Konu:(10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831, 3840 ) No'lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:50
Tarih:01/02/2022


(10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831, 3840 ) No'lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Küresel İklim Değişikliği Komisyonu Raporu'nun görüşülmesi için İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve bizi dinleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, küresel iklim değişikliği, kuraklıkla mücadele, su kaynaklarının verimli kullanılması artık günümüzde yalnızca ulusal ve bölgesel bazda değil küresel bazda da kendini hissettiren önemli ve hayati bir olgudur; buna kayıtsız kalamayız. Küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi insanlık için büyük bir zorunluluktur. Küresel iklim değişikliğinden büyük ölçüde etkilenecek olan ülkelerin başında Türkiye'nin de olması, gerek küresel iklim değişikliğine gerekse çevre sorunlarına karşı daha duyarlı olmamızı emretmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2021 yılının ilk aylarında, bu raporun oluşmasında aktör olan söz konusu bu geçici komisyonun kurulmasına karar vermiştir. Komisyon bugüne kadar yaklaşık 23 toplantı yaparak bir sonuca ulaşmıştır. Bu sonucun alınmasında ülkemizin en yetkin bilim insanlarının, ilgili kurum ve kuruluşların, bakanlıkların doğrudan ya da dolaylı STK'lerin, yerel yönetimlerin payının olduğu muhakkaktır. Yapılan sunumlarda, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin negatif etkilerinden, eğer önlem alınmazsa gelecekte bizi bekleyen risk ve tehlikelerden bahsedildi. Bu toplantı ve sunumlar sonucunda iklim değişikliği, kuraklık ve doğal kaynakların korunması konularının önemi daha iyi anlaşıldı, bunlara yönelik farkındalık gelişti.

Değerli milletvekilleri, çevre duyarlılığı günümüzde bir çevre bilinci oluşturmak için ihtiyaçtır. Zaten biz Türklerin yaşam tarzında ve uygarlığında ağaca, doğaya, suya, havaya, çevreye ve hayvanlara bütünüyle korunması gereken bir değer, yaşam döngüsünün bir aşaması olarak bakılması esastır. Doğayı ve çevreyi kirletmek, tahrip etmek büyük bir ilkelliktir; doğaya ve çevreye saygı ise medeniyettir, uygarlıktır. Geldiğimiz aşamada tüm insanlığı cömert imkânlarıyla besleyen, büyüten, geliştiren yerküremiz artık 8 milyara yaklaşan nüfusuyla tarihte ilk kez 21'inci yüzyılda kaynak yetersizliği sorunuyla tehlike işareti vermeye başlamıştır. Kabul edilmelidir ki bu konuda Batı'nın sorumluluğu ise çok daha yüksektir. Malthus'un Nüfus Yasası'nda belirtiği gibi, nüfusun geometrik diziyle, gıda maddelerinin aritmetik diziyle arttığı bir dünya, insanlığı açlığa ve yetersiz beslenmeye doğru götürecektir. Nitekim, bugün yaşadığımız en önemli sorun açlık, dengesiz ve yetersiz beslenme, kirli hava, kirli su, kanalizasyon ve kuraklık insanlığın başına beladır.

Değerli arkadaşlar, burada kısaca ifade etmem gerekir ki Türk ve İslam medeniyeti doğaya, çevreye saygılı bir medeniyetken ne oldu da doğayı katleden, çevreye zarar veren, menfaat karşılığı millete ait olan ormanları yakan, yağmalayan, su kaynaklarını yok eden, yer altı sularını acımasızca tüketen, denizlerimize, kıyılarımıza, göllerimize kasteden, tarım arazilerini imara açarak talan eden, havamızı kirleten bir varlık hâline dönüştü? Biz 21'inci yüzyılda bu konuda da yeni bir uygarlık öngörüsüyle insanlığın karşısına çıkabilecek miyiz? Değerli arkadaşlar, her şey aslında bu sorunun cevabında saklı. Açıkçası bunun idraki içerisinde çok sayıda insanımızın, aydınımızın olduğunu da biliyorum ama menfaat ve güç zehirlenmesine maruz kalan bir güruh maalesef, her şeyi yakıp yıkmakta, sömürmekte ve sadece Türkiye için değil, dünya için de bir tehdit odağı hâline gelmektedir. İşte, biz bu zihniyetin mensuplarıyla cesurca savaşabilirsek, bu çıkar azgınlarının önüne set çekebilirsek ancak o zaman küresel ölçekte yeni bir uygarlık vizyonu geliştirebiliriz.

Değerli arkadaşlar, Batı dünyasına gelince; bilhassa Batı'da yaşanan Sanayi Devrimi'yle birlikte üretim, altyapı, teknoloji, ulaşım gibi birçok alanda yaşanan gelişmeler ne yazık ki doğanın ve çevrenin amansızca tahribatını da beraberinde getirmiştir. Özellikle son iki asırda emperyalist politikalar izleyen Avrupalı devletler kendi topraklarını, kendi ülkelerini "sanayileşme" adı altında kirletmiş, fosil yakıtları hoyratça kullanmıştır, işgal ettikleri bölgelerde de çevre felaketlerine ve yoğun kirliliğe yol açan icraatlar tatbik etmekten geri durmamışlardır; o günden bugüne felaketler, krizler, afetler ve salgınlar gündelik yaşamın bir parçası hâline gelmiştir. Hatta 2 büyük dünya savaşı yine bu dönemin insanlığa bir faturasıdır, küresel yüzey sıcaklığında yaşanan değişimler de bu faaliyetlerin bir sonucudur. Eğer böyle devam ederse 21'inci yüzyıl sonlarına doğru ortalama sıcaklığın 2 derece daha artması kaçınılmazdır. Muhtemel ısınmayı +2 derecenin altında tutabilmek için özellikle emisyon azaltımı zorunludur, aksi hâlde tüm insanlık için felaketler kaçınılmazdır. İnsanlık, doğaya ve çevreye yönelik hassasiyetten vazgeçerek ihtiyacı olandan fazlasını istedikçe, doğanın katledilmesine duyarsızlaştıkça felaketler, salgınlar, yangınlar, heyelanlar, depremler, nükleer sızıntılar ve diğer doğal afetler kaçınılmaz hâle geliyor.

Değerli milletvekilleri, insanlığın çevreye olan duyarlılığı konusunda en kapsamlı çalışma yapan kurum, kuşkusuz, Birleşmiş Milletlerdir. Birleşmiş Milletlerin "Temiz ve sağlıklı çevre insan hakkıdır." şiarından hareketle yürüttüğü çalışmalar ve yaptığı toplantılar tüm dünyada ilgiyle izlenmektedir. Bu konuda çok sayıda anlaşmanın, sözleşmenin, protokolün ve konferansın hayata geçirilmesi elbette ümit vericidir. Yine, Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın Avrupa Birliği tarafından benimsenmiş olması ve küresel anlamda yaygınlaştırılması talepleri insanlık adına önemli bir adımdır. 1972 Stokholm İnsan Çevresi Konferansı'ndan Paris İklim Anlaşması'na kadar geçen süreçte küresel kurum ve kuruluşların, çevre bilinci oluşmasında ve küresel ısınmada farkındalık yaratmakta oldukça büyük mesafeler aldıklarını burada ifade etmek istiyorum. Paris İklim Anlaşması, küresel iklim değişikliği yönünden önemli bir uluslararası hukuki metindir. Bu anlaşmaya Türkiye'nin de onay vermesi olumludur. Geçen yıl Glasgow'da 26'ncı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı yapıldı. Bu konferansta da kömür kullanımının aşamalı olarak azaltılması ve emisyon azaltma planlarının kontrolü gibi konularda kararlar verildi.

Bu bağlamda, ülkemizin çevre bilinci ve küresel iklim değişikliği konularında daha etkili olması tabii ki temel arzumuzdur. Bütün bunlara rağmen, ülke olarak iklim bilincinin ve küresel ısınmaya yönelik alınması gereken önlemlerin yeterli seviyede olmadığı da hepimizin malumudur. Açıkça görülüyor ki doğayı tahribat bütün hızıyla devam etmekte, çevre acımasızca kirletilmekte, doğal kaynaklarımız her geçen gün azaltılmakta, denizlerimiz plastik çöplüğüne çevrilmekte, ormanlarımız kimi zaman rant uğruna kimi zaman cahilce ve haince eylemlerle yok edilmektedir.

Tabii, böylece sel, çığ, heyelan gibi afetler de kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bunlara ek olarak, son elli yılda ülkemizde yaz aylarında sıcaklık ve buharlaşma artmış ve yağış miktarı azalmıştır. Suya bağlı olarak tarımsal topraklarda son yirmi yılda 4 milyon hektarın üzerinde bir kayıp söz konusudur. Bunun bir faktörü çarpık şehirleşme, diğeri ise insanların kırsaldan kentlere doğru göçüdür. Milyonlarca insan köyleri boşaltarak kentlere akın etmiş, bunun sonucunda da ayrı bir dert olan kent işsizliği doğmuştur.

Değerli arkadaşlar, Tarım ve Orman Bakanlığının verilerine göre, kişi başına yıllık 1.347 metreküple "su stresi yaşayan ülkeler" sınıfındayız. TÜİK'e göre ise 2030 yılında kişi başı bin metreküple "su fakiri ülkeler" grubuna düşmüş olacağız. Değerli arkadaşlar, biz su fakiri olacak ülke miyiz? Biliyorsunuz, barajlarımız her sene kuraklık yüzünden su potansiyelini kaybetmektedir. Bilinçsizlik ve tedbirsizlik nedeniyle göllerimiz kurumaya yüz tutmuştur. 440 milyar metreküplük toplam su kapasitemizin ancak 112 milyar metreküpü kullanışlı hâldedir.

Evet, bütün bu sorunların kaynağı ise iyi bir doğa ve çevre politikamızın olmamasıdır. AKP hükûmetleri son on dokuz yılda doğaya sahip çıkmak adına hiçbir ilerleme kaydetmemiş, doğal kaynakları kötüye kullanmış ve tahrip etmiştir. Su kaynaklarının yönetiminden sorumlu kurumlar arasında eş güdüm sorunu bir türlü giderilememiştir. Su miktarı sorununun yanı sıra su kalitesi sorunu da çözülememiştir, sularımızın sadece yüzde 37'si temiz gözüküyor. Suyla yayılan hastalıkların artma riskine karşı uzun dönemli içme suyu kalitesi izleme planları yoktur. Arıtma tesislerinin yer seçimine ve beklenen ham su kalitesine dikkat edilmemiştir. Su kaynaklarında yükselecek toksik madde konsantrasyonları nedeniyle oluşabilecek risklere karşı gerekli tedbirler alınmamıştır.

Değerli arkadaşlar, etkin doğa ve çevre yönetiminin 2 aracı vardır: Planlama ve uygulama. Oysa bugün AKP'nin nitelikli politika üretme sorunu nedeniyle bunların ikisinin de olmadığını görüyoruz. Plan yerine keyfîlik, uygulama yerine ağır ihmal ve kusur vardır. Tabii, izlenen bu yanlış politikalar, uluslararası çevrelerdeki değerlendirmelerde bize doğrudan sirayet etmektedir. İklim Değişikliği Performans Endeksi'ne göre, biz, sera gazı emisyonları ve enerji kullanımında "zayıf" ülke grubundayız; iklim politikası performansımız ise "çok zayıf" olarak tanımlanmaktadır.

Evet, şimdi orman alanlarına değinmek istiyorum. AKP Hükûmeti ormanlık alanları korumada başarısız olmuştur. Sadece 2020 yılında 20.971 hektarlık ormanlık alan zarar görmüştür. Geçtiğimiz yıl temmuz ayının sonunda Antalya, Adana ve Muğla'da başlayan ve haftalarca süren orman yangını felaketlerinde yüz binlerce hektarlık ormanlık alan büyük hasar görmüştür. Yangınlarla mücadelede yetersiz kalan iktidar, rant uğruna ormanlarımızın acımasızca katledilmesine seyirci kalmaktadır. Yayımlanan son Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yeni bir talan furyasının başlatıldığını da görüyoruz. Haramilerin hepsini mimleyerek hesap soracağımı bu kürsüden de ifade etmek istiyorum.

Tabii, bir de "2/B" konusu var. Orman vasfını yitirmiş alanların özel mülkiyete konu edilmesine, orada yaşayan insanlara tahsis edilmesine kimsenin bir itirazı yoktur; ancak uygulamada sıkça görüldüğü üzere, dışarıdan gelen bazı kişiler lehine yapılan düzmece ihaleler, yağmaya ve talana yol açmaktadır.

Değerli milletvekilleri, son olarak "kirlilik" konusuna değinmek istiyorum. Isınma, ulaşım ve sanayi amaçlı olarak fosil yakıtların kullanımı hava kirliliğini fazlasıyla artırmaktadır. Kentlerimizdeki atık suyun arıtılamaması, kentsel atıkların ve sanayi atıklarının dönüştürülememesi de çevreyi olumsuz etkilemektedir. Denizlerimiz, nehirlerimiz ve göllerimiz her geçen gün kirlenmektedir; her yıl 5 ila 15 milyon ton plastik, denizlerimize karışmaktadır. Bu ne anlama geliyor? Yani 2050 yılında denizlerimizde balıktan çok plastik olacağı anlamına geliyor. Ayrıca, denizlerimize bırakılan sanayi atıkları, evsel atıklar ve tankerlerin boşalttığı petrol türevi atıklar deniz canlıları için de hayati risk oluşturmaktadır. Öte yandan, 1994'ten 2019'a kadar geçen yirmi beş yılda İstanbul'u yönetenler, Marmara'da oluşan müsilajın 1'inci derecede sorumlularıdır. İstanbul'a ihanet eden AKP'dir; bunu AKP söylüyor, "Marmara şeker komasına girdi." diyor. Aynı yöneticiler, günde 5 milyon ton atık suyun Marmara Denizi'ne deşarj edilmesine de seyirci kalmıştır, kalamaya da devam ediyor.

Sonuç olarak, bir acil eylem planı hazırlamak ve yürürlüğe koymak gerekir. Planda...

1) Küresel iklim değişikliğine bilinç olarak, teşkilat olarak ve mevzuat olarak her anlamda hazırlıklı olmalıyız.

2) Millî bir su politikası yapılmalıdır, kurumlar arası iş birliği mekanizması sağlanmalıdır; su kanunu çıkarılmalıdır.

3) Su yönetiminin, Devlet Su İşleri ve yerel yönetimler ile diğer kurum ve kuruluşlar arasında dengesi ve koordinasyonu sağlıklı bir şekilde belirlenmelidir.

4) Su ve kanalizasyon idareleriyle ilgili bir yasaya ihtiyaç vardır; su ve kanalizasyon idareleri kanunu yani SUKİ kanunu çıkarılmalıdır.

5) Yenilenebilir enerji üretimine öncelik verilmeli; rüzgâr, su ve güneşten azami ölçüde yararlanılmalıdır.

6) Sanayi sistemlerinin yeşil ekonomiye dönüşmesi için doğayı kirletmenin cezai yaptırımlarının artırılması gerekir.

7) Üyesi bulunduğumuz uluslararası kurumlarla iş birliğimiz geliştirilmeli ve yeni iş birliklerine zemin hazırlanmalıdır.

8) Doğal dengenin sürdürülebilmesi için endemik bitki çeşitliliği ve endemik hayvan türlerinin korunmasına yönelik tedbirler alınmalıdır.

9) Tarımda vahşi sulamadan damlama sulama sistemlerine geçiş hızla tamamlanmalıdır.

10) Geniş bir perspektiften yeşil dönüşümün başlaması yönünde çalışmalar hızlandırılmalıdır.

Değerli arkadaşlar, bu konuda en büyük sorunlardan biri de AKP iktidarında bozulan devlet teşkilatlanmasıdır. Yerel yönetimleri de darmadağın eden AKP iktidarları, küresel iklim değişikliğinin ülkemize olası negatif etkilerini ortadan kaldırmak için yetkili ve sorumlu bir merci bırakmamıştır âdeta; bir bakıyorsunuz onlarca kuruluş var, bir bakıyorsunuz hiç yok. Belediyelerin yetki ve yapıları 6360 sayılı Kanun'la bütünüyle değiştirilirken belediye-belediye, belediye-özel idare, belediye-merkezî idare yetki ve görev uyuşmazlıkları had safhaya çıkmıştır. Böylece, çevre politikalarına ve küresel ısınmaya yönelik tedbirlerde lakaydi barizdir, bu da büyük bir problemdir.

Değerli milletvekilleri, ülkenin tüm kaynaklarının çarçur edilmesi, dağıtılması, bertaraf edilmesi, yok edilmesi AKP'nin âdeta simgesi hâline gelmiştir. Bunun gelecek nesillerimize bir bedel olarak yansıyacağı muhakkaktır.

Her şeye rağmen iyi niyetle sorunlara çözüm bulmaya çalışan herkesi bu kürsüden kutlamak istiyorum. Komisyonun Değerli Başkanına ve tüm üyelerine, Komisyon çalışanlarına, katkı yapanlara özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum. İYİ Parti olarak bu rapora kısmen olumlu yaklaştığımızı ancak eleştirilerimizi şerhen ibraz ettiğimizi yüce heyetinize arz ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)