Konu:Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri
Yasama Yılı:5
Birleşim:18
Tarih:25/11/2014


Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

MHP GRUBU ADINA MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; 655 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Sözlerimin başında şahsım ve grubumuz adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerimin başında, belki de usule taalluk etmesi sebebiyle bir hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bu teklifin başlangıcı hâkim ve savcılarımızın özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik idi seçimden önce. Sonra, 2 ayrı kanun teklifleri verilmek suretiyle 52 maddeye kadar ulaşan bir kanun teklifiyle şu anda huzura gelinmiş vaziyette. Bu iyileştirme konusu geciktikçe tabii Parlamentoya serzenişler başlayacak, diyecekler ki: "Ya, muhalefet bu kanunun görüşülmesini geciktiriyor dolayısıyla hâkim ve savcılarımız maaşlarına ulaşmakta gecikecekler." diye bir taktik geliştirilebilir.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Demeyeceğiz, demeyeceğiz.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) - Zaten, yasanın hızlı gitmesi için sürükleyici maddeler vardır. Bu teklifin de sürükleyici maddesi hâkim ve savcılarımız için öngörülmüş iyileştirmedir.

Burada bir teklifimiz var, diyoruz ki: Hükûmet yahut da Komisyon, tasarıyı Komisyona alsın, ben Sayın Halaçoğlu adına söz veriyorum, bir saat içerisinde hâkimlerimizin maaşlarını o Komisyondan geçireceğiz. Bir saat içinde de Meclisten, buradan geçer. Yarın, Türkiye, Meclis hâkim ve savcılarımızın maaşlarında 1.155 TL'lik iyileştirme yapmış olarak uyanır; birinci önerim bu. Bu olmaz gece geç saatte, yorulduk filan diyorsanız, o zaman, ilgili maddenin başına "Bu iyileştirme 1 Kasım 2014 tarihinden itibaren yürürlüğe girer." diyelim. Diyelim ki bu kanun sürecek çünkü pazara kadar çalışma süresi aldınız, ikide bir muhalefet partilerini yersiz yere kimse suçlamasın, hodri meydan!

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - "Peşinen söyleyeyim." diyorsunuz.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) - Hangisini seçerseniz seçin, ister Komisyona gidelim ister burada "1 Kasım 2014 tarihinden geçerli olmak..." ibaresini önerge olarak verelim, ikisine de hazırız.

Değerli arkadaşlarım, bunu olumlu buluyoruz, bu iyileştirme iyidir, çoğu ülkelerde hâkimlere bir maaş vermezler, maaş çeki verirler, hazine çeki verirler, hiçbir meblağ yok, hâkim yazar meblağını. Onun için, hâkimlerin maaşlarındaki iyileştirme adaletin tecellisi açısından son derece önemli ama bu iyileştirme emekliliklerine yansımıyor ve hâlen emekli olmuş hâkim ve savcılarımıza yansımıyor. Bu bir eksiklik, bunun da olmasını istiyoruz.

Adalet hizmetini adliyelerde, hâkim ve savcılarımızın yanında üreten değerli yöneticiler var. Kimler var? Yazı işleri müdürleri var, icra müdürleri var, kâtipler var, zabıt kâtipleri var, mübaşirler var. Bunlara hiçbir iyileştirme söz konusu değil. Bunların da yapılması lazım.

Aslında, bu maaş iyileştirmelerinin kamuda çalışan tüm kamu çalışanları için söz konusu olması lazım. Mesela, şimdi, mülkiye ile adliye arasında çok büyük uçurum söz konusu oldu. Aynı ilçede bir hâkim, bir kaymakam görev yapıyor, aralarında muazzam fark var.

Yine, Adalet Bakanlığı olduğu için konumuz, ceza ve tevkifevlerinde, denetim müdürlüklerinde çalışan infaz koruma memurları var, psikologlar var, öğretmenler var. Alt komisyonda onlarla ilgili kabul ettiğimiz tazminatlar, maalesef çok düşürüldü. Mesela, müdürler için yüzde 130 olarak kabul ettiğimiz tazminat yüzde 30'a düşürüldü. Bu haksızlık, alt komisyonda bunu hep birlikte kabul etmiştik. Onun için, bunların düzeltilmesi lazım; düzeltilmesi noktasında da 2 teklifimizi yüksek dikkatlerinize sunuyoruz.

Aslında, bu hâkim ve savcı maaşlarının bir anayasal güvenceye kavuşturulması lazım yani ikide bir hâkim ve savcıların, hükûmetin insafına kalıp "Maaşlarımıza ne zaman zam yapılacak?" diye beklememeleri lazım. İleri demokrasiler bunu nasıl çözmüşler? Gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2'si ile yüzde 6'sı arasında bir payı yargı bütçesi olarak ayırmışlar; hâkim ve savcı veyahut da adalet bakanlığı biliyor ki "2015 bütçesinde benim yargı bütçem budur, hâkim ve savcıya ve adalet çalışanlarına yapacağım iyileştirme budur."

Şimdi, yanlış hatırlamıyorsam, bizim 2014 Adalet Bakanlığı bütçesinin payı binde 48'dir, yüzde 1 bile değildir. Bu yıl okudum Sayın Bakanın sunuşundan "Yüzde 1,66" diyor. Bu, tabii gayrisafi hasıla mı yoksa bütçe toplam ödeneklerinden ayrılan pay mı bilmiyorum ama 1,6 bile yargı bütçesi için düşük bir rakamdır. Ondan da daha öteye, bu hâkim ve savcı maaşlarının mutlaka bir anayasal güvenceye kavuşturulması lazım. Netice itibarıyla, bu, bir hâkim teminatı ve yargı bağımsızlığı meselesidir.

Değerli arkadaşlarım, teklife geldiğimiz zaman yani bu yasama kalitesiyle ilgili birkaç şey söylemem lazım müsaadenizle. Çok kısa aralıklarla, bu konuya ilişkin, aynı gruptaki arkadaşlarımız birbirleriyle çakışan 3 ayrı kanun teklifi verdiler. Artı, daha önce komisyonlardan geçmiş 3 tane kanun tasarısı ve teklifi şu anda Meclis gündeminde. "Makul şüphe" yerine "somut delil" avukatın dosyaya erişimi meselesi ve Danıştayda 2 daire kurulmasını öngören tasarı şu anda Mecliste bekliyor. Peki, tasarı geldi, komisyonlarda görüştük, bir sürü emek, enerji harcandı bunun maliyetini kim ödeyecek? Aslında, yasama ve yürütme ayrı olsa, yasama hakkına hukukuna sahip çıkıp "Ey Hükûmet, beni bu kadar niye oyaladın kardeşim? 3 tane kanun burada dururken tekrar, bu kanun teklifinin içine, görüşüp yeni baştan niye bana görüştürme yaptırıyorsun?" diye Hükûmete sual sorması lazım. Ama, sıkıntımız yasama ve yürütmenin ayniyeti meselesidir, iç içe girmiştir. Şimdi, yargıyla ilgili bir atraksiyon var; yargıyı da aynı temerküz noktasında, tek elde toplamak istiyoruz. Bunun siyasal literatürdeki tanımı tek parti devletidir. Birazdan, parti devleti meselesine geleceğim. Bugünkü, Sayın Başbakanımızın grup konuşmasına istinaden bazı şeyleri de paylaşmak istiyorum. Evet, 3 tane teklif burada. Çok kısa sürelerle değiştirmişiz, arkadaşlarımız söyledi, Ömer Bey söyledi. Makul şüpheyi dört ay evvel değiştirmişiz, şimdi "somut delil"; tekrar makul delile dönüyoruz. Avukatın dosyaya erişimini daha önce değiştirdik, şimdi eski hâle getiriyoruz, yapboz hâline gelmiş yani bu kadar kısa sürelerde bir öngörüsüzlük, yasama kalitesini bozuyor ve yasama kalitesini bozuyor ve yasama tarihine, maalesef, iyi bir örnek bırakmıyoruz.

Daha özelinde teklifi incelediğimizde, ilk başta, 6 maddesi Noterlik Kanunu'yla ilişkili. Burada dikkat edeceğimiz nokta, kişisel verilerin korunması, mahremiyetin korunmasıdır. Noterler Birliği Başkanı geldi, açık açık sorduk "Hayır, bir endişe yok." dedi. Ona itimat ederek bu 6 maddeye ilişkin herhangi bir itirazımız yok, noterlik camiasına hayırlı olsun diyoruz.

Efendim, sicil affındaki tarih konusunu ben de dikkatlerinize sunmak istiyorum, 14/2/2005 ile 1/9/2013 tarihleri arasını kapsıyor. Bu, kısıtlayıcı ve mağduriyetlere neden olacak bir zaman aralığıdır. Mutlaka, bunun-2013 tarihinin- en azından yasanın çıktığı tarihe kadar getirilmesinde fayda var diye düşünüyoruz.

Avukatın dosyaya erişimi noktasında, Sayın Bakan da gayret etti, bazı değişiklikler yapıldı, suçlar sayıldı ama bunlar da kâfi gelmiyor, mutlaka bir süre sınırlamasının söz konusu olması lazım, dosyanın gizlilik kararının kaldırılması için.

Yine, arama, taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma, iletişimin dinlenmesi, teknik araçlarla izleme tedbirlerinde suç kataloğu genişletiliyor. Neleri katıyoruz? "Devlet güvenliğine karşı suçlar ile bu düzenin işleyişine karşı suçların soruşturulmasında yukarıdaki tedbirler uygulanır..." Yani, hepsi siyasal suçlar, bu suçların müeyyideleri çok ağır, müebbet hapisten başlıyor. Mutlaka, bunların, uygulamada çok dikkatli bir şekilde takip edilmesi gerekiyor.

Avukatların, üç yıllık avukatlık süresini tamamladıktan sonra hâkim ve savcı sınavına katılmasını öngören bir düzenleme var. Bununla birlikte, yine 2575 sayılı Yasa'nın 14'üncü maddesinin üçüncü .fıkrası kaldırılıyor, Danıştay dava dairelerinde görev yapacak üyeler için hukuk bilgisine yer veren siyasal, idari bilimler, iktisat ve maliye mezunu olma zorunluluğu kalkıyor. Artık, tıptan da, veterinerlikten de yüksekokul lisansını tamamlamış bir kişinin Danıştayın herhangi bir dairesinde üye olarak görev yapma imkânı açılıyor. Meslek taassubu olarak almayın. Ben hukukçuyum, herkes mesleğini korumak zorunda. Yüzü aşkın hukuk fakültesi var. O genç çocukların gözü kulağı burada, "Ağabeylerimiz bize sahip çıksınlar, mesleklerine sahip çıksınlar." diyorlar. Avukat olanların, diğer mesleklere girme talebinde bulunan genç hukukçularımızın durumları iyi değil. Bu kadar istihdam talebi varken başka branşlardan, başka disiplinlerden Danıştaya üye almak hakkaniyete uygun değil, bunun değiştirilmesi lazım. Ayrıca, bu, ülkemizde yıllardır yerleşik yargıç tasarımının da köklü bir değişikliği anlamına geliyor. Yargıçlık bir kariyer mesleği, onun için hukuk bilgisi ve bu hukuk metodolojisine yakın bilimlerin seçilmesinde, tercih edilmesinde fayda var.

Bunun dışında, sayın milletvekilleri, bu tasarının en önemli özelliklerinden birisi Yargıtayın ve Danıştayın yapısında ve işleyişinde çok önemli değişiklikler yapmasıdır. Bunu daha önce de yaptık. Mesela Yargıtayla ilgili en son çıkardığımız yasada dedik ki: "Kanunla Yargıtayın ceza ve hukuk dairelerini ayırmayalım." Ya ne olsun? "Büyük Genel Kurul kaç ceza dairesi, kaç hukuk dairesi olacağına karar versin." Bu şekilde kanunu çıkardık, belki en doğrusu buydu ama şimdi ona müdahale ediyoruz; 38 daire var, 46'ya çıkarıyoruz. Ömer Bey de gayet güzel söyledi, 2007 yılında, ben de gayet iyi hatırlıyorum, Parlamentoya bir Hükûmet tasarısı geldi, denildi ki: "Biz artık istinafa gidiyoruz. Bölge mahkemeleri kuracağız, Danıştaya, Yargıtaya tonlarca dosya gelmeyecek, çoğu istinaflar da hallolacak." 150 üyeli bir Yargıtay ve daire sayıları düşürülmüş bir yapı. Şimdi, arkadaşlar, 516 üyesi olan, 46 tane dairesi olan, dünyanın en büyük Yargıtayına sahibiz. Bu anlayışla bidayet mahkemesi yerine geçer, ilk derece mahkemeleri hâline gelir; bu yanlış bir tasarımdır. Ha, diyeceksiniz ki "Şu anda konjonktürel sorunumuz var, acil durum var. Seni dinleyecek durumda değiliz, biz 46 değil, 86 yaparız." Olur mu olur! Ama, iyi bir şey yapmayız, yarın bundan geri dönmek durumunda kalırız.

Yargıtaydaki tetkik hâkimlerinin atanması Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca olacak. BDDK'ya, bilmem başka üst kurullara giden tetkik hâkimlerine HSYK hiçbir şey demiyor ama Yargıtayda bir daire başkanı bir tetkik hâkimi almak isterse alamıyor. Kim tayin edecek? HSYK tayin edecek. Yani biraz kaba bir benzetme olacak ama danışman almak istiyorsunuz Meclis Başkanı diyor ki "Ahmet'i değil, Mehmet'i alacaksın." Bunu da savunmak mümkün değil.

Evet, Yargıtayın ve Danıştayın yapılarında çok köklü değişiklikler oluyor, üye sayıları artıyor, daire sayıları artıyor, Başkanlar Kurulu, Başkanlık Kurulu değişiyor yani Yargıtayda yürütmenin etkisinde olabilecek bir yapı nasıl kurulacaksa milimetrik hesaplamalarla bu hesaplama yapılmış. Böyle bir düşüncemiz var ama bunu yüksek yargı tasavvurunda savunmak ve bunun sürdürülebilirliğine inanmak mümkün değil ama maalesef böyle bir yola girdiniz, bütün ikazlarımıza rağmen bu yoldan da dönme temayülünde olmadığınız görülüyor.

Tabii, yasa yapma konusunda uzun çalışmalara ihtiyaç var, kurumların katkısına ihtiyaç var. Mesela, bu yasalarda Danıştayı bilmiyorum ama Yargıtaya tek kelime sorulmuş değil. Şu bahsettiğimiz değişikliklerin aslında kurumlardan gelmesi lazım. Yargıtayın demesi lazım ki: "Ey Parlamento, benim şu anda üye sayım yetersiz, daire sayım yetersiz; lütfen bir yasal düzenlemeyle bu sayıyı artırın." ama Yargıtay diyor ki: "Daha Başkanlar Kurulunu yeni topladık, seçimini dört ay evvel yaptık. Şimdi kanunla tekrar müdahale ediyorsunuz; süresi gelmeden üçüncü kez Birinci Başkanlık Kurulunun seçimini yapmak zorundayım." Bu, bir müdahaledir. Bu müdahale de yargı bağımsızlığına ve hâkim teminatına yapılmış olan bir müdahaledir ve anayasal sakıncaları olan bir konudur.

Evet, özetle bunları ifade ettim. Değerli arkadaşlarım bölümlerde ve maddelerde daha teknik konularda Genel Kurulumuzu aydınlatacaklar ama ben son beş dakikamı bugün Sayın Genel Başkanımızın grup konuşması ve Sayın Başbakanımızın konuşmasına ilişkin değerlendirmelerle bitirmek istiyorum.

Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli bugünkü konuşmasında istismar edilen kimlik siyasetinin artık bitmesi gerektiğini, bu Dersim isyanıyla başlayan tartışmaların gereksiz olduğunu, bunların bitmesi gerektiğini, Alevi vatandaşlarımızın istismar edildiğini ileri sürerek grubumuzda önemli şeyler ifade ettiler, dediler ki: "Başbakan, Dersim isyanıyla Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizi aynı karede değerlendirerek tarihî bir hataya imza atmaktadır. Altını çizerek söylemek istiyorum ki Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizin teröristlerle yollarının kesişmesi imkânsızdır. Efendimiz'e ve ehlibeyte gönül vermiş hiçbir vatan evladının isyancıların arasında olması düşünülemeyecektir. Milliyetçi Hareket Partisi hiç kimsenin nereli olduğuna, ana diline, etnik kaynağına merak salmamış, bunları mesele yapmamıştır. Geleceğini Türk milletinin içinde gören, ay yıldızlı al bayrağın altında yaşamaktan onur duyan herkesi Türkiye kabul ettik, bunları canımızdan bir parça ve varlığımızın da nişanesi olarak belledik." Ve "Cami de bizim cemevi de bizim." diyerek iktidara bir çağrıda bulunuyor: "Artık bu istismar konusunu bırakın, sözün zamanı bitmiştir; gelin, sahibi olduğunuz ayrımcı ve ayrıştırıcı sözde demokrasi paketlerinin içerisine katmadan, sorunun acilen halli yönünde ilk adımları atalım ve Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde bu konuyu tamamıyla çözelim." ve 10 maddelik önerisini de sıralıyor.

Şimdi, Sayın Genel Başkanımızın bu olumlu yaklaşımına, bu konuyu istismardan kurtarma gayretine Sayın Başbakanımız diyor ki: "Ey Bahçeli, tek parti zihniyetini savunmak sana mı düştü? Bu söylediklerini Tunceli'de de söyle, Konya'da da söyle."

Değerli milletvekilleri, tek parti zihniyetinden, 1946 tabutluklarından ve 12 Eylül sıkıntısından en büyük zarar gören, en büyük bedel ödeyen parti Milliyetçi Hareket Partisidir. Olağanüstü dönemlerde ağır bedeller ödenmiştir. Onun için, bu kadar ağır bedel ödemiş, tek partiden zulüm görmüş bir hareketin Genel Başkanına "Tek parti zihniyetini savunuyor." iddiasında bulunmak çok sığ bir düşüncedir. Umarım Sayın Başbakan kastını aşmıştır.

Türk milliyetçileri, bu kadar acı çekmelerine rağmen, acılarını yüreklerine gömmüşler ve devletin manevi şahsiyetine hiçbir zaman saldırmamışlardır; evet, devlet elbisesi giymiş ceberut insanları hafızalarına kazımışlardır ama devletin manevi şahsiyetine kaşlarını kaldırmamışlardır. Biz biliriz ki devlet olmadan ayakta olamayız. Devlet adalettir, devlet merhamettir, devlet şefkattir, sıkıştığımız zaman hepimizin sığınabileceği bir limandır ama maalesef son yıllarda devletin manevi kişiliğine karşı çok ağır bir saldırı var. Bunu çeşitli vesilelerle yaptılar ve şu anda maalesef devletin temel sütunları, temel kadroları ağır bir travmadan geçiyor. Şu anda yaşadığımız sıkıntı bu. Aslında bu paralel yapıyla ilgili mücadele bağlamında sizler de bir devlet tasavvurunun vazgeçilmez olduğunu gördünüz ama iş işten geçti. Şu anda birden fazla paralel yapıyla, hangisiyle mücadele edecek noktasında... Devletin o öldürülmüş bulunan fonksiyonlarını ve dinamiklerini hayata geçirmek istiyorsunuz.

Rahmetli Alparslan Türkeş'in bir sözü var, diyor ki: "Dünyanın en alçak siyasi cinayeti milleti devlete düşman etmektir." Evet, uzun yıllardır bu aziz milleti devlete düşman etmek için büyük bir gayret sarf edildi. Maalesef ve maalesef belli noktada izler kaydedildi. Bu, şu anda içinden geçmekte olduğumuz toplumsal sürecin en sıkıntılı anıdır.

Onun için değerli arkadaşlarım, iktidar muhalefet demeden herkese seslenmek istiyorum ki: Sakın ola tek parti alışkanlıklarını benimsemeyin. Şu anda karşı karşıya olduğumuz tehditlerin en büyüklerinden biri de demokrasiden uzaklaşmak ve tek parti yönelimine Türkiye'yi götürmektir. Buna kapılmayın, bu heveslere kapılmayın; ülkemizin güvenliğini sağlayın, demokrasiden uzaklaşmayın, hukukun üstünlüğünü korumaya gayret edin ve önümüzdeki seçimlere Türkiye'yi sağ salim götürmenin yollarını arayın. Yoksa durumumuz iyi değil. Zamanım bitti, daha ilerisine gidemiyorum.

Lütfen, aklımızı başımıza alalım ve Türkiye'nin bu büyük coğrafyada savrulmadan ayakta kalmasının mücadelesini birlikte verelim diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)