Konu:ULUSLARARASI PARA FONU ANA SÖZLEŞMESİNDE İCRA DİREKTÖRLERİ KURULU REFORMUNA İLİŞKİN OLARAK YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLERİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:110
Tarih:23/05/2012


ULUSLARARASI PARA FONU ANA SÖZLEŞMESİNDE İCRA DİREKTÖRLERİ KURULU REFORMUNA İLİŞKİN OLARAK YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLERİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 177 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini belirtmek üzere huzurunuzdayım. Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, hemen İkinci Dünya Savaşı ertesinde gelişmekte olan birçok ülke ekonomik kalkınmalarını sağlayabilmek için finansman arayışlarına girdi ve bu finansman arayışları sırasında 1945 yılında Bretton Woods dediğimiz Uluslararası Para Sistemi yürürlüğe girerek bir anlaşma yapıldı. 27 Aralık 1945 tarihindeki bu anlaşmayla birçok ülke Uluslararası Para Fonunun ve Dünya Bankasının yürürlüğe koyduğu kuralları kabul etme durumunda oldu. Türkiye de hemen 1945 sonrasında, 11 Mart 1947'de bu anlaşmaya imza koyarak IMF ve Dünya Bankasıyla ilişkilerini o tarih itibarıyla başlattı. İşte ondan sonra, 1947 sonrasında ilk 1961'de imzalanan stand-by'dan itibaren Türkiye 19 tane stand-by anlaşması imzaladı ve bunun sonuncusunu da 2005 yılında AKP Hükûmeti imzaladı.

Değerli milletvekilleri, bu anlaşma da 2009 yılında nihayetlendi ve o günden bu güne kadar şu anda Türkiye bir stand-by anlaşması yapmıyor IMF'yle, ancak birtakım gözlemleme, "monitoring" dediğimiz uluslararası gözlemleme sistemlerini devam ettiriyor.

Sayın milletvekilleri, büyük ve iddialı bir söylemle duyurusu yapılan mali kuralın uygulamaya geçemeyişi, Gelir İdaresinin özerkleştirilemeyişi, yerel yönetimlere siyaseten para kaynaklarının aktarılması IMF tarafından yaklaşık on yıldır sürekli eleştirilmektedir. En son ocak ayında IMF'nin yayınladığı raporda da yine -Hazinenin sitesinde bu rapor bulunabilir- bu şekilde bir eleştiri getirilmektedir. Ülkemiz ekonomisini daha şeffaf hâle getirecek, doğal olarak daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayacak olan tedbirleri alamayan yetkililer ekonomimizin şu anda çok iyi bulunduğunu iddia etseler de birçok çevre, buna uluslararası ekonomi kuruluşları da dâhil olmak üzere, durumun hiç de böyle olmadığını makroekonomik göstergeler açısından açıklamaktadırlar. Şu sıralarda Türkiye ekonomisinin artık büyüme değil, bir iniş içine geçtiği ve bu inişin nasıl olacağı, sert bir düşüş şeklinde mi olacağı, yoksa daha yumuşak bir düşüş mü olacağı şeklinde tartışmalar da yapılagelmektedir. Ancak iç talebin sürekli düşmesi, Avrupa Birliğine olan ihracatımızın azalması ve dünya ekonomisindeki yavaşlamayı da göz önüne alırsak bu inişin oldukça sert olacağını öngörebiliriz.

Değerli arkadaşlar, 2012 başında, yani yıllık ekonomi programında açıklanan birçok rakam, bugün, 5'inci ayı bitirdiğimiz bu dönem içerisinde maalesef sürekli revize hâle getirilmiştir. İşte OECD'nin Türkiye için öngördüğü bu yılki büyüme hızı yüzde 3,3'tür. Ancak bizim Orta Vadeli Program'da bir türlü tutturamadığımız ve aşağıya doğru sürekli revize ettiğimiz rakamlar 2012 yılının da Türkiye açısından iç açıcı geçmeyeceğini göstermektedir. Türkiye açısından son on yılda birçok rekorlar kırılmaktadır. Cumhuriyet tarihinin en yüksek dış ticaret açıkları, cari açıklar, ithalat rekorları yine bu dönem içerisinde kırılmıştır. Öte yanda, sürdürülemeyen niteliksiz bir büyüme, onun doğal sonucu olarak istihdamda düşmeler, işsizliğin artması ve son zamanlarda yine dikkat çekici bir şekilde Türkiye'nin yurt içi tasarruf oranlarının da oldukça düşük seviyeye gelmesi bugünün en önemli başlıklarıdır.

Değerli milletvekilleri, bu başlıklardan cari açığa baktığımız zaman, millî gelirimizin yüzde 10'unu aşan ve artık kritik seviyeyi hayli geçmiş olan cari açık, alarm zillerinin çalmasına da sebep olmaktadır. Türkiye, 100 dolarlık ihracat yapabilmek için 140 dolarlık ithalat yapmaktadır ve bu 40 doların nereden finanse edildiği ve nasıl finanse edildiği konusu da oldukça tartışmalıdır. Cari açık sürdürülebildiği sürece ve finanse edildiği sürece bir problem olmadığını bazı iktisatçılar ileri sürse de, bugünkü ekonomi yönetimi de bunun içine dâhildir, ancak açığın finansmanı ve finansmanın kalitesi tartışmaları da sürmektedir.

Değerli arkadaşlar; 2,6 milyar dolarlık sermaye kalemlerindeki finanse edilemeyen açığı, "net hata, noksan" diye Merkez Bankasının her hafta açıkladığı bilançosundaki bir kalem kapatmaktadır. Ve bu rakam son olarak açıklandığında 3,8 milyar dolar civarındadır ve sıcak paranın girmeye devam ettiğini ve sağlıklı bir açık finansmanı şeklinde de sürdürülemediğini göstermektedir. Geçmişte sıcak paranın hisse senedine mi, tahvile mi veyahut mevduata mı yatırıldığı noktasında en azından bazı bilgilere sahiptik; ancak, bugün itibarıyla bu para nereye geliyor ve ne şekilde ekonomiye enjekte oluyor, maalesef bu konuda da bilgi sahibi değiliz. Esasen bütün bu olumsuz gelişmeler, geçtiğimiz yaz, yani Temmuz 2011'den itibaren alarm çanlarını bize çaldırmıştı, yani artık cepten yemeye devam ediyoruz, döviz rezervlerimiz sürekli azalıyor ve biraz önce de belirttiğim bu "net hata, noksan" diye kaynağı belli olmayan bir paranın girişine bel bağlamış durumdayız. Öte yandan, enerji faturamız da kabarıyor, cari açığı tahmin ederken Orta Vadeli Program'da, 97 dolar civarında bir enerji faturasından, petrol fiyatından bahsediliyordu varil başına, ancak 2012 yıllık programı hemen açıklandığında yani aradan birkaç ay geçmeden bu 100 dolar olarak revize edildi, petrol fiyatı. Bugünlerde dalgalanan -ne mutlu ki aşağıya doğru dalgalanıyor- petrol fiyatı bizim cari açık tahminlerimizin de baştan yapılmasına vesile olmaktadır.

Değerli arkadaşlar, biz 57'nci Hükûmet döneminde Merkez Bankasını bağımsız hâle getirdik ancak görülen o ki bugün başta Sayın Başbakan ve ekonomi yönetimi Merkez Bankasının bu bağımsızlığından oldukça şikâyetçi görünüyor ve hatta Merkez Bankası Başkanının bazı açıklamalarından da rahatsız görünüyorlar. En son Sayın Başbakan TOBB Genel Kurulunda bankaların kredi açmamasından dem vurdu ve şikâyet etti. Ne ilginçtir ki o şikâyet edilen banka kredi oranları Merkez Bankasının geçen sene sınırladığı, yüzde 25 olarak belirlediği, bu sene yüzde 15'e düşürdüğü, hatta yüzde 14'e çekme noktasında da tedbir aldığı bir uygulamadan dolayı yapılmaktadır. Yani biz, bir yandan dövmeye devam ederken kurumlarımızı, öbür taraftan da "Kaçın." diye arkalarından kovalıyoruz.

Değerli arkadaşlar, aynı şekilde kredi derecelendirme kuruluşlarıyla da kavgamız devam ediyor. Zaten Türkiye'de son zamanlarda bütün uluslararası kurumsal yapıyla bir kavga modası da var. Şimdi, deniliyor ki: "Bu kredi derecelendirme kuruluşları yanlış bazı tespitler yapıyor ve kendi yerli kuruluşumuzu yapacağız." Bir yönüyle baktığımız zaman çok normal ve sevindirici bir gelişme gibi görülse de siyasi sahada hamasi söylemlerle ekonomi yönetilemeyeceğini maalesef sonradan başımızı vura vura öğrenmek durumunda da kalacağız.

En yüksek cari açığı veren bir ekonomi yönetimimiz var ve öte yandan, millî gelirin yüzde 20'ler seviyesinden 1999'da yüzde 12'ler seviyesine düşen bir tasarruf oranımız var. Peki, bu konuda tedbir alması gereken ekonomi yönetimi ne yapıyor? Maalesef herhangi bir ciddi tedbir ve politika geliştirilemediğini görüyoruz.

Dünya Bankası bir rapor hazırladı. Bazı zamanlar, uluslararası kuruluşların hazırladığı raporlara ciddi itibar gösteriyor ekonomi yönetimi ancak bu raporu yani yüksek büyümenin sürdürülebilirliğiyle ilgili ve tasarruflara yönelik ciddi eleştirilerin yapıldığı bu raporu maalesef ekonomi yönetimi atladı. 1990'larda Türkiye yüzde 23,5 seviyesinde tasarruf yapıyormuş, gide gide 2000-2008 döneminde bu oran yüzde 17'ye düşmüş ve nihayetinde de geçtiğimiz yıl içerisinde yüzde 12,7'ye kadar gerilemiş.

Şimdi, geliştirilmesi gereken esas mesele, biraz önce de söylediğim dış talebin azaldığı ve sürekli bir sıkıntının içinden bahsedildiği dünya ekonomisinin yavaşladığı bir dönemde sizin iç talebinizi ve dolayısıyla tasarruflarınızı büyütmeniz gerektiği.

Makroekonomi açısından baktığınız zaman, tasarruf bir sonuçtur değerli milletvekilleri. Dolayısıyla, şimdi sizin yapmanız gereken, bu tasarruflarınızı ne şekilde arttıracağınız olması lazım. Eğer yüksek oranlı büyüme hızında ısrar ederseniz, o zaman ortada, belki de Yunanistan gibi, ülke ekonomisinin ileride -Allah göstermesin- iflasına kadar gidecek ciddi politika yetersizlikleriyle karşı karşıya kalabilirsiniz.

Dünya Ekonomik Forumu bir Küresel Rekabet Endeksi yapıyor. Dolayısıyla, bu kadar tasarruf edemeyen bir ekonomide girişimcilerimiz de sıkıntı içerisindedir. Bu endekse baktığımız zaman, Türkiye, iç piyasada rekabetin yoğunluğu açısından 142 ülke arasında 13'üncü; rekabet hukukunun etkinliği bakımından 33, firmaların pazar hâkimiyeti bakımından da 41'inci duruma gerilemiş yani hem tasarruf yapamıyorsunuz hem girişimcileriniz, firmalarınız zor duruma düşmüş, bunun doğal sonucu olarak da rekabet yapma endeksiniz gerilemiş.

"2011 yılında ne olmuş?" diye şöyle geriye baktığınız zaman, Türkiye'de rantiyenin kazandığını görüyoruz değerli arkadaşlar. Ücretlimiz enflasyona, rantiyeye ezdirilmiş durumda ve ciddi manada, sürdürülemez bir yapı içerisinde Türkiye, 2012 yılında yaklaşık 130 milyar dolar civarında bir dış finansman ihtiyacı içerisinde.

Şimdi "Bu finansmanı nereden bulacağız, nasıl bulacağız?" tartışmaları devam ederken ve  2012'de kaynak bulmanın zor olacağı noktasında bütün uluslararası kuruluşlar kanaat belirtirken, biz öte yanda dönüyoruz 2012'de yüksek bir büyüme hızı öngörüyoruz, daha sonra bunu revize ediyoruz ama revize ettiğimiz rakam bile uluslararası kuruluşların tahminlerinin çok çok ötesine çıkıyor. Öbür taraftan da kredilerimizi daraltıyoruz, bankalara -tabiri caizse- fırça çekiyoruz ve bunun sonucunda kendi ayağımıza kendimiz kurşun sıkıyoruz.

Avrupa bankaları artık bu dönemde bize borç verme durumunda olmayacak çünkü kendi sıkıntılarını aşma noktasındalar, borç krizi yüzünden kredilerini kısmak zorunda kalmış durumdalar.

Ekonomi yetkililerinin yürüttüğü mevcut büyüme modeli, yani ısrarla, sıcak paraya dayalı, sürdürülemez ekonomik modeli artık iflas etmiş noktaya geldi.

Değerli arkadaşlar, ülkenin sürekli cari açığını ve dış borçlarını arttıran bu model istikrarlı ve sürdürülebilir olmaktan da uzaklaştı. O zaman ne yapmamız lazım? İyi bir büyüme stratejisi ortaya koymamız lazım. Bu stratejinin içerisinde üretimin yavaşlaması değil, üretimin ithalata bağımlı hâle gelmesi değil, tam tersine, ihracat odaklı bir büyüme stratejisi izleyerek üretimi artırmak olması gerekiyor ama öbür taraftan bakıyoruz, ülkemizde maalesef ihracattan sorumlu bir bakan var ama ithalatla ilgili, nedense hiç kimse ağzını açıp da bir kelime söylemiyor. Zaten ihracatçı kuruluşların tepesinde de eğer ithalatçılar oturursa, bir kısım ithalatçılar bu meslek kuruluşlarının tepesinde meslek odası başkanlığı gibi bir görev yaparsa zaten bu soruna da doğru bir çözüm getirme şansımız, maalesef, olmaz.

Öbür tarafta işsizlik rakamlarına da göz atmak lazım. Bakın, 2012 yılına geldiğimiz zaman artık çift haneli işsizlik rakamlarıyla karşı karşıya kaldık ve bu, geçtiğimiz senenin Temmuz 2011 sonrasındaki dönemin zaten belirtileri arasındaydı. Geçtiğimiz yaz döneminde, o cepten yediğimiz, fazladan kullandığımız rezervler bugün bize ciddi manada sorun yaratmaya başladı. İşsizliğin bu kadar artmasının tabii ki en önemli sebebi, işte biraz önce söyledim, büyümenin yani aşağı inişin, durağan hâle gelmenin, yumuşak mı, sert mi tartışmalarının sonucunda büyüme hızımızın düşmesi. Yüzde 8,5 seviyesindeki bir büyümede, siz birden ayağınızı frene bastığınız zaman, bu aracı bu kadar hızlı bir şekilde durdurursanız bunun doğal sonucu olarak da ortaya bir istihdam boşluğu ve işsizlik çıkaracaksınız demektir.

Değerli milletvekilleri, çok ilginçtir, Türkiye'de bir de bir IMF borcu tartışması yapılıyor. Şimdi, 2002 yılında Türkiye'nin devrettiği IMF borç stoku 23,5 milyar dolar falan değildi. Bu borç, ben size söyleyeyim, 13,9 milyar dolardı. Şimdi, bu tabii ki çok ilginç bir noktadır. 2003'te 16,7'ye çıkmış, 2004'te 18,4 olmuş, 2005'te 14,6 olmuş, 2006'da 10,8 olmuş, 2007'de düşmeye başlamış, 7,1 olmuş, 2008'de tekrar artmış 8,6 olmuş ve nihayetinde yani bu son 2005 stand-by anlaşmasının bittiği 2009'da da 8 milyar dolar civarına gelmiş. Yani sizin yaptığınız anlaşmanın sonucunda kullandığınız kredi dilimlerine göre sizin borç stokunuz artabiliyor da, azalabiliyor da. Şimdi, buradan yola çıktığımız zaman siz şuna bakacaksınız: 2002-2011-2012 arasındaki toplam borç stoku ne kadar artmış; ona bakacaksınız. Türkiye'nin IMF borcu artık o kadar az bir noktaya gelmiş ve konuşulmaz bir hâle gelmiş durumda ki sizin bu borçla mukayese yapma şansınız zaten yok uluslararası anlamda. Siz toplam borcunuza bakacaksınız, kamu artı özel sektör borcuna bakacaksınız. Öbür tarafta, bu süre içerisinde 50 milyar dolar civarında özelleştirme yapmışsınız. Yani bir yandan borcunuzu artırıyorsunuz, 2002'de 221 milyar dolardan 580 milyar dolar civarında bir toplam borç rakamına geliyorsunuz ve 50 milyar dolar, özelleştirmeye rağmen büyük bir maharet göstererek toplam borcunuzu artırıyorsunuz. Asıl mesele bunun konuşulması, bunun nasıl azaltılacağı noktasında, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ortak tedbir geliştirelim, beraber politikalarımızı üretelim.

Değerli arkadaşlar, istihdamı sanayi sektörünün yaratması lazım, büyütmesi lazım. Ancak bizde, baktığımız zaman, istihdam yaratan çalışma kollarına baktığımızda, maalesef, vasıfsız, düşük ücretli ve düşük katma değerli iş kollarında istihdam var. Bu, sanayi sektöründe de böyle, hizmet sektörlerinde de böyle. Dolayısıyla bütüncül bir şekilde ve hükûmetten hükûmete de değişmeyecek bir istihdam stratejisi ortaya koyamazsanız o zaman sizin memleketinizde, ülkenizde işsizlik sorununu çözme şansınız da kalmaz.

Birçok yapısal sorun var işsizlikle ilgili. Bunların en başında da iş gücüne katılımın uluslararası standartlara yükseltilmesi meselesi geliyor, kadın iş gücünün yükseltilmesi meselesi geliyor ki, biz bunu son yapılan istihdam stratejisi çalışmalarında göremiyoruz değerli arkadaşlar.

Yaklaşık on yıldır ülkemizde pür liberal ve küresel piyasalara entegre olma gayreti içinde olan bir politika izlendiğini görüyoruz. Bu politikalar dünyanın birçok ülkesinde terk edilmiş olmasına rağmen, maalesef, ısrarla, Türkiye'nin kendi iç dinamiklerini ve rekabet gücünü yükseltecek bir politika izleme yerine, doğru önceliklere dayalı stratejiler geliştirmek yerine böyle bir politika takip ediliyor. Bu, bizi, performans bakımından kendi ligimizdeki ülkelerden geride bırakacak bir uygulama hâline gelir ve maalesef, bunların sonucunda da küresel finans piyasasının dışsallıklarına daha fazla bağımlı hâle geliriz. Onun için, Türkiye'nin refahı noktasında, Türkiye'nin ekonomik kalkınması noktasında çok da fazla bir şey yapmayan ekonomi yetkililerine buradan seslenmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, karmaşık hedeflerle uğraşmayı ve stratejik kurgulamayı öğrenmeniz gerekmektedir. Eğer bunu doğru yerde ve doğru zamanda yaparsanız, ülkemizin o "namütenahi" dediğimiz sonsuz değerlerini, millî ekonominin servetlerini de geliştirme şansınız olur.

Değerli arkadaşlarım, bu düşüncelerle tasarının hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.