisler, avukatlar...) hizmet içi eğitime tabi tutulmalı.

lÊAdli kolluk kurulmalı. Güvenlik ve soruşturma aynı kişi tarafından yapılmalı. Polisler eğitilmeli ve kadına yönelik şiddetle ilgili bir birim kurulmalıdır. Burada kadın polisler görev almalıdır.

lÊNamus cinayetleri intihar şeklinde olabiliyor. Geriye dönük soruşturma çok dikkatli yapılmalıdır.

lÊYargı hızlı ve etkin olmalıdır. Tanık ifadeleri soruşturma aşamasında alınmalı, gerekli ise yargı yeri değiştirilmeli ve tanıklar korumaya alınmalıdır.

lÊCinayetler tasarlanarak gerçekleştiriliyor ve bunu tasarlamak 1-2 hafta içinde oluyor. Kadın bu süre içinde koruma altına alınmalıdır.

lÊAileye yönelik de soruşturma açılmalı ve ceza verilmelidir.

lÊYaşı küçük olan çocuklar cinayete karışmasınlar diye korumaya alınmalı, ailelere göç ve iş imkânı sağlanmalıdır.

lÊTCK’da “haksız tahrik” maddesi var ama “töre” kelimesi yerine “namus” konulmalıdır.

lÊNamus kriteri “ikili” uygulanmamalıdır. Erkek ve kadına aynı uygulanmalıdır. Kadın ceza alıyor ama erkek almıyor. ahlâk da iki yüzlü bir kavram.

Doç. Psikolog Ufuk Sezgin

İstanbul Tıp Fakültesi Psikoloji Ana Bilim Dalı/Psikolojik Travma Programı

1997 yılında Mor Çatı Kadın Sığınağı / Geleceğim Elimde adı altında yapılan bir araştırmaya göre, ailelerde fiziksel şiddet %34, sözlü şiddet %53, cinsel şiddet / taciz %9 olarak belirlenmiştir. Kadınların % 80’i artık yapacak bir şey olduğuna inanmamaktadır.  Mor Çatı 1990-1996 yılları arasında 1259 kadınla çalışmış ve % 88.2 oranında kadının şiddete maruz kaldığını saptamıştır. Ayrıca bu kadınların % 68’i eşleri tarafından dövülmektedir.

Kliniğe gelen her 100 kadından,

% 80 kadın 5 yıldan uzun süreli şiddete maruz kalıyor,

% 27 kadın sürekli şiddete maruz kalıyor,

% 46 kadın birden fazla şiddete maruz kalıyor,

% 30 kadın fiziksel yaralanmaya maruz kalıyor,

% 44 kadın yaşamsal tehlikeye maruz kalıyor,

% 30 psikiyatrik tedavi görmektedir.

Mağdurun şiddeti sürdürme sebebi,

lÊEkonomik,

lÊÖç alma / intikam

lÊÇocuk

lÊAile desteğinin olmaması

lÊDüşük benlik kaygısı

lÊDuygusal bağımlılık

lÊİntihar / öldürme tehdidi

lÊBilinmeyenden korku

lÊYasal sistemin yardım edemeyeceği korkusu

lÊDinî / kültürel inançlar (dul kadın olma korkusu)

lÊSevgi / suçluluk / çaresizlik duyguları

Sığınma evleri açarken,

lÊRehabilitasyon olmalı (doktor, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, çocuk yuvası, avukat)

lÊİş imkânı sağlanmalı

lÊÖzgüven kazandırılmalı

lÊKesinlikle gizli olmalı

lÊSistem alttan üste doğru çıkmalı

lÊBurada görev yapacak kişiler eğitimli olmalı

lÊKadın bakış açısı kazandırılmalı

lÊSilâhlı erkeklere bir çözüm bulunmalı

lÊAile mahkemeleri işler hale getirilmeli (duyarlılık kazandırılmalı, erkeğe ve aileye rehabilitasyon uygulanmalı)

lÊRehabilitasyon merkezleri açılmalı ve ulaşılabilir olmalı (ücreti yüksek olmamalı)

lÊKadınların şiddete yönelik nereye başvuracaklarının (gerekirse başka dillerde) bildirilmesi gerekiyor. Kadın polisler eğitilebilir.

Müjgan Halis (Gazeteci)

Namus kavramı bölgeden bölgeye değişiklik gösteriyor. “Batman’da Kadınlar Ölüyor” adlı kitabın yazarıyım. 2001 yılında Batman kadın intiharlarıyla gündeme geldi. Aslında kadınlar intihara daha meyilli ama ölüm oranı çok düşük. İntiharlarda erkekler daha çok ölüyor. Ama Batman’daki uyarı değil gerçekti. Nisan 2001 yılında 49 kadın öldü. Hukuk boyutunun yanında insan boyutunun da gözardı edilmemesi gerekiyor. Kadın toplum yaşamına katılmalı, hayalleri dinlenmeli ve ona hak verilmelidir. Sosyal yaşam (sinema, kitapevi) canlandırılmalıdır.  Batman’da  diğer kentlere göre toplumsal uçurum daha fazla. Medya yaygın olduğu için renkli hayatlar artık evin içinde ve kadınlar / genç kızlar bunu talep ediyorlar. Talep beraberinde intiharı veya cinayeti getiriyor. Ayrıca aileler intihara da zorluyorlar. Bölgede KAMER var, kadın dayanışma merkezleri var ve aslında kadın dayanışması fazla. Mesela Konya’da kadın kendini dile getiremiyor çünkü kadın hareketi yok.

Filiz Özçelik-Mor  Çatı

15 yıllık ve şiddeti ilk kez Türkiye’de dile getiren bir kurum. Sığınak deneyimi var. Her gün 10 kadın telefonla, 4-5 kadın bireysel olarak başvuruyor. Talepler genelde sığınmaevi oluyor. Beyoğlu Kaymakamlığı bir yer açtı ve 20 kadın kapasitesi var. İşletmeciliğini Mor Çatı yapıyor. Kadınların ve çocukların  3-5 ay kalma hakkı var. Şu anda 13 kadın ve 10 çocuk barınmakta. Bunlara psikolojik destek veriliyor ama toplumdaki pek çok kadın bu hizmetten yararlanamıyor. Kadınlar fizyolojik olarak sakat kalıyorlar ( burun kırık, kulak zarı yırtık, topal...). 26 adet belediye sığınağı mevcut görülüyor ama 3 tanesi hizmet veriyor. Kapasiteleri 60-70 kadın ile sınırlı. İstanbul için çok az bir rakam. En az 100 sığınak olmalıdır.

Öneriler :

lÊPersonel sayısı artırılmalıdır.

lÊHizmet içi eğitim sürekli olmalıdır.

lÊSığınma evlerinde kadın bakış açısına sahip kadınlar tarafından hizmet sağlanmalıdır.

lÊBürokratik engeller kaldırılmalı veya işlemler hızlandırılmalıdır (yeşil kart, nüfus cüzdanı...).

lÊSağlık kontrolleri düzenli olarak yapılmalıdır (travma, hamilelik...).

lÊEv (pahalı), çocuk (kreş yok) ve iş (az) sorunlarının çözümlenmesi gerekmektedir.

lÊ4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanununda kadın evde kalmakta, erkek uzaklaştırılmaktadır. Mahkeme tarafından kadına tedbir nafakası bağlanmadığı için, kadın ekonomik olarak mağdur olmaktadır.

lÊKadının yalnızca yaşadığı yerdeki adliyeye değil her yerdeki adliyelere başvurma hakkı olmalıdır.

lÊKadını koruyacak kolluk kuvvet yok.

lÊİstatistiksel veri toplarken daha dikkatli olunması gerekiyor.

lÊSığınaklara düzenli bütçe sağlanması ve buraların düzgün işletilmesi gerekiyor.

AMARGİ Kadın Akademisi

2001 yılında kuruldu. Aile içi cinsel istismara yönelik çalışmaların acil olarak yapılması gerekiyor. Kadına yönelik şiddet, yalnızca kadınların sorunu değil toplumsal bir sorun olarak algılanmalıdır. Erkeklerde sorumlu tutulmalıdır. Okullarda, toplumsal alanlarda şiddet tartışılmalıdır. Özellikle eğitim kurumlarında “çocukken” şiddet / cinsellik / aile içi şiddet tartışılması gerekmektedir. Ayrıca kadın-erkek eşitliği öğretilmelidir. Bu alanda gerekli çalışmaların yapılması gerekiyor.

Handan Koç - Pazartesi Dergisi

Hükümet politikalarının yerele kadar indirgenmesi gerekiyor.  Yerel bir zihniyet oluşturulması ve kahvelere kadar inmesi gerekiyor. Ayrıca, ülkemizde dayanışma çok önemlidir. Kadınlar bu dayanışma ile ayakta kalmaktadırlar. TBMM bu dayanışmayı yaymak zorundadır.

İlknur Karacan - İstanbul Teknik Üniversitesi

Ülkemiz, Birleşmiş Milletler CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) raporunu şimdiye kadar 3 defa sunmuştur. (En son Ocak 2005 tarihinde sunum yapılmıştır.) Türkiye, Pekin+5 kararlarına namus cinayetlerinin de eklenmesini sağlamıştır. 2004 Kasım Genel Kurulunda ise, Ülkemiz Birleşmiş Milletlerde sponsor olarak namusla ilgili bir karar alınmasını sağlamıştır. 2002-2005 yılları arasında TCK kadın kampanyasına destek verilmiştir ve STK’ların telep ettiği 30 adet madde TCK’ya girmiştir. Şubat 2005 Birleşmiş Milletler resmî raporu sonucunda Ülkemize yönelik 47 tane tavsiye kararı çıkmıştır. Fakat “namus cinayetleri” yerine “töre cinayetleri” denmesi konusunda endişeler vardır. Bunun “töre ve namus cinayetleri” olarak düzeltilmesi talep edilmektedir. Ayrıca genital muayenenin de yeniden gözden geçirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Çünkü bir ayrımcılık söz konusu olmaktadır.

Kadına yönelik şiddet sorununun bir an önce toplumsal olması gerekmektedir. Bilinç yükseltme çalışmaları Devler ve STK’lar tarafından yapılması gerekmektedir. Medya ve kampanya destekli olabilir. Eğitim programları olabilir. Kadının İnsan Hakları Derneği tarafından SHÇEK ile protokol imzalandı ve  SHÇEK’de görev yapmakta olan sosyal hizmet uzmanları eğitildi. Onların da kadınları eğitmeleri sağlandı. Bu yolla, % 75 oranında aile içi şiddet durduruldu ve  %25 oranında da azalma sağlandı. Kadınların sadece 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanununu bilmeleri bile çok önemli kaldı ki uygulayabilseler daha hızlı gelişme sağlanabilir. Okuma-yazma öğretilmesi gerekiyor. Buna “yasal okur-yazarlık” adı veriliyor. Olayları önleyici tedbirler bunlar olabilir. Mutlaka bilinçlendirme programlarına kaynak ayrılmalıdır.

2- Araştırma Komisyonu 19-22 Aralık 2005 tarihleri arasında Diyarbakır ve Şanlıurfa illerinde incelemelerde bulunmuştur.

Diyarbakır ve Şanlıurfa Valiliklerinin organizasyonunda ilgili  Kamu Kurum ve Kuruluşları , Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversitelerden gelen temsilcilerin katıldığı bir toplantı yapılmıştır. Ayrıca;ceza ve tutukevleri, mağdur aileleri ve  kadın sığınma evleri ziyaret edilmiş kanaat önderleriyle de görüşülmüştür.

Diyarbakır İncelemesi (19-20 Aralık 2005)

Diyarbakır’da yapılan toplantıya katılan temsilcilerin  görüşleri özetle aşağıda yer almıştır.

SHÇEK İl Müdürlüğü

- Namus ve töre adına kadınlara yönelik kötü muamele, işkence ve öldürme , Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde yaygın olarak görülmektedir. Bu tür şiddet olaylarında toplum; kadını “suçlu” erkeği ise “mağdur” olarak değerlendirmektedir. Geçmişte bu konular hiçbir zaman toplumun gündeminde değildi ancak bugün bölgemizde aynı durum söz konusu değil, yeterli olmamakla birlikte bu konuda STK lar ve Devlet kurumları işbirliği halinde çalışmaktadırlar. Valiliğimizce çeşitli tanıtım kampanyaları, Devlet ve STK işbirliği ile eğitim programları, danışmanlık  hizmetleri ile yöre halkı bilgilendirilmekte, bilinçlendirilmektedir.

2000-2005 yılları arasında toplam 1113 kadın ve 1 çocuk Valiliğe başvurmuştur. Bunlardan % 70.7 resmî nikahlı, % 11.1 dini nikahlıdır.  % 34.5 okur-yazar değil, % 12.5 okur-yazardır. % 65.6  sözel şiddete uğramış, % 34.4 sözel şiddete uğramamıştır. Kadınlardan,

% 73.3 aile içi şiddet,

% 3.3 toplumsal şiddet,

% 63 fiziksel şiddet,

% 20.3 cinsel şiddet,

% 57 ekonomik şiddet,

% 61 duygusal şiddete maruz kalmışlardır.

Valiliğe başvuran kadınlardan büyük bir çoğunluğu haklarını bilmemekte ve yönlendirmelerle başvuru yapmaktadırlar.

2000-2005 yılları arasında işlenen suçlardan büyük bir çoğunluğu kan davası ve töre/namus cinayetleridir. 78 vakadan 77’si ölü, 1 yaralı olarak belirlenmiştir.

2000-2005 yılları arasında kadın sığınmaevine,

2001 yılında 3 başvurudan 2 aile içi şiddet, 1 tecavüz (nakil işlemi yapıldı)

2002 yılında 5 başvurudan 5 aile içi şiddet, (nakil işlemi yapıldı)

2003 yılında 4 başvurudan 4 aile içi şiddet, (nakil işlemi yapıldı)

2004 yılında 14 başvurudan 12 aile içi şiddet,5 tecavüz, (nakil işlemi yapıldı)

2005 yılında 32 başvurudan 28 aile içi şiddet, 4 tecavüz,(nakil işlemi yapıldı)

Başvuran kadınlardan, 9 kadın nakil edildi, 9 aile yeni bir yerleşim yerine nakil edildi, 3 kadın işe yerleştirildi, 9 kadın kendi istediği için ayrıldı, 2 kadın hala sığınma evinde  bulunmaktadır.

KAMER  (Nebahat Akkoç) :

Tanım; “namus” adına işlenen cinayetler tanımı 2005 yılında  “namus kisvesi” adı altında işlenen cinayetler olarak değişim göstermiştir.

KAMER tarafından 2003 yılından beri Namus Kisvesi Altında İşlenen Cinayetleri Önleme Projesi yürütülmektedir.  Projenin amacı; kadınları güvence altına almak, duyarlılığı artırmak, kadınlara kalıcı yer sağlamak, kalıcı yöntemler geliştirmek,

(Ailelerle görüşülüp küslük ortadan kaldırılıyor ya da kadınlara yeni bir yerde yeni bir yaşam sağlanıyor.)

2003 yılında 23 kadın, 2004 yılında 31 kadın ve 2005 yılında 31 kadın olmak üzere toplam 85 kadın başvurdu. 6’sı yurtdışından olmak üzere 48’i evli ve 30’u zorla evlendirilmişti.

Şehir merkezli başvurulardan, 4 kadının nüfus kaydı yok, 9 kadının nüfus kaydı var kimliği yok, 16 kadın yanına almamış, 56 kadının nüfus kimliği yanında.

Bunlardan, 26 kadın okur-yazar değil, 14 kadın bilen bir kişiden öğrenmiş, 25 kadın ilkokul mezunu, 4 kadın lise mezunu, 2 kadın yüksekokul mezunu.

lÊSoruna yaklaşımda yerel farklılıklar ve yerel özellikler (dil, yöntem) dikkate alınmalıdır.

lÊYerel farklılıklar çok yoğun ve eğitim düzeyi çok önemli. Eğitim düzeyi düştükçe cinayet sayısı artıyor.

lÊİlköğrenim görmüş kadınlar Türkçe biliyorlar, bunların problemlerini çözmek çok daha kolay oluyor.

lÊKadının önündeki başlıca engeller; eğitim düzeyi ve dil, ekonomik engeller, namus kavramı, ailelerin bakış açıları.

lÊKadın, ailenin koyduğu kurallara uymak zorunda, yoksa itaatsizlikle suçlanarak öldürülüyor.

lÊTRT’de kadınların yasal haklarını öğrenebilmeleri için kendi dillerinde yayın yapılmalı, eğitim programları düzenlenmelidir.

lÊŞiddetin arttığı değil azalmaya başladığı gündeme getirilmelidir.

lÊKanunlar uygulanmalı, zihniyet değişikliği sağlanmalıdır.

lÊKadınlar nüfusa kayıt ettirilmeli ve resmî nikahlı olmaları sağlanmalıdır.

lÊKadınlara ulaşılmada imam, muhtar, polis, ebe birlikte çalışma yapmalıdır.

lÊKız çocuklarının okula gitmeleri ve erken evlendirilmemeleri sağlanmalıdır.

lÊHalen 18 ilde çalışma yapılmakta, Diyarbakır hariç diğer illerin Valiliklerinde sorun yaşanmakta ve zaman kaybedilmektedir. SHÇEK, Sağlık Bakanlığı, MEB, STK’lar, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Gn. Md. işbirliği ile Acil Müdahale Hattı (Ekibi) kurulmalıdır. 24 saat açık olarak hizmet vermesi sağlanmalıdır. Mardin’de kuruldu, Batman’da ise kurulmaya çalışılıyor. Valiler destek veriyorlar. Ama kalıcı bir yöntem geliştirilmesi gerekiyor.

lÊGönüllülüğe dayalı bir sistem var ama geliştirilmesi gerekiyor.

lÊYaralı ve akli dengesi bozuk kadınlar sığınma evlerine kabul edilmiyorlar. Bunların sığınacak hiçbir yerleri yok.

lÊKurumsallaşma olması gerekiyor. Bireysellik (kişilere bağlılık) ortadan kalmak zorunda. Beşeri ilişkiler yerine kurallarla yönetimin sağlanması gerekmekte.

Mazhar Bağlı (Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü):

lÊDevletin bu soruna eğilmesi ülkemizin imajı ve toplumsal çözüm bulma açısından çok önemlidir.

lÊToplumsal bir sorun olduğu için üniversiteler ile ortak çalışılması gerekiyor. Yapılan çalışmaların tekrar derlenmesi yararlı olacaktır.

lÊKonunun din ile ilgisi kurulmalı ve Diyanet İşl. Bşk. bu sürece dahil edilmelidir.

lÊÇocuğa yönelik şiddet kadına yönelik şiddetten daha fazladır, toplumsal eğitim gerekmektedir.

lÊEğitimli kadınlar arasındaki şiddet, eğitimsiz kadınlara göre daha yüksektir. Diyarbakır’da 4500 sokak çocuğu var. % 2’si sürekli sokakta yaşıyor, %32 sokakta çalışıyor, %20 teşvik ediliyor, % 50 aile içi şiddete maruz kalıyor. (Dicle Ün. 2003 yılı araştırması).2005 yılında sokak çocuklarının sayısı 1250’ye gerilemiştir. SHÇEK 5000 çocuğa eğitim vermiştir. Bu çocuklar tarım ve sanayide çalışmaktadırlar.

lÊDiyarbakır’da madde bağımlısı çocuk oranı % 1’dir.

lÊBir semtte kadına yönelik bir merkez varsa oralarda ölümcül bir olay olmamaktadır. Yapılan araştırmaların sonunda Batman’da kadın merkezleri açıldı, sayıları artırıldı. Kadınlar buralarda farkındalık artırdılar. Fakat erkeklerinde eğitim almaları gerekiyor.

lÊTCK’da 82. madde de töre ve namus saiki olarak değiştirilmesi gerekiyor. Namus göreceli bir kavram olduğu için eklenmesi uygun görülmedi. Çünkü kişiden kişiye, toplumdan topluma değişiklik göstermektedir.

Meral Danış Bektaş (Diyarbakır Barosu, KAMER) :

lÊBu cinayetler namus kisvesi altında işlenmektedir. Kanunda düzenlemeler yapıldı ama tanıtım eksikliği var. Kadınlar emniyet görevlilerinden çok STK’lara başvuruyorlar.

lÊYargının tutumu çok önemli. Aynı bakış açısı ve kurumsallaşma önem taşımaktadır. Hâkim ve savcıların olaylara farklı bir gözle bakması gerekiyor. Yargısal hoşgörü olmaması gerekiyor.

lÊValilik, Jandarma ve Emniyet işbirliği çok önemli. STK’lara destek verilmesi gerekiyor. Mesai kavramı sorun olmaktadır. (özellikle SHÇEK’de). Bireysel çaba harcamak gerekiyor. Ayrıca, hukuki işlemler çok yavaş, devlette de gönüllülük mantığı olması gerekiyor.

lÊValiliğin sığınma evi var ama oraya kadınları göndermek sorun oluyor. Yer yok, can güvenliği sağlanamıyor. Kadınların hemen yer bulmaları gerekiyor.

lÊUygulamada sorunlar var. Başvurudan sonra hemen karar alınamıyor, o zaman da kadın ya ölüyor ya da yaralanıyor.

lÊTCK’da “kusurlu eş” ibaresinin olmaması ya da açıklama getirilmesi gerekiyor.

lÊBoşanma kararından sonra bile kadınlar şiddet görüyor. Kanuna ek yapılması ya da değiştirilmesi gerekiyor.

Muhammet Akar (Avukat) :

Din adamlarına çok görev düşüyor ama onlar yetersiz kalıyorlar. Din ve töre kuralları içiçe geçmiş durumda, bunların birbirinden ayrılması gerekiyor. Ayrıca din adamlarının da eğitilmesi gerekmektedir.

Diyarbakır Merkez Vaizi :

lÊCamilerde, hutbelerde vaaz olarak veriliyor. Diyanet bu konuda pasif kalmamaktadır. Bu işlerin din adına yapılmamasını sağlamak gerekmektedir. Bu halka anlatılıyor. Namus kavramı var ama insan öldürmek gerekmiyor, bunun ailelere anlatılmasına çalışılıyor.

lÊToplum hak, hukuk, zulüm nedir ? hakkında bilgilendirilmelidir. Cezalar belli mercilerce verilmelidir. Bunun anlatılması gerekmektedir.

Handan Coşkun (Diyarbakır Belediyesi Kadın Merkezi ):

lÊ2 kadın merkezi, 2 kadın kooperatifi mevcuttur. Kadınların ilk başvurdukları adres çok önemlidir. 2004 yılında 17 kadın kent, 33 kadın kır-köy başvurmuştur.

lÊKadınlara ait işlemler yapılırken çok zorlanılmaktadır. Özellikle çok çocuklu kadınlar, madde bağımlılarının tedavilerinin yaptırılması, barınmalarının sağlanması çok zor olmaktadır.

lÊKadınların takibinde de zorluklar yaşanmaktadır. ( Okur-yazarlık, istihdam, can güvenliği...). Böyle bir mekanizma yok.

Prof. Dr. Nuray Elmacı (Dicle Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı):

lÊNamus kavramı daha çok geçmiş kuşaklardan öğrenilir ve toplumdan topluma farklılaşır. Namus törelerin içindedir. 2 kavramı birlikte kullanmak zararlı değildir. Namus törenin içindedir.

lÊEğitimli kadınlar da şiddet görüyor ama eğitimsiz kadınlar özellikle Doğu’da daha fazla şiddete maruz kalıyor. Çünkü kadınlar buralarda erken evleniyorlar, akraba evliliği yapıyor ve başlık karşılığı veriliyorlar. Mevcut aşiret yapısı kadını 4. sınıf görüyor.

lÊKadınların hakları konusunda bilinçlendirilmeleri ve erkeklere de eğitim verilmesi gerekiyor.

lÊBu bölgede çocuğa ihtiyaç duyuluyor. Çok eşlilik de aşiretin ve  ailenin güçlü olma isteğinden kaynaklanıyor. Bu yapıyı etkileyecek çözümlerin bulunması gerekiyor.

lÊŞafilerde töreler daha güçlüdür. GAP bölgesinde Kürtçe konuşulur. Aşiret ailesi olma özelliklerine sahiptirler. Töreler baskındır. Kentli bir yapı sergilemezler, kendilerine ait kuralları vardır.

İl Jandarma Komutanlığı :

lÊÖzellikle yoksulluk ve üreme problemi var. Çok çocuklu aileler (aile planlaması olmaması) sorun yaratmaktadır.

lÊKan davaları çok yaygın, barışmalarda kan parası ödeniyor. Bu rant demektir. İşsizlik ve yoksulluğun olduğu yerde para için kan davası da oluyor. Buna yönelik bir araştırma yapılması gerekmektedir.

lÊEğitimli kadınlar haklarını savunuyorlar ve daha fazla şiddete maruz kalıyorlar.

Muhittin Sarıkaya (İl Müftüsü ) :

lÊHiç bir cinayet İslam dinine dayandırılamaz. Çevre etkisi çok önemli. Geleneksel din anlayışı, gerçek din anlayışının önünde gelmektedir.

lÊDiyarbakır’da bir mezhep farklılığı var. Şafi mezhebine göre vasinin izni olmadan kız evlendirilmez. Kız-erkek evlenmek için babanın rızasını almak zorundadır. Bu da geleneksel din yapısından gelmektedir. Din de böyle birşey yoktur.

lÊBölge kadınının % 60’ı tek evlidir ve dövülmemektedir. Çok eşli olan kadınlar arasında şiddet oranı daha fazladır.

lÊBölgede kız çocuklarının miras hakkı, eğitim hakkı yoktur. Evlilikte fikirleri alınmamaktadır. 23 tane seminer düzenlenmiştir ve 1500 kişi ile görüşmeler yapılmaktadır.

lÊKadınlar evde kapalı kalmamalı, sosyal aktivitelere katılmalıdırlar. Böylece evde huzur ortamı yaşanacaktır.

Gülcan Yalçın Tantekin (Kadın Eğitim Merkezi / EPİDEM) :

lÊKadın sığınma evlerinde yer yokluğu nedeniyle SHÇEK talepleri kabul etmiyor.

lÊ18 yaş altında çocuğun can güvenliği sözkonusu ve hamile olduğu halde ne emniyet ne de SHÇEK kabul etmedi, çocuk mahkeme kararı ile ailesine teslim edildi. Bu can güvenliği açısından çok büyük sorun teşkil ediyor ve takip edilmesi gerekiyor.

lÊ6 ayda 107 kadın (8 töre ve namus cinayeti) başvurdu. % 51 evli ve aile içi şiddete (ekonomik ve fiziksel) maruz kalmış durumda.

Dicle Üniversitesi :

lÊİlk evlilikler çok küçük yaşta yapılıyor. Bu da bölge açısından çok büyük sorun teşkil ediyor.

lÊKentleşme ile birlikte bu tür sorunlarda artış oldu. Düzensizlik başgösterdi. İnsan sayısı arttı, intiharlar arttı. (Özellikle de Muğla ilinde kadın intiharları çok fazla). Kente gelen insanların eğitimle uyum sağlamayı öğrenmesi gerekiyor 8kent yaşamı, kuralları...).

lÊTöre ile kentsel adaptasyonu birarada ele almak gerekiyor. Şiddetin algılanması farklı. Eğitimli kadın ile eğitimsiz kadın şiddeti farklı algılıyorlar.

Diyarbakır Barosu :

lÊ“Herkes İçin Adalet” isimli 6 alt bileşeni olan AB projesi yürütülüyor. Ulusal ve uluslararası düzenlemeler anlatılıyor. Miras hakkından da bahsediliyor. Hukuki destek veriliyor ve davalar takip ediliyor. Diyarbakır’da kadınlar artık haklarını biliyor ve kullanmak için talep ediyorlar. Oranlarda artma var.

lÊYargıçlar mahkemelerde töre cinayetlerinde 3 faktöre bakıyorlar. Bunlar, aile meclisi var mı, karar alınmış mı, kimler almış.

lÊ“Müdahil olma” konusunda yasada boşluk var. STK’lar gözlemci olarak dosyayı okuyabiliyor ama müdahil olamıyorlar. Ölen de öldüren de kendi kanlarından olduğu için aileler karşı çıkıyor. Baroların müdahil olma hakkı (yolu) açılması gerekiyor çünkü ölenlerin de haklarının korunması gerekiyor.

Sağlık Bakanlığı :

lÊDiyarbakır’da anne ve bebek ölümleri çok yüksek. Yılda 40 bin bebek doğuyor ve bunları takip etmek çok zor oluyor. Vatandaş sağlığı talep etmiyor, ölüm oranları bu yüzden yüksek oluyor. Aşı oranları % 30’dan % 80’e çıktı çünkü devlet kapı kapı dolaştı. 15-25 yaş arasında doğurgan 350.000 kadın var. 700.000 kadına aşı (tetanoz) yapılması gerekiyor.

lÊTöre cinayetlerinde cezalar çok arttığı için artık aileler kadınları intihara zorlayacaklar ve intihar oranlarında artış olacak.

Millî Eğitim Bakanlığı :

lÊKız çocuklarının okullaşma oranları merkezde % 30 ama yatılı bölge okullarında bu oran erkek çocuklarında yüksek.

lÊKızlar 5. sınıftan itibaren takibe alınıyor. Yatılı bölge okullarına yönlendiriliyor. İlköğrenimde oran % 50 iken, ortaöğrenimde bu oran %30-35’e düşüyor. Liselerde ise daha da azalıyor.

lÊ2005 yılında “Haydi kızlar okula” kampanyası ile 15.000-20.000 kız ara sınıflardan kayıt altına alındı.

lÊKız çocuklar için yatılı bölge okulları açılması gerekiyor.

Şanlıurfa İnceleme Notları (21-22 Aralık 2005)

Şanlıurfa’da yapılan toplantıya katılan temsilcilerin  görüşleri özetle aşağıda yer almıştır.

SHÇEK İl Müdürlüğü :

lÊTöre ve namus cinayetlerinin nedenleri olarak kültürel, hukuksal, toplumsal, ekonomik, psikolojik etmenler in yanı sıra yoğun göç, aşiret gelenekleri ve töre baskısı sayılabilir. Çözüm bir eylem planı hazırlanmalıdır. Aile bireyleri kuralları çok katı olarak uygulamaktadır. Üniversitenin varlığı ile sosyal hayat gelişti ve göçten sonra kent yaşamına alışıldı. Bölgede geleneksel/geniş aile yapısı devam ediyor. Kadınların hakları neredeyse yok. Kararları aile meclisleri alıyor. Anne, baba, babaanne kararların alınmasında etkili olan kişiler. Halk (aşiret ileri gelenleri) de bu karara katkıda bulunmaktadırlar. Çevre/toplum baskısı bu cinayetler için zemin hazırlamaktadır.

lÊ2002 yılında 8 kadın, 2003 yılında 9 kadın, 2004 yılında 8 kadın ve 2005 yılında 18 kadın  başvurdu.

lÊEğitim önemli ama içeriğine bakmak gerekiyor. Aile bir bütün olarak eğitilmelidir. Örf, adet ve hurafeler çok baskıcı, bunların gözden geçirilmesi gerekiyor. Bireysellik öne çıkmak zorunda. Geleneksel aile yaşamında bunun düzelmesi gerekiyor.

lÊAdölesan dönemlerine dikkat edilmelidir. Geleneksel ve baskıcı aile yüzünden gençler yanlış yollara sapmaktadırlar. Kararlara katılmalı ve erken evlendirilmemelidirler.

Çözüm;

1.Ê Ailelere yönelik eğitim, işbölümü geliştirilmeli, toplum merkezleri sayısı artırılmalı ve etkinlikler planlanmalıdır.

2.ÊÊKadın konukevi etkinliği nicel ve nitel olarak artırılmalı, hizmetler çeşitlendirilmelidir.

3.ÊÊİstihdama yönelik kolaylaştırıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4.ÊÊİleri gelenler ve medya ile iletişim kurularak toplumun bilinci artırılmalıdır.

5.ÊÊKız çocuklarının okullaşmaları sağlanmalıdır.

6.ÊÊ18 yaş altı için sosyal rehabilitasyon merkezleri kurulmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.

7.ÊÊDiyanet ile işbirliği (imamlara vaaz verdirilmelidir).

İl Emniyet  Müdürlüğü:

lÊ2004-2005 yılları arasında intihar oranlarında % 41 düşüş, intihara teşebbüs olaylarında % 45 düşüş, aile içi şiddet olaylarında % 14 düşüş olmakla beraber töre ve namus cinayetlerinde % 100’lük bir artış saptanmıştır.

lÊ4 yıldır çocuk suçlarına ilişkin çalışma yapılmaktadır. Aile ilgisizliği ve sevgisizlik en önemli nedenlerden. Çocuk kendini fark ettirmek için suç işlemektedir. Çocuk cinayet işleyerek aile içinde değer kazanıyor. Çocuklarda da ailevi değerler yok. Eğitimsiz ve kişiliksiz olarak yetiştiriliyorlar. 12-13 yaşında sesini çıkarmayıp ezilen çocuk 18 yaşında bedenen güçlendiği için hakkını gasp ile alıyor ve kapkaç terörü başlıyor. Aslında ev hırsızlığı ya da başka türlü bir hırsızlık yapmıyorlar hatta ev hırsızlığının cezasında daha az ama söke söke alma tatmini bu tür hırsızlıklarda olmaz. 2002 yılında varoşlarda çalışılmaya başlandı. Mahalle muhtarları ve emniyet çocuklarla iletişime geçti. 30.000 kız ve 50.000 erkek çocuk sinemaya götürüldü, kıyafetleri düzeltildi ve hijyen öğretildi. 2006 yılında hedef 100.000 çocuk olarak belirlendi. 7-15 yaş arası bu çocuklara canlılara zarar verilmemesi gerektiği, haklara saygı öğretiliyor ve sevgi veriliyor. Örnek polisler model olarak kullanılıyor ve çocuklar okumaya teşvik ediliyor. Sonuç olarak 2002 yılında 1388 çocuk suçlu sayısı, 2005 yılında 375’e düştü. Aile içi şiddet ve çocuklara karşı işlenen suçlarda da 3 yıl içerisinde % 56 oranında azalma görüldü.

lÊPolisler 4320 Ailenin Korunması Kanunu ile ilgili olarak eğitime tabi tutuldular. Artık karakollarda başlayan işlemler savcıya yönlendiriliyor, soruşturma başlatılıyor. Her hafta sonu çocuklar düşüncelerini belirten mektuplar yazıyorlar. Polisler 24 saat hizmet veriyorlar ve 2005 yılında sokakta çalışan çocukların envanteri çıkarıldı (aileleri, önceki suçları...).

lÊ4320 Ailenin Korunması Kanununda bütünlüğü sağlamak ve geliri sağlamak çok önem taşımaktadır. Hâkimler tedbir nafakası uygulamak zorundalar. Polisler ve savcılar eşi uzaklaştırmalı ve yasanın çok iyi anlaşılıp uygulanabilir kılınması gerekmektedir.

İl Jandarma  Komutanlığı :

lÊ2004-2005 yılları arasında aile içi şiddet olaylarında % 4, töre ve namus cinayetlerinde % 23’lük bir artış saptanmıştır.

lÊAile içi şiddet olaylarında örf ve adetler çok önemlidir. Cinayetler ve intihar olayları çok fazla ve sorun çok büyük. Feodal yapı çok güçlü ve giderek güçleniyor. Çok fazla silâh var. Beyana dayalı olaylarda sonuca gitmek çok zor oluyor, somut delil gerekiyor. Azmettirmek olayını ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu da kolay değil. Sosyal boyuta yönelik uygulamalar getirilmesi gerekiyor. Valilik ve üniversiteler işbirliği yapabilirler.

Şanlıurfa Barosu :

Varoşlarda töre cinayetleri daha fazla. Toplum töre cinayetlerinin daha prestijli olduğunu düşünüyor. Bu düşünce yapısının ortadan kaldırılması gerekiyor. Sanayileşme ile birlikte ailelerde bireyselleşme olacak ve bu problem ortadan kalkacak. Şu anda çok çocuklu ailelerde zulüm hakim görülüyor.

Adalet Komisyonu Başkanlığı :

lÊ2004 yılında ilk defa töre cinayeti ve aile meclisi kararı dile getirilmiştir. Urfa, Mardin, Batman ; Siirt, Diyarbakır illerinde töre cinayetleri var. Töre cinayetlerinde organize suçlar, tasarlama, katılım, maddi çıkar ve toplumda saygı vardır. Namus da ise bireysellik, olağan olaylar mevcuttur. Namus cinayetleri ülkemizin her yerinde olmaktadır. İstatistikler var fakat yetersiz ve anlamsız. Adalet Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü verileri birbirini tutmuyor.

lÊHâkimlerin ve savcıların vizyonu ve eğitimi olması gerekiyor. Mağdurun haklarını savunan yok, arkasından ağlayan yok. Aile öldürenin tarafını tutuyor.

lÊSeminerlerle hâkimler, savcılar, polisler, doktorlar... mutlaka eğitilmeli ve bulundukları bölgenin şartları, yaşam tarzı anlatılmalıdır.

İl Millî Eğitim Müdürlüğü :

Kadınların % 48’i okuma-yazma bilmemektedir. Bunların birçoğu Türkçe’de konuşamamaktadır. 2 yılda 55.000 öğrenci okullu olduğu halde, Adıyaman, Şırnak ve Diyarbakır daha iyi durumdadır. Derslik sayısının artırılması gerekmektedir.

Harran Üniversitesi (Prof. Dr. Zuhal Karahan ) :

Yöre halkında toprak yok, eğitim yok, yoksulluk çok olduğundan dolayı güçsüzlük mevcut.Güçlü olabilmek için  mutlaka bir topluluğa dahil olmak zorundasınız. Töre cinayetlerinin nedenleri, televizyon-medya, çocuğun aile içinde kimlik kazanmaya çalışması, çok eşlilik de kızın namusunun babadan çok akrabalardan sorulması, devlet görevlilerinin zamanla halktan biri olup çıkması ve görevlerini aksatmaya başlamasıdır.

Çözüm; işsizliğin giderilmesi gerekiyor, sanayileşme sağlanmalı bu da beraberinde istihdamı sağlayacaktır. Kentlerde alt yapının güçlendirilmesi gerekiyor. Göç edenlerin kent yaşamına adaptasyonlarının sağlanması çok önemlidir.

Türk Üniversiteli Kadınlar Birliği :

lÊŞanlıurfa’da dinsel ve sosyal nedenlerden dolayı kadının kimliği tanımlanmış değildir.

lÊEğitim özellikle ilkokulda yoğunlaşmalıdır. Meslek grupları da eğitime tabi tutulmalıdır.

lÊMedya ile kırsal kesimde yaşayanlar arasında uyuşmazlıklar var. Özellikle genç kızlar kültür şoku yaşamaktalar. İntiharlarda olayın sosyal boyutuna inilmesi gerekiyor.

lÊEkonomik özgürlük şart. “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasında 500 aile ile görüşüldü. Dinsel baskı çok yoğun. Din adamları mutlaka destek olmalılar.

lÊBireysellik öne çıkmak zorunda. Toplumsal ahlâki değer yargıları tekrar irdelenmelidir.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği :

Kız çocuklarının okullaşma oranlarını artırmak üzere ailelerle görüşmeler yapılmaktadır. Burs sağlanmaktadır. 600 kız öğrenci burs sağlandı ama okullaşma süreleri 15 günden önce olmuyor bu süre çok uzun.

İl Sağlık Müdürlüğü :

Şanlıurfa’da kadının ismi yok ve din yanlış anlaşılıyor. Acilen Diyanet İşleri Başkanlığı halkı bu konuda eğitmek üzere çalışmalarını hızlandırmalıdır.

3- Araştırma Komisyonu 01-03 Şubat 2006 tarihleri arasında Trabzon ve Rize illerinde incelemelerde bulunmuştur.

Trabzon ve Rize Valiliklerinin organizasyonunda ilgili  Kamu Kurum ve Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversitelerden gelen temsilcilerin katıldığı iki toplantı yapılmıştır. Ayrıca Ceza ve Tutukevinde konu mağduru mahkumlarla görüşmeler yapılmıştır.

Toplantıya katılan temsilcilerin görüşleri kısaca aşağıda yer almaktadır.

Trabzon-Rize  (Kamu Kurumu, Üniversite, Yerel Yönetim temsilcileri)

 

Katılımcılar; Ülkemizin pekçok yöresinde olduğu gibi Trabzon ve Rize illerinde de kadına ve çocuğa yönelik şiddet sorunu bulunduğunu  Bölgede töre ve namus cinayetinin yok denecek kadar az olduğunu Rize’de bulunan sığınma evinde şu anda hiçbir kadın bulunmadığını ifade etmişlerdir. Aile içi şiddetin toplumsal nedenlerle resmiyete her zaman intikal etmediği, önyargıların henüz değişmediği bu konuda bir zihniyet değişiminin gerçekleşmesi gerektiği kurumsal olarak ta bir yapısal değişim zorunluluğu vardır. Aksi halde bu sorunların üstesinden gelinemeyecek boyutlara ulaşacağı ifade edilmiştir.

K.T.Ü. Yrd. Doç. Hikmet Yazıcı :

Bu problemlerin temelinde bilinç eksikliği vardır. Çocuğun yetişmesindeki yetersizlikler bunun nedenleri arasındadır. Şiddetin psikopatik eğilimlerinin tespiti gerekir.

Bu konularda gerçekçi veriler elde edilememiştir.

Aile ve evlilik konusunda eğitim verilmelidir.

Kadınlar psikolojik destek alma konusunda isteksiz oluyorlar bunların bilinçlendirilmesi gerekir.

Toplumumuzda kadının ve çocuğun konumu bakımından okullarda ve camilerde aydınlatıcı bilgi verilmelidir.ÊÊ

K.T.Ü Prof. Sema Kandil (Psikiyatr)

Çocuk sorunlarının temelinde aile içi şiddet bulunmaktadır. Çocuğa şiddet konusunda resmî verilere yansımayan pekçok olay vardır. Kadınlar çocuklarının uğradıkları şiddeti korkudan anlatmamaktadırlar. Ensest ilişki sanıldığından daha çoktur.

Bu olayların temelinde toplumsal nedenler, eğitimsizlik, kalıtsal nedenler, ekonomik nedenler bulunmaktadır.

Sosyal Hizmet Uzmanı Asuman Çebi

Karadeniz kadını kendine güvenen evde söz sahibi kendini ifade eden bir kadındır. Ekonomik yönden desteklenmesi halinde şiddete karşı da kendini koruyacak mekanizmaları geliştirecektir.

Cafer Asan - Sosyal Hizmet Uzmanı

- İnsan haklarına bakış açısının; kamu hizmetlerinin sunumunda önemle uygulanması gerekmektedir. Bu konuda kamu görevlilerine eğitim verilmelidir.

- Şiddetin sadece kadına ve çocuğa değil her türlüsüne karşı çıkmak gerekmektedir. Bu konuda toplumun her kesimi eğitilmelidir. Televizyonlarda şiddeti tetikleyen programlara yer verilmemelidir.

Trabzon Baro Başkanı

Mevzuattan kaynaklanan kargaşa yaşanmaktadır. Özellikle ailenin bir bütün olarak ele alınması velayet konusunda ortaya çıkan sorunun çözümü için;

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 336/1 maddesi hükmünün “Evlilik devam ettiği sürece anne ve baba velayet hakkını küçüğün menfaatine uygun olacak şekilde ayrı ayrı kullanabilirler” şeklinde,

342/1 maddesi hükmünün “ana ve babadan her biri velayetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcisidir.”

Şeklinde değiştirilmesinin yerinde olacağı ifade edilmiştir.

Trabzon Cumhuriyet Savcılığı

Konu ile ilgili olayların büyük çoğunluğu fiziki şiddet kullanmak şeklinde işlemiştir. Sebepleri incelendiğinde % 34 alkol, % 16,5 başka kadın veya erkek, % 9.5 İşsizlik, parasızlık, duyarsızlık, % 9,5 geçimsizlik % 6,5 aile, % 3,5 psikolojik rahatsızlık % 20,5 ise nedeni açıklanmamıştır.

Cumhuriyet Savcılığı olarak her hangi bir fiziki şiddet söz konusu olduğunda 4320 sayılı kanun gereğince tedbir uygulanması için talepte bulunulduğunu belirtmiştir.

Rize Sosyal Hizmetler Müdürlüğü :

Rize’de bir kadın misafirhanesi bulunmaktadır. Yıllık ortalama 6-7 kadın konukevine müracaat etmektedir. Emniyet verilerine göre yıllar itibariyle artış gösteren şiddet mağduru sayısının bu konuda insanların bilinç düzeylerinin giderek yükseldiğinin bir göstergesi olabileceği şeklinde ifade edilmiştir. Yıllar itibariyle şiddet mağdurları ile ilgili veriler aşağıda belirtilmiştir.

Yıl                     Kadın                     Çocuk                   Toplam

2002                          10                              2                            12

2003                          54                            12                            66

2004                          35                            11                            46

2005                          27                              7                            34

Öneriler :

- Çocuk Koruma ve Aileyi Koruma Kanunları arasındaki çelişkinin giderilmesi,

- Köyden Kente göç sonucu uyum sorunu yaşayan ailelere danışmanlık hizmeti verilmesi,

- Kadınlara, Ekonomik, Psikolojik, Sosyal danışmanlık hizmetleri verilmesi,

- Yeni evlenecek çiftlere danışmanlık hizmeti evli çiftlere ise iletişim ve uyum konularında seminerler verilmesi,

- Aile danışma merkezlerinin yaygınlaştırılması

- Parçalanmış ailelere destek olacak tedavi edici rehberlik hizmetleri verilmesi

- Suçlu çocuklara ve ailelerine yönelik rehabilitasyon programları düzenlenmesi için kamu kurumu ve üniversitelerle işbirliği yapılmalı

- Madde kullanan veya kullanma eğilimi taşıyan çocukların ailelerine yönelik bilgilendirme ve danışmanlık hizmeti verilmesi

-ÊKadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda veri tabanı oluşturulması

- Ailenin korunması ve diğer kanunların uygulanması yönünde kamu görevlilerinin bilinçlendirilmesi eğitilmesi

- Yerel Yönetimlerin STK.ların bu konuların çözümünde daha aktif rol almaları

- Ataerkil yapı nedeni ile baba ile iletişim kurmayan kız çocuklarının küçük yaşta kaçarak evlenmesi,

- Şiddete maruz kalan kadınların öncelikle bunu kabullenmemeleri kendi haklarının bilincinde olmaları gerekir, erkeklerinde bu konuda eğitilmeleri gerekmektedir. Annelere verilen değer insanlığa verilen değerdir. Bu konuda okullarda ve camilerde eğitici programlar verilmelidir.Yörede töre cinayetleri çok yoğun olmamakla birlikte şiddet ve bunun kabulleniş tarzı vardır bu konuda farklı algılanış vardır.

- Kanunlar çerçevesinde Kadın-Erkek eşitliği sağlansa bile uygulamada bunun mümkün olmadığı, bu konuda büyük eksiklikler yaşandığı belirtilmiştir.

-ÊŞiddet konusunun ne anlama geldiğini açıklayan kavram eksikliği giderilmelidir bu konuda farklı algılamalar söz konusudur. Özellikle yasaları uygulayan hukukçularda ekonomik şiddet algılaması yoktur. Bu konuda görevlilerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir.

- Hukukî Süreçte  adli yardım konusunda yaşanan engeller kaldırmalıdır.

-ÊÊToplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kurumlar arasında ki koordinasyon eksikliğinin giderilmesi

- SHÇEK çalışanlarının sayısal bakımdan arttırılması (Sosyal Hizmet Uzmanı,Psikolojik)

-Ê Ailelere ve çocuklara ekonomik yardım yapılması,

-ÊAlo Şiddet hattının yaygınlaştırılarak işlerliğinin sağlanması için gerekli alt yapının oluşturulması

- Aile içi şiddet konusunda ailelerin doğruyu söylemeleri konusunda bilinçlendirilmesi verilerin elde edilmesinde ve çözümde önemli bir adım oluşacaktır.

- Sorunun temelinde ekonomik ve eğitim yetersizliği vardır. Dolayısıyla sorun bir insanlık sorunudur. Devletin kurumları şiddete uğrayanların yanında dimdik durmalıdır.

- Kadını ençok yaralayan şiddetin başında ekonomik şiddet yer almaktadır. Bu konuda adli ve kolluk birimlerinin bilinçlendirilmesi ekonomik yaptırımda bu şiddet türü olduğunun kabul edilmesi,

03.02.2006 Perşembe günü Trabzon Ceza ve Tutuk evinde hükümlü ve Tutuklu beş kişi ile görüşüldü, bu kişilerden bir kısmı pişman olduğunu ifade ederken bir kısmı Toplumsal nedenlerle çevre baskısı yüzünden böyle davranmak zorunda kaldıklarını bir kısmı da hiç pişmanlık duymadığını belirtmiştir. Ancak Komisyon olarak edinilen izlenim bu cinayetleri işleyenlerin büyük bölümünün toplumsal baskı ve eğitimsizliğin etkisi ile böyle bir davranışı seçmiş oldukları yönünde olmuştur.

4- Araştırma Komisyonu 22-24 Şubat 2006 Tarihleri Arasında BATMAN’da incelemelerde bulunmuştur.

Batman Valiliği’nin organizasyonunda aşağıda belirtilen ilgili Kamu Kurum ve Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversite temsilcilerinin katılımı ile iki toplantı yapılmıştır. Ayrıca mağdur ailelerinin evleri ziyaret edilmiş, ceza ve tutukevinde konu mağduru mahkumlarla görüşmeler yapılmıştır.

- 22 Şubat 2006 tarihli toplantı katılım listesi (kamu kuruluşları)

Toplantıya katılan temsilciler özetle aşağıdaki görüş ve önerilerde bulunmuşlardır.

Yoğun göç nedeni ile hızlı bir nüfus artışı gösteren Batman’ın, merkez il nüfusu 2000 yılı genel Nüfus Sayımında 246.678 toplam il nüfusu ise 456.734 olarak tespit edilmiştir.

1999-2000 yıllarında özellikle kadın intiharları ile gündeme gelen Batman’da 2006 yılı Ocak ayında yine 2001-2005 yıllarından farklı olarak intihar vakalarında artış görülmüştür. Töre cinayetlerinin intihar şeklinde ortaya çıktığı konusunda kesin bir bulgu elde edilmemiştir. Bu konuda ailelerin doğruyu söylemedikleri  gözlemlenmiştir. İntihar nedenlerinin başında aile içi iletişimsizlik, eğitimsizlik, ekonomik özgürlüğün olmayışı gibi nedenlerin yanı sıra intiharların gerekçelerinin doğru ortaya konulmamış olması da verilerin doğruluğunu netleştirmemektedir.

Bu konuda; Dicle Üniversitesi, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, Batman Barosu, Batman İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü gibi kurum ve kuruluşlarca bir dizi araştırma yapılmıştır. Araştırmaların kapsadığı zaman dilimine göre bir takım faklılıklar olmakla birlikte genel olarak şu kanaate varılmıştır: Dünya’da Çin hariç erkek intiharların kadın intiharlardan yaklaşık olarak üç kat olarak görülmektedir. Ülkemizde de 1998 verilerine göre erkek intiharları yüzbinde 3.5 iken, kadın intiharları yüzbinde 2.4’tür. 1995-2000 yılları arasında Batman’da yaşanan özellikle 1999-2000 yıllarında artış gösteren intiharlarda ise oran genel yapıdan farklı olarak kadın intiharları erkek intiharlarının üç katıdır. Yine ülkemizdeki yüzbinde 3 – 3.5 olan intihar oranı bu yıllarda Batman’da yüzbinde 6.5’e yükselmiştir. İntihar edenlerin yaşına bakıldığında 15-25 yaş aralığının yüksek oran gösterdiği görülmektedir. Medeni durum itibariyle kadınların % 46.5’u bekar, % 15.8’i imam nikahlı, % 10.9’nun resmî nikahlı olduğu görülmektedir. Erkeklerde bu oranlar sırasıyla % 15.8, % 4, % 5.9’dur. Eğitim  durumu açısından bakıldığında intihar eden kadınların % 29.3’ü cahil, % 1.3’ü okur-yazar, % 16’sı ilkokul mezunu, % 4’ü ortaokul, % 6.7’si lise eğitimlidir. % 42.7’sinin eğitim durumları hakkında bilgi mevcut değildir. Erkeklerde ise eğitim durumları itibariyle bu rakamlar sırasıyla % 15.4, % 7.7, % 19.2, % 11.5, 19.2, % 23.1, % 3.8’i ise üniversite eğitimlidir. İntihar etme yolu olarak da daha çok asılma veya  ateşli silâhların kullanma şekli  görülmektedir. Yine bu dönemde intiharların % 57.4’ü merkez ilçede, % 15.8’i ilçe merkezlerinde, % 26.7’si de kırsal alanda görülmüştür. (Tablo 1)

Bu intihar ve şiddet vakalarının nedenleri üzerine yapılan araştırmalarda genel olarak aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.

1- Eğitim Koşullarından Kaynaklanan Sorunlar

- Artan nüfus nedeniyle eğitim  kurumlarının yetersizliği,

- Bölgede yaşanan  olaylar nedeniyle temel eğitimden yararlanılamaması,

- Eğitime karşı önyargının kimi yerlerde hala devam etmesi,

- Okul öncesi eğitimin yetersizliği,

- Öğretmen sayısının azlığı,

- Ailelere gerekli rehberliğin verilememesi,

- Dil nedeniyle oluşan iletişim sorunları ve ilgisizlik,

- Ekonomik nedenlerle eğitime devam edemeyen çocuk sayısının fazlalığı.

2- Cinsiyet Ayrımından Kaynaklanan Sorunlar

- Temel eğitime devam eğiliminde cinsiyet ayrımı yapılması.

- Erken yaşta evlilik,

- Erkeğin birden fazla eşle evlenmesi,

- Kızların kendinden çok büyük kişilerle evlendirilmeleri,

- Özellikle kızlara karşı cinsiyet ayırımının belirgin olarak görülmesi,

 - Kızların dış çevreye açılamaması,

 - Kızların miras hakkını kullanamaması,

 - Kızların eş seçiminde ebeveynin karar vermesi.

3- Sağlık Koşullarından Kaynaklanan Sorunlar 

- Sağlık kuruluşlarının artan nüfus karşısında yetersiz kalması,

- Doğum hastanelerinin yetersizliği,

- AÇS hizmetlerine karşı önyargıların devam etmesi,

- Sık olarak ve erken yaşta görülen doğumlar,

- Özürlü çocukların fazlalığı,

- Gebeliğin ve doğumun hekim kontrolünde geçirilmemesi,

- Bebek ve çocuk sağlığı açısından konutların sağlıksız oluşu,

- Bebeklerin yetersiz beslenmesi,

- Çocukların psiko-sosyal gelişiminde ailenin yetersizliği,

- Kişisel bakım ve temizlik alışkanlığı yetersizliği,

4- Ekonomik Yapıdan Kaynaklanan Sorunlar

- Ekonomik ve sosyal yaşamda feodal yapının etkisini koruması,

- Özel sektör ve kamuya ait istihdam alanlarının yetersizliği,

- Güvenlik veya diğer nedenlerle göç eden ailelerin işsizlik sorunu,

- Gençlerin, geleceklerini kuramama endişesi ile umutsuzluğa kapılıp bunalıma girmeleri sonucu intihar etmeleri.

5- Sosyo-Kültürel Yapıdan Kaynaklanan Sorunlar

- Geleneksel yapının değişime direnç göstermesi,kuşaklar arasındaki  zihniyet çatışması,

- Sosyal-kültürel etkinliklerin eksikliği,

- Kent ortamında kırsal kültürün hakimiyeti,

- Yaygın batıl inançlar,

- Akraba evliliğinin yaygın olması,

- Resmî nikahın zamanında yada hiç yapılmaması,

- Nüfus kaydının zamanında ve doğru yapılmaması,

- Çok eşliliğin devam etmesi,

Ayrıca, yerel ve ulusal medyanın intihar haberlerini çok dikkatli işlememesi.  İntihar haberleri verilirken haber içinde intihar kelimesinin ve olayla ilgili resim görüntü olay yeri ve fotoğrafların yer alması gibi nedenler de intiharı özendirici etki yaratmakta. İntihar olaylarında intihar eden kişi ile benzer problemi yaşayan kişilerin onları model alarak intihar davranışına yönelmeleri kaçınılmaz olmaktadır.

Dolayısıyla geleneksel yapının değişime direnç göstermesi, sosyal-kültürel etkinliklerin yoksunluğu, kent ortamında kırsal kültürün hakimiyeti, yaygın batıl inaçlar, akraba evliliğinin yaygın olması, resmî nikahın zamanında yada hiç yapılmaması, nüfus kaydının zamanında ve doğru yapılmaması gibi sorunlar etkili olmaktadır.

2001-2005 yılları arasında Batman’da yaşanan intihar olaylarında bir azalma görülmüştür. Ancak, kadınlar aleyhinde olan sayısal fazlalık devam etmiştir. Bu dönemde toplam 75 intihar vakası görülmüş, bunlardan 39’u kadın, 36’sı erkektir. Yaş ortalamaları yine 15-25 yaş aralığında yüksek orandadır.

2001-2005 dönemi ile ilgili olarak polis sorumluluk bölgesinde yaşanan intiharlarda Batman Türkiye genelinde orta sıralardadır. 2001 yılında iller arasında 58’nci sırada, 2002 yılında 54. 2003 yılında 41. 2004 yılında 56’ncı sırada olan Batman 2005 yılında da 56’ncı sıradadır. Nüfus bakamından aynı nüfusa sahip batı illerinden de alt sıralardadır. Ancak,  bu dönemde  de yukarıda da belirtildiği gibi genel durumdan farklı olarak kadın intiharları erkeklerden daha yüksektir.

2000-2005 yılları arasında polis sorumluluk sahasında Doğu ve Güneydoğudaki illerde görülen intihar vakaları da incelendiğinde Batman’ın ortalarda yer aldığı görülmektedir. Genel durumdan farklılık görülmemektedir.

2006 yılı Ocak ayında intihar vakalarında belirgin bir artış görülmüştür. Ocak ayında biri erkek beş vatandaşımız intihar etmiştir. Bunlardan üç vaka polis sorumluluk bölgesinde, iki vaka ise jandarma bölgesinde meydana gelmiştir. Yaş aralığı 13-25 ‘tir. İntihar olaylarının eğitim düzeyi ile ters orantılı olarak kırsal kesimden gelen eğitimsiz gençlerde daha çok görüldüğü ifade edilmektedir.

İntihar edenlerin daha çok ilkokul mezunu, okur-yazar veya okur-yazar olmayan kişiler olduğu görülmektedir. İntihar edenlerin yaşlarının genç olmasına karşın eğitim düzeyinin düşük olması, bölge özellikle de kırsal kesimde eğitim olanaklarının yetersizliğini, bölge olaylarının buna etkisini, ailelerin eğitime yeterli önemi vermediğini, eğitime olan önyargıları ve cinsiyet ayırımıyla bunun daha da belirginleştiği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.

Öneriler :

- Cinsiyet ayrımı yapılmadan tüm çocukların zorunlu temel eğitimi almaları sağlanmalıdır.

- Ekonomik anlamda yerel girişimlerin teşvik edilmesi.

- Geleneksel yaşantı ile modern yaşantı arasındaki çatışmadan kaynaklanan sorunlar aile içi şiddet ve sevgisizlik ve yozlaşma aile içi şiddete neden olmaktadır. Bu nedenle, özellikle aile eğitimine önem verilmesi, benlik saygınlığının kazandırılması,

- Anne babalara yönelik iletişim seminerleri verilmesi.

- Toplum merkezlerinin kenar mahallelerde yaygınlaştırılması ve etkinliklerinin arttırılması.

- Batman’daki kamu kurumlarının, sivil toplum örgütlerinin ve basının işbirliği içinde etkin çalışmalar yapması.

- Uzmanlardan oluşacak bir kurulun oluşturulması ve etkin çalışmalar yapmalarının sağlanması.

- Sosyal faaliyet olanaklarının geliştirilmesi ve toplumun her kesiminin bu yelpazeye dahil edilmesi.

- Medyanın bu konuda sorumluluk sahibi olması ve yerel basında bilinçlendirme konularına yer verilmesi.

- Batman’a yeterli düzeyde psikiyatr, psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının görevlendirilmesi.

- Okul yaşantısından uzak özellikle  genç kızların katılabileceği meslek edindirme kurslar ve seminerlerin düzenlenmesi. 

- Okulda rehberlik servislerinin daha etkin ve aktif çalışabilmesi için rehber öğretmen sayısının artırılması.

- Halk Eğitimi Merkezleri, Aile Danışma Merkezi, Toplum Merkezleri ve Sivil Toplum Örgütlerince yapılan faaliyetlere psikolog,  psikiyatrist ve sosyal hizmet uzmanlarının kadınların bilinç düzeylerinin yükseltilmesine yönelik eğitim faaliyetlerinin yapılması.

- Özellikle kadın din görevlilerinin de bu faaliyetlere katılarak kadınlara yönelik bilgilendirme çalışmalarının yapılması, camilerde de bu konuda bilgilendirme yapılması.

- Madde bağımlısı hükümlü ve tutukluların diğer mahkumlardan ayrı olarak tedavilerinin yapılabilmesi için klinik tipi cezaevleri oluşturulması,

Tablo 1

- 2001-2006 Yıllarında 281 Kadın + 121 Erkek = 402 İntihara Teşebbüs

- 2001-2006 Yıllarında 43 Kadın + 37 Erkek = 80 İntihar Toplamı

 

J. NİHAİ DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Toplumsal şiddetten uzak bir toplumun yaratılmasını ilke olarak kabul eden Komisyonumuz; kuruluş amacı doğrultusunda ilgili kurum ve kuruluşların,akademisyenlerin sivil toplum kuruluşlarının, ulusal televizyonların yöneticilerinin, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve UNİCEF temsilcilerinin görüş ve önerileri ile birlikte çeşitli illerde yaptığı inceleme ve araştırmalar sonucunda elde ettiği bilgi ve dokümanları değerlendirerek partiler üstü bir anlayış çerçevesinde katılımcı bir rapor düzenlemiştir.

Söz konusu Raporumuz sorunlu üç alan üzerine odaklanmıştır. Bunlar; kadına karşı şiddet, çocuğa karşı şiddet, töre ve namus cinayetleri olmak üzere en üst düzeydeki insan hakları ihlalini içeren biri diğerinden soyutlanamayan iç içe geçmiş kavramlardan oluşmaktadır. 

Tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de şiddetten en çok mağdur olan kadın ve çocukların sorunları büyük ölçüde diğer ülkelerle benzerlik arzettiğinden sorunu kadın veya erkek açısından değil insanlık açısından ele almak gerekmektedir. Zira şiddet sorunu toplumsal bir sorundur. Olaya kadın veya erkek açısından değil toplumların geleceği açısından yaklaşmak gerekmektedir. Hastalıklı bir ruh yapısının ürünü olan bu rahatsızlığın tedavisi için herkesime görev düşmektedir.

Sınırlı çalışma süresi içerisinde böylesine kapsamlı bir araştırmanın Komisyonun boyutlarını doğal olarak aşacağını ancak yapılan tespitlerin ve varılan sonuçların bu alanda yürütülen çalışmalara ışık tutması ve toplumsal zihniyet dönüşümüne katkı sağlaması bakımından çok önemli olduğu kanaatine ulaşılmıştır.

Özellikle, toplumsal cinsiyet rolleri nedeni ile yaygın şiddetin içselleştirildiği, bu konuda kapsamlı temel sosyolojik araştırmaların yapılmamış olduğu sağlıklı verilerin henüz oluşturulmadığı, eğitim materyallerinin bu yönde donatılmadığı, toplumsal şiddetin ve cinsiyet ayrımcılığının kalkınmamızda bir  engel oluşturduğu, toplumun çekirdeğini oluşturan aile yapımızın özellikle kadın ve çocuklarımızın bundan büyük zarar gördüğü, aile içinde yaşanan şiddetin gizli kaldığı, bireylerin bunu özel hayatın korunması çerçevesinde algılayarak olağan karşıladığı tespit edilmiştir..

Tarihî süreç içerisinde bakıldığında; kadınların sosyal hayattaki yerlerini almalarına yönelik çabalar, Osmanlı Devleti içerisindeki modernleşme çalışmalarının en önemli tartışma konusunu oluşturmuştur.

1908 yılından itibaren çeşitli kadın gruplarının hedefi eğitim hakkı dahil birçok alanda eşitlik elde etmeye yönelikti. Kadın hakları konusunda Tanzimat dönemiyle birlikte oldukça önemli sayılabilecek mesafeler kat edilmiş (1843 tıbbiye mektebi bünyesinde kadınlar ebelik eğitimi almaya başlamış, 1874 kız ve erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye yayımlanmış, 1856 köle ve cariye alınıp satılması yasaklanmış, 1858 Arazi Kanunnamesinde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer almış, böylece kadınlar ilk kez miras yoluyla mülkiyet hakkını kazanmıştır.  1858 kız rüştiyeleri açılmış,  1869 kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen (haftalık) Terakk-i Muhadderat dergisi  yayımlanmış, 1870 kız öğretmen okulu Darü’l-Muallimat açılmış, 1871 Mecelle’nin (Osmanlı Medeni Kanunu) uygulanması için çıkarılan Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile; evlilik sözleşmesinin resmî memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması, zorla evlendirmelerin geçersiz sayılması düzenlenmiş, 1876 Kanun-i Esasi (ilk Anayasa) kabul edilerek temel haklar düzenlenmiş, kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirilmiş, 1897 kadınlar ücretli işçi olarak çalışmaya başlamış, 1913 kadınlar ilk kez devlet memuru olarak çalışmaya başlamış, 1914 Kadınlar tüccarlık ve esnaflığa başlamış, 1914 İnas Darülfünunu adı altında kızlar için bir yüksek öğretim kurumu açılmıştır.)

Ancak bu konudaki en önemli kazanımlar Modern Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen yasalarla sağlanmıştır.Cumhuriyetin temelleri kadın erkek eşitliği üzerine kurulmuş kadınlarımızın siyasal, sosyal, ekonomik ve eğitim haklarını kullanırken erkeklerle eşit bireyler olarak ülkemizin kalkınmasında görev almalarını sağlayacak alt yapı hazırlanmıştır.

Geçmişten günümüze, kadına  yönelik  ayrımcı bir devlet politikası uygulanmamakla birlikte toplumsal zihniyet dönüşümünün sağlanamaması nedeni ile kadınlarımız yasalarla sağlanan haklarını uygulamada kullanma şansına yeterince  sahip olamamışlardır. AB süreci ile mevzuatımızda yapılan kapsamlı değişiklikler ve imzalanan uluslar arası sözleşmelerle cinsiyet ayrımını kaldıran kadın erkek eşitliğini sağlayan önemli adımlar atılmıştır.

Anayasamızın Kanun Önünde Eşitlik madde başlıklı 10. maddesine 5170 sayılı ve 7/5/2004 tarihli Kanunla “Kadın ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. “hükmü eklenmiştir. Bu fıkra ile kadın ve erkeklerin eşit olduğu ve devletin bu eşitliği sağlamak üzere bir yükümlülüğünün bulunduğu kabul edilmiştir. Ayrıca bu maddeyi kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapılabileceği şeklinde yorumlamak da mümkündür. Zira bunun önünde engel teşkil eden bir düzenleme de bulunmamaktadır. Nitekim Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan kampanyalarda kız çocuklarına erkek çocuklarından daha fazla mali imkân sağlanması buna ilişkin bir örnektir.

Ayrıca aynı Kanun değişikliği ile Anayasamızın 90. maddesine “Usulüne göre yürürlüğü konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır. “ fıkrası eklenmiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin taraf olduğu ve 1986 yılında yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin (CEDAW) 4. maddesinin 1. fıkrasında “Kadın ve erkek eşitliğini fiilen sağlamak için taraf devletlerce alınacak geçici ve özel önlemler, işbu Sözleşmede belirtilen cinsten bir ayırım olarak düşünülmeyecek ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya farklı standartların korunması sonucunu doğurmayacaktır. İfadesi yer almaktadır. Anayasamızın 10. madde değişikliği CEDAW’ın ruhuna ve bu maddeye uyumlu bir şekilde düzenlenmiştir. Anayasamızın 90. maddesinde yer alan hükümler de bu hususu pekiştirmektedir.

Bilindiği gibi kadınların siyasete katılım oranlarını artırmak üzere çeşitli ülkelerde farklı uygulamalar bulunmaktadır. Yasal düzenlemeler Anayasada, Siyasi Partiler Yasasında olabildiği gibi Siyasi Parti Tüzüklerinde de olabilmektedir. Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunun ve diğer kanunlardaki yasalaşma sürecinde sağlanan toplumsal uzlaşmanın “cinsiyet kotası” getirilmesi hedeflenen Siyasi Partiler Kanunu değişikliği sürecinde de sağlanmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Bu çerçevede ilk aşamada Siyasi Partilerin kendi Tüzüklerinde bu konuyu düzenlemesi ile ilk adım atılmış olacaktır. Tüzüklerinde değişiklik yapan Siyasi Partilerin olumlu etkilerinin diğer partilere de örnek olacağı düşünülmektedir.

Medeni Kanunda eşlerin başka bir mal rejimini seçmemeleri halinde “evlilikte edinilmiş mallara ortaklık rejiminin” uygulanacağına ilişkin düzenleme yapılmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 10.maddesi ile Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıllık süre içerisinde devam eden evliliklerde eşlerin başka bir mal rejimi seçmemeleri halinde yasal mal rejiminin yani edinilmiş mallara katılım rejiminin devam edeceği şeklinde bir düzenleme yapılmıştır. Medeni Kanunun yürürlüğe girmeden önceki evliliklere yasal rejimin uygulanamamasının sebebi ise kanunların geriye yürümemesi ana ilkesidir. Avrupa ülkelerinde de durum böyledir. Kanunların geriye yürümemesi ilkesi temel insan hakları çerçevesinde oluşturulmuştur. Zira 2002 yılından önceki evlilikler yürürlükte olan önceki Medeni Kanun hükümleri çerçevesinde gerçekleşmiştir. Sonradan bu hükümleri temelinden değiştiren düzenlemelerin bu evliliklere uygulanması kişilerin kazanılmış haklarının ihlali anlamına gelmesinin yanı sıra toplumda güvensizlik ve kaos ortamı yaratacağı gibi aksi bir hükmün tesisi yasanın kendi içinde çelişki yaratılmasına neden olacaktır.

Özel hukuktaki mal rejimi, eşlerin karşılıklı kişisel menfaatini ilgilendiren bir husustur. Özel hukuk alanına giren bu konunun kamu düzeni olarak değerlendirilip bu yönde hüküm vazetmek hukukun genel prensipleri ile bağdaşmayacaktır.

Türk Ceza Kanununun 82. maddesi Kasten Öldürme Sucunun nitelikli hallerine ilişkin olup 1. fıkranın (j) bendi “töre sakiyle” işlenmesi halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılacağını belirtmektedir. Kanunda yer alan Töre ibaresinin cezalandırılacağını belirtmektedir. Kanunda yer alan Töre ibaresi namus kavramını da içermektedir. Namus kavramı çok geniş bir kavram olup kişisel namus anlayışları bölgelere göre çok farklılıklar göstermektedir. Belli bir bölgede yoğunlaşan ve töre cinayeti olarak adlandırılan cinayetler namus anlayışından hareketle işlenmektedir. Ülkemizde akraba içi öldürmeler töre ya da namus cinayeti olarak adlandırılmaktadır. Kanunda hedeflenen amaçla da bunların failleri en ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır. Kanunun uygulanma sürecinde oluşacak içtihatlar da kavramlar konusunda açıklık getirecektir. Ayrıca, töre ve namus cinayetlerinin aile içi-akraba içi işlendiği de dikkate alındığında, TCK’nın kasten öldürmenin nitelikli hallerinin düzenlendiği 82. maddesinin (d) bendi ile “üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı” işlenen adam öldürme suçlarında, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedileceği düzenlenmiştir.

Türk Ceza Kanunun 287. maddesi Yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan failin cezalandırılacağına ilişkindir. “Kişinin aydınlatılmış onamı alınarak” ibaresinin madde metnine eklenmesi halinde ise beden ve ruh sağlığı bakımından kendini savunamayacak veya mağdurun suç sonucu bitkisel hayata girmesi veya ölümü gibi hallerde mağdurun rızasının nasıl alınacağı veya mağdurun rızasının olmaması halinde suç failinin belirlenememesi gibi durumların oluşması söz konusu olabileceğinden raporda bu ibareye yer verilmemiştir.

Türk Ceza Kanununun İkinci Kısmı Kişilere Karşı Suçlar başlıklı olup Birinci Bölümü Hayata Karşı Suçlar başlığı altında Kasten öldürme suçunu düzenlemiştir. Kanunlarda suçların ve cezaların şahsiliği prensibi uygulanmaktadır. Ayrıca kanunlarda suçtan doğrudan zarar görenler dikkate alınarak davalarda kimlerin taraf olacağı belirlenmiştir. Kasten Öldürme suçu da takibi şikayete bağlı bir suç olmayıp Kamu suçu olduğundan Cumhuriyet Savcısı aracılığı ile Kamu davası açılıp takibi yapılarak devletin de taraf olarak yer alması sağlanmıştır.

Töre ve namus cinayetlerinin ortadan kaldırılmasındaki en önemli etkenlerden biri de toplumdaki eğitim seviyesinin yükseltilmesidir. Başlatılan ulusal eğitim kampanyaları yurt çapında yaygınlaştırılmıştır. Ayrıca Medeni Kanun, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Türk eza Kanunu, İş Kanunun gibi yasal düzenlemelerin yönlendirici caydırıcı ve koruyucu özellikleri göz önüne alındığında gerek kamu kurum ve kuruluşları ve gerekse sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla toplumda zihinsel dönüşümün sağlanacağına inanılmaktadır. Bununla ilgili olarak kadına ve çocuğa şiddet, töre/namus cinayetlerine ilişkin çözüm önerilerinin hayata geçirilmesinde koordineli çalışması gereken kurumlar raporumuzun ekinde (Ek: 1)  yer almıştır.

Yapılan araştırmalar ve incelemeler sonucu düzenlenmiş olan işbu rapor Genel Kurula sunulmak üzere Yüce Başkanlığa saygı ile arz olunur.

 

Başkan

Başkanvekili

Sözcü

 

Fatma Şahin

N. Gaye Erbatur

Eyüp Ayar

 

Gaziantep

Adana

Kocaeli

 

 

(Muhalefet şerhi)

 

 

Kâtip

Üye

Üye

 

Mehmet Vedat Melik

Ahmet Faruk Ünsal

Remziye Öztoprak

 

Şanlıurfa

Adıyaman

Ankara

 

(Muhalefet şerhi ektedir)

 

(İmzaya katılmadı)

 

Üye

Üye

Üye

 

Semiha Öyüş

Güldal Okuducu

Canan Arıtman

 

Aydın

İstanbul

İzmir

 

 

(Muhalefet şerhim ektedir)

(Muhalefet şerhim ektedir)

 

Üye

Üye

Üye

 

Ramazan Can

Hakan Taşçı

Bekir Bozdağ

 

Kırıkkale

Manisa

Yozgat

 

MUHALEFET ŞERHİ

 

TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE ÇOCUKLARA YÖNELİK ŞİDDETİN SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA KURULAN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONBAŞKANLIĞINA

Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun hazırlamış olduğu rapora aşağıdaki görüşlerin eklenmesini talep ederiz.

Cumhuriyetimizin kuruluşu ile gerçekleştirilen devrimler ve çıkarılan yasalar kadınları ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.

Atatürk Devrimlerinin en büyük özelliği, kadın-erkek eşitliğinin güvencesini oluşturan bir hukuk düzeninin kurulması olmuştur.

600 yıllık Osmanlı döneminde her türlü yasal, siyasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklardan mahrum, kafeslerin ve peçelerin ardında erkeğin kulu, kölesi olarak yaşamaya mahkum edilen kadınımız Cumhuriyet Devrimleri sayesinde yurttaş konumuna geçerek erkeklerle eşit insan haklarına sahip olmuştur. Bu büyük uygarlık devrimi; döneminde dünyanın birçok ülkesine örnek ve önder olmuştur.

Laik, demokratik Cumhuriyet rejimimizde kadınlarımız siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklarını kullanarak erkeklerle eşit bir konumda ülkemizin kalkınmasına, ilerlemesine, çağdaşlaşmasına katkı koymuşlardır. Bugün Türk kadınları Cumhuriyet ile elde ettiği kazanımları geliştirme ve ilerletme göreviyle karşı karşıyadır. Kadınlarımız! siyasetten, eğitimden, çalışma yaşamından, toplumsal hayattan uzaklaştırmaya ve kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırmaya dönük anlayış ve uygulamaların değiştirilmesi bir zorunluluktur. Kadına yönelik şiddetin esas nedeni kadının toplumda eşit olmayan konumudur. Kadınları toplumsal hayattan dışlayan anlayış ve uygulamalar sona ermedikçe kadınlar şiddete maruz kalmaya devam edeceklerdir.

Araştırma komisyonu raporunda erkek egemen, ataerkil yapı ve yasaların düzeltilmesini sağlayacak, kadın bedenini kontrol altında tutmayı amaçlayan yasal düzenlemeleri ortadan kaldıracak. kadını güçlendirecek, statüsünü yükseltecek, eşitsizliği giderecek çözüm önerileri eksiktir. Komisyonun birçok ilde yaptığı alan çalışmalarında tespit edilen gerçekler, komisyona davet edilen akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve hatta devlet görevlilerin görüş ve önerileri bile tam ve gerçekçi olarak rapora yansıtılmamıştır.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı tasarıda aşağıdaki görüşlerin yer alması gerekmektedir:

“Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” şeklindeki ekle son halini alan Anayasanın 10. maddesi, kadınların toplumsal hayatta yaşadığı ayrımcılığı önlemeye yetmemektedir. Bu nedenle somut ve etkili çözümler getirebilmek adına ilgili madde, “Kadın erkek eşitliğini sağlamak yönünde alınacak geçici önlemler ayrımcılık ve imtiyaz sayılamaz.” şeklinde bir fıkra eklenmelidir veya bu çerçevede, kadın erkek eşitliğinin fiilen gerçekleşmesi için pozitif ayrımcılık, Anayasa güvencesi altına alınmalı ve var olan soyut eşitlik “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için geçici özel tedbirler dahil gerekli tüm önlemleri alır” şeklinde somut bir düzenlemeye kavuşturulmalıdır.

Kadını birey olarak kabul eden 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki düzenlemede namus ve töre cinayetlerinin içerik olarak farklı anlamlar taşıdığı göz ardı edilmektedir. Hem töre hem de namus saikiyle işlenen cinayetler ataerkil toplum düzeninin; kadınların namusunu ailenin namusu ve erkeklerin şerefi sayarak kadının cinsel dokunulmazlığına dayanmaktadır. Namus cinayetleri uluslararası hukuk terminolojisinde ve Birleşmiş Milletlerin ilgili tüm kararlarında “namus adına işlenen cinayetler” olarak yer almaktadır. Bu nedenlerle, Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesine namus saiki ile işlenen cinayetlerinde “namus adına işlenen cinayetler” veya “namus cinayetleri” şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamına mütalaa edilebilmesi için bir bend eklenmesi gerekmektedir.

Ceza muhakemeleri kanunu Madde 365 “Suçtan zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku kamu davasına iltihak edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre fiilen zarar gören kişi mağdur olarak nitelendirilmiştir. Ancak zaman zaman fiilden zarar gören kişi mağdur ile aynı olmayabilmektedir. Bu amaçla kanun koyucu mağdur \e zarar gören kavramlarını farklı düzenlemiştir. Yargıtay Ceza Kurulu da bir kararında “suçtan zarar gören her şahıs, soruşturmanın her anında müdahale yoluyla kamu davasına katılabilir” diyerek bu görüşe katılmıştır. Bu nedenle; baroların, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın derneklerinin Ye bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların, suçtan zarar görenler olarak ilgili davalarda müdahil olabilmeleri yönünde CMK’da yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.

“Yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki TCK’nın 287. maddesi, muayene için kişinin rızasının alınıp alınmayacağı konusunu cevapsız bırakmaktadır. Kişinin rızası dışında vücuduna bir müdahale yapılması ve kadının vücut bütünlüğüne karşı bir saldırının zar kontrolüne indirgenmesi kabul edilemez. Bu nedenle bu maddede “kişinin rızası dahilinde” şeklinde bir düzenleme yapılmalıdır.

Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Türk Medeni  Kanununun 10uncu maddesi uyarınca “yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam eder” şeklinde düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002 tarihinden önce yapılmış olan evliliklerde yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma kabul edilmemiş, seçimlik hak olarak tanınmıştır. Bunun anlamı 1 Ocak 2002 tarihinden önce evlenmiş olan çiftlerin resmî kurumlar aracılığı ile edinilmiş mallara katılım rejimini yasal mal rejimi olarak seçebilecekleridir. Tüm bu nedenlerle Türk Medeni Kanununun yürürlülük 10. maddesinin 1. fıkrası, “Yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler kanunun yürürlüğe girdiği tarihten geçerli olarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmemişlerse yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde; 2. fıkrası ise “Davanın reddi ile sonuçlanması halinde, eşler kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde, başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde değiştirilmelidir.

Türk Medeni Kanununda yer alan “Kadınlar isterse eşlerinin soyadıyla birlikte kızlık soyadını da kullanabilir” maddesi, kadınların taleplerini karşılamamaktadır. Kadının evlilik sonrası kocasının kütüğüne kaydolması boşanınca tekrar babasının kütüğüne geri dönmesi gibi işlemlerin sadece kadınlar için geçerli olması açık bir ayrımcılıktır. Kadının evlenme nedeniyle soyadını değiştirmesi, bu soyadı ile tanındıktan sonra boşanma sonrasında eski soyadına dönmesi, kadınlar için son derece zor şartlar yaratmaktadır. Bu işlemlerin tümü kadının kimliksizleştirilmesine yol açmaktadır. Tüm bu nedenlerle; Türk Medeni Kanununun 187. maddenin başlığının aile adı, evlilik adı veya sonad olarak değiştirilmesi ve eşlerin istedikleri soyadını seçme özgürlüğünün olması, evlilik durumunda çocukların soyadlarının anneden de gelebilmesi gibi değişikliklerin yapılması gerekmektedir.

 

N. Gaye Erbatur

              Adana

 

MUHALEFET ŞERHİ

TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE ÇOCUKLARA YÖNELİK  ŞİDDETİN SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA KURULAN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONBAŞKANLIĞINA

Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak, Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonunun hazırlamış olduğu rapora aşağıdaki görüşlerin eklenmesini talep ederiz.

Cumhuriyetimizin kuruluşu ile gerçekleştirilen devrimler ve çıkarılan yasalar kadınları ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.

Atatürk Devrimlerinin en büyük özelliği, kadın-erkek eşitliğinin güvencesini oluşturan bir hukuk düzeninin kurulması olmuştur.

600 yıllık Osmanlı döneminde her türlü yasal, siyasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklardan mahrum, kafeslerin ve peçelerin ardında erkeğin kulu, kölesi olarak yaşamaya mahkum edilen kadınımız Cumhuriyet Devrimleri sayesinde yurttaş konumuna geçerek erkeklerle eşit İnsan haklarına sahip olmuştur. Bu büyük uygarlık devrimi; döneminde dünyanın bir çok ülkesine örnek ve önder olmuştur.

Laik, demokratik Cumhuriyet rejimimizde kadınlarımız siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklarını kullanarak erkeklerle eşit bir konumda ülkemizin kalkınmasına, ilerlemesine, çağdaşlaşmasına katkı koymuşlardır. Bugün Türk kadınları Cumhuriyet ile elde ettiği kazanımları geliştirme ve İlerletme göreviyle karşı karşıyadır. Kadınlarımızı siyasetten, eğitimden, çalışma yaşamından, toplumsal hayattan uzaklaştırmaya ve kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırmaya dönük anlayış ve uygulamaların değiştirilmesi bir zorunluluktur. Kadına yönelik şiddetin esas nedeni kadının toplumda eşit olmayan konumudur. Kadınları toplumsal hayattan dışlayan anlayış ve uygulamalar sona erdikçe kadınlar şiddete maruz kalmaya devam edeceklerdir.

Araştırma komisyonu raporunda erkek egemen, ataerkil yapı ve yasaların düzeltilmesini sağlayacak kadın bedenini kontrol altında tutmayı amaçlayan yasal düzenlemeleri ortadan kaldıracak, kadını güçlendirecek, statüsünü yükseltecek eşitsizliği giderecek çözüm önerileri eksiktir. Komisyonun birçok ilde yaptığı alan çalışmalarında tespit edilen gerçekler, komisyona davet edilen akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve hatta devlet görevlilerinin görüş ve önerileri bile tam ve gerçekçi olarak rapora yansıtılmamıştır.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı tasarıda aşağıdaki görüşlerin yer alması gerekmektedir:

“Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” şeklindeki ekle son halini alan anayasanın 10. maddesi, kadınların toplumsal hayatta yaşadığı ayrımcılığı önlemeye yetmemektedir. Bu nedenle somut ve tekili çözümler getirebilmek adına ilgili madde, “Kadın erkek eşitliğini sağlamak yönünde alınacak geçici önlemler ayrımcılık ve imtiyaz sayılamaz.” şeklinde bir fıkra eklenmelidir. Veya bu çerçevede, kadın erkek eşitliğinin fiilen gerçekleşmesi için pozitif ayrımcılık, Anayasa güvencesi altına alınmalı ve var olan soyut eşitlik “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için geçici özel tedbirler dahil gerekli tüm önlemleri alır” şeklinde somut bir düzenlemeye kavuşturulmalıdır.

Kadını birey olarak kabul eden 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki düzenlemede namus ve töre cinayetlerinin içerik olarak farklı anlamlar taşıdığı göz ardı edilmektedir. Hem töre hem de namus saikiyle işlenen cinayetler ataerkil toplum düzeninin; kadınların namusunu ailenin namusu ve erkeklerin şerefi sayarak kadının cinsel dokunulmazlığına dayanmaktadır. Namus cinayetleri uluslararası hukuk terminolojisinde ve Birleşmiş Milletlerin ilgili tüm kararlarında “namus adına işlenen cinayetler” olarak yer almaktadır. Bu nedenlerle, Türk Ceza Kanununun 82 inci maddesine namus saiki ile işlenen cinayetlerin de “namus adına işlenen cinayetler” veya “namus cinayetleri” şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamına mütalaa edilebilmesi için bir bend eklenmesi gerekmektedir.

Ceza muhakemeleri kanunu Madde 365 “Suçtan zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku kamu davasına iltihak edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre fiilen zarar gören kişi mağdur olarak nitelendirilmiştir. Ancak zaman zaman fiilden zarar gören kişi mağdur ile aynı olmayabilmektedir. Bu amaçla kanun koyucu mağdur ve zarar gören kavramlarını farklı düzenlemiştir. Yargıtay Ceza Kurulu da bir kararında “suçtan zarar gören her şahıs, soruşturmanın her anında müdahale yoluyla kamu davasına katılabilir” diyerek bu görüşe katılmıştır. Bu nedenle; baroların, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın derneklerinin ve bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların, suçtan zarar görenler olarak ilgili davalarda müdahil  olabilmeleri yönünde CMK’ da yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.

“Yetkili hâkim ve savcı karan olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki TCK’nın 287. maddesi, muayene için kişinin rızasının alınıp alınmayacağı konusunu cevapsız bırakmaktadır. Kişinin rızası dışında vücuduna bir müdahale yapılması ve kadının vücut bütünlüğüne karşı bir saldırının zar kontrolüne indirgenmesi kabul edilemez. Bu nedenle bu maddede “kişinin aydınlatılmış onamı alınarak” şeklinde bir düzenleme yapılmalıdır.

Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Türk Medeni Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca “yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam eder” şeklinde düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002 tarihinden önce yapılmış olan evliliklerde yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma kabul edilmemiş, seçimlik hak olarak tanınmıştır. Bunun anlamı 1 Ocak 2002 tarihinden önce evlenmiş olan çiftlerin resmî kurumlar aracılığı ile edinilmiş mallara katılım rejimini yasal mal rejimi olarak seçebilecekleridir. Tüm bu nedenlerle Türk Medeni Kanununun yürürlülük 10 maddesinin 1. fıkrası, “Yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler kanunun yürürlüğe girdiği tarihten geçerli olarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmemişlerse yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde; 2. fıkrası ise “Davanın reddi ile sonuçlanması halinde, eşler kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde, başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde değiştirilmelidir.

Türk Medeni Kanununda yer alan “Kadınlar isterse eşlerinin soyadıyla birlikte kızlık soyadını da kullanabilir” maddesi, kadınların taleplerini karşılamamaktadır. Kadının evlilik sonrası kocasının kütüğüne kaydolması, boşanınca tekrar babasının kütüğüne geri dönmesi gibi işlemlerin sadece kadınlar için geçerli olması açık bir ayrımcılıktır. Kadının evlenme nedeniyle soyadını değiştim1esi, bu soyadı ile tanındıktan sonra boşanma sonrasında eski soyadına dönmesi, kadınlar için son derece zor şartlar yaratmaktadır. Bu işlemlerin tümü kadının kimliksizleştirilmesine yol açmaktadır. Tüm bu nedenlerle; Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddenin başlığının aile adı, evlilik adı veya sonad olarak değiştirilmesi ve eşlerin istedikleri soyadını seçme özgürlüğünün olması, evlilik durumunda çocukların soyadlarının anneden de gelebilmesi gibi değişikliklerin yapılması gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddeti önlemek için kadının toplumdaki eşsiz konumu giderilmelidir. Bunun da ilk şartı siyasal temsilde eşitliği sağlamaktır. Siyasal temsilde eşitsizliği gidermek için siyasi partiler ve seçim yasalarında “Cinsiyet Kotası” uygulaması sağlayacak yasal değişiklikler yapılmalıdır.

Namus ve töre cinayetlerinde, bazı bölgelerimizde yaşanan kadın intiharlannda kadının özgürleştirilmesini, birey olmasını ve insan haklarını kullanmasını engelleyen aşiret yapılanması ve feodal düzenin hazırlayıcı ve hatta azmettirici rolü bilimsel ve toplumsal bir gerçektir. Komisyonun bölgede mağdur aileleri ve suçun failleri ile yaptığı görüşmelerde de bu durum tespit edilmiştir. Bireyin en öncelikli İnsan hakkı olan yaşam hakkını elinden alacak kadar ileri düzeydeki şiddetin önlenmesi için bu tür erkek egemen, ataerkil yapıların ortadan kaldırılması gereklidir.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım çözüm önerilerinin Araştırma Komisyonu raporunda yer almaması nedeniyle muhalefet şerhi yazımı komisyona iletirim.

Saygılarımla.

             Güldal Okuducu

           İstanbul

 

MUHALEFET ŞERHİ

TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE ÇOCUKLARA YÖNELİK   ŞİDDETİN SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA KURULAN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYON BAŞKANLIĞINA

Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun hazırlamış olduğu rapora aşağıdaki görüşlerin eklenmesini talep ederiz.

Cumhuriyetimizin kuruluşu ile gerçekleştirilen devrimler ve çıkarılan yasalar kadınları ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtarmayı amaçlamıştır.

Atatürk Devrimlerinin en büyük özelliği, kadın-erkek eşitliğinin güvencesini oluşturan bir hukuk düzeninin kurulması olmuştur.

600 yıllık Osmanlı döneminde her türlü yasal, siyasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklardan mahrum, kafeslerin ve peçelerin ardında erkeğin kulu, kölesi olarak yaşamaya mahkum edilen kadınımız Cumhuriyet Devrimleri sayesinde yurttaş konumuna geçerek erkeklerle eşit insan haklarına sahip olmuştur. Bu büyük uygarlık devrimi; döneminde dünyanın birçok ülkesine örnek ve önder olmuştur.

Laik, demokratik Cumhuriyet rejimimizde kadınlarımız siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklarını kullanarak erkeklerle eşit bir konumda ülkemizin kalkınmasına, ilerlemesine, çağdaşlaşmasına katkı koymuşlardır. Bugün Türk kadınları Cumhuriyet ile elde ettiği kazanımları geliştirme ve ilerletme göreviyle karşı karşıyadır. Kadınlarımız! siyasetten, eğitimden, çalışma yaşamından, toplumsal hayattan uzaklaştırmaya ve kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırmaya dönük anlayış ve uygulamaların değiştirilmesi bir zorunluluktur. Kadına yönelik şiddetin esas nedeni kadının toplumda eşit olmayan konumudur. Kadınları toplumsal hayattan dışlayan anlayış ve uygulamalar sona ermedikçe kadınlar şiddete maruz kalmaya devam edeceklerdir.

Araştırma komisyonu raporunda erkek egemen, ataerkil yapı ve yasaların düzeltilmesini sağlayacak, kadın bedenini kontrol altında tutmayı amaçlayan yasal düzenlemeleri ortadan kaldıracak, kadını güçlendirecek, statüsünü yükseltecek, eşitsizliği giderecek çözüm önerileri eksiktir. Komisyonun birçok ilde yaptığı alan çalışmalarında tespit edilen gerçekler, komisyona davet edilen akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve hatta devlet görevlilerin görüş ve önerileri bile tam ve gerçekçi olarak rapora yansıtılmamıştır.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı tasarıda aşağıdaki görüşlerin yer alması gerekmektedir:

“Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” şeklindeki ekle son halini alan Anayasanın 10. maddesi, kadınların toplumsal hayatta yaşadığı ayrımcılığı önlemeye yetmemektedir. Bu nedenle somut ve etkili çözümler getirebilmek adına ilgili madde, “Kadın erkek eşitliğini sağlamak yönünde alınacak geçici önlemler ayrımcılık ve imtiyaz sayılamaz.” şeklinde bir fıkra eklenmelidir veya bu çerçevede, kadın erkek eşitliğinin fiilen gerçekleşmesi için pozitif ayrımcılık, Anayasa güvencesi altına alınmalı ve var olan soyut eşitlik “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için geçici özel tedbirler dahil gerekli tüm önlemleri alır” şeklinde somut bir düzenlemeye kavuşturulmalıdır.

Kadını birey olarak kabul eden 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki düzenlemede namus ve töre cinayetlerinin içerik olarak farklı anlamlar taşıdığı göz ardı edilmektedir. Hem töre hem de namus saikiyle işlenen cinayetler ataerkil toplum düzeninin; kadınların namusunu ailenin namusu ve erkeklerin şerefi sayarak kadının cinsel dokunulmazlığına dayanmaktadır. Namus cinayetleri uluslararası hukuk terminolojisinde ve Birleşmiş Milletlerin ilgili tüm kararlarında “namus adına işlenen cinayetler” olarak yer almaktadır. Bu nedenlerle, Türk Ceza Kanununun 82 nci maddesine namus saiki ile işlenen cinayetlerinde “namus adına işlenen cinayetler” veya “namus cinayetleri” şeklinde, bu tip suçların nitelikli adam öldürme kapsamına mütalaa edilebilmesi için bir bend eklenmesi gerekmektedir.

Ceza muhakemeleri kanunu Madde 365 “Suçtan zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku kamu davasına iltihak edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre fiilen zarar gören kişi mağdur olarak nitelendirilmiştir. Ancak zaman zaman fiilden zarar gören kişi mağdur ile aynı olmayabilmektedir. Bu amaçla kanun koyucu mağdur \e zarar gören kavramlarını farklı düzenlemiştir. Yargıtay Ceza Kurulu da bir kararında “suçtan zarar gören her şahıs, soruşturmanın her anında müdahale yoluyla kamu davasına katılabilir” diyerek bu görüşe katılmıştır. Bu nedenle; baroların, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın derneklerinin Ye bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların, suçtan zarar görenler olarak ilgili davalarda müdahil olabilmeleri yönünde CMK’da yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.

“Yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklindeki TCK’nın 287. maddesi, muayene için kişinin rızasının alınıp alınmayacağı konusunu cevapsız bırakmaktadır. Kişinin rızası dışında vücuduna bir müdahale yapılması ve kadının vücut bütünlüğüne karşı bir saldırının zar kontrolüne indirgenmesi kabul edilemez. Bu nedenle bu maddede “kişinin aydınlatılmış onamı alınarak” şeklinde bir düzenleme yapılmalıdır.

Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Türk Medeni Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca “yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam eder” şeklinde düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002 tarihinden önce yapılmış olan evliliklerde yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma kabul edilmemiş, seçimlik hak olarak tanınmıştır. Bunun anlamı 1 Ocak 2002 tarihinden önce evlenmiş olan çiftlerin resmî kurumlar aracılığı ile edinilmiş mallara katılım rejimini yasal mal rejimi olarak seçebilecekleridir. Tüm bu nedenlerle Türk Medeni Kanununun yürürlülük 10 maddesinin 1. fıkrası, “Yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler kanunun yürürlüğe girdiği tarihten geçerli olarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmemişlerse yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde; 2. fıkrası ise “Davanın reddi ile sonuçlanması halinde, eşler kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde, başka bir mal rejimini seçmedikleri takdirde, evlenme tarihinden geçerli olmak üzere yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar” şeklinde değiştirilmelidir.

Türk Medeni Kanununda yer alan “Kadınlar isterse eşlerinin soyadıyla birlikte kızlık soyadını da kullanabilir” maddesi, kadınların taleplerini karşılamamaktadır. Kadının evlilik sonrası kocasının kütüğüne kaydolması, boşanınca tekrar babasının kütüğüne geri dönmesi gibi işlemlerin sadece kadınlar için geçerli olması açık bir ayrımcılıktır. Kadının evlenme nedeniyle soyadını değiştirmesi, bu soyadı ile tanındıktan sonra boşanma sonrasında eski soyadına dönmesi, kadınlar için son derece zor şartlar yaratmaktadır. Bu işlemlerin tümü kadının kimliksizleştirilmesine yol açmaktadır. Tüm bu nedenlerle; Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddenin başlığının aile adı, evlilik adı veya sonad olarak değiştirilmesi ve eşlerin istedikleri soyadını seçme özgürlüğünün olması, evlilik durumunda çocukların soyadlarının anneden de gelebilmesi gibi değişikliklerin yapılması gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddeti önlemek için kadının toplumdaki eşsiz konumu giderilmelidir. Bunun da ilk şartı siyasal temsilde eşitliği sağlamaktır. Siyasal temsilde eşitsizliği gidermek için siyasi partiler ve seçim yasalarında “Cinsiyet Kotası” uygulaması sağlayacak yasal değişiklikler yapılmalıdır

Namus ve töre cinayetlerinde, bazı bölgelerimizde yaşanan kadın intiharlarında kadının özgürleşmesini, birey olmasını ve insan haklarını kullanmasını engelleyen aşiret yapılanması ve feodal düzenin hazırlayıcı ve hatta azmettirici rolü bilimsel ve toplumsal bir gerçektir. Komisyonun bölgede mağdur aileleri ve suçun failleri ile yaptığı görüşmelerde de bu durum tespit edilmiştir. Bireyin en öncelikli İnsan hakkı olan yaşam hakkını elinden alacak kadar ileri düzeydeki şiddetin önlenmesi için bu tür erkek egemen, ataerkil yapıların ortadan kaldırılması gereklidir.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım çözüm önerilerinin Araştırma Komisyonu raporunda yer almaması nedeniyle muhalefet şerhi yazımı komisyona iletirim.

Saygılarımla.

              Canan Arıtman

                İzmir

 

MUHALEFET ŞERHİ

 

TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ İLE KADINLARA VE ÇOCUKLARA YÖNELİK   ŞİDDETİN SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK, ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA KURULAN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONBAŞKANLIĞINA

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulacak Komisyon raporuna aşağıda belirttiğim görüşlerin eklenmesini talep ederim.

Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de yıllardan beri çocukların ve kadınların her türlü şiddete maruz kaldıklarını ve bu şiddetin, özellikle de kadınların yaşam haklarını elinden alan cinayetlerle gerçekleştiğini biliyoruz. Son yıllarda, başta basın yayın kuruluşları olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve tüm ülke kamuoyunda artan tepkiler karşısında, bu çağdışı davranış biçiminin nedenlerinin araştırılması ve başta cinayetler olmak üzere her türlü şiddetin önlenmesi için TBMM’nce de bir araştırma komisyonu kurulmuş ve bu komisyon dört aylık süre sonunda çalışmalarını tamamlayarak raporunu TBMM Başkanlığına sunmak üzeredir.

Komisyon Raporunun, Araştırma Konusu Başlıklı önerge özetlerinin yer aldığı bölümün beşinci paragrafında “Ülkemizin bazı yörelerinde namus (töre cinayetlerinin tüyler ürperten bir sıklıkta tekrarlandığı, söz konusu yöre insanlarının bu geleneği göç ettikleri yerlere de taşıdığı,” ifadesi yer almaktadır. Komisyonun araştırmasını tamamladıktan sonra bu ifadeye raporda yer vermemesi gerekirken, böyle bir yola gidilmemiş olması kadınların yaşam hakkını ortadan kaldıran gerekçesi töre ya da namus olar k gösterilemeyen aile için şiddet nedeniyle ölen kadınların durumunun izahını güçleştirmektedir. Ayrıca, bu tür kadın cinayetlerinin ülke izin sadece belli bir bölgesinde yaşayan insanların bir sorunun olduğu görüntüsü vermektedir.

Halbuki komisyon çalışmalarının başından itibaren, gerek güvenlik görevIilerinin görüşleri, gerekse ülkemizin çeşitli bölgelerinde yapılan inceleme ve mağdur veya faillerle yapılan birebir görüşmeler sonucunda, özellikle cinayetlerin, ülkemizin belli bir yöresine özgü bir olgu olmadığı, ülkemizin bütün bölgelerinde aynı olaylarla karşılaşılabildiği, nedenlerinin de biri birine benzediği ve daha çok alt gelir grubuna ait, eğiti siz kesimlerde işlendiği tespit edilmiştir.

Şiddet bir eylem biçimi olarak yaşamın her alanından soyutlanmalı ve hiç bir argümanla meşrulaştırılmamalıdır. Şiddetin her türü ile mücadele edilmelidir. Erkek egemen toplumsal yapıdan kaynaklanan erkeğin kadına göre üstün konumu eşit olmayan güç ilişkileri gibi nedenlerle kadınlar şiddete uğramakta çoğu kez de yaşamlarını yitirmektedir. Ülkemizde namus meselesi, aile içi anlaşmazlıklar, kan davası ve bunun gibi gerekçelerle cinayetler işlenmektedir. Bu cinayetlerin hedefini çoğu kez kadınlar oluşturmaktadır. Ancak bu cinayetleri töre kavramıyla açıklamaya çalışmak bizi toplumsal cinsiyet eşitliği sorunundan uzaklaştırarak kadına yöneltilen şiddetin bir mazereti olarak gösterilen bir noktaya odaklayacak ve sorunu bir bütün olarak görmemizi engelleyecektir. Bir sosyal sorun olan kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için gerçek nedenlerinden uzaklaşmadan olayın bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Komisyon çalışmaları esnasında da bu görülmüştür. Gerek raporda yer alan tablolar incelendiğinde gerekse dünyadaki duruma bakıldığında bunun namus kavramının kadının bedenine indirgenmesinden kaynaklandığı açıktır.

TBMM İçtüzüğüne göre, Araştırma Komisyonu raporlarının bir yaptırım veya uygulamayı emredici bir gücü yoktur. Ancak özellikle toplumumuzun tamamını ilgilendiren kadına ve çocuğa yönelik bir rapor, sivil veya resmî olsun tüm kurumları yakından ilgilendireceği ve uygulamalarına yön vereceğinden, çözüm önerileri yaparken, öncelik sırasının iyi tespit edilmesi gerekmektedir.

Kadına ve çocuğa yönelik şiddetin nedenlerinin en başında, komisyon raporunun içinde de belirtildiği gibi, eğitimsizlik gelmektedir. Ülkemizin, kız ve erkek çocuklarının eğitim sorununu çözmedikçe, bazen cinayetle sonlanan şiddeti durdurması mümkün değildir. Ülkemizde hala sayıları yüz binlerle ifade edilen sayıda kız ve erkek çocuk ilköğretimini dahi tamamlayamamaktadır. Tarımsal faaliyetlerin başladığı bu günlerde, ülkemizde binlerce çocuk şuanda ilköğretimlerini yarıda bırakarak aileleriyle birlikte geçici tarım işçisi olarak çalışmaktadırlar.

Kadının siyasal, yasal, eğitsel, sosyal ve ekonomik haklar bakımından erkekler ile eşit bir konumda olmasından daha doğal bir durum olamaz. Kadının sosyal yaşamda ve siyasette görünür kılınabilmesi için gerekli düzenlemeler mutlaka yapılmalıdır. Fakat salt yasal düzenlemeler ile kadının karşı karşıya olduğu sorunların aşılacağını sanmak sadece yanılsama olur.

Kadınların eğitim düzeyinin yükseltilmesi ile ekonomik bağımsızlığın kazanılması, kadının statüsünün yükselmesinde bir ön koşuldur, ancak ülkemizde yoksulluğun giderek kadınlaştığı da bir gerçektir. Raporun D. 5 Başlığı altındaki Çözüm Önerileri Koruyucu ve Önleyici Tedbirler kısmında “Kadınların istihdam olanakları ve iş kurmak için gereksinim duydukları kredi almalarını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmalıdır. “ şeklinde bir öneri bulunmaktadır. Ancak bu yeterli değildir. Kadının güçlü kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler olabilmesi ve toplumsal yaşamda güçlü bir şekilde var olabilmesinin temel koşulu kadının çalışma yaşamında var olabilmesinden geçmektedir. Bunu da sadece temennilerle sağlayabilmenin olanağı yoktur. İstihdam alanında iki cins de eşit oluncaya kadar, kadının çalışma yaşamına katılımı geçici önlemlerle desteklenmelidir. Bu da ancak kamuda ve özel sektörde kadın kotası uygulaması ile gerçekleştirilebilir.

Kadın sorunu başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin kullanımının önünde engel teşkil eden yapılar mutlaka ortadan kaldırılmalıdır. Ancak topyekun bir seferberlik ile ülkemizi daha çağdaş ve yaşanabilir bir düzeye ulaşabilir. Bunu sağlayabildiğimiz taktirde kadının maruz kaldığı ayrımcılığı ve buna bağlı olarak da şiddeti ortadan kaldırabiliriz. Türkiye bir kültür devrimini başarmak zorundadır.

M. Vedat Melik

          Şanlıurfa

KAYNAKÇA

Açıklamalı-karşılaştırmalı-uygulamalı Ceza Muhakemesi Kanunu, Dr. Haluk ÇOLAK,    Dr. Mustafa TAŞKIN- s.324, 360, 364, 368, 448, 693, 693

Adinkrah M. Maternal infanticides in Fiji. Child Abuse & Neglect 2000, 24:1543-1555; Kotch JB ve ark. Morbidity and death due to child abuse in New Zealand. Child Abuse & Neglect, 1993.

Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün Adalet İstatistikleri Yıllığı 2003, 2004 Kitapçığı.

Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet El Kitabı, Ankara, Kadın Dayanışma Vakfı, 2005.

Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, Aile Araştırma Kurumu, Ankara 1997.

Akço, Seda, Çocuk İstismarı ile İlgili Hukuki Yapı, İstanbul., İstanbul Barosu, 2005.

Akço, Seda, Çocuğa Karşı Şiddet ve Önlenmesi Hakkında Değerlendirme, İstanbul, İstanbul Barosu, 2005.

Akço, Seda, Çocuk İstismarı ile İlgili Hukuki Yapı, İstanbul, İstanbul Barosu, 2005.

Akyüz, Emine, Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması, Ankara, MEB, 2000.

Aziz, Aysel- Köker, Eser,-v.d., Medya, Şiddet ve Kadın, 1993 Yılında Türk Basınında  Kadınlara Yönelik Şiddetin Yer Alış Biçimi, Ankara, KSGM, 1994.

Bahri Öztürk’ün Prof. Dr. Başkanlığında İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalımız Hannover Kriminoloji Enstitüsü ile İşbirliği Yaparak “Çocuk ve Şiddet” Gerçekleştirilen Araştırma Raporu.

III. Kadın Sığınakları Kurultayı Sonuç Bildirgesi, 18 - 20 Kasım İstanbul.

IV. Kadın Sığınakları Kurultayı Sonuç Bildirgesi, 24 - 25 Kasım 2001 Antalya.

V.  Kadın Sığınakları Kurultayı Sonuç Bildirgesi, 23 - 24 Kasım 2002 İzmit.

VII: Beş Yıllık Kalkınma Planı ÖİK Raporu “Kadın” Ankara, DPT, 1994.

1995 Yılında Pekin’de Gerçekleştirilen IV. Dünya Kadın Konferansı Sonuçlarının Uygulaması ve İzlenmesine İlişkin Ulusal Eylem Planı. Ankara. KSGM, 1998.

Bin Yıl Hedefleri ve Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği I. Ulusal Konferansı, Ankara, STK İzleme Grubu, 2005.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Kadınlara Karşı Her Türlü Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirgesi, New York, 1993.

Browne ve ark., Child Abuse And Neglect in Romanian Families: A National Prevalence Study 2000, Copenhagen, Who Regional Office For Europe, 2002.

Bin Yıl Hedefleri ve Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği I. Ulusal Konferansı, Ankara. STK İzleme Grubu, 2005.

Çocuk Haklarının Koruyan Bağımsız Kurumlar, Ankara, UNICEF, 2001

Çocuk Ombudsmanlığı, Ankara, UNICEF, 1997.

Çocuklar İçin İlerleme, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve İlköğretime İlişkin Rapor, Ankara, UNICEF, 2005.

Danışma Merkezleri ve Kadın Sığınakları, İstanbul., AMARGİ, 2005.

Fikret İlkiz, Özel Hayat ve Kişilik Hakları, 18 Nisan 2002 RTÜK Konferans Notu.

Gemalmaz, M. Semih. Çocuk ve Genç Haklarına İlişkin Ulusalüstü Belgeler, İstanbul, 2002.

Görmez, Kemal-Bayat, Bülent, vd., Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, Ankara, AAK, 1998.

Gözaltında Tecavüz ve Cinsel Saldırı - Dr. Psk. Ufuk Sezgin, Şahika Yüksel, Vehbi Keser (Seminer Notları).

Halm H, Guterman N., The Emerging Problem of Physical Child Abuse in South Korea. Child Maltreatment, 2001.

http://www.coe.int/T/CM/WCD/advSearch_en.asp

http://www.who.int/gender/violence/who_multicountry_study/en/

http://www.kgsm.gov.tr/

İbrahim Okur - Aile Mahkemeleri ve uygulamada yaşanan sorunlar, Hukuk Demokrasi, Şubat 2003.

İçli, Tülin, Ailede Kadına Karşı Şiddet ve Kadın Suçluluğu, Ankara, KSGM, 1995.

Integration Of The Human Rights Of Women And The Gender Perspective: Violence Against Women :Towards An Effective Implementation Of International Norms To End Violence Against Women, Report Of The Special Rapporteur On Violence Against Women, Its Causes And Consequences, Yakin Ertürk, UN., Geneva, 2003.

Integration Of The Human Rights Of Women And The Gender Perspective: Violence Against Women : Report Of The Special Rapporteur On Violence Against Women, Its Causes Andconsequences, Ms. Radhika Coomaraswamy, Submitted In Accordance With Commission on Human Rights Resolution 2001/49 Cultural Practices In The Family That Are Violent Towards Women, UN., Geneva, 1994.

Işık, Nazik, Kadın Hareketi Açısından Anlamı, İşi ve İşlevleri ile Kadın Danışma Merkezleri  ve Kadın Sığınmaevleri -  Ege Kadın Dayanışma Vakfı’nın Heinrich Böll Vakfı’nın Desteğiyle 29-30 Nisan 2000’de İzmir’de Gerçekleştirdiği İki Günlük Bir Çalışmada, “Kadınlar Tartışıyor: Kadına Yönelik Şiddet, Toplumsal Boyutları, Önlenmesi ve Yükümlülükleri, Kadın Danışma Merkezleri, Kadın Sığınakları Sempozyumu”nda Üç Ana Tebliğden Biri Olan Tebliğime Dayanılarak Kaleme Alınmıştır.

Işık, Nazik, Temmuz 1999 - SHÇEK’in “Özel Hukuk Tüzel Kişileri ve Kamu Kurum ve Kuruluşları Bünyesinde Açılacak Kadın Konukevleri Yönetmeliği Taslağı” Hakkında Kadın Dayanışma Vakfı İçin Hazırlanan İnceleme Raporu.

Işık, Nazik, III. Kadın Sığınakları Kurultayı, İstanbul, 18.11.2000.

İstanbul Barosu’nun Düzenlediği Kadının İnsan Hakları Konulu Meslek İçi Eğitim Çalışması.

Kabasakal, Zehra,  Töre ve Namus Cinayetleri ve Kadına ve Çocuklara Yönelik Şiddet Raporu  15.12.2005.

Kadın Sorunlarına Çözüm Arayışı Kurultayı., İstanbul, KA-DER, 2004.

Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul, AMARGİ, 2005.

Kadına Yönelik Şiddet - Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Seminer Metni).

Kadına Yönelik Şiddet ve Hekimlik Sempozyumu 16-17 Kasım 2002, Ankara, Ankara Tabipler Odası, 2003.

Kadının Statüsünün Araştırılarak Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin Yaşama Geçirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirleri Tespit Etmek Amacıyla Kurulan TBMM Kadının Statüsünü Araştırma Komisyonu Raporu, Ankara, KSGM, 2003.

Kadınlara ve Kızlara Yönelik Aile İçi Şiddet. Ankara: UNICEF, 2000

Kavacıklı, Filiz-Evkuran, Mahmut-v.d., Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları, Ankara, AAK, 1995.

Kalaycı, Ahmet Rasim , Aile ve Kadın Odaklı Program  Örneklerinin Çözümlenmesi.

Keşke Dememek İçin, Namus Adına İşlenen Cinayetler 2004 Raporu, Diyarbakır, KAMER, 2004.

Kunter, Nurullah -Yenisey, Feridun, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul,  Beta, 1998.

Meadow R. Unnatural Sudden Infanth Death. Archives of Disease in Childhood, 1999.

Medyada Şiddete Duyarlılık Paneli, İstanbul, RTÜK Yay.11, 2004.

Nirengi Kişisel Geliştirme ve Psikolojik Danışmanlık Şirketi tarafından düzenlenen “Manevi Taciz ve Şiddet” Semineri.

Onursal, Betül -Sayıta, Sevgi Birleşmiş Milletler Belgelerinde Barış Kültürü ve Şiddet Karşıtı Olma ve Avrupa Konseyi Kararlarında Çocuğun Şiddet ve Kötü Muameleden Korunması, İstanbul,  Bilgi, 2002.

Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, Ankara, KSGM, 2001.

Polat, Oğuz, ( Prof. Dr.), Çocuk Hakları ve Türkiye,Ê Vurursan Kırılır - Haftanın Yorumu, 2005.

Straus MA ve ark., Identification of Child Maltreatment with the Parent-Child Ocnflict Scales: Development and Psychometric Data for a National Sample of American Parents. Child Abuse & Neglect, 1998.

Süheyla Öksüz, Küreselleşmede Nasıl Bir Medya Düzeni, İstanbul, Piramit, 2004.

Şiddete Karşı Somut Bir Adım: Ankara Gecekondularında Kadınlarla Ortak Bir Çalışma, Ankara, Kadın Dayanışma Vakfı, 1995.

Şiddeti Önleme Platformu Eğitim ve Şiddet Alt Çalışma Grubu Sonuç Kararları, Ankara, AKK, 2004.

Şiddeti Önleme Platformu Medya ve Şiddet Çalışma Grubu Raporu, Ankara, AAK, 2004.

Şükran Danık,  “Aile İçinde Kadına Yönelen Şiddet”, Toplum ve Sosyal Hizmet 1/2000, Ankara, Hacettepe Üniversitesi. Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayını.

TBMM Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir ve 45 Milletvekili, Eskişehir Milletvekili Cevdet Selvi ve 23 Milletvekili ile Konya Milletvekili Orhan Erdem ve 45 Milletvekilinin, Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasa’nın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve (10/111,160,180) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. TBMM Tutanak Dergisi  Cilt 79, 76. Bileşim, Dönem 22, Yasama Yılı 3, 2005.

TBMM İçel Milletvekili Oya Araslı ile İzmir Milletvekili Birgen Keleş ve 18 Arkadaşının, Kadının Statüsünün Araştırılarak Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin Yaşama Geçirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirleri Tespit Etmek Amacıyla Anayasa’nın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve 10/219 Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. TBMM Tutanak Dergisi 13. Bileşim, Cilt 64, Yasama Yılı 4, 1998.

TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu  (10/148,182,187,284,285) Tutanakları, 2005.

TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu  (10/148,182,187,284,285) İstanbul, Diyarbakır ve Şanlıurfa Alan İncelemesi Raporları, 2005.

Televizyon Programlarındaki Şiddet İçeriğinin, Müstehcenliğin ve Mahremiyetin İhlallerinin İzleyicilerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri, Ankara, RTÜK, 2005.

Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Kadın, Ankara, HÜKSAM, 2003.

Töre Cinayetleri Panel Bildirileri, Ankara, KSGM, 1999.

Töre ve Namus Cinayetleri ve Kadına ve Çocuklara Yönelik Şiddet Raporu, Ankara, KSGM, 1999.

Türk Kadın Hukuçular Derneği Uluslararası Hukukçu Kadınlar Federasyonu genişletilmiş konsey toplantısı, 2001 - İstanbul (Kadın ve Genç Kız Ticareti, Modern Kölelik).

Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu TÜBAKKOM VI. Kitap, 22 Mayıs 2004 -14 Mayıs 2005, Ankara,Türkiye Barolar Birliği, 2005.

Türkiye’de Kadının Durumu, Ankara, KSGM, 1994.

Türkiye’de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Nüfus Bilim Derneği, Ankara, 2005.

Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Sağlık, Ankara, HÜKSAM, 2005.

UNICEF -ADLİ TIP KURUMU. Çocuk İstismarı ve İhmali, Yayınlanmamış Eser.

Yeni Medeni Yasa Kadınlara Neler Getirdi, Hacettepe Üniversitesi. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2005.

World Report on Violence and Health, Geneva, WHO, 2002.

Youssef RM, Attia MS, Kamel MI., children Experiencing Violence: Parental Use of Corporal Punishment. Child Abuse & Neglect, 1998.

 

 

 

KISALTMALAR

AÇEP                                : Anne Çocuk Eğitim Programı

BADEP                                : Baba Destek Programları

CEDAW                                : Convention on the Elimination of  All Forms of Discrimination Against                                                     Women (Kadınlara Karşı Her

                           Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi)

CMK                                : Ceza Muhakemesi Kanunu

DSÖ                                : Dünya Sağlık Örgütü

İYOP                                : İşlevsel Yetişkin Okuma Yazma Programı

KAMER                                : Kadın Merkezi

KİHEP                                : Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı

KSGM                                : Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü

SHÇEK                                : Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü

SRAP                                : Sosyal Riski Azaltma Projesi

STK                                : Sivil Toplum Kuruluşu

TCK                                : Türk Ceza Kanunu

 

 

ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ (Ek: 2)

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Tarafından 20 Kasım 1989 Tarihinde Kabul Edilmiştir.

Bu Sözleşmenin Ülkemizdeki uygulamalarının izlenmesi ve koordinasyonundan SHÇEK Genel Müdürlüğü sorumludur.

ÖNSÖZ

Bu Sözleşmeye Taraf Devletler:

Birleşmiş Milletler Andlaşmasında ilan edilen ilkeler uyarınca insanlık ailesinin tüm üyelerinin, doğuştan varlıklarına özgü bulunan haysiyetle birlikte eşit ve devredilemez haklara sahip olmalarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu düşünerek,

Birleşmiş Milletler halklarının, insanın temel haklarına ve bireyin, insan olarak taşıdığı haysiyet ve değere olan kesin inançlarını Birleşmiş Milletler Andlaşmasında bir kez daha doğrulamış olduklarını ve daha geniş bir özgürlük ortamında toplumsal ilerleme ve daha iyi bir yaşam düzeyi sağlama yolundaki kararlılıklarını hatırda tutarak,

Birleşmiş Milletlerin, İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde ve Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerinde herkesin, bu metinlerde yer alan hak ve özgürlüklerden ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuştan veya başka durumdan kaynaklanan ayırımlar dahil, hiçbir ayırım gözetilmeksizin yararlanma hakkına sahip olduklarını benimsediklerini ve ilan ettiklerini kabul ederek,

Uluslararası İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde, Birleşmiş Milletlerin, çocukların özel ilgi ve yardıma hakkı olduğunu ilan ettiğini anımsayarak,

Toplumun temel birimi olan ve tüm üyelerinin ve özellikle çocukların gelişmeleri ve esenlikleri için doğal ortamı oluşturan ailenin toplum içinde kendisinden beklenen sorumlulukları tam olarak yerine getirebilmesi için gerekli koruma ve yardımı görmesinin zorunluluğuna inanmış olarak,

Çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul ederek,

Çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasının ve Birleşmiş Milletler Andlaşmasında ilan edilen ülküler ve özellikle barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini gözönünde bulundurarak,

ÇOCUK HAKLARINA DAİR SÖZLEŞME

Çocuğa özel bir ilgi gösterme gerekliliğinin, 1924 tarihli, Cenevre Çocuk Hakları Bildirisinde ve 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulunca kabul edilen Çocuk Hakları Bildirisinde belirtildiğini ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde (özellikle 23 ve 24 üncü  maddelerinde) ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmede (özellikle 10 uncu maddesinde) ve çocukların esenliği ile ilgili uzman kuruluşların ve uluslararası örgütlerin kurucu ve ilgili belgelerinde tanındığını hatırda tutarak, Çocuk Hakları Bildirisinde de belirtildiği gibi “çocuğun gerek bedensel gerek zihinsel bakımdan tam erginliğe ulaşmamış olması nedeniyle doğum sonrasında olduğu kadar, doğum öncesinde de uygun yasal korumayı da içeren özel güvence ve koruma gereksiniminin bulunduğu”nu hatırda tutarak,Ulusal ve uluslararası düzeyde çocukları aile yanına yerleştirme ve evlat edinmeye de özel atıfta bulunan Çocuğun Korunması ve Esenliğine İlişkin Toplumsal ve Hukuksal İlkeler Bildirisi; Çocuk Mahkemelerinin Yönetimi Hakkında Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları (Beijing Kuralları) ve Acil Durumlarda ve Silahlı Çatışma Halinde Kadınların ve Çocukların Korunmasına ilişkin Bildirinin hükümlerini anımsayarak, Dünyadaki ülkelerin tümünde çok güç koşullar altında yaşayan ve bu nedenle özel bir ilgiye gereksinimi olan çocukların bulunduğu bilinci içinde,Çocuğun korunması ve uyumlu gelişmesi bakımından her halkın kendine özgü geleneklerinin ve kültürel değerlerinin taşıdığı önemi gözönünde tutarak, Her ülkedeki, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocukların yaşama koşullarının iyileştirilmesi için uluslararası işbirliğinin taşıdığı önemin bilincinde olarak,

Aşağıdaki kurallar üzerinde anlaşmaya varmışlardır:

I. KISIM

Madde 1

Bu Sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.

Madde 2

1. Taraf Devletler, bu Sözleşmede yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler.

3.ÊTaraf Devletler, çocuğun ana-babasının, yasal vasilerinin veya ailesinin öteki üyelerinin durumları, faaliyetleri, açıklanan düşünceleri veya inançları nedeniyle her türlü ayırıma veya cezaya tabi tutulmasına karşı etkili biçimde korunması için gerekli tüm uygun önlemi alırlar.

Madde 3

1. Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.

2. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.

3. Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.

Madde 4

Taraf Devletler, bu Sözleşmede tanınan hakların uygulanması amacıyla gereken her türlü yasal, idari ve diğer önlemleri alırlar. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin olarak, Taraf Devletler eldeki kaynaklarını olabildiğince geniş tutarak, gerekirse uluslararası işbirliği çerçevesinde bu tür önlemler alırlar.

Madde 5

Taraf Devletler, bu Sözleşmenin çocuğa tanıdığı haklar doğrultusunda çocuğun yeteneklerinin geliştirilmesi ile uyumlu olarak, çocuğa yol gösterme ve onu yönlendirme konusunda ana-babanın, yerel gelenekler öngörüyorsa uzak aile veya topluluk üyelerinin, yasal vasilerinin veya çocuktan hukuken sorumlu öteki kişilerin sorumluluklarına, haklarına ve ödevlerine saygı gösterirler.

Madde 6

1. Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.

2. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.

Madde 7

1. Çocuk doğumdan hemen sonra derhal nüfus kütüğüne kaydedilecek ve doğumdan itibaren bir isim hakkına, bir vatandaşlık kazanma hakkına ve mümkün olduğu ölçüde ana-babasını bilme ve onlar tarafından bakılma hakkına sahip olacaktır.

2. Taraf Devletler, özellikle çocuğun tabiiyetsiz kalması söz konusu olduğunda kendi ulusal hukuklarına ve ilgili uluslararası belgeler çerçevesinde üstlendikleri yükümlülüklerine uygun olarak bu hakların işlerlik kazanmasını taahhüt ederler.

Madde 8

1. Taraf Devletler, yasanın tanıdığı şekliyle çocuğun kimliğini; tabiiyeti, ismi ve aile bağları dahil, koruma hakkına saygı göstermeyi ve bu konuda yasa dışı müdahalelerde bulunmamayı taahhüt ederler.

2. Çocuğun kimliğinin unsurlarının bazılarından veya tümünden yasaya aykırı olarak yoksun bırakılması halinde, Taraf Devletler çocuğun kimliğine süratle yeniden kavuşturulması amacıyla gerekli yardım ve korumada bulunurlar.

Madde 9

1. Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana-babasından, onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana-babası tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmal edilmesi durumlarında;  ya da ana-babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgahının belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir.

2. Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır.

3. Taraf Devletler, ana-babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana-babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.

4. Böyle bir ayrılık, bir Taraf Devlet tarafından girişilen ve çocuğun kendisinin ana veya babasının veya her ikisinin birden tutuklanmasını, hapsini, sürgün, sınır dışı edilmesini veya ölümünü (ki buna devletin gözetimi altında iken nedeni ne olursa olsun meydana gelen ölüm dahildir) tevlit eden herhangi benzer bir işlem sonucu olmuşsa, bu Taraf Devlet, istek üzerine ve çocuğun esenliğine zarar vermemek koşulu ile; ana-babaya, çocuğa veya uygun olursa, ailenin bir başka üyesine, söz konusu aile bireyinin ya da bireylerinin bulunduğu yer hakkında gereken bilgiyi verecektir. Taraf Devletler, böyle bir istemin başlı başına sunulmasının ilgili kişi veya kişiler bakımından aleyhe hiç bir sonuç yaratmamasını ayrıca taahhüt ederler.

Madde 10

1. 9 uncu Maddenin 1 inci fıkrası uyarınca Taraf Devletlere düşen sorumluluğa uygun olarak, çocuk veya ana-babası tarafından, ailenin birleşmesi amaçlarıyla yapılan bir Taraf Devlet ülkesine girme ya da onu terketme konusundaki her başvuru, Taraf Devletlerce olumlu, insani ve ivedi bir tutumla ele alınacaktır. Taraf Devletler, bu tür bir başvuru yapılmasının başvuru sahipleri veya aile üyeleri aleyhine sonuçlar yaratmamasını taahhüt ederler.

2. Ana-babası, ayrı devletlerde oturan bir çocuk olağanüstü durumlar hariç, hem ana hem de babası ile düzenli biçimde kişisel ilişkiler kurma ve doğrudan görüşme hakkına sahiptir. Bu nedenle ve 9 uncu maddenin 1 inci fıkrasına göre Taraf Devletlere düşen sorumluluğa uygun olarak, Taraf Devletler çocuğun ve ana-babasının Taraf Devletlerin ülkeleri dahil herhangi bir ülkeyi terketmeye ve kendi ülkelerine dönme hakkına saygı gösterirler. Herhangi bir ülkeyi terketme hakkı, yalnızca yasada öngörüldüğü gibi ve ulusal güvenliği, kamu düzenini, kamu sağlığı ve ahlâk veya başkalarının hak ve özgürlüklerini korumak amacı ile ve işbu Sözleşme ile tanınan öteki haklarla bağdaştığı ölçüde kısıtlamalara konu olabilir.

Madde 11

1. Taraf Devletler, çocukların yasadışı yollarla ülke dışına çıkarılıp geri döndürülmemesi halleriyle mücadele için önlemler alırlar.

2. Bu amaçla Taraf Devletler iki ya da çok taraflı anlaşmalar yapılmasını ya da mevcut anlaşmalara katılmayı teşvik ederler.

Madde 12

1. Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.

2. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.

Madde 13

1. Çocuk, düşüncesini özgürce açıklama hakkına sahiptir; bu hak, ülke sınırları ile bağlı olmaksızın; yazılı, sözlü, basılı, sanatsal biçimde veya çocuğun seçeceği başka bir araçla her türlü haber ve düşüncelerin araştırılması, elde edilmesi ve verilmesi özgürlüğünü içerir.

2. Bu hakkın kullanılması yalnızca:

a) Başkasının haklarına ve itibarına saygı,

b) Millî güvenliğin, kamu düzeninin, kamu sağlığı ve ahlâkın korunması nedenleriyle ve kanun tarafından öngörülmek ve gerekli olmak kaydıyla yapılan sınırlamalara konu olabilir.

Madde 14

1. Taraf Devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterirler.

2. Taraf Devletler, ana-babanın ve gerekiyorsa yasal vasilerin; çocuğun yeteneklerinin gelişmesiyle bağdaşır biçimde haklarının kullanılmasında çocuğa yol gösterme konusundaki hak ve ödevlerine, saygı gösterirler.

3. Bir kimsenin dinini ve inançlarını açıklama özgürlüğü kanunla öngörülmek ve gerekli olmak kaydıyla yalnızca kamu güvenliği, düzeni, sağlık ya da ahlâki ya da başkalarının temel hakları ve özgürlüklerini korumak gibi amaçlarla sınırlandırılabilir.

Madde 15

1. Taraf Devletler, çocuğun dernek kurma ve barış içinde toplanma özgürlüklerine ilişkin haklarını kabul ederler.

2. Bu hakların kullanılması, ancak yasayla zorunlu kılınan ve demokratik bir toplumda gerekli olan ulusal güvenlik, kamu güvenliği, kamu düzeni yararına olarak ya da kamu sağlığı ve ahlâkın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla yapılan sınırlamalardan başkalarıyla kısıtlandırılamaz.

Madde 16

1. Hiçbir çocuğun özel yaşantısına, aile, konut ve iletişimine keyfi ya da haksız bir biçimde müdahale yapılamayacağı gibi, onur ve itibarına da haksız olarak saldırılamaz.

2. Çocuğun bu tür müdahale ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.

Madde 17

Taraf Devletler, kitle iletişim araçlarının önemini kabul ederek çocuğun;

özellikle toplumsal, ruhsal ve ahlâki esenliği ile bedensel ve zihinsel sağlığını geliştirmeye yönelik çeşitli ulusal ve uluslararası kaynaklardan bilgi ve belge edinmesini sağlarlar. Bu amaçla Taraf Devletler:

a) Kitle iletişim araçlarını çocuk bakımından toplumsal ve kültürel yararı olan ve 29 uncu maddenin ruhuna uygun bilgi ve belgeyi yaymak için teşvik ederler;

b) Çeşitli kültürel, ulusal ve uluslararası kaynaklardan gelen bu türde bilgi ve belgelerin üretimi, değişimi ve yayımı amacıyla uluslararası işbirliğini teşvik ederler;

c) Çocuk kitaplarının üretimini ve yayılmasını teşvik ederler;

d) Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik ederler;

e) 13 ve 18 inci maddelerde yer alan kurallar gözönünde tutularak çocuğun esenliğine zarar verebilecek bilgi ve belgelere karşı korunması için uygun yönlendirici ilkeler geliştirilmesini teşvik ederler.

Madde 18

1. Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana-babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana-babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler her şeyden önce çocuğun yüksek yararını gözönünde tutarak hareket ederler.

2. Bu Sözleşmede belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana-baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar.

3. Taraf Devletler, çalışan ana-babanın, çocuk bakım hizmet ve tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden yararlanma hakkını sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.

Madde 19

1. Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkar muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.

2. Bu tür koruyucu önlemler; burada tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele olaylarının önlenmesi, belirlenmesi, bildirilmesi, yetkili makama havale edilmesi, soruşturulması, tedavisi ve izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu takdirde adliyenin işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa ve onun bakımını üstlenen kişilere, gereken desteği sağlamak amacı ile sosyal programların düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir.

Madde 20

1. Geçici ve sürekli olarak aile çevresinden yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması kabul edilmeyen her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip olacaktır.

2. Taraf Devletler bu durumdaki bir çocuk için kendi ulusal yasalarına göre, uygun olan bakımı sağlayacaklardır.

3. Bu tür bakım, başkaca benzerleri yanında, bakıcı aile yanına verme, İslam Hukukunda kefalet (kafalah), evlat edinme ya da gerekiyorsa çocuk bakımı amacı güden uygun kuruluşlara yerleştirmeyi de içerir. Çözümler düşünülürken, çocuğun yetiştirilmesinde sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel, kültürel ve dil kimliğine gereken saygı gösterilecektir.

Madde 21

Evlat edinme sistemini kabul eden ve/veya buna izin veren Taraf Devletler, çocuğun en yüksek yararlarının temel düşünce olduğunu kabul edecek ve aşağıdaki ilkeleri gerçekleştireceklerdir:

a) Bir çocuğun evlat edinilmesine ancak yetkili makam karar verir. Bu makam uygulanabilir yasa ve usullere göre ve güvenilir tüm bilgilerin ışığında; çocuğun, ana-babası, yakınları ve yasal vasisine göre durumunu gözönüne alarak ve gereken durumlarda tüm ilgililerle yapılacak görüşme sonucu onların da evlat edinme konusundaki onaylarını alma zorunluluğuna uyarak, kararını verir.

b) Çocuğun kendi ülkesinde elverişli biçimde bakılması mümkün olmadığı veya evlat edinecek veya yanına yerleştirilecek aile bulunmadığı taktirde/ülkelerarası evlat edinmenin çocuk bakımından uygun bir çözüm olduğunu kabul ederler.

c) Başka bir ülkede evlat edinilmesi düşünülen çocuğun, kendi ülkesinde mevcut evlat edinme durumuyla eşdeğer olan güvence ve ölçülerden yararlanmasını sağlarlar.

d) Ülkelerarası evlat edinmede, yerleştirmenin ilgililer bakımından yasadışı para kazanma konusu olmaması için gereken bütün önlemleri alırlar.

e) Bu maddedeki amaçları, uygun olduğu ölçüde, ikili ya da çok taraflı düzenleme veya anlaşmalarla teşvik ederler ve bu çerçevede, çocuğun başka bir ülkede yerleştirilmesinin yetkili makam veya organlar tarafından yürütülmesini güvenceye almak için çaba gösterirler.

Madde 22

1. Taraf Devletler, ister tek başına olsun isterse ana babası veya herhangi bir başka kimse ile birlikte bulunsun, mülteci statüsü kazanmaya çalışan ya da uluslararası veya iç hukuk kural ve usulleri uyarınca mülteci sayılan bir çocuğun, bu Sözleşmede ve insan haklarına veya insani konulara ilişkin ve söz konusu Devletlerin taraf oldukları diğer Uluslararası Sözleşmelerde tanınan ve bu duruma uygulanabilir nitelikte bulunan hakları kullanması amacıyla koruma ve insani yardımdan yararlanması için gerekli bütün önlemleri alırlar.

2. Bu nedenle, Taraf Devletler, uygun gördükleri ölçüde, Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve onunla işbirliği yapan hükümetler arası ve hükümet dışı yetkili başka kuruluşlarla bu durumda olan bir çocuğu korumak, ona yardım etmek, herhangi bir mülteci çocuğun ailesi ile yeniden bir araya gelebilmesi için ana-babası veya ailesinin başka üyeleri hakkında bilgi toplamak amacıyla işbirliğinde bulunurlar. Herhangi bir nedenle kendi aile çevresinden sürekli ya da geçici olarak ayrı düşmüş bir çocuğa bu Sözleşmeye göre tanınan koruma, aynı esaslar içinde, ana-babası ya da ailesinin başkaca üyelerinden hiçbirisi bulunmayan çocuğa da tanınacaktır.

Madde 23

1. Taraf Devletler zihinsel ya da bedensel özürlü çocukların saygınlıklarını güvence altına alan, özgüvenlerini geliştiren ve toplumsal yaşama etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran şartlar altında eksiksiz bir yaşa ma sahip olmalarını kabul ederler.

2. Taraf Devletler, özürlü çocukların özel bakımdan yararlanma hakkını tanırlar ve eldeki kaynakların yeterliliği ölçüsünde ve yapılan başvuru üzerine, yardımdan yararlanabilecek durumda olan çocuğa ve onun bakımından sorumlu olanlara, çocuğun durumu ve ana-babanın veya çocuğa bakanların içinde bulundukları koşullara uygun düşecek yardımın yapılmasını teşvik ve taahhüt ederler.

3. Özürlü çocuğun, özel bakıma gereksinimi olduğu bilincinden hareketle bu maddenin 2 nci fıkrası uyarınca yapılması öngörülen yardım, çocuğun ana-babasının ya da çocuğa bakanların parasal (malı) durumları gözönüne alınarak, olanaklar ölçüsünde ücretsiz sağlanır. Bu yardım; özürlü çocuğun eğitimi, meslek eğitimi, tıbbi bakım hizmetleri, rehabilitasyon hizmetleri, bir işte çalışabilecek duruma getirme hazırlık programları ve dinlenme/eğlenme olanaklarından etkin olarak yararlanmasını sağlamak üzere düzenlenir ve çocuğun en eksiksiz biçimde toplumla bütünleşmesi yanında, kültürel ve ruhsal yönü dahil bireysel gelişmesini gerçekleştirme amacını güder.

4. Taraf Devletler, uluslararası işbirliği ruhu içinde, özürlü çocukların koruyucu sıhhi bakımı, tıbbi, psikolojik ve işlevsel tedavileri alanlarına ilişkin gerekli bilgilerin alışverişi yanında, rehabilitasyon, eğitim ve mesleki eğitim hizmetlerine ilişkin yöntemlerin bilgilerini de içerecek şekilde ve Taraf Devletlerin bu alanlardaki güçlerini, anlayışlarını geliştirmek ve deneyimlerini zenginleştirmek amacıyla bilgi dağıtımını ve bu bilgiden yararlanmayı teşvik ederler. Bu bakımdan, gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri, özellikle gözönüne alınır.

Madde 24

1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.

2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını takip ederler ve özellikle:

a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi;

b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek sağlanması;

c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;

d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun bakımın sağlanması;

e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;

f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya rehberliğini, aile planlanması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi; amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.

3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemi alırlar.

4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle gözönünde tutulur.

Madde 25

Taraf Devletler, yetkili makamlarca korunma ve bakım altına alma, bedensel ya da ruhsal tedavi amaçlarıyla hakkında bir yerleştirme tedbiri uygulanan çocuğun, gördüğü tedaviyi ve yerleştirilmesine bağlı diğer tüm şartları belli aralıklarla gözden geçirme hakkına sahip olduğunu kabul ederler.

Madde 26

1. Taraf Devletler, her çocuğun, sosyal sigorta dahil, sosyal güvenlikten yararlanma hakkını tanır ve bu hakkın tam olarak gerçekleşmesini sağlamak için ulusal hukuklarına uygun, gerekli önlemleri alırlar.

2. Sosyal Güvenlik, çocuğun ve çocuğun bakımından sorumlu olanların kaynakları ve koşulları gözönüne alınarak ve çocuk tarafından ya da onun adına yapılan sosyal güvenlikten yararlanma başvurusuna ilişkin başkaca durumlar da gözönünde tutularak sağlanır.

Madde 27

1. Taraf Devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine hakkı olduğunu kabul ederler.

2. Çocuğun gelişmesi için gerekli hayat şartlarının sağlanması sorumluluğu; sahip oldukları imkânlar ve mali güçleri çerçevesinde öncelikle çocuğun ana-babasına veya çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere düşer.

3. Taraf Devletler, ulusal durumlarına göre ve olanakları ölçüsünde, ana-babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve gereksinim olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında maddi yardım ve destek programları uygularlar.

4. Taraf Devletler, Taraf Devlet ülkesinde veya başka ülkede bulunsun;ana-babası veya çocuğa karşı mali sorumluluğu bulunan diğer kişiler tarafından, çocuğun bakım giderlerinin karşılanmasını sağlamak amacıyla her türlü uygun önlemi alırlar. Özellikle çocuğa karşı mali sorumluluğu olan kişinin, çocuğun ülkesinden başka bir ülkede yaşaması halinde, Taraf Devletler bu konuya ilişkin uluslararası anlaşmalara katılmayı veya bu tür anlaşmalar akdinin yanısıra başkaca uygun düzenlemelerin yapılmasını teşvik ederler.

Madde 28

1. Taraf Devletler, çocuğun eğitim hakkını kabul ederler ve bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinde tedricen gerçekleştirilmesi görüşüyle özellikle:

a) İlk öğretimi herkes için zorunlu ve parasız hale getirirler;

b) Orta öğretim sistemlerinin genel olduğu kadar mesleki nitelikte de olmak üzere çeşitli biçimlerde örgütlenmesini teşvik ederler ve bunların tüm çocuklara açık olmasını sağlarlar ve gerekli durumlarda malı yardım yapılması ve öğretimi parasız kılmak gibi uygun önlemleri alırlar;

c) Uygun bütün araçları kullanarak, yüksek öğretimi yetenekleri doğrultusunda herkese açık hale getirirler;

d) Eğitim ve meslek seçimine ilişkin bilgi ve rehberliği bütün çocuklar için elde edilir hale getirirler;

e) Okullarda düzenli biçimde devamın sağlanması ve okulu terketme oranlarının düşürülmesi için önlem alırlar.

2. Taraf Devletler, okul disiplininin çocuğun insan olarak taşıdığı saygınlıkla bağdaşır biçimde ve bu Sözleşmeye uygun olarak yürütülmesinin sağlanması amacıyla gerekli olan tüm önlemleri alırlar.

3. Taraf Devletler eğitim alanında, özellikle cehaletin ve okuma yazma bilmemenin dünyadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve çağdaş eğitim yöntemlerine ve bilimsel ve teknik bilgilere sahip olunmasını kolaylaştırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirir ve teşvik ederler. Bu konuda, gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle gözönünde tutulur.

Madde 29

1. Taraf Devletler çocuk eğitiminin aşağıdaki amaçlara yönelik olmasını kabul ederler;

a) Çocuğun kişiliğinin, yeteneklerinin, zihinsel ve bedensel yeteneklerinin mümkün olduğunca geliştirilmesi;

b) İnsan haklarına ve temel özgürlüklere, Birleşmiş Milletler Andlaşmasında benimsenen ilkelere saygısının geliştirilmesi;

c) Çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi;

d) Çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü, cinsler arası eşitlik ve ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması;

e) Doğal çevreye saygısının geliştirilmesi,

2. Bu maddenin veya 28 inci maddenin hiçbir hükmü gerçek ve tüzel kişilerin öğretim kurumları kurmak ve yönetmek özgürlüğüne, bu maddenin 1 inci fıkrasında belirtilen ilkelere saygı gösterilmesi ve bu kurumlarda yapılan eğitimin Devlet tarafından konulmuş olan asgari kurallara uygun olması koşuluyla, aykırı sayılacak biçimde yorumlanmayacaktır.

Madde 30

Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların varolduğu Devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.

Madde 31

1. Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence (etkinliklerinde) bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.

2. Taraf Devletler, çocuğun kültürel ve sanatsal yaşama tam olarak katılma hakkını saygı duyarak tanırlar ve özendirirler ve çocuklar için, boş zamanı değerlendirmeye, dinlenmeye, sanata ve kültüre ilişkin (etkinlikler) konusunda uygun ve eşit fırsatların sağlanmasını teşvik ederler.

Madde 32

1. Taraf Devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler.

2. Taraf Devletler, bu maddenin uygulamaya konulmasını sağlamak için yasal, idari, toplumsal ve eğitsel her önlemi alırlar. Bu amaçlar ve öteki uluslararası belgelerin ilgili hükümleri gözönünde tutularak, Taraf Devletler özellikle şu önlemleri alırlar:

a) İşe kabul için bir ya da birden çok asgari yaş sınırı tespit ederler;

b) Çalışmanın saat olarak süresi ve koşullarına ilişkin uygun düzenlemeleri yaparlar.

c) Bu maddenin etkili biçimde uygulanmasını sağlamak için ceza veya başka uygun yaptırımlar öngörürler.

Madde 33

Taraf Devletler, çocukların uluslararası anlaşmalarda tanımladığı biçimde uyuşturucu ve psikotrop maddelerin yasadışı kullanımına karşı korunması ve çocukların bu tür maddelerin yasadışı üretimi ve kaçakçılığı alanında kullanılmasını önlemek amacıyla, yasal, sosyal ve eğitsel niteliktekiler de dahil olmak üzere, her türlü uygun önlemleri alırlar.

Madde 34

Taraf Devletler, çocuğu, her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suistimale karşı koruma güvencesi verirler. Bu amaçla Taraf Devletler özellikle:

a) Çocuğun yasadışı bir cinsel faaliyete girişmek üzere kandırılması veya zorlanmasını;

b) Çocukların, fuhuş, ya da diğer yasadışı cinsel faaliyette bulundurularak sömürülmesini;

c) Çocukların pornografik nitelikli gösterilerde ve malzemede kullanılarak sömürülmesini,

önlemek amacıyla ulusal düzeyde ve ikili ile çok taraflı ilişkilerde gerekli her türlü önlemi alırlar.

Madde 35

Taraf Devletler, her ne nedenle ve hangi biçimde olursa olsun, çocukların kaçırılmaları, satılmaları veya fuhuşa konu olmalarını önlemek için ulusal düzeyde ve ikili ve çok yanlı ilişkilerde gereken her türlü önlemleri alırlar.

Madde 36

Taraf Devletler, esenliğine herhangi bir biçimde zarar verebilecek başka her türlü sömürüye karşı çocuğu korurlar.

Madde 37

Taraf Devletler aşağıdaki hususları sağlarlar:

a) Hiçbir çocuk, işkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaya tabi tutulmayacaktır. Onsekiz yaşından küçük olanlara, işledikleri suçlar nedeniyle idam cezası verilemiyeceği gibi salıverilme koşulu bulunmayan ömür boyu hapis cezası da verilmeyecektir.

b) Hiçbir çocuk yasadışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması, alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır.

c) Özgürlüğünden yoksun bırakılan her çocuğa insancıl biçimde ve insan kişiliğinin özünde bulunan saygınlık ve kendi yaşındaki kişilerin gereksinimleri gözönünde tutularak davranılacaktır. Özgürlüğünden yoksun olan her çocuk, kendi yüksek yararı aksini gerektirmedikçe, özellikle yetişkinlerden ayrı tutulacak ve olağanüstü durumlar dışında ailesi ile yazışma ve görüşme yoluyla ilişki kurma hakkına sahip olacaktır.

d) Özgürlüğünden yoksun bırakılan her çocuk, kısa zamanda yasal ve uygun olan diğer yardımlardan yararlanma hakkına sahip olacağı gibi özgürlüğünden yoksun bırakılmasının yasaya aykırılığını bir mahkeme veya diğer yetkili, bağımsız ve tarafsız makam önünde iddia etme ve böylesi bir işlemle ilgili olarak ivedi karar verilmesini isteme hakkına da sahip olacaktır.

Madde 38

1. Taraf Devletler, silahlı çatışma halinde kendilerine uygulanabilir olan uluslararası hukukun, çocukları da kapsayan insani kurallarına uymak ve uyulmasını sağlamak yükümlülüğünü üstlenirler.

2. Taraf Devletler, onbeş yaşından küçüklerin çatışmalara doğrudan katılmaması için uygun olan bütün önlemleri alırlar.

3. Taraf Devletler, özellikle onbeş yaşına gelmemiş çocukları askere almaktan kaçınırlar. Taraf Devletler, onbeş ile onsekiz yaş arasındaki çocukların silah altına alınmaları gereken durumlarda, önceliği yaşça büyük olanlara vermek için çaba gösterirler.

4. Silahlı çatışmalarda sivil halkın korunmasına ilişkin uluslararası insani hukuk kuralları tarafından öngörülen yükümlülüklerine uygun olarak, Taraf Devletler, silahlı çatışmadan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi alırlar.

Madde 39

Taraf Devletler, her türlü ihmal, sömürü ya da suistimal, işkence ya da her türlü zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulaması ya da silahlı çatışma mağduru olan bir çocuğun, bedensel ve ruhsal bakımdan sağlığına yeniden kavuşması ve yeniden toplumla bütünleşebilmesini temin için uygun olan tüm önlemleri alırlar. Bu tür sağlığa kavuşturma ve toplumla bütünleştirme, çocuğun sağlığını, özgüvenini ve saygınlığını geliştirici bir ortamda gerçekleştirilir.

Madde 40

1. Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını ihlal ettiği iddia edilen ve bu nedenle itham edilen ya da ihlal ettiği kabul edilen her çocuğun; çocuğun yaşı ve yeniden topluma kazandırılmasının ve toplumda yapıcı rol üstlenmesinin arzu edilir olduğu hususları gözönünde bulundurularak, taşıdığı saygınlık ve değer duygusunu geliştirecek ve başkalarının da insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duymasını pekiştirecek nitelikte muamele görme hakkını kabul ederler.

2. Bu amaçla ve uluslararası belgelerin ilgili hükümleri gözönünde tutularak Taraf Devletler özellikle, şunları sağlarlar:

a) İşlendiği zaman ulusal ya da uluslararası hukukça yasaklanmamış bir eylem ya da ihmal nedeniyle hiçbir çocuk hakkında ceza yasasını ihlal ettiği iddiası ya da ithamı öne sürülemeyeceği gibi böyle bir ihlalde bulunduğu da kabul edilmeyecektir.

b) Hakkında ceza kanununu ihlal iddiası veya ithamı bulunan her çocuk aşağıdaki asgari güvencelere sahiptir:

i) Haklarındaki suçlama yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılmak;

ii) Haklarındaki suçlamalardan kendilerinin hemen ve doğrudan doğruya;

ya da uygun düşen durumlarda ana-babaları ya da yasal vasileri kanalı ile haberli kılınmak ve savunmalarının hazırlanıp sunulmasında gerekli yasal ya da uygun olan başka yardımdan yararlanmak;

iii) Yetkili, bağımsız ve yansız bir makam ya da mahkeme önünde adli ya da başkaca uygun yardımdan yararlanarak ve özellikle çocuğun yaşı ve durumu gözönüne alınmak suretiyle kendisinin yüksek yararına aykırı olduğu saptanmadığı sürece, ana-babası veya yasal vasisi de hazır bulundurularak yasaya uygun biçimde adil bir duruşma ile konunun gecikmeksizin karara bağlanmasının sağlanması;

iv) Tanıklık etmek ya da suç ikrarında bulunmak için zorlanmamak; aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya sorguya çekmiş olmak ve lehine olan tanıkların hazır bulunmasının ve sorgulanmasının eşit koşullarda sağlanması;

v) Ceza yasasını ihlal ettiği sonucuna varılması halinde, bu kararın ve bunun sonucu olarak alınan önlemlerin daha yüksek yetkili, bağımsız ve yansız bir makam ya da mahkeme önünde yasaya uygun olarak incelenmesi;

vi) Kullanılan dili anlamaması veya konuşamaması halinde çocuğun parasız çevirmen yardımından yararlanması;

vii) Kovuşturmanın her aşamasında özel hayatının gizliliğine tam saygı gösterilmesine hakkı olmak;

3. Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını ihlal ettiği iddiası ileri sürülen, bununla itham edilen ya da ihlal ettiği kabul olunan çocuk bakımından, yalnızca ona uygulanabilir yasaların, usullerin, onunla ilgili makam ve kuruluşların oluşturulmasını teşvik edecek ve özellikle şu konularda çaba göstereceklerdir:

a) Ceza Yasasını ihlal konusunda asgari bir yaş sınırı belirleyerek, bu yaş sınırının altındaki çocuğun ceza ehliyetinin olmadığının kabulü;

b) Uygun bulunduğu ve istenilir olduğu takdirde, insan hakları ve yasal güvencelere tam saygı gösterilmesi koşulu ile bu tür çocuklar için adli kovuşturma olmaksızın önlemlerin alınması.

4. Koruma tedbiri, yönlendirme ve gözetim kararları, danışmanlık, şartlı salıverme, bakım için yerleştirme, eğitim ve meslek öğretme programları ve diğer kurumsal bakım seçenekleri gibi çeşitli düzenlemelerin uygulanmasında, çocuklara durumları ve suçları ile orantılı ve kendi esenliklerine olacak biçimde muamele edilmesi sağlanacaktır.

Madde 41

Bu Sözleşmede yer alan hiçbir husus, çocuk haklarının gerçekleştirilmesine daha çok yardımcı olan ve;

a) Bir Taraf Devletin yasasında; veya

b) Bu Devlet bakımından yürürlükte olan uluslararası hukukta yer alan hükümleri etkilemeyecektir.

II. KISIM

Madde 42

Taraf Devletler, Sözleşme ilke ve hükümlerinin uygun ve etkili araçlarla yetişkinler kadar çocuklar tarafından da yaygın biçimde öğrenilmesini sağlamayı taahhüt ederler.

Madde 43

1. Taraf Devletlerin bu Sözleşme ile üstlendikleri yükümlülükleri yerine getirme konusunda kaydettikleri ilerlemeleri incelemek amacıyla, görevleri aşağıda belirtilen bir Çocuk Hakları Komitesi kurulmuştur.

2. Komite bu Sözleşme ile hükme bağlanan alanda yetenekleriyle tanınmış ve yüksek ahlâk sahibi on uzmandan oluşur. Komite üyeleri Taraf Devletlerce kendi vatandaşları arasından ve kişisel olarak görev yapmak üzere, adil bir coğrafi dağılımı sağlama gereği ve başlıca hukuk sistemleri gözönünde tutularak seçilirler.

3. Komite üyeleri, Taraf devletlerce gösterilen kişiler listesinden gizli oyla seçilirler. Her Taraf Devlet, vatandaşları arasından bir uzmanı aday gösterebilir.

4. Komite için ilk seçim, bu Sözleşmenin yürürlüğe girişini izleyen altı ay içinde yapılır. Sonraki seçimler iki yılda bir yapılır. Her seçim tarihinden en az dört ay önce, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri, Taraf Devletleri iki ay içinde adaylarını göstermeye yazılı olarak davet eder. Daha sonra Genel Sekreter böylece belirlenen kişilerden, kendilerini gösteren Taraf Devletleri de işaret ederek, alfabetik sıraya göre oluşturduğu bir listeyi, Taraf Devletlere bildirir.

5. Seçimler, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Merkezinde, Genel Sekreter tarafından davet edilen Taraf Devletler toplantılarında yapılır. Nisabı, Taraf Devletlerin üçte ikisinin oluşturduğu bu toplantılarda, hazır bulunan ve oy kullanan Devletlerin salt çoğunluğuyla en fazla oy alan kişiler Komiteye seçilir.

6. Komite üyeleri dört yıl için seçilir. Aday gösterildikleri takdirde yeniden seçilebilirler. İlk seçimde seçilmiş olan beş üyenin görevi iki yıl sonra sona erer, bu beş üyenin isimleri ilk seçimden hemen sonra toplantı başkanı tarafından çekilen kura ile belirlenir.

7. Bir komite üyesinin ölmesi veya çekilmesi ya da başka herhangi bir nedenle bir üyenin Komitedeki görevlerini yapamaz hale gelmesi durumunda adaylığını öneren Taraf Devlet, Komitenin onaylaması koşuluyla, böylece boşalan yerdeki görev süresi doluncaya kadar, kendi vatandaşları arasından başka bir uzmanı atayabilir.

8. Komite, iç tüzüğünü kendisi belirler.

9. Komite, memurlarını iki yıllık bir süre için seçer.

10. Komite toplantıları olağan olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatı Merkezinde ya da Komite tarafından belirlenecek başka uygun bir yerde yapılır. Komite olağan olarak her yıl toplanır. Komite toplantılarının süresi, gerektiğinde, Genel Kurulca onaylanmak koşuluyla, bu Sözleşmeye Taraf Devletlerin bir toplantısıyla belirlenir veya değiştirilir.

11. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri gerekli maddi araçları ve personeli bu Sözleşme ile kendisine verilen görevleri etkili biçimde görebilmesi amacıyla, Komite emrine verir.

12. Bu Sözleşme uyarınca oluşturulan Komitenin üyeleri, Genel Kurulun onayı ile, Birleşmiş Milletler Teşkilatının kaynaklarından karşılanmak üzere, Genel Kurulca saptanan şart ve koşullar çerçevesinde kararlaştırılan ücreti alırlar.

Madde 44

1. Taraf Devletler, bu Sözleşmede tanınan hakları yürürlüğe koymak için, aldıkları önlemleri ve bu haklardan yararlanma konusunda gerçekleştirilen ilerlemeye ilişkin raporları:

a) Bu Sözleşmenin, ilgili Taraf Devlet bakımından yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak iki yıl içinde,

b) Daha sonra beş yılda bir,

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri aracılığı ile Komiteye sunmayı taahhüt ederler.

2. Bu madde uyarınca hazırlanan raporlarda, bu Sözleşmeye göre üstlenilen sorumlulukların, şayet varsa, yerine getirilmesini etkileyen nedenler ve güçlükler belirtilecektir. Raporlarda ayrıca, ilgili ülkede Sözleşmenin uygulanması hakkında Komiteyi etraflıca aydınlatacak biçimde yeterli bilgi de bulunacaktır.

3. Komiteye etraflı bilgi içeren bir ilk rapor sunmuş olan Taraf Devlet, bu maddenin 1 (b) bendi gereğince sunacağı sonraki raporlarında daha önce verilmiş olan temel bilgileri tekrarlamayacaktır.

4. Komite, Taraf Devletlerden Sözleşmenin uygulamasına ilişkin her türlü ek bilgi isteminde bulunabilir.

5. Komite, iki yılda bir Ekonomik ve Sosyal Konsey aracılığı ile Genel Kurula faaliyetleri hakkında bir rapor sunar.

6. Taraf Devletler kendi raporlarının ülkelerinde geniş biçimde yayımını sağlarlar.

Madde 45

Sözleşmenin etkili biçimde uygulanmasını geliştirme ve Sözleşme kapsamına giren alanda uluslararası işbirliğini teşvik etmek amacıyla:

a) Uzmanlaşmış kurumlar, UNICEF ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının öteki organları, bu Sözleşmenin kendi yetki alanlarına ilişkin olan hükümlerinin uygulanmasının incelenmesi sırasında, temsil edilmek hakkına sahiptirler. Komite; uzmanlaşmış kurumları, UNICEF’i ve uygun bulduğu öteki yetkili kuruluşları, kendi yetki alanlarını ilgilendiren konularda uzman olarak görüş vermeye davet edebilir. Komite, uzmanlaşmış kurumları, UNICEF’i ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının öteki organlarını kendi faaliyet alanlarına ilişkin kesimlerde Sözleşmenin uygulanması hakkında rapor sunmaya davet edebilir;

b) Komite, uygun bulduğu takdirde, Taraf Devletlerce sunulmuş, bir istem içeren ya da teknik danışma veya yardım ihtiyacını belirten her raporu, gerekiyorsa Komitenin bu istek veya ihtiyaca ilişkin tavsiye ve gözlemlerini de ekleyerek, uzmanlaşmış kurumlara, UNICEF’e ve öteki yetkili kuruluşlara gönderir;

c) Komite, Genel Kurula Genel Sekreterden Komite adına çocuk haklarına ilişkin sorunlarda incelemeler yaptırması isteğinde bulunulmasını, tavsiye edebilir;

d) Komite, bu Sözleşmenin 44 ve 45 inci maddeleri uyarınca alınan bilgilere dayanarak, telkin ve genel nitelikte tavsiyelerde bulunabilir. Bu telkin ve genel nitelikteki tavsiyeler, ilgili olan her Taraf Devlete gönderilir ve şayet varsa, Taraf Devletlerin yorumları ile birlikte Genel Kurulun dikkatine sunulur.

III. KISIM

Madde 46

Bu Sözleşme bütün Devletlerin imzasına açıktır.

Madde 47

Bu Sözleşme onaylamaya bağlı tutulmuştur. Onay belgeleri Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi edilecektir.

Madde 48

Bu Sözleşme bütün Devletlerin katılmasına açık olacaktır. Katılma belgeleri Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi edilecektir.

Madde 49

1. Bu Sözleşme, yirminci onay ya da katılma belgesinin Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi tarihini izleyen otuzuncu gün yürürlüğe girecektir.

2. Yirminci onay ya da katılma belgesinin tevdiinden sonra bu Sözleşmeyi onaylayacak ya da ona katılacak Devletlerin her biri için, bu Sözleşme, sözkonusu Devletin onay ya da katılma belgesini tevdi tarihinden sonraki otuzuncu gün yürürlüğe girecektir.

Madde 50

1. Bu Sözleşmeye Taraf herhangi bir Devlet bir değişiklik önerisinde bulunabilir ve buna ilişkin metni Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi edebilir. Genel Sekreter bunun üzerine değişiklik önerisini Taraf Devletlere, önerinin incelenmesi ve oya konulması amacıyla bir Taraf Devletler Konferansı oluşturulmasını isteyip istemediklerini kendisine bildirmeleri kaydıyla, iletir. Böyle bir duyuru tarihini izleyen dört ay içinde Taraf Devletlerin en az üçte biri söz konusu konferansın toplanmasından yana olduklarını ifade ederlerse Genel Sekreter, Birleşmiş Milletler Teşkilatı çerçevesinde bu konferansı düzenler. Konferansta hazır bulunan ve oy kullanan Taraf Devletlerin çoğunluğu tarafından kabul edilen her değişiklik, onay için Birleşmiş Miletler Genel Kuruluna sunulur.

2. Bu maddenin 1 inci fıkrasında yer alan hükümlere uygun olarak kabul edilen bir değişiklik, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca onaylandığı ve bu Sözleşmeye Taraf Devletlerin üçte iki çoğunluğu tarafından kabul edildiği zaman yürürlüğe girer.

3. Bir değişiklik yürürlüğe girdiği zaman, onu kabul eden Taraf Devletler bakımından bağlayıcılık taşır. Öteki Taraf Devletler bu Sözleşme hükümleri ve daha önce kabul ettikleri her değişiklikle bağlı kalırlar.

Madde 51

1. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri, onay ya da katılma anında yapılabilecek çekincelerin metnini alacak ve bütün Devletlere bildirecektir.

2. Bu Sözleşmenin amacı ve konusu ile bağdaşmayan hiçbir çekinceye izin verilmeyecektir.

3. Çekinceler, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreterince, geri alınacağına ilişkin bildirimde bulunma yoluyla her zaman geri alınabilir. Bunun üzerine Genel Sekreter, bütün Devletleri haberdar eder. Böyle bir bildirim, Genel Sekreter tarafından alındığı tarihte işlerlik kazanır.

Madde 52

Bir Taraf Devlet, bu Sözleşmeyi, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreterine vereceği yazılı bildirim yoluyla feshedebilir. Fesih, bildirimin Genel Sekreter tarafından alınması tarihinden bir yıl sonra geçerli olur.

Madde 53

Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri, bu Sözleşmenin tevdi makamı olarak belirlenmiştir.

Madde 54

İngilizce, Arapça, Çince, İspanyolca, Fransızca ve Rusça metinleri de aynı derecede geçerli olan bu Sözleşmenin özgün metni, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri nezdine tevdi edilecektir.

Hükümetleri tarafından tam yetkili kılınan aşağıda imzaları bulunan Temsilciler, yukarıdaki kuralların ışığında, bu Sözleşmeyi imzalamışlardır.

“İhtirazi Kayıt:

Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 17, 29 ve 30. maddeleri hükümlerini T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklı tutmaktadır.”

Başlıca hükümlerin gayri resmî özetleri

ÖNSÖZ

Önsöz bölümü, Birleşmiş Milletler’in temel İlkeleri ve insan hakları anlaşmalarının ve bildirgelerinin bazı özel hükümlerine atıfta bulunmaktadır. Bu bölüm, savunmasız konumları nedeniyle çocukların özel bir duyarlılığa ve korunmaya muhtaç olduklarını teyid etmekte, çocuğa ilk elde bakım ve koruma sağlayacak olan ailenin bu konudaki sorumluluğunu vurgulamaktadır. Çocuğun gerek dünyaya gelmeden önce gerekse sonrasında yasal açıdan ve diğer açılardan korunması gerektiği, çocuğun içinde yaşadığı toplumun kültürel değerlerine saygının önemi ve çocuk haklarının güvenceye alınmasında uluslararası işbirliğinin belirleyici rolü, gene aynı bölümde değinilen hususlar arasındadır.

Çocuğun tanımı Ulusal yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan çocuk sayılır.

Ayırım gözetmeme

Hakların hepsi, istisnasız bütün çocuklar için geçerlidir. Çocuğun hangi biçimde olursa olsun ayırımcılıktan korunması ve haklarının savunulması için yapıcı girişimlerde bulunulması, Devletin yükümlülüğüdür.

Çocuğun yüksek yararı

Çocukla ilgili bütün girişimlerde, çocuğun yüksek yararı tam olarak gözetilecektir. Ana-babalar ya da sorumluluk taşıyan diğer kişiler bu sorumluluğu yerine getiremedikleri taktirde, Devlet, çocuğa yeterli dikkati ve desteği gösterecektir.

Hakların uygulanması

Devlet, Sözleşme’de yer alan hakların uygulanması için bütün imkânları kullanmalıdır.

Ana-babanın yönlendiriciliği ve çocuğun yeteneklerinin gelişimi

Devlet, ana-babaların ve geniş ailenin, çocuğun yeteneklerinin gelişmesi açısından uygun biçimde yönlendiricilik yapma hak ve sorumluluklarına saygı göstermelidir.

Yaşam ve gelişme

Her çocuk temel yaşam hakkına sahiptir. Devlet, çocuğun yaşamını ve gelişmesini güvence altına almakla yükümlüdür.

İsim ve vatandaşlık

Çocuk, doğuştan itibaren bir isim alma hakkına sahiptir. Ayrıca, çocuk, vatandaşlık edinme, ana-babasını mümkün olduğu ölçüde tanıyıp bilme ve onlar tarafından bakılma hakkına sahiptir.

Kimliğin korunması

Devlet, çocuğun kimliğini korumakla, eğer gerekiyorsa bu kimliğin temel öğelerini yeniden oluşturmakla yükümlüdür.

Ana-babadan ayırma

Çocuğun yüksek yararına aykırılığı belirlenmediği sürece, çocuk, kendi ana-babasıyla birlikte yaşama hakkına sahiptir. Ayrıca çocuk anasından ve babasından veya bunların herhangi birinden ayrılmışsa, ayrıldığı kişilerle temas, çocuğun hakkıdır.

Ailenin yeniden birleşmesi

Çocuk ile ana-babası, yeniden birleşme ya da çocuk/ana-baba ilişkisinin tesisi amacıyla herhangi bir ülkeyi terkedip kendi ülkelerine dönme hakkına sahiptirler.

Yasa dışı yollarla ülke dışına çıkarma ve geri döndürmeme

Devlet, çocukların ana-babadan herhangi biri tarafından ya da üçüncü bir taraf eliyle ülke dışına kaçırılıp burada alıkonulmasını önlemek ve vuku bulan bu tür olayların çözümü için yol bulmakla yükümlüdür.

Çocuğun görüşü

Çocuk, görüşlerini serbestçe ifade etme, kendisini ilgilendiren herhangi bir konu ya da işlem sırasında görüşlerinin dikkate alınmasını isteme hakkına sahiptir.

İfade özgürlüğü

Çocuk, ülke sınırlarına bağlı olmaksızın görüşlerini ifade etme, bilgi edinme, sahip olduğu görüşleri ve edindiği bilgileri başkalarına aktarma hakkına sahiptir.

Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü

Devlet, ana-babanın uygun biçimde yönlendiriciliğine tabi olarak, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne saygı gösterecektir.

Dernek kurma özgürlüğü

Çocuklar, başkalarıyla biraraya gelme, dernek kurma ve kurulu derneklere katılma hakkına sahiptirler.

Özel yaşantının korunması

Çocukların, özel, aile ve ev içi yaşantıları ile kurdukları iletişime yönelik dış müdahalelerden, iftira ve haksız suçlamalardan korunma hakları vardır.

Gerekli bilgilere ulaşma

Devlet, değişik kaynaklardan bilgilerin ve yayınlanan çocuklara ulaşmasını sağlayacak, kitle iletişim araçlarının çocuklar açısından sosyal ve kültürel yarar sağlayacak bilgiler yaymasını teşvik edecek, buna karşılık çocukları zararlı yayınlardan koruyacaktır.

Ana-babanın sorumlulukları

Ana-baba, çocuğun yetiştirilmesinde ortak ve birinci elden sorumluluk taşımaktadır. Devlet, çocuk yetiştirme alanında gerekli desteği ana-babaya sağlayacaktır.

Suiistimal ve ihmalden korunma

Devlet, çocuğu, ana-babanın ya da çocuğun bakımından sorumlu başka kişilerin her türlü kötü muamelesinden koruyacak, çocuk suistimalini önleyecek ve bu tür davranışlara maruz kalan çocukların tedavisini amaçlayan sosyal programlar hazırlayacaktır.

Ailesiz çocuğun korunması

Devlet, aile ortamından yoksun çocuğu özel olarak korumak, bu tür durumlarda uygun alternatif aile bulmak ya da kurumlar aracılığıyla çocuğun bakımını sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi doğrultusundaki çabalarda, çocuğun kültürel kimliğine gerekli dikkat gösterilecektir.

Evlat edinme

Çocuk evlat edinmenin tanındığı ve/veya serbest bırakıldığı ülkelerde, bu uygulama, yalnızca çocuğun yüksek yararına olacak şekilde, konunun uzmanı yetkililerin izniyle ve çocuk için gerekli güvenceler sağlandıktan sonra gerçekleştirilebilecektir.

Mülteci çocuklar

Mülteci durumunda olan ya da mülteci statüsüne alınmak isteyen çocuklara özel koruma sağlanacaktır. Devlet, çocuklara bu anlamda koruma ve yardım sağlayan yetkili kuruluşlarla işbirliği yapmakla yükümlüdür.

Özürlü çocuklar

Özürlü çocuk, saygınlık içinde eksiksiz ve onurlu bir yaşantı sürdürmek için özel bakım, eğitim ve kurs görme; mümkün olan en üst düzeyde özgüvene ve sosyal bütünleşmeye kavuşma hakkına sahiptir.

Sağlık ve sağlık hizmetleri

Çocuk, mümkün olan en üst düzeyde sağlık ve tıbbi bakım standardına ulaşma hakkına sahiptir. Devletler, temel ve koruyucu sağlık bakımı, halk sağlığı eğitimi ve bebek ölümlerinin azaltılması konularına önem verecek, bu amaca yönelik uluslararası işbirliğini teşvik edecek ve etkin sağlık hizmetlerinden yoksun tek bir çocuk kalmaması için çaba göstereceklerdir.

Yerleştirme uygulamasının düzenli denetimi

Devlet tarafından, gerekli ilgi, koruma ve bakımın gösterilmesi için belirli bir yere yerleştirilen çocuk, bu tedbirin sonuçlarının düzenli olarak denetlenmesini isteme hakkına sahiptir.

Sosyal güvenlik

Çocuk, sosyal sigorta dahil, sosyal güvenlik imkânlarından yararlanma hakkına sahiptir.

Yaşam standardı

Her çocuk, fiziksel, zihinsel, ruhsal, ahlâki ve sosyal gelişmesi açısından yeterli yaşam standardına ulaşma hakkına sahiptir. Çocuğun yeterli bir yaşam standardına sahip olmasını sağlamak, en başta ana-babanın sorumluluğudur. Devletin görevi bu sorumluluğun yerine getirilmesine imkân tanıyacak koşulları yaratmaktır. Devletin sorumluluk alanı, ana-babalara ve çocuklarına maddi yardım yapılmasını da kapsayabilir.

Eğitim

Çocuk, eğitim hakkına sahiptir. Devletin görevi, ilköğretimin zorunlu ve parasız olmasını sağlamak, her çocuğun yararlanabileceği değişik ortaöğretim kanallarını teşvik etmek ve yeteneklerine göre herkesi yüksek öğrenim imkânlarına kavuşturmaktır. Okul disiplini, çocuğun haklarına ve saygınlığına uyumlu olmalıdır. Devlet, bu hakkın uygulanabilmesi için başka ülkelerle işbirliği içinde olacaktır.

Eğitim hedefleri

Eğitim, çocuğun kişiliğinin, becerilerinin, zihinsel ve fiziksel yeteneklerinin mümkün olduğunca geliştirilmesini hedefleyecektir. Eğitim, çocuğu, özgür bir toplumda faal bir yetişkin yaşam için hazırlayacak; ana-babasına, kültürel kimliğine, kendi dili ve değerleriyle başkalarının kültürel kimliklerine ve değerlerine saygıyı geliştirecektir.

Azınlıklara ve yerli halklara mensup çocuklar

Azınlık topluluklarla yerli halklara mensup çocuklar kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerinin gereklerini yerine getirme ve kendi dillerini kullanma hakkına sahiptirler.

Dinlenme, boş zaman değerlendirme ve kültürel etkinlikler

Çocuk, dinlenme, boş zaman değerlendirme, oyun oynama, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılma hakkına sahiptir.

Çocuk işçiler

Çocuk, sağlığı, eğitimi ve gelişmesi açısından tehlike teşkil eden işlere karşı korunma hakkına sahiptir. Devlet, işe kabul için asgari bir yaş sınırı tesbit etmek ve çalışma koşullarını düzenlemek zorundadır.

Uyuşturucu kullanımı

Çocukların uyuşturucu ve psikotrop madde kullanımından; bu tür maddelerin üretimine ve kaçakçılığına alet olmaktan korunma hakları vardır.

Cinsel sömürü

Devlet,  fuhuş ve pornografi dahil, çocuğu cinsel sömürü ve suistimalden koruyacaktır.

Çocukların satılmaları, kaçırılmaları ve fuhuşa zorlanmaları

Çocukların, satışa, kaçırmaya ve fuhuşa konu olmalarını önlemek üzere her tür çabayı göstermek Devletin görevidir.

Sömürünün diğer biçimleri

Çocuk, esenliğiyle ilgili olup 32, 33, 34 ve 35. maddelerde yer alan hususlara zarar verecek her tür kullanımdan korunma hakkına sahiptir.

İşkence ve özgürlükten yoksun bırakma

Hiçbir çocuk, işkenceye, zalimce davranışlara ya da cezaya, yasa dışı tutuklamaya tabi tutulmayacak ve keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. 18 yaşından küçük olanlara, idam ya da salıverilme koşulu bulunmayan ömür boyu hapis cezası verilmeyecektir. Özgürlüğünden yoksun bırakılan herhangi bir çocuk, kendi yüksek yararı aksini gerektirmedikçe yetişkinlerden ayrı tutulacaktır. Gözetim altında tutulan çocuğa hukuki ve diğer gerekli yardımlar sağlanacak, çocuk ailesiyle temas edebilecektir.

Silâhlı çatışma

Taraf Devletler, 15 yaşından küçük çocukların çatışmalara katılmamalarını sağlamak için mümkün olan her tür önlemi alacaklardır. 15 yaşından küçük hiç bir çocuk askere alınmayacaktır. Devletler, ayrıca, silahlı çatışmaların etkilediği çocuklara, ilgili uluslararası yasada belirtilen şekillerde koruma ve bakım sağlayacaklardır.

Yeniden sağlığa kavuşturucu bakım

Devlet, silâhlı çatışma, işkence, ihmal, kötü muamele ve sömürü mağduru çocukların sağlıklarına kavuşturulmaları ve toplumla bütünleşmelerini sağlama amacıyla uygun önlemleri almakla yükümlüdür.

Çocukların yargılanmaları

Yasalara aykırı iş yapan çocuk, saygınlık ve değer anlayışını geliştiren, yaş durumunu gözeten ve toplumla yeniden bütünleşmesini hedefleyen tarzda muamele görme hakkına sahiptir. Çocuğa, temel güvencelerin yanısıra, savunması için hukuki ve diğer her tür yardım sağlanacaktır. Mümkün olan her durumda, adli kovuşturmadan ve kurumlara yerleştirme yolundan kaçınılmalıdır.

Üstün standartlara uyma

Çocuğun haklarıyla ilgili olarak geçerli ulusal ve uluslararası yasalarda yer alan standartların, işbu Sözleşme’de yer alanlardan daha üstün olmaları halinde, her durumda, daha üstün standartlar geçerli olacaktır.

Uygulama ve yürürlüğe giriş

42’den 45’e kadar olan maddelerde yer alan hükümler, başlıca şu hususları öngörmektedir:

(i) Devletin, işbu Sözleşme’de yer alan hakların gerek yetişkinler gerekse çocuklar tarafından yaygın biçimde bilinmesini sağlama yükümlülüğü vardır.

(ii) Sözleşmeye Taraf Devletlerin, onaydan iki yıl sonra ve ardından her beş yılda bir sunacakları raporları incelemekle görevli, 10 uzmandan oluşan bir Çocuk Hakları Komitesi’nin kurulması. Onaycı ülke sayısı 20’ye ulaştığında Sözleşme yürürlüğe girecek, dolayısıyla Komite de kurulmuş olacaktır.

(iii) Taraf Devletler, hazırladıkları raporları kamuoyuna yaygın biçimde duyuracaklardır.

(iv) Komite, çocuk haklarına ilişkin belirli konularda özel araştırmalar yapılmasını isteyebilir; değerlendirmelerini Taraf Devletlerden her birine ve BM Genel Kurulu’na iletebilir.

(v) BM’ in, ILO, WHO, UNESCO ve UNICEF gibi uzmanlaşmış kuruluşları, Sözleşmenin “etkin biçimde uygulanmasını ve uluslararası işbirliğini sağlama” amacıyla Komite toplantılarına katılabilirler. Bu kuruluşlar, BM’ e ve BM’ in örneğin Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi danışman statüsü taşıyan HDK’ lar dahil, alanında “yetkili” bilinen başka herhangi bir kuruluşla birlikte Komiteye bilgi aktarabilirler;

gene aynı kuruluşlardan, Sözleşmenin en iyi biçimde uygulanması konusunda tavsiye görüşler alınabilir.

 


KADINLARA KARŞI HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ (Ek: 3)

Bu sözleşmeye taraf olan Devletler,

Birleşmiş Milletler Yasasının temel insan haklarına, insan itibar ve kıymetine ve erkeklerle kadınların eşit haklara sahip olmaları gerektiğine inancı tekrar teyid ettiğini kaydederek,

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin, insanlara karşı ayrımcılığın kabul edilemezliği prensibini teyid ettiğini ve tüm insanların özgür doğduğunu ve eşit itibar ve haklara sahip olduklarını ve bu Beyannamede böylece öne sürülen tüm haklar ve hürriyetlerin cinsiyete dayalı olanlar dahil hiçbir ayırıma tabi kılınmaksızın herkes tarafından kullanılabileceğini beyan ettiğini kaydederek,

İnsan Hakları Sözleşmelerine Taraf Devletlerin, kadınlar ile erkeklerin tüm ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve siyasi haklardan eşit olarak yararlanmalarını temin mükellefiyeti bulunduğunu kaydederek,

Birleşmiş Milletler ve ona bağlı ihtisas kuruluşları nezaretinde kabul edilmiş ve erkeklerle kadınların eşitliğini sağlamaya çalışan uluslararası sözleşmeleri göz önünde tutarak;

Ayrıca Birleşmiş Milletler ve ona bağlı ihtisas teşekküllerinin kabul ettiği erkek ve kadınların haklarının eşitliğini sağlamayı amaçlayan kararları, beyanları ve tavsiyeleri de dikkate alarak;

Ancak, bu çeşitli belgelere rağmen kadınlara karşı ayrımcılığın hala devam etmekte oluşundan endişe duyarak,

Kadınlara karşı ayrımcılığın, hak eşitliği ve insan şeref ve haysiyetine saygı ilkelerini ihlal ettiğini, kadınların erkeklerle eşit olarak ülkelerin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatlarına katılmalarını engellediğini, toplumun ve ailenin refahının artmasına engel teşkil ettiğini ve kadınların ülkeleri ve insanlık hizmetinde kullanabilecekleri olanaklarını geliştirmelerini zorlaştıracağını kaydederek,

Yoksulluk hallerinde kadınların yiyecek, sağlık, eğitim, öğretim ve iş bulma ve sair ihtiyaçlarının karşılanması bakımından en az imkâna sahip olduklarından endişe duyarak;

*) 1 Mart 1980 tarihinde imzaya açılan ve 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine katılmamız 11.6.1985 tarih ve 3232 Sayılı Kanunla uygun bulunmuş, Bakanlar Kurulunca 24.7.1985 tarihinde 85/9722 sayılı kararla onaylanmış ve 14 Ekim 1985 tarih ve 18898 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

Hakkaniyet ve adalete dayalı yeni uluslararası ekonomik düzenin kurulmasının,

kadınlarla erkekler arasındaki eşitliği sağlamak için önemli bir aşama teşkil edeceğine inanarak;

Apartheid’in, ırkçılığın her şeklinin, ırk ayırımının, sömürgeciliğin, yeni sömürgeciliğin, saldırganlığın, yabancı devlet işgal ve hakimiyetinin ve ülkelerin iç işlerine müdahale etmenin ortadan kaldırılmasının, erkekler ile kadınların eşit haklardan yararlanmaları için gerekli olduğunu önemle belirterek;

Uluslararası barış ve güvenliğin güçlendirilmesinin, uluslararası gerilimin azaltılmasının, sosyal ve ekonomik sistemlerine bakılmaksızın bütün ülkeler arasında karşılıklı işbirliğinin, genel ve tam silahsızlanmanın ve özellikle sıkı ve etkili bir uluslararası denetim altında nükleer silahsızlanmanın, ülkeler arasındaki ilişkilerde, adalet, eşitlik ve karşılıklı menfaat ilkelerinin teyidinin ve yabancı ve sömürge yönetimi veya yabancı işgali altında bulunan yerlerdeki halkların kendi kaderlerini tayin ve bağımsızlık elde etme hakları kadar ulusal hükümranlık ve toprak bütünlüklerine saygının gerçekleşmesinin, sosyal gelişme ve kalkınmaya ve bunun bir sonucu olarak da, erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin elde edilmesini katkıda bulunacağını teyid ederek,

Bir ülkenin tam ve eksiksiz kalkınmasının, dünyada refahın ve barışın elde edilmesinin, kadınların erkeklerle eşit şartlarda her alanda azami katkılarının gerektirdiğine inanarak,

Kadınların ailenin refahına ve toplumun kalkınmasına yaptıkları büyük katkının henüz tam olarak algılanmadığını, analığın sosyal önemi ve ana ve babanın aile içinde ve çocukların büyütülmesindeki rollerini göz önünde bulundurarak ve kadınların nesillerin üremesindeki önemli rolünün aile içinde ayırıma neden olmaması gerektiğini, nitekim çocukların yetiştirilmelerinin kadın ve erkek ile toplumun tamamının sorumluluk paylaşmalarını gerektirdiğini vakıf olarak,

Erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin gerçekleşmesi için kadınlar ile erkeklerin toplumdaki geleneksel rollerinde bir değişiklik ihtiyacı bulunduğunu vakıf olarak,

Kadınlara Karşı Ayırımcılığın Ortadan Kaldırılması Beyannamesinde yer alan ilkeleri uygulamaya ve bu maksatla bu nevi ayırımcılığın her şekli ve tezahürünün ortadan kaldırılması için gerekli tedbirleri almaya kararlı olarak,

Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır:

BÖLÜM I

Madde 1-

İşbu Sözleşmeye göre, “kadınlara karşı ayırım” deyimi kadınların, medeniÊ  durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelecektir.

Madde 2-

Taraf Devletler, kadınlara karşı her türlü ayrımı kınar, tüm uygun yollardan yararlanarak ve gecikmeksizin kadınlara karşı ayırımı ortadan kaldırıcı bir politika izlemeyi kabul eder ve bu amaçla aşağıdaki hususları taahhüt ederler:

a) Kadın ile erkek eşitliği ilkesini kendi ulusal anayasalarına ve diğer ilgili yasalara, henüz girmemişse dahil etmeyi ve yasalar ile ve diğer uygun yollarla bu ilkenin uygulanmasını sağlamayı,

b) Kadınlara karşı her türlü ayırımı yasaklayan ve gerekli yerlerde müeyyideler de ihtiva eden yasal ve diğer uygun önlemleri kabul etmeyi,

c) Kadın haklarının erkeklerle eşit olarak yasal himayesini tesis etmeyi ve yetkili ulusal mahkemeler ve diğer kamu kuruluşları aracılığıyla kadınların her türlü ayırıma karşı etkin himayesini sağlamayı,

d) Kadınlara karşı herhangi bir ayırımcı hareket yapılmasından veya uygulanmasından kaçınmayı ve kamu yetkilileri ile kuruluşlarının bu yükümlülüğe uyumlu olarak hareket etmelerini sağlamayı,

e) Herhangi bir kişi, kuruluş veya teşebbüsün kadınlara karşı ayırım yapmasını önlemek için bütün uygun önlemleri almayı,

f) Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden mevcut yasa, yönetmelik, adet ve uygulamaları, tadil veya feshetmek için yasal düzenlemeler de dahil gerekli bütün uygun önlemleri almayı,

g) Kadınlara karşı ayırımcılık teşkil eden bütün ulusal cezai hükümleri ilga etmeyi.

Madde 3-

Taraf Devletler özellikle politik, sosyal, ekonomik ve kültürel sahalarda olmak üzere bütün alanlarda, erkeklerle eşit olarak insan hakları ve temel özgürlüklerinden yararlanmalarını ve bu hakları kullanmalarını garanti etmek amacıyla, kadının tam gelişmesini ve ilerlemesini sağlamak için yasal düzenleme dahil bütün uygun önlemleri alacaklardır.

Madde 4-

1. Kadın ve erkek eşitliğini fiilen sağlamak için taraf devletlerce alınacak geçici ve özel önlemler, iş bu sözleşmede belirtilen cinsten bir ayırım olarak mütalâa edilmeyecek ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya farklı standartların muhafazası sonucunu doğurmayacaktır. Fırsat ve uygulama eşitliği hedeflerine ulaşıldığı zaman bu tedbirlere son verilecektir.

2. Anneliğin himayesi maksadıyla işbu Sözleşmede belirtilenler dahil, Taraf Devletlerce alınacak özel önlemler, ayırımcı olarak nitelendirilmeyecektir.

Madde 5-

Taraf Devletler aşağıdaki bütün uygun önlemleri alacaklardır:

a- Her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek,

b- Anneliğin sosyal bir görev olarak anlaşılmasını ve çocukların yetiştirilmesi ve gelişiminde kadın ve erkeğin ortak sorumluluğunun tanınmasını öngören ve her halükarda çocukların menfaatlerini her şeyden önce gözeten anlayışa dayanan bir aile eğitimini sağlamak,

Madde 6-

Taraf Devletler, kadın ticareti ve fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasama dahil gerekli bütün önlemleri alacaklardır.

BÖLÜM II

Madde 7-

Taraf Devletler, ülkenin politika ve kamu hayatında, kadınlara karşı ayırımı önlemek için tüm tedbirleri alacaklar ve özellikle kadınlara erkeklerle eşit şartlarla aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:

a- Bütün seçimlerde ve halka oylamalarında oy kullanmak ve halka tarafından seçilen organlara seçilebilmek,

b- Hükümet politikasının hazırlanmasına ve uygulanmasına katılmak, kamu görevinde bulunabilmek ve hükümetin her kademesinde kamu görevleri ifa etmek,

c- Ülkenin kamu ve politik hayatı ile ilgili hükümet dışı kuruluşlara ve derneklere iştirak etmek.

Madde 8-

Taraf Devletler, kadınlara, erkeklerle eşit şartlarda ve hiçbir ayırım gözetmeksizin, hükümetlerini uluslararası düzeyde temsil etmek ve uluslararası kuruluşların faaliyetlerine katılmak fırsatını sağlamak için gerekli bütün tedbirleri alacaklardır.

Madde 9-

1. Taraf Devletler, tabiiyetin kazanılmasında, değiştirilmesinde veya muhafazasında kadınlara erkekler ile eşit haklar tanıyacaklar ve özellikle bir yabancıyla evlenmenin veya evlilik sırasında kocanın tabiiyetini değiştirmesinin, kadının da otomatik olarak tabiiyet değiştirmesine, tabiiyetsiz kalmasına veya kocanın tabiiyetini zorla almasına yol açmasını temin edeceklerdir.

2. Taraf Devletler, çocukların tabiiyeti konusunda kadınlara erkeklerle eşit haklar sağlayacaklardır.

BÖLÜM III

Madde 10-

Taraf Devletler, özellikle aşağıdaki konularda kadın erkek eşitliği esasına dayanarak eğitimde erkeklerle eşit hakka sahip olmalarını sağlamak için kadınlara karşı ayırımı önleyen bütün uygun tedbirleri alacaklardır:

a- Meslek ve sanat yönlendirilmesinde kırsal ve kentsel alanlarda bütün dallardaki eğitim kurumlarına girişte ve diploma almada okul öncesi, genel, teknik, mesleki ve yüksek teknik eğitimde ve her çeşit mesleki eğitimde eşit şartların sağlanması,

b- Kadınların erkeklerle aynı ders programlarından yararlanmaları, aynı sınavlara katılmaları, aynı seviyedeki niteliklere sahip eğitim görevlilerine, okul bina ve malzemesine sahip olmaları,

c- Kadın ve erkeğin rolleriyle ile ilgili kalıplaşmış kavramların eğitimin her şeklinde ve kademesinden kaldırılması ve bu amaca ulaşılması için eğitim birliğinin ve diğer eğitim şekillerinin teşvik edilmesi, özellikle ders kitaplarının ve okul programlarının yeniden gözden geçirilmesi ve eğitim ve metotlarının bu amaca göre düzenlenmesi,

d- Burs ve diğer eğitimin yardımlarından faydalanmaları için kadınlara erkeklerle eşit fırsatların tanınması,

e- Özellikle kadın ve erkekler arasında mevcut eğitim açığını en kısa zamanda kapatmaya yönelik yetişkin ve görevsel okuma-yazma öğretim programları dahil, sürekli eğitim programlarına katılabilmeleri için erkeklerle eşit fırsatların verilmesi,

f- Kız öğrencilerin okuldan ayrılma oranlarının düşürülmesi ve okuldan erken ayrılan kız ve kadınlar için eğitim programları düzenlenmesi,

g- Spor ve beden eğitimi faaliyetlerine faal olarak katılmaları için erkeklerle eşit fırsatlar tanınması,

h- Kadınların ailelerin sağlık ve refahını sağlamaya yardım edecek, aile planlaması bilgisi dahil özel eğitici bilgiyi temin etmeleri.

Madde 11-

1. Taraf Devletler, istihdam alanında kadınlara karşı ayırımı önlemek ve kadın erkek eşitliği esasına dayanarak eşit haklar sağlamak için özellikle aşağıda belirtilen konularda bütün uygun önlemleri alacaklardır:

a- Bütün insanların vazgeçilmez hakkı olan çalışma hakkı,

b- İstihdam konularında eşit seçim kıstasları uygulanması da dahil, erkeklerle eşit istihdam imkânlarına sahip olma hakkı,

c- Serbest olarak meslek ve iş seçme hakkı, terfi, iş güvenliği, hizmetin tüm şartları ve avantajlarından faydalanma hakkı, çıraklık, ileri mesleki eğitim ve bilgi yenileme eğitimi dahil mesleki eğitim ve mükerrer eğitim görme hakkı,

d- Sosyal yardımlar dahil eşit ücret hakkı, eşdeğerdeki işte eşit muamele ve işin cinsinin değerlendirilmesinde eşit muamele görme hakkı,

e- Ücretli izinle birlikte, özellikle emeklilik, işsizlik, hastalık, sakatlık ve yaşlılık ve diğer çalışamama hallerinde sosyal güvenlik hakkı,

f- Emniyetli şartlar içinde çalışma hakkı ve sağlığın ve bu meyanda doğurganlığın korunması hakkı.

2. Evlilik ve analık sebebiyle kadınlara karşı ayırımı önlemek ve etkin çalışma hakkını sağlamak amacıyla, taraf devletler uygun önlemleri alacaklardır.Ê

a- Hamilelik ve analık izni sebebiyle veya evliliğe bağlı olarak işten çıkarma ayırımını yasaklamak, bu ayırımı yapanları cezalandırmak,

b- Önceki iş, kıdem ve sosyal haklar kaybedilmeksizin, ücretli olarak analık izni veya benzeri sosyal içerikli tazminatlar vermek,

c- Özellikle çocuk bakımevleri ağının tesisi ve geliştirilmesi yoluyla anne ve babanın aile yükümlülüklerini, görev sorumlulukları ve kamu hayatına katılma ile birleştirmeyi mümkün kılan destekleyici sosyal hizmetlerin sağlanmasını teşvik etmek,

d- Hamilelik süresince zararlı olduğu kanıtlanan işlerde kadınlara özel koruma sağlamak,

3. Bu maddede yer alan konulara ilişkin koruyucu yasalar bilimsel ve teknik bilgi ışığı altında devrevi olarak yeniden gözden geçirilecek ve gerekirse tadil, ilga veya temdid edilecektir.

Madde 12-

1. Taraf Devletler, aile planlaması dahil sağlık bakım hizmetlerinden kadın ve erkeğin eşit olarak yararlanması için, sağlık bakımında kadınlara karşı ayırımı ortadan kaldıran bütün önlemleri alacaklardır.

2. Bu maddenin 1. paragrafında öngörülen hükümler saklı kalmak kaydıyla taraf devletler kadına hamilelik, lohusalık ve doğum sonrası dönemde gerekli hizmetleri sağlayacaklar, hamilelik ve emzirme sırasında yeterli beslenme ile birlikte, gerektiğinde bedava hizmet vereceklerdir.

Madde 13-

Taraf Devletler, kadınlara karşı ekonomik ve sosyal hayatın diğer dallarında erkeklerle kadınların eşit olarak haklardan yararlanabilmelerini sağlayarak kadınlara karşı ayırımcılığın önlenmesi için gerekli tedbirleri ve özellikle aşağıdaki tedbirleri alacaklardır:

a- Aile zammı hakkı,

b- Banka kredisi, ipotek ve diğer mali krediler elde etme hakları,

c- Eğlence, spor ve kültürel hayatın tüm yönlerine katılma hakları.

Madde 14-

1. Taraf Devletler, kırsal kesim kadınlarının, karşılaştıkları özel sorunları ve ekonominin parasal olmayan sektöründeki çalışmaları dahil ailelerinin ekonomik bakımdan ayakta kalması için oynadıkları belirgin rolü göz önünde tutacak ve işbu Sözleşme hükümlerinin kırsal kesimdeki kadınlara uygulanmasını sağlamak için gerekli bütün tedbirleri alacaklardır.

2. Taraf Devletler, kadın ve erkeklerin eşitliği prensibine dayanarak, kırsal kalkınmaya katılmalarını ve bundan yararlanmalarını sağlamak için kırsal kesimdeki kadınlara karşı ayırımı ortadan kaldıran tüm uygun tedbirleri alacaklar ve özellikle kırsal kesim kadınlarına aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:

a- Her seviyedeki kalkınma planlarının müzakere ve uygulanmasına katılmak,

b- Aile planlaması konusunda bilgi, danışma ve hizmetler de dahil olmak üzere yeterli sağlık hizmetlerinden faydalanmak,

c- Sosyal güvenlik programlarından doğrudan yararlanmak,

d- Teknik kabiliyetlerini geliştirmek amacıyla tüm toplumsal ve yaygın hizmetler ile birlikte görevsel okuryazarlık dahil resmî ve gayri resmî eğitim ve öğretimin her türünden yararlanmak,

e- Ekonomik fırsatlardan kendi işinde çalışma veya tam istihdam yoluyla eşit olarak yararlanmak amacıyla kendi kendine yardım grupları ve kooperatifler oluşturmak,

f- Bütün toplumsal faaliyetlere katılmak,

g- Toprak ve tarım reformunda ve bunun yanısıra yeniden iskân projelerinde eşit muamele ve tarımsal kredi ve borçlanma, pazarlama kolaylıkları ile uygun teknolojiden yararlanmak,

h- Özellikle konut sağlık, elektrik ve su temini, ulaştırma ve haberleşme konularında yeterli yaşam standartlarından yararlanma haklarını sağlamak.

BÖLÜM IV

Madde 15-

1. Taraf Devletler, kadınlara, kanun önünde erkeklerle eşit haklar tanıyacaklardır.

2. Taraf Devletler, medeni haklar bakımından kadınlara erkeklerinkine benzer hukuki ehliyet ve bu ehliyeti kullanmak için eşit fırsatlar tanıyacaklardır. Özellikle, kadınlara akit yapmada ve mülk idaresinde eşit haklar verecekler ve mahkemelerde davaların her safhasında eşit muamele edeceklerdir.

3. Taraf Devletler, kadınların hukuki ehliyetlerini kısıtlamaya yönelik hukuki sonuç doğuran her çeşit sözleşmenin vs. özel muamelelerin tamamının geçersiz olduğunu kabul ederler.

4. Taraf Devletler, kadın ve erkeğe hukuki olarak ikametgâh seçme ve nakletmede eşit yasal hak tanıyacaklardır.

Madde 16-

1. Taraf Devletler, kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayırımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacaklar ve özellikle kadın erkek eşitliği ilkesine dayanarak kadınlara aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:

a- Evlenmede erkeklerle eşit hak,

b- Özgür olarak eş seçme ve serbest ve tam rıza ile evlenme hakkı,

c- Evlilik süresince ve evliliğin son bulmasında aynı hak ve sorumluluklar,

d- Medeni durumlarına bakılmaksızın, çocuklarla ilgili konularda ana ve babanın eşit hak ve sorumlulukları tanınacak, ancak her durumda çocukların menfaatleri en ön planda gözetilecektir.

e- Çocuk sayısına ve çocukların ne zaman dünyaya geleceklerine serbestçe ve sorumlulukla karar vermede ve bu hakları kullanabilmeleri için bilgi, eğitim ve diğer vasıtalardan yararlanmada eşit haklar,

f- Her durumda çocukların çıkarı en üst düzeyde tutularak ulusal yasalarda mevcut veli, vasi, kayyum olma ve evlat edinme veya benzeri müesseselerde eşit hak ve sorumluluklar,

g- Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil karı ve koca için eşit kişisel haklar,

h- Ücret karşılığı olmaksızın veya bir bedel mukabilinde malın mülkiyeti, iktisabı, işletmesi, idaresi, yararlanılması ve elden çıkarılmasında eşlere de eşit haklar,

2. Çocuğun erken yaşta nişanlanması veya evlenmesinin hiçbir kanuni etkisi olmayacak ve evlenme asgari yaşının belirlenmesi ve evlenmelerin resmî sicile kaydının mecburi olması için yasama dahil gerekli tüm önlemler alınacaktır.

BÖLÜM V

Madde 17-

1. İşbu Sözleşmenin uygulanmasındaki gelişmeleri gözden geçirmek amacıyla, Sözleşme yürürlüğe girdiği zaman 18, Sözleşmeye taraf 35 devletin onayı veya katılmasını müteakip, işbu Sözleşmenin kapsadığı konularda yüksek itibar ve ehliyete sahip 23 uzmandan oluşan, Kadınlara Karşı Ayrımın Ortadan Kaldırılması Komitesi (bundan böyle komite diye anılacaktır) kurulacaktır. Uzmanlar, Taraf Devletlerce kendi vatandaşları arasından seçilecek ve kendi şahısları namına hareket edecekler, seçimlerde dengeli coğrafi dağılım ve belli başlı hukuki sistemlerle birlikte farklı uygarlıkların temsili de gözönüne alınacaktır.

2. Komite üyeleri Taraf Devletlerin aday listesinden gizli oy ile seçilecektir. Her Taraf Devlet kendi vatandaşlarından bir kişiyi aday gösterebilecektir.

3. İlk seçim işbu Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden altı ay sonra yapılacaktır. BM Genel Sekreteri seçimlerden en az üç ay önce Taraf Devletlere adayların iki ay içinde bildirmelerini isteyen bir mektup gönderecektir. Genel Sekreter, aday gösteren Taraf Devletleri de belirtmek suretiyle, adayların listesini alfabetik sıraya göre hazırlayacak ve Taraf Devletlere gönderecektir.

4. Komite üyelerinin seçimi, BM Genel Merkezinde, Genel Sekreter tarafından çağırılmış Taraf Devletler toplantısında yapılacaktır. Taraf Devletlerin üçte ikisinin (nisab) yetersayı oluşturacağı toplantıda, en fazla oy alanlar ile toplantıda hazır bulunan ve oy veren Taraf Devletler temsilcilerinin salt çoğunluğunun oylarını alan adaylar Komiteye seçileceklerdir.

5. Komite üyeleri 4 yıllık bir dönem için seçileceklerdir. Bununla beraber, ilk seçimde seçilen dokuz üyenin süresi ikinci senenin sonunda bitecek, dokuz üyenin isimleri ilk seçimden hemen sonra Komite Başkanı tarafından kura ile tespit edilecektir.

6. Komitenin 5 ilave üyesinin seçimi, 35. onay veya katılmayı müteakip bu maddenin 2, 3 ve 4. paragrafları hükümlerine göre yapılacaktır. Bu şekilde seçilen iki yedek üyenin görev süresi iki sene sonunda sona erecek ve bu iki üyenin ismi Komite Başkanı tarafından kura ile tespit edilecektir.

7. Çeşitli nedenlerle boşalan yerlerin doldurulması için, uzmanın Komite’deki görev süresi sona eren Taraf Devlet kendi vatandaşları arasından, Komitenin onayına bağlı olmak üzere, başka bir uzmanı atar.

8. Komite üyeleri, BM Genel Kurulunun onayı ile ve Genel Kurulun, Komitenin sorumluluğunun önemini gözönünde tutarak kararlaştıracağı şartlar ve hükümlerle, Birleşmiş Milletlerden ücret alacaklardır.

9. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, işbu Sözleşme uyarınca Komitenin görevlerini etken bir şekilde yerine getirebilmesi için, gerekli personel ve kolaylıkları sağlayacaktır.

Madde 18-

1. Taraf Devletler işbu Sözleşme hükümlerine etkinlik kazandırmak ve kaydedilen ilerlemeleri belirtmek amacıyla aldıkları yasal, adli, idari ve diğer önlemler hakkındaki bir raporu,

a- Sözleşmenin, ilgili devlet bakımından yürürlüğe girmesini takiben bir yıl içinde,

b- Bilahare, her dört yılda bir ve ileride de Komitenin talep ettiği zamanlarda, Komite tarafından incelenmek üzere, BM Genel Sekreterine sunmayı taahhüt ederler.

2. Raporlarda, işbu Sözleşme yükümlülüklerinin gerçekleştirilmesini etkileyen unsurlar ve güçlükler belirtilebilir.

Madde 19-

1. Komite kendi usul kurallarını saptayacaktır.

2. Komite, görevlilerini iki yıllık bir süre için seçecektir.

Madde 20-

1. Komite işbu Sözleşmenin 18. maddesi uyarınca sunulan raporları incelemek üzere normal olarak senede bir kere ve azami iki hafta süre için toplanacaktır.

2. Komite toplantıları Birleşmiş Milletler Merkezinde veya Komite tarafından uygun bulunan herhangi bir yerde yapılacaktır.

Madde 21-

1. Komite, Ekonomik ve Sosyal Konsey aracılığıyla faaliyetleri hakkında BM Genel Kuruluna yıllık raporlar sunacak ve Taraf Devletlerden sağlanan bilgiler ve raporların incelenmesine dayanarak tekliflerde ve genel tavsiyelerde bulunabilecektir. Bu teklif ve genel tavsiyeler, Taraf Devletlerin olabilecek yorumlarıyla birlikte Komite raporuna dahil edilecektir.

2. Genel Sekreter Komite raporlarını Kadınların Statüsü Komisyonunun bilgisine sunacaktır.

Madde 22-

İhtisas kuruluşları, faaliyet alanlarına giren işbu Sözleşme hükümlerinin uygulanmasının görüşülmesi sırasında temsil edilme hakkına sahip olacaklardır. Komite, ihtisas kuruluşlarını, Sözleşmenin uygulanması hususunda, faaliyet alanlarına giren konularda raporlar sunmaya davet edebilir.

BÖLÜM VI

Madde 23-

İşbu Sözleşmedeki hiçbir husus kadın ve erkek eşitliğinin gerçekleşmesinde daha etkin olan

a- Taraf Devlerin yasasındaki; veya

b- O devlet için yürürlükte olan herhangi bir Uluslararası Sözleşme, antlaşma veya anlaşmadaki hükümleri etkilemeyecektir.

Madde 24-

Taraf Devletler işbu Sözleşme ile tanınan hakların tam olarak gerçekleştirilmesi için ulusal seviyede gerekli bütün önlemleri almayı taahhüt ederler.

Madde 25-

1. İşbu Sözleşme bütün Devletlerin imzasına açık olacaktır.

2. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri işbu Sözleşmenin depozitörü olarak tayin edilmiştir.

3. İşbu Sözleşme onaya bağlıdır. Onay belgeleri BM Genel Sekreterine tevdi edilecektir.

4. İşbu Sözleşme bütün Devletlerin katılmasına açıktır. Katılma belgesinin BM Genel Sekreterine tevdi edilmesiyle katılma gerçekleşecektir.

Madde 26-

1. İşbu Sözleşmenin tadili teklifi Taraf Devletlerin biri tarafından herhangi bir zamanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine hitaben yazılı bir başvuru ile yapılabilir.

2. BM Genel Kurulu gerekli gördüğü takdirde böyle bir teklifle ilgili olarak yapılacak işlem hakkında karar verecektir.

Madde 27-

1. İşbu Sözleşme 20. onaylama veya katılma belgesinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine tevdi edilmesini takip eden 30. gün yürürlüğe girecektir.

2. 20. onay veya katılma belgesinin tevdiinden sonra, işbu Sözleşmeyi onaylayan veya katılan her devlet için Sözleşme, kendi onay veya katılma belgesinin tevdiinden sonraki 30. gün yürürlüğe girecektir.

Madde 28-

1. BM Genel Sekreteri, onaylama veya katılma sırasında yapılan çekincelerin metinlerini alacak ve bütün Taraf Devletlere dağıtacaktır.

2. İşbu Sözleşmenin hedef ve amacına uymayan hiçbir çekinceye müsaade edilmeyecektir.

3. Çekinceler, BM Genel Sekreterine hitaben herhangi bir zamanda yapılacakÊ  ihbar ile geri alınabilir. Genel Sekreter bu ihbardan bütün Devletleri haberdar edecektir. Böyle bir ihbar, alındığı tarihte geçerli olacaktır.

Madde 29-

1. İki veya daha fazla Taraf Devlet arasında işbu Sözleşmenin yorum veya uygulamasından doğan ve müzakere ile çözümlenemeyen herhangi bir uyuşmazlık, birinin talebi ile hakem kuruluna götürülecektir. Taraflar tahkimname talebinden itibaren 6 ay içinde hakem kurulunun teşekkül tarzında anlaşmazlarsa, taraflardan herhangi biri uyuşmazlığı Uluslararası Adalet Divanına, Divan Statüsü uyarınca götürebilir.

2. Taraf Devletlerden her biri işbu Sözleşmenin imzalanması veya onayı sırasında veya katılma sırasında, kendisini bu maddenin birinci paragrafı ile bağlı saymadığını beyan edebilir. Diğer Taraf Devletler, böyle bir çekince koymuş olan Taraf Devlet karşısında aynı paragrafla bağlı olmayacaktır.

3. Bu maddenin 2. paragrafına göre çekince koyan her Taraf Devlet, BM Genel Sekreterine ihbarda bulunarak her zaman çekincesini geri alabilir.

Madde 30.-

Arapça, Çince, İngilizce, Fransızca, Rusça ve İspanyolca metinlerinin eşit derecede geçerli olduğu işbu sözleşme Birleşmiş Milletler Genel Sekreterince muhafaza edilecektir.

Yukarıdaki hususları tasdiken, imzaları aşağıda bulunan yetkili temsilciler işbu Sözleşmeyi imzalamışlardır.

                                    

Not: Çizelgeler ve grafikler scannerden tarandığı için çevirisi yapılamadı