Komisyon Adı:Adalet Komisyonu
Konu:Adalet Ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu Ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay İle 182 Milletvekilinin Avukatlık Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999)
Dönemi:27
Yasama Yılı:3
Tarih:04/07/2020


Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.

     Efendim 10'uncu madde üzerinde söz aldım. Şimdi, Avukatlık Kanunu teklifi üzerinde konuşmacıların bir kısmı Anayasa'ya aykırılık üzerinde durdular. Ben de buradan başlamak istiyorum. Anayasa'nın yaklaşık 15 civarında maddesine, bu kanun teklifinin aykırılık teşkil ettiğini ifade ettiler. Ancak burada Anayasa'nın 2'nci maddesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğuna özellikle vurgu yaparken gerek başlangıç kısmı gerekse maddelerin ifade tarzından 1961 Anayasası'nda net yazan ama 82 Anayasası'nda olmayan millî devlet yani ulus devlet kelimesinin olmadığını görüyoruz ama bu kesinlikle bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğunu da burada gözden uzak tutmamak lazım. Ulus devleti tamamlayan en önemli diğer yönetim tarzı ise üniter yapıdır. İkisi birlikte düşünüldüğü zaman Türkiye'nin tekli bir yapıyla projelendirildiğini, planlandığını ve bütün organlarını bu sisteme uygun olarak oluşturduğunu biliyoruz. Gerek Meclis hükûmetleri döneminde yani Kurtuluş Savaşı yıllarında gerek 1924 Anayasası ve sonrasında gerekse 61 ve 82 Anayasalarında bunları görüyoruz.

     Sayın Başkan, çok gürültü var.

     (Uğultular)

     OTURUM BAŞKANI YILMIZ TUNÇ - Arkadaşlar, kendi aramızda konuşmayalım. Konuşmacıyı dinleyelim.

     Buyurun Sayın Çelik.

     BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Bu millî devlet ilkesini özellikle hocalarımız da konuştu ama benden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Zonguldak Milletvekili Sayın Ünal Demirtaş özellikle bu ulus devlete atıf yaparak tekli yapıya işaret etmiş ve bunun üzerinden organların oluştuğunu da ifade etmiştir. Bu doğru bir tanımdır. Baroların da bu şekilde olması ve bu şekilde sürdürülmesinde kesinlikle fayda vardır ve Anayasa'ya ancak böyle yaptığımız takdirde uygunluğunu sağlamış oluruz. Çünkü düşünün "İstanbul çok büyük efendim 45 bin avukat var; orada birkaç tane baro olsun." dediğimiz zaman, "Ya, İstanbul çok büyük birkaç tane Ticaret Odası olsun, birkaç tane Sanayi Odası olsun, birkaç tane Deniz Ticaret Odası olsun." demeyle aynı mantıksızlığa gark olur. Dolayısıyla bu yanlış yoldan dönülmesinde fayda mülahaza ediyoruz.

     Özellikle, hukukun sürdürülebilmesi için, demokrasinin sürdürülebilmesi için, millî güvenliğin, dış politikanın sürdürülebilmesi için en önemli diğer bir unsur da devletin genel bütçesidir arkadaşlar çünkü genel bütçe kim tarafından nasıl kullanılır? Bütçe, vergi toplama hakkı yani vergi mükellefiyeti Anayasa'da özel olarak hüküm altına alınmıştır. Zaten her Türk vatandaşını bağlayan 2 mükellefiyet vardır; biri vergi mükellefiyeti, biri de askerlik mükellefiyetidir. Dolayısıyla insanlar kanuna dayalı olarak vergi verirler, bu vergiler toplanır ve millet adına toplanan vergileri yani bütünüyle ifade edersek devlet gelirlerini kararlaştırmaya yetkili olan tek bir merci vardır, o da Türkiye Büyük Millet Meclisi. Biliyorsunuz, bu salonda Plan ve Bütçe Komisyonu toplanır ve kurumlardan gelen bütün bütçeleri burada kararlaştırırlar. 2020 yılı bütçesi 1 milyar 50 milyon TL'ye bağlandı ve 123 milyar TL'lik bir açıkla bağlandı. Yani bütçe denkliği anlamında bütçemizin sağlam bir temele oturduğunu da zaten öngörmemişlerdi o zaman ama bu parayı kim harcıyor? Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu ödenek bazında dağıtıyor ama tek bir yürütme organı yani Bakanlar Kurulu olmadığı için tek bir kişi harcıyor, tek bir kişi ve bu kişi ne emrederse paralar oraya gidiyor. Şimdi, düşünün, Suriye'de Suriye Millî Ordusu var. Bunların sayısı ne kadar içinizden bilen var mı? Yok. 100 bin civarında olduğunu ifade ediyorlar, belki 60 bindir. Bunların nüvesi neydi? Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi arasında görüşmeler oldu ve eğit-donat prensibince bunlar eğitilecek, Suriye'de mevcut rejime karşı bunlar orada meşru Suriye Ordusu hâline dönüştürülecekti. Fakat Amerika buradan çekildi. Amerika Suriye'nin kuzeydoğusunda olan "PKK'istana" binlerce tır yardım yaptı. Şimdi, orada etnik temizlik yapıldı gözümüzün önünde ve oradaki Suriyeliler Türkiye'ye geldi. 5 milyon 400 bin Suriyeli var Türkiye'de şu anda ve bunlara biz bakıyoruz. Nasıl bakıyoruz bunlara? İşte, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin önemli bir kısmını bunlara harcayarak bakıyoruz; sağlığı, eğitimi, her şey için biz kendi bütçemizden temin ederek bunlara harcıyoruz ama bu arada tabii Avrupa Birliğinden gelen 3 miyar euroluk bir kaynağı da burada ifade etmek gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanının bu konuda vermiş olduğu bilgide "40-45 milyar dolarlık bir harcama yaptık, gerekirse bir 40 milyar dolar daha harcarım." dedi. "Harcarım." dedi. Demek ki milletin parasını bu Suriyelilere harcayacak.

     Şimdi, burada, aslında biz 5 milyon 300 bin Suriyeliye bakmıyoruz arkadaşlar, 8 milyonu aşkın Suriyeliye bakıyoruz. Peki, bu diğer 3 milyon Suriyeli nerede? Barış Pınarı, Fırat Kalkanı ve öbür Afrin bölgesindeki 3 operasyonla elde ettiğimiz alanlarda yaşayan Suriyelilere de biz bakıyoruz; oraya hastane yaptık, okul yaptık, idari sistem kurduk ve orada insanlara Türkiye'den para akıtıyoruz ve belediye teşkilatıyla, kaymakamlığıyla, her şeyiyle orada bizim tarafımızdan bakılmak suretiyle onları da orada yaşatıyoruz. Demek ki 8 milyonu aşkın Suriyeli artı bir de Özgür Suriye Ordusunu biz besliyoruz ve bunu da bütçeden yapıyoruz. Bu konuda akan bu oluk oluk paralar o kadar fazla ki 83 milyonun nafakasını kesiyorsunuz burada ve insanlar işsiz kalıyor, yatırım yok, tasarruf yok, üretim yok. Ondan sonra, araç sahibine aşırı vergi, lokantaya giden ve orada içki içene -yeni vergi gelmiş, dün öğrendim ben de- maktu özel tüketim vergisi konmak suretiyle insanlar tamamen bunalıma giriyor ve dolayısıyla her şeyi aşırı vergileme suretiyle insanların gayrimeşru alana yönelmesine bir anlamda yol açıyoruz ve tedirginlik artıyor, ekonomiye güven -Güven Endeksi'ne bakın- tarihin kaydettiği en dip noktaya inmiş, kurumlara güven tarihin kaydettiği en dip noktaya gelmiş. Şimdi, İş Bankası operasyonu düşünüldü; şu anda sümen altında bekliyor ama ne zaman çıkar, onu bilemiyorum. "İş Bankası" lafı geçtiği anda Türk ekonomisi titremeye başlıyor. Yine bir güven sarsılması söz konusu. Uluslararası yatırımcıların Türkiye'ye gelip yatırım yapmasının önündeki en büyük engellerden biri ekonomide hukuk dışı birtakım icraatların olmasından dolayıdır. Dolayısıyla buna ilave olarak bir Varlık Fonu meselesi var. Arkadaşlar, değerli milletvekilleri, Varlık Fonu kuruldu; Sayın Cumhurbaşkanımız kendisini Varlık Fonu Başkanı olarak atadı, Yardımcısı da damadı, Maliye Bakanı. Şimdi, böyle bir devlet idaresi olur mu arkadaşlar? Varlık Fonu dediğiniz, milyar dolarların, bankaların ve KİT'lerin bağlı olduğu ve âdeta Türkiye'nin servetinin orada, bütçe dışında, ayrıca kontrol edildiği ve yönetildiği bir mekanizma. Şimdi, bunu da bir kenara koyduk. Geçen yıl İstanbul seçimlerinde yani yinelenen seçimler öncesinde depolar basıldı Türkiye'de; soğan depolamış, spekülasyon yapmış insanlar alındı, patates depolamış insanlar alındı. Manav dükkânları açılmıştı devlet eliyle ve vatandaş kuyruğa giriyor, bu manav dükkânlarından alıyordu. Şimdi, bunların hepsi total olarak Türk ekonomisine ve Türk idari yapısına güveni aşırı sarsmıştı. Bundan vazgeçmemiz lazım. Ben her zaman sizlere söylüyorum, her konuşmamda: Bu vatan bizim, bu devlet bizim; onun için, devletimize, vatanımıza, milletimize hakkıyla sahip çıkalım. 5 büyük iş adamının çıkarlarını öncelemek yerine biz, 83 milyonun çıkarını düşünelim diyorum, Türk milletinin çıkarını düşünelim diyorum. Onun için, böyle politikaları ürettiğimiz takdirde, göreceksiniz, Güven Endeksi yükselecektir. Halka yalan yanlış bilgiler vererek hedefe ulaşmak mümkün değil. Halka diyebilirsiniz ki çok güzel, cafcaflı kitaplar bastırılabilir ve bunları anlatabilirsiniz "2023 yılında Türkiye 2,5 trilyon millî gelire sahip olacak, bizim yıllık ihracat gelirimiz 500 milyar doların üzerine çıkacak." Ama arkadaşlar, şu anda yerlerde sürünüyoruz. Bunun matematiksel olarak 2,5 trilyon dolar olma olasılığı nedir? Hesap ortada; yapın, göreceksiniz, 10 milyonda 1 bile değildir yani bu mümkün değil, olmayacak. O zaman, bu hesabı yapanlardan, o bürokratlardan AK PARTİ iktidarları mutlaka hesap sormalı "Nereden çıkardınız bu rakamları?" diye. "Millî uçağımız gökyüzünde." O da yok. Onun için, sizlere ben burada samimiyetle ifade edeyim: Söz dönüp dolaşıyor, geliyor, hakikat duvarına çarpıyor ve eğer yalansa orada darmadağın oluyor; doğruysa duvarları, setleri aşıp gidiyor.

     Şimdi, şu kitap benim elimde; on yıl önce gelmiş: Adalet Bakanlığı Stratejik Planı 2010-2014 yılları.

     Şimdi, bunu bastıran kişi Sayın Sadullah Ergin, Adalet Bakanımız. Bu kitabın içerisinde hiç doğru bir şey yok, çok güzel tablolar var, hedefler var, madde madde yazılmış hepsi boş. İşte, "FETÖ'nün ruhu" dedi bir arkadaşımız, FETÖ'nün ruhu bu kitabın içinde, boş. Her şey var gibi ama hiçbir şey yok, sadece ruh var. Ama bunun içinde tek bir başlıkta var, Mustafa Kemal Atatürk'ün resmini koymuşlar altında da Ulu Önder'imizin çok güzel tam bu Avukatlık Yasasıyla da ilgili, bağlantılı bir sözünü koymuşlar tesadüfen onu sizlere okumak isterim: "Hükûmet, memlekette yasayı egemen kılmak ve adaleti iyi dağıtmakla görevlidir. Bu itibarla adalet işi pek önemlidir. Bu sebeple adalet siyasetimizi de açıklamayı faydalı buluyorum. Adliye siyasetimizde izlenecek amaç, evvela halkı yormaksızın hızla, isabetle, güvenle adaleti dağıtmaktır. İkinci olarak toplumumuzun bütün dünyayla teması doğal ve zorunludur. Bunun için adalet düzeyimizi, bütün uygar toplumların adalet düzeyi derecesinde bulundurmak zorunluluğundayız. Bu hususları karşılamak için, mevcut yasa ve usullerimizi, bu görüş noktalarından düzeltmekte ve yenilemekteyiz ve yenileyeceğiz." Bunu söylediği tarih 1922.

     OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz Sayın Çelik.

     BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

     Ulu Önder'in bu sözüne uygun olarak bugün yaptığımız şu çalışmanın tekli baroya yönelmesi öyle zannediyorum ki millî menfaatimize uygun olacaktır diye düşünüyorum.

     Son olarak emekli bir idare hukuku profesörü var onun kısa bir sözüyle konuşmamı noktalamak istiyorum; diyor ki hoca: "Keşke bugünleri görmeseydim, kendime ve hukuka olan saygımı kaybettim." Bunu diyen ünlü bir idare hukuku profesörü. Sonuç olarak bu yasaları, bu yasa çalışmalarını ve icraatları alt alta topladığımız zaman devlette, bir kendi içinde AKP devleti oluşma, oluşturma girişimi var, ve bunda bayağı da mesafe katedildi ama bu bizatihi AK PARTİ'ye hiç hayra vesile olmayacak diyorum ve bu kanun teklifi görüşmesinde çoklu baro inadınızdan vazgeçmenizi öneriyor, saygılar sunuyorum.