Komisyon Adı:İçişleri Komisyonu
Konu:İstanbul Milletvekili Mustafa Demir Ve 131 Milletvekilinin; Çevre Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4895)
Dönemi:27
Yasama Yılı:6
Tarih:02/02/2023


İstanbul Milletvekili Mustafa Demir ve 131 Milletvekilinin; Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4895) BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Teşekkür ederim.

     Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri, sayın vekiller, Sayın Bakan Yardımcısı ve bürokratlar, değerli basın; ben konuşmama başlamadan önce hepinize saygılar sunuyorum.

     Bugün, gündemimizde bulunan yeni bir kanun teklifini görüşüyoruz. Benim teklifi inceleme fırsatım olmuştur ancak bu teklifin Komisyon faaliyetleri öncesi makul bir zamanda bütün milletvekillerine, üyelere ulaştırılmasının yerinde olacağını burada hatırlatmak istiyorum.

     Şimdi, şöyle bir girizgâh yapmak istiyorum: Bu metinde, maalesef, sorunlu maddelerin mevcudiyetini üzülerek görüyoruz. Teklifteki maddelerin büyük bir kısmının yerel yönetimlere dair ifadeler taşıması hasebiyle burada genel bir yorumda bulunmak isterim. Kaldı ki teklife baktığımızda aslında AK PARTİ iktidarının ülkemizin yerel yönetim tecrübesini ne hâle getirdiğini net bir şekilde görüyoruz. AK PARTİ'nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal düzen olarak doğrudan ve acımasızca saldırıya maruz kaldığı görülmüştür. İdari gelenekleri ve uyum becerileri yüksek olan devletimizin, kan uyuşmazlığı olan bir siyasi yapı tarafından yirmi yıldır yönetiliyor olması bir paradokstur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin yıkılmasını müteakip birçok ülkede yaşanan turuncu, kadife devrimler sürecinin Türkiye'de de gerçekleşemeyeceği anlaşılmıştır. O hâlde, burada yapılması gereken şey, halkın hassasiyet gösterdiği millî ve manevi değerler üzerinden gidilerek ters işlem yapma icraatı olmuştur. Dönüştürme ve küresel entegrasyona bağlama faaliyetinin başlangıcı 2002 seçimleridir. Bu tamamlanarak güç elde edildikten sonra rejimin dişlerinin bir bir sökülmesine sıra gelecekti. Bunun için altyapı ve hazırlık, provokasyon, ikna, aksiyon yöntemleriyle yönetimde reform için elverişli ortam hazırlanmıştır. Nitekim, 5227 sayılı Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun 2004 yılında Parlamentodan geçirildi. Ancak zamanın Cumhurbaşkanı tarafından veto edilince küresel güçlerin talebi olan norm işlerlik kazanamadı. Ne var ki tümevarım yöntemiyle birçok kanun yerel yönetimler bazında çıkarıldı. Buna ilaveten Vakıflar Kanunu, Türk Ceza Kanunu madde 301 düzenlemesi, Terörle Mücadele Kanunu'nun 8'inci maddesinin kaldırılması, mayın yasası, pişmanlık yasası gibi, devamlı... Yani yeni anayasa gündeme getirilecekti, yeni anayasanın gündeme getirilmesinde 2 kez büyük girişimler olmuştur ama başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Arkadaşlar, yeni anayasa ile kamu idare reformu arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur.

     Türkiye-ABD Yardım Anlaşması 22 Eylül 2003 tarihinde Dubai'de teyit edildi. Irak'ın işgaline Türkiye'nin desteği verildi ve kamu idare reformu yapılsın diye Amerika bunu istedi ve bizimkiler o reforma ondan sonra, 2004'te geçti. Türkiye'yi çözebilmenin en iyi yolunun ulus devlet kimliğini ve üniter yapıyı yıkmaktan geçtiği düşünülmüştür. Kurucu iradeyi ve rejimi korumakla yükümlü birimlere karşı açılan savaş, ardından FETÖ hâkimiyeti, Habur olayı, açılım süreci, kamu yönetiminde derin izler bırakmıştır.

     Küreselleşme, yerelleşme, özerklik, yönetişim, ademimerkeziyet, yerel hükûmet, federalleşme gibi kavramlar devletimizin çökmesi ve emperyalizmin kucağına düşmesinde acımasızca kullanılmıştır.

     Evet, anlıyoruz ki yerel yönetim sisteminin bütünüyle tahrip, tadil ve ilga edildiğine tanık oluyoruz. Modern anlamda yerel yönetimlerin ortaya çıkışını Tanzimat Dönemi'ne kadar götürmekle birlikte cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun büyük oranı kırsal alanda yaşadığı için 1924 yılında çıkarılmış olan 442 sayılı Köy Kanunu ve altı yıl sonra 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu ve 1913 tarihli -daha sonra 1987 yılında 3360 sayılı Yasa'yla tadil edilen- Özel İdare Kanunu diyebiliriz. Yerel yönetim hizmetlerinin ifasında bunlar yeterli görülmüştü ve son olarak 2012 yılında da 6360 sayılı Kanun çıkarılmıştır, konuşmacılar da buna değindi. Yerel yönetimlere yetki, kaynak, görev yükleyen başkaca birçok mevzuat mevcuttur; 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu gibi kanunlar.

     6360 sayılı Kanun, belediyeleri büyükşehir ve ilçe belediyeleri arasındaki görev, yetki ve sorumluluk paylaşımı, kentsel ve kırsal alan yönetimi, imar ve planlama, personel sistemi, belediyelerin ticari şirket ve iştirakleri konusunda yeniden dizayn etmiştir. Yine, bu kanunla birlikte 30 ilimiz büyükşehir olmuştur. Böylece 2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı halk tabiriyle "bütünşehir" kanunu rotada önemli bir kilometre taşı olmuştur. Bu kanun 2014 mahalli idare seçimlerinden sonra uygulamaya sokulmuştur. Konunun uzmanı kişilerin de katılımıyla ki bu uzmanların kahir ekseriyeti AK PARTİ'de siyaset yapmış ya da AK PARTİ bürokratı olarak görev yapmış kişilerdi, ben de o toplantıya katılmıştım, 2012 yılında şu eleştirileri getirdiler, dediler ki: "Bir, siyasi ademimerkeziyete kapı aralanmaktadır; iki, modelin Anayasa'ya aykırılığı söz konusudur; üç, belediye yetki alanı tüm il düzeyine yayılmaktadır; dört, 30 ilde tüm köy ve kasabaların tüzel kişiliği sonlandırılmaktadır; beş, kent yerel yönetimi, alan yerel yönetimi kavramları bozulmuştur; altı, yerel düzeyde merkezîleşme yaratılmaktadır; yedi, yasanın gerekçesinin iradesi küreselleşme gereklerinin baskınlığına dikkat çekiyor; sekiz, subsidiarite ilkesine aykırılık içermektedir; dokuz, merkezî idarenin vesayet yetkisi ilçe belediyeleri üzerinden büyükşehir belediyelerine geçmektedir ancak büyükşehir üzerindeki merkezin vesayet yetkisi neredeyse silinmektedir."

     Arkadaşlar, 6360 sayılı Kanun şu tabloyu ortaya çıkarmıştır: İl sayısı 81, ilçe sayısı 919, mahalle sayısı 31.872, köy sayısı 18.332, köy bağlıları 25.996, büyükşehirler 30 adet -arz ettiğim gibi- il belediyeleri 51, büyükşehir ilçe belediyeleri 519, belde belediyeleri 397, toplam belediye sayısı Türkiye'de şu anda 1.397, özel idareler de 51'e düşürülmüştür.

     Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı 1991 yılında rahmetli Özal döneminde onaylamıştır. Buna göre, Türkiye yerel yönetimlerin özerkliğini tanırken idari ve mali özerklikten bahsetmektedir; siyasi, özerklik asla söz konusu değildir. Egemenlik doğrudan Türk milletine ait olup yetkili organlar yasama, yürütme, yargı eliyle kullanılır. Dolayısıyla özerklik ya da başka adlandırmalarla devir söz konusu olamaz. Yapılan bu son düzenlemenin yerel yönetimlerin istikamet seyrinde büyük bir savrulmaya ve tahribata yol açtığı hepimizin malumudur. 2020 yılına gelindiğinde ise bu değişikliklerin dişe dokunur yararı olmadığı anlaşılmasına rağmen 7254 sayılı Kanun yürürlüğe sokulmuş, kırsal yerleşim özelliği taşıdığı tespit edilen mahallelere "kırsal mahalle" adı verilmiştir. Doğrusu, bu köy düşmanlığını da anlayabilmiş değiliz.

     Değerli milletvekilleri, o zaman da çeşitli mecralarda bu düzenlemelerin doğru olmadığını, tabiatıyla yerel yönetimler üzerinde oynanmaması gerektiğini ifade etmiştik. Köylerin mahalleye dönüşmesinin faaliyetlerde aksamalara neden olacağını, burada ciddi sıkıntıların yaşanacağını da ifade etmiştik. Aradan geçen on bir yıl içerisinde tarımı bir kenara atarak toprağa sadece rant gözüyle bakan bir anlayışın ülkeyi nasıl bir yıkımla baş başa bıraktığını hepimiz görüyoruz.

     Şimdi soruyorum: Köy sayısını yarı yarıya azalttınız da ne oldu? Mahalleye çevrilen köylerimiz ihya oldular mı? Sorunlar çözüldü mü yoksa yenileri mi eklendi? Cevap bellidir: Köyler boşaltıldı, tarım arazileri yağmalandı, tarımsal üretim kültürü yerle bir edildi.

     Değerli arkadaşlar, bugün görüşmekte olduğumuz kanun teklifine gelince yanlışa yanlış demek, kamu menfaatlerini cansiparane müdafaa etmek bu millete olan borcumuzdur, sorumluluğumuzdur.

     Maddelere geçmeden önce, şimdi, usule ve genele ilişkin yorumlarımı arz edeceğim. Her şeyden önce, Anayasa'ya aykırılık konusunda alışılagelmiş geçiştirme usulüne bir kez daha şahit oluyoruz. Özellikle vurguluyorum: Bu teklif, özü itibarıyla Anayasa'ya aykırıdır, Anayasa'nın 123, 126, 127'nci maddelerine aykırılık teşkil ettiği ortadadır. Anayasa'nın 123'üncü maddesinde idarenin bir bütün olduğunu ve idarenin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına göre ayrıldığını ifade ediyor. 126 ise merkezî yönetimin özellikle taşra teşkilatlarının, illerin idaresinin özellikle yetki genişliği esasına dayandığını ifade ediyor. 127'nci madde, uzun bir madde, bu, tamamen yerel yönetimlere ilişkin ama ben bunu okumaktan ziyade, hemen başlığını söyleyeyim: "Mahallî idareler; il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir." diyor. Yani mahalli idareler neymiş? İl, belediye ve köymüş.

     Şimdi, il yani il özel idareleri, il genel meclisleri ne oldu? 30 ilde kaldırıldı yani Anayasa'ya aykırı olarak kaldırıldı. Vesayet yetkisi de 127'nin son fıkrası zannediyorum, İçişleri Bakanlığı bütün mahalli idarelerin vasisidir. Tamam, bu da doğru. Görüldüğü üzere, Anayasa'mız idarenin bütünlüğü ilkesini savunduğundan idarede bütünlüğe kasteden her yasal metnin Anayasa'ya aykırı olduğunu söylemeye gerek dahi yoktur.

     Devam ederek şunu ifade edeyim: Merkezî idarenin yetki genişliği esası anayasal bir düzenleme iken muhtelif kanunlarla görev ve yetkileri tadat edilmesi gereken yerel yönetimlerin bu teklifte de görüldüğü gibi, geniş açılı yetkilendirilmesi yine Anayasa'ya alenen aykırıdır. Anayasa'nın ifade ettiğimiz 127'nci maddesi, doğrudan yerel yönetimleri düzenleyen emredici hükümdür.

     Yerel yönetimler il, belediye ve köy olarak ayrı ayrı sayılmışken yirmi yıllık AKP iktidarında bu hükme sadık kalınmadığından Türkiye Cumhuriyeti'nin kamu yönetimi âdeta aşureye dönmüş, içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Kimi illerde il yerel yönetim tüzel kişilikleri yok edilmiş yani özel idareler ve il genel meclisleri kaldırılmış, kimi oldukça önemli belediyeler -ki bunların toplam sayısı 1.400 civarındadır- lağvedilmiş, kimi köylerse bütünüyle dönüştürülerek "mahalle" adıyla ne idiği belirsiz bir idari ünite yaratılmıştır. 2014 yılından sonra yaklaşık 16 bin köy köylük vasfını kaybetmiştir. Bunun ağır tahribatı daha tartışma gündemine gelmedi arkadaşlar. Göreceksiniz, ülkemizde binlerce kilometrekare mera, arazi, koruluk, kışlak, yazlık, mesire alanı, sayfiye ve diğer maddi değeri olan alanlar ve kaynaklar yağmalanmaktadır, yağmalanacaktır. Bunlar ileride konuşulacak. Eğer 442 sayılı Köy Kanunu Türkiye'nin 2014 yılına kadarki köylerinde yani 34 bin köyde bugün uygulanıyor olsaydı, bu yağma ve talan, yanlış yerleşimler asla mümkün olmayacaktı.

     Kısacası, arkadaşlar, yerel yönetimlerin anayasal hakları olan idari ve mali özerkliği büyük yara almış, sistem önemli ölçüde bozulmuştur.

     Diğer taraftan, bu toplantıyı sürdürürken sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin, akademik çevrelerden yerel yönetim uzmanlarını da burada dinlemek isterdik. İstişareden uzak, diyalogdan yoksun, alelacele anlayışla hazırlanan tekliflerin ülkemize ve milletimize bir hayır getirmediğinin artık anlaşılması gerekiyor. Maddelerdeki muğlaklıkları, gerekçedeki boşlukları da ayrıca dikkatinize sunuyorum.

     Teklifin maddelerine gelince; 1'inci madde gemilerin tonajlarına ilişkin. Değerli konuşmacılar buna değindiler, ben de aynı görüşlere iştirak ediyorum.

     2'nci maddeyle kıyılardaki dolgu alanlarında otopark ihtiyacını karşılamak amacıyla yer altı otoparkı inşa edilebilmesi için düzenleme yapılıyor. Böylece, artan konut ihtiyacı ve kentleşmenin getirdiği trafik sorunlarının çözümü için bir düzenleme yapıldığı ifade ediliyor. Yani doğayı bir kenara bırakın, taşıt ve trafik ölçekli bir anlayışın izlerine rastlıyoruz burada. Denizlerimizi betonla dolduran, kıyılarımızı, sahillerimizi ranta kurban eden bir zihniyetin vicdana ve hakkaniyete uygun bir iş yapacağına dair şüphelerimiz güçlüdür.

     3'üncü madde Adana Karataş ilçesinde tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesi kurulması hususunda. Sayın Çulhaoğlu da burada görüşlerini ifade etmiştir ama burada, teklifin genel gerekçesinde bu maddeye ilişkin bir ifadeye rastlıyor muyuz? Şöyle ki: Meclis İçtüzüğü'nün 74/2 maddesi gereğince "Kanun teklifleri gerekçesiyle birlikte Başkanlığa verilir." diyor. Yine, İç Tüzük bu bağlamda komisyonlara da görev yüklemektedir. "Komisyonlar şartlarına uymayan kanun tekliflerini sahiplerine tamamlatmaya yetkilidir." diyor. Gerekçe korunmamış.

     Ayrıca, yapılmak istenen bu düzenlemenin ekosistemin korunması ve ulusal ve uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğunu burada hatırlatmak istiyorum. Özellikle ben bunun açılımlarını da size söyleyebilirim. Ramsar, Bern ve Barselona Sözleşmeleri bunların 3 tanesidir. Bunlara aykırılık teşkil ediyor.

     Bir diğer husus, "organize sanayi bölgesi" yerine "organize tarım bölgesi" şeklinde bir tanım yapılması gerektiğidir. Sayın Çulhaoğlu arz ettiğim gibi bunu ifade etti.

     Teklifin 4'üncü maddesine geçiyorum; köy ve belde belediyesiyken mahalleye dönüştürülen kırsal mahallelere ilişkindir. Bu bölgelerde yapılacak düzenlemeler için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına yönetmelik çıkarma yetkisi verilmektedir. Maddenin gerekçesinde ise 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu'na eklenen ek 3'üncü madde uygulamalarının birçok belediyemizde tamamlanamadığı belirtilmektedir ve kötü yönetimin delik deşik edilmiş olan mevzuatın arkadaşlar, bu âdeta bir itirafıdır.

     Ayrıca, belediye gelirleri üzerinde doğrudan etkisi olan konularda söz konusu Bakanlığın yönetmelik çıkarması doğru mudur? Bunun uygulamada ciddi sorunlara yol açacağını burada vurgulamak istiyorum. Yetki çakışmaları ve iş bilmezlik yüzünden ahenk ve uyumun yerle bir olduğu yerel yönetimlerde yeni yaralar açılmasına razı değiliz biz.

     Teklifin 5'inci maddesinde bakanlık ve idarelerin isimlerinde düzenleme özellikle yapılıyor. Ayrıca, il özel idareleri ve bunların bağlı kuruluşları ile sermayesinin yüzde 50'sinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin bazı borçlanmalarının muafiyeti üzerinde düzenleme yapılıyor. Bu düzenlemenin daha önce kanunla yapılması gerektiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini biliyoruz. Yanlış hesap bazen Anayasa Mahkemesinden de dönebiliyor demek ki.

     6'ıncı madde: Bakanlık ve idarelerin isimlerinde düzenleme ve bir önceki maddede olduğu gibi borçlanma kıstaslarından muafiyete dair düzenleme yapılmaktadır. Aynı şekilde, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş.

     7'nci madde: Mahalli idarelere yardım amacıyla bakanlıklar ile bağlı ve ilgili kurum ve kuruluşların bütçesine pay, fon veya özel hesap gibi adlarla başka bir ödenek konulabileceği hüküm altına alınmıştı.

     Değerli arkadaşlar, mahalli idarelerin mali açıdan desteklenmesi için yapılması gereken işler bellidir. İl özel idarelerine ve belediyelere genel bütçe vergi gelirlerinden ayrılan pay artırılmalıdır. Bu konuda 2019 yılında ve 2020 yılında iki yıl üst üste ben şahsen milletvekili olarak kanun teklifi vermiştim ama bu kanun teklifi ne yazık ki Genel Kurula inmedi. Teklifin 8'inci maddesi daha önce altını çizdiğim gibi yaşadığımız yerel yönetim buhranının güncel bir örneğidir.

     Düzenleyici ve yönlendirici işlerin yürütülmesinde il özel idareleri ile il özel idarelerinin üyesi olduğu ve belediye üyesi bulunmayan mahallî idare birlikleri ve köyler için İçişleri Bakanlığı yetkili kılınmaktadır. Belediyeler ve bağlı kuruluşları ile belediyelerin üyesi olduğu mahallî idare birlikleri için bu yetki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığında olacaktır. Böyle bir usul olabilir mi arkadaşlar? Mevzuatı yazboz tahtasına çeviriyorsunuz, işleri işin içinden çıkılmaz hâle getiriyorsunuz. Bu maddeye karşı olduğumuzu, tekliften çıkarılmasına dair talebimizi buradan vurgulamak istiyorum.

     Geçici madde 1'le iklim değişikliği uzmanı kadrolarına personel atanabilmesi amacıyla düzenleme yapılmaktadır. Bu maddenin görüşülme yeri İçişleri Komisyonu değildir. Burada usule ilişkin bir sorun olduğunu düşünüyorum. 10'uncu ve 11'inci maddeler ise yürürlük ve yürütme maddeleridir.

     Değerli arkadaşlar, anlaşılan odur ki birçok bakımdan sorunlu olduğunu anladığımız teklif torba bir teklif olup müşkülata çare değildir. Dört ay sonra yerel yönetim nasıl olur, bugün tartıştığımız sorunlar nasıl çözülür, o zaman göreceğiz diyoruz.

     Bu duygu ve düşüncelerle sözümü burada bitiriyorum. Beni dinlediğiniz için de hepinize teşekkür ediyorum.

     Sayın Başkan, size ayrıca teşekkür ediyorum.