Konu:Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının, bölgede seyreden Türk bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014 ve 3/2/2015 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054 ve 1082 sayılı Kararlarıyla birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 10/2/2016 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/463) münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:36
Tarih:09/02/2016


Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının, bölgede seyreden Türk bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 2/2/2010, 7/2/2011, 25/1/2012, 5/2/2013, 16/1/2014 ve 3/2/2015 tarihli 956, 984, 1008, 1031, 1054 ve 1082 sayılı Kararlarıyla birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 10/2/2016 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/463) münasebetiyle
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

AK PARTİ GRUBU ADINA TAHA ÖZHAN (Malatya) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Somali açıklarında korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara verdiği desteğin uzatılmasına ilişkin tezkereye dair söz almış bulunuyorum.

Malumunuz, konumuz Aden Körfezi'ndeki korsanlık ve haydutluk ve soygun faaliyetleri olmakla birlikte, ana ekseninin Somali'nin de oluşturduğu, bizim de Somali'deki varlığımızdan dolayı Somali tartışmasının da ciddi bir kısmında yer aldığı bir meseleyi, bir tezkereyi görüşüyoruz aslında. Öncelikle tezkereye geçmeden Somali'ye dair birkaç ufak hatırlatma yapmak istiyorum.

Somali, tabii, çok büyük acılarla anılan, sadece iç savaşta yarım milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği, bu iç savaş yetmiyormuş gibi ardından da özellikle 2010'da ortaya çıkan açlık, kıtlık ve hastalık sonucunda takriben 250 binden fazla, 300 bine yakın olduğu tahmin edilen insan kaybının yaşandığı, gerçekten tam anlamıyla çökmüş bir devlet ve ülke tablosunun ortaya çıktığı Somali'den bahsediyoruz. Dolayısıyla, Somali'yle Türkiye'nin kurduğu ilişkinin zemininde her şeyden önce bu insanlık dramı yatıyor.

Özellikle 1991'de iç savaşın başlaması, ardından aşiretler nezdinde bu savaşın yoğun bir şekilde, kanlı bir şekilde devam etmesi ve 2007'ye ulaşıldığında El Şebab'ın ortaya çıkışı, 2009 yılında geçici hükûmetin kurulması ama Mogadişu'nun büyük bir kısmının Şebab kontrolünde kalması gibi çok büyük bir kriz "background"u olan bir ülkeden bahsediyoruz. Özellikle 1993 sonrasında BM ve diğer uluslararası kuruluşlar ülkeyi tamamen terk ettiler ve Somali kaderiyle baş başa bırakıldı. 2011 yazında başlayan kuraklık -2010 sonrasında- ve açlık sonrasında ilk kez ülkeye bir umut ışığı doğdu, bu da o dönem Başbakanımız şimdiki Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın 19 Ağustos 2011 tarihli ziyareti tam anlamıyla bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra Türkiye Somali'de büyükelçilik açtı, yardım faaliyetlerine başladı, birçok farklı sektörde doğrudan insani krizi azaltmaya çalışacak şekilde faaliyetlerini sürdürdü. Bu faaliyetler neticesinde Şubat 2012'de Birleşmiş Milletler Somali'de açlık krizinin ortadan kalktığını bildirdi. En azından çok temel bir insani kriz alanı ortadan kalkmış oldu. Türkiye aynı dönemde altyapı faaliyetlerine başladı, yollar, okullar, hastaneler, su kuyuları ve temel ihtiyaçları hedefleyen birçok alanda ciddi katkılar sunuldu. Türkiye'nin gitmesiyle beraber Somali'ye ilgi de arttı. Bu ilginin iyi niyetli veya kötü niyetli olmasından bağımsız Somali'ye en azından başka unsurların da ulaşmış olması bile Somali'ye ve bölgeye bir hareketlilik getirdi. Bu hareketlilik neticesinde de Somali, ilk kez -kabul edilebilir bir çok sorunu olsa da- derli toplu bir kurumsal altyapıyı yeniden ortaya çıkarmaya başladı. Türkiye, bu siyasi süreçlerin tamamını destekledi, 2012 Haziranında İstanbul'da yapılan uluslararası konferans sonucu siyasi süreç geçici hükûmetten kalıcı hükûmete geçmiş oldu. Ağustos ayında da yeni meclis seçildi, eylülde de yeni cumhurbaşkanını seçtiler.

Türkiye, Somali'yle "defacto" bağımsızlık ilan eden Somaliland arasında ciddi anlamda barış sürecini başlattı. Bir taraftan insani kriz giderilmeye çalışılırken diğer taraftan da daha büyük bir iç çatışmanın önünü açacak bir yol en azından yönetilmeye çalışıldı. Bu dönem boyunca ülkede yasal hükûmetin etki alanı arttı, Şebab neredeyse tüm ülkede olan hâkimiyetini kaybetti ve 1990'larda başlayan deniz korsanlığı da aynı şekilde bu dönemde azalmaya başladı. Özellikle de Deniz Kuvvetlerimizin katıldığı Uluslararası Deniz Gücü sayesinde -ki bu tezkerenin konusunu oluşturuyor- bu azalmaya açık bir şekilde şahitlik ettik.

Deniz haydutluğu ve korsanlık sorunuyla ilgili kısa bir değerlendirme yapacak olursak -burada da zaten zikredildi- Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezi, ülkemizin öncelikle ticari çıkarları bakımından büyük önemi haizdir. Anılan bölgede Türk bandıralı, bağlantılı ticaret gemileri yoğun bir şekilde bulunmaktadır ve söz konusu geçişler Türk ticaret dış hacminin yaklaşık 80 milyar dolarına, yani yüzde 20'sine denk gelmektedir ve bu sayı -2010 ila 2015 arasında bir mukayese yaptığımızda- yüzlü sayılardan binli sayılara ulaşmış bulunmaktadır.

Aynı şekilde, ABD ve Avrupa'ya doğru giden enerji nakliyatının da çok ciddi bir kısmı bu bölgeden geçmektedir. Dolayısıyla, korsanlık ve deniz haydutluğu eylemlerinin vuku bulduğu bu deniz alanları uluslararası deniz ticaretinin başlıca güzergâhlarından biri olup Türk ticaret gemileri ve mürettebatları açısından da önemli bir geçiş noktasıdır. Aden Körfezi'nde ve Somali karasularında ve açıklarında, Hint Okyanusu'nda seyreden ticari gemilere yönelik deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygun eylemleri sayıca azalsa da bir uluslararası güvenlik meselesi olarak hâlâ gündemdeki yerini korumaktadır. Anılan bölgedeki deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygun eylemleri, bölgede icra edilen askerî faaliyetler ve ticari gemilerin aldığı koruyucu tedbirler neticesinde büyük ölçüde önlenmeye başlamıştır ve bölgede son bir yıl içerisinde en azından Türk Bayraklı bağlantılı veya yabancı herhangi bir ticari gemi saldırıya uğramamış, 2010 yılından bu yana da hiçbir ticari gemimize bir kaçırma saldırısı olmamıştır. Söz konusu bölgede deniz haydutluğuyla mücadele faaliyetleri, NATO'nun Okyanus Kalkanı Harekâtı, AB'nin Atalanta Harekâtı ve ABD önderliğindeki Birleşik Deniz Kuvvetleri ve millî kontroldeki gemiler vasıtasıyla 4 ayaklı bir şekilde sürdürülmektedir. Mecliste, burada da zikredildi, 10 Şubat 2009 tarihli ve 934 sayılı Karar'la, 17 Şubat 2009 tarihinden itibaren Birleşik Deniz Kuvvetleri bünyesinde oluşturulan Birleşik Görev Kuvveti-151 (CTF 151) ve NATO'nun Okyanus Kalkanı Harekâtı emrinde dönüşümlü olarak görevler icra edilmektedir. Görevlendirilen firkateynlerle uluslararası toplumun bu mücadelesine katkı verilmektedir. Türk Deniz Kuvvetleri, 25 Şubat 2009 tarihinden itibaren bölgede sürekli askerî bir fırkateyni bu deniz haydutluğuna karşı da bulundurmaktadır. 2015 yılında ise, Körfez ülkeleri seyrine iştirak eden TCG Büyükada ile Ertuğrul Fırkateyni'nin Japonya seyrinin 125'inci yıl dönümü faaliyetine iştirak eden TCG Gediz tarafından Deniz Haydutluğu ile Mücadele Harekâtı'nda 4 dönem destek sağlanmıştır. Aynı şekilde, Türk Kızılayının da Mogadişu'da insani yardım taşıyan ticari gemilerine refakat ederek bir insani yardım görevine de eşlik etmektedir. Deniz haydutluğuyla mücadele kapsamında, Birleşik Görev Kuvveti-151 emrinde icra edilen Deniz Haydutluğu ile Mücadele Harekâtı'na 7 Ağustos-27 Aralık 2015 tarihleri arasında da TCG Gemlik iştirak etmiştir. Dönemsel olarak Birleşik Görev Kuvveti-151'in komutanlığının ülkemizce üstlenilmesiyle, tarafımızdan, NATO dışında ilk defa denizde çok uluslu bir koalisyon gücünün komutanlığı yürütülmüştür. Bu, hem güvenlik gerekçesiyle hem de kapasite artırımı gerekçesiyle önemli bir gelişmedir. Deniz Kuvvetleri unsurlarımızın söz konusu görevlendirmelere ilaveten Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından bölgeden geçiş yapan Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin faaliyetleri yakından takip edilmekte, geçiş yapan ticaret gemileri yürürlükteki koruyucu tedbirler uygulanarak emniyetli seyir yapmaları konusunda bilinçlendirilmektedir ve ayrıca, bölgede harekât icra eden yabancı harp gemileriyle yakın iş birliği içerisinde bulunarak Türk Bayraklı, Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin korunması ve desteklenmesi için tavsiyelerde bulunulmakta ve bölgedeki askerî faaliyetler, deniz haydutluğu tehdit durumu, alınması gereken tedbirler ile güncel gelişmeler hakkında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca denizcilik sektörüne bilgilendirilmeler ve uyarılar yapılmaktadır.

Bölgedeki Deniz Kuvvetleri unsurlarımızca deniz haydutlarına karşı 2009 Temmuz ayından bugüne kadar icra edilen 26 operasyonda toplam 179 deniz haydudu etkisiz hâle getirilmiş, çeşitli ülkelere ait gemilere koruma ve refakat de sağlanmıştır. Aden Körfezi ve Somali açıklarında alınan güvenlik önlemlerinin bir sonucu olarak korsanlık faaliyetlerinin son dönemde Afrika'nın batısına, özellikle de Gine Körfezi'ne kayma eğiliminde olduğu görülmektedir.

Geçtiğimiz süre zarfında Aden Körfezi'nde ve Somali açıklarında seyreden, ülkemizle bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin sağlanması maksadıyla askerî önlemlerin yanı sıra sivil planda da somut, bütünleyici adımlar atılmıştır. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığımızca Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın katkılarıyla bölgede seyredecek Türkiye Bayraklı veya bağlantılı ticari gemilerle ilgili bilgilerin kaydettirileceği Deniz Haydutluğu Bilgi Sistemi de kurulmuş, böylece sahada konuşlu Deniz Kuvvetleri unsurlarımızla ticari gemilerimiz arasında elektronik eş güdüm ve bilgi paylaşımı platformu da oluşturulmuştur.

Aynı şekilde, yine, Bakanlıkla, yani Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığıyla, olası korsanlık saldırılarından kaçınmak veya vuku bulmaları hâlinde bunları imkânlar nispetinde püskürtmek amacıyla Uluslararası Denizcilik Teşkilatı bünyesinde hazırlanan en iyi uygulama kuralları güncellenerek Türk denizcilik sektörüne en geniş şekilde hizmete sunulmuştur.

Deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygunla mücadelede uluslararası iş birliğinin geliştirilmesine özel bir önem atfeden ülkemiz, bu alandaki çabaları başından beri desteklemiş, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve Uluslararası Denizcilik Teşkilatı bünyesinde yürütülen çalışmalara aktif olarak katkıda bulunagelmiştir.

İcra edilmekte olan deniz haydutluğu, korsanlık ve silahlı soygunla mücadele faaliyetlerinin uluslararası meşruiyeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2008 yılından bu yana aldığı ve her defasında bir yıllık dönemler itibarıyla denizde müdahale yetkilerini yenilediği kararlarla tesis edilmiştir. Uluslararası toplumun Somali açıklarında korsanlık, deniz haydutluğuyla, bu ülkenin karasularını da kapsayacak şekilde yürüttüğü mücadelenin temel hukuki dayanağını oluşturan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarının süresi 10 Kasım 2015 tarihli 2246 sayılı Karar'la bir yıl daha uzatılmıştır.

Diğer taraftan, Somali Cumhuriyeti'nden de 13 Ocak 2009 tarihli kararla Türk gemilerine, Somali ana karası açıklarındaki tüm sularda deniz haydutluğu, silah soygun olaylarına karşı fark gözetmeksizin müdahalede bulunma yetkisi verilmektedir. Somali Cumhuriyeti tarafından söz konusu yetki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin her yıl kabul ettiği uzatma kararıyla yenilenmektedir.

Bu vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı çerçevesinde bölgede görevlendirilen Deniz Kuvvetleri unsurlarının deniz haydutları ve silahlı soygun icra eden kişilere yönelik Somali toprakları üzerinde herhangi bir kara harekâtında görevlendirilmediği de bilinmelidir.

Ülkemiz, Güvenlik Konseyinin 1851 sayılı Kararı çerçevesinde korsanlıkla etkin mücadele amacıyla oluşturulan Somali Açıklarında Korsanlıkla Mücadele Temas Grubu'na kurucu üye olarak katılmıştır. Ayrıca, söz konusu temas grubu tarafından Somali açıklarında korsanlıkla mücadele eden devletlerin inisiyatiflerini destekleme amacıyla tesis edilen emanet fonuna da katkı sağlamıştır. Bu çerçevede, 2013 yılında kurul üyeliği yapmıştır.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Hükûmetimizin getirdiği, Başbakanlıktan gelen tezkereyle korsanlık, deniz haydutluğuyla mücadelede sürdürülen bu çabalara paralel olarak Somali'ye yardımlar da hız kesmeden devam etmektedir çünkü korsanlık meselesinin çözümü ancak Somali'nin iç düzeninin sağlanması, refah ve huzura kavuşmasıyla mümkün olabilecektir. Bu gerçekten hareketle, kapsamlı stratejiye dayanan bir Somali politikası yürütülmektedir. İşin aslı, kapsamlı bir Somali politikası olan ve bunu hayata geçiren dünyadaki tek ülke de son beş yıldır Türkiye'dir. Altyapı projeleri, kalkınma projeleri, konuşmamın başında zikrettiğim gibi, hayata geçmiştir. Kasım 2011'de yeniden büyükelçiliğimizin açılması, Mart 2012'de Türk Hava Yollarının Mogadişu seferlerine başlaması, Somali'nin yalnızlığının kırılmasında ve uluslararası toplumla bütünleşmesinde çok ciddi adımlara dönüşmüştür. Aynı şekilde, Hargeisa Başkonsolosluğumuz da 1 Haziran 2014'te faaliyete geçmiştir. Somali'de yeni dönemin önceliklerini devlet kurumlarının inşası, temel kamu hizmetlerinin sağlanması, yeniden imar, kalkınma ve güvenlik kurumlarının yapılandırılması, ulusal uzlaşmanın sağlanması ve aynı şekilde mültecilerin de eve dönüşlerinin güçlendirilmesi olarak görmek gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün gündemimizde bulunan Somali açıklarındaki korsanlık faaliyetleri kadar benzer bir korsanlık faaliyeti de sınırımızın hemen öbür yanında hayata geçmektedir hem de çok vahşice çok daha büyük katliamlara imza atacak şekilde. Başta Baas rejimi olmak üzere Rusya ve İran'ın sürdürdüğü katliamlar Halep çevresinde yoğunlaşmış, Halep ve mücavir bölgelerde yaşanan katliam ve terörün Aden Körfezi'nde yaşananlardan çok daha vahim olduğunun altını çizmek isterim.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Sizinkiler yapıyor ya.

TAHA ÖZHAN (Devamla) - Somali açıklarında kriz için bir araya gelmeyi başaran uluslararası aktörlerin Suriye'deki insanlık krizi için de sessiz kalmamaları beklenirdi. Maalesef, son beş yıldır bu kriz her geçen gün biraz daha büyürken bu sessizlik korunmuştur. Yaşanan katliamlar neticesinde Suriye'de, kabaca, aktör sayısını 2'ye indirgemeyi hedefleyen bir akıl yürütülmektedir. Rusya'nın başı çektiği, Afganistan'dan, Pakistan'dan, Lübnan'dan Şii milislerin, Irak'tan Şii milislerin öncülüğünü yaptığı, İran'ın da tam destek verdiği büyük bir katliam harekâtı Suriye'de beş yıldır kendisini farklı formlarda sürdürmektedir. Eğer bu başarılı olursa Rusya'nın ve İran'ın bundan hedeflediği şey, Suriye'de sadece Esed ve DAİŞ'in ortada kaldığı, aktör sayısının 2'ye indiği oldukça kanlı bir manzaranın ortaya çıkarılma girişimidir. Bunun da yapılabilmesi için Suriye'de zaten 15-16 milyona inmiş yani 10 milyona yakın insanın ülke içinde veya dışında mülteci konumuna düştüğü bir manzaradan çok daha sert bir şekilde sivillerin büyük ölçüde ülkeyi terk edeceği ve nüfusun daha da azalacağı ve sadece DAİŞ ile Esed yönetiminin, Baas rejiminin ayakta kalacağı ve dünyayı da bu ikisinden birisine tercih etmeye zorlayacağı oldukça ilkel bir strateji hayata geçirilmeye gayret edilmektedir.

Bu tehlikeli girişimin varacağı tek yer, Esed rejiminin de, DAİŞ terörünün de bölgeye çok daha sert bir şekilde yansıması, bölgeyi çok daha sert bir şekilde sıkıntı içine çekmesinden ibaret olacaktır. Bugün bu stratejinin hayata geçmesini doğrudan veya dolaylı bir şekilde izleyen veya desteklen aktörlerin tamamı, yarın bu iki aktörle baş başa kalındığında çok daha büyük bir bölgesel krizle -nasıl El Kaide'yle mücadelede krizi dağıtarak birkaç ülkeden ibaret olan sorunu şu an 100'e yakın ülkede uğraşılması gereken bir meseleye dönüştürdülerse- başta bölgemiz olmak üzere küresel bir soruna dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.

Suriye'de kısa vadeli kazanımların peşine düşenler, bir asır önce aynı sahnelerin yaşandığını ve hatta bazı unsurların etnik ve sekter, otonom, devlet görünümlü yapılarla Sykes-Picot'tan nasiplendiğini bilirler. Ama şunu da bilmeleri gerekir ki, bir asır önce ortaya çıkan etnik, sekter, otonom veya devletçik yapıların hiçbirisi beş altı yılı, yedi yılı geçen ömürlere sahip olmamışlar çok daha büyük katliamların, bölgesel krizin ve yabancılaşmasının önünü açmışlardır. Bir asır önce Sykes-Picot bölge halklarına ne vaat ettiyse ve ne yaptıysa bugün de Mezopotamya'da kan ve zülüm üzerine inşa edilecek sömürgeci her bölgesel düzen aynı şeyi vaat edecektir.

Lakin geldiğimiz noktada bu düzene nöbetçi olma konusunda bütün aklını ve ahlakını yitirmiş aktörlerin marifetiyle bu kanlı sürecin hayata geçtiğini görüyoruz. Biraz önce zaten Rusya'yı, İran'ı ve onun müzahir unsurlarını saydık ama benzer şekilde Baas rejimi altında en büyük zulümlere maruz kalmış olan Kürtler de, PKK terör örgütü eliyle maalesef kirletilmiştir. Esed rejiminden en büyük zulmü görmüş olan Kürtler, PKK marifetiyle bir de Baas rejiminin iş birlikçisi yaftasını sırtlarında hissetmişlerdir. Suriye'deki Kürtlerin bir kısmının yaşadığı bölgedeki bir örgütten ibaret olan PKK, son beş yıl içerisinde aynı anda Rusya'nın, Amerika'nın, İran'ın ve Baas rejiminin destekleriyle, önce kendisine destek vermeyen Kürtleri bölgeden uzaklaştırmış, ardından da diğer unsurlarla oldukça etnik bir çatışmanın içerisine girerek kendisine açılan alan üzerinde yürümeye devam etmiştir. Bu yolun bir çıkış yolu olmadığı, dediğim gibi, yüz yıl önce de ortadaydı, şimdi de ortada. Üzücü olan, Suriye'nin en mazlum, kimliksiz halkı konumunda olan Kürtlerin bir de PYD marifetiyle bölge halklarıyla arasına giren derin yabancılaşmadır.

Burada demagojiler yapıldı, çukurdan bahsedildi. Çukurdan bahseden hatibin HDP Grubundan olması da ayrıca manidar. Stratejik bir çukurdan bahsedildi. Milyon kere yalanlanmış, açıktan düşmanlık içerisinde olduğu örgütün eylemleriyle de ispatladığı IŞİD'e destek verildiğini çok rahat bir şekilde telaffuz etti. Âdeta bir yerli muhbir tadında dışarıdan Türkiye'ye konuşan bir hatibi burada dinledik, üzülerek dinledik.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Ne diyorsun sen ya?

TAHA ÖZHAN (Devamla) - Sizden bahsediyorum.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Öyle bahsedemezsin, ahlaksız!

TAHA ÖZHAN (Devamla) - Üzülerek dinledik.

Buradaki her şey, tabii, kayıtlara geçiyor, ileride tarih bunların hepsini yargılayacak, buradaki ifadelerin hepsi aynı şekilde kayıtlara geçiyor.

Türkiye, IŞİD'e destek vermemektedir. DAİŞ terör örgütü, Türkiye'yi açık bir şekilde düşman olarak ifade etmektedir, Türkiye içerisinde katliamlara imza atmıştır. Türkiye de bu terör örgütüyle mücadele etmektedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) DAİŞ'in eğer bir ortağı varsa, Baas rejimiyle doğrudan iş birliği içerisinde olan ve şu an birbirlerine sadece 3 kilometre uzakta olan ama bir tek mermi sıkmayan, Rusya önderliğinde Kürtlere de bölge halklarına da zulmeden PYD'nin kendisidir.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)