Komisyon Adı:Adalet Komisyonu
Konu:Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1)
Dönemi:27
Yasama Yılı:1
Tarih:19/07/2018


Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1) MAHMUT TANAL (İstanbul) - Teşekkür ederim Değerli Başkan.

     Değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla hürmetle selamlıyorum.

     Ben teknik konuşacağım Sayın Başkan.

     İç Tüzük'ün 34'üncü maddesi, görüş alma, görüş bildirme maddesi. Aynen şu şekilde: "Bir komisyon, kendisine havale edilen tasarı veya teklifi, başka bir komisyonun ihtisası dahilinde görürse, gerekçeli olarak tasarı veya teklifin o komisyona havale edilmesini isteyebilir."

     Şimdi, gelen bu kanun teklifine baktığımız zaman toplam 25 madde var, 15 kanunda değişiklik yapılıyor. "Torba kanun" denildiği zaman hep Plan ve Bütçe akla gelir, Adalet Komisyonunda da torba kanun aynı şekilde olmuş durumda. Yani 25 madde var, 15 değişik kanunda değişiklik yapılıyor.

     Şimdi, buna baktığımız zaman, 34'üncü maddede sizin komisyonunuzun burada... Yani eğer 26'ncı Dönem veya 25'inci Dönem, 24'üncü Dönem eğer bu kanun teklifi getirilmiş olsaydı, sizin inancınız ne ise inanın ki bu mutlak surette Avrupa Birliği Komisyonuna havale edilirdi, Avrupa Birliği acaba bu konuda ne diyor diye o komisyonun görüşü alınırdı. Anayasa Komisyonuna yine tali olarak havale edilirdi, "Onun görüşü nedir?" denilirdi. Ben, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesiyim, bizim komisyona havale edilirdi, bu komisyonun bu kanunla ilgili görüşü nedir, bir görüş alınırdı.

     Sizden istirhamım şu: İyi bir hukukçusunuz ve bu konuda en azından sizin başkanlığınızda komisyon üyeleri olarak diğer komisyonların görüşlerini almanızı istirham ediyoruz. Yani 24'üncü Dönem olsaydı alınacaktı bu, 25 olsaydı alınacaktı, 26 olmuş olsaydı alınacaktı ama 27'de güya daha fazla yasama organına değer verilecekti, daha fazla katılımcılık olacaktı. O zaman niçin daha kısıtlamış oluyoruz biz bunu? Sizden istirhamım, öncelikle talebim benim bu.

     İkinci konu şu: 24'te, 25'te bunlar olmadı ama 26'da bunu yaşadık. Üniversitelerden, barolardan, yüksek yargı organlarından, sivil toplum kuruluşlarından görüşler alınır ve dağıtılırdı komisyona veya katılanlara. Eğer mümkün olursa, eğer aldıysanız bizimle paylaşır mısınız? Almadıysanız neden almıyoruz? Yani burada yangından mal kaçırırcasına... Buna niçin ihtiyaç duymuyoruz?

     Aynı şekilde burada baktığımız zaman yani ben işin diğer boyutlarının hiçbirine girmeyeceğim ancak ve ancak burada ihraçlarla ilgili değerli hocam Anayasa'nın 129'uncu maddesinden bahsetti. Aynı şekilde burada 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda da var, deniliyor ki "Siz eğer bir disiplin soruşturması başlatacaksanız savunma hakkı vermeden o disiplin soruşturmasına disiplin cezasını veremezsiniz. İhraçtan daha ağır büyük bir ceza olabilir mi? Getirilen ihraçlar, hatta aslında idam cezasına eş değer, hiçbir kurumda vesairede çalıştırılmıyor.

     Şimdi, bu anlamda devamla birlikte hangi maddelere değineceksiniz -hocanın dışında- merak ettim. Anayasa 40, ne deniliyor? Açık ve net: Kamu görevlileri vatandaşa verdiği haksız fiil hükümlerinden dolayı devlet tazminatı öder ama o kişiye rücu eder. Niçin? Anadolu'da çok güzel bir söz var: "Mal canın yongasıdır." Bu ne anlamda? Eğer ben bir kamu görevlisi olarak başka birisine zarar verirsem bana rücu edilebileceğini bilsem ben hoyratça davranmam, keyfî davranmam çünkü önünde sonunda devletin benden tazmin edeceğini bildiğim için daha dikkatli, daha hukuka uygun, daha Anayasa'ya uygun hareket ederim. Peki, getirilen bu hükmün bir tanesinde "Efendim, rücu edilmez." diyor.

     Şimdi, arkadaş, bu nedir? Açıkça kamu görevlisine açık çek vermedir. "Sen git hukuk dışı davran, ben tazminatını öderim, sana da ben rücu etmem." Bu, açık çektir. "Tazminatı da rücu etmeyeceğim." diyor.

     Şimdi, geçmişte bu yapıldı hâkimlere, savcılara. Şimdi, hepsine yapıldı.

     MURAT EMİR (Ankara) - FETÖ'cü hâkimlere yapıldı.

     MAHMUT TANAL (İstanbul) - Şimdi, konuyu açıyorsunuz, FETÖ'cü hâkimlere... Ben o dönem, Özese miydi, neydi; Silivri'de o dönem şikâyet ettim, dört yıl sonra daha yeni davasını açtılar, daha yeni müdahale talebinde bulundu. Yani bu o kadar derin bir olay ki...

     Şimdi, geliyoruz Anayasa 38/4. Siz yıllarca cumhuriyet başsavcılığı yaptınız Sayın Başkan. Ne deniliyor 38/4'te? "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, hiç kimse suçlu sayılamaz." Peki, üstat, yani bu Anayasa hükmü gereğince bir gizli tanıkla gayet rahat adam işten atılıyor, pasaportuna el konuluyor, yedi sülalesi işten atılıyor. Yedi sülalesi işten atılan bir kişi bakıyorsun şu anda Hükûmette, birinin ağabeyi veya kardeşi cezaevinde FETÖ 'den, diğerinin de kardeşi şehit oldu, o da yine Hükûmette bakan.

     Ya arkadaş, bu kanunu geçireceğiz diyoruz, bağlantısı olanın pasaportunu alıyorsunuz, burada bağlantısı olanı bakan yapıyorsunuz. Nasıl oluyor bu iş? Yani hangisi samimi, terör örgütüyle mücadelede hangisi samimi? Geliyoruz Anayasa 38/7. "Ceza sorumluluğu şahsîdir." deniliyor. Ben Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddelerine girmiyorum, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin maddelerine girmiyorum, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ne girmiyorum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ek protokol 1, ek protokol 4, girmiyorum bunlara. Bunlarla siz Anayasa Mahkemesine gidip bunu uygun görseniz Anayasa'nın 90'ıncı maddesi uyarınca iç hukuk ile uluslararası sözleşmeler çatışırsa uluslararası sözleşme hükümleri üstündür, geçerlidir hükmüne rağmen nasıl bunu geçireceğiz buradan arkadaşlar? Yani burada bırakın... Yani "Ya arkadaş, bizim milletvekili anlamında ettiğimiz yemin siyasidir, pek bizi bağlamaz." diyebilirsiniz. Diğer meslek sahibi arkadaşlarımızdan özür diliyorum, onları tenzih ediyorum; hukukçuların tamamı, bir de avukatlık yemini ettik. O avukatlık yeminimizi nasıl hiçe sayacağız? Yani Anayasa'ya uygun davranacağımıza -uluslararası sözleşme- doğruluktan ayrılmayacağımıza... Onu nereye atacağız? Yani bizim bu Anayasa'ya, hukuka... Bu Anayasa dediğimizde, aslında Kenan Evren anayasasına bile aykırı. Hani halkın yaptığı demokratik bir anayasa olsa amenna. Herkesin karşı çıktığı Kenan Evren'in anayasasına bile aykırı. Peki, Kenan Evren'in anayasasına aykırı olan bir hüküm... Siz neden yine aynı hükümleri getiriyorsunuz?

     Gelelim burada toplantı gösteri yürüyüşüyle ilgili... Elimde benim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin daha önceden Taksim'le ilgili kararı var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiliyor ve Türkiye Cumhuriyeti devleti tazminata mahkûm oluyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı. Bu kararı şimdi dolanarak yine aynı şekilde yetkileri yeniden veriyorsunuz.

     Peki, bir toplantı silahsızsa, şiddeti davet etmiyorsa, barışı davet ediyorsa, demokrasiyi davet ediyorsa neden yasaklansın? Burada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında açık ve net şunu söylüyor: Eğer bir toplantı, bir gösteri yürüyüşü silahsızsa, şiddeti çağrıştırmıyorsa, barışçılsa burada bu toplantı nedeniyle toplumun hoşgörülü davranması gerekir. Bu, demokratik bir toplum açısından da gereklidir. Eğer biz gerçekten terörle mücadelede samimiysek, terörü ülkede sıfırlamak istiyorsak bunun panzehri totaliter rejim değil. Arkadaşlar "otoriter" diyor ama ben "otoriter" demeyeceğim, "totaliter" diyeceğim. Sayın Hocam diyecek ki: "Ya, arkadaş, neden bunu söylediniz?" Kavram önemli, totaliter bir rejimde daha zalimane kurallar geçerli olur, otoriter rejimde biraz daha insaflı, biraz daha yumuşak kurallar getirilir. Bu totaliter bir rejim açısından...

     Ne deniliyor? "Efendim, tamamen inisiyatifine bırakılmış durumda." Yani demokratik bir toplumda biz birbirimize tahammül edeceğiz. Burada, yani Taksim Meydanı'nda gösteri yapılmışsa veya Kızılay Meydanı'nda, oradaki, Ankara'da ve İstanbul'daki vatandaş şunu hissedebilmeli: "Bugün ne oldu ki acaba Kızılay'da veya Taksim Meydanı'nda bu toplantı oldu? Bu insanların talep ve düşünceleri neydi?" Etkilenebilmeli, hissedebilmeli çünkü burada biz eğer demokrasiden korkarsak toplum gelişmez, özgürlüklerden korkarsak terörü bitiremeyiz. Terörün panzehri özgürlüklerdir, terörün panzehri demokrasidir, terörün panzehri insan haklarını sonuna kadar egemen kılmaktan geçer.

     Şimdi, yani burada tüzükten bahsettik, valilerden bahsettik, arkadaşlarımız bahsettiler. Ya, arkadaşlar, bakın, Silahlı Kuvvetlerin girdiği yerlerle alakalı olarak ne yazmışsınız? Bir yandan deniliyor ki iktidar tarafından -gerçi iktidar şu anda yok da artık, Cumhurbaşkanlığı makamı- "Biz askerî vesayeti bitirdik." Peki, askerî vesayeti bitirdiniz, askerî kurumlara girilecek yerlerde "özel kanun hükümleri saklı kalmak" ibaresini koyuyorsunuz da valilere verdiğiniz giriş yerleriyle ilgili "özel kanun hükümleri saklı kalmak" ibaresini niye koymuyorsunuz?

     Şimdi bakın, askerle ilgili "özel kanun hükümleri saklı kalmak" ibaresini koyunca, Sayın Hocam, oradaki generali vesaire, ıvırını zıvırını arayamaz. Siz valinin vereceği karara "özel kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla" ibaresine koymazsanız... Biraz önce değerli milletvekili arkadaşlarımız dedi ki: "Milletvekillerini o bölgeye sokmayabilirler." Bakanı sokmadılar. Gelin, o zaman, mademki oraya da "özel kanun hükümleri saklı" ibaresini koyun. Yani vali istisnasız herkesi oraya sokmayı veya girmeyi engellemesin. Bu açıdan getirilen bu düzenlemeler antidemokratiktir, Anayasa'ya aykırıdır.

     Hatta sizden bir talebim daha olacak, bu taleplerimi inşallah geçiştirmezsiniz, bir soru mahiyetinde söylüyorum, cevap verirsiniz. Parlamento hukukunun temel ilkelerinden... Eğer bir kanun teklifi veya tasarı -geçmişte tasarı, şu an teklif- Türkiye Büyük Millet Meclisine geliyorsa Kanunlar Kararlar, onun Anayasa'ya aykırı olup olmadığı hususunda bir rapor düzenlerler. Uygulama bu. Eğer böyle bir rapor -hemen Sayın Can bakıyor çünkü o hemen cevap verecek ama buna cevap vermemesi lazım- varsa böyle bir karar, bu kararı da bana tebliğ etmenizi istirham ediyorum. Yani eğer Kanunlar Kararlar buna yazılı bir şekilde metin olarak "Anayasa'ya uygundur, Anayasa'ya aykırı değildir." derse ileride onlar da anayasal suç işleme anlamında suç işlemiş olurlar.

     Son sözleri şöyle bitiriyorum: Değerli Başkan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar ve basın mensupları; Türk Ceza Kanunu'nun 39'uncu maddesinin son fıkrasına göre, suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak suçun icrasını kolaylaştırmak; bunlar suça yardım etme olur. 2004 tarihli Millî Güvenlik Kurulunun kararı açık ve net: FETÖ terör örgütü devletin tüm yerlerine sızmıştır, sızıyor; gereken tedbirleri alın. O dönem Sayın Başbakanın özel danışmanı... Deniliyor ki açık net, kitaplarında yazılı: "Biz bilerek ve isteyerek o dönem bu kararları uygulamadık."

     Arkadaşlar, burada gerçekten suçla mücadele edilmek isteniyorsa bunun ucu kime dokunacaksa sonuna kadar gidebilmeli. Bu ülke cemaat kültürüyle yaşayamaz. FETÖ terör örgütünden kurtuldu, şimdi diğer örgütlere teslim oldu, diğer cemaatlere teslim oldu, fark etmiyor ki.

     Bundan iki ay öncesinde, İslamofobi alt komisyonunun üyesi olarak, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi olarak Avrupa'ya gittik, Almanya'ya; eskiden bize oradaki FETÖ terör örgütlerini iktidarın komisyon başkanları ziyaret ettirirdi, şimdi de Süleyman ağa cemaat kursunun, şunun bunun... Cemaatlere ziyaret ettiriliyor. Ne fark ediyor? Ülke hukukla yaşar, devlet hukukla yaşar, devlet cemaat hukukuyla yaşayamaz. Burada sığınabileceğimiz liman hukuk devleti, demokrasi, insan hakları.

     Teşekkür ediyorum. Saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.